27 Aralık 2015 Pazar

Vücuttaki Yağ Oranı Nasıl Erir Yakılır?

Vücuttaki Yağ Oranı Nasıl Erir Yakılır?

  photo_08052012115648_197
Vücutta Bulunan Fazla Yağ Oranı Nasıl Yakılır, Hangi Yöntemlerle Eritilir?
Kilo vermek herkes için kolay değildir. Özellikle kilo kaybı yaşarken yağ yakarak kilo vermeniz gerekmektedir. Kas dokusuna zarar vermeden zayıflamak her zaman sağlıklı bir yöntemdir.
 
Vücudunuzda ki yağ oranı değerini öğrenerek kilonuza sebep olan yağdan kurtulmak için yağ yakıcı yöntemlere ve diyetlere başvurmanız gerekir. Bu yüzden öncelikle bir uzmandan yardım almanızda her zaman fayda vardır. Vücuttaki yağ oranı nasıl ölçülür ve hesaplanır diyorsanız şu makineyi kullanabilirsiniz. Yardım alınan uzman genel olarak sizin sağlıklı beslenme ve vücut yağ oranınızı göz önünde bulundurarak plan yapmaktadır. Buda sizin için en ideal ve doğru yöntemdir. Yağ nasıl yakılır diyorsanız aşağıda yöntemler işinize yarayabilir.
 
Vücuttaki yağlar nasıl erir: Vücutta yağ dokularının fazla olması kilolu olunduğunun işaretidir. Çeşitli tıbbi müdahaleler dışında ayrıca şuradaki yağ yakan doğal yiyecekler çeşitlerinden faydalanarak yağ yakımını sağlayabilirsiniz. Özellikle yeşil çay tüketimi vücutta oluşan yağ dokularının spor ile beraber parçalandıktan sonra fazla yağlarınız erir ve daha çabuk kilo verirsiniz. Buradaki yağ yakmak için yöntemleri de deneyebilirsiniz. Spor günlük yaşamda kilolu ya da kilosuz her birey için yaşam tarzı olması gerekmektedir. Spor, vücuttaki yağ oranı fazla olan kişilerde zayıflama amaçlı, vücut yağ oranı ideal olan kişilerde ise bu oranı korumak için mutlaka yapılması gerekir. Bol su tüketimi vücuttaki yağ oranını azaltmaya yardımcı olur.
Uzmanlara vücuttaki yağ nasıl yakılır soruları çok fazla sorulur ve bunun yanıtı genel olarak dengeli ve doğru beslenmenin yanında sıkı bir spor egzersizleri olacağı şeklinde belirtilir. Vücut yağ oranı kas dokunuzla orantılı olması gerekir. Çünkü vücut bulunan kasların koruma görevini yağlar üstlenir.
Vücuttaki yağ oranı nasıl atılır: Diyet ve spor yapan kişilerde vücutta parçalanan yağların vücuttan atılması gerekmektedir. Bunu insan vücudu doğal olarak idrar ve ter ile atarken ayrıca çeşitli operasyonlar ile de yapılabilir. Medikal operasyonlar genel olarak bölgesel yağlanmalarda kullanılmaktadır. Ameliyat ile yağ alımı da yapılmaktadır. Fakat en sağlıklı yöntem spordur.
 
http://yasamloji.net/zayiflama/vucuttaki-yag-orani-nasil-erir-yakilir.html
 
 

18 Aralık 2015 Cuma

AHİLER DİYARINA HOŞ GELDİNİZ ahilerdiyari.com : Çok az kişinin adını duyduğu 12 cennet gibi ada ül...

AHİLER DİYARINA HOŞ GELDİNİZ ahilerdiyari.com : Çok az kişinin adını duyduğu 12 cennet gibi ada ül...: Çok az kişinin adını duyduğu 12 cennet gibi ada ülkesi Bu 12 tatil cenneti ülkenin varlığından haberi olan çok az kişi var, seyahat tutku...

Çok az kişinin adını duyduğu 12 cennet gibi ada ülkesi


Çok az kişinin adını duyduğu 12 cennet gibi ada ülkesi

Bu 12 tatil cenneti ülkenin varlığından haberi olan çok az kişi var, seyahat tutkunları arasında bile! Siz kaç tanesini tanıyacaksınız?

Dünyadaki yaklaşık 200 ülke arasında bu ufacık tropikal adaları gözden kaçırmak işten değil. O yüzden sizin için, belki de adını daha önce duymadığınız 12 yeni tatil destinasyonunu listeledik:

1. Saint Vincent ve Grenadinler


Karayipler’in güneyinde, Saint Lucia, Barbados ve Grenada üçgeninde Saint Vincent ve Grenadinler’i bulacaksınız. Ülkenin on ana adasında Karayipler’den bekleyeceğiniz üzere ihtişamlı yanardağlar, kudretli şelaleler ve tabi ki rüya gibi sahiller ile karşılaşacaksınız. Saint Vincent ve Grenadinler’in kendine özgü güzelliklerinden biri ise Owia Tuz Gölü. Denizden izole bu göl adeta doğal bir havuz gibi.

Yüzmeye, güneşlenmeye ara verdiğinizde tropikal bahçelerini gezebilir, doğa yürüyüşlerine çıkabilir, cıvıl cıvıl çiçeklerin ve şirin köylerin büyüsüne kendini kaptırabilirler. Burası doğal olarak yeni evlilerin balayı için muhteşem bir yer. Stres veren herşeyden uzaklaşmak isteyenler ayrıca burada ‘’dijital detoks’’ yapıp ruhlarını tazeleyebilirler.
Karayiplere!

2. Vanuatu


Güney Pasifik Okyanusu’nun güneyinde bulunan Vanuatu’nun 83 adası, 250 bin kadar bir nüfusu barındırıyor. Bu adaların bazıları ‘’mavi delik’’ adı verilen, yeraltı kaynaklarının kireçtaşını çözerek oluşturduğu su birikintilerine sahip. Yeşillerin içinde büyülü, doğanın kendi elleriyle oluşturduğu koyu mavi bir havuzda yüzdüğünüzü hayal edin. Orada olmak istiyorsunuz değil mi? Bunların en bilineni ve en güzeli olan Nanda Mavi Deliği ise Santo adasında yer alıyor.

Sır gibi saklansa da Vanuatu çok fazla şey vaadeiyor. Aktif yanardağlar, kültürel ve sportif etkinlikler ve festivaller, harika dalış noktaları (ki bunların arasında dünyanın kamuya açık en büyük gemi enkazı da var) ve daha da fazlası, hepsi bu küçük ada ülkesinde. Ha bu arada turkuaz okyanus sularından ve palmiye sıralı bembeyaz kumlardan bahsetmeyi unutmuşuz, onu da hatırlatalım.
Ulaşım tüyoları: En iyi seçenek Avustralya üzerinden uçmak. Avustralya'da aktif bir maceradan sonra birkaç gün dinlenmek isteyenler için özellikle burası ideal bir seçenek. Avustralya-Vanuatu uçuşlarına buradan ulaşabilirsiniz!

3. Cook Adaları


Vanuatu gibi Güney Pasifik’te yer alan Cook Adaları büyük ihtimalle bu listedeki en ‘’meşhur’’ ülke. 15 adadan oluşan Cook Adaları’nda yaklaşık 20 bin kişi yaşıyor, ve bu adaların her biri kendi özgün karakterine sahip.

Mesela Aitutaki balayı adası olarak biliniyor. Atiu adası ise ‘’Kuşlar Diyarı’’ olarak çevrilen Enuamanu takma ismine sahip. İnsan eli değmemiş, stres nedir bilmeyen bu cennet vatan keyfili bir tatil için birebir.
Cennet gibi adalara!
Balayı demişken: İşte dünyada en çok tercih edilen 7 balayı destinasyonu!

4. Dominika


İkisi de göz alıcı plajlara sahip olsa da, bu ufak Karayip ada ülkesini Dominik Cumhuriyeti ile karştırmamak gerek. Dominika vatandaşıyım diyebilen 70 bin şanslı kişi var.

Bu yemyeşil ada şelaleri, tropik bitki örtüsünü ve volkanları keşfetmek için bire bir olsa da, küçük kasabaları da aynı derecede görülmeye değer. Yürüyüş yapmak size göre değilse merak etmeyin, kanyon tırmanışından river tubing gibi su sporlarına kadar birçok aktivite bulacaksınız.
Dominika’yı keşfedin!

5. Komorolar


‘’Ay Adaları’’ olarak da bilinen Komorolar, Hint Okyanusu üzerinde, Madagaskar’ın kuzeyi ve Mozambik arasında yer alıyor ve her biri öbüründen güzel üç adadan oluşuyor. Beklediğiniz üzere Komorolar renkli tropik manzaralara ve masal gibi sahillere sahip, ama bunun ötesinde bu ada ülkesi kokularıyla da başınızı döndürecek. Neden mi? Komorolar dünyanın ikinci en büyük vanilya üreticisi ve en büyük ylang-ylang yağı üreticisi.

Tüm hislerine hitap edecek, tüm sıkntılarını söküp atacak bir tatil arayanlar burayı kesinlikle ‘’gitmesem olmaz’’ listelerine almalılar.
Komorolar'da rahatlamaya!

6. Kiribati


100 bin kişinin yaşadığı vaha gibi adalarla dolu Kiribati, Pasifik Okyanusu’nun ortasında bulunuyor ve bu güzelliğine rağmen, dünyanın en az ziyaret edilen ülkelerinden biri. Bunun en büyük sebebi ulaşımın biraz daha meşakkatli olması. Ama yolculuk, inanın ki bu uğraşlara değecek. Kiribati’nin 33 adasından sadece 21’inde insanlar yaşıyor, ve tüm adalar kendi kültürlerine sahip. Özellikle sörfçüler, dalgıçlar ve kaşifler buraya bayılacak. Kiribati’nin en önemli özelliklerinden biri, turist sayısının azlığı sayesinde kendi özgün kültürünü muhafaza etmiş olması ve bu, orada yapılan tatilleri otantik bir tecrübe haline getiriyor. Adanın güleryüzlü yerlileri de ziyaretçilerle bu kültürü ve geleneklerini paylaşmaya can atıyor. Daha ne bekliyorsunuz?
Ulaşım tüyoları: Kiribati’ye ulaşım en kolay Avustralya’dan ve çevresindeki adalardan sağlanıyor.

7. São Tomé ve Príncipe


Afrika’nın Seyşeller’den sonra ikinci en küçük ülkesi olan São Tomé ve Príncipe ana kıtadaki Gabon kıyısından yaklaşık 250 km uzakta. Portekiz ile olan tarihi bağları sayesinde bu ada ülkesini palmiyeler, plajlar ve denizden çok daha fazlasına sahip. Renkli şehirler, müzeler, galeriler, lezzetli yemeklerve her türlü doğal hayat ile dolu dolu bir tecrübe yaşayacaksınız.

Bu arada 20. yüzyılın başlarında dünyanın en büyük çikolata üreticisi olan São Tomé ve Príncipe’nin ‘’Çikolata Adaları’’ olarak bilidiğini de ekleyelim... Nasıl üretildiğini görebilir, haliyle enfes taze çikolatanın tadına bakabilirsiniz!
Çikolata Adaları’na!

8. Tuvalu

© Stefan Lins/ Flickr (Creative Commons)

© Stefan Lins/ Flickr__ (Creative Commons)
Senede ortalama sadee 2000 ziyaretçi ile, bu ada ülkesi genelde en az ziyaret edilen ülkeler listesinde yer alıyor. Ama gitmeyenler çok çok şey kaçırıyor. Tuvalu’nun 9 adacığında su sporlarından geleneksel danslara kadar herşeyi bulmak mümkün. Yerel halk rahat ve dostça bir ortam oluşturmuşlar ve Tuvalu’da ve şunu hemen fark ediyorsunuz ki Tuvalu’da aceleye, telaşa yer yok. Adanın her sene yavaş yavaş yükselen deniz seviyeleri tarafından tehdit edilmesi bu hayat felsefesini biraz garip kılıyor tabi... Eşi benzeri olmayan bir kültüre kendinizi kaptırmak istiyorsanız, zaman kavramından geçici olarak kurtulmak istiyorsanız, Tuvalu’nun yolunu tutun!
Ulaşım tüyoları: Avustralya ve Fiji Adaları üzerinden Tuvalu’ya ulaşmak en kolayı.

9. Saint Kitts ve Nevis


Yine Karayipler’deyiz! Saint Kitts ve Nevis, Guadeloupe’den, Antigua ve Barbuda’dan kısa bir mesafede yer alıyor. Tam anlamıyla Karayipleri yaşamak isteyen herkes için burası ideal bir yer.

Sahil, spor, festivaller, balayı ve düğünler gibi öbür Karayipler ülkelerinde yapmayı düşüneceğiniz herşeyi burada daha az kalabalık ve daha az gürültü avantajı ile tecrübe edebilirsiniz.
Ver elini Saint Kitts ve Nevis!

10. Solomon Adaları


Papua Yeni Gine’nin hemen yanıbaşında bulunan Solomon Adaları’nın 500 bin kişilik nüfusu irili ufaklı birçok adaya dağılmış durumda. Solomon Adaları’nın coğrafi avantajlarından bir tanesi, bu listedeki Kiribati, Tuvalu ve Vanuatu’ya yakın mesafede olması.

Burası, beyaz kumu, palmiye ormanları ve turkuaz sularıyla kelimenin tam anlamıyla bir tatil cenneti. Ada ada gezmekten, heyecanlı bir aile tatiline kadar Solomon Adaları’nda her türlü seyahat mümkün.
Solomon Adaları’nın atmosferine girin!

11. Mikronezya Federe Devletleri


Mikronezya Pasifik Okyanusu’ndaki bir bölgenin adı ve içerisinde birçok ada ve ülke barındırıyor. Bu bölgede Kiribati’nin yanı sıra Federe Mikronezya Devletleri’ni bulacaksınız. Tamı tamına 607 adadan oluşan bu ülke dört eyalete ayrılıyor: Yap, Chuuk, Pohnpei ve Kosrae. Bu kadar fazla ada doğal olarak çeşit çeşit, sayısız seyahat olanağı demek.

Yap adası, örneğin, kendine has mimarisi ile kültürel bir keşif için ideal. Chuuk ve çevresindeki adalar doğasıyla göz kamşatırıyor. Pohnpei ülkenin en büyük adası ve başkentine ev sahipliği yapıyor. Kosrae ise dalgıçlar için adeta bir cennet. Her karaktere uygun bir ada mevcut!
Ulaşım tüyoları: Mikronezya’ya en kolay yakındaki Guam ve Marshall Adaları’ndan veya Singapur’dan uçabilirsiniz.

12. Palau


Mikronezya Federe Devletleri’nin yannda bulunan büyüleyici Palau birbirine çok yakın bir sürü adadan oluşuyor. Renkler burada dünyanın geri kalanından bira daha canlı. Yeşil doğası ve derin mavi suları ile burayı ziyaret edenler, kendilerini bir cennetin içerisinde bulacaklar.

Şnorkel ile su altı dünyasını keşfedin, göz alıcı şelaleri ziyaret edin ya da kayakla bu renkli diyarı turlayın. Tek kelimeyle mükemel!
Palau’un sihrini keşfedin!

Adalara, doğa harikalarına doyamadıysanız şunlar da hoşunuza gidecek:

http://www.skyscanner.com.tr/haberler/


4 Aralık 2015 Cuma

Eski Türklerde Savaş Aletleri


Eski Türklerde Savaş Aletleri


türklerin kullandığı savaş aletleri ile ilgili görsel sonucu
Savaş araç ve gereçlerinin başında at ve silâh yer alıyordu. Türklerin savaşlardaki başarıları, bu iki aracı çok iyi kullanmalarından ileri geliyordu. Türk atı ufak yapılı ve üstelik kaba kıllı idi. Onda saf kan Arap atının zarafeti ve gösterişi yoktu. Fakat son derece dayanıklı, çevik ve süratli idi. Türkler bütün işlerini atları vasıtasıyla görüyorlardı. Kaşgarlı Mahmûd’un ifadesiyle, kuş için kanat ne ise Türk için de at o idi. Bundan dolayı her çadırın önünde daima koşumlu bir at hazır bulunmaktaydı.
Süvari tekniğini ilk bulan ve uygulayan kavim Türklerdir. Türk savaş sisteminde atlı birlikler başlıca rol oynamaktaydı. Komşuları, özellikle Çinliler süvari tekniğini Türklerden öğrenmişlerdir. Hatta Çinliler, M.Ö. 307 yılında yaptıkları bir reformla hareket kabiliyeti az, ağır savaş arabalarını hizmetten kaldırarak, Hun Türklerininki gibi hafif süvari birlikleri oluşturmuşlardır.
Savaş araç ve gereçlerinin en önemli kısmını silâhlar oluşturmaktaydı. Eski Türk toplulukları silâha “tolum”, silâh kuşanmaya da “tolum manmak” veya “tolumlanmak” diyorlardı. Eski Türk askerleri, seferlerde ve savaşlarda silâhlarını ve yiyeceklerini yanlarında taşırlardı. Halbuki başka ordular, silâhlarını ve yiyeceklerini taşımak için binlerce araba kullanıyorlardı. Et ihtiyaçlarını karşılamak için de, ordunun arkasından binlerce sığır sevk ediyorlardı. Bu durum ise ordunun hareketini son derece güçleştiriyor ve yavaşlatıyordu. Türkler ise, yiyecek ihtiyaçlarını, genellikle yanlarına aldıkları et konservelerinden (kurutulmuş et) karşılamaktaydılar. Çinliler ve Avrupalı kavimler et konservesi yapmayı Türklerden öğrenmişlerdir.
Eski Türk silâhlarının başında ok gelmekteydi. Türkler oku, daha ziyade uzaktan yaptıkları savaşlarda veya taktik gereği geri çekilme sırasında kullanmaktaydılar. Özellikle, at üzerinde dört nala giderlerken oklarını önlerinde, arkalarında ve yanlarında bulunan hedeflere isabetli bir şekilde atmaktaydılar.
Eski Türk kurganlarında çeşitli silâhlar meydana çıkarılmıştır. Bunların başında uzaktan savaş silâhı olan ok ve yay gelmektedir. Ok, genellikle temren ahşap çubuk ve yelek gibi kısımlardan meydana geliyordu. En eski Türk oklarının temreni kemik idi. Daha sonra bu malzemenin yerini demir almıştır. Bundan dolayı ok ucuna demirden yapılmış anlamında bir söz olan “temürgen”, yani temren adı verilmiştir.
Ayrıca ok ucuna “başak” da denilmekteydi. En çok kullanılan temren üç dilimli idi. Ayrıca düz, yivli veya çengelli temrenler de vardı. Bunlardan en tehlikelisi çengelli temrenler idi. Atılan ok insanı öldürmemiş, yani yaralı bırakmışsa, okun çıkarılması sırasında çengelli temren yaralıda büyük hasar yapmaktaydı. Hatta bu yüzden yaralı ölmekteydi.
Bazen temrenin üzerinde ortada birleşen delikler açılarak, hedefe giderken ses, yani ıslık çıkaran oklar yapılmaktaydı. Islık çıkaran oklar Osmanlı döneminde de kullanılmış olup, bunlara “çavuş okları” adı verilmekteydi. Bu oklar, genellikle işaret vermek veya hedef göstermek için kullanılmaktaydı. Çavuş oklarını ilk bulan ve kendi birliklerinde uygulayan M.Ö. 209-174 yılları arasında Hun tahtının sahibi büyük Türk Hükümdarı Mete (Bagatır/Batur) idi.
türklerin kullandığı savaş aletleri ile ilgili görsel sonucu
Okun ahşap çubuğu, genellikle “huş” (koguş) ağacından yapılmaktaydı. Ahşap çubuğun arkasına da yelek ilâve edilmekteydi. Bundan maksat okun hedefe giderken dengesinin bozulmamasını, yani dosdoğru gitmesini sağlamaktı. Bu tür oklara “yüklüg ok” denmekteydi.
Oklar, “sadak, okluk, kuruglug, kiş, kiş kuruglug” gibi adlarla anılan torbalarda taşınmaktaydı. Genellikle kavak kabuğundan yapılan bu sadaklar (torbalar), ya atın terkisine, ya da savaşçının omzuna veya bel kayışına (kemer) asılmaktaydı.
Ok, müstakil bir silâh değildi. Ancak yay ile birlikte kullanılabilmekteydi. Merminin tabanca ve top vasıtasıyla atılabildiği gibi, ok da ancak yay ile fırlatılabilmekteydi.
Yay, oku hedefe fırlatmak için kullanılan bir araçtır. Bu kelime büyük bir ihtimalle “yaymak” fiilinin köküdür. Yay, genellikle son derece sert ve sağlam bir ağaç türü olan “kayın” ağacından yapılmaktaydı. Yayın iki kısmı vardır. Biri sert ve sağlam bir ağaçtan veya boynuzdan yapılmış “kavisli kısmı”, diğeri öküz bacaklarının sinirinden veya hayvan bağırsağından yapılmış “gerilen kısmı”. Bu ikinci kısma “kiriş” denmekteydi.
Kiriş, yani sinir kısmı, kavisli ahşabın iki ucuna bağlanmak suretiyle yay meydana getirilmekteydi. Yayın üzerine sırım (ince deri parçası) veya sinir sarılmaktaydı. Bundan maksat, yayın hem direncini artırmak, hem de kuruyup evsafını yitirmemesini sağlamaktı. Ayrıca, esnekliğini koruması için yayın üzerine zamk da sürülmekteydi.
Ok çubuğunun arka kısmının tam ortasında “gez” (kez) adı verilen bir kertik bulunmaktaydı. “Gez” vasıtasıyla kirişe yerleştirilen ok, yayı bir elle tutmak ve diğer elle kirişi germek suretiyle atılmaktaydı.
Türklerin çok çeşitli yayları vardı. Bunlardan en mükemmeli tersine germek suretiyle kullanılan çift kavisli “refleks yaylar” idi. Bu yaylarla atılan okların öldürme gücü çok yüksekti.
Yay tıpkı sadak gibi omuza asılmak suretiyle taşınmaktaydı. Başka bir ifade ile söylemek gerekirse, ok ve yay Türk savaşçısının daima elinin uzanabileceği bir yerde bulunmaktaydı. Zira Türk savaşçısı, ancak silâhıyla birlikte olduğu zaman kendisini güvenlikte hissetmekteydi.
Eski Türk kurganlarında kılıç, meç (kısa kılıç), mızrak (kargı, süngüg), kısa mızrak (kaçut), bıçak, hançer (bügde/bükte), gürz (topuz), kamçı (berge) ve kement (ukruk) gibi çeşitli yakından savaş silâhları bulunmuştur. Bunlardan kılıç, Türk savaşçısının en çok kullandığı silâh idi. Türk kılıçlarının kabzaya yakın kısmı düz, uca yakın kısmı ise hafif kavisliydi. Bu rastgele verilmiş bir eğrilik değildi. Zira, savaşçının vurduğu darbede bütün güç burada toplanmaktaydı. Bundan dolayı Türk kılıcının kesici gücü çok yüksekti.
Genellikle ahşap olan Türk kılıçlarının kabzaları (boyın), sade ve yalın değildi; kabzaların başı, bazen Türklerin hayatında önemli bir yer tutan kurt başları şeklinde yapılarak, kılıçlara bir sanat eseri özelliği kazandırılıyordu.
Kılıçlar, yalın halde değil, “kın adı verilen bir çeşit kılıf içinde taşınmaktaydı. Kılıç kını da bir halka ile savaşçının kemerine asılmaktaydı. Kılıç çekmekte kolaylık sağlamak için, kılıç kınının yeri sol tarafta bulunmaktaydı.
Eski Türk hayatında bıçak, hem günlük hayatta hem de savaşlarda en çok kullanılan bir eşyalardan idi. Türklerin çok çeşitli bıçakları vardı. Bunlardan en çok dikkat çekeni ise, her iki tarafı da kesen “kingırak adlı bıçaktır. Türkler bu tür bıçağa bugün “kama” adını vermektedirler.
Türk savaşçılarının çeşitli savunma silâhları da vardı. Bunların başında kalkan (tura), zırh (yarık) ve tolga (tulga,yaşuk/aşuk) geliyordu. Kalkan, genellikle deri, ahşap ve demir gibi silâh darbelerine dayanıklı maddelerden yapılmaktaydı. Zırh ve tolga ise, deri ve çeşitli madenlerden imal edilmekteydi. Türkler, iki çeşit zırh kullanmaktaydılar. Bunlardan biri “kübe yarık, diğer “say yarık adıyla anılmaktaydı. “Kübe yarık” bütün vücudu örten bir zırh idi. “Say yarık” ise, sadece demir göğüslükten ibaretti.

http://www.beyince.net/yazi/eski-turklerde-savas-aletleri/

Türklerin Tarih Boyunca Kullandığı Alfabeler

Türklerin Tarih Boyunca Kullandığı Alfabeler

Türklerin tarih boyunca kullandığı alfabeler hem yaşadıkları yer hem de yaşam şekillerine bağlı olarak değişiklik göstermektedir. Orta Asya'dan günümüze kadar beş farklı alfabe kullanan Türk devletleri, kullandıkları bu alfabelerle tarihe de ayrıca önemli bir ışık tutmuşlardır. Türklerin tarih boyunca kullandığı alfabeler içerisinden yalnızca ikisi Türk devletlerinin kendi oluşturmuş oldukları alfabeler olmaktadır. Geri kalan üç alfabe diğer toplumların etkisinde kalınarak kullanılmıştır.

Türklerin Tarih Boyunca Kullandığı Alfabeler

Türkler, dünyaya hakim olmuş, birçok toplumla etkileşime girmiş ve birçok toplumu etkilemiş bir millet olmaktadır. Tarih boyunca Türkler tüm bu etkileşimlerle birlikte her alanda olduğu gibi dil alanında da birçok değişime uğramışlardır. Fethettikleri yerlerdeki toplumlardan birer parça alarak dillerine katan Türkler, bu etkileşimler sonucu son derece zengin bir dil yapısına sahip olmuşlardır. Tüm bu etkileşimlerle birlikte Türkler şu alfabeleri kullanmışlardır.
Türklerin Tarih Boyunca Kullandığı Alfabeler
  • Göktürk Alfabesi: Her ne kadar adı Göktürk Alfabesi olarak bilinse de bu alfabe Türklerin tarih boyunca kullandığı alfabeler arasında en çok kullanılan olarak yer almaktadır. Sadece Göktürk Devleti değil, Hunlar ve birçok Türk kavmi de kullanmıştır. Adını Orhun ya da Göktürk Yazıtları'ndan almıştır. Göktürk Alfabesi Türklerin tarih boyunca kullandığı alfabeler arasında en çok harf sayısına sahip alfabedir. 38 harften oluşan Göktürk Alfabesi'nde 4 sesli harf bulunmaktadır. Bu 4 sesli harf metinler içerisinde 8 farklı sese karşılık gelebilmektedir. Bazı heceler için alfabede özel harfler dahi bulunmaktadır. "ok, uk, ko, ku, ük, kü, nç, nd" gibi heceler için alfabede harfler bulunmaktadır. Göktürk Alfabesi sağdan sola yazılan ve okunan bir alfabe olmaktadır. 
  • Uygur Alfabesi: Göktürk Devleti'nin yerine kurulan Uygur Devleti, Orta Asya Türk kültüründe köklü değişiklikler yerleşik hayata geçmeleri bu durum üzerinde büyük bir etkiye sahip olmaktadır. Uygur Devleti yaptığı değişiklikleri dil alanında da göstererek kendi alfabelerini oluşturmuşlardır. Türklerin tarih boyunca kullandığı alfabeler arasında yerini alan Uygur Alfabesi 18 adet işaret ve sembolden oluşan bir alfabedir. Bu alfabe içerisinde 4 sembol sesli olarak kullanılmaktadır. Göktürk Alfabesi gibi sağdan sola yazılıp okunan Uygur Alfabesi harfler birbirine bitişik olarak yazılmıştır.
  • Arap Alfabesi: Türklerin tarihte yaptığı en büyük olaylardan birisi de hiç şüphesiz İslamiyeti kabul etmeleri olmaktadır. Türkler İslamiyeti kabul ettikten sonra tarih sahnesinde daha çok rol almaya başlamışlardır. Kurulan birçok devleti İslamiyet için savaşarak, devlet politikalarını bu yönde yürütmüştür. Durum böyle olunca da Arap Alfabesinin kullanılması kaçınılmaz olmuştur. Arap Alfabesi Türklerin tarih boyunca kullandığı alfabeler içerisinde en uzun süreli olarak kullanılanı olmuştur. En son örneği olarak Türkiye'de Cumhuriyeti'in ilanı ve harf inkılabına kadar kullanılmıştır. Osmanlı Devleti'nin kuruluşu, Selçuklular ve öncesi ile başlayan bu dönem harf inkılabında son bulmuştur. Arap Alfabesi normalde 28 harften oluşmaktadır. Ancak Türkler bu alfabeye bazı eklemeler yaparak kullanmışlardır. Osmanlıca'daki bazı Türkçe karakterli harfler de bunun somut örnekleri olmaktadır. Türkler Arap Alfabesi'ni 31 - 36 harfli olarak kullanmışlardır. Türklerin ortaya koymuş olduğu birçok eser bu alfabe ile olmuştur. Bu nedenle Arap Alfabesi'nin Türklerin tarih boyunca kullandığı alfabeler içerisinde çok önemli bir yeri olmaktadır. 
  • Kiril Alfabesi: Türklerin tarih boyunca kullandığı alfabeler içerisinde, kullanmak zorunda kaldıkları bir alfabe olmaktadır. Bu durum bazı kişilerin kafasında soru işareti bırakabilmektedir. Ancak olayın iç yüzü tamamen baskı ve zorlamaya dayanmaktadır. Kiril Alfabesi Rusya'nın Orta Asya'da hakimiyeti altına aldığı Türk devletlerine ve toplumlarına zorla kabul ettirdiği bir alfabedir. Türkler bu alfabeyi isteyerek değil, Rusya'nın baskısı nedeniyle kullanmışlardır. Rusya bu alfabeyi kullandırtmak için alfabe yasağı dahi koymuştur. Kiril Alfabesi şekil ve sembollerden oluşan bir alfabedir. 38 harften oluşan bu alfabe Türklerin tarih boyunca kullandığı alfabeler arasında en çok sesli harfe sahip olan alfabe olmaktadır. Alfabede 11 sesli harf bulunmaktadır. Kiril Alfabesi soldan sağa doğru yazılıp okunmaktadır.
  • Latin Alfabesi: Dünyada birçok devletin kullandığı alfabe Türklerin tarih boyunca kullandığı alfabeler arasında yerini almıştır. İlk defa Azeriler tarafından kullanılan bu alfabe, 1928 yılındaki değişiklikle birlikte ülkemizde de kullanılmaya başlanmıştır. 8 sesli harften oluşan bu alfabede ülkemizde kullanılana göre 21 tane sessiz harf bulunmaktadır. Ülkemizde kullanılan alfabe içerisinde bazı değişiklikler uygulanmıştır. Diğer dünya devletleri Latin Alfabesi'ni kullanırken Q, X, W gibi harfleri kullanırken, Ç, Ğ, Ö, Ü gibi harfleri kullanmamaktadırlar. Bu anlamda Türkiye'de kullanılan Latin Alfabesi kısmi olarak değişikliğe uğramıştır. Latin alfabesi öğrenmesi son derece kolay olan bir alfabe olmaktadır. Bu alfabe soldan sağa yazılıp okunmaktadır.
Türklerin tarih boyunca kullandığı alfabeler arasında bu beş büyük alfabe öne çıkanlar olmaktadır. Ancak Türkler etkisinde kaldığı birçok devletin ve milletin alfabesini kullanmışlardır. Özellikle Orta Asya'da bu durumla çok sık karşılaşılmıştır. Çin'le münasebette bulunan bazı Türk toplulukları Çin Alfabesi'ni dahi kullanmışlardır. Ancak bu toplumlar sonradan asimile olup öz benliklerini yitirdikleri için Türklerin tarih boyunca kullandığı alfabeler arasında Çin Alfabesi tam anlamıyla yer almamıştır.
 
http://www.alfabe.gen.tr/turklerin-tarih-boyunca-kullandigi-alfabeler.html

Rusların Kafkasya’yı İstilası ve İmam Şamil

Rusların Kafkasya’yı İstilası ve İmam Şamil
 
1) Kafkasya’nın  Coğrafi konumu
 
Kafkasya, Azak denizi, Maniç çukurları, hazar denizi ve Karadeniz arasında kalan ve Apşeron yarımadasından başlayarak  kuzey batı  yönünde, yaklaşık 650  mil uzunluğundaki Kafkas sıra dağlarının kuzey ve güney kısımlarını da içine alan  bölge olarak tanımlanabilir. Transkafkasya olarak da adlandırılan bu bölge esas itibariyle dağlık bir bölgedir.
 
Kafkas dağları, tarih sahnesinde şimdilerde artık yer almayan birçok kavime ve topluluğa  sığınak olmuş, kucak açmıştır.  Mısırlılar, Medler, Alanlar, İskitler, Grekler, Romalılar, İranlılar, Araplar, Moğollar, Türkler, Tatarlar ve Slavlar   değişik tarihlerde art arda ve bir çok kere Kafkasları süpürüp geçmişler ve burada bazı izler bırakmışlardır. Dolayısı ile Kafkasya’da tarih içinde yaşamış ve hala yaşayan  Kafkas halklarının çeşitliliği,  kullanılan dillerin renkliliği kimseyi şaşırtmaz.
Kafkasya’da, özellikle Doğu Kafkasya’da kullanılan ve yapı itibarı ile birbirinden farklı olan dil sayısının 40’ın altında olmadığı araştırmacıların ortak görüşüdür. Bu nedenle  buraya ‘’Lisan Dağı’’ anlamına gelen ‘’Cebel Es-Sine’’ denmiştir.
Tarihsel gelişimi bakımından bölgenin demografik oluşumu şu şekilde tasnif edilebilir.
Adıgeler (Şapsığ, Abzekh, Hatukhay, Besleney, Kabardey vs.)
Abhaz-Ubıh, Çeçen-İnguş toplulukları
Dağıstan bölgesinde yaşayan halklar(Andi, Avar, Lak, Lezgi vb. kabileler)
tarihi otokton halklar olarak adlandırılırlar.
Bölgeye sonradan gelip yerleşen halklar da Turani kökenli Karaçaylar, Balkarlar, Nogaylar, Kumuklar ile İndo-germen kökenli bir halk olan Osetler’dir.
 
Dağıstan
Dağıstan ismi, Hazar Denizi, ana dağ silsilesi ve Andi zinciri arasında kalan ve Sulak nehrini izleyerek Terek’in ağzına doğru kuzeye uzanan bölgeyi ifade eder. Dar bir sahil boyu ve  yüksek bir platodan oluşur.  Dağlık bir bölgedir. Savaş başlarken Dağıstan’ın büyük kesiminde Araplar tarafından ülkeye getirilen Hanlık sistemi hüküm sürerken, bazı yerlerde de irili ufaklı bağımsız gruplar halinde yaşayan kabilelere de rastlanırdı.
 
Çeçenistan
Doğuda sulak Nehri, Batıda Yukarı Sunja ve kuzeyde Aşağı Sunja ile Terek arasında kalan bölgeye Çeçenistan adı verilir. Tamamen ormanlarla kaplı bir bölge olan Çeçenistan, ormanlarla nehirlerin harmanlandığı  verimli topraklara sahip bir coğrafya olarak bilinir.
 
2)  Rus-Kafkasya ilişkilerine kısa bir bakış.
Kafkas-Rus ilişkilerinin ilk olarak X.Yüzyılda başladığı kabul edilmektedir. M.S. 940 yıllarında Kiev Prensleri Kafkasya''ya saldırılar düzenlenmişler, Kuzeybatı Kafkasya''da Adiğeler ve osetlerle çeşitli savaşlar yapmışlardır.
Çar I. Petro''dan sonra saldırılar sistemli bir şekil almaya başlar. Aslında kendiside bir doğu toplumu olan Ruslar, Petro’dan itibaren hızlı bir değişime girerler ve Batıya açılarak ve batıdan esinlenerek emperyalist ve yayılmacı politikalar geliştirmek ve uygulamak için her türlü imkanı kullanmaya başlarlar. Böylece çevrelerinde bulunan ve kendilerine benzemeyen bütün milletleri ya kendilerine benzetmek ya boyun eğdirmek ya da yok etmek için uzun yıllar sürecek olan savaşları başlatırlar.
Petro’nun 1722''de Derbent’i, 1723’de  Bakü ve çevresi işgal işgal ederek Dağıstana girme teşebbüsü başarısızlıkla sonuçlanır. Petro’dan sora tahta geçen Çariçe Elizabeth’in 21 yıllık iktidarı süresince yapılan şey, Terek Hattında savunmada kalarak ve bu Hattı  Hazardan içerilere doğru kaydırmak ve bu hatta kazakları iskan etmek olmuştur.
1762 de tahta çıkan II. Katerina, Orta Kafkasya''ya saldırmaya başlar ve buradaki halkı dağlara çekilmeye mecbur eder. 1763''te Osetya’da  Mozdok (Mezdegu - Sağır Orman) kalesi yapılır. Ve bölgede bir Ortodoks  kilisesi inşa edilir. Böylece  Kuzey Kafkasya''yı ikiye bölmek için önemli bir adım atılmış olur.
1768-1774 Osmanlı –Rus savaşını Osmanlı devleti  kaybeder ve  13 Ocak 1775 de yürürlüğe giren Küçük Kaynarca antlaşmasıyla Osmanlılar Kabardey bölgesinde etkisini yitirirler.
1782''de Gürcü asıllı Ferruh Ali Paşa komutasındaki Osmanlı ordusu Anapa''ya çıkar ve bu kaleyi takviyeye, Soğucak ve Tsemez (Novrosiski) kalelerinide inşaaya başlar. Ferruh Ali Paşa bölgedeki halka islamı anlatmak için bazı faaliyetlerde bulunur ve bu çerçevede Anapa kalesine din adamları getirtir.
Bu çalışmalar etkili olur ve Çerkesler arasında müslümanlık yayılmaya başlar. Aynı tarihlerde Ruslar, Mozdok kalesi merkezli misyonerlik faaliyetlerini arttırarak bölge halkını hırıstiyanlaştırma çabalarını sürdürürler. Özellikle de Asetinler üzerinde etkili olurlar.
Rusların  Viladikafkas kalesini yapmaları ve Daryal Yolu’nu açarak Kırım ve Derbent‘i işgal etmeleri 1783''te gerçekleşir. Ayni yıl Kartli, Kahketi gibi doğu Gürcü krallıkları Rusların himayesi altına girer.
3. Şeyh Mansur hareketi
1785 yılında Çeçenistan’da İmam Mansur ortaya çıkar.
İmam Mansur(Uşurma), Ruslara karşı Gazavat ilan eden ve bu uğurda bayrak açan ilk kişi olarak tarihe geçmiştir. İmam  Mansur’un niyeti, Kafkas Halklarının birleştirerek ortak düşman olan Rusların yayılmacılığına ve işgaline karşı koymaktır.
Düzenli, iyi bir askeri  eğitim almış ve zamanın bütün teknolojik ve maddi imkanlarına sahip profesyenel Rus orduları ile, Cesur ve fedakar, fakat  disiplinden  yoksun yeterince askeri eğitime sahip olmayan ve sayıca az olan güçlere sahip İmam Mansur arasında çok kanlı ve şiddetli  savaşlar olur. Bazen yenilgi, bazen zaferler kazanılarak savaşlar, 1791 yılına kadar sürer.
1791 yılının Haziran ayında Kafkas Naib’i Kont Gudoviç, büyük bir ordu ile o sıralarda Osmanlı devletinin kontrolünde bulunan Anapa’yı ele geçirir. İmam Mansur bu savaşta Rusların eline geçer. St. Petersburg’a, oradan da Beyaz Deniz kıyısında Şellesburg da bir manastırda hapsedilir. 1794 yılında idam edilir. Böylece Kafkas Rus işgaline karşı başlattığı direnme ve ülkesini  savunma hareketini başarıya ulaştıramadan hayata veda etmiş olur.
4.Gürcistan’nın Rusya’ya ilhakı
Çariçe Katherina’nın ölümüyle tahta Paul geçmiştir. İran şahı Feth Ali’nin Gürcistan’a müdahale isteği ve Gürcistan Krallarının taht kavgaları, Rusya için iyi bir fırsat oluşturur. Çevresindeki komşuları  ve içerdeki iktidar kavgaları ile bir türlü baş edemeyen  zamanın Gürcistan Kralı 12.George, St. Petersburg’a elçiler göndererek Çar Paul’den Gürcistan’ı himayesi altına almasını ister. Çar Paul, 18 Aralık 1800 de yayınladığı bir ferman ile  Gürcistan’ı himayesine aldığını duyurur. Küçük Kaynarca antlaşması ile Osmanlı Devletinden koparılan Mingrelya ve İmeritya da 1804 ‘de Rusya’ya bağlanır. Böylece Rus egemenliği Kara Denizden Hazar Denizine kadar uzanmış olur.
5. Aleksy Yermolov Zamanı
1816 yılında  Aleksy Yermolov sınırsız yetkilerle donatılmış olarak Gürcistan’a idari ve askeri bir amir olarak atanır. Aynı zamanda Rusya’nın İran elçiliği görevini de yürütecektir. Yermolov’un kafkasya’daki yönetiminin sürdüğü zaman Yermolov zamanı ve uyguladığı canavarca yöntemler de Yermolov sistemi olarak tanımlanmıştır.
Yermolov sisteminin temel prensipleri şöyle idi.  İşgal edilen köyler yağmalanmalı, ateş ve kılıç her yeri sarmalı, erkekler süngülenmeli ve kılıçtan geçirilmeli, kadınlar tecavüze uğramalı ve öldürülmeli, çocuklar sağ kalmamalı.
Yermolov’un şahsında vücut bulan bu anlayış aslında sadece Ruslara has bir anlayış da değildi. Aynı yıllarda İngiltere ve diğer batı ülkeleri de kendilerinden farklı olan halklara aynı şekilde davranıyorlar, bir takım hile ve politik oyunlarla ülkelerin bir bölümünü işgal ediyorlar, daha sonra da birçok bahaneler uydurup ülkelerin diğer kısımlarını ele geçirerek halklarını köleleştirme yoluna gidiyorlardı. Bunları yapmak için de her şey mübah sayılıyordu. Bu gün Çeçenistan’da, Irak ‘ta, Filistin’de yapılanlar buna örnektir.
Yermolov’a göre merhamet bir zayıflık göstergesi sayılıyordu.
Ona  göre bütün Kafkas halkları, herhangi bir Rus memurun sözünü kutsal kabul etmeli, kendi inançlarını ve hayat tarzını hiçe sayarak, bu kutsal emirlere kayıtsız şartsız itaat etmeliydiler. Aksi halde yok edilmelidir. Ve Her fırsatta da bunu sağlamak için çaba gösterilmeliydi.
İşte Yermolov buydu ve yönettiği orduyla da bu düşüncesini gerçekleştirmeye koyuldu. Öyle katliamlar ve işkenceler uygulamıştı ki, bir çok şarkı ve ağıtlar Yermolov’u anlatan  Yermul  canavarı adına yazılmıştır.
6. Dağıstan’ın İşgali
Kafkasya’yı tamamen Rus egemenliğine alma politikası  zaman ve şartlar dikkate alınarak adım adım hayata geçirilir. 1803’ de Dağıstan’ın en önemli Hanlığı olan Avaristan, 1806’ da Baku ve Kuba hanlıkları Rus hakimiyetine girer. 1813 te imzalanan Gülistan anlaşması ile İran;  Derbend, Kioren, Şirvan ve Karabağ gibi bölgedeki bir çok hanlığı da  Ruslara bırakmak zorunda kalır. 1819 yılında da Dağıstan’daki küçük özgür toplulukların yaşadığı topraklar işgal edilir.
1820 ye gelindiğinde Dağıstan’ın büyük bir bölümü işgal edilmiş durumdadır ve Dağıstan’a da  Rusya nezdinde ayrıcalıklı konumda bulunan Kazak göçmenleri yerleştirilerek üsler inşa edilir.
7. İmamlar devri
A. Gazi Muhammed dönemi
Artık bu aşamada Dağıstan’da yapılacak şey belliydi. Ne pahasına olursa olsun özgürlüklerini, inançlarını, ülkelerini ve geleceklerini, bu korkunç Rus istilasına karşı savunmak. Şimdi Rus istilası karşısında gelişen ‘Gazavat’ direnişi vardır. Bu dönem İmamlar dönemi olarak adlandırılır.
Dağıstan 8. yüzyıldan itibaren oraya gelen Arapların seferleri ile  İslam’la tanışmıştır. Bu tarihten itibaren  Dağıstan’da İslam’ın yayılması değişik kanallardan olmuştur.  Bu kanallardan biriside Nakşibendi tarikatıdır. 18. yüzyıl sonlarına doğru bu tarikatın Kafkasya’da, özellikle Dağıstan’da etkin olduğu bilinmektedir. Bu Tarikatının kullandığı Şeyh-Mürit kavramlarından esinlenen Ruslar, Dağıstan’da şekillenen bu Direniş hareketini İslami karakterini de göz önüne alarak, Müridizm olarak tanımlamışlar, daha sonra yapılan savaşlara da Mürit savaşları demişlerdir.
Bu tür tanımlamalar, sürdürülen direniş hareketlerinin zaafa uğratılması ve Dağıstan’daki etnik çeşitlilikten de yararlanılarak, halkların birleşmesini önleyici kavramlar olarak kullanılmıştır. Kafkas tarihinin son dönemini inceleyen batılı tarihçiler de esas kaynak olarak kullandıkları Rus yazarların ve Resmi Rus makamlarının bu şekildeki değerlendirmelerini olduğu gibi almışlardır. Yoksa İslam tarihinin hiçbir döneminde  Müridizm diye adlandırılan bir hareket ortaya çıkmamıştır.
Aslında olan şey şuydu. Ortodoks Rus çarlığının ülkelerini istila hareketi, Kafkasya’daki her topluluğu harekete geçiriyor, bu istila hareketine karşı değişik direniş şekilleri gelişiyordu. Ortodoks Rus çarına itaat etmek, ona boyun eğmek, ülkelerini ve özgürlüklerini onun himayesine sunmak, her zaman özgürce yaşamış Dağıstanlılar için mümkün olmayacağı gibi dinleri olan İslam’ın prensipleri de buna izin vermezdi. Kendi ülkelerinde ve kendi dinlerinin emrettiği şekilde özgürce yaşamak hakkını kimseyle paylaşmak olmazdı. Ruslar zulüm, katliam, yağma ve  esaret getiriyordu. İslam ise adalet, eşitlik, özgürlük ve mutluluk veriyordu.
Ruslara karşı yürütülen direniş hareketinin İslami uyanış hareketi ile birleşmesinin  Dağıstandaki ilk temsilcisi Kuzey Dağıstan’nın Yaragl köyünde yaşayan Molla Muhammed olmuştur. Ancak bu direniş hareketinin ilk politik lideri Gimri’li Gazi Muhammed’dir.
Dağıstan’da adım adım Rus işgali gerçekleşirken, Dağıstan direnişi de iki önemli şahsiyet, Gazi Muhammed ile arkadaşı ve kapı komşusu Şamil önderliğinde şekillenmeye başlamıştı.
Gazi Muhammed’in tam olarak ne zaman doğduğu bilinmemekle beraber, 1793 te Gimri de doğduğu kabul edilmektedir. Dağıstan’da çeşitli alimlerden dersler alarak kendisini yetiştirdi.
Şamil ise 1797 yılında Avar toprakları içinde Gimri avulunda doğmuştu. Zayıf, ince yapılı ve çelimsiz bir yapıya sahip, altı yaşına kadar sık sık hastalanan  ve ismi Ali olan bu delikanlı, yöresel gelenekler uyularak Şamil adıyle anılmaya başlanır.Yaşı ilerledikçe, ünü de artar. Devamlı olarak kılıç kuşanan, koşan, atlayan ve her türlü hareketi yapan  bu delikanlı, yirmili yaşlara geldiğinde kendisi ile yarışacak yada kendisine rakip olacak kimseyi bulamaz olur. Gururlu bir yapısı vardır. Duygulu ve kederli, öğrenmeye istekli, başkalarının üzerinde etkileyici ve hakimiyet kurucu özelliklere sahipti.
Molla Muhammedin 1822 yıllarından itibaren Yaragl köyünde camide yaptığı sohbetler meyvesini vermeye başlamış ve 1827 yılından itibaren Gazi Muhammed, Mola Muhammedin öğrencisi Cemalettin’den öğrendiği bilgileri Gimri’de anlatmaya koyulmuştur.
Gazi Muhammed öncelikle, halkına İslam’ı öğrenmelerini  ve  İslami kurallara göre yaşamalarını tavsiye etmeye başlar. Bu çerçevede bir çok adet ve geleneğin ortadan kaldırılması gerektiğini, bunların halkı birbiriyle düşman haline getirdiğini, asıl düşmanın yakında olduğunu, ülkelerini, özgürlüklerini, evlerini ve hayatlarını tehdit ettiğini açık açık anlatmaya koyulur. Onun için Allah’tan başka güvenilecek ve boyun eğilecek bir güç yoktur. Gazi Muhammed’in bu anlattıkları hızla yayılır ve kısa sürede ünü kendi köyü ve etrafını aşıp bütün Dağıstan’da duyulmaya başlanır.
Gazi Muhammed, Nihayet 1829 yılında zamanı geldiği kanaatine vararak yayınladığı bir bildiri ile Gazavat ilan eder. Artık kutsal savaş başlamıştır. Dağıstan’ın her yanından gelen dini liderlerinde katıldığı toplantıda  Gazi Muhammed İmam olarak seçilir. Yani yönetimin başına getirilir. Ve Gazavat çağrısı benimsenir. 1830 yılından itibaren savaşlar başlar ve Dağıstan ve Çeçenistan’da  Ruslara karşı bir çok savaşları yönetir.
İmam, 17 Ekim 1832 günü Baron Rozen Komutasındaki Rus ordusuna karşı yürütülen Gimri savunmasında şehit düşer. Şehit düştüğünde 40 yaşlarında idi. Gazi Muhammed, Dağıstan ve Çeçenistan halklarını ve giderek bütün Kafkas halklarını birleşerek, Rus istilası karşısında direnişe geçmeleri ve  bu direnişin başarılı olması için elinden geleni yaptı. Zaman zaman 3000-5000 kişiye varan birlikler oluşturarak, Ruslara ağır kayıplar verdirdi. Uyguladığı savaş taktikleri ve ortaya koyduğu cesaretli kararlarla iyi bir savaşçı ve lider olduğunu kanıtladı. Basit ve sade bir hayat ve hayatı boyunca inançlarının ve ülkesinin özgürlüğü için aralıksız bir mücadele. İşte Gazi Muhammed böyle bir insandı.
B. Hamzat Bek Dönemi
Gazi Muhammed’in ölümü ve  Şamil’in de yaralı olarak  kurtulması sonucunu veren Gimri savaşından sonra İmam olarak Hamzat Bek seçilir. Hamzat 1789 yılında Hunzah’a yakın Gotsatl köyünde doğmuştu. 1829 da amcasının teşvikiyle Gazi Muhammed’in yanına Gimri’ye gider. Gazi’den büyük ilgi görür ve ondan etkilenir. O andan itibaren Gazi Muhammed’in yanından ayrılmaz ve onunla birlikte özgürlük mücadelesini yürüttür. İmam seçildikten sonra Şamil’in de desteğini alarak Gazi Muahammed’in bıraktığı yerden direniş hareketini devam ettirmeye çalışır. İmam seçildiği andan itibaren  direniş hareketini Dağıstan’da yeniden toparlar. Ordusunu yeniden düzenler. 1834 Ağustos ayının sonlarına doğru, Hunzah hariç bütün Avaristan Hamzat’ın otoritesini kabul eder. Avar hanlığını tamamen ortadan kaldırır.Yaptığı icraatlar ve uyguladığı yöntemler düşmanlarını arttırmıştır.
19 Eylül 1834  Cuma günü her zaman olduğu gibi Cuma namazını kıldırmak üzere  camiye geldiğinde daha sonraları Kafkasya’ da ismini duyuracak olan Hacı Murat’ın Kardeşi Osman  tarafından öldürülür.  Böylece İmam Hamzat’ın  bir buçuk yıl süren imamlığı sona ermiş olur.
 
C.İmam Şamil Dönemi.
1)İmamlığa seçilmesi
İmam Hamzat’ın öldürülmesi, ortalığı karıştırmak ve Ruslara karşı  belli ölçüde sağlanmış gözüken birlikteliği bozmak isteyenler için önemli bir fırsat gibi gözükse de buna imkan verilmez.
Halkın büyük teveccühü ve ısrarı Şamil’in İmam olması noktasındadır. Kendisine iletilen İmamlık teklifini uzunca bir süre kabul etmez. Direniş savaşının şiddetlenerek sürüp gideceğini, önlerinde çok zorlu ve çetin günlerin olduğunu, savaşın getireceği zorlukların artacağını, bütün bunların üstesinden gelmek için de, disiplinli ve birlik içinde hareket etmek gerektiğini, bu nedenle  kendisinin de zaman zaman sert ve katı önlemler alma durumunda olabileceğini ve bunlara herkesin uyması gerekeceğine, şimdiden bunların bilinmesi gerektiğini hatırlatır ve her kesin onayını aldıktan sonra İmamlığı kabul eder. Biat töreni Aşilta’da yapılır. Bu sıralar İmam Şamil 37 yaşındadır. Artık Kafkasya için yeni bir dönem başlamıştır. Tarih  2 Ekim 1834.
 
 
 
Şamil İmam seçilir seçilmez hemen kafasındaki planları uygulamaya koyulur.
i) Öncelikli hedefleri
İmam’ın hedefleri aşağı yukarı şu şekilde idi.
1) Kafkasya’da birliği sağlamak. İlk etapta en azından fikir bazında Birleşik Kafkasya fikri etrafında birlik oluşturmak
2) Düzenli bir ordu oluşturmak, bu durum gerçekleşinceye kadar Ruslarla uygun zaman ve zeminlerde vur kaç şeklinde taktik savaşlar ve çarpışmalara girişerek onları yıpratmak,
3) Dağıstan’da yönetimi daha düzenli ve hukuki temelleri olan bir yönetim haline sokmak ve İslami esasları yönetimin temel kuralları haline getirmek
4-İmamlık otoritesinin tüm Kafkas halklarınca benimsenmesini sağlamak, böylece direniş hareketinin liderliğini üstlenmek.
Örgütlenme işini ele alarak şöyle bir model uygulanmaya koyulur.
ii) Örgütlenme biçimi
İmam’a  bağlı her yerde Naiplikler kurulur. Ele geçirilen veya kendisine iltihak eden bölgelerde bu naipliklere bağlanır ya da yeni Naiplikler oluşturulur. Her Naipliğin başına bir Naip atanır. Naipler vergileri düzenlemek, asker toplamak, yargı yetkisini kullanmak, kanunların İslami esaslara uygunluğunu denetlemek gibi görevlerden sorumluydu.
Beş naipliğin bir araya gelmesinden Vilayetler oluşturulur ve Vilayetlerin başına Kumandan sıfatı ile idareciler atanır. Kumandanlar o bölgedeki mülki ve askeri idarenin başıydı ve doğrudan İmam’a bağlıydılar.
Her avulda (köyde) bir kadı görevlendirilir. Bunlar naiplere bağlı olup, Naipler ve İmam’ın gönderdiği kurallara göre halkı idare etmek, halka İslam Dini’nin esaslarını anlatmak ve ona uygun yaşaması için onlar yardımcı olmak, orada gelişen hadiseleri naiplere rapor etmek, İmam ve Naiplerin emirlerini ilan etmek gibi görevleri yürütür.
Her zaman İmam’ın çevresinde özel olarak seçilmiş, gerek dini yönden gerekse askeri yönden iyi eğitilmiş koruyucu bir birlik bulunurdu. Murteza adı verilen bu özel güç gerek dindarlık, gerek kahramanlıkta en iyi durumda olan müritler arasından seçiliyordu. Sayıları zaman zaman değişik olmasına rağmen yaklaşık 1000 civarında seyrederdi. Bunlar her hangi bir çatışma anında ilk ve asıl vurucu gücü oluştururlardı.
1843  yılına gelindiğinde, yani İmam seçildikten itibaren 9 yıl içinde,  Şamil  bu örgüt yapısını oluşturmuş ve yönetimine dinamik bir yapı kazandırmıştı.
 
 
iii) Ekonomik yapı
Başlıca gelirler, her devlet yönetiminde olduğu gibi, savaş ve baskınlardan elde edilen ganimetler, halktan alınan öşürler(vergiler) gibi kalemlerden oluşuyordu. Gerekli silah ve mühümmat temini için değişik bölgelerde kurulmuş imalathaneler  kullanılırdı.
iV) Eğitim
Genel olarak camiler ve civarındaki medreseler eğitimin temel taşları idiler. Ayrıca savaş süreklilik arz ettiğinden dini eğitimin yanında askeri eğitim de her halükarda hayatın içinde alınmış olurdu.
V)İletişim
Aralıksız süren savaş, istihbarat ve iletişimi çok önemli hale getiriyordu. Dağlık, ormanlık, bataklık ve uçurumlardan oluşan ve bir hayli geniş olan hareket alanları söz konusu olduğundan; birlikler, köyler, karargahlar, Naiplikler, kumandanlıklar ve İmam arasındaki haberleşme ve iletişim,özellikle bölgeyi iyi bilen atlı ulaklarla yapılırdı. Rus ordusundaki ajan ağı sayesinde Rusların her hareketinden anında haberdar olabiliyor ve ona göre gerekli önlemleri alıyordu. Buna göre seri hareket edebilen birlikler oluşturuyor ve düşmanı rahatlıkla izleyerek gerektiğinde baskınlar düzenliyordu.
 
İmam Şamil epeyce zamanını alsa da belli bir dönemde bu yapılanmayı tamamlamayı başarmıştı. Daha sonra İmam Şamil hareketini ve Kafkasya savaşlarını inceleyen batılı yazarlar, İmam’ın bu örgütlenme biçimini övgü ile anmışlardır.
2) Savaşlar
a) İlk Savaşlar
Şamil’in İmam seçilmesi ve Dağıstan’da yeniden örgütlenmeye başlaması Rusları ve Hanları tedirgin eder. Avaristan’ın idaresini de üstlenen Mektule Hanı Ahmet Han, Kuzey Dağıstan’daki Rus orduları komutanı General Feze’ye gizlice mektup yazarak, Hunzah’ta bir Rus karargahının kurulması talebinde bulunur. 9 Mayıs 1837 de General Feze komutasındaki büyük bir ordu, Avaristan merkezi Hunzah’a ulaşır. Hanlık sarayı toplarla tahkim edilerek, 5 tummuz da Aşilta ve Unsokul avullarına doğru harekete geçilir. Şiddetli çarpışmalar yaşanır. Her taraf yakılır ve yıkılır. Gerek Ruslar, gerekse İmam Şamil’in kuvvetleri önemli kayıplar verirler. Yapılan görüşmeler sonucunda Feze, Şamil’in yazdığı  bir mektubu alarak anlaşmaya razı olur. Rus Ordusu Aşilta’dan geri çekilir. Hunzah Ruslar’da kalır. Bu anlaşma Şamil’in etkisinin daha da artmasına ve yayılmasına vesile olur.
Çar I. Nikola 1837 yılının sonbaharında Kafkasya’yı ziyaret edecektir. Rus komutanlar, Çar’ın gelmesi ile tüm bölgenin boyun eğmesini kutlayacak ve Çar’a büyük bir armağan vereceklerdir. Eğer Şamil, Çar’ın yolculuğu sırasında uygun bir yerde, Muhtemelen Tiflis’te Çar’ın huzuruna çıkar ve af dilerse ve bir daha Ruslara karşı savaşmayacağına söz verirse, Çar tarafından bağışlanacaktır. Bu durumu anlatmak ve Şamil’i ikna etme görevi de General Klugenav’a verilir. 18 Eylül 1837 günü Gimri yakınlarında  buluşma gerçekleşir. Buluşma noktasına İmam, 200 civarında atlı eşliğinde, General de kendi adamları ile gelir. Çar’ın emrine hayatını adamış bir Hıristiyan General ile ülkesinin ve halkının özgürlüğü için hayatını vermeye hazır Müslüman bir Direniş lideri karşı karşıya gelmiştir.
Şamil’in yanında önemli Naipleri vardır. Görüşmeler bir hayli uzar ve general,  Şamil’i ikna edemeyeceğini anlamıştır. Ayağa kalkar ve elini Şamil’e uzatır. Şamil karşılık vermeden, Şamil’in en yakın adamlarından ve Naiplerinden olan Surhay Han, Şamil’in kolunu yakalar ve İmam’a bir gavurun elini tutup günaha girmemesi gerektiğini hatırlatır. Görevini başarı ile tamamlayamamanın verdiği sıkıntı ile öfkelenen general için bu durum çok ağır bir hakarettir. Kendisini tutamaz ve yaralı bacağı için kullandığı koltuk değneğini Surhay Han’ın başına vurmak üzereyken Şamil’in ani hamlesi ile bu olay önlenir. Eğer General bu darbeyi indirseydi orada işler karışır ve General ve adamları yok edilebildiği gibi Şamil ‘de zarar görebilir, o karışıklıkta öldürülebilirdi. Olay Şamil’in soğukkanlı ve liderliğine uygun bir şekilde sonuçlanır.Daha sonraları, General Klugenav Şamil’i mektupla tekrar ikna etmek yolunu dener. Ancak Şamil bu sefer General Feze’ye
Bu satırları tevazulu yazarı, her şeyi Allah’ın inayetine bırakan Şamil’den. 28 Eylül 1837.
Ben, Kafkasya''nın hürriyeti için silaha sarılan muhariplerin en hakiri Şamil, Allah''ın himayesini Çarların efendiliğine feda etmemeğe ahd  eden, özü, sözü doğru bir müslümanım.
Çar Nikola''yı tanımadığımı, onun iradesinin bu sarp dağlarda sökmeyeceğini General Klug''a anlayabileceği bir dilden tekrar tekrar söylemiştim. Sanki bu sözler taşa söylenmiş gibi, Çar ile görüşmek üzere beni hâlâ Tiflis''e davet edip duruyorsunuz. Bu davete asla icabet etmeyeceğimi şu mektubumla son defa olarak size bildiriyorum. Bu yüzden fâni vücudumun parça parça kıyılacağını ve sırtımı verdiğim şu vatan topraklarında taş üstünde taş bırakılmayacağını bilsem bu kat''î kararımı asla değiştirmeyeceğim. Cevabım işte bundan ibarettir. Nikola''ya ve kölelerine böylece malum ola."
Mektubu ile kesin kararını bildirir.
Bu olay, Dağıstan direniş hareketini yürüten savaççıların kendilerine ve  Ruslara bakış tarzlarını ortaya koyduğu gibi, Rus Generallerinin de savaş psikolojilerini anlamak bakımından  önemlidir. Bu arada Çar’ın ziyareti 21 Eylül de başlamış ve Kasım sonunda tamamlanmıştır.
b) Ahulgoh Kuşatması ve İmam’ın savunması
Baron Rozen’nin görevden alınarak General Golovin’in 21 mart 1838 Kaflas Orduları başkumandanlığına atanması ile birlikte Ruslar yeni hazırlıklara başlarlar.1838 yılı İmam için çok verimli bir yıl olur. Ahulgoh tahkim edilmiş, Avaristan ve civarı hemen hemen  Şamil’in otoritesine girmiş, Çeçenistan’nın önemli bir bölümü Şamil’in vefalı dostu ve Naiplerinden Taşof Hacı’nın kontrolünde, Güney Dağıstan ve Yukarı Samur kabileleri Ruslar karşı savaşmak için Şamil ile işbirliğine hazır vaziyette idiler. Gittikçe güçlenen Şamil’in durdurulması için 21 mayıs 1838  tarihinde General Grabe komutasında Yaklaşık 8500 kişilik bir ordu ile Kuzey Dağıstan’a bir sefer  düzenlenir. Hareket sahası içinde olan bütün köyler yakılıp yıkılarak ve katliamlar yapılarak Şamil’in karagahı Ahulgoh üzerine yürünür. Ruslar ve yerli işbirlikçileri 12 haziran’da Ahulgoh’u her yanıyla kuşatma altına alırlar.
Şiddetli çarpışmalar yaşanır. Zaman  zaman bazı kesintiler olmasına rağmen çarpışmalar günlerce sürer.  İmam ve ordusu müthiş bir direnme gösterir, 16 Ağustos da görüşme başlar. Ancak bu görüşmeleri sürmesi ve teslim şartlarının karara bağlanması için, Şamil‘den oğlu Cemalettin’in rehin olarak verilmesi istenir.  İmam zor durumdadır. Önemli naipleri de dahil, yakın arkadaşlarını şehit vermiştir. Onların arasında Surhay Han da vardır.
Şamil sonunda 12  yaşındaki küçük oğlunu bağrına taş basarak, beyaz bayrakla nefret edilen düşmanına yollar. Görüşmeler üç gün sürer. Ancak Şamil’in şartları kabul edilmez ve savaş yeniden başlar. Yüzlerce insan öldürdüler. Her taraf kanla boyanır. 29 Ağustosta Ahulgoh’ta hiçbir dağlı  sağ kalmamıştı. Rusların kaybı da 3000 civarında idi.
80 gün süren kuşatma nihayet bitmiş, Ahulgoh alınmış, İmam’ın önemli karagahı yerle bir edilmişti. Şimdi Şamil’in cesedi bulunmalı ve zafer tamamlanmış olmalıydı.. Her ceset tek tek kontrol edilir. Her mağara, her kayalık tekrar tekrar aranır. Ancak Şamil bulunamaz. Sonradan anlaşılır ki, 21 Ağustos akşamı İmam ile birlikte karısı, bir kaç sadık arkadaşı ve küçük oğlu ile birlikte Ahulgoh’tan kutulmayı yaralı da olsa başarmışlardr. Ruslar İmam Şamil’i yakalayamamışlardı, ancak önemli bir savaş kazanmışlardı ve Şamil için sona yaklaşıldığını düşünüyorlardı.
c)Yeniden toparlanış ve Dargo savaşı
İmam  Ahulgoh yenilgisinden  6 ay sonra Sadık Naipleri Şuayip Molla ve Cevat Han ile birlikte Çeçenistan’a geçer. Şamil Dağıstan’dan en iyi naiplarindan Ahverdil Muhammed’i de çağırarak küçük Çeçenistan denilen bölgenin yönetimini üstlenir. 1840 yılının Mart ayında bütün Çeçenistan ayaklanmış Ruslar ile çatışmalar başlamıştır bile. Aynı tarihlerde Ruslar Karadeniz kıyılarında Çerkeslere karşı şiddetli yenilgiler alırlar. Bu savaşlar konusunda Karl Marks şöyle diyordu:" Kahraman Adiğeler Ruslar''ı hezimete uğrattılar. Ey dünya, ey insanlık: özgür yaşamak isteyen insanların nelere muktedir olduklarını onlardan öğreniniz.’
Bu sıralarda Karadeniz kıyılarında İngilizlerin bazı faaliyetleri oluyor ve  Çerkesler’e cephane yardımı yapılıyordu. Ayrıca Mısır Paşası Mehmet Ali Paşanın Oğlu İbrahim Paşa yönetimindeki Ordusu Toroslar’ı aşarak Urfa ve Diyarbakırı almış ve Kafkasya üzerine yürüme hazırlıkları yapıyor ve İbrahim  Paşa Dağıstan’a Şamil’i desteklediğine dair fermanlar gönderiyordu. Bu durum Ruslar için endişe vericiydi.
Şamil bu arada yıldırıcı ve yıpratıcı baskınlar yapıyor, hızlı ve hareket kabiliyeti yüksek vurucu timlerle Çeçenistan’ı baştan başa tarayarak kendi hakimiyetini yayamaya ve pekiştirmeye çalışıyordu. 1842 yılının sonunda General Grabe ve general Golovin Görevlerinden alınırlar. Zira Şamil ile baş edememişlerdi.
1843 yılı Şamil için önemli bir yıl olacaktır. Zira  bu yılın sonuna doğru Ruslara karşı etkili bir savaş başlatmak istiyordu. Ordusunu toparlamış, yeniden örgütlemiş ve askeri örgütlenmesini başarılı bir şekilde yürütmüştü.
Çok kısa bir süre içinde Çeçenistan’dan Dağıstan’a geçerek Avaristandaki bütün Rus kalelerini yerle bir etti ve önemli sayıda mühimmat ele geçirdi. Artık,  Hunzah hariç avaristan Şamil’in hakimiyetine yeniden girmişti. Bu arada Hacı Murat da Ruslardan kaçarak kurtulmuş ve Şamil’in önemli Naipleri arasında yerini  alarak savaşlara katılıyordu. 1843 yılının 27 Ağustos-21 Eylül arasındaki savaşlar Şamil’i yeniden Avaristan’a hakim kılmıştı. 1843 yılı Ruslar için bir felaket yılı, Şamil için de önemli bir zafer yılı olmuştu.
Son olaylar Çar Nikola için anlaşılmaz şekilde gelişiyordu. Yeni atadığı başkumandan General Neidhart’a 1843 sonlarında gönderdiği talimatlarında, hala Şamil’in neden yok edilemediğini anlayamadığını ifade ediyor ve en kısa zamanda İmam’ın tamamen yok edilmesini istiyordu.  
Aynı dönemde Rus ordusunda general rütbesi ile görev yapan Elisu yöneticisi Danyal Sultan Şamil’e katılmıştır. Bu arada Şamil’de üzücü bir olay yaşar. En önemli naiplerinden Şuaip Molla  bir kan davası yüzünden öldürülür.
Çar istediği başarılı sonuçların haberini alamıyordu. Bunun üzerine  Napolyan savaşlarında  kendini ispatlamış olan Prens Vorontsov’u Çar Naibi ve başkomutan olarak atar. Ve her türlü mühimmat ile birlikte büyük bir ordu hazırlanır. Rus ordusu Dağıstan’a ve oradan da birkaç koldan Çeçenistan’a girer. Amaç Şamil için direnme merkezi olan Dargo’yu almaktır. Şamil, Voronstov’un ordusu ile karşı karşıya gelip savaşmaz. Aksine Şamil’in  ve Naiplerinin uyguladıkları vur kaç saldırıları Rus ordusuna ağır kayıplar verdirir.Haziran 1845 de  başlayıp Ağustos da sonuçlanan Dargo seferi,  içinde 3 generalinde bulunduğu binlerce askeri kayıp, bir o ölçüde askeri mühümmat zayiatı ile Prens Vorontsov için ağır bir yenilgi olarak  sonuçlanır. Ancak Prens, bu yenilgisini Çar’a yazdığı mektupta ‘’Dağlılar, artık onların erişilmez olarak kabul ettikleri yerlere girebileceğimizi anlamışlardır’’ diye yazar ve kendini galip gelmiş bir komutan gibi böyle avutur.
 
 
d) Şamil’in Kabardey Seferi
Rusların Dargo’da ağır kayıplar vererek yenilmesi, Şamil’in bölgedeki etkisini daha da arttırmıştır. Kabardey’ler ile Şamil arasında yapılan anlaşmaya göre, Şamil, kabadey’lerin yardımı ile Terek ve onun kolları kenarındaki bütün Rus kalelerini ele geçirecek ve Nalçik kurtarılacaktı. İmam, Nalçik bölgesine kadar gelir, Ancak Kabardeyler bir an için tereddüde düşerler. İstenilen birliktelik sağlanamaz. Şamil fazla kayıp vermeden bu seferi tamamlamış olur.
Kuzey Kafkasya ile bütünleşmenin gerektiğine inanan Şamil, bu bütünleşmeyi sağlamak için batıya Hacı Mehmet, Süleyman ve Mehmet (Muhammed) Emin gibi naiplerini gönderir. Bunlardan en önemlisi Mehmet Emin’ dir. Bir hayli başarılı çalışmalar yapar.
Genel olarak 1848-1856 yılları Doğu Kafkasya’da hem Ruslar hem de Şamil için birçok çarpışmalar olmasına rağmen sakin geçer. Şamil’in, Avaristan’ı da içine alan Batı Dağıstan ve Çeçnistan’da hakimiyetini kabul eden Ruslar, daha çok bazı bölgeleri takviye ederlr ve savunmalarını güçlendirmeye çalışırlar.
e) Kırım Savaşı
1853 yılında Kırım savaşı patlak verir. Bu sırada Rusya’nın Dağıstan, Çeçenistan ve Çerkesya’da  yaklaşık 240.000 civarında askeri bulunuyordu. Türkiye, İngiltere ve Fransa müttefik kuvvetleri Rusya’nın karşısında idi. İmam bu durumdan yaralanmak ister.İmam Şamil hemen İstanbul’a Batı Kafkasya’daki Naibi Muhammed Emin’i gönderir. Padişah Şamil’in elçisini iltifatla karşılar. Ancak Osmanlı da kendi içinde bir çok problemle uğraşmakta ve iç çekişmeler, iktidar mücadeleleri devleti zayıflatmış durumdadır. Fakat işler İmam Şamil’in istediği gibi gitmez.
İmam Şamil, müttefik Türk, İngiliz ve Fransız kuvvetlerinin batıdan ve güneyden Ermenistan’a çıkmasını istemekte, bu arada kendiside Gürcistan’a saldırıya geçmeyi planlamaktadır. Böylece Rusya’nın Kafkasya’daki mağlubiyeti sağlanacak, tamamen Kafkasya’dan atılmış olacaktır. Ancak Müttefiklerin Kafkasya üzerindeki  hesapları birbirinden farklıdır. Mesela Osmanlı ve İngilizler kendi hegemonyaları altında bir Kafkasya isterken, Fransızlar buna karşı çıkarlar. Bütün müttefikler birbirini aldatır. Gerekli desteği ve yardımı alamayan Şamil, Gürcistan’a  yaptığı seferden de istediği sonucu alamaz ve Dağıstan’a çekilmek durumunda kalır.
Kırım savaşı 1856 yılında biter. Ruslar yenilmiştir. Ancak Rusya açısından durum o kadar da kötü değildir. Şubat 1856 da Paris antlaşması yapılır. Bu antlaşma da Kafkasya’dan hiç bahsedilmez. Bu Kafkasya’nın tamamen Rusya’ya bırakılması demektir.
f) Şamil’in Teslim Olması
Kırım savaşı sırasında Çar Nikola ölür ve yerine oğlu II. Aleksandr Çar olur. Yeni Çar Kafkasya’yı tamamen ele geçirmenin hesaplarını yapmaya başlamıştır. İlk iş olarak Kafkas Orduları Başkumandanlığına  Çar Naibi olarak Prens Biryatinsky atanır. Tarih 22 Haziran 1957 dir.. Prens Biryatinsky Kafkasya’daki orduları 5 guruba ayırır. Bunlardan Üç tanesi Doğu Kafkasya, iki tanesi de batı Kafkasya’da görevlendirilir. Bu orduların her birinin başına daha önce  Kafkasya savaşlarında bulunmuş ve tecrübeleri sınanmış komutanlar getirir. 
Başkumandan Biryatinsky 1858 yılında, General Yevdokimov’un planları uyarınca  orduya harekete geç emri verir. Saldırı kuzeyden başlar. Ruslar üç koldan Çeçenistan’a girmiştir. İmam direnmeye çalışır. Sol kanat komutanı Yevdoıkimov’un her yönü ile üstün olan ordusu karşısında tutunamayan Şamil, Vedene kalesine çekilir  ve oradan da Avaristan’a geçmek zorunda kalır.
Ruslar, üç koldan Çeçenistan’ı abluka altına almışlar ve Dağıstan’a doğru ilerlemektedir. Ele geçirilen Çeçen avulları yakılıp yıkılmakta halk kılıçtan geçirilmektedir. Toplarla her yer dövülmekte, ormanlar kesilerek yollar açılmakta, ulaşılamayan yada kesilmesi güç olan ağaçlar ateşe verilerek  yakılmaktadır. Bu sefer Rus ordusu hiç acımamakta, direnmeye kalkan halkın üzerine önce top atışları ile saldırılmakta, arta kalan her kes kılıçtan geçirilmektedir.Çeçen köylüleri büyük bir yılgınlık ve korku içindedir ve teslim olmaya başlamışlardır.
Sadece halk değil, Şamil’in Naipleri de teslim olmaya başlamışlardır. Zaten Şamil’in, Naiplerinin çoğu ya savaş meydanlarında ölmüş ya da esir düşmüştür.
28 Temmuz 1859 da Kabet Muhammed, ardından 7 Ağustos’ta Danyal Sultan  Ruslarla anlaşarak teslim olmuşlar, Şamil’in karşı safına geçmişlerdir. Avar avulları yavaş yavaş Rus hegemonyasını kabul etmeye hazırlanmaktadır. Kumuk kabileleri Başkumandan Biryatinsky’e haber göndererek himaye istemektedirler.
Böylece Ruslarla  işbirliği ve İmam’a ihanet alabildiğince yayılmaktadır.
Bütün bu gelişmeleri büyük bir üzüntü ile Karata’dan izleyen Şamil, kendisine sadık müritleri ve ailesi işe birlikte ve dolambaçlı bir yol izleyerek, Gunip’e ulaşır. Günip halkı ona sadakatini esirgemez ve büyük bir gayretle bir savunma yeri tahkim etmeye çalışırlar.
9 Ağustos 1859 sabahı General Wrangel komutasındaki Rus ordusu Gunip’i kuşatmıştır 18 Ağustosta Başkumandan da  Gunip önlerine gelerek Kuşatmaya katılır.
Şamil’in son sığınma yeri gerçekten savunmaya çok elverişlidir. Ancak Şamil  savunma yapmak için sadece 400 kişiye sahiptir. İmparatorun doğum günü arefesi olan 25 Ağustos 1859 günü genel saldırı emri verilir.
Biryatinsky, İmam Şamil’i sağ olarak ele geçirmek istemektedir. Şamil teslim olmayı şiddetle reddeder. Ancak bir saldırıda sadece kendisi değil, yanında bulunan çocukları, eşleri ve fedakar Gunip köylüleri yok edilecektir. Sonuçta onların ısrarlarına uyup teslim olmayı kabul eder. Tarih 6 Eylül 1859 dir. Şamil’i şahsen tanıyan Albay Lazaret, avula kadar giderek onu teslim olmaya ikna eder. İmam’ın teslim olmak için bazı şartları vardır. Önce bu şartlar kabul edilmiş gibi görünür. Ancak İmam, kayıtsız şartsız teslim olmak durumundadır.
Şamil yanında kalan 50 atlı ile birlikte avuldan çıkar ve avulun dışında  Biryatinsky ve kurmay heyetinin birlikte bulunduğu kayaya doğru yaklaşır. Atından iner ve Rus komutanının önüne götürülür. Oda adı  ile Şamil’e hitap eder ve kendisi ve ailesinin canlarının emniyette olduğunu söyler.
g)Esaret Yılları.
Şamil  Temirhan Şura’ya götürülür. 11 Eylül 1859 da da Petrsburg’a gönderilir. Rus Çarı II.Aleksandr tarafından sarayın kapısında hayrete düşülecek derecede nazik karşılanır. Çar, babası 1.Nikola’ya ve ihtişamlı ordularına tam 30 yıl Kafkasya’yı zindan eden, zamanının bu en büyük kahramanını karşısında görür görmez, yüzünden ve sakalından hayranlıkla öpmekten kendini alıkoyamaz.
Bir ay kadar sarayda misafir edildikten sonra, saygın tutsak olarak esaret yıllarını geçireceği Kaluga’ya gönderilir. Kaluga’da kendisine bir konak tahsis edilir. Kendisine saygıda kusur edilmez.
Ancak Şamil ve ailesine esaret ağır gelir. İki yıl içinde Şamil’in simsiyah saçları beyazlar. Büyük kızı Nafisat ve gelini Muhammed Gazi’nin karısı Kerimet vereme yakalanarak ölürler.

Aradan ancak on yıl geçtikten sonra Çar, 1869  da onun Hac’ca gitmesine izin verir. Ancak bir tedbir olarak oğlu Muhammed Şefi’yi alıkoyar ve Hacc’ı ifa ettikten sonra derhal Rusya’ya dönmesini şart koşar.
Şamil, 1870 yılında maiyetindeki adamları ile birlikte Rusya’dan ayrılarak önce İstanbul’a uğrar. Sultan Abdülaziz tarafından karşılanarak sarayda ağırlanır. Şamil’in İstanbul’a uğradığı haberi duyulduğunda şehirde yer yerinden oynamış, halk bu büyük kahramanı görebilmek için saray kapılarına kadar akın etmiştir. Sultan’ın kendisine tahsis ettiği gemi ile Hac yolculuğunna koyulur. Cidde limanında Mekke Emiri, şehrin ileri gelenleri ve mahşeri bir kalabalık tarafından törenlerle karşılanarak Mekke’de Şürefa dairesinde misafir edilir. Hac sırasında orada bulunduğunu duyan, dünyanın dört bir yanından gelmiş yaklaşık yüzbin müslümanın büyük ilgi ve sevgisi ile karşılanır.
Şamil, hac farizasını yerine getirdikten sonra Medine’ye geçer. 4 Şubat 1871’de 74 yaşında iken hayata gözlerini yumar. Ve Cennetül Baki mezarlığına defnedilir.
İmam Şamil’in teslim olmasından sonra Doğu kafkasya direnişi kırılmış olur. Böylece 30 yıldır süregelen Gazavat savaşları sona ermiştir.Ruslar, Dağıstan’ın da dahil olduğu kuzey doğudaki hakimiyetlerini tamamlayarak bütün güçlerini batıya yöneltirler.
Batıda savaşlar bir süre daha devam eder. Abezkh, Ubıh, Şapsığ ve Kuban ötesindeki aşiretler inatla direnirler. Ve 21 Mayıs 1864 de savaşlar sona erer. Bu tarihte Dünya ve Kafkasya tarihinin en dramatik olayı gerçekleşir. Çerkes’lerin kendi vatanlarından sürgünü başlar.
h) Sonuç ve  Değerlendirme
 Genel bir değerlendirme yapıldığında İmam Şamil’in Direniş hareketinin temel özellikleri hakkında şu tespitler yapmak  mümkün olabilir.
1) Şamil Kendi toplumunu tanıyan ve kendi toplumunu anlamış bir liderdir.
2) Direniş hareketini topluma rağmen değil, toplumla beraber yürütmüştür.
3) Şamil’in amacı, Kafkasya’yı birleştirmek ve Ruslara karşı topyekün bir mücadele hareketi yürütüp, bir birleşik Kafkas Devleti kurmaktır. Ancak Kafkasya’nın etnik ve tarihsel özellikleri buna izin vermemiştir. Nitekim hakim olduğu Dağıstan ve Çeçenistanda hızla bir devlet yapılanmasına gitmiş, İslami bir yönetimi uygulayarak, Ortodoks Çar yönetminin himayesini ve başına buyruk yaşayan pagan tolulukların hayat tarzını reddetmiştir.
4) Şamil, zamanın  Emperyalist ve yayılmacı Rus İmparatorluğuna karşı, bir kurtuluş savaşı vermiş, ancak kaybetmiştir. Kafkasya’nın istilası en az 30 yıl geciktirilmiştir. Ayrıca Rusya bu aşamada gerek askeri, gerekse ekonomik kaynaklar anlamında önemli kayıplara uğramıştır.
5) Şamil’in kaybetmesinin nedenleri, hemen hemen kendi  dışından kaynaklanan nedenler olarak düşünülebilir.
6) Şamil sadece Ruslarla mücadele etmemiş, Kafkasyadaki kabileler arasındaki bölünme ve düşmanlıklarla da mücadele etmek zorunda kalmıştır. Şamil için zorlu mücadele gerektiren bu özellikler, Rusların hilelerle istirmar ettiği ve yararlandığı özellikler olarak tarihte yerlerini almıştır.
7) Şamil’in  kendisi ile ilgili olarak ileri sürülebilecek eleştiriler ve kişiliği ile ilgili ortaya atılabilecek görüşler, yürüttüğü mücadelenin büyüklüğünü ve haklılığını kesinlikle gölgelemez.
8) Şamil’in örgütlenme biçimi ve uyguladığı savaş teknikleri, zamanına göre en ileri ve başarılı teknikleridir. Bu nedenle kendi gücünden kat kat büyük ve teknolojik olarak üstün olan Rus ordularına defalarca hezimetler tattırmıştır.
9) İmam şamil, tarihin kaydettiği en önemli gerilla savaşçılarından birisi olarak kabul edilmektedir.
Kendi inançlarını kendi ülkesinde özgürce yaşayabilmek ve bağımsız bir devlet halinde kendi halkını idare etmek isteyenler, şüphesiz İmam Şamil ve onun yürüttüğü mücadeleyi örnek alacaklardır.
 
Kaynaklar
1) John F. Baddeley, Rusların Kafkasya’yı istilası ve Şeyh Şamil, Kayıhan Yayınları, İstanbul 1995. ( Çeviren: Seadat Özden)
2) Muhammed Tahir el-karaki, Dağıstan Kılıçlarının Parlaması. İnsan Yayınları, İstanbul 1999.
3)N. Luxembourg, Rusların Kafkasyayı İşgalinde İngiliz politikası ve İmam Şamil, Kayıhan Yayınları, İstanbul 1998. ( Çeviren: Seadat Özden)
4) Zübeyir Yetik, İmam Şamil, Beyan yayınları, İstanbul,1998.
5)Cahit Arslan, Bir soykırımın adı, 1864 Büyük çerkes Sürgünü,  Uluslar arası Suçlar ve Tarih, Asam yayınları, sayı 1, 2006.
6)Ufuk Tavkul, İslamiyet’in 19.yüzyıl da Kafkasya Halklarının toplumsal yapılarına tesirleri, Kırım Dergisi, sayı 25,1998.
7) Cafer Barlas, Kafkasya’nın Kurtuluş Mücadelesi, Kitabevi yayınları,1992, İstanbul.
8) İsmail Berkok, Tarihte Kfkasya, İstanbul,1958.
9)Cemal Gökçe, Kafkasya ve Osmanlı imparatorluğunun Kafkasya siyaseti, İstanbul,1979.
10) Murat Papşu (der.), Vatanından Uzaklara, İstanbul: Çiviyazıları Yayınları, 2004.
11) Nihat Berzeg,  Çerkes Sürgünü: Gerçek, Tarihi ve Politik Nedenleri. Ankara: Takav Matbaacılık, 1996.
 
12) Aytek Kundukh, Kafkasya Müridizmi: Gazavat Tarihi, Tarık Cemal Kutlu (sade. ve haz.),  İstanbul: Gözde Kitapları Yayınevi, 1987.
 
13) Feodor Feodoroviç,Tornau,. Bir Rus Subayının Kafkasya Anıları, Keriman Vurdem (ter.). Ankara: Kafkas Derneği Yayınları. No-8, 1999.
 
 http://www.kafkasdiasporasi.com/HaberGoster/db641c61-f256-4799-a29d-585de0d85668/ruslarin-kafkasyayi-istilasi-ve-imam-samil.aspx