26 Nisan 2015 Pazar

Almanya nin yaptigi SOYKIRIM

Almanya nin yaptigi SOYKIRIM
Almanyanin yahudilere yaptigi soykirimi bu gün zaten Almanyanin orta okullarinda, tarih derslerinde cocuklara ögretiliyor. Bu soykirim hakkinda bir cok filimler yapildi, bir cok bilim adamlari bu konuyu arastirdi ve ispatlandi.
Nazilerin Yahudilere yaptigi  Soykırımı; Almanya'nın Nazi döneminde yaklaşık 6 milyon kişinin sistemli bir şekilde öldürüldükleri katliama verilen isimdir. Yahudiler başta olmak üzere Sintiler, Romanlar, Yenişler ve diğer "Çingene" kabul edilen insanlar, Nazi aleyhtarı Almanlar, özürlüler, homoseksüeller, Yehova'nın Şahitleri, savaş tutsakları, Lehler ve diğer Slavlar da bu katliamın kurbanları olmuşlardır. Birçok akademisyen ise bu grupları Holokost'a dahil etmeyerek, Holokost'u sadece Yahudi Soykırımı olarak, Naziler olayları zaman zaman "Yahudi problemine nihaî çözüm" olarak tanımlamışlardır. Tüm Holokost kurbanları hesaba katılınca, hayatını kaybedenlerin sayısı, bazı akademisyenlere göre 17 milyon kişiye kadar çıkabilir.
Bu insanların öldürülme nedeni, Nazi döneminde doruğuna varmış olan Yahudi nefretinin ve Nazi ırkçılığı görüşüne göre "yaşamaya hakkı olmayan alt-sınıf ırklar" olarak görülmüş olmalarıydı. Öldürülen insanların yanısıra, aralarında Afrika kökenli Almanların da olduğu binlerce kişi ise zorla kısırlaştırıldı.




                                                       

Ana bina-Toplama kampı girişi                                                                  Nordhausen - D V-2 fabrikasında zorla çalıştırılan kurbanlar 
Auschwitz-Birkenau                                                                   (12 Nisan 1945'de ABD ordusunun Nordhausen'e ulaştıktan sonra çekilmiştir)

Tarihçe
1933 yılında Yahudilerin haklarının azaltılması ile adım adım başlayan felaket, sonunda Nazi hükümetinin eline geçirebildiği bütün Avrupa Yahudilerini katletmesi ile sona erdi. Bu süreç kaba şekilde üç döneme ayrılabilir:

  • Yahudilerin haklarının ellerinden alınması ve yüksek görevlerden uzaklaştırılmaları.
  • Yahudilerin mallarının ve mülklerinin ellerinden alınması, ve gettolarda yaşamaya zorlanmaları.
  • "Nihai çözüm", toplanıp, ölüm kamplarına götürülmeleri ve orada sistemli olarak büyük kapsamlı bir şekilde Gaz odalarında ya da farklı şekillerde öldürülüp cesetlerinin yakılması.

1933-1939 döneminde Yahudilere karşı uygulamalar

 

    Saat 10 1 Nisan, 1933, Halkı boykota çağıran
SA üyeleri: "Deutsche! Wehrt Euch! Kauft nicht
bei Juden!"/Alman milleti kendini savun ve
Yahudilerden alış veriş yapma.)
Adolf Hitler'in 1933 yılında başa geçmesi ile birlikte, Yahudilerin haklarının kısıtlanması uygulamalarına başlanmıştır. Hitlerin NSDAP partisine ait Sturmabteilung örgütü (kısaltması: SA), Yahudi memurların ve Yahudi hukukçuların görevden alınmalarını sağladı ve 1 Nisan 1933 Alman halkını Yahudi dükkanlarına karşı boykota çağırdı. Bu Boykot, Yahudi dükkanlarının harap edilmesi, yağmalanması ve sahiplerinin dövülmesi ile sonuçlandı.
1935 yılında Yahudilerin durumu tekrar daha da kötüleşti; Yahudilerin doktorluk, eczacılık, askerlik ve birçok diğer meslekleri yapması yasaklandı. 1935 yılının Haziran ayında Berlin'de tekrar Yahudi dükkanlarının harap edildiği bir ayaklanma gerçekleşti.
15 Eylül 1935 tarihinde "Nürnberg kanunları" çıkarıldı. Bu kanuna göre, Ari ırktan olmayanlar "alt sınıf"-insanlardır, ve ari ırkına ait insanlar ile evlenmeleri yasaklandı.
1936 yılında Berlin'de yapılan Olimpiyatlar ile bütün dünyanın dikkatinin Almanya'ya yönelmesi sayesinde kısa bir süre için Yahudi nefreti, dolayısıyla antisemitik uygulamalar arka planda kalır. Ama 1938 yılından itibaren eskisinden daha şiddetli bir şekilde geri döner. 5 Ocak 1938'de Yahudileri tipik bir Yahudi ön ve soyadı taşımaya mecbur kılan yeni bir yasa çıkarılır. Yahudi olan bir kimse artık devletten sosyal yardım alamaz. Yahudilere birçok diğer meslek yasaklanır. Yahudi öğrenciler Alman öğrencilerden ayrılırlar. Berlin'de 1600 Yahudi toplanır ve kapalı kamplara götürülür. Bu haber yayıldığında Yahudilerin işsizlerinden ve en fakirlerinden bir kısmı yurtdışına göç eder. Kısa bir zaman sonra Yahudilerin kaçmaları da zorlaşır. Birçok ülke Yahudi göçmenleri geri çevirmeye başlar.
NSDAP 1938 yılının Kasım ayında birçok ayaklanma organize eder. En şiddetli ayaklanma 9-10 Kasım'da gerçekleşen "Kristal Gece"'dir. Bu ayaklanmada yüzlerce yıllık sinagoglar, Yahudilerin dükkanları, evleri ve diğer mülkleri yakılır ve tahminen 400 Yahudi öldürülür. Diğerleri dövülür ve aşağılanır. Bundan sonraki birkaç gün içinde 36.000 Yahudi toplama kamplarına taşınır.
Bu ayaklanmaların amacı, aslında halkın ne türlü bir tepki göstereceğini tespit etmektir. Hitler'in sağ kolu Goebbels bu ayaklanmalardan sonra gazetelere şu başlığı bastırır; "Halkın ruhu kaynadı ve sonunda taştı". Bundan sonra Yahudilerin bazı diğer hakları da ellerinden alınmıştır. Artık Yahudilere ticaret yapmak ve birçok diğer şey yasaklanır. Artık bir Yahudi sırf işçi olarak çalışabilir. Bütün Yahudi dernekleri bir çatı altında toplanmaya zorunlu tutulur.

1939: Sistemli katliamın başlangıcı

Yahudilerin üzerlerinde
taşımaya zorunlu tutuldukları
"Davud'un Kalkanı

II. Dünya Savaşının başlaması ile birlikte, 1 Eylül 1939'da asıl Yahudi soykırımı başlamıştır. Bütün Yahudilerin soyunu tüketme kararının 1941 yılının Ekim ayında mı yoksa yaz zamanında mı verildiği konusunda tarihçiler aynı fikirde değillerdir. Adolf Hitler aslında bu kararını 1925 yılında yazdığı "Mein Kampf" (Kavgam) adlı kitabında çoktan açıklamıştır.
1939 yılında Almanya'da bulunan bütün Yahudilerin toplanıp Polonya'da gettolara yerleştirilmeleri kararı verilmiştir. 1940 yılında Polonyadaki gettoların sayıları hızla artmaya başlar. Bu gettolarda açlıktan, soğuktan ve salgınlardan çok insan ölür. Gettolarda ölüm artık o kadar doğal bir şeydir ki kaldırımlarda açlıktan ölmek üzere yıkılan insanlarla ve yığılı duran cesetlerle kimse ilgilenmez.
9 Ekim 1941den itibaren bütün Yahudilerin iyi görünür şekilde bir Davud'un Kalkanı sembölü taşımaları zorunlu kılınır. Hala Almanya'da yaşayan son Yahudilerin evlerine "Burda bir Yahudi oturuyor" diye bir yazı ya da bir Davud'un Kalkanı resimi bırakılır. O zamana kadar rahat bırakılmış 65 yaş üzeri Yahudiler de kamplara götürülürler. 19 Ekim 1941'den sonra medyaya bu konu hakkında haber yayınlamak yasaklanır. Almanya'daki son Yahudilere et, buğday, süt, bal gibi gıdalar verilmesi yasaklanır. Artık hasta Yahudilere ilaç vermek yasaklanır. Yahudilerin bir mahkemeye başvurma hakları da ellerinden alındıktan sonra, artık Almanya'da kalan en son Yahudiler avlanmayı bekleyen kurbanlardan farksızdır.

Ölüm kampları


Kampların girişinde yer alan Arbeit macht
frei
yani Çalışmak insanı özgürleştirir yazısı.
İlk ölüm kampı 1933'te Münih yakınındaki Dachau kentinde inşa edilmişti. Bu kamp ilk başta sırf siyasi tutukluları ortadan kaldırma amacıyla inşa edilmişti; yani Nazi-Hükümetini rahatsız eden Komünistler, Sosyal demokratlar, pasifistler, solcular ve diğer Nazi aleyhtarı entelektüeller.
Daha savaşın en başlarında Polonya'da uygulanan toplu halde kurşuna dizmeli katliam şekli, Nazilerin görüşüne göre çok az etkiliydi ve bu yüzden büyük kapsamlı bir "Temizleme" için, yeni yöntemler aranmaya başlandı. 1941 yılının sonbaharından itibaren "Gazlama-Kamyonları" kullanmaya başlamışlardı. Bu kamyona başka bir kampa götürüleceklerini sanan Yahudiler doldurulduktan sonra, Kamyonun egzoz dumanını kamyonun arka kısmına bağlıyorlardı ve bu yolla kamyondaki Yahudilerin egzoz gazından boğulması sağlanıyordu.
 
 
 
                                                            
 
 

    Birkenau'ya yeni getirilen Macaristan                                                                Toplama kamplarında yaşama şartları
 Yahudileri. (Mayıs / Haziran 1944)                                                                                                                          
1939-41 yıllarında, Ruhsal ve bedensel engelliler, sabit "Gaz odalarına" Kamyon egzozu bağlanarak öldürülüyorlardı. Katliamın bu döneminde, engelli kurbanların üzerinde Nazi doktorları bir sürü yeni öldürme metodları denemişti. Bu deneylerde kazanılan tecrübeler katliamın devamında Nazilerin çok işine yaradı.
Kamyon egzozu ile öldürme metodu da Nazilerin beklentilerini tatmin etmeyince, nihayet Fabrika usulu bir öldürme endüstrisi kurulmaya başlandı. "Öldürme Fabrikaları" şu yerlerde inşa edildi:
  • Auschwitz-Birkenau (1941)
  • KZ Chelmno (ya da Kulmhof) (1941)
  • KZ Treblinka Varşau (1942)
  • KZ Majdanek Lublin (1942)
  • KZ Belzec Lublin yakınında (1942)
  • KZ Sobibor Polonya
  • KZ Maly Trostinez Minsk

"Nihai Çözüm"ü uygulamak için bütün Avrupa'ya Ölüm-kampları inşa edilmiştir.
Artık hayvan Vagonları Yahudiler ile doldurulup bu Fabrikaların içine kadar Tren ile götürülüyorlardı. Duş odası görünümüne sahip olan Gaz-Odalarına Yahudiler fazla itiraz etmeden toplu halde giriyorlardı. Böylece rahatlıkla, en etkili öldürme gazı olan Zyklon B bu odalara pompalanıp, öldürülebiliyorlardı. Bu gaz 20 dakika süren çok eziyetli bir ölüme yol açıyordu. Sonra bu cesetler, sırf bu amaç için üretilmiş olan fırınlarda yakılıyordu.
Ayrıca kurbanların üzerinde, Alman doktorları ve bilim adamları sınırsız deney imkanı bulmuşlardı. Örneğin insanlar, fazla yüksek veya fazla düşük basınçlı odalara kapatılıp, hava basıncının insan üzerinde etkileri, buzlu suya sokulup ne zaman öldükleri araştırılıyor, insanların vücuduna petrol şırınga edilip yaşayıp yaşamadıkları kontrol ediliyor, bakterilerle enfekte edilip etkileri izleniyordu ve yeni ameliyat yöntemleri deneniyordu. Bu deneylerde en meşhur isim Alman doktor Josef Mengele olmuştur.
Öldürülenlerin altın dişleri toplanıp devlet bankasına gönderiliyor, ve bazı iddialara göre hatta kesilen saçları döşek üretiminde, vücut yağları ise sabun üretiminde kullanılıyordu. Ölülerden sabun üretildiği konusu savaştan sonra ilk başta New York Times gazetesi olmak üzere tüm dünya medyası'nın ele aldığı bir konu olmuş, Ruslar tarafından Nürnberg mahkemesine araştırılması istenen sabunlar getirilmiş ve Romanya'nın bir köyünde hatta sabun dolu kutular ölen yahudileri temsilen defnedilmişdir. Ancak daha yeni zamanda yapılan araştırmalar sonucu, ölülerden sabun yapma meselesi'nin sırf Yahudiler hakkında yapılan fıkralarla ortaya çıkıp, Ruslar tarafından ciddiye alınarak böyle boyutlara ulaşmış bir hikaye olduğu öne sürülmüştür.

Katliamın bilançosu ve kanıtları

Nazi döneminden kalma, Holokost'un tasarımını kanıtlayan yazılı belgelerin sayısı çok azdır. Bununla ilgili olarak, Nazi yönetiminin gelecek kuşaklara kanıt bırakmamak için belgeleri bilinçli olarak yokettiği fikri hakimdir. Holokost'un tasarımı devlet sırrı olarak değerlendiriliyordu ve Holokost'u tasarlayan yönetimin doğrudan emrinde olan yüksek pozisyonlu görevliler bu konuyu asla dışarıya taşımamak emrini almışlardı. Yani Holokost'u tasarlayanlar, yaptıklarının insanlık dışı olduğunun bilincindeydiler.
Heinrich Himmler'in 1940'ta yazdığı „Madagaskar Planı“ adlı memorandum'da, bütün Avrupa Yahudileri'nin zorunlu şekilde toplanıp Madagaskar adasına yerleştirilmeleri fikri „Eğer Bolçeviklerin yaptığı gibi, bir halkın fiziksel şekilde tamamen ortadan kaldırılması Almanlığa yakışmaz ve imkansız olarak kabul edilirse, Yahudi sorunu'nun en insancıl nihai çözümü“ olarak ortaya konulmaktadır
Buna göre Yahudilerin ortadan kaldırılması'nın Hitler'in en yakın çevresinde bu dönemde çoktan sözü ediliyordu. Himmler'in 1943 yılının eylül ayında, toplu idamlara başlamış olan SS askerlerinin ve subayların karşısında yaptığı Pozen konuşması ndan sonra, Yahudi soykırımı Hitler'in emiri ile gerçekleşmişti.
Himmler'in özel doktoru Felix Karsten, Himmler'in kendisine „Savaşın sonuna kadar, bir tek Yahudi bile hayatta kalmıyacağını, Hitler bunu böyle istediğini“ söylediğini aktarmışdır. Yani Hitler bu emiri ancak 1941'in eylül'ünde Sovyetlere karşı mağlup olabileceğini kabul etmekle, buna tepki olarak değil, gücünün zirvesinde olduğu bir dönemde vermiştir.
Rusya'dan vaz geçilene kadar büyük bir ihtimalle, Yahudilerin Rusya'nın yaşamak mümkün olmayan bölgelerine sürülmeleri ve orada ölmeleri tasarlanıyordu. Ama Rusya'nın kolayca ele gecirilmesi gerçekleşmeyince, 1941'in sonbaharında daha savaş bitmeden doğu Avrupa'nın işgal edilmiş bölgelerinde nihai çözümün başlatılması kararı alınmıştı.
20. Ocak 1942'de Adolf Eichmann tarafından yönetilen yüksek devlet memurlarının Yahudi sorununun nihai çözümü nün organize edilmesi'nin ayrıntılarını konuştukları Wannsee Konferansı gerçekleşti (Bu konferansın protokölü en değerli kanıtlardan birisidir). Bu protoköle göre öldürülmeleri tasarlanan Avrupa Yahudilerinin sayısı 11 milyondu.

Kurbanların sayısı]

Holokost kurbanlarının sayısı uzun zaman boyunca sırf kabaca tahmin edilmiştir. Nürnberg mahkemesi duruşmalarında 1946 yılında, öldürülen Yahudilerin hakkında ilk kez 6 milyon sayısı ortaya konulmuşdur. 1945'e kadar emniyet bakanlığında çalışmış olan Wilhelm Höttl adlı memur, Adolf Eichmann'ın kendisine anlattıklarını mahkeme karşısında şöyle açıklamışdır:
Ölüm kamplarında toplam dört milyon, diğer biçimlerde 2 milyon Yahudi öldürülmüşdür. Diğer biçimlerde öldürülenlerin çoğu Rusya'ya doğru ilerleyen ordunun içindeki SS komandoların bulduğu Yahudileri kurşuna dizmesi ile ölmüştür.
Holokost araştırmacılığı bundan sonraki tarihlerde daha düşük sayılı tahminler ortaya koymuştur. 1953 yılında ingiliz tarihçi Gerald Reitlinger ölen Yahudilerin sayısını 4,2 - 4,7 milyon civarında tahmin etmiştir. ABD'li tarihçi Raul Hilberg ise 1961 yılında 5,1 milyon sayısını öne sürmüştür. Diğer bir ingiliz tarihçi Martin Gilbert 1982 yılında 5,7 milyon sayısını ortaya koynuştur.
1990 yılında, o zamana kadar tanılmayan belgeler dolu olan sovyet arşivleri, tarihçilere açılmıştır. Bu arşiv'de kamplara taşınanlar listeleri, sürgün için kullanılan trenlerin kalkış planları ve Yahudi cemaatlarının Holokost'dan önce ve sonra ki sayılarını içeren belgeler bulunmuştur. Bu belgelerin yardımı ile öldürülenlerin sayıları tekrar hesaplanmış ve örneğin Auschwitz ölüm kampında 1,1 milyon (900.000'i Yahudi) ile sanıldığından daha az insan öldürüldüğü ortaya çıkmıştır. Diğer ülkelerde öldürülenlerin sayılarıda daha ayrıntılı hesaplanabilmiştir.
Wolfgang Benz'in yazdığı „Dimension des Völkermords“ (1991, 2'nci basım 1996) adlı kitap'da, günümüzde en güvenilir bilgilere ve kaynaklara dayanarak yapılmış olan hesapların neticesi en güvenilir sayılar olarak kabul edilmektedir. Burkhard Asmuss'un 2002'de ortaya koyduğu daha kaba hesaplardan sonra, kabul edilen en modern sayılar en az 5,6 milyon ve en fazla 6,3 milyon sayıları arasında hareket etmektedir. Bu sayılar yaralarından ölenleri ve sürgün sırasında ölenleride dikkate almaktadır.
"Soykırımın boyutları" adlı kitabın verdiği sayılara göre, kurban sayılarının bölgesel dağılımı şöyledir (Nazi yönetimi altında olan dönemlerinde):
Arnavutluk600
Bulgaristan11.000
Danimarka161
Almanya165.000
Fransa ve Belçika32.000
Yunanistan60.000
İtalya7.600
Yugoslavya55.000 – 60.000
Lüksemburg1.200
Hollanda102.000
Norveç735
Avusturya65.000
Polonya2.700.000
Romanya211.000
Sovyetler Birliği2.100.000 – 2.200.000
Çekoslovakya143.000
Macaristan502.000

http://www.mustafa-kocak.de/AB%20Dosyasi/almanya.htm

Nazilerin yaptığı soykırımın temeli nereye dayanıyor?

Nazilerin yaptığı soykırımın temeli nereye dayanıyor?                       


Almanya'nın sömürgelerinde gerçekleştirdiği katliamları inceleyen Dr. Bilgin Ayata, Almanya'da hatırlama ve inkâr politikasının birlikte yürüdüğünü söyledi


- A +
Almanya'nın sömürgecilik tarihini inceleyen Berlin Hür Üniversitesi Öğretim Üyesi ve siyaset bilimi uzmanı Dr. Bilgin Ayata, "Almanya'nın ilk soykırımı sömürgesi Namibya'da Hererolara karşı gerçekleştirdiğini" söyledi.
Almanya, İkinci Dünya Savaşı sırasında Yahudilere karşı yaptığı soykırımı tanıyan ve bunun toplumun tüm kesimlerince hatırlanmasını devlet politikası haline getiren bir ülke olarak biliniyor. Ancak araştırmalar, Almanya tarihindeki tek toplu katliamın "Yahudi Soykırımı" olmadığını gösteriyor. Berlin Hür Üniversitesi siyaset bilimi öğrencileri, Siyasal Bilimler Fakültesi'nde düzenledikleri “Irk üretimi ve sömürgeci geçmişin günümüzdeki izleri” adlı bir sergi ile konuya dikkat çekmeyi hedefliyor.
Deutsche Welle Türkçe'nin haberine göre, sergide yer alan fotoğraf ve bilim insanlarına ait yazışmalar, ırkçılığın 20. yüzyılın başında bilimsel bilgiyle desteklendiğine işaret ediyor. Özellikle, araştırmalar için Afrika'daki kıyımda toplanmış kafatasları önünde çekilmiş fotoğrafları bulunan bilim adamları ve ırk çalışmaları için alınmış kemiklerin Afrikalı kadınlara temizletildiğini anlatan mektuplar, konunun o dönemin bilim çevrelerinde ne kadar sıradanlaştığını gösterir nitelikte.

‘Almanya ilk soykırımı Hererolara yaptı'

Araştırmanın ve serginin düzenlenmesine önayak olan Berlin Hür Üniversitesi Öğretim Üyesi ve siyaset bilimi uzmanı Dr. Bilgin Ayata, serginin hatırlama ve inkâr politikasının nasıl yanyana gidebileceğini ortaya koyduğunu ifade ediyor. Bilgin Ayata, derslerinde Almanya’nın ilk soykırımının, sömürgesi Namibya’daki Hererolara karşı yapıldığını söylediğinde, öğrencilerinin çok şaşırdığını kaydediyor. Bu çerçevede öğrencilerin Siyaset Bilimleri Fakültesi'nden yola çıkarak, bilimsel kurumları sorgulamaya başladığını belirten Ayata, serginin oluşumunu da buna bağlıyor:
“Özellikle enstitümüzün yürüttüğü ırk araştırmalarının 1933’te başlamadığını, tam tersine, Alman sömürgeciliğiyle birebir ilgili olduğunu anlattıktan sonra birçok öğrenci heyecanlanmış ve kafaları çok karışmıştı. Neticede dersin sonunda böyle bir proje ile gelmişlerdi. Fakülte binamızın girişinde bir plaket asılı ve o plakette 1933 ve 1945 arasında yapılan bilimsel araştırmalar sorgulanıyor. Eskiden bu binada Kaiser Wilhelm Enstitüsü'nün bulunduğu ve bundan utanç duyulduğu belirtiliyor. Kısacası, 'araştırmacı olarak her daim bilimin, siyaset ve devletler üzerindeki rolünü hafızamızda canlı tutmalıyız' diyen güzel bir plaketimiz var. Ancak öncesine hiç değinilmiyor. Öğrenciler de bundan yola çıkarak, 'eğer üniversite bu gerçekleri anmayacaksa, biz anacağız' diyerek böyle bir sergi düzenledi.”

Irk araştırmaları Nazilere zemin hazırladı

Alman sömürge tarihini araştıran öğrencilerden biri olan Thiago Barbosa, bu dönemdeki ırk çalışmalarının, Nazi ideolojisine zemin hazırladığına şaşırarak şahit olduğunu dile getiriyor:
“Bilimsel makalelerin birçoğunda beyaz adamın siyahlara üstünlüğünün altı çiziliyordu ve bu düşünce tüm araştırmalara sirayet etmişti. Bu dönemdeki öjenik yani sağlıklı gen araştırmalarının da aslında ırk tespiti ve ırk temizliğine hizmet ettiğini gördük. Ayrıca araştırmaları yapan bu bilim adamları Almanya'daki siyaseti aktif bir şekilde etkilemiş.”

‘Almanya ırkçılıkla yüzleşmiş değil'

Serginin düzenlenmesinde görev alan Siyasal Bilimler Fakültesi öğrencisi Julia Kirschner, Almanya’nın hatırlama kültürüne, sömürge dönemi suçlarının da dahil olması gerektiğini savunuyor:
“Görüştüğümüz Herero aktivisti İsrael Kaunatjike, Nama ve Hererolara yapılan soykırımın tanınması için onlarca yıldır çaba harcadığını, ancak Alman makamlarının ne tazminat verdiğini ne de siyasi düzeyde özür dilediğini söyledi. Orada yaşananların Alman hatırlama kültürünün bir parçası olması gerektiğine inanıyoruz. Bağlantılar son derece açık ve biz de bunu göstermek istiyoruz.”
Siyaset bilimi uzmanı Dr. Bilgin Ayata da, Alman hatırlama kültürünün antisemitizmden ibaret olduğuna dikkat çekiyor. Ayata, Almanya'nın kökleri Nazi döneminin ötesine uzanan ırkçılık gerçeğiyle yüzleşmesi gerektiğine işaret ederek, bunun günümüz Almanya’sındaki olay ve algıları da etkilediğini dile getiriyor:
“Almanya ırkçılıkla yüzleşmediği için, Sarrazin gibi insanlar 2009-2010 yılında çıkıp, 'bu göçmen grubu diğerinden daha akıllı, daha başarılı' diye kitap yazabiliyor ve kitabı 2 milyon kişi tarafından satın alınıyor. Bu sergiyi gezdiğinizde bir ırkın diğerine üstünlüğü ya da insanın biyolojik, genetik yapısının onun sosyal hayatında belirleyici olduğuyla ilgili araştırmaları göreceksiniz. Tıpkı Sarrazin'in iddia ettiği gibi. Ayrıca Almanya, son iki yıldır bir neonazi terör örgütünün işlediği cinayetlerle sarsıldı. Buna rağmen hâlâ toplumsal olarak ırkçılık kelimesini dillendirmek çok zor. Bunun sebebi de, bence, Almanya’nın kendi sömürgecilik tarihini görmezden gelmesiyle ilgili.”

http://t24.com.tr/haber/almanyanin-ilk-soykirimi-namibyada-gerceklesti,244056

Dünyadaki Soykırımlar ve Tarihleri

Dünyadaki Soykırımlar ve Tarihleri

Birleşmiş Milletlerin verilerinden toplanıp gündeme getirilmeyen soykırımlar ve tarihleri:

1. İspanyol ve Amerikalıların Yerlilere Uyguladığı Soykırım
1492 yılında Kristof Kolomb'un ayak bastığında nüfusu 8 milyon olan Arawaks yerlilerinin sayısı 22 yıl içerisinde 28 bine indi.

2. Norveçlilerin Taterlere (Göçer)
Uyguladığı Soykırım
Norveçliler 1920-30'larda çıkardıkları yasalarla Nordik irk‘ın arılığını korumak için etnik grup Tater (Göçerler) kızlarını zorla kısırlaştırdılar. Norveç toplumu ne kadar Tater'i kısırlaştırsa, o kadar kendi ırkını koruduğuna inanıyordu.
Kısırlaştırma yoluyla ehlileştirilemeyen Taterler üzerinde insülin ve elektroşok yöntemleri uygulanıldı.

3. İngilizlerin Avustralyalı Yerlilere
Uyguladığı Soykırım
İngiltere Krallığı 1788-1938 tarihleri arasında sömürge amacıyla gittikleri Avustralya'da yerleşik yerli halk: Aborjinleri sistematik olarak yok ettiler.
İngilizler aralarına salgın hastalık yaydığı bununla da yetinmeyip yemeklerine zehir katarak yok etmeye çalıştığı750 bin siyah derili aborjinden geriye sadece 31 bin kişi sağ kalabildi.

4. Almanların Batı Afrika'da Namibyalılara
Uyguladığı Soykırım
Almanlar 1891 yılında hammadde ve işgücü ihtiyaçlarını karşılamak için Güney Batı Afrika (Namibya)'ya sömürge kurmak amacıyla çıktılar. Bölgedeki çok zengin altın ve zümrüt madenlerini ele geçirmenin yolunun yerel Herero ve Nama halklarını yok etmek olduğuna karar veren Almanlar harekete geçti. Bu emir üzerine adanın yerlileri Herero ve Namalar üzerine taarruz eden Alman askerleri yaşlı, kadın, çocuk dinlemeden herkesi katlettiler. Katliamdan kurtulanlar işkenceyle öldürüldü. Yaklaşık 132 bin yerliden geriye 15 bini sağ kalabildi.

5. Almanların Yahudi ve Çingenelere
Uyguladığı Soykırım
Almanlar 1933-45 yılları arasında Büyük Alman İmparatorluğu'nu kurmak ve mükemmel Alman ırkini yaratmak hedefiyle diğer milletlerden veya etnik gruplardan 21 milyon insanı topluca kurşuna dizerek, toplama kamplarında fırınlarda yakarak, gaz odalarında zehirleyerek soykırıma uğrattılar.
Alman yönetimi öncelikle kendilerinden olmadığına inandığı bütün ırkları tespit edip harflerle sınıflandırdı. Bu kampanya uyarınca Çingenelerin yüzde 94'ü kısırlaştırdı. ikinci hedef grup olarak Yahudiler seçildi. Gerek Almanya gerekse de Almanların işgal ettiği diğer ülkelerde yasayan milyonlarca Yahudi sistematik bir biçimde vurularak, asılarak, yakılarak ve zehirlenerek öldürüldü.

6. Amerikalı ve İngilizlerin Almanlara
Uyguladığı Soykırım
Amerikalılar ve İngilizler Almanların savaşı kaybetmelerinin ardından, Dresden kentine sığınan Alman göçmenlerin üzerine 3 gün süreyle havadan bomba yağdırdılar. Savunmasız insanların sığındığı Dresden kentine intikam amacıyla uygulanan bombardıman sırasında 3 bin 900 ton tahrip gücü yüksek bomba ve 200 bin napalm bombası atıldı. Bu yok etme harekatında çoğunluğu çocuk ve kadınların oluşturduğu 200 bin kişi öldü.
Japonya'nın Hiroşima ve Nagazaki kentlerine atılan atom bombaları sonucu 135 bin kişinin öldüğü gerçeği Dresden'e uygulanan soykırımın büyüklüğünü gözler önüne serdi.

7. Danimarkalıların Alman Mültecilere
Uyguladığı Soykırım
İkinci Dünya Savası'nın bitiminde Sovyet Ordusu'nun Alman topraklarına doğru ilerlemesinden kaçan 250 bin Alman mülteci Danimarka'ya sığındı.
Üçte birini 15 yaşından küçük çocukların oluşturduğu Almanlar tel örgülerle çevrili toplama kamplarına alındılar. Binlerce çocuk ve yetişkin tifüs, bağırsak iltihabı, ishal sonucu yaşamlarını kaybettiler.

8. Rumların Kıbrıs'ta Türklere
Uyguladığı Soykırım
İngilizler 1912-1974 döneminde Kıbrıs adası üzerindeki egemenliklerini sağlamak amacıyla Rumlar‘ın ENOSIS'i gerçekleştirmelerine göz yumup Türklere karşı saldırı başlattırdılar. 1912'de adada yasayan Rumlar Kıbrıs'ın 35 ayrı noktasında Türklere ait is-yerleri, camii ve evleri yakıp yıkmaya insanları katletmeye başladılar. 1952 yılında EOKA adli terör örgütü kuruldu. EOKA sistematik bir biçimde başlattığı saldırılarda 100 Türk'ü, 100 İngiliz vatandaşını öldürerek 30 Türk köyünü yaktı. 1963 yılında EOKA'cılar yeni bir etnik temizleme planını devreye soktular, bu saldırılarda 500 Türk öldürüldü, 130 Türk köyü yakıldı, 25 bin Türk evlerini terk etmek zorunda kaldı.

9. Yunanlıların Batı Trakya'da Türklere karşı asimilasyon yoluyla uyguladığı Etnik ve Kültürel Soykırım
1923 yılında Lozan'da imzalanan Türk ve Yunan azınlıkların karşılıklı mübadelesine ilişkin anlaşmanın ardından Yunan hükümeti Bati Trakya bölgesinde yasayan Türkler üzerinde sistemli olarak etnik ve kültürel soykırım başlattı. Bölgenin büyük bir bölümünü askeri bölge haline getirip sıkıyönetim ilan edildi. Köyler arasında geliş-gidişler izne bağlandı, Türk azınlığın pasaportlarına el konuldu. Türklerin hukuki, siyasi, kültürel ve dini haklarının kısıtlanması ibadetlerine izin verilmemesi gibi yoğun baskılar sonucu 400 bin Türk bölgeyi terk etmek zorunda kaldı.

10. Bulgarların Türklere karşı uyguladıkları Etnik ve Kültürel Soykırım
1970-89 yılları arasında Bulgar hükümeti Bulgarlaştırma adı altında ülkede yasayan 1,5 milyon Türk, Pomak ve Çingeneye karşı bir asimilasyon kampanyası başlattı. Ülkede yasayan 310 bin Türk'ün isimleri polis zoruyla Bulgar ve Hıristiyan isimleriyle değiştirildi. Türkçe eğitim veren okullar, üniversitedeki Türk filolojisi bölümleri, Türkçe gazeteler ve camiler devlet emriyle kapatıldı. Çocukların sünnet ettirilmesi yasaklandı. Çocuklar bu yasağa rağmen sünnet ettirilip ettirilmediğini kontrol edilmek için zorla sağlık merkezlerine gönderildi. Mezar taşlarının üzerindeki Türkçe isimler yüzünden mezarlar yıkıldı, talan edildi. Türklerin Türk motifli giysiler giymeleri yasaklandı. Bu baskılara dayanamayıp protesto gösterileri yapan Türklerin üzerine askeri birliklerce ateş acildi. 1.000 Türk Belene'deki toplama kampına gönderildi. Baskıların giderek artması sonucu 360 bin Türk zorunlu olarak Türkiye'ye göç etmek zorunda kaldı.

11. Amerikalıların Irak'ta yaptıkları Soykırım
Felluce'de 1500 sivilin sokaklarda öldürülüp çürümeye terk edildi, cesetlerin köpekler tarafından yenilmeye başlandı ve 250 bin kişi bölgeden sürüldü. Bununla yetinmeyen ABD, Irak’a özgürlük getirme bahanesiyle, 100 binin üstünde sivil halkı, katletti. Fransız, İngiliz ve Almanlar başta olmak üzere bütün AB ülkelerinin Felluce soykırımı karşısında kayıtsız kalmışlardır. Birleşmiş Milletler de kendi soykırım tanımına giren insanlık suçlarına karşı ses çıkarmamıştır.

20. Yüzyıldaki Etnik ve Kültürel Soykırımlar
1- Jozef Stalin (SSCB, 1934-39) 13,000,000 mülteci-100 binlerce ölü.
2- Adolf Hitler (Almanya, 1939-1945) 12,000,000 mülteci kamplarda 2 milyon ölü-kayıp.
3- Mao Tze Dong (Çin, 1966-1969) 11,000,000 kişiye kültürel asimilasyon-toplama kamplarında sayısı belli olmayan kayıplar.
4- İspanyol ve Amerikalı Kaşifler (1492-1800) 7,972,000 ölü- kayıp.
5- Hideki Tojo (Japonya, 1941-1944) 5,000,000 ölü-kayıp.
6- Pol Pot (Kamboçya, 1975-1979) 1,700,000 ölü.
7- Kim Il Sung (Kuzey Kore, 1948-1994) 1.600,000 mülteci ve toplama kamplarında ölü-kayıp.
8- Menghitsu (Etopya, 1975-1978) 1,500,000 ölü-kayıp.
9- Charles DeGaulle (Cezayir, 1954-1962) 1,000,000 ölü-kayıp.
10- Yakubu Gowon (Biafra, 1967-1970) 1,000,000 ölü-kayıp.
11- Leonid Brezhnev (Afganistan, 1979-1982) 900,000 ölü-kayıp.
12- Jean Kambanda (Ruanda, 1994) 800,000 ölü-kayıp.
13- İngiliz Krallığı (Avustralya, 1849-1938) 719,000 ölü-kayıp , 100 bin mülteci.
14- Suharto (Doğu Timor, 1976-9 600,000 ölü-kayıp.
15- Saddam Hüseyin (Iran ve Kuzey Irak 1980-1990) 600,000 ölü-kayıp.
16- Yahya Khan (Pakistan, 1971 ve Banglades,1990) 500,000 ölü- kayıp.
17- Savimbi (Angola, 1975-2002) 400,000 ölü-kayıp.
18- Molla Ömer - Taliban (Afganistan, 1986-2001) 400,000 ölü- kayıp.
19- Idi Amin (Uganda, 1969-1979) 300,000 ölü-kayıp.
20- B.Mussolini (Etiyopya,Yugoslavya 1936) 300,000 ölü-kayıp.
21- Danimarka (Danimarka 1945) 250,000 Alman Mülteci ölüme terk edildi.
22- Mobutu Sese Seko (Zaire, 1965-1997) 250,000 ölü-kayıp, 200 bin mülteci.
23- Charles Taylor (Liberya, 1989-1996) 220,000 ölü-kayıp.
24- Foday Sankoh (Sierra Leone, 1991-2000) 200,000 ölü-kayıp.
25- Amerika (Almanya Dresden,1943-1945) 200,000 sivil ölü (Dresden'e sığınan siviller).
26- S. Milosevic (Yugoslavya,1992-96) 180,000 ölü-kayıp.
27- Michel Micombero (Burundi, 1972) 150,000 ölü-kayıp.
28- Amerika (Hiroşima-Nagazaki 1944) 135,000 ölü (atom bombası).
29- Almanya (Namibya 1891) 117,000 ölü-kayıp, 15 bin mülteci.
30- Hassan Turabi (Sudan, 1989-1999) 100,000 ölü-kayıp.
31- Richard Nixon (Vietnam, 1969-1974) 70,000 ölü-kayıp.
32- Papa Doc Duvalier (Haiti, 1957-1971) 60,000 ölü-kayıp.
33- Marcos (Filipinler) 50,000 ölü-kayıp.
34- Hissene Habre (Çad, 1982-1990) 40,000 ölü-kayıp.
35- Vladimir Ilich Lenin (Rusya, 1917-1920) 30,000 muhalif infaz edildi.
36- Francisco Franco (İspanya) 30,000 muhalif infaz edildi.
37- Lyndon Johnson (Vietnam, 1963-1968) 30,000 ölü-kayıp.
38- Hafiz Esad (Suriye 1980-2000) 25,000 ölü-kayıp.
39- Khomeini (Iran, 1979-1989) 20,000 ölü-kayıp.
40- Eski Yugoslavya (1995 Bosna-Hersek) 15 ölü, 7500 kayıp, 45 bin mülteci.
41- Paul Koroma (Sierra Leone, 1997) 6,000 ölü-kayıp.
42- Usama bin Ladin(Dünya çapında,1991-2001) 4,000 ölü-kayıp.
43- Augusto Pinochet (Chile, 1973) 3,000 ölü-kayıp.
44- Efrain Rios Montt (Guatemala) 2,000 ölü-kayıp.
45- Sierra Leone 80,000 mülteci, kayıp rakamı belli değil.
46- Kıbrıs Cumhuriyeti (1912-1974) 25,000 sivil mülteci, 1000'ni aşkın ölü, 100 İngiliz ölü.
47- Yunanistan (Bati Trakya,1923-1990) 400,000 mülteci evlerini terk etti.
48- Bulgaristan (1970-1989) 360,000 mülteci kültürel asimilasyon sonucu evlerin terk etti, 1000 kişi toplama kamplarına alındı.
49- Norveç (1920-1930) Tatar göçmenleri kısırlaştırma ve toplama kamplarında izole etme.
50- ABD –Felluce (2004) Devam ediyor..


Kaynak: http://www.msxlabs.org/forum/siyasal-bilimler/100308-dunyadaki-soykirimlar-ve-tarihleri.html#ixzz3YOhUb700

Rus Soykırımı

 Rus Soykırımı

 
Seyfi ŞAHİN
Çerkezler

Geçen hafta sonu Türkiye'deki Çerkezler Kafkaslardan sürülüşün 141. yıl dönümünü andılar. Samsun'da yapılan törende Kafkaslar'dan gelişi canlandırarak, Rus soykırımını kınadılar. Bildiğiniz gibi, 1866 yılında Ruslar 1 milyon 700 bin Çerkez ve Kafkas halkını topraklarından sürdü. Onları yersiz yurtsuz bıraktı. Yüzbinlerce insanı anasından, babasından, eşinden ailesinden kopararak Osmanlı topraklarına gönderdi. Bu büyük göç sırasında yine yüz binlerce insan yollarda, aç, susuz, izdiham ve fırtınadan batan gemilerde telef oldu. Kafkaslardan sürülen, avarlar, çerkezler, kabartaylar, hatukaylar,Çeçenler, abhazlar çok acı çektiler.

Bunların suçu müslüman olmak ve yurtlarında kendi milli hayatımını bağımsızca sürmekti. Kahraman Şeyh Şamil komutasındaki Kafkas Müslümanları 40 yıl Moskova'ya karşı ayaklandı milli bağımsızlığını ilan edip mücadele etti. Birçok Rus çarı geldi geçti, fakat Şeyh Şamil mücadelesini bırakmadı. O sırada halife olan Osmanlı padişahı bunlara gizli yardım yaptı. Ancak Osmanlı'nın da başından bela hiç gitmedi. Kendi iç ve dış düşmanlarla durmadan mücadele etmek zorunda idi. Osmanlı devletinin tepesi Masonlarla işgal edildiği için, Osmanlı padişahları hiç dıştaki Müslümanlara ilgi gösteremedi.Hep kendi gafilleri ile uğraştı.

Ruslar sabıkalı

Dünyada en çok soykırım yapan millet Ruslar'dır. Rus Çar'ı Korkunç İvan'dan beri ruslar çevrelerindeki halkları rahatsız etmişler, onları çeşitli bahanelerle ezmişler. Soykırım yapmışlardır. Onlar İsveç halkına, Polonya halkına yapmadıklarını bırakmamışlardır. Ama Ruslar'ın en çok soykırım yaptığı millet Türkler'dir. 1640 yılında Kazan hanlığı'nı işgal ettiklerinde Kazan hanı kahraman Süyun bike hatunu ve yüz binlerce tatar yiğidini kılıçtan geçirdiler. Yine yüz binlerce Türk'ü doğuya sürdüler.

Önü açılan İvan, astragan ve sibir hanlığını da işgal ederek Kuzey Türk topraklarını çiğneyip, Kamçatka'ya ve pasifik Okyanusu'na kadar bütün toprakları işgal etti. Tatar, Kazak, Kırgız, Altay, Tuva ve Yaka (saka) Türklerini, Moğolları ve diğer yerli halkları imha ettiler. O bölgelere Rus nüfus yerleştirdiler. Yalnız Çukçilere baş gelemediler. Fakat onları da dünyadan tecrit edip köşeye attılar.Ruslar batıda da Türkler'i imha etmeye devam ettiler.

1760 yılından başlayıp kaybettiğimiz bugünkü Ukrayna, Moldovya ve Kırım topraklarında şehirleri içinde asker ve halkla beraber yaktılar. Hacıbey (Odesa) da bir günde 25 bin Türk'ü katlettiler. İaşi ve diğer şehirleri, yok ettikleri haberi alan birinci Abdülhamit bu ızdıraba dayanamayıp, felç oldu (İnme-nüzül) ve tahtında vefat etti. Bugün Baserabya denen Türkçesi bucak olan ovalarda hala Türk kanı akıyor. Çeşmeler, kuyular, yıllarca bu topraklarda Türk kanı bulundurdu. 1812, 1930, 1876 Osmanlı Rus savaşları sonrası Dobruca'da, Balkanlar'da, Ruslar hem askerleri ve hem de yerli ahaliyi soykırıma tabi tuttu. 1915'te Birinci Dünya Savaşı sırasında Azerbayacan ve Anadolu'ya işgal eden Ruslar, Ermenilerle beraber halkı katletti. Y

üz binlercesini de sürdü. Bugün Kayseri ve Orta Anadolu'da hala 93 muhaciri denen bir topluluk vardır. Köyler ve kasabalar vardır. Daha dün 1945 yılında stalin başkanlığındaki Ruslar, Kırım'da hiçbir Türk bırakmadı. Bunları hayvan vagonlarına doldurarak Sibirya'ya ve diğer bölgelere gönderdi. Bunların % 60 - 70'i yollarda öldü. Ahıska Türklerini Gürcistan'dan sürdü çıkardı. Onları vatanından etti. Hasılı Ermeni soykırımını kabul eden Rus parlamentosu alt kanadı Duma'ya ve Rus yöneticilerine bir dosya halinde Rusların Türkler'e yaptığı soykırımı gösteren ve bütün dünyaya bunu anlatan bir devlet kurum olmalı ve herkesin kendi kanlı tarihini gözler önüne sermelidir. Hatta 1640 yılında İngilizlerle Ruslar arasında yapıldığı iddia edilen (Alman istihbarat kaynakları) Türkleri imha anlaşması da onlara hatırlatılmalıdır.


http://www.os-ar.com/modules.php?name=News&file=article&sid=240226

Sovyet Ruslar’ın Soykırım Haritası


        
Ukrayna, Sovyetler zamanında 1932-1933 açlık yıllarını soykırım olarak tanıyor ve devlet çapında anıyor. Moskova ise açlık yıllarının soykırım olduğunu kabul etmiyor. Bu arada Sovyetler’in gerçekleştirdiği katliâmlar sadece Ukrayna’dakiler değil. Sürgün, açlık ve soykırım gibi daha dehşet verici ve daha korkunç olaylar Sovyetler zamanında sıkça gerçekleştirildi. Ancak bunlar unutturulmuş vaziyette. İşte Sovyetler’in soykırım haritası:



Çeçenler ve İnguşlar

28 Şubat 1944 yılında Çeçen-İnguş Cumhuriyeti’nin tüm halkı trenlere bindirilip belirsiz yerlere sürgün edilir. Yolculuk bitince Kazakistan’a vardıklarını anlarlar.

Devlet Güvenlik Komisyonu 1 Mart’ta operasyondan sonra Stalin’e şöyle rapor verir:

”Operasyon 23 Şubat’ta başladı. Dağlarda yaşayan halk hariç tüm köylerin ve şehirlerin halkı sürgün edildi. 29 Şubat’a kadar 478.500 kişi trenlere bindirilip sürülecekleri yerlere gönderildi. Aralarında 91. 250 İnguş da vardı. Galançoj bölgesinde yoğun kar yağışından dolayı yaklaşık 6000 kişi sürgün edilmemiş halde. Onları da iki gün içinde sürgüne tabi tutacağız.”

12,5 bin kez tren seferi gerçekleştirildi. Yolculuk sırasında 37 bin kişi hayatını kaybetti. NKVD raporunda ise ölenlerin sayısı gerçek sayının yarısı idi. Boşaltılan cumhuriyet Sovyetler’in haritalarından silinmiş oldu ve toprağı Dağıstan, Kuzey Osetya ve Stavropol arasında dağıtıldı.

İkinci Dünya Savaşı’nda savaşanlar da sürgünden geri tutulmadı. Hatta cephelerinden çağrılıyor, madalyaları geri alınıp aileleri gibi sürülüyorlardı. Asker oldukları için son olarak sürgün edilmeleri belki de yegane “üstünlükleri”.

Sürgün esnasında ölenlerin cesetleri trenlerden direk yola fırlatılırdı. İslam kanunlarına göre defnedilmeleri için halk yakınlarının cesedlerini saklıyorlardı. Vagonlardan atılan cesetler aç hayvanlara yem ediliyordu.

 
 
 
Balkarlar

8 Mart 1944’de tüm Balkar köyleri, NKVD(Sovyet) polisleri ve Kızılordu askerleri tarafından çembere alındı. Çoluk çocuk, kadın erkek, işbirliği yapan yapmayan ayırt edilmeden 37.700 Balkar Müslümanı iki saat içinde Kazakistan ve Kırgızistan’a sürgün edilmiştir.

Sürgüne tabi olmuşların %52’si çocuk, %30’u kadın ve %18’i de erkekti. Aralarında İkinci Dünya Savaşı’na katılanlar olması da zalimleri durdurmadı. On üç sene devam eden sürgünde Balkarlar’ın yarısı açlık ve soğuktan ölecekti. Vatanlarına geri dönme saadetine herkes erişemiyeceklerdi.

Gazeteci Kazbek Gekkiyev’in nine ve dedesi vatanlarına dönenlerdendir. Ne garip ki gazetecinin dedesine Sosyalist Hizmeti Kahramanı madalyası da verilecektir daha sonra. Kazbek dedesinin söylediklerinden sürgüne tabi olanların yaşadıklarını şöyle anlatıyor:

”Dedem 8 Mart’ı dün olmuş gibi hatırlıyor. Sabah saat beşte Çerek bölgesindeki dağlar arasında bulunan beş köyün halkını trenlere bindirip Kırgızistan’a yolluyorlar. Yanlarına 50 kilo eşya alma izni veriliyor. Ancak iki saat içinde ne toplamak mümkün ki? Mevsim yaz olduğu için halkın evinde yiyecek de az. Böylece 18 gün süren yolculukta o vagonda 500’den fazla kişi hayatını kaybediyor.

Kırgızistan’a varınca halkı ıssız bir kırda bırakıyorlar. Olaydan haberdar olan farklı köylerin halkı, ailelerinde erkek olan Balkarları tarlada yardımcı olurlar diye evlerine almışlar. Ninemin ailesi sadece kızlardan ibaretti. İşe yaramaz olacak diye ninemin ailesi kırda tek başına kalıyor. Sonra birileri pamuk toplamaya olsa da yardım edersiniz diye aileyi almışlar. Böylece ninemin ailesi 13 sene yeni yuvada kalmışlar.”




Kırım Türkleri

18 Mayıs 1944 sabahı Kızıl Ordu, Kırım’da ev ev dolaşıp herkesin elinde taşıyabilecek kadar eşyalarını alıp meydana çıkmalarını emretti. Kırım’ı terk etmek istemeyenler aynı meydanda kurşuna dizilmişti. 18 Mayıs’ta başlayan sürgün iki gün boyunca devam etti. 20 Mayıs 1944’te Kızıl Ordu komutanlarından Kubulov’un raporuna göre 180 .014 Kırım Türk’ü Özbekistan’a sürgün edilmiştir.

Bir Kırım Türk’ü anlatıyor:

“Özbekistan’a sürülmüştük. Kış mevsimi, soğuk havada dört yanımız açık, bekliyorduk. Annem ölmüştü. Aç olduğumuzdan toprağı derin kazamadık ve öylece defnettik. Yaza doğru cesetler taştı. Tekrar gömdük. Güçsüz olduğumuz için fazla derine gömemiyorduk ve bu sebebden cesetler devamlı toprak yüzüne çıkıyordu. Annemi 5-6 kez gömdüm.”

Tüm bunlar Sovyet tarihinin küçük birer misâlidir. Sovyetler zamanında sürgün edilmiş halkların sayısı ondan fazladır: Koreliler, Azeriler, Almanlar, Karaçaylar, Kalmıklar, Çeçenler, İnguşlar, Balkarlar, Kırım Türkleri, Ukrainler, Ahıska Türkleri vs.


Sovyetler sürgüne bahane olarak yerleşik Müslümanların Sovyetler’e ihânet ettiklerini öne sürmüşlerdi. Fakat kendi saflarında savaşan Müslüman askerleri dahi sürgüne göndermişlerdi. Sürgünlerden önce ise komünizmin yerleştirilmesi adına milyonlarca Müslüman suni açlıklara maruz bırakılarak katledilmişlerdi. On milyonları bulan bu Müslüman soykırımları henüz yeteri kadar bilinmiyor. Bilinen kısımlarımda ise Çerkesler örneğinde olduğu gibi her kavim kendi soykırımını duyurmaya çalışırken diğerleri hakkında sessiz kalıyor.



Ahıska Türkleri

Stalin’in Karadeniz’i Türksüzleştirme faaliyetlerinin mağdurlarından biri de bugün Gürcistan sınırları içinde kalan Ahıska Türkleri idi. Mevlana Mahmud Efendi Hazretleri’nin de mürşidi olan Ali Haydar Efendi Hazretleri’nin toprakları…

14 Kasım 1944’de Batı Türkistan’a sürüldüler. Yine Ahıska’nın erkekleri zorla cebheye sürülmüş hâlde idi.  250 bin Osmanlı tebaasından Türk’ün binlercesi sürgün yolunda can verdi. Sürgünün ardından Ahıska Türkleri, 1989’da da yine bir Moskof hilesi ile Özbekistan’da kardeş kavgasına maruz bırakıldılar ve tekrar 100 binlerce kişi göç etmek zorunda kaldı. Çalışkanlıkları ile bilinen Ahıska Türkleri bugün Gürcüler’in çıkardığı zorluklardan sebeb özvatanlarına dönememektedir. Bugün başta Azerbaycan ve Kazakistan olmak üzere 12 farklı ülkeye dağılmış vaziyetteler.

http://www.furkanhaber.com/sovyet-ruslarin-soykirim-haritasi/

Fransa\'nın Cezayir ve Ruanda\'daki soykırım tarihçesi

Fransa\'nın Cezayir ve Ruanda\'daki soykırım tarihçesi
Fransa\'nın Cezayir ve Ruanda\'daki soykırım tarihçesi

1954’ten 1962 yılına kadarki Cezayir bağımsızlık mücadelesinde 1 milyon Cezayirli hayatını kaybetti. Ruanda\'da ise Fransızların katliama göz yumması yüz binlerce kişinin hayatına mal oldu.

Ömer Aymalı / Tarih Dosyası / Dünya Bülteni
Fransa, Türklerin 1915 tarihinde Ermenilere soykırım yaptığı iddiasında ısrarlı. 2001 yılında Fransız Meclisi Ermenilere karşı soykırım yapıldığı iddiasını kabul etmişti. 22 Aralıkta ise Fransa Meclisi bu görüşün aksini ifade etmeyi suç sayan bir tasarıyı görüşecek ve eğer kabul edilirse Fransa’da Ermeni soykırımı yoktur yönünde görüş ifade edenler kendilerini hakim karşısında bulacaklar.Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy'nin yaklaşan seçimler öncesi konuyu bu şekilde tekrar gündeme alması üzerine Başbakan Erdoğan dün yaptığı açıklamada "Soykırım görmek isteyenler dönsünler ve kendi kirli kanlı tarihlerine baksınlar… Eğer Fransız Ulusal Meclisi tarihle ilgilenmek istiyorsa, gitsin, Afrika'da yaşananları, Ruanda'yı, Cezayir'i aydınlığa kavuştursun..” şeklinde karşı atağa geçti.
Peki başbakanın dile getirdiği Cezayir ve Ruanda’da ne olmuştu ?
Fransa 1830 yılında Cezayir’i işgal etmişti.1962 yılında Cezayir bağımsızlığını kazanana kadar, Fransa, Cezayir’i Fransızlaştırmak için kültürel bir asimilasyona tabi tuttu. Amaç bir Fransız Cezayir’i yaratmaktı. 19.yy’ın sonlarında bir milyona yakın Fransız Cezayir’e yerleştirildi. Göç eden Fransızlara önemli imkanlar sağlandı Göç bu şekilde teşvik edildi. Tabiî ki Fransızların bölgeye göç etmesi, Cezayirlilerin işsizlik noktasındaki sıkıntılarını daha da artırdı. Bu durum ise Cezayir’den Fransa’ya tersine bir göç hareketi başlattı. Fransızlar aslında böylece istediklerini elde etmeye başlamıştı.
I.Dünya savaşından sonra Cezayir’de Fransız egemenliğine karşı milli bir mücadele yaşandı. Bu mücadelenin önderliğini ise Şeyh Abdullah Ben Badis yaptı. Şeyh Abdullah’ın şu ifadeleri Cezayir mücadelesinin sloganı oluyordu : İslam benim dinim,Arapça benim dilim ve Cezayir benim vatanım.” Şeyh Abdullah’a karşı Fransa’nın tepkisi sert oldu. Tutuklandı. Camilerde vaaz vermesi yasaklandı. Böylece bu mücadele bastırılmaya çalışıldı. Bu tedbirlerin ardından II.Dünya savaşının da başlaması mücadeleyi yavaşlattı. Çünkü Fransa Cezayirlilerin savaşta kendi yanlarında olması karşılığında savaş sonunda özgürlüklerine sahip olacakları vaadinde bulunmuştu.

Fransız ordusu karadan ve havadan saldırdı: Setif katliamı
Savaşın sona ermesinin ardından Cezayirliler hem savaşın galibiyetini kutlamak için hem de özgürlükleri için ellerindeki bayraklarla Setif ketinde büyük bir gösteri yaptı. Ancak Fransa’nın bu gösteriye verdiği tepki insanlık tarihinin trajik günlerinden birini Cezayirlilere yaşattı. Fransız ordusu havadan ve karadan bölgeye saldırı düzenledi. Birkaç gün süren bastırma harekatında 45 bin kişi hayatını kaybetti. Bu katliam Cezayir’de yeni bir süreci başlattı. Cezayir Kurtuluş Örgütü adıyla ortaya çıkan bir grup hem siyasi hem de askeri olarak mücadele etmeye başladı. 31 Ekimde 1954’te Fransa’ya karşı büyük bir ayaklanma başlatıldı.
Ancak bu ayaklanmaya Fransa geniş çaplı tutuklamalar ve askeri bir harekat ile karşılık verdi. 500 bin kişilik bir Fransız askeri gücü Cezayir’e gönderildi. Fransa ele geçirdiği direnişçilere karşı büyük bir işkence uygulaması yaptı. Binlerce kişi herhangi bir yargılama yapılmadan idam edildi. Fransızlar bölgede kalabilmek için her türlü işkence ve saldırıdan geri durmadılar. Ancak tüm bunlar Cezayir’in Fransa’ya karşı direnişini artırdı. Bu arada dışarıda Cezayir Cumhuriyeti Geçici hükümeti kuruldu. Tüm bu gelişmeler Fransa’da da siyasi bunalıma sebep olmaya başladı. Fransa’nın Cezayir halkının direnişine karşı yapacak bir şeyi kalmamıştı. Nihayetinde Fransa Cezayir’de bağımsızlığın yolunu açacak referandumun yapılmasını kabul etti.Yapılan referandumda halkın tamamına yakını bağımsızlık yönünde oy kullandı. Böylece Cezayir Fransız sömürgesi olmaktan kurtuldu, bağımsızlığını elde etti. Ancak 1954’ten 1962 yılına kadarki bağımsızlık mücadelesinde 1 milyon Cezayirli hayatını kaybetti.

Raunda da vahşeti yaşadı
Raunda ise Afrika’nın ortasında bir ülke. Avrupalıların sömürgecilik faaliyetlerinin vahşice yaşandığı yerlerden biri. I.Dünya savaşı sonrasında Belçika’nın payına düşen Raunda doğal kaynaklar açısından zengin bir yer değildi. Kahve üretiminin dışında önemli bir üretimi yoktu. Belçikalılar halkı zorlayarak kendi ihtiyaçlarının fazlası olarak üretim yaptırdılar.Ruanda halkının yüzde 90’ı Hutu,yüzde 9’u Tutsi,yüzde 1’i Pigme kabilesinden oluşmaktaydı. Bu kabileler yüzyıllardır beraberce yaşamışlardı, aralarında herhangi bir ayrımcılık söz konusu değildi. Ancak Belçika kalabalık Ruanda’yı kolay bir şekilde yönetmek için bu iki kabile arasında suni bir ayrımcılık oluşturmaya çalışmıştır. Belçika azınlıkta olan Tutsileri ülkede ayrıcalıklı bir konuma getirerek Hutuların nefretlerini kazanmalarına sebebiyet verdi. Belçika sömürge yönetimi Tutsilerin, Hutulara göre üstün olduklarını, Hutuların aşağı bir ırk olduklarını savundular. Eğitim öğretimde Tutsiler öncelikli hale getirilirken, Hutular eğitimden uzak tutulmaya çalışıldı. Bu uygulamalar sonuç olarak iki halkı birbirinden uzaklaştırarak birbirine düşman haline getirmeye yetti.

Satırlar ve sivri sopalarla Tutsi avı
II.Dünya savaşından sonra sömürge yönetimleri bir bir sona ererken bunlardan biri de Ruanda’daki Belçika yönetimiydi. 1962 yılında Raunda bağımsızlığını ilan etti. Ülkede yapılan seçimleri çoğunlukta olan Hutular kazandı. Bu ise yaklaşan tehlikenin ayak sesiydi. Hutulara dayanan hükümet de Tutsileri sürgünü zorladı.Tutsilerin önemli bir bölümü komşu ülkelere sığınmak zorunda kaldılar. Bu arada Çin’e yüz binlerce satır siparişi verildi. Satır verilemeyenlere ise sivri uçlu sopalar verildi. Her şey katliama hazırlık içindi. Fanatik Hutulara ise bu fırsatı Hutu asıllı Raunda Devlet Başkanının uçağının 6 Nisan 1994’te düşürülmesi verdi. Hutular ülkede Tutsi avına çıktılar. Birkaç ay içinde 600 bin insan katledildi.
Katliamın boyutlarının genişlemesi üzerine komşu ülkelerde örgütlenmiş olan Tutsiler saldırıya geçti ve başkente kadar ilerledi. O güne kadar katliama tepki vermeyen Fransa bu gelişme üzerine katliama göz yuman katkı sağlayan Hutu hükümetine askeri destek vermeye başladı.Bu destekle beraber katliama uğrayan Tutsilerin ve yine bununla beraber ılımlı Hutuların sayısı 800 bine kadar yükseldi. Belçika’nın sömürge yönetimini kolaylaştırmak için yaptığı ayrımcılığın sonu Fransa'nın da katkılarıyla böyle bir vahşet oldu.
Kısacası Türkiye’de 1915 yılında yaşananlar tarihçiler tarafından tabiî ki en objektif şekilde araştırılsın ancak bunun siyasi bir tartışma konusu yapılması, oy kazanmak için sömürülmesi başta Ermeniler olmak üzere kimseye fayda getirmeyecektir. Bu arada yukarıda verdiğimiz iki örnek denizde damla misali. Tarihçiler için Avrupa ve onun sömürge tarihinde araştırılacak buna benzer sayısız örnek var.

http://www.dunyabulteni.net/?aType=haber&ArticleID=188489

Kazım Karabekir'in Kızından 'Soykırım' İddialarına Tokat Gibi Yanıt

Kazım Karabekir'in Kızından 'Soykırım' İddialarına Tokat Gibi Yanıt

Kazım Karabekir'in kızı Timsal Karabekir Yıldıran, Ermeni soykırım iddialarını eleştirerek "Eğer Osmanlı bir soykırım yapmaya niyetlenseydi, Hitler gibi onların hiçbir şeyiyle ilgilenmezdi" dedi.

Kazım Karabekir'in Kızından 'Soykırım' İddialarına Tokat Gibi Yanıt


Kazım Karabekir'in kızı Timsal Karabekir Yıldıran, 1915 olaylarının 100. yılında yeniden dillendirilen sözde Ermeni soykırım iddialarını eleştirerek Ermenilerin dış güçler tarafından maşa olarak kullanıldığını söyledi. Sözde soykırım iddialarına karşı babasının hatıralarıyla yanıt veren Yıldıran, "Bu bir oyundur. Bu bir böl, parçala yut oyunudur. Yarın öbür gün bizi birbirimize düşürmek için başka konularda kullanılacaktır" dedi.
BELGELER TERSİNİ SÖYLÜYOR
1915 olaylarının 100. yıldönümünde, sözde Ermeni soykırım iddiaları yeniden gündeme geldi. Özelikle, Katoliklerin ruhani lideri Papa Francis'in 'soykırım' ifadesini kullanması Türkiye'de tepkilere yol açtı. Genelkurmay Başkanlığı'nın arşivleri ve belgeleriyse, olayların 100. yılında, Ermeni çetelerinin o dönemde yaptığı zulmü ortaya koyuyor.

Kurtuluş Savaşı'nın önemli kahramanlarından Kazım Karabekir'in hatıraları da, Ermeni çeteleri tarafından yapılan zulmü ve binlerce masum insanın olaylar sırasında öldürüldüğünü doğruluyor. Kazım Karabekir'in kızı Timsal Karabekir Yıldıran da yaşananlara tepki gösterdi. İstanbul'da sessiz sakin bir hayat sürdüren ve gittiği her noktada soykırım olmadığını belgelerle, babasının yazdıklarıyla yalanlayan Karabekir, babasının adına açılan Kazım Karabekir Paşa Müzesi'nde İhlas Haber Ajansı (İHA)'na özel açıklamalarda bulundu.
"ERMENİLER İHANET ETTİ"
İddiaların oyun olduğunu anlatan Timsal Karabekir Yıldıran, Ermenilerin Osmanlı Devletine ihanet ettiğini söyledi. Ermeni çetelerinin o yıllarda binlerce insanı katlettiğini aktaran Yıldıran, soykırım iddialarına karşı babasının hatıratlarından cevap verdi. Karabekir, bir oyun oynandığını belirterek şunları söyledi: "Bu bir böl, parçala yut oyunudur. Yarın öbür gün bizi birbirimize düşürmek için başka konularda kullanılacaktır. Bu vatandan toprak alıp, bu vatanı zayıflatmak için bir takım insanların oyunudur zincirin bir halkasıdır Ermeni konusu. Ermenilerin ilk Başbakanı Kaçaznuni diyor ki; 'Biz ihanet ettik. Osmanlı tehcirde haklıydı. Çünkü biz ihanet ettik.' Bunu kendi Başbakanları söylüyor. Osmanlı Balkanlarda can veriyor, kan veriyor, Osmanlı Sarıkamış'ta can veriyor. Osmanlı toprak kaybediyor ve bu sırada Osmanlı'nın sadık teba diye bağrına bastığı Ermeni vatandaşlar Ruslarla bir olup Türk'ü Osmanlıyı sırtından vuruyor. İşte Osmanlı, o zaman sen vatanın o yöresinde muzurluk ediyorsun, seni vatanın başka bir yöresine göç ettiriyorum. Tehcir bu demek ve açın Osmanlı arşivlerini açtığımız zaman her kafileye doktor verilsin, her hamile kadına süt verilsin döndükleri zaman borçları ertelenmiş olsun. Eğer Osmanlı bir soykırım yapmaya niyetlenseydi ne sütüyle, ne doktoruyla ne de borcuyla ilgilenmezdi. Hitler ilgilenmedi Musevinin borcuyla sütüyle o soykırımdı."
"CANLI CANLI KAZIĞA OTURTULDU"
Ermeni diasporasının amacının 4t'den oluştuğunu ifade eden Kazım Karabekir'in kızı Timsal Karabekir Yıldıran, Ermeni çetelerinin yaptığı zulümlere de değindi. Babasının gördüğü manzarayı paylaşan Yıldıran, sözlerini şöyle sürdürdü: "Babamın anılarında çok çarpıcı çok yürek kanatacak anılar var. 'Erzurum'a o kadar çok yaklaştım ki, zaten biraz daha geç kalsam içeride kurtaracak can bulamayacaktım' diyor. Sanki mezarlıklar ölüleri dışarıya fırlatmış gibiydi diyor. Kollar, bacaklar mezarların dışındaydı. Ve o kadar yaklaştım ki Erzurum'a insanlar gülerek beni karşılıyorlar dişlerini görecek mesafedeyim. Biraz daha yaklaştığım zaman ortada bir gayrı tabiilik hissettim bu insanlar hiç kımıldamıyordu. Biraz daha yaklaştığım zaman dehşetle gördüm ki her biri Ermeniler tarafından canlı canlı birer kazığa oturtulmuştu. ve ızdıraptan kasılmıştı çehreler öylece can vermişlerdi. Bizim vatanımızda bizim canlarımız işte böyle can verdi. Gerek diaspora çok maksatlı devletler, maalesef bu acıyı özelikle 4t'nin peşindeler. Tanıma, tanıtma, toprak, tazminattır. Ama tarihini yeteri kadar bilmeyen, tarihine yeteri kadar sahip çıkmayan bir takım insanımızda onlara alkış tutuyor."
"ESAS YOK EDİLMEYE ÇALIŞILAN TÜRKLER"
Timsal Karabekir Yıldıran, sözde Ermeni soykırım iddialarında uydurma raporlar oluşturulduğunu ifade ederek, Ermenilerin dış güçler tarafından maşa olarak kullanıldığını dile getirdi. Timsal Karabekir, Sarıkamış faciasında Ermenilerin ihanetinin görüldüğünü belirterek sözlerini şöyle sürdürdü: "Ruslara diyorlar ki 'Türklere takviye gelmedi çekilmeyin' Bu bile başlı başına bu ihanet bile tehcire neden olabilirdi ki bunun yanında çok büyük ihanet görüyoruz. O Van faciası Van yakılmış, yüzlerce binlerce insanımız gerçekten hunharca öldürülmüş. Sadece Van değil Erzurum, Erzincan her yerde maalesef o acıları görüyoruz. Esas yok edilmeye çalışanlar öz yurtlarında Türklerdi, Türkler Ermenilere kötü davranmamıştır. Ama uydurma raporlarla maalesef insanlar bize yapılanları raporlamış ve ortaya çıkıyorlar. Özür dilediğin zaman arkasından toprak ve tazminat diyecekler. Özür niçin dileyeceksin kazığa oturttular o insanın evladı torunu olsan özür diler miydin Ermeni'den? Kazım Karabekir ile Ermeni Başdelege arasında şöyle bir konuşma geçer, ufacık boyunla koskoca Osmanlı'ya nasıl karşı geldin dediği zaman, Ermeni Başdelegenin cevabı birebir bugünün adresidir. "Aldatıldık paşam. Emperyalist güçler bize vaatlerde bulundu. Bütün Doğu'yu bize vaad ettiler. Bundan böyle Sevr'deki haksız iddialarımızı geri çekiyorum" Yani o günkü Ermeni Başdelege bile nasıl bir maşa olarak kullanıldığını, Ermenileri emperyalist güçlerin maşa olarak kullanıldığının aynen bugün gibi farkında."
"ERMENİ ÇOCUKLARA SAHİP ÇIKTI"

Timsal Karabekir Yıldıran, babası Kazım Karabekir'in çocukları çok sevdiğine de değinerek, Ermeni çocuklarına sahip çıktığına dikkat çekti. Ermeni çocuklarının Kazım Karabekir Paşa'ya bir kara kalem portresini hediye ettiğini vurgulayan Yıldıran, "O iğrenç yalana, o sözde soykırım yalanına başlı başına bir belgedir" dedi.

19 Nisan 2015 Pazar

Dünya Tarihinin En Ünlü 12 Efsane Korsanı

Hepimiz en azından bir korsan filmi izlemişizdir. Hatta birçoğumuz şu an “Black Sails”e fena durumda bağlanmış durumda. Peki kim bu korsanlar ve izlediklerimizin kaçı gerçekten var oldu? İşte dünyaya başkaldırmayı ve dünyanın güçlü donanmalarına karşı savaşmayı göze almış, efsanelere konu olmuş bu savaşçıların en ünlüleri.

1. Dudak Sevdalısı, Doğuştan Korsan: Edward Lowe

edward lowe
1600’lerin sonunda Londra’nın Westminster bölgesinde doğan Edward Lowe, daha yaşamının ilk yıllarında yankesicilik yapmaya başladı. İngiltere’de tutunması zor gözüken bu gözü pek genç daha iyi bir yaşamdan ziyade, işlediği suçlardan kaçmak için Boston’a göç etmek zorunda kaldı.
Hayatına sıfırdan başlamak ümidi ile düzgün bir yerde çalışmaya başladı. Ancak bu umutlar Lowe’un bir çete ile Honduras’a gitmesi ile son buldu. Lakin bu son, bir efsanenin başlangıcı olacaktı, zira Lowe çetesi ile birlikte yaptığı vurgunlar ile çok geçmeden zamanın en ünlü korsanlarından biri durumuna geldi.
Lowe korsanlığı kadar acımasızlığı ile tanınmış biriydi. Efsanelere göre Lowe’un eline düşen şanssız mürettebatın dudakları kesilip ve pişirilerek kurbana yedirilirmiş. Lowe’un sonu ise birçok korsan gibi yine denizde olmuş; ünlü korsan yakalandığı bir fırtına sonucu tüm mürettebatı ile Atlantik’in derinliklerine gömülmüş.

2. Kızıldeniz’in Karanlık Efendisi: Thomas Tew

thomas tew
İngiltere doğumlu Thomas Tew, çoğu fakir aile gibi çareyi yeni dünyada arayanlardan. Lakin Tew da çoğu göçmen gibi kurtuluşu indiği gibi bulamayanlardandı. Hal böyle olunca Tew, çok geçmeden yeni memleketi Rhode Island’ı da daha büyük bir umut için bırakıp kendini denizlere adıyor.
Tew, ismini korsan dünyasına çok büyük bir vurgun ile duyurmaya başardı. Zira kendisi, sayısı az olan mürettebatı ve zayıf gemisine rağmen o zamanlarda Osmanlı İmparatorluğu kontrolünde olan Kızıldeniz’den geçen ve 300 kişilik mürettebatı bulunan bir Hint ticaret gemisini ele geçirmeyi başarmıştı.
Bu vurgun ile Tew, ünlü olmakla kalmayıp dünyanın en varlıklı korsanlarından biri olmayı başardı. Ancak Tew’a tüm bu güzellikleri sunan Kızıldeniz, aynı zamanda onun sonunu da getirmişti. Tew ve ekibi kolay lokma olarak gördükleri bir Müslüman ticaret gemisine saldırmış ancak çatışmanın sonucunda Tew öldürülmüş ve mürettebatı teslim olmuş.

3. İngiliz yönetimini çıldırtan korsan: Calico Jack

calico jack
Sıradaki ünlü korsanımız “Black Sail” dizisinden yakından tanıdığımız John Rackham, nam-ı diğer Calico Jack. Kendisi korsanlığından çok, özel hayatı ve mürettebat stratejileri ile bilinir.
Kaptan Calico Jack zamanın en ünlü korsanlarından Charles Vane’in mürettebatındaydı. Ancak mürettebatın kaptan Vane’e karşı isyan etmesi kaptan Calico Jack’in geminin yeni kaptanı olmasına sebep oldu. Kaptan Calico Jack o dönemin en ünlü iki kadın korsanı olan Anne Bonny ve Mary Read’in mürettebatına katılmasını sağladı ve bu durum Kaptan Jack ve gemisinin ününe ün katmayı başardı.
Ancak Kaptan Calico Jack’in bu ünü onun sonu olmuştu. Zira İngiliz yönetimi bu korsanın verdiği zararlardan dolayı fazlasıyla sinirlenmişti. Sadece bu ekibi yakalatmak için Nassau’ya bir savaş gemisi gönderip Kaptan’ı yakalattı ve kellesini uçurdu. Anne Bonny ile Mary Read’in canları bağışlanıp -ikisi de hamile olarak- hapse atıldı.

4. Cervantes’in Baş Belası: Arnavut Mami

arnaut mami
Adriyatik ve Akdeniz kıyılarında korsanlık yapan Arnavut Mami, gerektiğinde Osmanlı donanmasının çağrılarına uyup savaşlara katılırdı. Bu savaşların birinde, İspanyollar’la yaşanan bir çarpışmada Arnavut Mami’nin tayfası “Sol” adlı İspanyol savaş gemisini ele geçirdi.
Ancak Arnavut Mami’nin hikâyesini daha da ilginç kılan kısım, “Don Kişot”un yazarı Miguel de Cervantes’i esir alması oldu. Küçük kadırgası ve az sayıda mürettebatı ile “Sol” adlı savaş gemisine çıkan ve geminin kontrolünü eline geçiren Mami, gemide bulunan Cervantes’i de esir aldı.
Cervantes serbest kalıp modern edebiyatın miladı kabul edilen “Don Kişot”u yazmaya başladığında, Arnavut Mami artık Osmanlı donanmasının amirallerinden biri olmuştu.

5. Kafası Dumanlı Deniz Şeytanı: Blackbeard (Karasakal)

Blackbeard korsan
Bilindiği gibi Karayipler -veya eski adıyla Batı Hint Adaları- korsanların üssü konumundaydı. Dünyanın her yerinden korsanın bulunduğu bu bölgenin en efsanevi korsanlarından biri ise Karasakal’dı. Edward Teach nam-ı diğer Karasakal korsanların altın dönemi olarak adlandırılan yıllarda yaşadı.
“Queen Anne Revenge” adlı gemisi zamanın en güçlü korsan gemilerinden biri olarak görülüyordu. Anlatılanlara göre Karasakal her zaman ‘tricorn’ şapka giyer, göğsünde de birkaç farklı silah bulundururdu ve girdiği tüm çatışmalardan evvel sakalında sakladığı Hint kenevirli piposunu çıkartıp yakardı.
Onun karşısında savaşanlar onu gördüklerinde kafasından duman tüten şeytanı gördüklerine inanırlardı. Zira kendisi oldukça acımasız bir savaşçıydı. Ancak ilginçtir adı daha yaşarken efsane olan Karasakal’ın hiçbir resmi raporda adam öldürdüğüne dair herhangi bir yazı bulunmamaktadır.
Kaptan Karasakal’ın ölümü ise diğer korsanların aksine mürettebat isyanından veyahut resmi donanmalardan değil, para avcıları tarafından olmuş. Karasakal’ın durumu ve konumu onun başına oldukça yüksek bir miktar ödül konmasına neden olmuş; bu da onun sonunu getirmiş. Efsaneye göre başı koparılmış şekilde denize atılan Karasakal’ın başsız bedeni gemi etrafında 3-4 kere yüzerek tur attıktan sonra ortadan kaybolmuş.

6. Kibarlıktan Ölen Korsan: Edward England

edward england
Herhalde “Kibarlıktan öldü” deyimi en çok Kaptan Edward England’a yakışıyordur. Zira kendisi korsan olmasına rağmen diğer korsanlardan oldukça farklı bir yapıya sahipti. Edward çoğu korsanın aksine rom yerine bir bardak çayı tercih eden asil bir kaptandı. Ele geçirdiği gemilerden kalan denizcileri onlar saldırmadığı sürece öldürmezdi, hatta serbest bırakırdı.
Ancak Kaptan Edward England’ın bu kibarlığının “Casandra” adlı bir İspanyol gemisinin ele geçirilmesinden sonra da sürmesi ve İspanyol denizcileri öldürmeyi istememesi korsanların isyan etmesine neden oldu; başkaldıran tayfa, kaptanı gemiden sürüp Madagaskar’da beş parasız olarak bıraktı.
Kaptan Edward England korsanlardan kurtulmayı başarmasına başardı ancak onu bu sefer başka bir zorluk bekliyordu. Açlık! Eski kaptan, hayatının son günlerini Afrika’da dilenerek geçirdi ancak bu duruma çok dayanamadı.

7. Yürek Yiyen Kaptan: Francois l’Olonnais

francois l'olonnais
Fransız asıllı korsan Francois l’Olonnais Amerika’da zengin bir ailenin yanında hizmetçi olarak çalışıyordu. Ancak hayattan daha fazlasını isteyen Francois, New Orleans’taki korsanlara katılmaya karar verdi ve bu kararının ardından hızlı bir şekilde kaptanlığa kadar yükseldi.
Kaptan Francois’yı diğer korsanlardan ayıran en önemli şey saldırı noktalarıydı. Kaptan Francois gemilerden çok limanlara saldırmayı severdi ve bu konunun en iyisiydi diyebiliriz. Özellikle Orta Amerika bölgesindeki sahil kasabalarını basan Kaptan, çoğu korsan gibi oldukça acımasız biriydi.
Efsaneye göre Kaptan Francois bastığı köylerden yakaladığı İspanyol askerlerinin kalplerini çıkartıp yiyordu. Bu acımasız korsanın sonu da kendine yakışır bir acımasızlıkta oldu. Gemisi Panama kıyılarında karaya oturunca Kaptan ve mürettebatı, yerliler tarafından yakalandı ve acımasızca katledildi.

8. Denizlerin Babası: Oruç Reis

oruc reis
Barbaros Hayrettin’in ağabeyi Oruç Reis de kardeşi gibi Midilli adasında doğdu. Vardari Yakup Ağa’nın dört oğlundan biri olan Oruç, zamanın standartlarına göre iyi bir eğitim aldı ve Akdeniz’in olmazsa olmazı olan İtalyanca, Fransızca, İspanyolca ve Rumcayı öğrendi.
Kısa zamanda gemi sahibi olan Oruç, mal taşıyarak denizciliğe başladı. Ancak bir keresinde kardeşi İlyas ile seferdeyken karşılarına Rodos Şövalyeleri’nin gemisi çıktı. Çarpışmada İlyas Reis hayatını kaybederken Oruç Reis esir alındı. Uzun uğraşlar sonucu hapishaneden kurtulan Oruç Reis önce Memlûk Devleti’nde sonra da Osmanlı donanmasında görev aldı.
Şehzade Korkut tarafından 24 gemi verilen Oruç Reis, böylece Akdeniz’de gitmedik yer bırakmayarak birçok baskın yaptı ve birçok gemi ele geçirdi. Küçük gemilerle büyük savaş gemilerini alt etmesi Oruç Reis’in tüm Avrupalı denizciler tarafından tanınmasını sağladı.
Cezayir’in kontrolünü sağlayan Oruç Reis o bölgede güç durumda olan Emeviler’e birçok yardımda bulundu ve bundan dolayı Baba Oruç lakabını aldı. Oruç Reis, Tilimsan’da İspanyollar’a karşı verdiği savaşta son ana kadar savaşarak hayatını kaybetti.

9. Kaptan-ı Derya Kızıl Sakal: Barbaros Hayrettin Paşa

barbaros hayreddin
Film veya dizilerden görmüşsünüzdür, korsan kaptanların çoğu onları takip edecek bir mürettebatı ve bir gemileri olduğunda kendilerini çok daha iyi ve güçlü hissederler. Ancak Barbaros Hayrettin Paşa bu korsanlardan biraz farklıydı. Çünkü onun, bırakın onu takip edecek bir mürettebat ile gemiyi; kendi filosu, hatta kendi devleti bile bulunuyordu. Bu da Kaptan-ı Derya Barbaros Hayrettin Paşa’nın büyüklüğüne dair bir fikir verebilir.

Baba Oruç Reis’in küçük kardeşi olan Hayrettin Paşa’ya kızıl sakalından dolayı Avrupalılar tarafından Barba Rossa (Kızıl Sakal) lakabı takıldı.
Ağabeyi Oruç Reis ile birlikte Akdeniz’de büyük vurgunlar yapan kardeşler bunlarla yetinmeyip toprak edinmeye başladılar ve çok geçmeden Cezayir vilayetinin kontrolünü sağladılar. Zaten tek başlarında birçok devletin donanmasına boyun eğdiren Barbaros ve kardeşleri, Hayrettin Paşa’nın Osmanlı donanmasına katılması ile Akdeniz’i “Türk gölüne” çevirdi.

10. İspanyol Donanmasının Korkulu Rüyası: Sir Francis Drake

sir francis drake
Francis Drake de Osmanlı korsanları gibi part-time korsanlardan. Yani yeri geldiğinde devlet donanması bayrağını çekip düşman güçlere karşı savaşırken, yeri geldiğinde (devlet izni ile) diğer ülkelerin gemilerine korsan bayrağı ile saldırıyordu.
İspanyol donanmasının korkulu rüyası olan Francis Drake, 16. yüzyılın en ünlü korsanıydı. Kraliçe Elizabeth adına İspanyollar’a karşı sık sık savaşa giren Kaptan Drake, İspanyol gemilerine verdiği büyük zararlarla tanınıyordu. Özellikle Karayipler’deki İspanyol ticaret gemilerine yaptığı baskınlar, Kaptan Drake’in muazzam bir zenginliğe kavuşmasını sağladı.

11. Bir Acayip Uzakdoğu Kasırgası: Ching Shih (Cheng I Sao)

ching shih
Ching Shih ya da bilinen adıyla Cheng I Sao korsanlık tarihinin en ilginç hikâyelerinden birine sahip. Kaptan Sao, dünyanın en azılı ve en güçlü kadın korsanıydı. Korsan bir kaptan olan kocasından eşitlik hakkını kazandıktan sonra, kocasının evlatlık oğlunun yönettiği gemide görev aldı.
Zamanla kaptanlığa ulaşan Kaptan Sao, kontrolündeki 1.500 gemi ve 80.000 kişilik korsan ordusuyla muazzam bir güce kavuştu. Kaptan Sao bulunduğu bölgedeki neredeyse tüm sahil kasabalarına ve şehirlere baskın düzenliyor, onları vergiye bağlıyordu. Eski bir hayat kadını olan Cheng I Sao’nun bu yükselişi zamanın Çin yönetimini telaşlandırdı ve müzakerelere zorladı.
Çin yönetimi, Cheng I Sao’ya ve mürettebatına, yürüttükleri faaliyetleri durdurmaları şartıyla genel af önerdi. Cheng I Sao ve mürettebatının o zamana kadar elde ettiği servet de onlara kalacaktı. Bu teklifi kabul eden Kaptan Sao, evlatlık oğlu ile evlenerek kumarhane ve genelev açtı. Mürettebatının büyük bir bölümü ise Çin donanmasına katıldı.

12. Bonus: Tabii ki Kaptan Jack Sparrow:)


Tarihin ünlü korsanları




Henry Morgan (1635 - 25 Ağustos 1688)

 Henry Morgan aslında bir korsan değil, deniz akıncısıydı. Uzun yıllar boyunca İngiltereye hizmet ettikten sonra tayfasıyla beraber başıboş kalmış ve sıradan bir hayatı yaşamak yerine ispanyol gemilerine ve şehirlerine saldırmayı tercih etmiştir. Henry toplamda 6 ispanyol şehrine saldırmış ve bunlardan biri olan Jamaica limanını da ele geçirmiştir. Bu olaydan sonra İngiltere tarafından kendisine "Sir" ünvanı ve Jamaica Valiliği verilmiştir. Bir süre sonra İspanyolların geri saldırısı sonucu limanı kaybetsede tekrar saldırıp geri kazanmasını bilmiştir. Henry Jamaica'yı geri kazandıktan sonra emekli olmuş ve karısıyla beraber sakin bir hayat sürmüştür 1688 yılında tüberkülozdan ölmüştür.

William "Kaptan" Kidd (1645 - 1701)

İskoçyalı korsan ve "Macera Kadırgası"nın kaptanı. Kidd ilk deniz macerasına korsanları avlayarak başladı. Onun üstün başarılarından sonra kendisine Macera Kadırgası adlı gemi ve yağmalama izni verildi. Aynı yıllarda Sarah ile evlendi. Gemisiyle Hindistan civarlarına yol aldı ve buralarda korsanları avlamaya başladı. Fakat bu zamanlarda daha fazla para kazanmak için kendiside korsanlık işlerine girdi. Birgün silahsız bir gemiye yaptığı saldırı 5 kişinin ölümüyle sonuçlandı. Bu olay her nekadar birileri tarafından örtbas edilmeye çalışılsada sonunda açığa çıktı ve Kidd'in başına ödül kondu. Kidd geri döndüğünde başına ödül konduğunu karısından öğrendi ve kaçmaya kalktı. Fakat yakalanarak o ve karısı hapse atıldı. 1 yıl boyunca çok zor şartlar altında hapishanede yaşadı ve çıkarıldığı ingiliz parlementosunda suçlu bulunarak 1701 yılında idam edildi. Cesedi Karayiplerde zincirle asılarak diğer denizcilere ibret olsun diye 2 yıl boyunca sallandırıldı.

Samuel Bellamy "Kara Sam" (1689 - 1717)

"Whydah Gally" gemisinin kaptanı ve nam-ı diğer "Korsanların Prensi". Tayfası kendilerini "Robin Hood'un çocukları" olarak görüyordu. Sam korsanlık yaptığı yıllar boyunca 50'den fazla gemiyi yağmalamıştı. Uzun siyah saçları ve sürekli siyah giyinmesinden ötürü "Kara Sam" olarak nam salmıştır. Sam ilk başlarda ünlü korsan "Benjamin Hornigold"un emrinde bir iaşe subayıydı. Birgün mallarını satmak için yanaştıkları Massachusets limanında yerel halktan bir kızla tanıştı. Kısa zamanda onun kalbini kazanan Sam orada bulundukları süre boyunca hep onunla ilgilendi. Maria Hallet isimli bu genç bayan aynı zamanda kasabanın demircisinin kızıydı.

Sam buradan ayrılmadan önce Maria hamile kalmıştı. Maria'ya birgün geri döneceğine söz verdi ve adadan ayrıldı. Fakat Maria'nın bir korsan tarafından hamile kalması yerel halk tarafından hoş karşılanmadı. Önce hapse atıldı, daha sonra sürgün edildi. Fakat tüm bunlara rağmen Maria, sevgilisini beklemeye devam etti.

Sam ise bu zamanlarda kaptanın bir ingiliz gemisine saldırmamasından ötürü yeni kaptan olarak seçilmişti. Kaptan olarak 50'den fazla gemiyi soymuş ve tayfasına kendini ispatlamıştı. Çok iyi bir stratejist ve çok iyi bir liderdi. Savaşlarda genelde 2 gemi kullanırdı. Biri kendisinin yönettiği ağır toplu bir savaş gemisi, diğeri ise yakın arkadaşı "Paulsgrave"in yönettiği küçük ama hızlı bir bordolama gemisi. Koordine atakları sonucu fazla zarar almadan düşman gemilerine saldırıyor ve yağmalıyordu.

Ocak 1717'de bir ingiliz köle gemisine saldırdı ve gemiyi ele geçirdi. Bu gemi aynı zamanda onun son gemisi olan "Whydah" idi. Bu lanetli gemiye kendisi geçti ve tayfasıyla beraber emekli olmaya karar verdi. Söz verdiği gibi Maria Hallet'in yanına gitmek üzere yola çıktı. Ne var ki tam adaya vardığı sırada büyük bir fırtına çıktı ve gemisi "Whydah" sert kayalara çarparak battı. O kazadan sadece 11 kişi hayatta kaldı bunların 8 tanesi yakalanarak idam edildi. Sadece 3 kişi Kara Sam'in maceralarını anlatabildi.

Stede Bonnet "Nazik Bonnet" (1688 - 1718)

Stede Bonnet, korsanlığa hiç yakışmayacak bir duruşa sahipti. Kendisi zengin bir aileden geliyordu. Genç yaşta yüksek rütbeli olarak orduya katıldı ve denizlere açıldı. 1717 yılında kendi işini kurmak istedi ve başarısız olunca korsan olmaya karar verdi. "İntikam" adlı gemiyi aldı ve açık denizlere açıldı. Tayfa toplayıp korsanlık yapmaya başladı. Çok nazik ve kibar bir insandı. Bu yüzden korsanlığa hiç yakışmıyordu. Tayfası onun bu haliyle dalga geçiyordu. O yıl ilk savaşına girdi ve kaybetti. Bir ispanyol savaş gemisi tarafından bozguna uğratıldı. Gemisini tamir ettirmek için gittiği Nassau limanında ünlü korsan "Karasakal" ile tanıştı. Karasakal ona beraber korsanlık yapmayı teklif etti ve o da kabul etti. Bunun ardından birsüre beraber korsanlık yapmaya başladılar. Fakat Stede'nin üstüste yaptığı hatalar sonucu geminin tayfası isyan etti ve Karasakalın emrine girdiler. Stede ise karasakalın gemisi "Queen Anne's Revenge"te (Kraliçe Anne'nin İntikamı) konuk olarak kalıyordu. Bir süre sonra bu durumdan sıkıldı ve kaçmaya karar verdi. Ardından ingilizler tarafından yakalandı ve idam edildi.


Edward Teach "Karasakal" (1680 - 1718)



Dünyanın en popüler korsanıdır. Uzun örgülü siyah sakalları olduğu için tayfası tarafından ona Kaptan Karasakal denmekteydi. Denizlere de bu ismiyle nam salmıştı. Bir ingiliz olmasına rağmen en fazla ingiliz gemilerine saldırmıştır. Karasakal, büyük savaşlardan sonra başıboş kalan tayfaları toplayıp kendisine büyük bir filo kurmuştu. En bilinen gemisi "Queen Anne's Revenge" (Kraliçe Anne'nin İntikamı) idi. Büyük güçlü ve 40 toplu bir gemiydi. Karasakal vur-kaç yapmanın aksine sürekli donanma gemilerine saldırır ve onlarında ganimetlerini toplardı. Tayfasının biraz korkudan birazda gördüklerinden etkilenmesinden olsa gerek Karasakal'a karşı büyük bir saygısı vardı. Uzun yıllar boyu korsanlık yaptıktan sonra kendisine -barış için- ingilizler tarafından toprak ve ünvan verilmiştir. Karasakl bir süre Kral'ın affından yararlansa da daha sonra normal hayattan sıkılmış ve korsanlığa dönüş yapmıştır.

Tekrar saldırılara başlaması üzerine İngiltere Donanması Karasakal'ın kellesine ödül koydu. Bu ödülün takipçilerinden biriside Teğmen Maynard idi. Maynard aylar boyunca Karasakal'ın izini takip etti. Birgün Karasakal ve tayfası Ocrakoce sularında kutlama yaparlarken onları buldu ve saldırıya geçti. Ne var ki önceki gün Karasakal'ın en güçlü gemisi "Mary Anne's Revenge" kaybolmuştu ve kendiside sadece 25 adamla beraber "Macera" adlı gemideydi. Raynard'a karşı hem gemi hem de adam sayısı olarak azınlıkta olmasına rağmen karşı saldırıya geçti. Teğmen Maynard'ın içinde bulunduğu gemi Karasakal'a bordolama yaptılar. Bu savaşın -aynı filmlerde olduğu gibi- kıran kırana bir savaş olduğu ve 2 kaptanın düellosunun da yer aldığı bilinmektedir. Karasakal, teğmen daha içeri adım atar atmaz tabancasıyla kolundan yaralamıştır. Teğmen tabancası yerine kılıcını çekip saldırdı. Uzun bir savaş sonunda toplamda boyunundan ve yüzünden 40 kesik ile yaralandıktan sonra sonunda karasakal yere düşebildi. Karasakal ölünce tayfasıda teslim olmuşlardır. Teğmen Maynard, Karasakal'ın kellesini gemiye astı ve İngiltere'ye geri döndü.

John Rackham "Calico Jack" (1682 - 1720)

Jack'in hatırlanması için bir çok sebep var. Bunlardan en önemlisi, bildiğimiz korsan bayrağının tasarımcısı olması. Ayrıca gemisinde 2 tane kadın korsan bulunmaktaydı. Bunlar Mary Read (Hayatı boyunca erkek gibi giydirilmiş, isyan dolu bir kadın) ve Anna Bonny (Kocasından kaçan Sevgilisi) idi. Jack normalde Charles Vane adlı bir korsanın emrindeki tayfasındaydı. Kaptanın bir fransız gemisine saldırmaması üzerine, kaptanı korkaklıkla suçlayarak gemide isyan çıkardı ve komutayı kendisi aldı. Kaptan olduktan sonra Jack 3 yıl boyunca denizlere dehşet saldı. En sonunda ingiliz donanmasının dikkatini çekti ve yakalandı. 1720 yılında o ve tayfası idam edildi. Aralarından sadece gemide ki 2 kadın tayfa "çocuk olduklarını" ve "kandırıldıklarını" iddia ederek idamdan kurtuldular. Fakat 1 yıl sonra Anna Bonny evlendiği anlaşılması üzerine idam edilmekten kurtulamadı.



Thomas Tew'in bayrağı


Henry Every'in bayrağı


Christopher Woody'in bayrağı


Calico Jack'in bayrağı