30 Kasım 2012 Cuma

OSMANLI SAVAŞ TABLOLARI

108 yıl sonra ortaya çıkan gerçek





Battle of Preveza (1538).jpg







GÜNÜN KARİKATÜRLERİ

1 2931

8 4865

9 1237

10 3302

Neşet ertaş'tan bir müzik dinletisi



 

I.DÜNYA SAVAŞI’ NDA ESİR DÜŞEN TÜRK ASKERLERİ

I.DÜNYA SAVAŞI’ NDA ESİR DÜŞEN TÜRK ASKERLERİ









Birinci Dünya Savaşı'nda İngilizlere, 150 bin !!! Askerimiz esir düştü.

Bu Askerlerden bir kısmı da Mısır'ın İskenderiye şehri yakınlarında bulunan Seydibeşir Usare Kampı'na Hapsedildi.

Kampın tam adı, 'Seydibeşir Kuveysna Osmani Useray-I Harbiye Kampı' idi.
Bu kampta, 1918'de Filistin Cephesinde esir düşen 16. Tümen'in 48. Alayı'na bağlı
Osmanlı Askerleri Tutuluyordu. 12 Haziran 1920'ye kadar Iki yıl boyunca
Her türlü işkence, eziyet, ağır hakaretler ve aşağılamaya maruz kaldılar.

İnsanlık dışı muamelenin nedeni ise Ermeniler idi… Kamptaki, Türkçe bilen Ermeni tercümanların Yalan yanlış çevirileri ve kışkırtmaları nedeniyle, kampların İngiliz komutanları, azılı Türk Düşmanı haline gelmişlerdi.

Savaş bitmişti. Ancak, Kamptaki ağır koşullar nedeniyle ölenler dışındaki askerleri
Teslim etmek, İngilizlerin işine Gelmiyordu. Çünkü, olası yeni bir savaşta, Bu askerlerin
Yeniden karşılarına çıkabilecekleri, Ermeniler tarafından, İngilizlerin beyinlerine işlenmişti.

Çözüm Toplu katliamdı…
Askerlerimiz, Mikrop kırma bahanesiyle, süngü zoruyla Dezenfekte havuzlarına sokuldu. Ancak; Suya normalin çok üzerinde 'krizol' maddesi katılmıştı..
Mehmetçik, Suya daha ayağını soktuğunda, aşırı krizol maddesi nedeniyle haşlanıyordu. Ancak, İngiliz Askerleri, dipçik darbeleri ile askerlerimizin havuzdan çıkmalarına izin vermiyorlardı.



SEYDİBEŞİR USARE KAMPI- KRİZOL BANYOSU



Mehmetçikler, Bellerine kadar gelen suya başlarını sokmak istemediler. Ancak,

Bu kez İngilizler havaya (başlarının üzerine) ateş etmeye başladı.
Askerlerimiz, ölmemek için, çömelerek başlarını suya soktular.
Ancak, başını Sudan kaldıran artık göremiyordu.
Çünkü gözleri yanmıştı…

Dışarı çıkanların halini gören sıradaki askerlerimizin direnişleri de fayda etmedi
Ve 15 000 (15 bin) askerimiz kör oldu. Bu vahşet, 25 Mayıs 1921 tarihinde
TBMM.' de görüşüldü. Milletvekilleri Faik ve Şeref Beyler Bir önerge vererek,
Mısır'da esirlerin Krizol banyosuna sokularak, 15 bin vatan evladının gözlerinin kör edildiğini, Bunun faili olan İngiliz doktor, Garnizon Komutanı ve Askerlerin
cezalandırılması için, TBMM' nin teşebbüse geçmesini istediler.

Ancak, Yeni kurulan devletin bin türlü derdi vardı.
Ağır sorunlarla uğraşan TBMM' de Bu hesap sorma işi Unutuldu gitti...

Kendi ihanetlerini bile soykırım ambalajına sarıp, dünya kamuoyuna sunuyorlar. (alıntıdır)








MYANMAR’DAKİ (BURMA) TÜRK ŞEHİTLİĞİ…




MYANMAR TÜRK ŞEHİTLİĞİ
Esaret içinde geçen yıllar boyunca vatanından uzak bir
coğrafyada salgın hastalıklar ve esaret şartları dolayısıyla şehit düşen 1500 Türk Evladını barındıran o dönemin İngiliz sömürgesi (Birmanya) Myanmar‘da “Thayet Myo” denilen yerde bulunan şehitliktir bu resim.

Şehitlikte, Türkçe ve Burmaca kitabe ve 1916 Mart ve Nisan tarihlerine ait birçok mezartaşı bulunmaktadır.
Türk tarihinin hazin sayfalarından biri olan bu şehitlik gerek
ilgisizlik, gerekse de doğa olaylarının etkisiyle bugün neredeyse tamamen ortadan kalkmış durumdadır.

Birinci Dünya Savaşı’nda esir düşen Askerlerimizden Myanmar’da şehit olanlar ;
Meiktila ’da (770),
Shwebo’da (100),
Aungban’da (20) ve
Thayet’te (330)’deki şehitliklerde yatıyor.

Bugün Myanmar’daki şehitliklerimiz resmen arazi parçası haline gelmiş, içler acısı bir haldedir...!!!




I.DÜNYA SAVAŞINDA ÇEŞİTLİ ESİR KAMPLARINDA BULUNAN TÜRK ASKERLERİ HAKKINDA DAHA DETAYLI BİLGİ İÇİN MAHMUT AKKOR'UN YÜKSEK LİSANS TEZİNİ OKUYABİLİR yada İNDİREBİLİRSİNİZ.





BURMA’DAKİ SİVİL TÜRK ESİRLERİ - Ali ÖZUYAR
Osmanlı Devleti’nin I. Dünya Savaşı’na girmeden önce İngiltere, Fransa ve Rusya’da binlerce vatandaşı bulunuyordu. Osmanlı Devleti’nin tarafsızlığını bozup İttifak devletleri safında savaşa girmesi, bu devletlerdeki sivil Osmanlı vatandaşlarını oldukça zor bir duruma düşürdü. Başta İngiltere olmak üzere Fransa ve Rusya, sınırları dâhilindeki Osmanlı vatandaşlarını “casus” olabilecekleri ihtimali üzerine önce gözaltına (enterne) aldılar ve ardından İttifak üyesi diğer ülke vatandaşlarının bulunduğu sivil esir kamplarına naklettiler. Savaş sona erdikten sonra da bu esirlerin büyük bir kısmı bulundukları ülkelerde yeniden oturma izni alamadı ve sınır dışı edildi.




BURMA'DAKİ SİVİL TÜRK ESİRLERİ - ALİ ÖZUYAR
( İNDİREBİLİR YADA OKUYABİLİRSİNİZ)




***

Belgesel : Esir Türkler
Kanada’nın 1. Dünya Savaşı sırasında gözaltına alarak Kapuskasing Esir Kampı’na gönderdiği Türkler belgesel film oluyor.
Brantford’da 1914 yılında gözaltına alınarak esir kampına götürülen Türkler hakkında ilk araştırmayı yapan ve tarihi gerçekleri gün yüzüne çıkartmaya başlayan Araştırmacı-Tarihçi William Darfler, belgesel projesinin hazır olduğunu ve finans desteği sağlanmasıyla çekimlere başlanacağını belirtti.
1914 yılına ait birkaç gazetede yazan haberleri okumasıyla Brandford’da yaşamış Türkler’den haberdar olan Darfler, Kingston’daki askeri okulda görevli bir kişinin teşvikiyle Birinci Dünya Savaşı Esir Kamplarını Teşhis ve İnceleme Fonu’ndan destek alarak araştırmalarına başlamıştı.
Darfler’e göre, Brandford’da yaşayan 100 civarında Türk, 1914 yılında, çoğunluğu Ermeniler tarafından işletilen şehir merkezindeki pansiyonlardan polislerce toplanmış, önce Toronto’ya, sonra Kingston’a, ardından da Kapuskasing Esir Kampı’na yollanmışlar.


Esir Kampında Türkler
Ermenilerle birlikte 1900’lü yılların hemen başında Kanada’ya geldikleri tahmin edilen bu Türkler, Brandford’da döküm işçisi olarak çalışıyorlardı.
I. Dünya Savaşı sırasında İngiltere’nin savaş ilan ettiği ülkelerden Kanada’ya göç etmiş kişiler “enemy aliens”, yani düşman yabancılar olarak ilan edilmiş ve yerel güvenlik kurumlarına giderek kayıt yaptırmaları ve düzenli olarak imza atmaları şart koşulmuştu. Başta Avusturya-Macaristan İmparatorluğu sınırları içinden gelmiş Ukraynalılar olmak üzere, Almanlar, Avusturyalılar ve Türkler bu kategoride yer alıyordu. Bu kişiler, bir süre sonra da güvenliği tehdit ettikleri gerekçesiyle Kanada’nın çeşitli yerlerinde kurulan esir kamplarına götürülmüşlerdi.
Kanada’nın ilk Müslümanlarından olan Türkler ise bu kampların en büyüğü olan Ontario’nun kuzeyinde kurulan Kapuskasing Esir Kampı’nda tutulmuşlardı.

II. Dünya Savaşı’ndan sonra Kanada’nın esir kamplarına ait tüm belgeleri imha etmesi nedeniyle Türkler’in akıbeti hakkında fazla bir bilgi bulunmuyor.
Darfler’a göre Osmanlı İmparatorluğu’ndan Kanada’ya gelmiş 205 kişi esir alındı.
Brandford’da yaşayan Türkler, kasabanın posta ofisini havaya uçurmayı planladıkları şeklinde gelen bir ihbar mektubu sonrasında 10 Kasım 1914’te gözaltına alındılar. Daha sonra trene bindirilerek Toronto ve Kingston üzerinden Kapuskasing Esir Kampı’na götürüldüler. Ağır şartlarda çalıştırılan Türk esirlerden bir tanesinin bu kampta öldüğü biliniyor. Ancak diğer Türkler hakkında bir bilgi yok.
Brandford Mount Hope Cemetery içinde “Turkish Plot” denen kısıma 1912- 1918 yılları arasında 12 kişi gömülmüş. 1912 yılında bu kısma gömülen ilk kişi Kanada’da ölen ilk Müslüman olarak kabul ediliyor.

Toronto’nun 832 kilometre kuzeyinde bulunan Kapuskasing kasabasındaki esir kampı 1914-1920 yılları arasında faaliyetteydi. I. Dünya Savaşı sırasında çoğunluğu Ukraynalılar olmak üzere Türkler’in de aralarında bulunduğu, “düşman yabancı” ilan edilen binlerce kişi burada tutuldu. Bu kişiler, “zorunlu işçi” olarak ağır şartlarda çalıştırıldı. Bir çoğu kaçmaya çalışırken vurularak, ya da ağır çalışma şartlarından ve bulaşıcı hastalıklar yüzünden hayatını kaybetti.
Kamp, savaşın ardından savaş esirleri ve politik mahkumlara tahsis edildi ve 1920’de kapatıldı. Bölgede halen o dönemde ölenlere ait Ukrayna Mezarlığı olarak adlandırılan büyük bir mezarlık bulunuyor.
Buraya götürülen Türkler’in akıbetleri konusunda bir bilgi bulunmuyor.










SB.





UNUTMAYIN - UNUTTURMAYIN

İNGİLTERE MAN ADASI ESİR KAMPLARINDAKİ, TÜRKLER’İN AKİBETİ!




İNGİLTERE MAN ADASI ESİR KAMPLARINDAKİ, TÜRKLER’İN AKİBETİ!
Birinci Dünya savaşı sırasında birbirileriyle savaşan devletler savaş süresince kendi topraklarında yaşayan düşman devletlerin vatandaşlarını esir olarak alıkoymuşlardır.
Kendi topraklarında bulunan sivilleri ya esir kamlarına göndermişler ya da bu sivillerin ikamet adreslerini alarak sürekli gözlem altında tutmuşlardır. Örneğin İngiltere savaş süresince İngiltere’de bulunan sivil Osmanlıları İngiltere’nin kuzeybatısında bulunan Man adasına ve buradaki kamplara yerleştirmiştir. Buna karşın Osmanlı Devleti, kendi topraklarında bulunan İngiliz vatandaşlarını ikamet ettikleri yerlerde izlemekle yetinmiştir… (Ömer Aymalı)


Man adası esir kampına dönüşüyor
Man Adası, İrlanda denizin de yer alan, İngiltere`ye ait küçük bir ada. Dört bir yanı kiliselerle çevrili olan adanın en gözde yeri, İngilizlerin yazları tatillerini geçirdikleri Knockaloe… 1914`ten sonra, bu yöre farklı bir işleve hizmet etmeye başladı. Birinci Dünya Savaşı, felaketini bütün dünyaya yaymaya başladığında, Man Adası da bundan nasibini aldı. Knockaloe İngilizler`e esir düşen binlerce İttifak grubu askeri için devasa bir esir kampı na dönüştürüldü…
Esirlerin arasında 115 Türk askeri var
Savaşın daha ilk yılı sona ermeden, 200 kişiden oluşan ilk esir kafilesi kampa getirildi. Esirlerin 115`ini Türkler, geri kalanlarını ise Alman ve Avusturya askerleri oluşturuyordu. Savaşın ilerleyen yıllarında, kamptaki esir sayısı 28.000`e ulaşacaktı…
Man Adası`na getirilen 115 Türk esirin hangi cephede İngilizler`e esir düştüğü ve adaya nereden getirildikleri konusu hala aydınlatılamadı. Adaya getirilen Türk esirlerin 14`ü, adanın doğu kıyısındaki Douglas`a, 101`i ise batı kıyısındaki Knockaloe esir kamplarına yerleştirildiler.


Kampta yaşam şartları oldukça zordu
Psikolojik yıkım bir yana, kampın fiziki koşulları, yaşamı katlanılmaz bir hale getiriyordu. 1915`te kampı gezen Amerikan elçiliği görevlileri, esir kulübelerinin su geçirmez olmadığını, içeriye giren yağmur sularından dolayı esirlerin giysi ve diğer eşyalarının küflendiğini gördüler. Esirlerin nefes almak için kullandıkları kamp alanının da yağmur sularıyla bataklığa dönüştüğüne tanık oldular…
Savaşın sona ermesiyle kamptaki mahkumlar da tahliye edilmeye başlandı
11 Kasım 1915`de kampta 24 bin 250 kişi vardı. Bunların küçük bir bölümü İngiltere`de oturma izni alabilmişti. Diğerlerini doğdukları topraklara göndermekse, neredeyse bir yıl sürdü…
İkinci Dünya Savaşı`ndan sonra Almanya, Man Adası da dahil olmak üzere Britanya ve adalarında dağınık halde bulunan Alman savaş mezarlarını tek bir anıt mezarda toplamak için çalışmalara başladı. Ağustos 1962`de bu mezarlar, İngiltere`deki Cannock Chose`deki Alman Anıt Mezarlığı`na taşındı. Geride, yani St. Patrick Kilisesi`nin bahçesinde, yedi Türk askerinin ve Yahudi inancına göre orada kalmaları ailelerince istenen Yahudi asıllı iki Alman askerinin mezarları kaldı.


Kilise bahçesinde 7 Türk`e ait toplu mezar
Birisi boş bırakılan iki sıra mezardan oluşan kare şeklinde bir mezardı. Bü yük beyaz bir mezar taşı, Türk toplu mezarlığını temsil ediyor du. Üzerinde ay-yıldızla çevrilibu mezar taşında,
7 Türk askerinin adı ve ölüm tarihi yazılıydı:
`Ramazan Mehmet- 17 Kasım 1916`,
`Hüseyin Halit İbrahim- 16 Şubat 1917`,
`Hüseyin Ali- 20 Nisan 1917`,
`Hasan Derviş- 18 Mayıs 1917`,
`Mehmet Ali- 17 Eylül 1917` ,
’Kalan Yeğen- 9 Nisan 1918`,
`Ahmet Hasan- 15 Temmuz 1918`.
Türkiye 1972 yılında mezarlığa şehitlik stütüsü aldı
1972 yılında, Türkiye`nin Londra Büyükelçiliği ve İngiliz Savaş Mezarları Komisyonu arasında, St. Patrick Kilisesi`nin bahçesindeki Türk mezarlarının yeniden tanzim edilmesi ve mezarlığın sürekli bakımı için ortak bir çalışma başlatıldı. Bu çalışma sonucunda, Türk mezarlarının başında dikili olan mezar taşı kaldırıldı; her mezar için ayrı mezar taşları dikildi. Mezarlık, direk ve zincirlerle kordon altına alındı. Türk Milli Savunma Bakanlığı İnşaat ve Emlak Dairesi Başkanlığı`nca 264 sterlin ödenek sağlanarak, mezarlık şehitlik statüsüne alındı…

Geride kalan 108 Türk esiri?.. Onlara ne oldu?
Onlar, Knockaloe Esir Kampı`na getirildiklerinde 115 kişiydiler. İçlerinden önce Ramazan Mehmet yaşamını yitirdi; tarih, 17 Kasım 1916 idi. Bir başka ifadeyle, ölüm tarihi bilinen ilk kişi Ramazan Mehmet`ti. Mezar taşlarında yedisinin adı geçiyor. Ya diğerleri… Geri kalan 108 Türk esiri, onlara ne oldu? Vatanlarından binlerce kilometre uzakta, tanımadıkları topraklarda, arkalarında, yaşadıklarına dair küçük bir iz dahi bırakmadan çekip gittiler ya da götürüldüler. Bu soruların hiçbirinin yanıtı yok ve de olmayacak!..
                                                                                                                                                      alıntı

Esir Mehmedler

Esir Mehmedler

 


1914 yılı Haziran ayının sıcak günlerinden şikâyet eden insanlık, asıl yakıcı ateşin yaklaştığının farkında değildi. Sırp öğrenci Gavrilo Princip'in silâhından çıkan mermilerle Saraybosna meydanına yığılan Arşidük Ferdinand, devrilen ilk domino taşı oldu ve Birinci Dünya Harbi'nin kapıları ardına kadar açılıverdi. Daha ilk aylarda harbin temeldeki sebebi anlaşıldı: Osmanlı coğrafyasındaki petrol. Osmanlı'yı sıcak savaşa çekmek derdinde olan Almanya ise Goben ve Breslau zırhlılarının rol aldığı, bilinen taktikle Osmanlı Devleti'ni bir oldu-bittiyle karşı karşıya getirecektir. Osmanlı bayrakları çekilen ve buna uygun üniformalar giydirilen Alman mürettebatla Karadeniz'e açılan Goben (Yavuz) ve Breslau (Midilli) zırhlıları Rus liman şehirlerini bombalamış ve maksat hâsıl olmuştur(!)

İlerleyen haftalarda Osmanlı Devleti, en şiddetli çarpışmaların yaşandığı cephelere ev sahipliği yapma durumuna düşecek, Galiçya'da, Kafkaslar'da, Irak'ta, Yemen'de ve Kuzey Afrika'nın uçsuz bucaksız çöllerinde savaşan taraflardan biri olacaktı. Osmanlı ordusunda, Kasım 1914 itibariyle, yaklaşık 2.500.000 asker mevcuttu. Savaş sona erdiğinde ise, ortaya çıkan kayıp ürperticiydi: şehit, hasta, yaralı, kayıp, firar ve esir sayısının toplamı 1.560.000'di. Osmanlı Devleti, 30 Ekim 1918'de, Limni Adası'nın Mondros Limanı'nda bekleyen Agamemnon zırhlısında masaya oturup "Mondros Ateşkes Anlaşması"nı imzalamak mecburiyetinde kalmıştı.

Genelkurmay (ATASE), Kızılay ve Kızılhaç arşivlerine göre, İngiltere'yle savaştığımız Irak, Sina, Filistin, Çanakkale, Suriye ve Yemen cephelerinde esir düşen Mehmetçik sayısı 134.000, Rusya'yla sadece Kafkas Cephesi'nde yapılan savaşlarda esir düşenlerin sayısı ise yaklaşık 65.000'dir ve bu sayıya 60.000 civarındaki sivil esir dâhil değildir. Buna, Avrupa ülkelerinde ve sıcak savaşın yaşandığı bölgelerde esir edilen 100.000 civarındaki sivil de dâhil edildiğinde esir toplamı 360.000'e ulaşmaktadır. Dünyanın dört bir yanına savrulan bu canlar, düştükleri esaret ateşinde 1926 sonlarına kadar kavrulacak, ayakta kalıp eve dönebilen esir sayısı 135.000 civarında olacaktır!

İngilizlere esir düşenlerin yaklaşık 20–22 bini, Ruslara esir düşenlerin ise 40–45 bini ya ölmüş veya kayıptır! Savaşta esir düşen toplam 205.000 askerin yanı sıra 450.000 Mehmed de cephede aldığı yara ve hastalıklarla boğuşarak vefat etmiştir. "Kayıp" olarak geçen 60.000 Mehmed ise muhtemelen şehit olmuş; ama kayda geçmemiştir. Bu rakamlar toplam mevcut içinde % 27'lik bir oran demektir ki, bu kayıp, savaşan ülkelerin hiçbirinde yoktur.

Şehitler, makamların en yücesine uçtu. Gaziler, yarım yamalak bedenleriyle ve hüzünlü bir onurun esintisiyle de olsa döndü yurduna. Ya esirler?... Türkülerin kırık dökük mısralarında meçhul siluetlere dönüverdiler. Fakat, tarih unutsa da analar ve gelinler yıllarca kapılarının önünde oturup beklediler dualarla. Adviye Kadın yandaki komşuya giderken bile, babasını hiç görememiş oğluna tembihledi yıllarca:

— Bak oğul, baban gelirse içeri al! Sonra hemen bana seslen!

Uzun yıllar sonra, Adviye Nine son nefesini verirken ve oğlu, torunları başucunda dua ederken vasiyetini söyledi:

— Oğlum, baban gelirse, yıllarca yolunu gözlediğimi deyiverirsin!

Sonra... Birden bakışları odanın kapısına mıhlandı ve elleriyle üstünü başını düzeltirken son sözleri döküldü dudaklarından:

— Geldin mi beyim? Hoş geldin sefalar getirdin!

Kimi evlerde, her akşam sofraya fazladan bir tabak konurdu; hattâ beyin en sevdiği yemek pişirilirdi her gün bıkmadan usanmadan. Evin kadını itinayla yerleştirdiği tabağa yemeği sıcak sıcak koyup, öyle bekledi Halil Çavuş'unu! Küçücük bir ümidin ışığına sığınıp ayakta kalma mücadelesi veren Halil Çavuşlar ise; gâh çölün ortasında, gâh Sibirya buzullarında, gâh Hind ormanlarında, etraflarını çeviren dikenli tellere baktılar yıllarca. Kafese kapatılmış aslanlar gibi hırslandılar, çırpındılar ve rahmet-i İlâhîye'den ümitlerini kesmediler. Gözlerini gökyüzüne çevirip haykırdılar:

— Ben daha ölmedim!

Sonra ne oldu? Osmanlı coğrafyasının o saz benizli, umman yürekli yiğitleri nerelere götürüldü; başlarına neler geldi?

İngilizler, esir aldıkları Osmanlı askerlerini rütbe, sınıf ve etnik özelliklerine göre doğuda Myanmar'dan batıda Mısır'a uzanan onlarca kampa yerleştirmişti. "Gittikçe daha uzaklara" anlayışıyla yapılan bu dağıtımın hedefi "Osmanlılık" inancını parçalamaktı.

Sadece Hakk'ın önünde boyun eğen Mehmedler için esaret zordu; ama bir yandan direndiler, bir yandan da hayatta olduklarını duyurmaya çalıştılar. Binlerce mektup yollandı bu tel örgülerin arkasından. Fakat bunların bir kısmı sahiplerine hiç ulaşamadı ve hâlâ Kızılay arşivlerinde bekliyor.

Kızılay arşivlerinde, sadece Hin­dis­tan-Myanmar'dan ayda onbinlerce mektubun geldiği görülür. Hin­distan Bellari Kampında, 5401 numarayla kayıtlı Binbaşı Nazım Efendi'nin eşi ve kızlarına ulaşan mektubundan bir kısım şöyledir:

" ... Endişem ve işgâlât-ı zihniyem daima sizsiniz. Paranız var mıdır? İdareniz ne yoldadır? Mektebe ve namaza devamınızı terk etmeyiniz. Duadan geri kalmayınız. Allah (celle celâlühü) cümlemizin hâmisidir. İnşallah görüşürüz. Bana mektup yazınız..."

İngiltere veya Rusya'nın kontrolündeki kamplar, başta Kızılhaç tarafından olmak üzere, sözde sürekli teftiş ediliyordu. Özellikle İngiliz esir kamplarına ait teftiş raporlarına bakıldığında, kamplar âdeta tatil köyü gibi anlatılıyordu.

Fakat, kamuoyundan ne kadar gizlense de en büyük acılardan biri, Mısır'daki bu kamplarda yaşanıyordu. Bu kamplardaki 15.000 Mehmetçik bilerek "kör" ediliyordu. Bu vahşet nihayet bir Kızılhaç raporunda yer almıştı: "...Esirlerin % 20'si göz hastalığına yakalanmıştır... Kampın sağlık hizmetleri, İngiliz Dr. E.G. Garnen başkanlığında Arsen Khoren ve Leon Samuel adlı iki Ermeni doktor tarafından yürütülmektedir...." Rapordaki % 20 ifadesi, Heliopolis kampındaki 1.000 esirin ciddi seviyede göz rahatsızlığı çektiğini gösteriyordu ki, bu rakam hiçbir şekilde normal kabul edilemezdi.

Bu vahşet, TBMM'nin 28 Mayıs 1921 tarihli 37. oturumunda Edirne Mebusları Faik ve Şeref Beyler tarafından Meclis gündemine getirildi. Mebuslar, "Aşırı miktarda krizol (dezenfekte etme hususiyeti olan organik bir madde) katılan bu -sözde- tathirat (temizlik)" ile 15.000 civarında Mehmedin kör edildiğini belirtip, suça dahli olanların cezalandırılması talebinin ilgili ülkeye iletilmesini istediler. Aslında, İzmir Kolordu Komutanı Ali Nadir Paşa, daha 1919 yılı Mayıs'ında gönderdiği raporda, Mısır'dan gelen esirler arasındaki 303 Mehmedin kör olarak döndüğünü yazıyordu. On binlerce Mehmedin acımasızca kör edilmesi hâdisesindeki bir iddia da, bu vahşetin bizzat Ermeni doktorlar eliyle yapıldığıdır. Mısır'daki kamplardan sağ dönen Eyüp Sabri Bey "Hatıraları"nda, bu zulmün fâili olarak "göz oyucular" şeklinde tarif ettiği, Mısır-Abbasiye Hastanesi'ndeki Ermeni doktorları gösteriyordu. Bunlar, sözde temizlik için, esirlerin gözlerine önce "Krizollü su" ile zarar vermekte, ardından da tedavi bahanesiyle bir günde onlarca Mehmedin gözünü oymaktaydı. Bu doktorların böylesine rahat hareket etmelerinde İngiliz komutanların payı büyüktür. Eyüp Sabri Bey, esirlerin, yemek almak ve def-i hacetlerini gidermek için birbirlerinin omzuna tutunarak katar oluşturduğunu üzülerek ifade eder. Ne enteresandır ki, Anadolu'daki İstiklâl Mücadelesi'nde kazanılan zaferlerin ardından göz oyma ameliyatları(!) birden kesilecek, Ermeni doktorlar, birkaç ay içinde ortadan kayboluverecektir.

İngiliz kontrolündekiler başta olmak üzere kamplarda en çok "dikenli tel hastalığı"yla karşılaşılıyordu. Bu durumu, Filistin Cephesi 3. Kolordu Baştabibi iken esir düşen ve Mısır'daki Seyd-i Beşir Kampı'na götürülen Yarbay Kadri Kemâl Efendi şöyle anlatıyor:

"... Bu tel örgülerle tahdit edilen esaret hayatına tahammül etmek, öyle her şahsın iktidarında değildir... Önemli sayıda askerin, sürekli tel örgülere bakmaktan akıl hastalıklarına duçar olduğu görülüyor. Askerimiz sabırlı ve mütevekkil olduğu hâlde, otuz ikisinde aklî rahatsızlıklar görülmüştür..."

Kamplarda, daha ilk aylarda ilginç bir ayrım başlamıştı. Eyüp Sabri Bey; "Bir Esirin Hatıraları" kitabında şu tespitte bulunuyor: "İngilizler; Rum ve Ermeni esirleri ayrı tele kapattılar. Daha sonra Arap, Arnavut, Boşnak ve Kürtleri dahi Türkler arasından ayırarak Hristiyanlara mahsus kamplara koydular. Maksatları, İslâmlar arasına sokmak istedikleri nifak ve fesat plânını orada da tatbik etmekti." Propaganda kısa zamanda semeresini vermeye başladı. Meselâ, Ermeni esirler arasından seçilen tercümanlar Türk esirlere eziyet etmeye başlamışlardı.

Mısır'daki kamplarda sık görülen dizanterinin yanı sıra, sadece Osmanlı esirleri "Pellegra" denen bir hastalığa yakalanıyorlardı. Esirlerin aç bırakılıp, bilhassa kokmuş at ve katır etlerini yemeye zorlanmalarından kaynaklanan ve uyuza benzeyen bu hastalık kırıp geçirmişti.

İngiliz esir kamplarında bunlar yaşanırken Ruslara esir düşen Mehmedlerin durumu unutulmak, "soğuk ve beyaz ölüm"e rağmen yaşamaya çalışmaktı.

Kızılhaç ve Kızılay, Rusya'daki kamplarda hiçbir zaman sağlıklı teftiş yapamadı. Romanya ve Galiçya'da esir düşen Mehmedler, ya yürütülerek veya Teplushki denen yük vagonlarına hayvanlar gibi istif edilerek Sibirya'daki kamplara götürüldü. Kafkasya'da esir düşenler ise Hazar Denizi'nde, yılan ve akrep kaynayan Nargin Adası'na kapatıldı. Yük vagonlarıyla yapılan nakillerde ölümler çığ gibiydi. 1915 kışında, Sibirya'nın bir bölgesine taşınan 800 Mehmed'den sadece 200'ünün kampa sağ olarak ulaşabilmesi, vahşetin boyutlarını gösteriyordu. Bazen de, kapı ve pencereleri tahtalarla kapatılmış vagonlar istasyonlarda haftalarca unutuluyor(!), açılan vagonlardan ise, yığınlarla Mehmed cesedi çıkıyordu.

Moskova'nın kuzeyinden Sibirya'ya kadar olan bölgedeki kamplarda, esaretin kahrına, soğuğa ve açlığa direnenlerin en büyük desteği, Çar yanlısı politikalar neticesi bölgeye göçe zorlanan Tatar Türkleriydi. Türk esirlerin hemen her ihtiyacına koşmak için çırpınan bu insanlar, kaçmaya çalışan Mehmedlere pasaport, elbise veya güvenli ev temin ediyorlardı.

Bediüzzaman burada iki buçuk yıl süren esareti sırasında, hem kamplardaki asker ve subaylara –her türlü baskıya rağmen– irşâd hizmeti yaptı, hem de Tatar Türklerinin teminat vermesiyle Volga Nehri kıyısındaki camide ikâmet etme izni aldı.

İngilizler, ellerindeki esirlerin tahliyesini sürekli erteliyor; bazı asker ve subayların yerlerini değiştiriyordu. Bunda Yunan hükümetinin ısrarlı talebinin de payı vardı. Zîrâ, salıverilen Mehmedlerin İstiklâl Harbi'ne iştirak etme ihtimali hepsini tedirgin ediyordu (Nitekim korktukları başlarına gelecekti). İngiltere nihayet 1921 sonlarında kampları boşaltmaya başladı. Eve dönüşün Rusya ayağı 1926'ya sarksa da 1921'den itibaren, önce küçük gruplar halinde; ardından toplu dönüşler başladı. Dönüşün en yoğun yaşandığı 1921 sonu itibariyle 65.000 esirden 20.000'i geri dönebilmişti.

Evet, kimisi döndü hanesine, viraneye dönmüş buldu. Kimisi çaldı kapıyı, ocağını sönmüş buldu. Dönenler tabii ki törenle karşılanmadılar. Ama şikâyet de etmediler, alkış değildi istedikleri.

Ya dönemeyenler? Myanmar, Sibirya, Mısır ve Maadi'de aylarca tel örgülere bakıp yüreği çatlayanlar; yollarda kalanlar, kaybolanlar?..
Aradan çok uzun yıllar geçti. 1990'lı yılların başıydı. Myanmar'a inen bir uçak ve merdivenlerinde dikilen gencecik bir delikanlı. Elindeki çantasına sığdırdığı dünyalığıyla, gönlünde ummanlar gibi sevgisi ve gözlerinde, insanlığın günahlarına döktüğü gözyaşlarıyla... Adı Ahmet veya Âdem ne fark eder! Kim bilir, Belki de Myanmar esir kampının şehitliğinde yatan Karadeniz Vapuru Çarkçısı "Hussein Ahmed"in torunudur o!

Artık Teplushki'lerin olmadığı buzlar ülkesi St. Petersburg'a bir başka uçak iniyor. Merdivenlerinde, önündeki şehre değil; adeta, sevdalısı olduğu Cennet bahçelerine bakan bir başka Ahmet veya Yusuf. Edirneli, solgun yüzlü, mangal yürekli, gencecik bir öğretmen. Yanı başında, en az beyi kadar inanmış bir Hatice, bir Ayşe belki de. Hani gelirken uçaktan gördükleri karlarla kaplı derin vadinin bir köşesinde donarak ölen "Ousun Keupru(lü) Moustafa Redjeb(in)" yüzünü göremediği oğlu Ramis vardı ya; işte onun torunu ve damadı onlar. Neden olmasın!

Şu Ufa'ya giden Belletmen Ali'yi mi sordunuz? O, daha kuzeydoğudaki Vetluga kampından kaçmaya çalışırken şehit edilen "Kharpout(lu) Mehmed Mouhedin(in)" torunu olamaz mı?!

Sudan'da, bir çöl gecesinin yarıdan sonrasında, serdiği seccadesine kapanıp: "Ey kimsesizler Kimsesi, tut elimden!" diye gözyaşı döken Halis Hoca'nın büyük dedesi üç kardeştiler. Bir kardeş Yemen'de şahadete erdi; diğeri, yani Halis Bey'in dedesi sağ bacağını Seddülbahir'de verdi. Bir de Cemal vardı; o esir düştü. Mısır'daki Maadi Kampına götürdüler onu. Esareti bitince de geri dönmedi Cemal, Hartum'a geldi. Kalan ömrünü orada geçirdi. İşte Halis Hoca'nın yeni geldiği Hartum'da El Kebir Camii'nde görüştüğü Hartumlu Dr. Yousuf Fadel'in aslında büyük amcası Cemal'in torunu olduğunu her ikisi de bilemezdi tabii.

* Birinci Dünya Harbi'nde, Rus­ya'nın kuzeydoğusundaki Kosturma vilâyetinde, Volga kıyısındaki Tatar Câmii'nde dile gelen bir esâret gecesi münacatı (Garibem, bîkesem, zaîfem, nâtuvânem, el'amân gûyem, meded hâ­hem, af be cûyem, zidergâhet ya İlâhî!)

Kaynaklar
- ATASE; K-1827,D-9,F-1-24
- Atlas Dergisi; 101. sayı, Ağustos-2001; 104. sayı, Kasım-2001
- ATASE; K-2480,D-400,F-1-1, F-1-19.
- ATASE ; I.D.H. K-4609 D-13.
- Eyüp Sabri; Bir Esirin Hatıraları, Tercüman 1001 Temel Eser, İstanbul-1978
- Prof. Eran Dolev, The Story of Pellegra Among Turkish (Bildiri), Nisan-2000
- Kızılhaç Heyeti Mısır Kampları Raporu sh.40-85
- ATASE; İstiklal Harbi, Kutu:30, Gömlek:148, Belge no:148-1 & Sabahattin Selek, Anadolu İhtilali, İstanbul-2000
- Yücel Yanıkdağ; Ottoman Prisoners of War in Russia 1914-1922, Journal of Contemporary History, London-1999
- ATASE; K-914, D 3/7, F3
- Aksiyon Dergisi; 168. sayı, 21.02.1998
- Cahit Önder; Atatürk'ün Doğumunun 100. Yılında Yaşayan Çanakkaleli Muharipler-1981
- ATASE; K-2494, D19, F-11-1, 11-2, 11-3
- Cemaleddin Taşkıran; Ana Ben Ölmedim, İş Bankası Yayınları, İstanbul 2001

Türk esirlerin yürek burkan dramı

Türk esirlerin yürek burkan dramı


Türk esirlerin yürek burkan dramı

Birinci Dünya Savaşı sırasında esir düşen 200 binden fazla Türk askeri, yıllarca vatanlarına ve ailelerine hasret kalarak binlerce kilometre uzaklıktaki esir kamplarında tutuldu.


Sibirya'dan Myanmar'a, Korsika Adası'ndan Kanada'ya kadar uzanan geniş bir coğrafyada esaret altında kalan askerler, geride yürek burkan öyküler bıraktı. Esir düşen askerlerin izini süren genç belgeselci Cem Fakir, yurt içi ve yurt dışında 180 binden fazla kilometre yol katederek bu öyküleri, "Esaret Günlüğü" adı altında belgeselleştirdi.

Balkan Savaşları'nın yarasını sarmaya fırsat bulamayan Osmanlı İmparatorluğu, 1914 yılında başlayan 1. Dünya Savaşı'nın tam ortasında kaldı. Çanakkale, Irak, Sina-Filistin, Sarıkamış ve Çanakkale cephelerinde 3 milyondan fazla askerini gönderdi. Bu askerlerin binlercesi hayatını kaybederken, 200 binden fazla asker de esir düştü. İşte 10 yıl boyunca bu askerlerin izini süren belgeselci Cem Fakir, 2011 yılının mart ayında Çanakkale'de start verdiği belgeseli için Mısır, Hindistan, Myanmar, Rusya, Azerbaycan, Fransa, İngiltere, Malta, Yunanistan, KKTC, Romanya, İsrail, Suriye, Ukrayna ve Kanada'ya kadar uzanan geniş bir coğrafyayı dolaştı. Belgesel için Genelkurmay ile Kızılhaç ve Kızılay arşivlerinden yararlanılırken, İngiltere, Rusya ve Fransa arşivlerinde bulunan daha önce hiç yayınlanmamış görüntüler de kullanıldı. Sibirya'daki Krasnoyarsk şehrindeki esir kampından ve Fransızlar tarafından gemi ile götürülen esirlere ait fotoğraflar ilk kez gün yüzüne çıkartıldı.



KAYIP KUŞAK

"Onlar kayıp bir kuşağın en talihsiz çocuklarıydı" diyen belgeselin yönetmeni Cem Fakir, şunları anlatıyor: "Belgeselde iki tanıklığın dışında, 25 yerli ve yabancı uzmanla röportaj yaptık. Sarıkamış'ta esir alınıp, 12 bin kilometre öteye Sibirya'ya götürülen esirlerin izini sürdük. Buradaki amaç esirleri savaş alanının dışına çıkartmak. Müslüman nüfusun az olduğu bölgeler özellikle tercih ediliyor. 200 bin esirin yaklaşık 50 bini yollarda veya bu kamplarda hayatını kaybediyor. İngilizler, Çanakkale, Irak ve Sina-Filistin Cephelerinde 135 binden fazla Türk askerini Kıbrıs, Mısır, Hindistan ve Burma (Myanmar) gibi ülkelerde kurdukları esir kamplarına götürdüler. Sarıkamış başta olmak üzere Doğu Cephesi'nde ve Avrupa'daki Galiçya Cephesi'nde 60 binden fazla Türk askeri Ruslara esir düştü. Ruslar bu esirleri Azerbaycan'daki Nargin Adası'nda, Avrupa Rusyası'ndaki Vetluga ve Varnavin gibi kasabalarda ve Trans Sibirya hattı boyunca çeşitli şehirlerde kurdukları esir kamplarında tuttular. Fransızlar, büyük bölümünü Çanakkale kara muharebelerinde aldıkları 2 bin civarında esiri, gemilerle Korsika Adası'nda ve Güney Fransa'da kurdukları kamplara götürdüler."



DİRİLEN ŞEHİT: ÇALIK HÜSEYİN

Belgeselde yer alan esir öykülerinden biri Çalık Hüseyin'e ait. Çanakkale Savaşı'nda Fransızlara esir düşmüş yüzlerce Türk askerinden biriydi İzmir'in Tire ilçesi Kireli Köyü'nden Çalık Hüseyin...Fransa'daki esaret günlerinde, evli ama eşinden ayrı yaşayan Bernadette adlı bir Fransız kadına tutuldu ve bir de çocuğu oldu. Çevresinin tepkisinden çekinen Bernadette, çocuğu resmen evli gözüktüğü kişinin nüfusuna kaydettirdi ama ismine "Hüseyin" eklemeyi de ihmal etmedi. Çalık Hüseyin, 1920'li yıllarda çeşitli işlerde çalışmaya başladı. Seyyar satıcılık, demiryollarında ve tarlalarda işçilik yaptı ve yokluklar içinde yaşamını sürdürmeye çalıştı. Uzun yıllar Fransa'da yaşayan Çalık Hüseyin, ömrünün son dönemlerinde, Türkiye'ye dönmeye çalıştı. Vatan toprağında ölmek isteyen Çalık Hüseyin, bürokratik nedenlerle bir yabancı gibi oturma izni almak zorunda kaldı. Savaştan sonra memleketine dönmeyince askerlik şubesinde künyesine şehit; nüfus dairesinde ise kütüğüne ölü yazılan bir Çalık Hüseyin, o dönem "Dirilen Şehit" başlığıyla haber bile oldu. İkinci eşi ile birlikte bir kaç ay köyünde kalan Çalık Hüseyin, daha sonra geri döndüğü Fransa'da, 1955 yılında hayatını kaybetti. Çalık Hüseyin'ien torununun oğlu olan ve Fransa'nın kuzeyindeki Lille şehrinde yaşayan tarih öğretmeni Vincent Hüseyin Pietererans, 1994 yılında büyük dedesinin doğup büyüdüğü tire'de akrabalarına ulaşmayı başarmış. Büyük dedesi ile ilgili olarak, şunları anlatıyor: "Tire'den Çanakkale'ye savaşmaya gelmiş ve esir düşmüş. Devamlı nargile çekermiş ve bir seccadesi varmış..."

SİVİLLER "ENTERNE" EDİLDİ

Milyonlarca insanın hayatına mal olan Birinci Dünya Savaşı sırasında, askerlerin yanı sıra siviller de esir alındı. Savaş boyunca, suçları sadece düşman ülke topraklarında bulunmak olan binlerce sivil, tel örgüler ardına hapsedildi. İngilizler, savaş boyunca çok sayıda Alman, Avusturya, Macar ve Osmanlı vatandaşını toplama kamplarına gönderdi. İrlanda Denizi'ndeki Man Adası, Birinci Dünya Savaşı sırasında İngilizlerin kurduğu sivil toplama kamplarının merkezi oldu. Adanın Douglas ve Knockaloe bölgelerinde kamplar kuruldu. 1915 sonunda esir sayısı 20 bine ulaştı. Bu sayı savaş sonunda 30 bini buldu. Man Adası'ndaki kamplarda 100'den fazla Osmanlı vatandaşı da bulunuyordu. Bugün Man Adası'nda bulunan mezarlıkta esir kampında hayatını kaybeden yedi Osmanlı vatandaşının mezarı bulunuyor. St. Patrick Kilisesi'nin bahçesinde bulunan mezarlardan biri Bahriyeli subay Hasan Derviş'e ait. Diğer altı mezarda ise sivil Osmanlı vatandaşları Ramazan Mehmet, Hüseyin Halid İbrahim, Hüseyin Ali, Mehmet Ali, Kalan Yeğen ve Ahmet Hasan yatıyor. Birinci Dünya Savaşı sırasında İngiliz yönetimindeki Kanada'da da, 24 toplama kampı kuruldu. Esirler arasında 205 Osmanlı vatandaşı bulunuyordu. Bu esirlerin çoğu Toronto'nun güneyindeki Brantford şehrinde tutuklanmıştı. Türk esirler, Ontario eyaletine bağlı Kapuskasing kasabasına gönderildi. Savaş boyunca Kapuskasing'deki kampta 31 sivil esir hayatını kaybetti. Bunlardan üçü Osmanlı vatandaşıydı. Bugün Kapuskasing'deki mezarlıkta Alex Hasan adlı bir Osmanlı esirinin de mezarı bulunuyor.

                                                                                                                                                                  Bülent ERGÜN - Sabah.com.tr

Sarıkamış Faciası'ndaki şehitler

Sarıkamış Faciası'ndaki şehitler

'Sarıkamış Faciası'nın bugüne kadar karanlıkta kalan sayfaları 93 yıl geçtikten sonra, 3 yıllık bir çalışma sonrasında gün yüzüne çıkartıldı.
Posta'nın özel haberi...

1914'te Sarıkamış'ta donarak şehit olan 90 bin askere kışlık giysi, erzak ve mühimmat götürmek için İstanbul'dan Trabzon'a doğru yola çıkan, içinde 3 bin de asker bulunan 3 gemiyi Ruslar 7 Kasım'da Karadeniz'de batırır. Enver Paşa'nın emriyle kayıtlara geçirilmeyen bu faciayı Prof. Dr. Bingür Sönmez ortaya çıkardı. ‘Sarıkamış'ın Deniz Şehitleri' 93 yıl sonra dün ilk kez törenle anıldı.

3 yıl süren bir araştırmayla bulundu

‘Sarıkamış Dayanışma Derneği'nin kurucusu ve başkanı Prof. Bingür Sönmez 3 yıllık bir araştırma sonunda ‘Sarıkamış Faciası'yla ilgili tarihçileri bile şoke eden belgelere ulaştı: Dönemin Genelkurmay Başkanı Enver Paşa, Donanma Komutanı'na bile haber vermeden Sarıkamış'taki askerlere kışlık üniforma, erzak, mühimmat yollamak için sivil yük gemileri Bezm-i Alem, Bahr-i Ahmer ve Mithad Paşa'yı İstanbul'dan 6 Kasım 1914'te yola çıkardı. Gemilerde Sarıkamış'ta savaşacak 3 bin de asker vardı.

Bundan böyle her yıl anılacaklar

Gemiler Trabzon'a yanaşacak malzeme ve 3 bin asker karadan Sarıkamış'a gidecekti. Enver Paşa yine büyük hata yapmış bu sivil gemileri koruması için Donanma'dan yardım istememişti. 3 gemiyi Karadeniz Ereğli açığında 7 Kasım 1914 saat 7.45'te Ruslar tesadüfen gördü ve batırdı. Facia Enver Paşa'nın emriyle kayıtlara geçmedi, basına duyurulmadı. Prof. Dr. Bingür Sönmez'in sayesinde Sarıkamış'ın unutulmuş deniz şehitleri 93 yıl sonra dün Karadeniz Ereğli'de ilk kez anıldı. 16. sayfada




TARİHİN SEYRİ DEĞİŞTİ


1914'te başlayan Birinci Dünya Savaşı'nda, Osmanlı İmparatorluğu Rusya'ya karşı savaşmıştı. Osmanlı ordusu bu savaşın en ağır mağlubiyetlerinden birini Kafkas Cephesi'nde Sarıkamış'ta almıştı. Tarihe ‘Sarıkamış Faciası' olarak geçen olayda dönemin Genelkurmay Başkanı Enver Paşa'nın emri ile bölgeye yazlık üniforma ve ayaklarında çarıklarıyla gönderilen 90 bin askerimiz kara kışın aniden bastırmasıyla Allahuekber Dağları'nda donup şehit olmuştu

1914'te 90 bin askerimizin donarak şehit olduğu ‘Sarıkamış Faciası' ile ilgili bugüne kadar hiç bilinmeyen bir gerçeği Prof. Dr. Bingür Sönmez ortaya çıkardı. İstanbul'dan Trabzon'a doğru yola çıkan, Sarıkamış'taki askerlere erzak ve kışlık üniforma götüren 3 gemiyi Ruslar Karadeniz'de batırmış. Bu olay ‘Sarıkamış Faciası'na neden olduğu gibi Enver Paşa'nın da sonunu hazırlamış




Rusya'da isyan çıkaracak ajanlar da gemideydi


Dedelerini ‘Sarıkamış Faciası' ve sonrasında yitirmiş olan dünyaca ünlü Kalp ve Damar Cerrahı Prof. Dr. Bingür Sönmez bu olayın unutulmaması için ‘Sarıkamış Dayanışma Derneği'nin kurulmasına öncülük etti ve başkanlığını üstlendi. Prof. Bingür Sönmez ‘Sarıkamış Faciası'yla ilgili olarak araştırmalarını sürdürürken tarihçileri bile şoke eden bir belgeye ulaştı: Dönemin Genelkurmay Başkanı Enver Paşa silah arkadaşlarının itirazlarına rağmen yaklaşan kara kışı hesaba katmadan Ruslarla savaşmak için Kafkas Cephesi'ne 100 binden fazla asker gönderme kararı almıştı. Askerler gönderildikten hemen sonra kış bastırdı. Üniformaları hava şartlarına uygun olmayan askerler daha savaş başlamadan Sarıkamış'ta şehit düşüyordu. Enver Paşa verdiği kararın nelere mal olacağını fark etti. Donanma Komutanı'na bile haber vermeden Sarıkamış'taki askerlere kışlık üniforma ve erzak göndermek için 3 yük gemisi hazırlattı. Enver Paşa'nın planına göre içinde 3 bin asker, 3 keşif uçağı, Teşkilatı Mahsusa (o yıllardaki istihbarat teşkilatı) tarafından Kafkasya'daki Türkleri örgütleyerek Rusya'ya karşı isyan çıkartmak amacıyla eğitilmiş ajanlar, cephedeki askere dağıtılacak kışlık kıyafet ve erzak bulunan Bezm-i Alem, Bahr-i Ahmer, Mithad Paşa isimli sivil 3 dev yük gemisi İstanbul'dan yola çıkarak Karadeniz üzerinden Trabzon Limanı'na ulaşacaktı. Gemilerle Trabzon Limanı'na varan askerler, ajanlar ve malzemeler karayolu ile çok hızlı bir biçimde Erzurum'a oradan da Sarıkamış'a ulaştırılacaktı.



Üç yük gemisine eşlik eden yoktu
Fakat Enver Paşa yine büyük bir hata yapmıştı! Donanma'nın kuralları gereği askeri personel taşıyan yük gemilerine olası düşman saldırısına karşı mutlaka bir, hatta birkaç savaş gemisi eşlik ederdi. Ancak Enver Paşa'nın ani kararıyla 6 Kasım 1914'te İstanbul Boğazı'ndan demir alan bu 3 kuru yük gemisine hiçbir savaş gemisi koruma yapmıyordu. Söz konusu 3 gemi Zonguldak açıklarına geldiklerinde karşılarında dev gibi Rus savaş gemilerini buldu. Ruslar Zonguldak'taki kömür madenlerini bombalamış, üslerine dönüyorlardı. Ruslar kucaklarına düşen bu 3 yük gemisine Kandilli-Ereğli açıklarında ateş açtı. 7 Kasım 1914 sabahı saat 7.45'te 3 yük gemimiz içindeki 3 bin asker ve Sarıkamış'a götürülen malzemelerle birlikte çok kısa süre içinde denize gömüldü.

Enver Paşa gözden düştü Mustafa Kemal yükseldi



Olay Enver Paşa yönetimince örtbas edildi. Bütün askeri kayıtlar silindi ve basına sansür konuldu. Bu tarihi gerçeği 93 yıl sonra ortaya çıkaran Prof. Dr. Bingür Sönmez 3 yıldır yaptığı çalışmaları şöyle anlattı: "Batan gemilerden yüzerek kurtulan ve Ruslar tarafından esir alınan 175 askerimiz vardı. Fakat onların konuşması da bir şekilde Enver Paşa yönetimince engellenmiş. Elde ettiğim bilgilere gemicilik konusunda yapılan yayınlar aracılığıyla ulaştım. Denize çıkmış bütün gemilerin şecereleri tutulur. Hangi gemi nerede yapıldı, ne zaman denize çıktı, akıbeti ne oldu hepsi kayıtlıdır. 3 yıl önce bendeki bilgileri o dönem Kuzey Deniz Saha Komutanı olan bugünkü Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Metin Ataç'a anlattım. Çok heyecanlandı. Ordunun elindeki kaynakları seferber etti. İstanbul Beşiktaş'taki Deniz Müzesi'ndeki bazı bilgilerle benim elimdekini karşılaştırınca gördük ki olay yüzde yüz doğru. Bu 3 yük gemisi batırılmasaydı tarihimiz çok farklı yazılabilirdi. Çünkü gemilerdeki malzemeler Sarıkamış'a ulaşsaydı facia büyük ümitle yaşanmayacaktı. Ya da daha hafif atlatılacaktı. Buna bağlı olarak da döneminin yıldızı Enver Paşa çöküşe geçmeyecekti. Bu da Enver Paşa'nın en büyük rakibi Mustafa Kemal'in yükselişini engelleyebilirdi. Dolayısıyla tarih tahmin edemediğimiz bir biçimde yazılabilirdi." Bu şehitler bundan böyle her yıl anılacak.

Denize çelenk bırakıldıProf. Dr. Bingür Sönmez'in araştırmasıyla ortaya çıkarılan ‘Sarıkamış Deniz Şehitleri' tarihte ilk kez dün anıldı. Deniz Kuvvetleri Komutanlığı yetkilileri ve Sarıkamış Dayanışma Derneği Başkanı Prof. Dr. Bingür Sönmez'in de katıldığı tören dün sabah Karadeniz Ereğli açıklarında yapıldı. Bezm-i Alem, Bahr-i Ahmer, Mithad Paşa gemilerinin battığı yere çelenkler bırakıldı

SARIKAMIŞ HAREKÂTI'NDA RUSLARIN ELİNE GEÇEN TÜRK ESİRLERİ

Sarıkamıs hareketınde ruslara esır düsen türklerın akıbetı


SARIKAMIŞ HAREKÂTI'NDA RUSLARIN ELİNE GEÇEN TÜRK ESİRLERİ

Cihan Harbinin mağdurları içinde en talihsiz kesim, hiç şüphesiz Ruslara esir düşen Türk askerleri ile bölgeden tehcir edilen Müslüman halktı. Dünyanın en sağır ve sessiz kamplarında son asrın insanlık trajedisi yaşandı. Çok duygusal yanlışlara kolayca düşülebilecek bir konuda iddialı olmak ilk planda yadırganabilir. Tarih ilmi şahitlik ettiği konularda, her zaman ilmin objektif kuralları peşinde koşmaz. Tarihe mal olmuş olayları, ileriye doğru sürdürülmek istenen hâkimiyet için bir malzeme olarak ele alma alışkanlığı hakikat peşinde koşanları aldatır.

Dünya hâkimiyeti ve menfaat kavgalarını kendi topraklarında seyreden Osmanlı imparatorluğu, tarihin yönünü çevirmek bir yana, binlerce Türkün yaşadığı bu kanlı trajedileri insanlık alemine duyurmak becerisini dahi gösterememiştir. Hakim güçlerin işaret etmeye çalıştığım alışkanlıkla ileri sürdükleri sözde Ermeni soykırımı iddiaları bir bakıma, Osmanlı esirlerinin, maruz kaldığı zulümlerin yeterince anlatılamamasından kaynaklandı denilebilir. Bu bölüm incelendiğinde akla ilk gelen soru, bu iddiaların psikolojik altyapısını Osmanlı esirlerine yapılan zulümlerin oluşturup oluşturmadığı sorusudur. Zira yapılan bunca fecaatin üstünü bu iddiadan başka bir şeyle örtme imkânı yoktur.

Harp meydanlarında esir edilen askerlerin yanında, işgale uğrayan bölgelerden ve Kafkasya içlerinden toplanılan yerli halka bilhassa Rus Ordusu'nda bulunan Ermeniler tarafından yapılan zulümler artan bir kin ve hırsla, Cihan Harbi boyunca devam etmiştir.

ESİRLERİN NAKLİ

Sarıkamış'ta esir edilen Türk subayları, askerlerle karışık bir şekilde hayvanlara mahsus vagonlar içerisinde Tiflis'e kadar götürüldüler. Tiflis'te 4 kişilik mevkilere 13 subay oturtulmak şartıyla ayrı bir trene alındılar. Bir ay süren bir yolculuktan sonra Sibirya'da Kamışlı istasyonuna gelindi. Bölgede kurulan İrbid panayırında Kazan, Oranburk, Samara, Oka, Simbirsk taraflarından gelen Müslümanlara teşhir edilen subaylar buradan Krosnobarsk şehrine sevk olundular.

Sarıkamış'ta esir düşen IX. Kolordu karargâh subaylarının üstlerindeki elbiseleri dahil bütün şahsi eşyalarına General Prezevalski'nin kumandasındaki Plaston Tugayı Kazak süvarileri tarafından el konuldu. Ruslar esir subaylar hakkında uygulanan yerleşmiş kuralların aksine Osmanlı subaylarına her türlü hakareti yaptılar. Sadece ekmek almaya yetecek kadar para (50 Rus kapiği) verilerek açlığa mahkûm edilmekle kalınmamış, tedaviden mahrum bir şekilde hakaret maksadı ile en pis ve sefil hapishanelere yerleştirildiler. Alman ve Avusturyalı esirler Rusya'nın Avrupa kıtasındaki şehirlerinde tutulurken Osmanlı esirlerinin tamamı Sibirya'ya sevk edildiler.

Ruslar rütbesiz askerleri 30 kişilik vagonlara 50, 60 kişi istif ederek Sibirya'nın en uzak ve en soğuk bölgelerine sevk ettiler. Yaklaşık iki ay süren yolculuk esnasında açlık, bakımsızlık ve tedavi imkânlarından yoksunluk yüzünden esirlerin %50'den fazlası yollarda şehit edildi. Askerler ayakta ancak durabildikleri vagonlarda günlerce yolculuk ettiler. Yol boyunca esirlere ekmek ve su verilmedi. Yolculuk esnasında vagonların açılmasına izin verilmiyordu.
Tuvaletin bulunmadığı vagonlarda insan pislikleri ayak altına bırakılıyordu. Kokunun şiddetinden vagonların yanlarına yaklaşmak imkânı yoktu. Pislikten kaynaklanan ishal ve tifüs yaygın bir şekilde devam ediyordu. Asker arasında hergün dört beş ölüm olayı yaşanıyordu. Cenazeler üç dört gün vagonlardan alınmıyor ya da yolculuk esnasında dağ başlarına atılıyordu.

Sarıkamış'ta esir edilen Türk askerlerini İsveç Salib-i Ahmer Murahhası Graf Londrof şöyle tarif etmişti. "İzdihamdan, kokudan yanlarına varılmayan, kapıları kilitli ve içerisi tıka basa Osmanlı esirleri ile dolu büyük bir tren 1915 Ocak ayının sonunda Sirzan istasyonuna geldi. İçindeki esirler, insan kılığından çıkmış, açlıktan renkleri sararmış, yanakları çökük, elmacık kemikleri dışarı fırlamış, kımıldayamayacak şekilde yorgun ve kuvvetten düşmüş, elbisesiz, ayakları çıplak, kâinatta mevcut bütün bulaşıcı hastalıklarla müptela bir haldeydi. Bu feci manzara insanların yüzlerini kızartacak ve kalplerini sızlatacak derecedeydi."

Her birinde 40-50 esirin bulunduğu iki vagon kapıları kilitlenerek Tiza istasyonuna terk edilmiş, günler süren yürek parçalayıcı feryatlara kimse kulak vermemiş, açlık ve susuzluktan esirlerin tamamı şehit olmuştur. Bu cinayetten bir iz bırakmak istemeyen Ruslar vagonları ateşe verdiler.

Ruslar hastalık var bahanesi ile 500 askerin üzerlerinden elbiselerini soydular. Yalnız don gömlek kalan askerler Tiza şehrine varana kadar tamamen soğuktan dondular. İçlerinden yalnız bir tanesi kurtulabildi. Sınır bölgelerini boşaltan Ruslar yerlerinden ettikleri kadın ve kızlara tecavüz etmekten geri kalmadılar. Yerli Müslüman halktan toplayıp sürgün ettikleri insanlar arasında 3 yaşında kız çocukları ile beraber 80 yaşında ihtiyarlar vardı.

Kafkasya içlerine sürgün edilen Osmanlı esirlerinden Rus ve Gürcülerin yaşadıkları bölgelere gönderilenler nispeten iyi şartlarda tutulmuş, iç karışıklıkların başladığı dönemlerde serbest kalarak çeşitli iş kollarında çalışmakla hayatta kalmayı başarmışlardır. Ancak Ermeni nüfusun yoğun olduğu bölgelere sevk edilen Osmanlı esirlerinin imhası için hiçbir şart eksik değildi. Buralarda hiçbir zaman hasta erler diğerlerinin içinden alınmadılar.

Barınaklar son derece pis ve havasızdı. Ekmek oldukça yetersizdi ve günde bir defa sade suya salınmış balık çorbası verilmekteydi. Ermeni askerler sırf zevk için Osmanlı esirlerini öldürüyor ya da işkence ediyorlardı. Bilhassa Kars ve Aleksandrapol de her türlü zulüm yapılıyordu. Buralarda Osmanlı esirlerini alıp satmak için pazarlar kurulmuştu. Sağlam esirler 12 ruble, zayıflar daha ucuz, hastalar bir paket tütüne satılıyordu.

Doğu cephesinde Ruslar esirlere fena davranmaktan hiçbir zaman vazgeçmediler. 1916 Ocak'ında Hasankale'den 13 esir subay ve 350 askerle yola çıkarılan bir esir kafilesinde, yolda yürümekte zorlanan 95 asker kafilenin gözleri önünde kurşuna dizildi. Gece üstü açık dört duvar arasında bir yere tıkılan kafilede 8 asker donarak şehit oldu. Aynı kafile ikinci gün yine sözde muhafız Rus askerlerinin kurşunları ile 80 şehit daha verdi. Sarıkamış'a kadar 15 günde götürülen kafileye yol boyunca yiyecek bir şey verilmedi. Frankfurt Çaytong Gazetesi'nde yer alan bir haberde (22.6.1916) Şubat 1916'da Krasnobarsk'tan Primor'a sevk edilen 1.000 Osmanlı esirinden sadece 200'ünün Primor'a varabildiği belirtilmekteydi.

ESİR KAMPLARI

Osmanlı esirleri Kars, Gümrü, Batum, Gori, Aleksandropol, Tiflis, Rostof, Nargin Adası, Ziç Adası, Tambuk, Kamışlı, Nermi, İrbid, Krosnoyarsk, Omusk, Estroniski, İrkotks, Kosturma, Otlaga, Çohluma, Noryevski, Açinisk, Skotof, İstavrapol, Maykop, Tuays, Bielaritzenskaya gibi Sibirya şehirlerinde kurulan kamplarla Rusya Avrupa'sında bulunan Moskova, Nijni, Nevagordo, Petrograt, Şarye, Nikolsk şehirlerinde tutuldular.

Krasnoyarsk şehrinde kurulan kampta lekeli humma şiddetle hüküm sürüyordu. Esirler hasta da olsa tamamen kuru tahta üzerinde yatıyorlardı. Esirlerin durduk yerde şehit edildikleri görülüyordu. Osmanlı esirlerinin üzerlerinden elbiseleri alınmış bir çoğu iç çamaşırları ile Sibirya'nın soğuğuna terk edilmişti. Ruslar ele geçirdikleri yaralıların tedavisi ile ilgilenmediler. Yaralıların büyük çoğunluğu bulundukları yerlerde ölüme terk edildi. Bir hastaneye kaldırılmak bahtiyarlığına erenler buralarda bulunan Ermeni doktorlar ve hastabakıcılardan devamlı surette kötü muamele gördüler. Ruslar diyet yapacak hastalara siyah ekmek vererek ölümlerine sebep oluyorlardı. Hiçbir temizliğin olmadığı hastanelerde lekeli hummadan pek çok asker şehit oldu, Az bir dikkatle tedavi edilebilecek hastaların çoğu bakımsızlık yüzünden ölüyordu.

Krasnoyarsk'in 3.000 km kuzeyinde bulunan Sirentiski'de havalar ekseriya eksi 40 50 derece arasında seyrediyordu. Yazlık barakalara doldurulan esirler arasında salgın hastalıkların korkunç boyutlara varması üzerine esir düşen Türk doktorların bir kısmı bu kampa gönderildi. Esirler arsında lekeli humma, yılancık, kızıl mançuri humması yaygındı. Bu salgın hastalıklara rağmen askerler kucak kucağa yatıyordu. Hastaların üzerine örtecek örtüleri yoktu. Hastanelerde ilaç bulmak mümkün değildi. Ruslar dışardan ilaç sağlanmasına da izin vermiyordu. Birtakım bahanelerle esirlerin birkaç gün aç bırakıldığı oluyordu.

Kızıl Deniz'in Bakû tarafında bulunan Nargin Adası, üzerinde bitkiden eser olmayan yılanları ile meşhur bir yerdi. Havası gayet bozuk olan adada su bulunmazdı. Ada Rus canilerinin sürgün yeri idi. 500 metre eninde 1500 metre uzunluğunda olan adada 1915 yılında 10.000 esir alacak şekilde ikişer katlı olarak 40 baraka yapıldı. Barakalar 125 kişilik olarak planlanmıştı. Harbin başlaması ile birlikte Osmanlı esirleri Nargin adasına gelmeye başladılar. Zaman zaman sayıları 10.000'ni bulan bu esirlerin çoğu kısa zamanda hastalanıyordu. Temizlenme imkânı olmayan esirler son derece pis ve zayıftı. Cansız bir şekilde yerde yatan hastaların üzerinde binlerce sinek dolaşıyordu Bu hastaların çoğu abdest bozmak için yerinden kalkamıyordu. Esirlere verilen ot minderler çoktan parçalanmış, yerden hafifçe yüksek tahtalar üzerinde yatıyorlardı... Esirlerin en çok ihtiyaç duydukları şey içmek için bir parça su idi. Esirlere bazen 6 gün su verilmediği oluyordu. Adada kaynak suları olmadığı için şehirden getirilen su, öncelikle Rus kahvehanelerine verilir, muhafız Rus askerleri ihtiyacı olan suyu aldıktan sonra kalırsa esirlere verilirdi. Susuz ve kanalsız helâlar kısa zamanda dolduğu için esirlerce barakalar etrafına bırakılan pislikler yüzünden etrafı çirkin bir koku kaplamıştı. Hastane olarak ayrılan 400 kişilik bir barakada 1200 hasta bulunuyordu. Adada görevlendirilen 5 Rus doktoru tıbbi malzeme alamadıkları gibi hastalarla da ilgilenmiyorlardı. Bütün olumsuz şartlara rağmen esirler arasında bulunan Konsolos Doktor Ferbets Nidermayer küçük büyük 1800 ameliyat gerçekleştirmişti. Ölüler hiçbir merasime tabi tutulmadan deniz kenarında açılan çukurlara üst üste gömülürdü. Temizlenme imkânı olmayan esirler arasında çıkan kolerada bir çok Türk esiri şehit oldu. Esirler barakalarda beton zemin üzerinde yatıp kalkmaktaydı. Eksi 45 derece soğukta ısınma imkânı yoktu. Esirlere günlük olarak içinde yağ ve et bulunmayan bol sıcak su ile yapılmış bir çorba ile 100 gram siyah ve ekşi bir ekmek veriliyordu. Sonradan bu miktar yarıya indirildi. Esirlerin tamamından ayakkabıları alınmıştı. Bu şartlarda pek çoğu hastalanan esirler süngü tehdidi altında yollarda çalıştırılıyordu. Hastalanan esirlerin tedavisine bakılmadığı gibi istirahat etmelerine de imkan verilmiyor, çalışamayacak durumda olanlar Ermeni ve Rum muhafızlar tarafından dövülüyordu.

Esirler 200, 250 kişilik döşemesiz ve penceresiz barakalarda tutulurdu. Barakalarda sinek ve tahtakurusundan uyumak mümkün değildi. Hiçbir zaman temizlik maddesi verilmemişti. İlaçlama bahanesi ile esirlerin elinden alınan elbiselerin yerine gayet fena elbiseler verilirdi. Esirlerin beslenmesi için ayrılan tahsisat üzerinde bir çok yolsuzluk yapıldığı tespit edilmişti.

İsveç ve Danimarka Konsolosları ile Azerbaycan Himmet Fırkası Murahhası, Alman doktorlar Nerimof ve Mahmudof, Muhacat Fırkası'ndan Ağa Muhammed ve Muavenet Cemiyeti üyesi Morislof un katıldıkları bir heyet Nargin Adasına geldiler. Gördükleri karşısında dehşete kapılan heyet üyeleri Osmanlı esirleri karşısında ağlamaktan kendilerini alamadılar. 300 kişinin kalabileceği bir hastanede 1200 hasta vardı. Bir kısmı ölüm halinde bulunan hastalar su ve yemek isteriz diye inliyorlardı. 30 kadar cenaze bir kenarda üst üste yığılmıştı. Hastaların büyük kısmı için yatak yoktu. Üzerlerinde elbiseleri de bulunmayan hastalardan günde en az 30 kişi vefat ediyordu.

Kafkasya bölgesinde yaşayan Ermeni, Gürcü ve Rus Muhacirleri Türklere karşı çok acımasız ve asabi davranıyorlardı. Bu yüzden Nargin adasındaki esirler çok ağır davranışlara maruz kaldılar. Bu fecaatler Rusya Menzil Sıhhiye Müfettişi General Prens Oldenburg'a şikâyet edildiği halde herhangi bir iyileştirme sağlanmadı. Nargin Adası'nda inceleme yapan Rusya Üsera ve Muhacirin Komiserliği memurlarının adaya esir sevkinin durdurulmasını isteyen raporları Tiflis'te alıkonuluyordu. Esirlerin büyük kısmı ölmesine rağmen sevkıyatın devam etmesi yüzünden adadaki esir sayısı 6000'nin altına inmedi.

Tomask şehrinde bulunan Kıryos zindanında elbiseleri üzerinden alınarak tahtalar üzerine atılmış 20 kadar hasta Osmanlı askerinin perişanlığı, gören herkesi ağlatıyordu. Bu karanlık ve pis zindanda esirler hemen her gün telgraf tellerinden yapılmış kırbaçlarla dövülüyordu. Tomask'ta bulunan 1400 Osmanlı esirinden sadece 200'ü hayatta kalmayı başardı.
Bölgede yaşayan Müslüman halktan esirlere yiyecek ve giyecek yardımı yapmak isteyenler şiddetle men ediliyordu. Tomask şehrinde esirlere elbise, kitap, harita ve sair eşyaları satanlar 5 ay hapis ve 3000 ruble hapis cezasına çarptırılıyordu.

ESİR KAYIPLARI

Sarıkamış ve Oltu civarında esir edilen 4000 askerden sadece 400'ü Kars'a ulaşabilmiş diğerleri Rus Kazaklarının cinayetleri ve hastalık yüzünden yollarda kaybedilmiştir. Sarıkamış civarında Hamamlı mevkisindeki esir kampında vefat eden Türk esiri miktarı tahminen 30.000 kadardı (10 Temmuz 1333). Sarıkamış'tan bir ay uzaklıktaki Nermi'ye sevk olunan askerlerin büyük kısmı tifüs hastalığı ile şehit oldular. Nargin adasında hastalanan 700 askerin Tambuk'a nakilleri esnasında 176 asker vefat etti. Sibirya'ya gönderilen Türk esirlerinin üçte ikisi pislik ve gıdasızlık yüzünden kaybedildi. 1916 senesi Ağustos ayına kadar lekeli humma teşhisi ile vefat eden Türk esirlerinin sayısı tahminen 64.000'e ulaştı.

Hiçbir yorum yapmadan aktarılan bu satırlar esir Türk subaylarının esaret dönüşü verdikleri raporlar ve tarafsız ülkelerin Salib-i Ahmer heyetlerinin raporlarından alınmıştır. Aktarılan kısımlar rapor sahiplerinin üzerinde ittifak ettikleri noktalardır. Ruslar doğu vilayetlerini işgal edince esir Osmanlı askerleri ile birlikte bölgede yaşayan halkın büyük kısmını da Sibirya içlerine sürdüler. Bunu fırsat sayan Ermeniler Rusya'daki iç karışıklıklardan da yararlanarak Türk esirleri üzerinde milli duygularını tatmin ettiler!

Geri dönüş imkânlarının son derece sınırlı olduğu bölgeden salgın hastalıklar ve katliamların da etkisi ile pek az Osmanlı esiri kurtulabildi.
                                                                                                                                                   alıntı

358) BURMA’DAKİ(MYANMAR) TÜRK ŞEHİTLİĞİ

358) BURMA’DAKİ(MYANMAR) TÜRK ŞEHİTLİĞİ


Burma’daki sahipsiz
Türk Mezarlığı

image001.jpg
Burma’daki Türk şehitliğinin Türkçe kitabesi

Bugün Burma’da bulunan “Thayet Myo Türk Şehitliği“nin hikâyesi ise çok ilginç. I. Dünya Savaşı ‘nda İngilizlere esir düşerek, o dönemde İngiliz sömürgesi olan Burma’ya getirilen 12 bin kadar Türk askeri arasında, yıllar süren esaret dönemi boyunca salgın hastalıklar, ağır çalışma ve esaret şartları altında şehit düşen 1500 kadar Türk askerinin gömülü bulunduğu bir şehitliktir. Kalanların kaçının Türkiye’ye dönebildiği bilinmemektedir.Gömü alanının yerini belirten, Türkçe ve Burmaca bir kitabe ve çoğu 1916 Mart ve Nisan ayları tarihli mezar taşları bulunmaktadır. Şehitlik kitabesinin Türkçe (Latin harfleri ile) kısmında bugün zor okunabilen, “Birinci Dünya Savaşı’nda Irak, Suriye, Filistin ve Arabistan cephelerinde Osmanlı ve İngiliz Orduları arasındaki çarpışmalar sırasında İngilizlere tutsak düşerek Burma’ya getirilen ve burada vefat eden aziz Türk askerlerinin anısına” ifadesi yer almaktadır.
image002.jpg
Türk şehitliğinin kaybolmak üzere olan duvarı
Esir Osmanlılar 9 bin km ray döşedi
Türkiye’ye 7500 km. mesafedeki bu uzak ülkede, 1500 kadar Türk askerinin şehit olarak yattığını maalesef çok az insan biliyor. Birinci Dünya Savaşı’nda Irak, Suriye, Filistin ve Arabistan cephelerinde Osmanlı ve İngiliz orduları arasındaki çarpışmalar sırasında İngilizlere tutsak düşerek üzerinde güneş batmayan İngiltere’nin bir sömürgesi olan Burma’ya getirilen 12 bin askerimiz yol, demiryolu, köprü ve suni göl yapımında işçi olarak çalıştırılmışlar.Bugün bile Burma’yı baştanbaşa geçen iki ana hattan biri olan başkent Yangon ile Thayet arasındaki 300 millik (9 bin km) demiryolu esir düşen Osmanlı askerleri tarafından yapılır. İnşaat biter ama salgın hastalıklara ve zor çalışma şartlarına dayanamayan 2 bin asker hattın son durağı Thayet kampında şehit düşer. Çalışmayı reddeden birçok asker de öldürülmüştür. Geriye kalanlar ise ancak Mondros Mütarekesi’nden sonra ülkelerine geri dönme fırsatı bulurlar. Ancak rivayetlere göre askerlerin bir kısmı gemilere bindirilip gönderilirken evlenip geride kalmayı seçenler de olur. Burma’da şehit olan esirler için İngiliz hükümeti bir mezarlık yaptırır. Mezar taşlarının üstündeki künye bilgileri bugün hâlâ okunabilecek kadar canlı duruyor. İsimleri İngiliz alfabesiyle yazılan şehitlikte Kerküklü Muhammed, 20 Ekim’de ölen Şaban gibi pek çok asker yatıyor.
image003.jpg
Türk Şehitliği için geliştirilen proje
Türk Şehitliği bakımsız

Bugün üzerini otların kapladığı, bakımsızlıktan yazılarının silindiği taşlar, kitabe, sıvası dökülmüş mezarlık duvarı bir şehitlikten çok harabeyi andırıyor. Şehitlikte hâlâ bile 300 kadar mezar taşı bulunuyor.Bu yıpranmışlık yanında, mezarlığı çevreleyen taş sınırın ve mezar taşlarının da tropik iklimde yetişen yoğun bitki örtüsü altında okunamaması, kimliksel ve anlamsal tanım eksikliği oluşturmaktadır.Türkiye’nin tanınmış gezginlerinden emekli Albay Faruk Budak, 2002 yılında bu ülkeye yaptığı ziyarette adı geçen şehitlikleri de ziyaret eder. Budak’ın çabalarıyla Genelkurmay Başkanlığı’ndan restorasyon için gerekli bütçe 2002′de tahsis edilir. Dışişleri Bakanlığı’nın Burma hükümeti nezdindeki yoğun diplomasisi sonucu gerekli restorasyon izni ancak geçtiğimiz yıl alınabilmişti.
Ülke genelinde Thayet şehitliği dışında birçok küçük Türk Mezarlığı olduğunu belirten Burma Fahri Başkonsolosu Ercan Aygün, bir süre önceki Birmanya ziyaretinde de yeni hikâyelerin izine rastladığını ve bunların da araştırılması gerektiğine işaret ediyor. “Yaşlıca bir profesörle tanıştım. Büyük dedesinin Türkleri tanıdığını ve orada bir Türk kolonisi olabileceğini anlattı” diyen Aygün, bugün kimse bilmese de rivayet edildiği gibi evlenip Burma’da kalan askerlerin izini sürmeyi planlıyor.
Ayrıca şehitlikteki Türk bayrağı işlemesinin yakın zamanda Amerikalı bir Türk tarafından yaptırıldığı da söyleniyor. Aygün, bunun gibi pek çok hikâyenin Birmanya topraklarında araştırılmayı beklediğini ifade ediyor.


image004.jpg
Burma’da Türk askerlerinin mezar taşları

KAYNAK
TÜRK GÜNDEM SİTESİ

29 Kasım 2012 Perşembe

tanju okan'dan bir müzik dinletisi


 
 

GÜNÜN KARİKATÜRLERİ

En komik karikatürler


En komik karikatürler


En komik karikatürler

En komik karikatürler


En komik karikatürler




BİR FIKRA


AKILLI ASKER

Bir albay, bir er, bir yaşlı kadın ve bir de
genc kız trende aynı kompartmanda yolculuk
etmektedir. Tren bir tünele girip kompartman
karardığı zaman, MUCUK bir öpücük sesi ve
ardından ŞIIIRRRAAAAKK ! diye bir tokat sesi
duyulur. Tünelden çıktıktan sonra yaşlı kadın
"Aferin genç kıza. Nasıl yapıştırdı tokadı" diye
düşünmekte ve kafasını sallamaktadır.
Genc kız da "Zevksiz herif, bu morukta ne buldu
ki, bi de öpmeye kalktı ama kadın da iyi
yapıştırdı." diye düşünmektedir.
Albay ise "Ulan bizim eşoglusu er, kızı öptü.
tokadı biz yedik." diye yanarken er de içinden
şöyle düsünmektedir:
"Hehe. aferin lan bana. elimi öpüp nasıl
yapıştırdım tokadı albaya..."