30 Ağustos 2013 Cuma

Mısır

DEVLETİN ADI: Mısır Arap Cumhuriyeti
BAŞŞEHRİ: Kahire
NÜFUSU: 55.979.000
YÜZÖLÇÜMÜ: 1.001.449 km2
RESMİ DİLİ: Arapça
DİNİ: İslam
PARA BİRİMİ: Mısır Lirası

Kuzeydoğu Afrika’da yer alan, Kuzeyden Akdeniz ve doğudan Kızıldeniz’le kuşatılmış ve Sina Yarımadası ile Asya kıtasına da taşan bir ülke.

Tarihi

Dünyanın zengin bir maziye sahip olan ülkelerinden biri de Mısır’dır. Mısır, tarih boyunca birçok medeniyetin beşiği olmuştur. Arkeolojik kazılardan çıkarılan neticelere göre, bilinen ilk tarihi M.Ö. 5000 yıllarında kurulmuş olan, Aşağı ve Yukarı Mısır Krallıkları ile başlar. Bunlardan en eskisi Firavunlar dönemidir.

Bugüne kadar sır olarak kalan ve dünyanın yedi harikası arasında birincisi olan piramitler, bunların zamanlarında yaptırılmıştır. Piramitlerin inşasında kullanılan ve bazıları 15 tona ulaşabilen dev taş blokların taşınması, hesaplarının “pi” sayısına uygun olması ve en ücra yerlerinin aydınlatılması gibi sırlar halen çözülememiştir. Ayrıca teşekkülleri ayrı bir muamma olan ve rüzgarlar tesiriyle çeşitli hayvan şekillerini alan sfenksler de, bugün hayretleri üzerlerine çekmektedirler. Bunu Menes Hanedanlığı ve arkasından Pers hakimiyeti takip eder. Perslerin, Kiyaniyan şahlarının sonuncusu olan Dara; Erbil’de mağlup olunca Mısır, Makedonya Kralı Filip’in oğlu İskender’in eline geçti. İskenderiye şehrini kurdu. Elde ettiği zaferleriyle ahlakı bozuldu. Sonunda işret ve sefahetle öldü. Bundan sonra Mısır, 640 yılına kadar Roma ve Bizans hakimiyetinde kaldı.

Bu tarihte hazret-i Ömer, Eshab-ı kiramdan Amr ibni as komutasındaki bir orduyu Mısır’ın fethine gönderdi. Mısır feth edilerek burada El-Fustat (Eski Kahire) garnizonu kuruldu. Bu tarihlerde bütün Mısır halkı İslamiyetle şereflendi.

Halife hazret-i Muaviye zamanında Arapça, halkın dili haline geldi. Din ve dil beraberliği sağlanmış olan Mısır, Abbasiler döneminde refah ve huzur bakımından altın bir devir yaşadı. Abbasilerden sonra 1171 tarihine kadar Fatımilerin elinde kaldı. Bu tarihte Selahaddin Eyyubi tarafından fethedildi. Eyyubilerden sonra 16. yüzyıla kadar Mısır, Türk asıllı Memlük Sultanlarınca idare edildi. Memlukler zamanında idari, askeri, iktisadi ve daha birçok alanda yenilikler yapıldı. Mısır tüccarları, ülkenin stratejik ve iktisadi mevkiinin verdiği avantajlardan geniş çapta faydalanarak Çin-Avrupa arası ticareti ellerine geçirdiler.

Aynı tarihlerde Osmanlı Devleti yükselme devrini yaşamaktaydı. Padişah Yavuz Sultan Selim Han, 1516’da Mısır Seferine çıktı. Önce Mercidabık Ovasında Memlükleri kesin bir şekilde mağlup etti. Sina Çölünü 13 günde zayiat vermeden geçti. Arkasından Ridaniye’de Memlükleri tekrar yenerek Mısır’ı Osmanlı topraklarına kattı. Böylece Osmanlı Devleti üç büyük kıtada topraklara sahip olmuş ve buralarda İslamiyetin yayılmasına ve kuvvetlenmesine hizmet etmiştir.

İngiltere’nin Hindistan yolunu kapatmak maksadıyla Fransa İmparatoru Napolyon Bonoparte, 1798’de Mısır’ı işgal etti. Fakat Akka Kalesinde Cezzar Ahmed Paşa tarafından hezimete uğratıldı. Bunun üzerine Fransızlar geri çekildiler. Bu arada Kavalalı Mehmed Ali Paşa, Mısır’a yardım için gönderildi. Fransızlar yenilerek, 1801’de tamamen çekildi. Mehmed Ali Paşa ise Mısır’da kalarak vali oldu. Batı ülkelerinden teknik malzeme ve uzman personel getirtti. Birçok medrese ve okullar açarak Mısır’ın en güçlü lideri oldu. Kurduğu Mısır donanmasını 1827 Osmanlı-Yunan Savaşında yardım için gönderdi. Ayrıca tarımın gelişmesi için kanallar açtırdı ve Mısır ekonomisini zenginleştirdi. Kavalalı Mehmed Ali Paşa dinine bağlı iyi bir insandı. Bundan sonra Mısır bozuldu. Yerine büyük oğlu ve Cidde Valisi olan İbrahim Paşa geçti. İbrahim Paşa, Sultan Mahmud Hanın emriyle Vehhabilerle harp ederek başşehirleri Der’iyye’yi aldı. Sonra Mora İsyanını bastırdı. Bu arada Sultan İkinci Mahmud Hana isyan ederek Kütahya’ya kadar geldi. Suriye, Adana ve Mısır ona verildi. Halifeden, müstakil vali demek olan (Hidiv) ünvanını aldı. İkinci defa isyan ettiyse de İngiltere işe karıştı ve Suriye tekrar Osmanlılarda kaldı. 1848’de vefatından sonra yerine Birinci Abbas, bundan sonra da 1854’te İbrahim Paşanın oğlu Said Paşa hidiv oldu. Said Paşa, Süveyş Kanalını ve Port Said şehrini yaptırdı. Bunun ölümünden sonra kardeşiİsmail Paşa hidiv oldu. Bunun 1879’da azl edilmesi üzerine, oğlu Tevfik Paşa yerine geçti. İngilizler bunun zamanında Mısır idaresine karıştı.

Bu yıllarda Cemaleddin-i Efgani’nin reisliğini yaptığı Kahire Mason Locası üyeleri, İngilizlerle işbirliği halinde faaliyette bulunuyordu. Din adamı olarak tanıtılan Abduh da bunların aralarındaydı. Ekonomik ve askeri açıdan iyice zayıflamış olan Mısır, böylece 1882’de İngilizlerce işgal edildi.

İngilizler, meşhur casus yüzbaşı Lavrens kanalıyla halk arasında bölücü fitneler çıkartarak başta Mısır, Ürdün, Irak ve Suudi Arabistan’ı karıştırdılar. İttihatçıların basiretsiz ve kararsız siyasetleri bu gelişmeleri önleyemedi ve bu ülkelerin yavaş yavaş Osmanlı Devletinden ayrılmasına sebep oldu. Böylece İngiliz kontrolüne geçen Mısır’da Tevfik Paşadan sonra sırayla Abbas Hilmi Paşa, Hüseyin Kamil Paşa ve Ahmed Fuad Paşalar başa geçti. Fuad Paşa, Osmanlılardan tamamen ayrılarak melik adını aldı. 1936’da ölümü üzerine oğlu Faruk, melik oldu. İkinci Dünya Harbi esnasında Alman ve İtalyan birlikleri Mısır’a saldırmışlardı. Mısır, 1945’e kadar harbe katılmadı. Bu tarihte Japonya ve Almanya’ya karşı harp ilan etti. Aynı yıl bağımsızlığını da elde ederek BM’e üye oldu.

İç isyanlar, dış borçlar, kanal problemi ve çeşitli harbler Mısır’a ağır külfetler getirmişti. Bu yüzden 1952 yılında askeri ihtilal oldu ve Melik Faruk yurt dışına çıkarıldı. Ertesi yıl cumhuriyet ilan edildi ve general Necib Cumhurbaşkanı oldu. 1956’da Sudan, Mısır’dan ayrıldı. Askeri ihtilal, genç subaylar tarafından yapılmıştı. Bunların içinde bulunan Cemal Abduh Nasır, ordu içinde durumu en güçlü olanıydı. İki sene sonra Cumhurbaşkanı Necib’in askeri idareye son vermek istemesi üzerine, zaten farklı fikirler taşıyan Nasır, Necib’i tutuklatarak Mısır’ı ele geçirdi.

Nasır, uyguladığı politika ile sosyalizmi Mısır’a getirdi. Mısır’ı batı dünyasından kopararak Rusya’nın kucağına düşürdü. Rus askeri ve teknik yadımlarına kapılarını açtı. Çeşitli sebeplerle yaklaşık 60 bin Müslümanı zindanlara attırdı. Bir çok kuruluşları devletleştirdi. Zehirli fikirlerini diğer Arap ülkelerine de bulaştırdı. 1958-61 yılları arasında Suriye ile birleşme faaliyetine girdiyse de, Suriye, 1961 yılında bundan vazgeçti. Bu arada İsrail’le anlaşmazlıklar başladı. Zamanla Mısır-İsrail münasebetleri gerginleşti. Nasır, Süveyş Kanalını millileştirince, İngiltere, Fransa ve İsrail, Mısır’a saldırmış, fakat ABD ve Rusya’nın ikazları ile saldırı durmuştu. İsrail sınırına ve Akabe Körfezine BM gücü yerleştirilmişti. Nasır, 1967’de bu kuvvetleri geri çektirdi. Kanalı İsrail gemilerine kapattı. Bunun üzerine İsrail, Mısır’a taarruz ederek, Mısır Hava Kuvvetlerini imha etti. Altı gün süren muharebelerden sonra İsrail, Sina bölgesini işgal etti.

1970’te Nasır ölünce yerine Enver Sedat geçti. Mısır, 1973’te İsrail’e taarruz etti. 1975 ve 1977 müzakereleri sonunda Camp David zirvesi gerçekleşti. Buna göre, İsrail, Sina’dan çekilirken Mısır, Kanalı İsrail gemilerine açmayı kabul etti.

Sedat döneminde Mısır, Rus tesirinden ve sosyalizmden ayrıldı. İsrail’le barış yaparak, ABD’ye yanaştı. Nasır politikasının tersine, Mısır’ı liberal ve hür dünya sistemine getirdi, fakat Arap dünyasındaki liderliği sarsıldı ve ordu desteği zayıfladı. Nihayet Sedat 6 Ocak 1981’de bir suikast neticesi öldürüldü. Yerine eski Hava Kuvvetleri Komutanı Hüsnü Mübarek başkan oldu. Ocak 1991 Körfez harekatında müttefik kuvvetler yanında yer alan Hüsnü Mübarek dış borçlardan kurtulmak için çeşitli çarelere baş vurmaktadır.

Fiziki Yapı

Kuzeydoğu Afrika’da yer alıp, Sina Yarımadası ile Asya’ya bağlanan Mısır’ın kuzeydoğusunda İsrail, doğusunda Kızıldeniz ve Suudi Arabistan, güneyinde Sudan, batısında Libya ve Akdeniz bulunur. Kuzeyi ve doğusu deniz, güneyi ve batısı çöl olan, şekil itibariyle kareyi andıran Mısır, 23° kuzey ve 31° kuzey enlemleriyle 25° doğu ve 35° doğu boylamları arasında yer alır. Stratejik mevki itibarıyle Asya, Avrupa ve Afrika arasında kilit bir noktadadır.

Afrika’nın ve Mısır’ın can damarı Nil Nehri, ülkeyi dört bölgeye ayırır: Nil Nehri havzası, Sina Yarımadası, Doğu (Arap) Çölü, batı ve güney çöller bölgeleri.

Nil Nehri, başlangıcı Victoria Gölü olmak üzere 6390 km uzunluğundadır. Eğer bu göle dökülen Kagera Nehrinin kaynağı başlangıç kabul edilirse, 6671 km olur. Buna göre dünya nehirleri arasında, kolları hesaba katılmaksızın, en uzun olanıdır. Nil, Bahrelgazal ve Mavi Nil ile birleştikten sonra 250 m’lik çavlanlarla Mısır topraklarına girer. Mısır’ı boydan boya geçerek Kahire’de kollar ayrılıp, geniş bir delta yaparak Akdeniz’e ulaşır. Uzunluğu 500 km olan, 5000 km2lik, Nasır Gölünden çıktıktan sonra genişliği 500 m olan Nil Nehrinin Kahire yakınlarına ulaştığındaki genişliği 2 km civarındadır. Burada biri Süveyş Kanalına birleşen bir başka kanal olmak üzere iki ana kola ayrılır. Ortalama 3 km genişliğinde olup, bazı yerlerde 23 km’ye ulaşabilen Nil Nehrinin Reşit ve Damietta adlı bu iki büyük kolu arasındaki delta, en geniş yeri 250 km ve uzunluğu 160 km olan bir bölgedir. Sanki Mısır bu bölgededir. Mısır’ın can damarı, hayat kaynağı olan Nil, meydana getirdiği yemyeşil ve verimli havzasıyla, çoğunluğunu sarı çölün teşkil ettiği 1.001.449 km2lik muazzam toprakları ıssız bıraktırmış ve Mısır’ı 36.000 km2ye sıkıştırmıştır.

Nil’in batısı, Libya sınırına kadar, 10.000.000 km2lik Büyük Sahra’nın uzantısı Libya Çölünün devamı olan batı ve güney çölleri, ülkenin dörtte üçüdür. Yüzölçümü 673.000 km2lik çöl yaylasının ortalama yüksekliği, güney batıdaki 2000 metre yükseklikteki kayalık engebeli arazi hariç 250 m civarındadır. Kızıldeniz kıyısındaki Doğu (Arap) Gölü ise nisbeten dağlık olup, en yüksek yeri 2100 m’ye ulaşır, kuzeyde Akdeniz, güneyde Kızıldeniz, batıda Süveyş Kanalı ve Körfezi doğuda da Gazze şeridi, Arap Körfezi ve İsrail’le çevrili, ucu güneye bakan üçgen şeklindeki Sina Yarımadası, Doğu Gölü bölgesi gibi sivri tepelerle kaplı bir yayladır. Bu yüksek araziler, Asya-Afrika bağlantılarını meydana getiren birçok boğaz ve geçitlerle doludur. Mısır’ın en yüksek tepeleri olan Sina Dağı 2641 m ve El Thbet Dağı 2439 m’dir.

Mısır’ın yaklaşık 1000 m uzunluğundaki Akdeniz kıyıları, genel olarak dik ve girintisiz çıkıntısızdır. Nil Nehrinin meydana getirdiği delta ağzı ise kısmen düzdür. Kızıldeniz kıyıları 1800 km’dir. Bazı yerleri alçak ve kumluk, bazı yerleriyse oldukça yüksektir. Mevcut mercan kayalıkları ulaşımı aksatır. 1869’da kesin olarak açılmış Süveyş Kanalı ile Akdeniz ve Kızıldeniz birleştirilmiş ve Hindistan’a giden deniz yolu kısalmıştır.

İklim

Mısır, sıcak ve kurak bir iklime sahiptir. Yaz ve kış olmak üzere iki mevsim hüküm sürer. Kış ayları sert olmayıp, oldukça yumuşaktır. Akdeniz kıyılarında yıllık yaklaşık 200 mm civarındaki yağışlardan başka, yağış pek görülmez. Güney bölgelerde yaz günleri 43°C’ye kadar ulaşabilen sıcaklık, kış aylarında 15°C civarına düşer. Mısır’ın gece-gündüz arasındaki sıcaklık farkı ise yüksektir. Mesela çöl bölgesinde gündüz 37°C olan sıcaklık, gece 15°C’ye kadar düşebilmektedir. Ülkeyi etkileyen kuzey rüzgarlarından başka Nisan ve Mayıs aylarında ortaya çıkan “hamsin” rüzgarı, kum fırtınalarına sebep olur. Bu kavurucu rüzgar, ülkenin % 80’ini kaplayan Batı Sahrası’nın uzantısı olan batı ve güney çöllerinden doğuya doğru eser.

Tabii Kaynakları

Mısır’ın kurak ve sıcak iklimi, ormanlık alanlarının olmasına ve bitki örtüsünün zenginleşmesine mani olmuştur. Kıyı bölgeleri de, Nil kıyıları ve havzasıyla çöllerde bulunan vaha ve kuyular çevresinde bitki örtüsü yemyeşil ve verimlidir. Diğer bölgelerdeyse çoğunlukla sarı çöldür. Çöller genellikle kurak bitki örtüsüne sahiptir. Ülkenin tek hayat kaynağı Nil suları, en önemli tabii kaynağı teşkil eder. Nil Nehri suları, bugün kontrol altına alınmış ve dolayısıyla ülkenin sadece 1/28’ini teşkil eden Nil Vadisiyle bereketli deltasından yılda tek ürün yerine üç ürün alınmaktadır. Nil sularıyla meydana gelen güneyindeki Assuan sun’i gölünün çevresi 3000 km, yüzölçümü 5000 km2 ve en derin yeri 70 m’dir.

Bitki örtüsü gibi, hayvanlar bakımından da vasat olan Mısır’da daha çok evcil hayvanlar görülür. Çöl olan bölgelerde umumiyetle ceylan, nubian keçisi, sırtlan, çakal, çöl tilkisi, yabani tavşan ve vaşak yaşamaktadır. Ayrıca birçok tür kuş ve yabani ördek de bulunur. Yaylalık bölgelerdeyse kaba çuha ve devekuşu yaşar. Nil suları ise, tatlı su levreği bakımından zengindir.

En önemli yeraltı kaynağı petroldür. Batı ve doğu çölleri, Süveyş Körfezi ve Sina Yarımadası petrol bakımından oldukça zengindir. Demir filizi, fosfat, kireçtaşı ve tuz diğer önemli tabii kaynaklarıdır.

Nüfus ve Sosyal Hayat

Afrika veAsya arasında köprü ve Avrupa ile Hindistan ve Uzakdoğu arasında deniz ulaşımında geçiş merkezi olan Mısır, tarih boyunca birçok istilalara sahne olmuştur. Stratejik mevkii onu, Afrika Birliği, Arap Milliyetçiliği veİslam Dünyası gibi büyük meselelerde büyük nüfuza sahip kılmıştır. Ülke coğrafyası, tarihin en eski devirlerinden bu yana çok çeşitli milletlerin kaynaşması ile meydana gelen Mısırlıların % 99’unu dar bir havzada yaşamaya zorlayarak, birlik ve beraberliğin kolayca meydana gelmesine sebep olmuştur.

Mısır, 55.979.000’lik nüfusuyla, Nijerya’dan sonra Afrika’nın en kalabalık memleketidir. Endüstrileşmedeki noksanlıklara rağmen, Nil Vadisindeki nüfus yoğunluğu, Batı Avrupa milletlerinin en yoğun nüfuslu olanlarının yaklaşık iki katıdır. Nüfusun büyük çoğunluğu, Hami soyundan olan beyazlardan meydana gelir. Ayrıca Kıpti ve Nübyalılar da mevcuttur. Halkın % 99’u Müslümandır. Arapça, halkın esas konuşma dilidir. Yalnız köylerde yaşayan fellahların (köylüler) konuştuğu Arapça, şehirlerde konuşulandan biraz farklıdır. Ayrıca İngilizce ve Fransızca yaygın olarak konuşulur.

Halk, yaşayış tarzı bakımından beş gruba ayrılabilir. Gelişmekte olan ülkeler arasında yer alan Mısır’da nüfusun çoğunluğunu teşkil eden fellahlar (köylüler) ile, genellikle şehirlerde yaşayan, okumuş ve ticari sınıf arasında, dilde olduğu gibi hayat tarzında da farklılıklar göze çarpar. Umumiyetle Türkçe de bilen idari kademeyi, çoğunlukla Araplar, Kuzey Afrikalılar, Türkler ve İngilizler teşkil ederler. Ayrıca bugün azınlıkta kalan arazi sahipleriyle vahalarda yaşayan Bedeviler, siyasi güçlerini kaybetmiş durumdadırlar. Son yıllardaki Mısır liderleri, ekonomik ve politik birçok problemin eğitim ve öğretimle halledilebileceğine inandıklarından, özellikle 1952’den sonra okul, öğrenci, öğretmen ve uzman sayıları artmıştır. Sadece ilk öğretim mecburi, diğerleri isteğe bağlı ve ücretsizdir. Yabancı okullardan başka 7 üniversite mevcuttur. En meşhurları El-Ezher Üniversitesidir. Halkın % 50’si okur-yazardır.

Afrika kıtasının en büyük şehri olan Kahire, Arap aleminin kültür merkezidir. Araplar tarafından 969’da kurulmuş olan bu şehirde eski ve tarihi eserler bol olup, modern bir turizm merkezidir. Dünyanın 7 harikasından biri olan İskenderiye Feneri’nin bulunduğuİskenderiye, Abu-Simbel tapınaklarının bulunduğu Assuan ve dünyanın en büyük sfenksiyle en büyük üç piramidinin bulunduğu Gize, diğer önemli büyük şehirleridir. Gize’deki üç piramitten Kefren piramidi yanındaki “Horus” isimli sfenks 73 m uzunluğunda ve 20 m yüksekliğindedir.

Mısır Türk sanat eserleri: Mısır, 826 senesinden Osmanlıların son zamanlarına kadar Türk tesiri altında kalmıştır. Abbasiler zamanından itibaren Türk valiler tarafından idare edilmeye başlanan Mısır’da Türk mimari tarzında birçok eser yaptırılmıştır. Kahire’de bulunan Abbasi halifelerinin türbeleri, Türk mimarisinin güzel örneklerindendir. Abbasi Valilerinden Ahmed bin Tulun, bugün hala duran ve ismini taşıyan İbn-i Tulun Camiini yaptırdı. Bu caminin tuğladan yapılması, binanın kaleyi andıran bir tarzda olması, mimari stilinde Türkistan ve Samarra tesirlerini açıkça göstermektedir. Uygur yapılarında olduğu gibi, motifler büyük çapta ve sadedir.

Eyyubiler zamanında ise darülhadis, tekke ve eyvanlı medreseler, Türkistan mimari tarzında inşa edilmiştir.

Memlükler zamanında Türk hükümdarı, hatunları ve beyleri Türk mimari tarzında birçok mescid, külliye, medrese, tekke, türbe ve hanlar yaptırmışlardır. Bugün bunların büyük kısmı Memlük sanat abideleri olarak ayakta durmaktadır.

Yavuz Sultan Selim’in Mısır’ı fethetmesinden sonra, Memlük mimari tarzı unutularak, Osmanlı mimari tarzı Mısır’a yerleşmiştir. Osmanlı devrinde valilerin yaptırdıkları mescidler, sebiller ve tekkeler, Osmanlı mimari tarzında yapılmıştır. Bunlara örnek olarak Süleymaniye Camii, Mahmudiye Camii, Murad PaşaCamii, Mehmed Ali Camii, Kethüda Abdurrahman Sebili, Osmanlı eserlerinden en tanınanlarıdır. Mısır’daki Osmanlı camileri büyük kubbeli ve ince minareli klasik Osmanlı eserleri olup, çinileri Türkiye’den getirtilmiştir.

Siyasi Hayat

Başkanlık sistemine dayanan Mısır Cumhuriyeti, 25 idari bölgeye (illere) ayrılır. En güçlü lider kabul edilen başkan, altı yılda bir halk tarafından seçilir. O da, hükumeti kurar ve başkanlık görevini yürütür. Ayrıca kendisine yardım edecek bir başkan yardımcısı vardır. On üyesi devlet başkanınca tayin edilen meclisin geri kalan 392 üyesi, beş yıl için halk tarafından seçilir. Mısır vilayetleri, valiye bağlı olup, müdürlerle idare edilen kazaların temsilcilerinden meydana gelen “il konseyi” tarafından idare edilir.

Mısır’da 1952’de yapılan askeri darbe, Melik Faruk’u devirmiş ve yerine yeni bir politik sistemin devri başlamıştır.

Sedat döneminde daha çok barışçı ve ekonomik kalkınmaya dönük bir politika takip edilmiştir. Bunun neticesi ABD aracılığıyla gerçekleştirilen Camp David Barış Antlaşması ile İsrail’le barış sağlanmıştır. Ayrıca ekonomik kalkınma gerçekleştirilmiş ve nükleer santraller yapılmıştır. Enver Sedat’tan sonra yerine geçen Hüsnü Mübarek, liberal iktisad sistemi, özel teşebbüs, basın hürriyeti, çok partili demokrasi hayatı olan Sedat modelinde bir değişiklik yapmadı.

Ekonomi

Mısır, kişi başına milli gelir bakımından Afrika’nın en zengin ülkesidir. Fakat dünya ülkeleri arasında ortalarda yer alır. 1980 yılından evvel Mısır, iktisaden dünyanın en kötü on ülkesi arasındaydı. Camp David Anlaşmasından sonra Enver Sedat’ın yeni ekonomik tedbirleri ile % 10 kalkınma hızı ile dünyanın en hızlı kalkınan ülkeleri arasında yer aldı.

Mısır, sulama sistemlerinin düzenlenmesinden evvel oldukça fakir ve dengesiz bir ülkeydi. Daha sonra açılan kanallar ve inşa edilen sulama sistemleriyle, Nil suları kontrol altına alınmıştır. Böylece yılda ancak bir defa alınabilen ürün miktarı üçe çıkmıştır. Nil Vadisi ve deltası tarıma elverişli olan bölgedir. Ekilebilir alanların artmasına sebep olan barajlar ve sulama sistemleri gibi su kontrol sistemlerinin en önemlisi, Büyük Assuan Barajıdır. Bu barajın inşası Kavalalı Mehmed Ali Paşa tarafından planlanmış ve ancak çeşitli sebepler yüzünden 1902 yılında tamamlanabilmiştir. En son olarak 1934’te yükseltilmiş olan baraj, 4 km uzunluğunda, 110 m yüksekliğinde olup, 500.000 hektarlık yeni bir arazi bölümünü ekime müsait kılmıştır. Barajın hemen güneyinde 554 km uzunluğunda, 5000 km2 yüzölçümündeki Nasır Gölü yer alır.

Böylece on iki türbini olan barajlardan yılda 10 milyar KW’lık elektrik üretilebilmektedir. Yaklaşık 130 milyar metreküp su hacimli baraj, son yirmi yıl içerisinde tarım ürünlerinde üç misli bir artışa sebep olmuştur.

Baraj çevresi, Nil vadi ve deltası ve kıyı bölgelerde daha çok pamuk, fasulye, mısır, buğday, şekerkamışı, akdarı, pirinç, soğan, patates, sebze ve meyve yetiştirilir.

Mısır, maden bakımından zengindir. Petrol, manganez, çinko, demir, kurşun, fosfat, krom, altın, amyant, kükürt, volfram ve titan en önemli madenleridir. Ayrıca, kireç taşı, tuz, bazalt ve pembe mermer oldukça bol çıkarılır.

En önemli ihraç ürünleri; pamuk, pirinç, petrol, tabii gaz, fosfat, tuz, demir, manganez, sigara, post ve deridir. Buna karşılık dışarıdan buğday, makine, teknik malzeme, harp silahı, araç ve gereçleri satın alır.

Mısır ekonomisi, tarımdan başka endüstri ve turizme de dayanır. Tekstil, kimyevi ürünler, petro-kimya ve çimento başlıca endüstri dallarıdır. Mevcut eski ve tarihi eserler, her mevsim uygun iklimi ve kıyıları turistlerin ilgisini çekmektedir. Dünyanın yedi harikasından olan piramitler ve İskenderiye feneri, kral mezarları, sfenksler önemli turizm gelir kaynaklarıdır. Bundan başka uzun ve çeşitli tarihe sahip olmasıyla Mısır, birçok milletin izlerini taşır. Özellikle Emeviler, Abbasiler, Memlükler ve Osmanlılardan kalma cami ve medreseler, han ve kervansaraylar önemli tarihi yerlerdir.

Mısır’ın diğer önemli gelir kaynaklarından biri de Süveyş Kanalı ve Sina Yarımadasındaki mevcut petrol kuyularıdır.

Süveyş Kanalı Firavunlar devrinden beri mevcuttu. M.Ö. 600 yıllarında Nil ile Kızıldeniz birleştirilmişti. Sonraları kumla dolmuştu. Yavuz Sultan Selim Han, İkinci Selim Han ve Üçüncü Mustafa Han zamanlarında kanal için teşebbüslerde bulunulmuş ve nihayet 1859’da Mısır Hidivi Said Paşa zamanında 50.000’in üzerinde işçi kullanılarak kanal kazılmaya başlandı. 1869’da hizmete açıldı ve üç yıl sonra senetleri İngiltere’ye satıldıysa da, 1956’da millileştirildi. Genişliği 150 m, derinliği 14 m ve uzunluğu 172 km olan kanal, Mısır ticari dengesindeki pürüzlerin yarısından çoğunu karşılamaktadır. 1967 İsrail Harbi bu gelirlerin kaybına yol açtıysa da Enver Sedat’ın Camp David Antlaşmasını gerçekleştirmesinden sonra tekrar ekonomik kalkınma hızına katkıda bulunmaya başlamıştır.

Ulaşım: Mısır’da yerleşim merkezleri arasında yeterli bir ulaşım ağı vardır. 5335 km’ye varan demiryolları, devlet tarafından işletilmektedir. Karayollarının uzunluğu ise 32.241 km’ye ulaşmıştır. Bu yolların % 52’si asfalt kaplıdır.

Demiryolları ve karayollarının büyük bir kısmı yerleşim bölgesinin yoğun olduğu Nil Havzası boyunca yer almaktadır.

Nil’in büyük kısmında, belli tonaja kadar olan gemilerle ulaşım yapılmaktadır. Aynı zamanda iki yanı denizle çevrili olan Mısır’da her türlü geminin yanaşabileceği limanlar vardır. Ülkenin büyük şehirlerinde ve büyük kısmında hava alanları bulunmaktadır. Hava ulaşımı Mısır Hava Yolları tarafından sağlanmaktadır.

http://www.cografya.gen.tr/siyasi/devletler/misir.htm

Suriye hakkında genel bilgi

Suriye

DEVLETİN ADI: Suriye Arap Cumhuriyeti
BAŞŞEHRİ: Şam
YÜZÖLÇÜMÜ: 185.180 km2
NÜFUSU: 12.524.000
RESMİ DİLİ: Arapça
DİNİ: İslam
PARA BİRİMİ: Suriye Paundu (= 100 piasters)

Ortadoğu ülkelerinden. Güneybatı Asya’da, Ortadoğu’nun kalbi durumunda bir mevkiye sahiptir. 32° 19’ - 37° 20’ kuzey enlemleriyle 35° 37’ - 42° 22’ doğu boylamları arasındadır. Kuzey ve kuzeybatıdan Türkiye, doğudan Irak, güneyden Ürdün, batıdan İsrail, Lübnan ve Akdeniz ile çevrilidir.

Tarihi

Suriye, toprakları üzerinden çeşitli medeniyet ve kültürlerin geçtiği ve pekçok istilaların, hadiselerin meydana geldiği, eski ve kritik bir mevkiye sahiptir. Ülkeye ilk yerleşenler hazret-i Nuh’un oğlu Sam’dan türeyen ve Sami dilini konuşan Samilerdir. Müslümanların Suriye’ye hakim olmasına kadar bölge Amoritler, Fenikeliler, İbraniler, Hititler, Persler, Makedonyalı İskender, Roma ve Bizans imparatorlukları idaresinde kaldı.

Peygamberimiz hazret-i Muhammed’in tebliğ ettiği İslam dini bütün Ortadoğu’ya yayıldığında, Suriye de İslamlaştı. Hazret-i Ebu Bekir’in halifeliği devrinde, Suriye’ye gönderilen İslam orduları, hazret-i Ömer zamanında 635’te bölgeyi fethetti. Hazret-i Ömer bölgeye gelip, Suriye’yi teşkilatlandırdı. Hazret-i Ömer, önce hazret-i Muaviye’nin kardeşi hazret-i Yezid’i Şam valisi tayin etti. Şam, bölgenin en büyük şehirlerinden olup, şehrin adı eskiden Suriye olarak bilinirdi. Yezid’in vefatıyla hazret-i Muaviye Şam valisi oldu. Hazret-i Muaviye, Suriye’yi teşkilatlandırıp, medenileştirdi.

662’de Emevi Hanedanı Suriye’de kurulup, Şam şehri merkezleriydi. Emevi Halifeliğinden sonra,Abbasilerin hakimiyetine geçti. Abbasi Halifeliği (662-749) devrinde Suriye, çok gelişip, pek çok ilim, kültür, medeniyet ve sosyal tesisler yapıldı.

Onuncu yüzyılın sonunda, Mısır’a hakim Şii Fatımiler, Suriye’yi işgal ettiler. On birinci yüzyıldaSelçuklular, bölgeyi hakimiyetlerine aldılarsa da, 1096’da Haçlı Seferleri başladı. Haçlı Seferleri (1096-1270) esnasında Haçlı-Şii Fatimi ittifakından Suriye çok zarar gördü. Haçlıları, Eyyubi Hanedanının kurucusu Selahaddin-i Eyyubi (1169-1193) Suriye’den uzaklaştırdı. Suriye, Selçuklu Atabekliği, Eyyubiler ve Memluklerden 1517 yılında Osmanlı hakimiyetine geçti.

On altıncı yüzyılın başından 20. asrın başına kadar Osmanlı hakimiyetinde kalan Suriye, bu zamanda gelişip, en huzurlu ve müreffeh devrini yaşadı. Osmanlı idari teşkilatında vilayet halindeydi. 1833 yılında Osmanlıya tabi Mısır Valisi Mehmed Ali Paşa sülalesine verildi. Birinci Cihan Harbi (1914-1918) sonrasına kadarOsmanlı idaresinde kalan Suriye’ye Osmanlılar, pekçok ilmi, sosyal, kültürel, tarım, sınai ve ulaşım tesisleri kazandırdılar. Bu devirde pekçok ilim adamı yetişip, medeniyete hizmet ettiler.

Birinci Dünya Harbinde müttefik ordularının yenilmesi neticesinde, Osmanlı Devletiyle imzalanan Mondros Antlaşmasıyla bölge Fransızların işgaline uğradı.

1920’de Fransa’nın mandasına girdi. Suriye, Fransa’nın idaresine girmesiyle Osmanlı devrindeki huzur ve müreffeh hayatın yerini, anarşi ve sefalet aldı. Suriye’de Müslümanlar çoğunlukta olmasına rağmen, idarede Fransızlar, Ermeniler ve Nusayriler hakimdi. Şam, Halep, Nusayri merkezi Lazkiye ve Harran bölgesindeki Dürzilerle Fransa’nın mücadelesi, Suriye’de hala devam eden anarşinin kaynağıdır. Fransa, Suriye mandasına ait Hatay ve İskenderun’u antlaşmayla 1939’da Türkiye’ye vermek zorunda kaldı.

İkinci Dünya Harbi (1939-1945) yıllarında, 1941’de, Fransa, nüfuzu altında kalmak şartıyla Suriye’ye kısmi istiklal verdi. 1943 seçimlerinde Şükrü el-Kuwatli, Suriye’nin ilk Cumhurbaşkanı seçildi. Fransa harp sonrasında Suriye’den kısmi olarak çekildiyse de, geride pekçok problem bıraktı. 1945’te Birleşmiş Milletlere Cumhuriyet idaresiyle katıldı. 1948’de Arab-İsrail Harbine katılan Suriye’de, 1949 ihtilaliyle Şükrü el-Kuwatli iktidardan uzaklaştırıldı.

Sovyetler Birliği ile yakın münasebete girince, idare Rusya’ya yanaştı. İç huzursuzluklar artıp, komşularıyla münasebeti bozuldu. Sosyalist Baas Partisi kurulup, memleketteki huzursuzlukdan faydalanarak, kuvvetlendi. 1958’de Mısır ile Birleşik Arap Cumhuriyeti adıyla birleşti. Birleşme uzun sürmeyip, 1961’de ayrıldı. Baas Partisi, dışta Pan-Arap, içte sosyalizm propagandasıyla Suriye’de güçlenip, 1963’te ülkenin tek kanuni partisi hüviyetini kazandı. Baas Partisi, Suriye’de dikta rejimi kurup, ülkeye eski Lazkiye bölgesindeki Nasturi aşireti idareye hakim oldu. 1967 Arap-İsrail Harbinde Golan Tepelerini İsrail işgal etti. 1973’te Mısır ile anlaşıp, İsrail’e kuzeyden saldırmışsa da başarılı olamadı. Arap ülkelerinden ve Sovyet Rusya’dan yardım aldı. 1976’da Lübnan’ın içişlerine müdahale edip, asker gönderdi. Suriye askerleri Lübnan’da püskürtülerek, geri çekilmek zorunda kaldı. 1982’de İsrail’in hava taarruzlarına uğradı. Baas Partisi’nin Rusya ile yakın münasebeti, ülke içinde ve dışında çatışmaya sebep olmaktadır. Bitmek bilmeyen harp ve anarşi, Osmanlı Devletinin yıkılmasından sonra manda devleti ve Sosyalist Baas Partisi diktatörlüğünde halen devam etmektedir. 1991’de Irak’ı, işgal ettiği Kuveyt topraklarından çıkarmak için başlatılan harekatta Çok Uluslu Müttefik Kuvvetlerin yanında yer aldı.

Fiziki Yapı

Suriye’nin yüzölçümü yaklaşık 185.180 km2dir. Mevkii itibariyle Akdeniz’in doğusundadır. Kuzey ve kuzeybatısında Türkiye, doğusunda Irak, güneyinde Ürdün ve batısında İsrail ve Lübnan ile komşudur. Başşehir Şam’dır. Halep ve Humus diğer iki önemli şehridir.

Suriye fiziki yapı bakımından bir farklılık ve tezat ülkesidir. Ülkenin üçte biri çöl veya çıplak dağlarla örtülü, üçte biri kıt ve elverişsiz çayırlık ve geri kalan üçte biri de ekilebilir arazidir. Ülke, esasen üç bölgeye ayrılabilir; kıyı kesimi, dağlık bölge ve Suriye Çölü. Suriye, kısa bir Akdeniz kıyısına sahiptir. Kıyıyı doğuya ve güneye uzanan verimli ova ve yaylalar takip eder. Bundan sonra doğuya doğru, dağlar ve vadiler uzanır. Bunların peşinden kısa ve verimli bir şeridin hemen arkasından, Fırat Nehriyle birlikte ülkeyi güneydoğu istikametinde baştan başa geçen, Suriye Çölü gelir.

Akdeniz, Suriye’nin dörtte bir batı sınırını meydana getirir. Kıyı yaylası kıyıdan itibaren 8 ila 32 km kadar uzanır. Bu yaylanın doğusundaki dağlık bölge; ortalama yüksekliği 1585 m olan Ensariye Dağı, 2135 m olan Anti-Lübnan Dağ Silsilesi ve 2814 m ile ülkenin en yüksek yeri olan Hermon Dağından teşekkül etmiştir. Suriye’nin en verimli ve gelişmiş bölgesi bu bölgenin doğusu olup, Şam, Halep, Hama ve Humus şehirleri de buradadır. Şam ile Ürdün sınırı arasında yer alan Dürzi Dağı ise, ortalama olarak 1675 m kadar yüksekliğe çıkabilen yüksek bir yayla görünümündedir. Bu dağ volkanik olup, etek kısımları lavlarla dolu geniş bir çölün içindedir.

Ülkenin ortasını ve kuzeydoğusunu Suriye Çölü kaplamıştır. Bu geniş çöl orta kısımda tepeliktir. Çölde birkaç köy ve birkaç eski eserden başka bir şey yoktur. Suriye Çölünde ise, kuru ve kavurucu sıcak çöl iklimi mevcuttur.

Tabii Kaynaklar

Suriye genel olarak tabii kaynaklar bakımından fakir bir ülkedir. Yeraltı kaynaklarından en önemli mineral petrol olup, daha çok kuzeydoğudan çıkarılır. Bundan başka alçıtaşı ve bazalt (volkanik taş, siyah mermer) da elde edilmektedir. Bulunan diğer mineraller şunlardır: Fosfat, kurşun ve bakır. Latakia bölgesi civarında ise çok az da olsa zift (katran) ve krom mevcuttur.

Suriye’nin kıyı bölgeleri nispeten yeşillik alanlar ve ağaçlarla kaplıdır. Dağlık bölgelerse, umumiyetle çıplak olup, bir kısmı cılız otlarla örtülüdür.

Suriye Çölünün, batısında kalan bozkır-çöl araziyse bitki örtüsünün kıt olduğu bir bölgedir. Bu bölgede ve Suriye Çölünde yağışlar olduğu zamanlarda bir miktar kısa ömürlü otlar, maki tipi çalılık ve dikenlikler yetişir.

Hayvanlar alemi olarak pek fazla zengin bir ülke değildir. Daha çok çöl ceylanı (gazal, ahu), aktavşan (bir çeşit tarla faresi), toykuşu, deve, keçi, koyun, eşek ve sığır yetişir.

İklim

Kıyı bölgesinde iklim, yaz aylarında nemli ve aşırı sıcaktır. Kış aylarında sık sık sis olayları olur ve bölge bol yağış alır.

Ülkenin ikinci bölgesi olan “dağlık bölgesi”, yılda aşağı yukarı 1000 mm’lik yağış alır. Öyle zamanlar olur ki, sularla dolan nehirler seller meydana getirir.

Halep civarındaki bölgede ve bozkır çölde tatlı bir iklim vardır. Kışın bol sis olur. Ağustos sıcaklığı yaklaşık 38°C civarındadır. Hemen hemen 380 ila 520 mm arasında bir yağış ortalamasına sahip olan bu bölgenin nem miktarı düşüktür. Şam civarında ise gündüz-gece sıcaklık farklılıkları fazla olan ve genellikle kuru bir atmosferi olan kara iklimi hüküm sürer.

Ülkenin en büyük nehri Fırat olup, üç ana kolla kuzeyden gelir ve Meyadin’in güney doğusundan, Irak topraklarına girer. Diğer nehirleriyse Berada ve Oronto nehirleridir. Ülkede büyük göl bulunmayıp, az sayıda küçük göl vardır.

Nüfus ve Sosyal Hayat

Suriye’nin nüfusu yaklaşık 12.524.000’dir. Yıllık nüfus artışı % 3,5 dolayındadır. Nüfus yoğunluğu ise aşağı yukarı 63’tür.

Suriyeliler, Arabistan, Asya ve Avrupa’dan göç etmiş insanların karışımından meydana gelmişlerdir. Ekseriyeti Sami soyundan gelen Araplar teşkil eder. Nüfusun % 89’unu Araplar, % 6’sını Kürtler, % 3’ünü Ermeniler ve geri kalanını da Türk, Çerkez ve Asuriler teşkil eder.

Suriye’nin resmi dili Arapçadır. Sami soyundan gelen Araplar olduğu için, Suriyeliler genellikle Sami dilinden gelen Arapçayı konuşurlar. Bundan başka ayrıca Türkçe, Süryanice, Kürtçe, Ermenice ve Çerkezce de konuşulmaktadır.

Nüfusun hemen hepsi Müslümandır. Çok az bir bölümü Hıristiyandır. Bu Hıristiyanlar genellikle Katolik, Ortodoks, Suriye Ortodoksu, Monofist, Protestan, Keldani ve Nesturi gibi ayrı gruplar halindedir.

Müslümanların büyük bir bölümü Sünnidir. Ayrıca Aleviler, İsmaililer veDürziler de vardır. Çok az sayıda Yezidi, Rafizi ve Şii mevcuttur. Bunlardan Yezidiler “Şeytana taparlar”.

Nüfusun yarısı okuma-yazma bilir. Genç nüfusun % 60’ı okula gitmektedir.

En büyük ve gelişmiş şehir Şam’dır. Diğer önemli şehirleri Halep, Humus, Hama ve Lazkiye’dir.

Siyasi Hayat

Suriye, Cumhuriyetle idare olunan bir Arap devletidir. Devlet başkanı Hafız Esad’dır. Çok partili cumhuriyet olmasına rağmen siyasi iktidar Baas Partisinin elindedir. Şam ülkenin başşehri olmak üzere ülke 13 il’e ayrılmıştır. Birleşmiş Milletler üyesidir. Varşova Paktına dahilken bu pakt resmen 1991 yılında feshedildi.

Ekonomi

Suriye, ekonomisi esas itibariyle tarıma dayanır. Tabii kaynaklar bakımından ülke pek zayıftır. Arazisinin % 40’ına yakın bir bölümü ekilebilir. Fakat sulama imkanları geniş değildir. Ormanlar, madenler, bitki örtüsü oldukça kıt olduğundan ekonomik olarak geri kalmış bir ülkedir. Başlıca tarım ürünleri şunlardır: Arpa, buğday, yulaf, darı, mısır, sebze, meyve, tütün ve şekerkamışı. Bazı bölgelerde pamuk ve zeytin ziraati de yapılır. Deve, koyun, keçi ve sığır yetiştirilir.

Suriye’nin endüstrisi, tarıma nazaran gelişmiş ve ekonomiye katkısı büyüktür. Arap dünyasında, Mısır’dan sonra endüstride kalkınmış ikinci ülkedir. Başlıca endüstri dalları; pamuklu ve ipekli kumaşlar, yünlü kumaşlar, çimento, yemeklik sıvı yağlar, tütün, kakmalı ve işlemeli mobilya eşyalar, gümüş eşyalar, petrol endüstrisi, tekstil, cam eşya, şeker ve pirinç aletlerdir.

Maden olarak fosfat çıkarılır. Petrolü sınırlı ölçüdedir. Ayrıca Irak’tan Akdeniz’e akıtılan petrol boru hatlarından geliri vardır.

İthalat daha çok Irak, İtalya, Almanya veFransa’dan yapılmaktadır.

Ülkenin ihracatı ithalatının ancak yarısı kadardır. Suriye ürettiği ürünlerini, genellikle İtalya ve Romanya’ya satar.

Son yılarda Suriye’nin dış ticareti daha çok komünist ülkelere yönelikti. Böylece ithalat ve ihracat yaptığı ülkelere Küba ve Çin gibi ülkeler de katılmıştır. Suriye’nin Türkiye ve Japonya ile de ticari münasebetleri vardır.

Suriye’nin başlıca ihraç ürünleri şunlardır: Ham petrol, pamuk, tekstil ürünleri, canlı havyan, hayvan ürünleri ve tahıl ürünleri. Buna karşılık Suriye dışardan genellikle tekstil ürünleri, katı yakıtlar, makina, inşaat malzemeleri, metaller, kimyevi maddeler, motorlu taşıtlar ve tütün satın alır. Suriye’nin içinde bulunduğu ödemeler dengesi, ülke ekonomisini dışarıya ve harici para kaynaklarına bağlı bırakmıştır.

Suriye’nin ulaştırma imkanları oldukça gelişmiş, hem toprak ve hem de asfalt yollar uzanabildiğince bütün ülke boyunca inşa edilmiştir. Suriye; Türkiye, Ürdün, Lübnan veIrak’ı birbirine irtibatlayan demiryolu sisteminin ortalarında yer alır. Lazkiye ve Tortus limanları, ülkenin deniz ulaşımına kafi gelmektedir. Hem dış ve hem de iç hat havayolu ulaşımı düzenlidir. Suriye’nin ulaştırma ve haberleşme alanında, ileri seviyede olması sebebiyle turizm ve otelcilik alanları önemli birer gelir kaynağı olmuştur.
http://www.cografya.gen.tr/siyasi/devletler/suriye.htm

27 Ağustos 2013 Salı

CANLILARIN YAŞAM ALANLARI


CANLILARIN YAŞAM ALANLARI


Canlılar yaşadıkları alanlarda tek başlarına bulunmazlar
. Canlılar, hem diğer canlılarla hem de cansız varlıklarla sürekli etkileşim halindedirler. Canlıların diğer canlılarla veya cansız varlıklarla ilişki kurmasının nedeni beslenme ve üreme ihtiyaçlarını karşılamak istemeleridir.
Dünya’da, okyanus dibinde 1000 metre derinliğe ve deniz seviyesinden 6 bin metre yüksekliğe kadar uzanan, canlıların yaşayabildiği hava, toprak ve su canlıların yaşam alanlarıdır.

Bir canlı türünün yaşamını sürdürdüğü, beslendiği, büyüdüğü ve uyum sağladığı alana*yaşam alanı*denir
. Canlılar yaşamını sürdürmek için bulundukları ortama uyum sağlamak zorundadırlar. Bu nedenle her canlı türünün yaşam alanı aynı değildir.Geyikler ormanda, balıklar suda, kangurular Avustralya’da, inci kefali Van Gölü’nde, kelaynak kuşları Birecik’te yaşarlar ve bu yerler o türlerin yaşam alanlarıdır.

Canlıların yaşam alanına ekosistem denir
. Karşılıklı olarak madde alışverişi yapacak biçimde birbirlerine etki yapan organizmalarla (biyotik) bitki ve hayvanların birbirine eklemlendiği ve ayrıca kaya toprak gibi fiziksel çevre faktörlerinin (abiyotik) birarada bulunduğu herhangi bir doğa parçası bir ekosistemdir.

Canlıların bir ekosistemde yaşayabilmeleri için özelliklerinin o ekosisteme uygun olması gerekir
.
Çölde yaşayan canlıların vücutlarında su depo edebilmeleri. (Kaktüslerin etli gövdelerinin develerin hörgüçlerinin olması).
Kutuplardaki ayı ve tavşanların vücutlarında kalın yağ tabakası bulundurmaları.

Bütün ekosistemlerin özellikleri farklıdır
. Bir ekosistemin özelliğini o ekosistemi oluşturan su, sıcaklık, ışık, toprak, rüzgâr (iklim), nem, hava gibi cansız varlıklar belirler.Ekosistemler çok küçük olabileceği gibi büyük ekosistemler de vardır. Taşın altında yaşayan canlıların oluşturduğu ekosistem olabileceği gibi çöl, orman, göl, akarsu, deniz ekosistemleri de vardır. Büyük ekosistemler içlerinde daha küçük ekosistemleri de barındırırlar. En büyük ekosistem ise Dünya’dır.
Ekosistemler*kara ve su*ekosistemleri olarak iki gruba ayrılırlar.
Kara ekosistemleri çöl, orman, çayır, mera, mağara, tundra, vadi, bataklık, kent ekosistemleri gibi daha küçük ekosistemlere ayrılır.

Su ekosistemleri de dere, nehir, göl, pınar, baraj, deniz, havuz, okyanus ekosistemleri gibi daha küçük ekosistemlere ayrılır
.
Ekosistemlerdeki ışık, yağış, nem, rüzgar, sıcaklık ve iklim özellikleri o ekosistemdeki bitki örtüsü ile hayvan çeşitliliğini belirler. Bu yüzden canlıların ekosistemlerdeki çeşitleri ve dağılışları farklıdır.

Orman Ekosistemi :

Yağmur ormanları, yağışın ve sıcaklığın çok yüksek ve değişmez olduğu bölgelerde bulunur. Ormanlar, doğal kaynaklar yönünden zengindir ve dünya ikliminin dengede kalmasını sağlar.
*Canlılara beslenme, barınma, korunma ve üremesinde en ideal ortamı sağlayan ekosistem ormanlardır. Bu nedenle en fazla tür ve canlıyı bulunduran ortamlar buralardır. Dünyada yaşayan canlıların büyük bir kısmı ekvator kuşağı çevresindeki ormanlarda bulunur. Orman ekosistemlerinden en büyüğü Amazon Ormanları ekosistemidir.

Çayır Ekosistemleri :

Az yağışlı, yazların sıcak ve kurak olduğu yerlerdir. Kemirgen hayvanlar ile geviş getiren hayvanların sayısı fazladır.

Dağ Ekosistemleri :

Dağ ekosisteminde çeşitli ağaç ve bitkiler, ayı, kurt, yılan, kertenkele, yırtıcı kuşlar (şahin, atmaca, kartal gibi), keçi ve kaplumbağa gibi canlılar bulunur.*Dağın, yükseklik, su miktarı, sıcaklık, toprağın cinsi gibi koşullarına göre burada yaşayan canlılar farklılık gösterebilir.*

Çöl Ekosistemleri :

Her zaman kurak, bazen sıcak bazen de soğuk olan yerlerdir. Çöl ekosisteminde canlı sayısı ve çeşidi azdır. Çöl ekosisteminde yaşayan canlılar (bitki ve hayvanlar) az miktarda su kullanırlar ve burada yaşayabilmek için çeşitli özelliklere sahip olmaları gerekir. Çöl ekosistemlerinden en büyüğü Sahra Çölü ekosistemidir.

Çölde yaşayan bitkiler su ve besin depo edebilmek için kalın gövdeli ve diken yapraklı bitkilerdir
. (Kaktüs)
Çöl fareleri, uzun süre su ve besin ihtiyacının karşılanabilmesi için kuyruklarında yağ depo ederler.
Develer, uzun süre su ve besin ihtiyacının karşılanabilmesi için hörgüçlerinde yağ depo ederler.

Nehir Ekosistemlerinde suyun akış hızı, su derinliği, bulunduğu yer burada yaşayan canlı çeşitliliğini belirler
.
Göl Ekosistemlerinde mikroskobik canlılar, kurbağalar, sazlıklar, sinekler, balıklar, çeşitli kuşlar, balıkçıl kuşlar, çeşitli böcekler, ördek, yılan, çekirge gibi canlılar ile nilüfer, eğrelti otu, atkuyruğu ve nergis türü bitkiler bulunur.*Göl ekosisteminin büyüklüğü, bulunduğu yer, derinliği, sıcaklık, tuz miktarı, ışık miktarı ve suyun özelliği burada yaşayan canlı çeşitliliğini değiştirebilir.
Sulak Alan Ekosistemleri kara ve su ekosistemlerinin birleştiği yerlerdir.
Deniz Ekosistemleri : Yeryüzünün en büyük ekosistemlerinden biri deniz ekosistemleridir. Deniz ekosistemlerinde mikroskobik canlılardan çok büyük memeli hayvanlara kadar çok sayıda canlı çeşidi bulunur. Denizdeki tuz oranı, suyun derinliği, sıcaklık ve ışık miktarı buralarda yaşayan hayvan çeşitliliğini belirler ve denizlerde farklı ekosistemlerin oluşmasını sağlar.
Denizlerde fotosentez yapan üretici canlılar ile bu canlıları yiyerek beslenen küçük canlılar (planktonlar ve hayvansal planktonlar), onlarla beslenen küçük balıklarla birlikte besinlerini diğer canlılardan karşılayan daha büyük balıklar (yunus, balina) bulunur. (Büyük balıklar genelde daha derin yerlerde yaşarlar). Hemen hemen bütün deniz canlıları güneş ışığının ulaştığı ilk 100 metrelik derinlikte yaşarlar.*

EKOSİSTEMLERİN ÖZELLİKLERİNİ DEĞİŞTİREN FAKTÖRLER


Su :
Akıcı, kararlı, çözücü ve taşıyıcı özelliklere sahip olan su canlı yaşamını doğrudan etkiler. Hücrelerin ortalama %65’ini su oluşturur. Su, canlı yaşamında sindirim, solunum, boşaltım, dolaşım, fotosentez, beslenme gibi pek çok yaşamsal olayda etkili olur. Bütün canlılar su kullanmak zorunda olduğu için, yeryüzündeki su miktarı canlıların dağılımını belirler. Havadaki nemi oluşturarak aşırı ısınma ve soğumayı önler. Ekosistemdeki su oranının değişmesi o ekosistemdeki canlı sayısını değiştirir.

Sıcaklık :
Çevredeki ısı miktarına göre sıcaklık artar ve azalabilir. Canlı yaşamı için son derece önemli olup hücrelerdeki (enzimlerin gerçekleştirdiği) kimyasal tepkimeler belirli sıcaklıklarda gerçekleşir. Canlının yaşamı, kendi vücut sıcaklığına uygun çevre sıcaklığının sağlanmasına bağlıdır. Sıcaklığın değişmesi canlı sayısını değiştirir. Bu nedenle de canlıların yeryüzündeki dağılışını, çoğalmasını ve ömrünü belirler.


Işık :
Güneş enerjisinin yayılmasıyla oluşur. Üzerinde taşıdığı enerji canlıların temel enerji kaynağını oluşturur yani yeryüzündeki enerjinin temel kaynağı ışık enerjisidir.*Işığın şiddeti ve süresi ekosistemdeki, yeryüzünün ısınmasında, yağışların oluşmasında, rüzgârların oluşmasında, iklimin belirlenmesinde, yeşil bitkilerin fotosentez, terleme, çimlenme ve çiçeklenme süresinde etkili olur. Güneş ışığının yeryüzündeki dağılımı farklı olduğu için her bölgedeki ışığın etkisi de farklıdır ve farklı iklim şartlarının oluşmasına neden olur. Bu nedenle ışık canlıların doğadaki dağılımını yani ekosistemleri değiştirebilir.

Toprak :
Yerkabuğunun en üst katmanına toprak denir. Canlı organizmalar toprağın üzerinde ve içinde yaşayabilirler. Toprak milyonlarca yıllık bir süreç içinde büyük kaya kütlelerinin parçalanmasıyla oluşmuştur. İçerisinde taş, kum, kil, mineral, tuz, su hava, mikro organizmalar ve canlı kalıntıları bulunur.*Canlı varlıklar su ve mineral ihtiyacını doğrudan topraktan karşılarlar. Toprağın yapı ve çeşidi, üzerinde yaşayacak bitkilerin türünü etkiler. Bitkinin gelişmesi, fotosentez yapabilmesi için gerekli su ve minerallerin bulunduğu, bitkilerin tutunduğu toprak miktarının azalması ya da ihtiva ettiği maddelerin azalması bitki sayısını dolayısıyla ekosistemleri değiştirir.

İklim :
İklim şartlarını ışık, sıcaklık, nem, yağışlar, rüzgârlanma gibi faktörler oluşturur. Bir bölgenin iklimini ekvatora uzaklığı, denizden yüksekliği ve denizlere olan uzaklığı doğrudan etkiler. Canlılar, kendilerine uygun iklim şartlarında yaşamlarını sürdürürler. İklim şartları uygun olan topraklarda bol miktarda bitki ve yoğun olarak hayvan çeşitleri bulunur. İklim şartların değişmesi, canlı sayısını, canlı çeşidini, canlıların yaşamını ve yayılmasını bu nedenle de ekosistemleri etkiler.

Hava :
Atmosferi oluşturan gaz karışımına hava denir. Havanın yapısında oksijen, karbondioksit, azot, soy gazlar, tozlar, mikroorganizmalar ve su buharı bulunur. Solunumda kullanılan oksijen ve fotosentezde kullanılan karbondioksit havadan alınır. Havanın gaz içeriğinin değişmesi havanın kirlenmesine neden olur. Bu da ekosistemleri değiştirir.

Ekosistemlerin sürekli olabilmesi için;

Üreticilerin (yeşil bitkiler, su yosunları, bakteriler, mantarlar ve öglenalar),
Tüketicilerin (insanlar, hayvanlar, mantarlar),

Ayrıştırıcıların (Bakteriler ve mantarlar),

Yeterince güneş ışığının,

Ham maddenin (kalsiyum, azot, fosfor, su, oksijen, karbondioksit gazı) bulunması ve sürekli olması gerekir
.

Besin Zinciri :
Ekosistemde canlı ve cansız varlıklar arasındaki uyumlu ilişkiye ekolojik denge denir. Ekosistemin sürekli olabilmesi için ekolojik dengenin korunması gerekir.Ekosistemlerde, canlıların kullandığı maddelerin kullanıldıktan sonra tekrar geri dönüşmesine (üretilmesine) döngü denir. Canlıların ihtiyaç duyduğu enerjinin temel kaynağı güneş enerjisidir.
Üreticiler, güneş enerjisini kullanarak fotosentez yoluyla besin üretir, tüketiciler de üretilen bu besinleri kullanırlar. Üretici ve tüketicilerin atıkları ve ölüleri ayrıştırıcılar tarafından parçalanır ve elde edilen (inorganik) maddeler toprağa verilerek bu maddelerin üreticiler tarafından tekrar kullanılması sağlanır. Böylece madde ve enerji bir canlıdan diğerine aktarılmış olur.
Madde ve enerjinin bir canlıdan diğerine aktarılması sonucu oluşan canlılar sıralamasına besin zinciri denir. Besin zincirinde her halka bir canlıyı temsil eder.
Besin zincirinin ilk basamağını üreticiler, son basamağını da 3. dereceden tüketiciler oluşturur.
*Ekosistemlerde çok sayıda besin zinciri vardır ve ekosistemlerdeki besin zincirlerinin tamamına besin ağı denir. Ekosistemlerdeki besin zincirinin en sonunda insan bulunur. Farklı beslenme şekilleri, farklı ekosistemleri birbirine bağlar.
 
http://birbakmali.blogspot.com/2013/07/canlilarin-yasam-alanlari.html

KELAYNAK KUŞLARI

KELAYNAK KUŞLARI


Nuh Peygamberin bereket sembolü olarak “Tufan”da gemisine aldığı Kelaynaklar (Geronticus eremita) geçmişte Türkiye’den Kuzey Afrika’ya, Arap Yarımadası’ndan Fas’a kadar çok geniş bir bölgede ürerlermiş. Fakat avcılık, üreme alanlarında rahatsız edilmeleri, yaşam alanlarının değişmesi ve beslenme alanlarında kullanılan zirai ilaçlardan zehirlenmeleri sonucunda sayılarında ciddi azalma ve dağılım gösterdikleri alanlarda daralma meydana gelmiştir. Bugün, kelaynaklar nesli tükenmekle karşı karşıya olan kuş türlerinden birisidir. Kelaynaklar dünyada sadece Nil Vadisi’nde ve Birecik’te bulunmaktadırlar.




NEDEN BİRECİK ?
Kelaynakların (Geronticus eremita’ların) üreme için, çok değil, daha elli küsur yıl önce Birecik’in “Kayalar altı”nı seçmesi boşuna değildir. Bu seçimde Aşağı Fırat Havzasının, Güneydoğu platolarına göre ılımlı ikliminin, tarlalardaki haşaratın bu kuşların besinleri oluşunun, ilçenin jeolojik yapısına dahil kayaların alkalik, yani ak ve yumuşak olduğundan dolayı kolay işlenir olmasının, en mühimi de halkın, “Allah’ın bir bereket müjdesi” olduğu bilinci ve inancıyla bu kuşlara ve yumurtalarına zarar vermemesi önemli olmuştur.
Şimdiki deyimiyle “Sevgililer Günü” olan 14 Şubat tarihinde, Kelaynakların Birecik’e göç etmesi dikkat çekicidir. Daha 50 yıl öncesine kadar üremek için geldikleri Birecik’te gökyüzünün bu kuşlarla kaplandığı bilinir. Şubat’ın ilk haftasında Birecik’e gelen kelaynaklar için etkinlikler yapılır, esnaflar ve Fırat kıyısındaki kayıkçılar başta olmak üzere o gün ilçede yöre halkı bayram havası yaşardı.




YAŞAM ÖZELLİKLERİ VE DAVRANIŞLARI
Kelaynakların başında tüy olmaması, isminin ‘Kelaynak’ olmasına nedendir. Boğazı ve gagası erişkinlerde koyu kırmızıdır. İlk yumurtadan çıktıklarında yavruların kafaları ve boğazları tüylüdür ve yaşları ilerledikçe bu tüyler yok olur. Siyah tüyleri güneş ışığının farklı açılarında parlak yeşil, kavuniçi ve mor renklerini yansıtır, uçuşları ise hayrete düşürecek kadar nadir ve zariftir. Göçmen bir kuş olan Kelaynaklar Üreme Dönemleri olan Şubat-Temmuz aylarını Birecik’te(6 ay), Kış Dönemini de Ağustos-Ocak aylarını Eritre, Etiyopya, Yemen ve Suudi Arabistan’da geçirirler (6 ay) .

Ortalama ömürleri 25-30 yıl olan Kelaynaklar 3-4 yaşlarında erginleşir, 1.0- 1.5 kg . ağırlığa ulaşır ve Kertenkele, Küçük memeliler, Çekirge, Akrep, Örümcek, Danaburnu ve benzeri canlılarla beslenir. Yılda bir defa ve 1-3 yumurta yapar, kuluçka süreleri 4 hafta kadardır. Erkek ve dişilerin belirgin özellikleri bulunmamakta ve aynı davranışları göstermektedirler. Bu kuşların en önemli bir özelliği de “tek eşli” olmaları, eşlerine çok sadık olmalarıdır. Öyle ki eşi ölen bazı Kelaynak kuşlarının yemeyi içmeyi terk edip, yada kendini kayalardan aşağı bırakarak intiharı seçtikleri çok görülmüştür.

Kelaynaklar çok sosyaldirler. Sabahın erken saatlerinde grup halinde geceledikleri alandan ayrılıp 10- 15 km uzaktaki beslenme alanlarına doğru yola çıkarlar. Uzun ve kavisli olan gagalarını kullanarak toprağı veya çalıları didikleyip yem ararlar. Kelaynaklar etçillerdir ve böcek, kertenkele, çekirge, yılan, karınca, akrep gibi kurak alanlarda bulunan canlılarla beslenirler.

Geçmişte koloni halinde üreyen kelaynakların sayısı binlerce bireyi buluyordu. Yılın ilk aylarında üremeye başlayan kelaynaklar Şubat, Mart aylarında yuvalarını yaparlar. Ortalama yumurta sayısı 3-4 adettir. Bilimsel çalışmalar sonucunda bu 3-4 yumurtadan genellikle 1 veya 2’si yaşamayı başarıyorlar. Yuvalama alanlarını dik kayalıkların dar çıkıntılarını seçerek yuvalarını birçok yırtıcı hayvan ve insandan korurlar.

Yavrular koyu gri renkli olurlar. Yavrular yuvada dolanırken düşme tehlikesi yaşarlar. Yumurtadan çıktıktan 2 ay sonra yavrular palazlanır ve erişkin kuşlarla beraber beslenme alanlarına doğru uçmaya başlarlar. Kendi başlarına beslenene kadar 2-3 ay kadar yavruları beslenme alanlarında ebeveynleri beslemeye devam ederler. Birecik’teki kelaynaklar, Fas’ta göç etmeyen kelaynakların tersine, güneye doğru göç ederler

TEHDİTLER
Kelaynakların yok olmasının birçok nedeni vardır. Avcılık eskiden bazı kuşların yok olmasına neden oldu. Bozkırların ve geleneksel tarım yapılan arazilerin kaybı beslenme alanlarının yok olmasına, üreme alanlarındaki insan baskısı ise üreme başarısını azalttı. 1950’lerde çekirge salgınına karşı yapılan yoğun zirai ilaç (DDT) uygulaması Birecik’teki kelaynakların çok hızlı bir şekilde yok olmasına neden oldu. Kurtulmayı başaranlar ise birçok sene yumurta çıkaramadı.

1990 yılından bu yana, Birecik’teki yarı-yabani kuşlar üreme dönemine hazırlık için Şubat-Mart aylarında kafeslerden çıkarılıyorlar ve göç zamanına doğru Temmuz-Ağustos aylarında tekrar kafeslere alınıyorlar. Bu dönem içerisinde kuşlar doğal ortamlarında serbestçe uçabiliyorlar ve ürüyorlar. Üretme istasyonunun içindeki kayalıklar ve tahta yuvalarda üreyen kelaynaklara günde iki kere yem veriliyor. Kuşlar aynı zamanda Fırat’ın kenarındaki alanlara da gidip besleniyorlar.

Birecik’te 110 adet, Fas’ta iki koloni halinde 350 adet ve Avrupa ile Amerika’daki hayvanat bahçelerinde Fas orijinli 1000 adet Kelaynak kuşu bulunmaktadır. Fas orijinli Kelaynaklar yerleşik olup, sadece Birecik Kelaynakları göçmen kuş özelliğine sahiptir.
KELAYNAK ÜRETME İSTASYONU

Kelaynak üretme istasyonu, Dünyada yok olan ve sadece Birecik’te varlıklarını sürdüren göçmen Kelaynak kuşlarının tamamen yok olmaması amacıyla bir kısmının göç öncesi kafeslere alınmıştır. Göçe gidenlerin dönüşüyle birlikte, tekrar doğaya bırakılarak yarı vahşi olarak varlıklarını sürdürmeleri amacıyla Orman Genel Müdürlüğü tarafından “Kelaynak Üretme İstasyonu” 1977 yılında kurulmuştur.
1990 yılına kadar göç etmesine izin verilen Kelaynakların dönüşleri devam etmiş, fakat 1990 yılında sadece bir kuş dönmüştür.
1997 yılına kadar kafeslere alınan Kelaynakların göç etmesine bu yıl devam edilmiş ve 25 adet kuş bırakılmıştır. Ancak dönüş olmayınca bırakılmaya 1998 yılından itibaren son verilmiştir.
İstasyondaki kuşların beslenmesi için her Kelaynak kuşuna günlük olarak; 100 gr. kırmızı et, 14 gr. tuzsuz peynir, 44 gr. havuç, 44 gr. civciv yemi ve 0.13 adet haşlanmış tavuk yumurtası iki öğün halinde taze olarak karıştırılarak verilir.
1990 yılından beri Kelaynak kuşlarının göç ile geri dönmemeleri ve 1998 yılından beri göçe kuş bırakılmaması ile İstasyondaki kuşlarının davranışlarının izlenmesi, kaydedilmesi konularından hareket edilerek BİRECİK KAYMAKAMLIĞI ile ÇEVRE VE ORMAN BAKANLIĞI arasında 20.03.2007 tarihinde iki adet PROTOKOL imzalanmıştır.



(1)nolu Kelaynak Protokol’ü ile Kaymakamlık tarafından Üretme İstasyonundaki Kelaynak kuşlarının Kapalı Devre Kamera Sistemi ile izlenmesi sistemi kurulmuştur. Bu sistem ile Kelaynakların izlenmesi ve canlı görüntülerin Internet üzerinden insanlığın hizmetine sunulmasına başlanmıştır. (2)nolu Kelaynak Protokol’ü ile 1997 yılından beri göçe bırakılmayan Kelaynak kuşlarından bir kısmına uydu takip cihazı takılarak göçe gönderilmesi ve bu kuşlardan gönderilen verilerin değerlendirilmesi ve Internet üzerinden yayınlanması amaçlanmıştır. Bunun için gerekli olan çalışmalar tamamlanmış ve Kelaynakların göç zamanı olan Ağustos’un ilk haftası üç aileden toplam 5 Kelaynak kuşlarımız göç yoluna bırakılmıştır.



Dünyada sadece Birecik’te ve Fas’ta bulunan kelaynakların bir özelliği de tek eşli olmalarıdır.Bolluk ve bereketi simgeleyen ve Birecik’in sembolü olan Kelaynakların yok olmaması ve gelecek nesillere aktarılması için İlçe Kaymakamlığınca tüm olanaklar seferber edilerek, sivil toplum örgütleriyle de işbirliği yaparak çalışmalar en iyi şekilde devam etmektedir.



KAYNAK : www.birecik.gov.tr


SON 35 YILIN EN ŞİRİN KEŞFİ

Son 35 yılın en \'şirin’ keşfi Türkiye'nin Anonim Kuşları
 
Bilim insanları, Kuzey Amerika’da yaşayan yeni bir memeli türünü keşfetti. Şirinliğiyle internette kısa sürede fenomen hale gelen canlı, kıtada son 35 yıl içinde keşfedilen ilk memeli olma özelliğini taşıyor.
Zoologlar, Kolombiya ve Ekvador sınırları içinde yer alan yağmur ormanlarında yeni bir memeli türü keşfetti.
‘Olinguito’ adı verilen canlı, ‘bir ev kedisiyle yavru ayı karışımı’ olarak tanımlandı. ‘Olinguito’, Batı Yarı Küre’de son 35 yıl içinde tespit edilen ilk etçil memeli olma unvanını aldı. Aynı zamanda, canlının şirin görünümü de fazlasıyla dikkat çekildi.
İlk olarak Ekvador’da 2006 yılında yapılan bir keşif gezisinde, Otonga bölgesi yakınlarında görülen olinguito, inceleme şansı elde edilemediği için diğer kürklü memelilerden ayrı bir canlı olarak belirtilemedi.
Yaklaşık 10 yıl önce bilim insanlarının varlığından şüphelenmeye başladığı olinguito, ABD’nin Chicago kentindeki Field Museum’da bulunan numuneler üzerinde yapılan incelemer sonucunda araştırmacıları yeninden peşine taktı.
Smithsonian Doğal Tarih Müzesi’nden bir yetkili, memeli canlılara ait kalıntılardan bazılarının ‘olingos’ adı verilen, küçük ve tüylü bir hayvana ait olabileceğini ve diğer kalıntılardan farklı olduğunu fark etti. Olingo koleksiyonundaki 16 iskelet, daha küçük kemiklere, büyük dişlere ve küçük kafataslarına sahipti.
Rakuna benzeyen ve bugüne kadar bilim insanlarının incelemek için yakalayamadığı canlıyı bulmak için, yeniden harekete geçildi.

http://www.ntvmsnbc.com/id/25460796/

YANLIŞ TANIDIĞIMIZ HAYVANLAR

YANLIŞ TANIDIĞIMIZ HAYVANLAR Türkiye'nin Anonim Kuşları
 
YANLIŞ TANIDIĞIMIZ HAYVANLAR
Kralların geleneksel sembolü, majestelerin modern amblemi olan aslanın; yetenekli, insan avcısı, gururunun ve neslinin cesur koruyucusu olduğunu biliriz. Bunun tersi olarak da sırtların; korkak, gece fırsatçısı, iğrenç, leş yiyen ve hayvanların yaşamından uzak hayatını sürdürdüğüne inanırız. Kurt’un huysuz olduğunu ve zaman zaman insan yediğini, gorili korkunç king kong gibi, timsahı uğursuz, soğuk bir sürüngen olarak düşünürüz. Daha da ileri gidersek, birçoğumuz bunların kendi cinslerinden olanları öldürmemek gibi şerefli kanunlarının olduğuna, kendi cinsinden olanları öldüren tek varlığın, insan olduğuna inanırız.
Vahşi yaşam hakkındaki bilgilerin çoğu yanlış ve gerçekten çok, hayal ürünüdür. Uzun süreden beri hayvanları yanlış değer ölçüleri ile ölçmekte, onları; iyi hayvanlar, kötü hayvanlar olarak ayrıma tabi tutmaktayız. Oysa bunlar insanlar için kullanılan ölçü ve değerlerdir. Boyce Rensberger’in yazmış olduğu ‘’The Cult of The Wild’’ adlı kitap, bu düşünce ve inanışları tümü ile yıkmakta ve hayvanlar âlemi’ni berrak bir gözle incelemektedir:
Muhteşem aslanı ele alalım: Rensberger, Afrika’nın Serengeti ovasında, üç yıl süre ile 2900 saat aslanları inceleyen uzman biyoloji bilgini George Schaller in bilgisine başvurur. Schaller, aslanın avlanmak yerine diğer hayvanların yiyeceklerini çalarak beslenmeyi yeğlediklerini ortaya çıkarmış, yediklerinin yarıdan fazlasını, diğer hayvanların avladıkları, artıkları ve hastalık nedeni ile ölmüş olan hayvanlar oluşturuyor. Aslan vaktinin çoğunu, akbabaları görebilmek için gökyüzünü seyrederek geçirir. Eğer yiyecek kıt ise; yetişkin aslan, bir yanda yavrular açlıktan ölürken eldeki bütün yiyeceği düşünmeksizin yer. Aslan yavrularının üçte biri bu yüzden, büyük bir kısmı da büyükleri tarafından terkedilmek yüzünden ölmekte veya öldürülmektedir. Daha fazlası: avlanmak istediği zaman, düşündüğümüz gibi avının üzerine muhteşem bir şekilde sıçrayarak, insancıl bir hareketle kuvvetli bir pençe vurarak boynunu kırmadığı gibi, dişisi ve yavruların kendisi ile birlikte ziyafete katılmalarına da izin vermez. Aslında avların yüzde doksanını dişi aslan öldürür. Sürünerek av’a yaklaştıktan sonra, birden üzerine atlayıp pençelerini baldırlarından birine takar ve yere yatırır. Sonra da yavaş yavaş boğarak öldürürler. Kralların aslanı, tembeldir. Günün 20 saatini uyuyarak ve dinlenerek geçirir. Eğer daha küçük hayvanlardan yiyecek çalamaz veya ölmüş hayvan bulamazlarsa, avlanmak için bir veya iki saat daha fazla çalışırlar. Ve bazen de başka aslanları öldürürler. Vahşi doğanın asalet sembolü, bizim için kötü bir örnek mi oluşturuyor? Rensberger, bunu kabul etmiyor. Aslan, bizim ona yakıştırdığımız ölçüler içerisinde yaşayamaz.
Sırtlan Britannica ansiklopedisi ne göre şöyle tanımlandırılmaktadır: "Asıl olarak çöp yiyen bir hayvandır. Birçok bölgelerde aslanın artıkları ile beslenir. Son derece korkak olup savunmasız hayvanlara saldırmaya cesaret eder ve aç oldukları zaman cüretkâr olurlar." Rensberger, bütün bu görüşlerin yanlış olduğunu söylüyor. Afrika da yıllarca sırtlanın yaşamını izlemiş olan
Hollandalı hayvan davranışları araştırmacısı Hans Kruuk’un belirlediğine göre; sırtlanların avlarının çoğunluğunu, sağlıklı ve yetişkin antiloplarla zebralar oluşturuyor. Bazen sırtlanlar, yarım ton ağırlığındaki Afrika Bufalosu’nu bile avlıyorlar. Yalnız gezen bir sırtlan antilop sürüsünün içine fırlar ve onları ürkütür. İçlerinden birini seçerek kovalamaya başlar. Hızı saatte 40 mil’dir. Üç mil kadar avını kovaladıktan sonra yaklaşarak çabuk ve derinden ısırır. Bir an sarsılan antilobu hemen öldürür ve yer. O halde neden sırtlanı çöp ve artık yiyen bir hayvan olarak görüyoruz? Belki de görünümleri çok çirkin olduğu ve genellikle gece avlandıkları için, Afrika’da gün ağarırken aslanın öldürmekte, sırtlanın da arkalarda dolaşmakta olduğu görülür. Bu her zaman, aslan öldürecek; sırtlan da onun artıklarını yiyerek yaşamına devam edecek, düşüncesini ortaya atmıştır. Sırtlanlar çöp ve artık yer fakat çoğunlukla büyük bir ustalıkla avlanırlar. Çoğumuz tarafından tek başına gezdiği sanılan sırtlanın, aslında 40 veya 60 tanesinin bir arada dolaştığı Hollandalı bilgin tarafından ortaya çıkarılmıştır.
Rensberger, kurtlar konusunda da bildiklerimize ters düşecek bazı konuları ortaya atmaktadır. Kurt, masal ve hikâyelerde kan’a susamış bir hain olarak tanıtılır. Kurt uzmanı olan Adolp Murie ve L.David Mech, kurtların çok gelişmiş sosyal gruplar halinde yaşadıklarını, sürü içinde çok nadir kavga ettiklerini, gerekmedikçe öldürmediklerini, öldürürken hasta ve güçsüzleri seçtiklerini, güçlü liderlere sahip olduklarını, müzikal ulumalarla haberleştiklerini söylemektedirler. Kuduz olmayan bir kurt ’un insana saldırdığı hala kanıtlanamamıştır. Sault Sainte Marie’nin yazı işleri müdürü James W. Curran, kurt’un bir insana saldırdığını ispatlayan kişiye ödül verileceğini ilan etmiş, bu konu Kuzey Amerika ve Avrupa’nın bir bölümünde geniş bir şekilde duyurulduğu halde, hiç kimse ödülü kazandıracak kanıtı getirememiştir.
Yazar, maymunların da bizlerin düşündüğü gibi korkunç yaratıklar olmadığını ileri sürmektedir. Yıllar boyu Amerikan filmleri, gorilleri merhametsiz vahşi bir ucube olarak tanıtmıştır. Saçmalık! Vahşi goril utangaçtır. İnsanlara saldıracağı yerde, vahşi kereviz yemeyi tercih eden nazik bir otoburdur. Afrika da on yıldan uzun bir süre goriller üzerinde incelemeler yapan Dian Fossey, 3000 saatlik gözetiminde yalnızca birkaç dakikalık saldırgan tavra rastladığını, beş erkek goril’in homurdanarak üzerine geldiğini, birden "whoa!" diye bağırınca hep birlikte önce durduklarını, bir süre baktıktan sonra koşarak uzaklaştıklarını söylemektedir. Fossey, gorillerin birbirlerine karşı olan hareketlerinin sadece yüzde on beşi’nin sert olduğunu belirlemiştir. Bu insanı andıran yaratıklar, bize tanıtıldığı kadar vahşi olmamakla beraber, melek kadar masum da değillerdir. Gözlemleri sırasında üç defa, erkek gorilin bilerek yavrularını öldürdüğünü görmüştür. Rensberg, "goriller de hayvandır. Onların da iyi ve kötü davranışları vardır," diyor.
Rensberg, bizi timsahın insan öldürmediğine ve yemediğine inandırmaya çalışmamaktadır. Sadece, Güney Afrikalı timsah uzmanı Anthony C. Pooley’in gözlemlerine dayanarak bu kütük görünümündeki öldürücü hayvanın karakter ve zekâsını anlatmaktadır. Timsahlar, birlikte avlanıp, avlarını paylaşır ve sosyal gruplar halinde yaşarlar. Eşlerine karşı nazik davranır doğumundan itibaren yavrularına karşı şefkat gösterir. Onları ağzının içine yerleştirerek kumsaldan suya ve yaşama götürürler. Yazar onların yardımlaşma anlayışını belirten bir görüntüyü şöyle tarif etmektedir; “iki timsah aralarında bir antilobu taşıyarak suya doğru ilerliyorlardı."

Zeynep Akıllı
http://www.hikayeler.net

26 Ağustos 2013 Pazartesi

CİLT TEMİZLİĞİ

CİLT TEMİZLİĞİ

Vücuda ait kişisel temizlik ile pek çok hastalığın önüne geçilmektedir. Birkaç örnek vermek gerekirse; ishalli hastalıklar, soğuk algınlıkları, cildin mikrobik hastalıkları, cildin mantar, uyuz ve bitlenme gibi parazitlerle oluşan hastalıkları ve bazı allerjik hastalıklar sayılabilir. Uygun vücut temizliği bir çok deri sorununu ve hastalığını önleyici ve ortadan kaldırıcı bir önlemdir.


Kişisel temizlik alışkanlıklarının önlediği diğer bir sorun vücut kokusudur. Vücut kokusu vücut yüzeyinde bulunan mikropların (bakterilerin) teri parçalamasına bağlı olarak meydana gelmektedir. Koku meydana getiren vücut bölgeleri öncelikle ayaklar, kıl köklerinin yoğun olduğu kasık ve koltuk altlarıdır. Her gün banyo yapılamadığı durumlarda koltuk altı önce sabunlu bir bezle, sonra su ile iyice silinmeli ve temizlenmelidir. Deri üzerine daha sonra bir deodorant veya ter önleyici uygulanabilir. Deodorantlar kokuyu sadece maskelerler. Bu nedenle temizlik aracı olarak değil, geçici bir uygulama olarak değerlendirilmelidirler. Giysilere sinen ter kokusu, beden temizliği yapılsa bile, aynı giysinin temizlenmeden tekrar kullanılması halinde kalıcı olur. Özellikle sık yıkanmayan kalın kazaklar kullanılırken bu nedenle özen gösterilmelidir. Vücudun terleme oranının artması kokunun da artması anlamına gelecektir. Ancak insan bir süre sonra kendi kokusuna duyarsızlaşır. Yoğun bedensel çalışma vücuttan çıkan ter miktarının artmasına neden olmaktadır. Bedensel etkinliği fazla olmadığı halde, bazı bireylerin ter bezi salgısı fazla olabilir. Bu durum ergenlik ve menapoz durumlarında özellikle ortaya çıkabilir.

http://www.bilkent.edu.tr/~bilheal/uremesagligi/cilt.html

HİJYEN NEDİR, NE ÖNEMİ VARDIR?

HİJYEN NEDİR, NE ÖNEMİ VARDIR?
Sağlığa zarar verecek ortamlardan korunmak için yapılacak uygulamalar ve alınan temizlik önlemlerinin tümü hijyen olarak tanımlanır.


Her insan kendi temizliğinden sorumludur. Çocuk yaşlarda anne, baba veya öğretmenler tarafından çoğu zaman bizzat yapılarak öğretilen temizlik uygulamalarının, çocukluktan sonra bireyin kendisi tarafından yapılması gerekmektedir. Örneğin; tuvaletten sonra ve yiyeceklere dokunmadan önce ellerin yıkanması bir alışkanlık olmalıdır. Her gün yapılan işler arasında banyo yapma bir başka temizlik uygulamasıdır.

Temizliğin sadece görünür kirlenme olduğunda yapılması yeterli değildir. Örneğin; uykudan uyanınca yüzün yıkanması, çamaşırların değiştirilmesi, gündelik temizlik uygulamalarıdır.


Su ve sabun olmadan temizlikten bahsetmek olası değildir. Gelişmiş toplumlarda kişisel temizlikte en fazla kullanılan malzemelerin başında su ve sabun gelmektedir. Bunun yanı sıra banyo süngerleri, lifleri, diş fırçaları, el ve ayak temizliği ile vücut temizliğinde kullanılan fırçalar, tırnak makası ilk akla gelen temizlik araçlarıdır. Bunların tümü başkalarıyla paylaşılmaması gereken, kişisel temizlik araçlarıdır.

Başta kişinin kendi sağlığı olmak üzere, başkalarının da sağlığını korumanın en önemli aracı temizliktir. Sadece beden temizliği değil, kullanılan her şeyi ve her ortamı temiz tutmak da temiz olmanın gereğidir.

http://www.bilkent.edu.tr/~bilheal/uremesagligi/hijyen.html

GÜNLÜK YAŞAMDA STRESLERLE BAŞA ÇIKMA

GÜNLÜK YAŞAMDA STRESLERLE BAŞA ÇIKMA

Aslında bir parça stres günlük hayatta karşılaşılan zorluklarla başa çıkmada ihtiyaç duyulan enerji, uyanıklık ve gücü sağlar. Ancak uzun süreli, sürekli ve fazla miktarda stres yorgunluğa ve verimin düşmesine neden olur, bedensel ve ruhsal sağlığı tehlikeye sokar.



Uyku bozuklukları, mide rahatsızlıkları, baş ağrısı, bir konu ya da işe yoğunlaşmada zorluk, huzursuzluk, çarpıntı, omuz ve sırt ağrıları gibi yakınmalar günlük yaşamda başa çıkamadığımız stresler sonucu olabilir.

Stresle başa çıkmada ilk basamak, kişinin yaşamındaki strese yol açan etkenleri ve nedenlerini belirlemesidir. Bir sonraki aşama ise bunlardan hangilerinin ortadan kaldırılabileceği ya da hafifletilebileceği ve bunun için ne gibi önlemler alınabileceğini bulmasıdır.


Günlük yaşamdaki streslerin pek çoğu -iyi iletişim kuramamaktan kaynaklanmaktadır. Yakın ve geniş çevremizdeki bireylerle iletişim kurarken açık, anlaşır ve samimi bir dil kullanmak, konuşmak kadar karşımızdakileri anlamaya ve dinlemeye de hevesli olmak ilk kuraldır. Olaylara karşımızdakinin bakış açısından bakmak, kabul etmesek bile anlamaya çalışmak iletişim açısından çok önemlidir. Olaylara olumlu yaklaşmak, kendi gücümüzle orantılı hedefler koymak, sonucunu değiştiremiyeceğimiz şeylerle uğraşmak yerine birey olarak üzerimize düşeni en iyi şekilde yapmaya çalışmak streslerle başa çıkmakta en etkin yoldur.


Zamanı iyi değerlendirmek, “yapılacak işler listesi” hazırlamak, zor işleri basamaklara ayırarak bölümler halinde halletmek, zamanlı planlama yapmak ve bunu yaparken gerçekçi olmak, gerektiğinde yardım ya da danışmanlık istemek ve bir sorun için tek bir çözüme bağlanıp kalmadan diğer seçenekleri de göz önünde bulundurmak stres azaltıcı davranışlardır.

Her çeşit bedensel çalışma, spor yapmak, hobiler için zaman ayırmak, stresten ve olumsuz etkilerinden uzaklaşarak güç kazanmak için yararlıdır. Bazen sadece bir arkadaş ya da yakınla konuşmak, onun tarafından anlaşıldığını görmek bile bireyin yükünü çok hafifletebilir.

http://www.bilkent.edu.tr/~bilheal/uremesagligi/stres.html

DÜZENLİ YAŞAM VE UYKU

DÜZENLİ YAŞAM VE UYKU

Sağlık ve zindelik için düzenli yaşam ve uyku da vazgeçilmez şartlardır. Uyku gereksinimi insan yaşamı boyunca süre açısından değişkendir. Yeni doğmuş bir bebek neredeyse günün tamamını uyuyarak geçirir. Aylar içinde uyku gereksinimi giderek azalır. Oyun çocukluğu döneminin özellikle ilk yıllarında öğlen uykuları pek çok çocuk için vazgeçilmezdir. Büyüme hormonu uykuda salgılandığından çocukların büyüme ve gelişmesinde düzenli ve yeterli uyku çok önemlidir. Yetişkinlik döneminde 7-8 saatlik uykunun yeterli olduğu kabul edilir. Yaşamın ilerleyen yıllarında yaşlılıkta gece uykuları dört saate kadar inebilir. Bunun yanında gün boyunca uyuklamalarla (şekerleme) gece uykusu telafi edilir. Bireyler arasında uyku gereksinimi ve ritmi farklılık gösterir. Bazı insanlar 4-6 saatlik uyku ile yetinirler kimileri ise 10-12 saat uyurlar. Bazıları erken yatıp erken kalktıklarında, bazılarıysa geç yatıp geç kalktıklarında kendilerini daha zinde hissederler. Uyku aynı zamanda ruh sağlığının bir göstergesidir. Streste ve pek çok psikiyatrik hastalıkta uyku ritmi ve süresi bozulur. Bunun yanında yeterli uyku uyunmadığında kişinin fiziksel ve ruhsal streslere dayanıklılığı azalır.

Yeterli süre uyunduğu halde uykudan zinde kalkılmıyorsa, üzerinde yatılan yatak, kullanılan yastık, odanın ısısı, ortamda yeterli temiz hava olup olmadığı, ortamda bulunan ısıtıcıların, eşya ya da malzemelerin cila, boya, deterjan gibi kimyasallar yoluyla ortam havasını kirletip kirletmediği, uyku sırasında süre giden bir gürültü kaynağının olup olmadığı gibi etkenler gözden geçirilmelidir. Doğal olarak burun tıkanıklığı ve nefes almada zorlukla birlikte seyreden tüm hastalıklarda ve aşırı şişmanlıkta da uykunun kalitesi bozulur.
 
http://www.bilkent.edu.tr/~bilheal/uremesagligi/duzenliuyku.html

BESLENME

BESLENME


Sağlıklı beslenme, vücudun büyüme, gelişme ve günlük işlevlerinin sürekliliğinin sağlanması için gerekli olan besin öğelerinin yeterli miktarlarda alınmasıdır. Gıdalar içerdikleri besin öğelerinin benzerlikleri açısından dört gruba ayrılırlar.


1) Süt, yoğurt, peynir grubu: Süt ve sütlü gıdaların oluşturduğu bu gruptaki besinler protein, hayvansal yağlar, kalsiyum, fosfor, B2 , B12, A vitaminleri açısından zengindir.
2) Et, yumurta ve kuru baklagiller grubu: Kırmızı et, tavuk, balık, yumurta, kuru fasulye, nohut, mercimek gibi gıdaların oluşturduğu bu gruptaki besinler başlıca protein kaynağıdır, ayrıca yağ, B vitaminleri, demir ve çinko da içerir.








3) Taze sebze ve meyve grubu: Bu gruptaki gıdalar vücut için kalsiyum, demir,
magnezyum ve diğer bazı minerallerin, A, B, C, E, folik asit gibi vitaminlerin
kaynağıdır.
4) Tahıl grubu: İçerdikleri karbonhidratla başlıca enerji kaynağıdır, ayrıca B grubu vitaminleri içerir


Yaşam boyu geçilen bebeklik, çocukluk, ergenlik, gebelik, emzirme, menapoz, iyileşme gibi dönemler ve yapılan işlere uygun olarak bu dört ana gruptan alınması gereken miktarlar değişebilir. Ancak az ve sık yemek, güne mutlaka kahvaltı ile başlamak, öğün atlamamak, abur cubur yememek, günde en az 4 - 6 bardak su içmek, kolalı içecekler, çay, kahve, kızartma, kavurmalar, aşırı yağlı, tuzlu ya da şekerli gıdalar ve açıkta satılan yiyeceklerden kaçınmak, yağ seçiminde doymamış yağları tercih etmek, yiyecekleri hazırlarken içlerindeki besin öğelerinin korunmasına dikkat etmek ve uygun koşullarda saklamak, çiğ yenen meyve ve sebzeleri bol ve temiz suyla iyice yıkamak her yaş ve dönem için geçerli temel sağlıklı beslenme kurallarıdır.



Günümüzde beslenme ile ilgili sorunların başında, modern yaşamda günlük enerji tüketiminin azalmasına rağmen rafine gıdalardan alınan enerjinin artması sonucunda oluşan şişmanlık gelmektedir. Şişmanlık şeker hastalığı, yüksek tansiyon, kalp ve damar hastalıkları başta olmak üzere pek çok hastalık açısından risk oluşturur. Bu nedenle ideal kilonun korunması sağlık risklerini azaltmak açısından özellikle önem taşır. İdeal kilo beden kitle endeksi (BKİ) olarak adlandırılan bir formülle hesaplanır. Buna göre bireyin kilogram cinsinden tartısının metre cinsinden boyunun karesine bölünmesi ile bireyin vücut kitle endeksi hesaplanır (kg/m2). BKİ 20’nin altında zayıf, 20 - 24 arası normal, 25 - 29 arası hafif şişman, 30 - 40 arası şişman ve 40’ın üzerinde ise çok şişman olarak kabul edilir.

Gıdalarla ilgili bir diğer tehlikeli durum ise bazı hazır gıdaların içerdiği katkı maddeleridir. Bu katkı maddeleri çoğunlukla gıdaların görüntüsünü, kokusunu daha çekici hale getirmek, dayanıklılığını, kıvamını ve lezzetini artırmak üzere kullanılan kimyasal maddelerdir ve bunların bir bölümünün kanser yapıcı etkisinin olduğu kanıtlanmıştır. Bu nedenle tüketilen gıdaların bu tür maddeler içermemesine dikkat edilmelidir.

Gıdaların temini sırasında da dikkat edilmesi gereken bazı kurallar vardır. Alınanların mutlaka taze olmasına dikkat edilmelidir. Ambalajlı gıdalarda paket üzerinde yer alan son kullanma tarihlerine dikkat edilmeli, zedelenmiş ambalajlarda ya da kötü saklama koşullarında bekletilmiş mallar kesinlikle alınmamalıdır. Konserveler paslanmamış ve özellikle dışa doğru bombeleşmemiş olmalıdır. Sıcaktan etkilenecek gıdalar alışverişten eve getirilirken ya buz çantaları kullanılmalı ve/veya en kısa yoldan ulaştırılmalıdır
 
http://www.bilkent.edu.tr/~bilheal/uremesagligi/beslenme.html