Küçük bir delikten uzaya bakmak
New Scientis’te çıkan bir makalede 1989’dan beri bu konuda büyük kurumsal ilerleme kaydedildiği bildiriliyor. Michael Morris ve Kip Throrne, 1989’da Carl Sagan’ın Contact (Temas) adındaki romanını akla yatkın göstermesine yardım etmek için bir yazı yayımlamışlar. Akla hayale sığmayacak bir karmaşıklıktaki bir tünel sistemiyle uzaydaki bölgeleri birbirine bağladığı varsayılan, uzay-zamanın yapısındaki “solucan delikleri” bu işin anahtarı. Einstein’in genel görelilik kuramının (1916) denklemler ine göre uzay-zamanın süreklilik gösteren bir yapısı var. Gezegenlşer ve yıldızlar gibi büyük cisimler etraflarıundaki uzayı ve zamanı yaratır. Bu tünellerin girişleri heryerde ama –sorun da burada- çapları o kadar küçük ki, atomların gezegenler kadar görünmesine neden oluyorlar. Fiziksel olarak mümkün olan en küçük ebatlardalar, bir santimetrenin trilyonda birinin milyarda birinden daha büyük değiller. Dolayısıyla, hiperuzay yolculuğunu gözde canlandırmanın üç yolu var. Biirincisi uzay gemisini ve mürettebatını bu boya indirmek ve bildik uzaya çıktıklarında tekrar büyütmek ki pek mümkün görünmüyor. İkincisi alışılmamış bir mekanizmayla (örneğin çekici kütle çekiminin zıddı olan itici kütle çekimiyle) bir solucan deliğini makul bir büyüklüğe getirmek ki bu da çok zor görünüyor. Üçüncü yol ise, Princeton State Üniversitesi’nden John Cramer’in ortaya attığı gibi, hali hazırda var olabilecek makul büyüklükte solucan delikleri aramak. Bu fikir evrenin kendi tarihinden kaynaklanıyor. 15 milyar yıl önce büyük patlama ile yaratıldığında evren çok çok küçüktü. Peki nasıl bu kadar büyüdü? Bu sorunun çoğu fizikçinin kabul ettiği cevabı “şişme”, yani birkaç salisede itici kütle çekimiyle evrenin şimdiki büyüklüğüne ulaşması. Herşeyin büyümesine neden olan bu muazzam genişleme, ilkel solucan deliklerini de büyük olduklarını tahmin ettiğimiz alt-alt-mikroskobik büyüklükten milyonlarca değilse bile binlerce kilometrelik çaplara getirmiş olabilir. Bundan sonraki adım böyle bir solucan deliği bulmak.
Bunun başarılması için çoğu gökbilimcinin rutin olarak yaptığı bir işe –ışıkları olağandışı bir biçimde titreşiyor mu diye milyarlarca yıldızı senelerce gözleme işine- biraz daha emek harcanması gerekiyor. Yıldızların ışıkları çeşitli şekillerde, çeşitli sebeplerden titreşebilir ama Morris bir yıldızla aramızdan geçen bir solucan deliğinin yıldızın çok farklı parlamasına neden olacağına inanıyor. İtici kütle çekimi yüzünden genişlemişse (ki büyük boy bir solucan deliği olabilmesi için başka çare yok) arasındaki yıldızın, orta kısmı biraz sönük “çifte başak” şeklinde ışınlar yayacağını tahmin ediyor. Eldeki yıldız görüntüleri arasında, böyle alışılmamış parıltılar saçan yıldızları arayabiliriz. Ancak solucan tünelleri, ister küçük ister büyük olsunlar büyük olasılıkla son derece karmaşıklar. İçlerinde yolculuk etmenin hiç de kolay olmayacağını öngörüyor kuramlar, çünkü en kurnazca kazılmış labirentimsi bir Roma mezarından bile daha karmaşık bir bir biçimde dallanıp budaklandıkları düşünülüyor. Birbiri ardına yol ayrımları, birbiri ardına iklemler kaybolmama şansını son derece düşürüyor. Kısacası kimse böyle bir labirentte nasıl yol alınacağını bilmiyor. Şimdilik solucan deliklerini bildiğimiz kadarıyla, insanın sadece nereye çıkacağını değil, ne zaman çıkacağını da bilmek olanaksız. Bazı kuramlar (ama hepsi değil) seyyahların zamanda geri gideceğini ileri sürüyor. Başka bir evrenin bildik uzayına çıkmaları gerekiyor çünkü bu evrenin geçmişine dönmeleri olanaksız. Neden mi? O zaman kendi anababalarını daha tanımadan öldürmek olanağına sahip olur ve böylece yasak bir paradoks yaratmış olurlar da ondan. Bu nedenle uzay gemisi tasarımcılarının, bildik uzaya ve görece ağır bir hıza mı sadık kalacaklarına yoksa son derece karmaşık bir bilimin mi izini süreceklerine karar vermeleri gerekecek. Adrian Berry
http://www.fizikist.com/icerik-bir-solucan-deliginden-yildizlara-bakmak-1440.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder