Kırşehir in kültürel geleneği ve özellikleriYaşama Biçimi:
Osmanlı döneminde Ahilik merkezi olan Kırşehir’de toplumsal yaşamda geleneksel ahlaksal değerlerle biçimlenmiştir. 9. yüzyılın ortalarından başlayarak, Ahilik ekonomik ve toplumsal işlevini yitirmiştir. Ancak, üretim ilişkileri pek değişmediği için etkileri süregelmiştir. Ancak dinsel değerlerde günlük yaşamda belirleyici bir yer kazanmıştır. Cumhuriyet sonrasında geleneksel yapı çok az değişime uğramıştır.
1950’lerde, Kırşehir yaşamında belli bir canlanma görülmüştür. Kente en yakın merkez Ankara, bir dönem “yeni geçim kapası” gibi görülmüştür. Tarımsal alanların sınırlılığı ve verim düşüklüğü kent halkını göçe itmiştir. Nüfus artışıyla bu sorun daha önemli bir boyut kazanmıştır. “ev büyüğü” denen baba saygınlığı sürerken, geniş aile yapısının çözülmesi ilişkilerde sarsıntılar yaratmıştır.1960’larda bu süreç hızlanmış, köyden merkez ve Kaman gibi ilçelere göç yoğunlaşmıştır. Aynı dönemde büyük merkezlere ve yurt dışına işçi göçü başlamış, nüfus dalgalanmaları olmuştur.
Kente göçenler, tarımsal alandan, küçük üretim yada hizmet sektörüne geçmekte, ilişkiler pek değişime uğramamaktadır. Kentteki en yaygın iş taşçılıktır. Bu yada benzer işlerde usta-çırak ilişkileri egemendir. Ahilik geleneğinin etkisi bu ilişkiyi koruyuculuk - gözeticilik boyutlarına varmaktadır.
Göçler Kırşehir yaşama biçimini 1980’lerde ekilemeye başlamıştır. İl dışında çalışarak sağlanan parasal birikimler, 1970’lerde kentte yatırama yöneltmiş, kooperatif yada büyük ortaklıklar oluşturulmuştur. Burada da hemşerilik - akrabalık ilişkileri etkilidir. Kent dışındakiler de bu tür bağlarını korumaktadırlar.
Giyim-Kuşam:
kır-kent ayrımı giysilerde belirgindir. Merkezlerdeki kadın giyiminde moda ve pazar, kırsal kesimlerde çalışma koşullarda ve gelenekler etkili olmaktadır. Erkek giyiminde ayrılık daha azadır. Yüksek gelir grubu ve memur çevrelerinde büyük merkezlerdeki giyim biçimine özenme görülürken kent genelinde günlük ve yabanlık giysi ayırtına pek rastlanmaz
Beslenme Biçimleri:
İlin tarımsal ürünleri beslenmenin de temelini oluşturur. Beslenme hamurlu yiyeceklere, et ve süt ürünlerine dayanmaktadır. Kırsal kesimlerde tüketime yönelik fasulye, domates, biber, patlıcan gibi sebzelerde yetiştirilir. Bağcılığın eski önemini yitirmesine karşın üzüm, kayısı, dut gibi meyveler yöre beslenmesinde önemli bir yer tutmaktadır. Erişte, salça, pekmez gibi yiyecekler giderek yerini Pazar ürünlerine bırakmaktadır.
Erik, zerdali, kayısı ve elma kurularına yörede “kak” denir. Elma dışındakiler güneşte kurutulur, kışları çerez olarak yenir yada hoşaf yapılır. Elma, armut ve üzümün “kışlık” denilen özel çeşitleri de yetiştirilmektedir. Üzüm ve armut “hevenk” yöntemiyle kurutulmaktadır; meyveler saplarıyla toplanıp bir gün güneşte bekletilir. Saplar yumuşadıktan sonra kalınca iplere dizilerek kiler yada mahzenlerde tavanlara asılır, saklanır. Meyve kurularından nohutlu tatlıda yapılmaktadır. “haside” denilen zerdali yağlaması, yöreye özgü tatlılardandır.
Ayrıca üzüm, armut, elma gibi meyvelerden pekmez yapılmaktadır. Pazara yönelik üretime dönüştükten sonra, Kırşehir bölgesinin pekmez üretimi merkezlerinden biri olmuştur. Pekmezden evlerde “köftür” denen yiyeceklerde yapılmaktadır. Taze pekmez un karıştırarak pişirilir. Pelte kıvamına gelince büyük tepsilerde soğumaya bırakılır. Soğuyup sertleşince baklava biçiminde kesilir. Bozulmasını önlemek için nemsiz yerde saklanır. Yine pekmezle “kedi batmaz” denen bir tür tatlı yapılır. Kuru yufka ufalanarak bir kaba konulur üzerine sıcak pekmez dökülür, soğuyunca yenir.
Yörenin en yaygın et yemeği tavuk yada hindi etinden yapılan “çullama” dır. Yağ ve unla pişirilen göğüs eti tavuk suyuyla muhallebi kıvamına gelinceye kadar kaynatılır. Pirzola türü etler küllenmiş ateşte pişirilir. Buna “söğürme” denmektedir. Süt ürünlerinden yağ, ayran vb. şekilde yararlanılmaktadır
YEMEK ÇEŞİTLERİ
Tandırda Çömlek paça : Koyun veya kuzunun baş ve ayakları, tüyleri temizlendikten sonra parçalanır. Bir çömlek içine sarımsak ve su ilave edilerek baş ve ayaklar konur. Çömleğin ağzı bağlanarak közlü bir tandırın içine gömülür. Piştikten sonra üzerine limon sıkılır ve servis yapılır.
Keşkef: Döğülmüş buğday birkaç gün ıslatılır. Kabarınca ezilir. İnce lif haline getirilip yağ ve etle muhallebi kıvamına gelinceye kadar pişirilir. Üzerine salçalı yağ dökülerek servis yapılır.
Çömlekte Kuru Fasulye : Kuru fasulye haşlanarak suyu süzülür. Kuşbaşı et biraz pişirildikten sonra üzerine salça yağ, soğan ve tuz ilave edilir. Haşlanmış fasulye ve etler ile içinde sıcak su bulunan bir çömleğin ağzı kapatılarak köz halinde bulunan tandırın içine konur. İki saat kadar piştikten sonra tandırdan çıkartılarak servis yapılır.
Mantı (Kesme Mantı) : Una yumurta katılarak hamur yapılır. Tuz ilave edilir. Hamur yuvarlak bezi yapılır. Oklava veya merdane ile açılır. Hafif kurumaya bırakılır. Açılmış olan ve biraz kuruyan hamur üstüne konup ince dilimler halinde kesilir. Kesilen mantılar kurutulur. Pişirmesi ise makarna gibi olur. Suyu kaynatılır ve biraz tuz atılır. Mantı kaynayan suda haşlanır. Ve suyu süzülür. Önceden hazırlanan sarımsaklı yoğurt ile iyice karıştırılır. Sonra bir başka kapta üzerinin sosu hazırlanır. Sos yağ, bolca, domates, biber, kıyma ile yapılır. Sosa karabiber, pul biber, maydanoz eklenir. Sarımsaklı yoğurt ile karıştırılmış mantının yine üzerine sos dökülerek servise hazır hale getirilir.
Yoğurt Çorbası : Yarma denilen döğme buğdayla yeşil mercimek, biraz haşlanmış nohut güzelce yıkanır. Süzme yoğurt ile bunlar iyice karıştırılır. İçine bir yumurta kırılır. İki kaşık kadar un katılır. Çok az ayçiçek yağı damlatılır. Mevsimine göre içine yaş veya kuru nane katılır. Bunlar iyice karıştırılır. Biraz su ilave edilir. Kaynayıncaya kadar karıştırılır. Devamlı karıştırılmazsa çorba kesilebilir. Çorba ateşe konunca içine patates, yeşil biber, patlıcan atılır. İlkbaharda temizlenmiş kenger atılır. Çorba piştikten sonra başka bir kapta kuru nane ile yağ hafif kavrulup çorbanın üzerine dökülür. Çorba servise hazırdır.
Gendeme (Kemikli et) : yarım kilo kuş başı et tencereye konulur. Suyu çekilinceye kadar ateşte pişirilerek, soğan doğranır. Biraz yağ ilave edilerek, pişinceye kadar beklenir, daha sonra domatesi ve biberi ilave edilip çok miktarda su konur. Yarım kilo yarma ilave edilirse 2 kilogram su konur. Tuz ilave edilip yarma dağılacak duruma gelinceye kadar pişirilerek servise hazır hale getirilir.
Pelte : ½ kg un, 250 gr. Tereyağı, 250 gr pekmez. Un yağ ile pembeleşinceye kadar kavrulur. Biraz su ile pekmez ilave edilir. Karıştırılarak suyu çekilinceye kadar pişirilir. Biraz tuz ilave edilip ateşten indirilir. Tabaklara konduktan sonra üzerine tereyağı eritilerek dökülür.
İnançlar Ve Töresel Yapı:
Osmanlı döneminde toplumsal yapıyı biçimlendiren dinsel ahlaksal değerlerle Ahilik gibi iş örgütlenmeleri, Cumhuriyet sonrasındaki inançlar ve töresel yapıyı da etkilemiştir. Geleneksel ilişki ve değerler kent yaşamındaki önemi büyük ölçüde korumaktadır.
Dinsel Yapı Ve Boş İnançlar :
Tekke ve dergahlar çeşitli dinsel yolların eğitim alanı olmuştur. Kapanışlardan sonrada bunların kent yaşamındaki etkileri sürmüştür. Bektaşilik, yaygın inanma kaynağıdır. 1937’de Kırşehir ve dolaylarında oturan Alevi köylüleri, çocuklarını Hacıbektaş Çelebilerine tekke için adak verirlerdi. Din uluları, ermişler ve kahramanların olduğu söylenen birçok gömüt, yada türbe adak ve ziyaret yeridir. Şeyh Süleyman Veli, Ahi Evran-ı Veli, Karakurt Baba, Aşık Baba türbeleri bunlardandır.
Evlenme Gelenekleri :
Yöre evlenmelerinde görücülük, başlık, gelinlik etme, çokeşlilik gibi geleneksel yöntemler geçerlidir. “gelinlik etmede” yeni gelinler belirli bir süre büyüklerinin yanında konuşmaz, kaş göz işaretleriyle yada fısıldayarak anlaşırlar, sofraya oturmazlar. Merkezlerde bırakılan bu gelenek kırsal kesimlerde geçerliliğini korumaktadır. Gelin belli bir süre doğurmazsa (1-2 yıl) kocası yeniden evlenmeye hak kazanır. Özellikle kırsal kesimlerde doğal olan bu durumlarda gelinde görümcelere katılır. Kocasına yeni bir eş arar. Yakın köylerden beğenilen 14-15 yaşlarındaki yeni eşe “ferik” denir.
Evlenme çağında oğlu olanlar için nişan, düğün törenleri, hamamlar kız beğenilecek yer arasındadır. Mucur’da ise bu amaçla ilkbahar, yaz aylarında “köme” denilen kır gezisine çıkılır. Buralarda beğenilen kızlar, bir bahaneyle oğlana da gösterilip, görüşü alındıktan sonra görücü gidilir.
İlk görüşmeden sonra ailenin yada çevrenin saygınlarından birkaç dünür gider. Kız istemede tekerlemeye dönüşmüş şu sözler kullanılır. “ Yedik içtik, ölçüp biçtik, gelene niye geldin denilmez, Allah’ın emrine hiç karşı gelinmez, bizim buraya gelişimizin bir maksadı vardı, kerimenizi Allah’ın emri peygamberin kavliyle bizim mahduma istemeye geldik. Sen bu işe ne dersin?” Kız babası ya da evin büyüklerinden biri de danışıp görüşmek için zaman ister. Kimi yörelerde yanıt olumsuz olursa kızın evde kalması için, evin bir yerine çivi çakılarak büyü yoluna baş vurulduğu da görülür.
“küçük şerbet” denen söz kesiminde şerbetler içildikten sonra kolye yada altın takılır. Buna “bellilik etme” denir. Başlık kesilir. Ailenin durumu uygunsa “iki başın görülmesi” yoluna gidilir. Başlık alınmaz kız evinin tüm harcamaları nişan ve düğünde alacağı eşya ve takı, erkek evince karşılanır. Kırsal kesimde iki başın görülmesi yanında başlık alındığı da görülmektedir. Başlık kararlaştırıldıktan sonra kız evince konuklara ağız denilen şeker, lokum yada şerbet sunulur.
Nişan kimi zaman 2 aile arasında yapılır.Evlerdeki takı ve yüzük takma işlemine “küçük nişan” denir. Ev dışında “okuntu yeri” denen konuklarında çağrıldığı nişanlar merkezlerde salonlarda yapılır. Nişanlılık döneminde bayramlarda geline armağanlar götürülür. Bu genellikle boyalı koçtur. Gelinin anasından yada kendisinden armağan alınmadan koç verilmez.
Kiralanan bir okuyucu kadın konu komşuyu düğüne çağırır. Düğünler genellikle perşembe günü başlar, Pazar günü biter. Düğün evinin belli olması için çatıya bayrak dikilir. Köylerde bayrak direğinin ucuna soğan ve elma takılmaktadır. Kırşehir düğünlerinde davul zurna yanında genellikle köçekte olur. Kadın kılığına girerek keman, saz ve def eşliğinde oynayan erkeğe köçek denirdi. Kentin Bağbaşı mahallesinden tutulan köçeklerle çalgıcılar bir ekip oluşturur. Cuma günü öğleden önce gelin, öğleden sonrada güvey hamamı yapılır. Cumartesi öğle üzeri de kız evi, komşularıyla birlikte düğün evine “hayırlı olsun a” gider, yemek yenir. Düğün evinin erkek konukları da onları izler, davul zurna eşliğinde kız evine gidilir, 2 saat kalınır. Dönüşte gündüz kınası yapılır. Bu törende kına yakılmaz, gelinin yeni giysileri konuklara gösterilir.
Köçekler kadınların önünde oynar, gelin bahşiş verir, orada bulunanlarda alınlarına para yapıştırır. Gelin, kınacı kızlara akşam yemeği verdikten sonra akşam kınasına geçilir. Konuklar toplanır. Gece köçeklerin oyunu ile başlar. Gelin yeniden giyinir. Kına bir tepsi içinde kırılırken “kına özenmiyor” diye bir söz atılır. Gelin bahşiş verdikten sonra kına sulandırılır. Önde tefçi kadın, arkada gelin, onun ardından da mumlar, kına tepsisini taşıyan kızlar kına türküleri söyleyerek konukların bulunduğu odaya girer.
Gelin kaynanası armağan verdikten sonra avucunu açar ve kınası yakılır. Eli sarılmadan önce evin bir duvarına basarak iz bırakılır. Sonra konuklara çerez dağıtılır. Tef eşliğinde türküler söylenir, oyunlar oynanır.
Kimi yörelerde kına gecesi dağıldıktan sonra ana-kız ağıtı yakılır.Yüzü tülbentle örtülen gelin ortaya oturtulur.Anası kız kardeşleri ve akrabaları “sen bana dert arkadaşıydın, seninle dertleştim. İşlerime şimdi kim bakacak? Hasta olsam sen bakardın bana şimdi kim bakacak?” gibi sözlerle onu ağlatırlar. Aynı gece kız evinin delikanlıları, oğlan evine baskın yapar. Buna “kayın gitme” denir. Masalar kurulur. “dokuz butlu tavuk” istenir, içkiler içilir. Sabaha doğru “dan pilavı” denilen tavuklu pilav yenildikten sonra herkes dağılır.
Sabah gelin adayı hazırlanırken gelin bir odaya kapatılır. Yakınlarına “gardaş - emmi dayı yolu” gibi armağanlar alındıktan sonra dışarı çıkılır. Babası gelini kayınbabasına teslim eder. O da “ yengesi”denen gelinin arkadaşı yada akrabalarından biriyle gelin arabasına bindirilir. Geçmişte atlı araba, fayton yada yalnız atlılardan oluşan gelin alayının yerini günümüzde otobüs ve minibüsler almıştır. Köylerde alay gömütlük, ziyaret yeri gibi kutsal yerlerden geçerek, kentte tüm çevreyi dolaşarak düğün evine gelinir.
Arabanın sürücüsü güveyden bahşiş almadan gelinin indirilmesine izin vermez. Güvey gelini koltuğunun altına alarak eve girer. Eşikte cebindeki bozuk paraları ve çerezleri gelinin başına saçar.
O akşam komşulardan 5-10 genç “güvey başı” yemeğine çağrılır. Hoca dua okuyarak gelin ve güveyi odalarına götüreceği sırada gençler güveyi bir odaya kapatır. Tavuk baklava gibi armağanlar almadan bırakmazlar. Güvey kurtulunca dini nikah kıyılır.
Doğum Ve Çocukla İlgili Gelenekler :
İlde çok çocukluluk yaygındır. Aileler daha çok erkek çocuk ister. Bu amaçla gelin eve girer girmez kucağına erkek çocuk verilir. Gebelik döneminde erkek çocuk için hazırlık yapılır. Kadının erkek doğurması ona saygınlık yaratır. Kız doğuranlar için kullanılan “oğlan doğurmuş gibi ne yatıyorsun” sözü yörede tekerlemeye dönüşmüştür.
Sancılar başlayınca gebeye şerbet içirilir, boyuna ayet yada Kuran takılır. Kırsal kesimlerde genelde doğumlar ebesiz olur. Doğumdan 3 ezan geçtikten sonra bebek gürbüz olsun diye, ailede en iştahlı birinin yardımıyla emzirilir. Aynı amaçla çocuğun boyuna tereyağı sürülür.
Yıkanıp kundaklanan bebeğin baş ucuna nazar değmesin, al basmasın diye Muska ve kuran asılır. Yastığı yanına sarımsak soğan ve yumurta konur. Çocuğun rahatlaması için altına elenmiş toprak konur.
Sabahleyin çocuk uyanınca büyükler toplanır ad koyma töreni yapılır. Ailenin en yaşlısı çocuğu kucağına alarak kulağına ezan okur. 3 kez adını söyler 40 gün dolmadan dışarı çıkarılmayan bebek kırkından sonra komşulara gezmeye götürülür. Buna “40 kovalama” denir.
Erkek çocuklarında sünnet dönemi 6 haftalıktan başlar. Sünnet düğünü ve kirvelik gelenekleri yaygındır. Kırsal kesimde yemek ve eğlenceyle yapılırken, merkezde fayton yada taksiyle sünnet çocuğu ve arkadaşlarının çevrede gezdirilmesi, hamama götürülmesi gelenekler arasındadır.
Ömrünün kısalığı düşüncesiyle çocuk 1 yaşına gelmeden saçı kesilmez. Dişi çıktığında ilkin kimsenin duyup görmemesine çalışılır. Ana evin büyüklerinden birine “şunun dişi çıkmış mı?” diye sorar. O da çocuğun azına bakarak dişinin çıktığını söyler. Armağan verir.
Geleneksel Şenlikler :
Kırşehir’de yakın zamana değin gençler arasında muhabbet toplantıları sürmekteydi. Özellikle Kayabaşı gençleri belli aralıklarla, yatsı namazından sonra bir yerde toplanırlardı. Muhabbet, çevreden gizli tutulurdu. Şenliğin başkanı, düzenleyicisi efe olmakla birlikte yönetici durumundaydı. Efe köşede mindere oturur, gençler yaş saygınlık sırasına göre onun yanında otururlardı. Sofra düzeniyle, içkilerle ve çalgılarla saki ilgilenirdi. Muhabbet peşrevle açılır, divan koşma ve semailerle sürerdi. Yöresel türküler söylenip oyunlar oynanırdı. Sabaha karşı dağılan muhabbetlerde, ağırbaşlılık ve dürüstlük temel esastı.
Köylerde sürdürülen şenlik türü geleneklerden biride “ kış yarısı gezmeleridir ”
genellikle mart ortalarında yapılır. Gençlerden biri ayı postuna bürünür. Buna ayı donatma denir. Kuyruğuna çan takılır. Zil takılarak ev ev gezdirilerek oynatılır. Ev sahibi onun gönlünü almak için para, yağ, pekmez, üzüm verir.
OYUNLARI
Folklor:
Kırşehir Türk'ün genel karekterini tipik olarak ve hiç bozmadan sürdüren insanların yaşadığı ildir.
Kırşehir yöresi ve insanları sevinç ve kederlerinde hep ölçülüdürler. Bahar ve yaz aylarında özellikle düğünlerde ağır başlı ve içten bir söyleşi havası vardır. Yemekleri ölçülü ve doyurucudur.
Halk yaşantısının halk diliyle tipik anlatımını veren türküler Kırşehir'de muhabbet adı altında ağaç altlarındaki sohbetlerde ve düğünlerde bol bol çalınıp söylenir. Bunlar genellikle ya bir bozlaktır, ya da bir uzun havadır. İnsanı yakar kavurur içten içe, Bazen bir oyun havasıdır, kaşıkla oynatır, parmakları şaklatır. Bazen de bir halaydır, dizer kol kola omuz omuza
Halk Müziği Araçları:
İlde, tezeneli sazların üç telinden dokuz telliye dek tüm çeşitleri çalınır. Divan, bağlama, tambura ve cura yaygındır. Yaylı sazlardan en yaygını diz üstünde çalınan kemanedir.
Üflemeli sazların başında orta kaba zurna gelir. Yörede çalışlarıyla ünlü sanatçılar vardır. Zurnayla halay havaları, cirit ve güreş havaları yanında bozlaklar da çalınır. Dilli ve dilsiz kavallar daha çok köylerde yaygındır.
Vurmalı sazlar arasında davul, tef, kaşık, zil, zilli maşa yaygındır. Oyunlarda fincan ve bardak da çalınır. Bardak oyunu bitince, bardaklar atılıp kırılır.
Halk Oyunları:
Yörede kaşıklı oyunlar Konya oyunlarıyla, halaylarsa doğu illerimizdeki oyunlarla benzerlik gösterir
Halay:
halaylar davul-zurna eşliğinde ve erkeklerce oynanmaktaydı. Günümüz KIRŞEHİR’deki çeşitli folklor derneklerinin gösterimlerinde kızlar da oyunlara katılmaktadır. “Halay”denilen halaylarda bireysel oyunları etkisi belirgindir. Oyun topluca başlar, “başçeken”(halay başı) tek başına gösteri yapar. Daha sonra da halayın sonuna geçer. Bu kez yeni başçeken gösterisin yapar. Oyun böylece sürer.
Halaylar genellikle belli bir sıra izleyerek birbirine ekli oynanır. Oyunların düzeni şöyledir:
Ağırlama
Kıvrak halay
Türkü halayı
Üç ayak
Yanlama
Sekmen(seymen)halayı
Başka bir halay düzeninde de şu sıra izlenmektedir:
Üç ayak halayı
Hasandağı sekmesi
Sivrik halayı
Cirit halayı
Avşar ağırlaması
Keçeli
Ayrıca Anşa halayı, narinli halayı, yıldız, kuşlar, sepetçioğlu ve sinsin gibi halaylar da yaygındır. Aynı ezgilerle oynanan Cirit halayı ile Sinsin figürleri değişiktir. Halaylarda “Başçeken”in elinde mendil vardır. El ele tutuşan oyuncular, birbirine yaklaşıp ayrılırlar.
Kaşıklı oyunlar(Karşılama): Geçmişte “muhabbet”lerde ince saz denilen bağlama, keman ve darbuka eşliğinde erkeklerce oynanırdı. Kadınlar arasında da oynanan oyunlara ud ve tef eşlik etmekteydi. Günümüzde kimi köylerde sürdürülen bu geleneği, kurulan dernekler yaşatmaya çalışmaktadır. Bu oyunlar düğün, karşılama ve uğurlama törenlerinde davul-zurna eşliğinde oynanmaktadır.
Kaşıklı oyunların en yaygınları şunlardır:
Bad-i zabah(Bad-i Saba), Üç oğlan(kırşehir zeybeği), Biter Kırşehir’in gülleri, Yürü güzel, Çiçekdağı
Üç oğlan: İki ya da daha çok erkek oyuncunun oynadığı bu oyun ağırlamayla başlar, gitgide hızlanır. Oyuncuların ellerinde tahta kaşıklar vardır, ezgiye göre kaşık vuruşları değişir; zeybek özellikleri görüldüğü için Kırşehir Zeybeği de denmektedir. Oyun çökmeler ve beceri isteyen devinimlerle sürer.
Çiçekdağı: Erkeklerin oynadığı kaşıklı oyunlardandır. Geçmişte kaşık yerine bardakla oynanan oyun, ağırdan başlar ara nağmeyle hızlanır.
Biter Kırşehir’in Gülleri: Erkeklerce oynanan türkülü oyunlardandır. Türkünün başlangıcında “heyyyt”diye nara atılır, dizler çapraz biçimde yere vurulur. Ellerdeki kaşıklar bir-iki vurularak ayağa kalkınır. En önemli figür, sol topuğun sağ ayak arkasında sertçe yere vurulmasıdır.
Oyunun türküsü şöyledir:
Biter Kırşehir’in gülleri biter
Şakıyıp dalında bülbüller öter
Aman amman gülüm amman
Amman amman efendim amman
Atladım Dinekdağa
Alnım değdi yaprağa
Kız koynunda ölürsem
Koyma beni toprağa
Çoktur güzelleri hep yeni yeter
Kaşının üstünde keman görünür
Aman amman sebep amman
Amman amman efendim amman
Aynam düştü yerlere
Karıştı gazellere
Tabiatım kurusun
Bakarım güzellere
(....)
Yürü Güzel: Üç, dört kişiyle karşılama biçiminde oynanır. Öbür oyunlardan daha canlıdır. Hafif bükülerek oynanır. Oyunun en belirgin figürleri son bölümdeki çaprazlamalardır.
Özellikle Abdallar arasında muhabbet toplantılarında görülen köçek oyunları geçmişte oldukça yaygındı. Düğünlerde, erkek toplantılarında köçekler oynatılırdı. Günümüzde bu gelenek ortadan kalkmıştır.
Seyirlik Oyunlar, Orta oyunları: Geçmişte yöre köylerinde, düğünlerde, özel toplantılarda yaygın olarak oynanan oyunlar, günümüzde de kimi düğünlerde oynanmaktadır. Kalaycı, Kaz ve Koca oyunları bunlardandır.
Koca Oyunu: 1942’de Mucur’dan Mehmet Ali Çamlıca’nın derlediği bu oyunda kişiler, koca, kahya, Arap,menevşeler(Arap zenneler) sazcılar ve köylülerdir. Koca uzun bir koyun postu giyer, ğöğsüne ve sırtına yastıklar yerleştirmiştir. Sakallı,bıyığı, yüzü una bulanmıştır, elinde uzun sopası vardır.
Arap, yalınayaktır. Yüzünü, dirseklerine dek kollarını ve diz kapağından aşağısını karaya boyamıştır. Başında poşu, kemerinde fişeklik, tabanca, kama vardır. Menevşeler, kadın kılığında erkeklerdir. Alana önce koca girer, kahyanın adının cafer olduğunu, ancak birçok kez yinelettikten sonra anlar. Bu seyircileri güldürür. Koca, değirmen ustası olduğunu, köye değirmen yapmak istediğini söylerse de kahyayı inandıramaz. Bir iskemle isteyince, seyircilerden biri iskemle olur, koca tam oturacağı sırada adam çekilir, koca yere düşer, bu da gülüşmelere neden olur. Koca, manilerle kahyaya Söz atar:
Dam başında bıtırak
Akşam gelin oturak
Kahya senin dinin imanın kıtırak
Hay benim Cafer Ağam, Cafer Ağam
Bir gölüğüm (eşek) var da sürerim gitmez
Üstündeki yükü de haneme yetmez
Kahyalar it olmuş da bizim kapıdan gitmez
Daha sonra iki kızından birini iki gölük karşılığı kahyaya verebileceğini söyler. Bunun üzerine köylülerden ikisi eşek olur, binmeye çalışanlar eşekler binemez, düşerler. Koca, saz çalınırken alandan ayrılır, menevşelerle döner, çeşitli türkülerle oyun oynarlar.Bu arada Arap hızla alana gelir. Kızlar kaçışır, koca bir masanın altına saklanır. Arap kızlarını ister.
Yaşlı bir adamın kızlarını kaçırdığını, eğer onları bulmazlarsa her yeri yakıp yıkacağını söyler. Masanın yanundan geçerken kocayı tekmeler ve yüksek sesle Arapça yarı Türkçe söylenir. Kahya önce kızlarının yerlerini söylemez, Arap kor halinde kömür dolu sepetle gelince korkar, kurtulmak için kızları vermeye razı olur. Kızlar gelir, Arap onları oynatır, alır gider.
Bu kez koca, kızları bulun diye tutturur. Kahyanın verdiği iki eşekle kızları aramaya çıkar. Bir süre sonra kızları bulur, birlikte oynamaya başlar. Bir ara durup Arap kızlara bir şey yapmış mı? diye bakınca kızlar gücenir, oynamazlar. Ancak “tilki gibiçenlerse”, oynayacaklarını söylerler. Koca da zorunlu olarak dediklerini yapar, kızlar hoşlanıp oynarlar. Kahya ve koca da onlara katılır. Bu sırada Arap gelir, kocayı öldürerek kızları sürükleye sürükleye götürür. Oyun böylece sona erer.
Çocuk oyunları: Öbür yörelerde oynananlar yanında özgün oyunlarada rastlanır. Kimi oyunlar değişik adlarla anılır. Zıkka, birdirbir; amecik,evcilik oyunu; çelik çomak yerine kullanılır; acerim bir tür kovalamacadır. Aşık oyunları, yağ satarım bal satarım da oynanır. Çota, balık kaçtı, horpiç, cimboru yöreye özgü oyunlardır.
Balık Kaçtı: Kızlı erkekli oynanan bu oyunda sekiz-on çocuk halka olur, oturur, ayaklarını öne uzatır. Ebe olan,ortada oturur. Balık biçiminde büktükleri mendili bacaklarının altından dolaştırarak ebeye vururlar. Ebenin balığı elinde yakaladığı kişi ebe olur.
Çota(cota): Oyuncuların ellerinde birer değnek vardır. Ortada yumurta büyüklüğünde bir taş ya da tahta bulunur. Bunun 2-3 metre uzağında taşın büyüklüğünde çukur açılır. Ebe taşla çukur arasında durur. Oyunculardan biri sopasıyla taşa vurur ve kaçar. Taş yuvarlanırken ebe, onu kovalar. Sopasıyla dokunabilirse ebelikten kurtulur, dokunduğu çocuk ebe olur. Dokunamazsa, öbürleri taşa değnekleriyle vurup uzaklaştırır. Bu kez ebe taşın ardından koşup onu güderek çukura sokmaya çalışır, ebe taşı çukura sokarsa oyun biter.
Horpiç: Erkek çocuk çocukların oynadığı bir değnek oyunudur. Ebe değneğini iki çizgi arasına koyar. Öbür oyuncular da uzaktaki bir çizgiden attıkları değnekleriyle ebenin değneğine vurmaya çalışırlar.
Cimboru: Erkek çocukların oynadığı oyunlardandır. Kağıt, kumaş parçaları ya da hayvan kıllarından yapılmış bir topla oynanır. Topun büyüklüğünde bir çukur açılır. Belirli uzaklığa bir çizgi çekilir, oyuncular sırasıyla topu çukura sokmaya çalışır. Bir kez sokan, bir kez daha atmaya hak kazanır. En çok sayı yapan oyunu kazanır.
KIRŞEHİR'İN OZANLARI
Halk edebiyatı çok zengindir. Pek çok halk şairi yetişmiştir. Zengin halk oyunları ve müziği vardır. Oyunlarda kaşık ve zil havaları ve halaylar yaygındır. Çok sayıda türküleri ile meşhurdur. Üç ayak, demirağa, koca oyun ve Kırşehir ağırlaması meşhurdur.
Türkülerinde aşkı, sevgiyi, yalnızlığı bolca işleyen Kırşehirliler, yanında yöresinde gördüğü doğa olaylarından etkilenmiş duygu dolu insanlardır.
Kırşehir, Türk Ulusunun genel kültür karekterini bozmadan sürdüren insanların yaşadığı bir şehirdir. Kırşehir, gözü tok, gönlü zengin insanlarla doludur. Kırşehir yöresi insanları sevinç ve kederlerinde hep ölçülüdürler. Bahar ve yaz aylarında genellikle düğünlerde ağırbaşlı ve i çten bir söyleşi havası vardır. Kırşehir'in bir türküsünü dinlemeden bir manisini duymadan, bir çullamasını yemeden, bir höşmerimini tatmadan, bir düğününe konuk olmadan Kırşehir halkını ve folklorunu tanımak mümkün değildir.
KIRŞEHİR'Lİ OZALAR
1. Aşık Musa 6. Neşet Ertaş
2. Aşık Said 7. Aşık Boyacı ( Esat Hüseyin Canıtez)
3. Aşık Seyfullah 8. Şemsi Yastıman
4. Aşık Hasan (Nebioğlu) 9. Çekiç Ali
5. Muharrem Ertaş 10. Hamit'li Dursun Kaya
KIRŞEHİR YÖRESİNİN ÜNLÜ TÜRKÜLERİ
ÜNLÜ TÜRKÜLER: Merdivenim kırk ayak, Bir ok attım vızıldadı, Ekin ekilen yere, Yürü güzel Biter Kırşehir'in gülleri, Üç oğlan, Suda balık oynuyor, Karanfil suyu neyler, Şu dağlar ulu dağlar, Sevda gitmiyor serden, Dana dane benleri var yüzünde, Başında altın tacım, Ahu gözlerini sevdiğim dilber, Çiçek dağı, Kızılırmak, Kova kova
indirdiler yazıya, Acem kızı, Çubuk uzun, Yar yandım.
UZUN HAVALAR: Gök yüzünde bölük bölük durnalar, Afşar bozlağı, Yağmur yağdı da hava, Beypazarı kıratı, Ceren kaçar, Aşağıda çıktı bir akça geyik, Neyleyim dünya mali ziyneti, Gönül ne gezersin seyran yerinde, Ağ ellerini sala sala gelen yar, Aşağıdan Yusuf paşa, Sarılı yazma gelin ağlatma, Cirit havası, Güreş havası, Tura havası, Afşar halayı.
Ağıtlar: Ağıt yakma geleneği yaygındır. Aşağıdaki ağıt bir öldürme olayı üstüne
söylenmiştir.
Akşam oldu da kırat yemez yemini
Çaktım Zikkesini gever gemini
Ben sürmedim cingan sürsün demini
Beypazarı mesken oldu ilimiz
Kurt belinden aşar doğru yolumuz
Körolası cingan nereden geldi
Kuyumcuyum deyi çayıra kondu
Alnı top kaküllü Halili vurdu
Beypazarı mesken oldu ilimiz
Kimbilir de nerde kalır ölümüz
Kıratın üstü de bir ulu yayla
Neyleyim kardaşım kaderim böyle
Varınca perede doğruyu söyle
Beypazarı mesken oldu ilimiz
Kimbilir de nerde kalır ölümüz
1 - AŞIK MUSA (.... 1833 veya 1843= )
Ünlü halk ozanının, Kaman'a bağlı Savcılı Ağzıboz Köy'ünde Yaşadığı anlaşılıyor. Doğum tarihi bilinmemektedir. 1833 ya da 1943'de öldüğü sanılmaktadır. Ayrı bir dille şiirler yazmıştır. Saz çalarak köy odalarında şenliklerde söylediği şiirler şimdi bile halkın dilindedir. Toklumenli Aşık Said ile aynı yıllarda yaşadığı ve ona saz öğretttiği söylenmektedir.
2 - AŞIK SAİD (1835-18 OCAK 1910)
Kırşehir'e bağlı Toklumen Kasabasın'da doğdu. 18 yaşlarında Kayseri'ye giderek ikibuçuk yıl medrese eğitimi gördü. Köyüne döndükten sonra kayıkçılık yaptı. Şiirleri onun çok yer gezmiş olduğunu gösteriyor. Aşık Said'in türkülerinin çoğu Kırşehir ve çevresinde halen yaşamaktadır. T.R.T. repertuarına geçmiş çok sayıda eseri vardır. 75 yaşında ölen Aşık Said'in mezarının yerini bilene rastlanmadı. Toklumen Köy'ünde adına dikilmiş anıt heykeli vardır.
3 - AŞIK SEYFULLAH (1896-1972)
Aşık Said'in dördüncü oğludur. Toklumen'de doğdu. Kendi kendine okumayı öğrendi. Doğaya vurgundu. sıla özlemiyle doluydu. Çok yer gezmiş, çalıp söyleyerek, ününü her yana duyurmuştur. 20 Aralık 1972'de vefat etmiştir.
4 - AŞIK HASAN(NEBİOĞLU) (1902-1989)
Mucur'a Bağlı Geycek Köy'ünde doğdu. Okuması olmayan Aşık Hasan'ın şiirleri ve söyleyişi ile ün kazanmış. Sevda, Doğa, Yurt ve Tanrı sevgisi ile şiirler yazmıştır. 10
çocuk babası olan Aşık Hasan şiirlerini "Aşık Hasan'ın Bütün Şiirleri" adlı kitabında toplamıştır.
5 - MUHARREM ERTAŞ (1913 - 3 ARALIK 1984)
Muharrem Ertaş Osmanlı’ya kafa tutan Avşar Türkmenlerinin ünlü şairi Dadaloğlu’nun “Ferman padişahın dağlar bizimdir.” Deyişini havalandırıp, Abidin ertemin deyimi ile “ bozlağı Çukurova dan Kırşehir’e indirince” ne söylediğini bilmeyecek kadar cahil değildir. Nitekim Cumhuriyetçiler, Muharrem Ertaş’ın sazında ve sözünde güzelleşen “Avşar Bozlağını” TRT’nin repertuarına almakta hiç de tereddüt etmemişlerdir
Yanık sesi, dertli sazı ile adını Türk saz ve söz sanatının ustalar arasına yazdıran ünlü "bozlakçı" Muharrem Ertaş Kırşehir'e bağlı Yağmurlu Büyükoba'da doğdu. Okumayı kendi kendi kendine öğrendi ve saz dersleri aldı. Yağmurlu Yusuf Usta'dan aldığı derslerle yetişti. 300'ün üstünde şiir ve koşmayı bozlak haline dönüştürdü. Kendisinin de muhtelif deyişleri bulunmaktadır. Ezgileri ile Kırşehir'in adını duyuran Muharrem Ertaş'ın 8 çocuğu vardır. Oğlu Ünlü saz ve sez ustası Neşet Ertaş, babasının yolunda yürüdü ve kırşehir'in adını duyurmaya devam etti. Kırşehir Belediyesi tarafından 1990 yılında şehrin merkezine yakın Askerlik şubesi binasının karşısına anıtı dikildi.
6 - NEŞET ERTAŞ (1938-.....)
Sezi ve sazı ile babası muharrem ertaş'ın yolunu sürdüren Neşet Ertaş, 1938 yılında Kırtıllar'da dünyaya geldi. Keman ve saz öğrenerek. Ankara Radyo Evi'ne girdi. Güçlü derlemeleri olan ozanın, Kendisine ait çok sayıda güfte ve besteleri vardır. Halen
Almanya'da müzik evi çalıştırmaktadır.
Neşet Ertaş, babası Muharrem Ertaş ile adeta Anadolu'daki en olgun seviyesine erişen bu Türkmen/Abdal müzik birikiminin yeni bir yorumcusudur. Yoğun yöresel özellikleri ve baskın mahallilik unsurları ile donanmış bu müziği yöresinin dışına çıkarmış, ülke genelinde ve hatta yurt dışında bilinmesini ve tanınmasıını sağlamıştır.
Neşet’in hocalığını babası Muharrem usta yapmıştır. Neşet Ertaş bunu son türküsünde açıkça şöyle dile getirmiştir.
Okula gidemedim, bu dert benimdir
Hemi benim derdim, hem babamındır,
Hemi babam, hem de öğretmenimindir
Yüreği yaralı o kerem nerede
Uzak yoldan geldim hasretin için
Yaralı ceylanım ses vermez niçin
Ecin nice hani boranın nerede
Bir babanın onur duyması evladıyla olur. Muharrem üstat oğlu Neşetle onur
duymuştur. Neşet Ertaş uzun yıllar Almanya’larda gözden ırak olmuş, görünür olmaktan mahrum kalmış ama gönüllerde taht kurmuştur.
Neşet’in gerek ailevi yaşantısı olsun, gerek ortamın verdiği durumlardan olsun memleketimizi terketmesi, Almanya’ya yerleşmesinden dolayı maalesef
hemşerilerinin huzuruna şimdiki sanatçılar gibi haftada bir, ayda bir çıkmadı. Ama yurt
dışında da olsa öz kültürümüzü, türkülerimizi ayaklarımıza kadar seslendirerek getirdi.
Neşet’in büyüklüğünü sanatı anlayan bilir. Neşet ne türkü çığırıyor, ne türkü söylüyor. Neşet türkü yaratıyor. Neşet gittiği her yerde kendi kendine yanında arkadaşı yokmuş gibi inler gelirdi. Demek ki kendisinde daha önce bir şeyler varmış ki meğer o iniltisi kafasında bir şeyler aratmaktan gelirmiş.
1960'lardan itibaren binlerce yıllık sazımız bağlama ile birlikte anılan; sadece geniş halk kesimlerinde değil, ciddi müzik çevrelerinin ve gerçek türkü dostlarının da gündeminden hiç düşmeyen Neşet Ertaş'ı farklı bir bağlamda değerlendirmek gerekir. Çünkü o aslında bir anlamda tam bir yöre sanatçısı olmasına rağmen yaygın şöhreti ve
söylediği türküleri ile ülke genelinde tanınan biri olarak, hem babası Muharrem
Ertaş'tan, hem de bu geleneğin diğer usta isimleri olan Hacı Taşan ve Çekiç Ali'den de
ayrılır. Bir başka deyişle onun sanatı için, başta Muharrem Usta olmak üzere. Hacı
Taşan, Çekiç Ali Abdal/Türkmen Müziği geleneğinin çeşitli yörelerde farklı tavır ve üsluplarda karşımıza çıkan diğer ustaları da dahil olmak üzere hepsinin üst seviyede bir
sentezi ve esrarlı bir bileşkesi denilebilir.
7 - AŞIK BOYACI (ESAT HÜSEYİN CANITEZ) (1914-4 şubat 1999
"Aşık Boyacı" mahlasıyla şiir yazan halk ozanı Esat Hüseyin Canıtez'in 3500'den fazla milli, dini şiirleri bulunmaktadır. Kırşehir'de doğan Aşık Boyacı, ilk ve ortaokulu burada okudu Ünlü Ozan'ın "Kalbimin Işıkları ", "Bayrak ve Toprak", "Türk Oğluyum Türk Oğlu" adlarında üç şiir kitabı yayınlandı.
8 - ŞEMSİ YASTIMAN (1923-1994)
1923 yılında Kırşehir'de doğdu, ilk ve ortaokulu burada okuduktan sonra saz çalmayı öğrendi 1950- 1968 yılları arasında Radyo ve sahnelerde çalıştı. İlk şiirini 1938'de ortaokula başladığı yıl yazdı. 1966 yılında Konya'da düzenlenen "Aşıklar Bayramı'nda "Muradım" destanıyla birincilik kazandı. İstanbul'da kendine ait saz evi bulunan Şemsi Yastıman'ın binden fazla siiri vardır. 1994 yılında geçirdiği bir rahatsızlık sonucu Edirne'de vefat etmiştir.
9 -ÇEKİÇ ALİ (1933-13 Ağustos 1973)
Mahalli sanatçı yöre türkülerini içten ve özlü söylerdi. Genç yaşta kaybettiğimiz sanatçı 40 yaşında aramızda ayrıldı. Kırşehir yöresi türkü ve bozlaklarının isim yapmış usta icracılarından biridir Çekiç Ali hemen hemen tüm plak ve kasetlerinde "Kırşehir'li Çekiç Ali namıyla anılır. sanatçımız, aslen Kaman'ın Meşe köyünden ve asıl soyadı Ersan dır. 1932 yılında doğan Çekiç Ali'ye, "çekiç" lakabı; çevikliği ve ataklığının yanı sıra, saz çalışındaki canlılık, dinamizm dolayı verilmiş. Henüz çocuk yaşlarında iken köy odalarında saz çalmaya başlayan sanatçıya büyükleri tarafından takılan çekiç lakabı o kadar yaygınlaşmış ki, asıl adı olan Ali'nin önüne geçerek, adeta asıl ismi olmuştur.
Çekiç Ali'nin hem sesinde, hem sazında öylesine kendine has bir renkle karşılaşırız ki, bu daha ilk müzik cümlesinde kendini hemen belli eder. Başta Muharrem Ertaş olmak üzere Hacı Taşan'ın, Neşet Ertaş'ın da okuduğu bazı türküleri ve havaları (Biter Kırşehir'in Gülleri Biter, Acem Kızı , Oy nari Topak taşın kenari vb.) tamamen kendine has bir tavırla yorumlayarak, adeta okuduğu her eserin altına kolay kolay silinemeyecek güçlü bir imza atmıştır.
Çekiç Ali’nin yaşadığı dönemde memleketimizde büyük kıtlık olmuş. Bu
kıtlıkla evlerde bekletilen unlar azmış. Adam evine gelene “unum yok” demiş saklamış.
Bekletilen unlar zamanla acımış. Acıyan unun ekmeği de olamaz, yenmez de... İşte o
kıtlığın içinde Meşeköy’de dünyaya gelmiş çekiç Ali
Bizim büyüklerimiz bir yerde mesken tutup kalmamışlar. Boy boy gezmişler.
Geçimlerini temin ettikleri yerde ekseriyetle kalmışlardır. Fakat öyle zaman zuhur
eylemiş ki 1940’larda Kırşehir’e intikal etmiştir
Çekiç Ali’nin ünü halk arasında giderek yaygınlık almış. “Çekiç” lakabı ile anılır olmuş. Fakat Çekiç Ali açısından talihsizlik şu ki, bugün yurdumuzda büyük yaygınlık kazanan televizyon yayınlarına yetişememiştir. O dönemde Ankara radyosu ancak Gölbaşı’na kadar yayın yapabiliyordu.
10 - HAMİT'Lİ AŞIK DURSUN KAYA (1934 - .... )
1934 yılında Kırşehir Kaman ilçesinin Hamit kasabasında doğdu. Küçük yaşında bir ayağı sakat kalan aşık dokuz kardeşinin en küçüğüdür. İlkokulu kasabasında okuyan aşık Dursun Kaya halen Hamit kasabasında çiftçilikle uğraşmaktadır. Dört oğlan üç kız olmak üzere 7 çocuk babasıdır. Güçlü taşlamaları ve güzelleme tarzında da şiirleri ünlüdür. Halen şiir yazmaya devam eden Hamit'li Aşık Dursun Kayan'nın zamanında plaklara okunmuş destan türünde eserleri de vardır.
Osmanlı döneminde Ahilik merkezi olan Kırşehir’de toplumsal yaşamda geleneksel ahlaksal değerlerle biçimlenmiştir. 9. yüzyılın ortalarından başlayarak, Ahilik ekonomik ve toplumsal işlevini yitirmiştir. Ancak, üretim ilişkileri pek değişmediği için etkileri süregelmiştir. Ancak dinsel değerlerde günlük yaşamda belirleyici bir yer kazanmıştır. Cumhuriyet sonrasında geleneksel yapı çok az değişime uğramıştır.
1950’lerde, Kırşehir yaşamında belli bir canlanma görülmüştür. Kente en yakın merkez Ankara, bir dönem “yeni geçim kapası” gibi görülmüştür. Tarımsal alanların sınırlılığı ve verim düşüklüğü kent halkını göçe itmiştir. Nüfus artışıyla bu sorun daha önemli bir boyut kazanmıştır. “ev büyüğü” denen baba saygınlığı sürerken, geniş aile yapısının çözülmesi ilişkilerde sarsıntılar yaratmıştır.1960’larda bu süreç hızlanmış, köyden merkez ve Kaman gibi ilçelere göç yoğunlaşmıştır. Aynı dönemde büyük merkezlere ve yurt dışına işçi göçü başlamış, nüfus dalgalanmaları olmuştur.
Kente göçenler, tarımsal alandan, küçük üretim yada hizmet sektörüne geçmekte, ilişkiler pek değişime uğramamaktadır. Kentteki en yaygın iş taşçılıktır. Bu yada benzer işlerde usta-çırak ilişkileri egemendir. Ahilik geleneğinin etkisi bu ilişkiyi koruyuculuk - gözeticilik boyutlarına varmaktadır.
Göçler Kırşehir yaşama biçimini 1980’lerde ekilemeye başlamıştır. İl dışında çalışarak sağlanan parasal birikimler, 1970’lerde kentte yatırama yöneltmiş, kooperatif yada büyük ortaklıklar oluşturulmuştur. Burada da hemşerilik - akrabalık ilişkileri etkilidir. Kent dışındakiler de bu tür bağlarını korumaktadırlar.
Giyim-Kuşam:
kır-kent ayrımı giysilerde belirgindir. Merkezlerdeki kadın giyiminde moda ve pazar, kırsal kesimlerde çalışma koşullarda ve gelenekler etkili olmaktadır. Erkek giyiminde ayrılık daha azadır. Yüksek gelir grubu ve memur çevrelerinde büyük merkezlerdeki giyim biçimine özenme görülürken kent genelinde günlük ve yabanlık giysi ayırtına pek rastlanmaz
Beslenme Biçimleri:
İlin tarımsal ürünleri beslenmenin de temelini oluşturur. Beslenme hamurlu yiyeceklere, et ve süt ürünlerine dayanmaktadır. Kırsal kesimlerde tüketime yönelik fasulye, domates, biber, patlıcan gibi sebzelerde yetiştirilir. Bağcılığın eski önemini yitirmesine karşın üzüm, kayısı, dut gibi meyveler yöre beslenmesinde önemli bir yer tutmaktadır. Erişte, salça, pekmez gibi yiyecekler giderek yerini Pazar ürünlerine bırakmaktadır.
Erik, zerdali, kayısı ve elma kurularına yörede “kak” denir. Elma dışındakiler güneşte kurutulur, kışları çerez olarak yenir yada hoşaf yapılır. Elma, armut ve üzümün “kışlık” denilen özel çeşitleri de yetiştirilmektedir. Üzüm ve armut “hevenk” yöntemiyle kurutulmaktadır; meyveler saplarıyla toplanıp bir gün güneşte bekletilir. Saplar yumuşadıktan sonra kalınca iplere dizilerek kiler yada mahzenlerde tavanlara asılır, saklanır. Meyve kurularından nohutlu tatlıda yapılmaktadır. “haside” denilen zerdali yağlaması, yöreye özgü tatlılardandır.
Ayrıca üzüm, armut, elma gibi meyvelerden pekmez yapılmaktadır. Pazara yönelik üretime dönüştükten sonra, Kırşehir bölgesinin pekmez üretimi merkezlerinden biri olmuştur. Pekmezden evlerde “köftür” denen yiyeceklerde yapılmaktadır. Taze pekmez un karıştırarak pişirilir. Pelte kıvamına gelince büyük tepsilerde soğumaya bırakılır. Soğuyup sertleşince baklava biçiminde kesilir. Bozulmasını önlemek için nemsiz yerde saklanır. Yine pekmezle “kedi batmaz” denen bir tür tatlı yapılır. Kuru yufka ufalanarak bir kaba konulur üzerine sıcak pekmez dökülür, soğuyunca yenir.
Yörenin en yaygın et yemeği tavuk yada hindi etinden yapılan “çullama” dır. Yağ ve unla pişirilen göğüs eti tavuk suyuyla muhallebi kıvamına gelinceye kadar kaynatılır. Pirzola türü etler küllenmiş ateşte pişirilir. Buna “söğürme” denmektedir. Süt ürünlerinden yağ, ayran vb. şekilde yararlanılmaktadır
YEMEK ÇEŞİTLERİ
Tandırda Çömlek paça : Koyun veya kuzunun baş ve ayakları, tüyleri temizlendikten sonra parçalanır. Bir çömlek içine sarımsak ve su ilave edilerek baş ve ayaklar konur. Çömleğin ağzı bağlanarak közlü bir tandırın içine gömülür. Piştikten sonra üzerine limon sıkılır ve servis yapılır.
Keşkef: Döğülmüş buğday birkaç gün ıslatılır. Kabarınca ezilir. İnce lif haline getirilip yağ ve etle muhallebi kıvamına gelinceye kadar pişirilir. Üzerine salçalı yağ dökülerek servis yapılır.
Çömlekte Kuru Fasulye : Kuru fasulye haşlanarak suyu süzülür. Kuşbaşı et biraz pişirildikten sonra üzerine salça yağ, soğan ve tuz ilave edilir. Haşlanmış fasulye ve etler ile içinde sıcak su bulunan bir çömleğin ağzı kapatılarak köz halinde bulunan tandırın içine konur. İki saat kadar piştikten sonra tandırdan çıkartılarak servis yapılır.
Mantı (Kesme Mantı) : Una yumurta katılarak hamur yapılır. Tuz ilave edilir. Hamur yuvarlak bezi yapılır. Oklava veya merdane ile açılır. Hafif kurumaya bırakılır. Açılmış olan ve biraz kuruyan hamur üstüne konup ince dilimler halinde kesilir. Kesilen mantılar kurutulur. Pişirmesi ise makarna gibi olur. Suyu kaynatılır ve biraz tuz atılır. Mantı kaynayan suda haşlanır. Ve suyu süzülür. Önceden hazırlanan sarımsaklı yoğurt ile iyice karıştırılır. Sonra bir başka kapta üzerinin sosu hazırlanır. Sos yağ, bolca, domates, biber, kıyma ile yapılır. Sosa karabiber, pul biber, maydanoz eklenir. Sarımsaklı yoğurt ile karıştırılmış mantının yine üzerine sos dökülerek servise hazır hale getirilir.
Yoğurt Çorbası : Yarma denilen döğme buğdayla yeşil mercimek, biraz haşlanmış nohut güzelce yıkanır. Süzme yoğurt ile bunlar iyice karıştırılır. İçine bir yumurta kırılır. İki kaşık kadar un katılır. Çok az ayçiçek yağı damlatılır. Mevsimine göre içine yaş veya kuru nane katılır. Bunlar iyice karıştırılır. Biraz su ilave edilir. Kaynayıncaya kadar karıştırılır. Devamlı karıştırılmazsa çorba kesilebilir. Çorba ateşe konunca içine patates, yeşil biber, patlıcan atılır. İlkbaharda temizlenmiş kenger atılır. Çorba piştikten sonra başka bir kapta kuru nane ile yağ hafif kavrulup çorbanın üzerine dökülür. Çorba servise hazırdır.
Gendeme (Kemikli et) : yarım kilo kuş başı et tencereye konulur. Suyu çekilinceye kadar ateşte pişirilerek, soğan doğranır. Biraz yağ ilave edilerek, pişinceye kadar beklenir, daha sonra domatesi ve biberi ilave edilip çok miktarda su konur. Yarım kilo yarma ilave edilirse 2 kilogram su konur. Tuz ilave edilip yarma dağılacak duruma gelinceye kadar pişirilerek servise hazır hale getirilir.
Pelte : ½ kg un, 250 gr. Tereyağı, 250 gr pekmez. Un yağ ile pembeleşinceye kadar kavrulur. Biraz su ile pekmez ilave edilir. Karıştırılarak suyu çekilinceye kadar pişirilir. Biraz tuz ilave edilip ateşten indirilir. Tabaklara konduktan sonra üzerine tereyağı eritilerek dökülür.
İnançlar Ve Töresel Yapı:
Osmanlı döneminde toplumsal yapıyı biçimlendiren dinsel ahlaksal değerlerle Ahilik gibi iş örgütlenmeleri, Cumhuriyet sonrasındaki inançlar ve töresel yapıyı da etkilemiştir. Geleneksel ilişki ve değerler kent yaşamındaki önemi büyük ölçüde korumaktadır.
Dinsel Yapı Ve Boş İnançlar :
Tekke ve dergahlar çeşitli dinsel yolların eğitim alanı olmuştur. Kapanışlardan sonrada bunların kent yaşamındaki etkileri sürmüştür. Bektaşilik, yaygın inanma kaynağıdır. 1937’de Kırşehir ve dolaylarında oturan Alevi köylüleri, çocuklarını Hacıbektaş Çelebilerine tekke için adak verirlerdi. Din uluları, ermişler ve kahramanların olduğu söylenen birçok gömüt, yada türbe adak ve ziyaret yeridir. Şeyh Süleyman Veli, Ahi Evran-ı Veli, Karakurt Baba, Aşık Baba türbeleri bunlardandır.
Evlenme Gelenekleri :
Yöre evlenmelerinde görücülük, başlık, gelinlik etme, çokeşlilik gibi geleneksel yöntemler geçerlidir. “gelinlik etmede” yeni gelinler belirli bir süre büyüklerinin yanında konuşmaz, kaş göz işaretleriyle yada fısıldayarak anlaşırlar, sofraya oturmazlar. Merkezlerde bırakılan bu gelenek kırsal kesimlerde geçerliliğini korumaktadır. Gelin belli bir süre doğurmazsa (1-2 yıl) kocası yeniden evlenmeye hak kazanır. Özellikle kırsal kesimlerde doğal olan bu durumlarda gelinde görümcelere katılır. Kocasına yeni bir eş arar. Yakın köylerden beğenilen 14-15 yaşlarındaki yeni eşe “ferik” denir.
Evlenme çağında oğlu olanlar için nişan, düğün törenleri, hamamlar kız beğenilecek yer arasındadır. Mucur’da ise bu amaçla ilkbahar, yaz aylarında “köme” denilen kır gezisine çıkılır. Buralarda beğenilen kızlar, bir bahaneyle oğlana da gösterilip, görüşü alındıktan sonra görücü gidilir.
İlk görüşmeden sonra ailenin yada çevrenin saygınlarından birkaç dünür gider. Kız istemede tekerlemeye dönüşmüş şu sözler kullanılır. “ Yedik içtik, ölçüp biçtik, gelene niye geldin denilmez, Allah’ın emrine hiç karşı gelinmez, bizim buraya gelişimizin bir maksadı vardı, kerimenizi Allah’ın emri peygamberin kavliyle bizim mahduma istemeye geldik. Sen bu işe ne dersin?” Kız babası ya da evin büyüklerinden biri de danışıp görüşmek için zaman ister. Kimi yörelerde yanıt olumsuz olursa kızın evde kalması için, evin bir yerine çivi çakılarak büyü yoluna baş vurulduğu da görülür.
“küçük şerbet” denen söz kesiminde şerbetler içildikten sonra kolye yada altın takılır. Buna “bellilik etme” denir. Başlık kesilir. Ailenin durumu uygunsa “iki başın görülmesi” yoluna gidilir. Başlık alınmaz kız evinin tüm harcamaları nişan ve düğünde alacağı eşya ve takı, erkek evince karşılanır. Kırsal kesimde iki başın görülmesi yanında başlık alındığı da görülmektedir. Başlık kararlaştırıldıktan sonra kız evince konuklara ağız denilen şeker, lokum yada şerbet sunulur.
Nişan kimi zaman 2 aile arasında yapılır.Evlerdeki takı ve yüzük takma işlemine “küçük nişan” denir. Ev dışında “okuntu yeri” denen konuklarında çağrıldığı nişanlar merkezlerde salonlarda yapılır. Nişanlılık döneminde bayramlarda geline armağanlar götürülür. Bu genellikle boyalı koçtur. Gelinin anasından yada kendisinden armağan alınmadan koç verilmez.
Kiralanan bir okuyucu kadın konu komşuyu düğüne çağırır. Düğünler genellikle perşembe günü başlar, Pazar günü biter. Düğün evinin belli olması için çatıya bayrak dikilir. Köylerde bayrak direğinin ucuna soğan ve elma takılmaktadır. Kırşehir düğünlerinde davul zurna yanında genellikle köçekte olur. Kadın kılığına girerek keman, saz ve def eşliğinde oynayan erkeğe köçek denirdi. Kentin Bağbaşı mahallesinden tutulan köçeklerle çalgıcılar bir ekip oluşturur. Cuma günü öğleden önce gelin, öğleden sonrada güvey hamamı yapılır. Cumartesi öğle üzeri de kız evi, komşularıyla birlikte düğün evine “hayırlı olsun a” gider, yemek yenir. Düğün evinin erkek konukları da onları izler, davul zurna eşliğinde kız evine gidilir, 2 saat kalınır. Dönüşte gündüz kınası yapılır. Bu törende kına yakılmaz, gelinin yeni giysileri konuklara gösterilir.
Köçekler kadınların önünde oynar, gelin bahşiş verir, orada bulunanlarda alınlarına para yapıştırır. Gelin, kınacı kızlara akşam yemeği verdikten sonra akşam kınasına geçilir. Konuklar toplanır. Gece köçeklerin oyunu ile başlar. Gelin yeniden giyinir. Kına bir tepsi içinde kırılırken “kına özenmiyor” diye bir söz atılır. Gelin bahşiş verdikten sonra kına sulandırılır. Önde tefçi kadın, arkada gelin, onun ardından da mumlar, kına tepsisini taşıyan kızlar kına türküleri söyleyerek konukların bulunduğu odaya girer.
Gelin kaynanası armağan verdikten sonra avucunu açar ve kınası yakılır. Eli sarılmadan önce evin bir duvarına basarak iz bırakılır. Sonra konuklara çerez dağıtılır. Tef eşliğinde türküler söylenir, oyunlar oynanır.
Kimi yörelerde kına gecesi dağıldıktan sonra ana-kız ağıtı yakılır.Yüzü tülbentle örtülen gelin ortaya oturtulur.Anası kız kardeşleri ve akrabaları “sen bana dert arkadaşıydın, seninle dertleştim. İşlerime şimdi kim bakacak? Hasta olsam sen bakardın bana şimdi kim bakacak?” gibi sözlerle onu ağlatırlar. Aynı gece kız evinin delikanlıları, oğlan evine baskın yapar. Buna “kayın gitme” denir. Masalar kurulur. “dokuz butlu tavuk” istenir, içkiler içilir. Sabaha doğru “dan pilavı” denilen tavuklu pilav yenildikten sonra herkes dağılır.
Sabah gelin adayı hazırlanırken gelin bir odaya kapatılır. Yakınlarına “gardaş - emmi dayı yolu” gibi armağanlar alındıktan sonra dışarı çıkılır. Babası gelini kayınbabasına teslim eder. O da “ yengesi”denen gelinin arkadaşı yada akrabalarından biriyle gelin arabasına bindirilir. Geçmişte atlı araba, fayton yada yalnız atlılardan oluşan gelin alayının yerini günümüzde otobüs ve minibüsler almıştır. Köylerde alay gömütlük, ziyaret yeri gibi kutsal yerlerden geçerek, kentte tüm çevreyi dolaşarak düğün evine gelinir.
Arabanın sürücüsü güveyden bahşiş almadan gelinin indirilmesine izin vermez. Güvey gelini koltuğunun altına alarak eve girer. Eşikte cebindeki bozuk paraları ve çerezleri gelinin başına saçar.
O akşam komşulardan 5-10 genç “güvey başı” yemeğine çağrılır. Hoca dua okuyarak gelin ve güveyi odalarına götüreceği sırada gençler güveyi bir odaya kapatır. Tavuk baklava gibi armağanlar almadan bırakmazlar. Güvey kurtulunca dini nikah kıyılır.
Doğum Ve Çocukla İlgili Gelenekler :
İlde çok çocukluluk yaygındır. Aileler daha çok erkek çocuk ister. Bu amaçla gelin eve girer girmez kucağına erkek çocuk verilir. Gebelik döneminde erkek çocuk için hazırlık yapılır. Kadının erkek doğurması ona saygınlık yaratır. Kız doğuranlar için kullanılan “oğlan doğurmuş gibi ne yatıyorsun” sözü yörede tekerlemeye dönüşmüştür.
Sancılar başlayınca gebeye şerbet içirilir, boyuna ayet yada Kuran takılır. Kırsal kesimlerde genelde doğumlar ebesiz olur. Doğumdan 3 ezan geçtikten sonra bebek gürbüz olsun diye, ailede en iştahlı birinin yardımıyla emzirilir. Aynı amaçla çocuğun boyuna tereyağı sürülür.
Yıkanıp kundaklanan bebeğin baş ucuna nazar değmesin, al basmasın diye Muska ve kuran asılır. Yastığı yanına sarımsak soğan ve yumurta konur. Çocuğun rahatlaması için altına elenmiş toprak konur.
Sabahleyin çocuk uyanınca büyükler toplanır ad koyma töreni yapılır. Ailenin en yaşlısı çocuğu kucağına alarak kulağına ezan okur. 3 kez adını söyler 40 gün dolmadan dışarı çıkarılmayan bebek kırkından sonra komşulara gezmeye götürülür. Buna “40 kovalama” denir.
Erkek çocuklarında sünnet dönemi 6 haftalıktan başlar. Sünnet düğünü ve kirvelik gelenekleri yaygındır. Kırsal kesimde yemek ve eğlenceyle yapılırken, merkezde fayton yada taksiyle sünnet çocuğu ve arkadaşlarının çevrede gezdirilmesi, hamama götürülmesi gelenekler arasındadır.
Ömrünün kısalığı düşüncesiyle çocuk 1 yaşına gelmeden saçı kesilmez. Dişi çıktığında ilkin kimsenin duyup görmemesine çalışılır. Ana evin büyüklerinden birine “şunun dişi çıkmış mı?” diye sorar. O da çocuğun azına bakarak dişinin çıktığını söyler. Armağan verir.
Geleneksel Şenlikler :
Kırşehir’de yakın zamana değin gençler arasında muhabbet toplantıları sürmekteydi. Özellikle Kayabaşı gençleri belli aralıklarla, yatsı namazından sonra bir yerde toplanırlardı. Muhabbet, çevreden gizli tutulurdu. Şenliğin başkanı, düzenleyicisi efe olmakla birlikte yönetici durumundaydı. Efe köşede mindere oturur, gençler yaş saygınlık sırasına göre onun yanında otururlardı. Sofra düzeniyle, içkilerle ve çalgılarla saki ilgilenirdi. Muhabbet peşrevle açılır, divan koşma ve semailerle sürerdi. Yöresel türküler söylenip oyunlar oynanırdı. Sabaha karşı dağılan muhabbetlerde, ağırbaşlılık ve dürüstlük temel esastı.
Köylerde sürdürülen şenlik türü geleneklerden biride “ kış yarısı gezmeleridir ”
genellikle mart ortalarında yapılır. Gençlerden biri ayı postuna bürünür. Buna ayı donatma denir. Kuyruğuna çan takılır. Zil takılarak ev ev gezdirilerek oynatılır. Ev sahibi onun gönlünü almak için para, yağ, pekmez, üzüm verir.
OYUNLARI
Folklor:
Kırşehir Türk'ün genel karekterini tipik olarak ve hiç bozmadan sürdüren insanların yaşadığı ildir.
Kırşehir yöresi ve insanları sevinç ve kederlerinde hep ölçülüdürler. Bahar ve yaz aylarında özellikle düğünlerde ağır başlı ve içten bir söyleşi havası vardır. Yemekleri ölçülü ve doyurucudur.
Halk yaşantısının halk diliyle tipik anlatımını veren türküler Kırşehir'de muhabbet adı altında ağaç altlarındaki sohbetlerde ve düğünlerde bol bol çalınıp söylenir. Bunlar genellikle ya bir bozlaktır, ya da bir uzun havadır. İnsanı yakar kavurur içten içe, Bazen bir oyun havasıdır, kaşıkla oynatır, parmakları şaklatır. Bazen de bir halaydır, dizer kol kola omuz omuza
Halk Müziği Araçları:
İlde, tezeneli sazların üç telinden dokuz telliye dek tüm çeşitleri çalınır. Divan, bağlama, tambura ve cura yaygındır. Yaylı sazlardan en yaygını diz üstünde çalınan kemanedir.
Üflemeli sazların başında orta kaba zurna gelir. Yörede çalışlarıyla ünlü sanatçılar vardır. Zurnayla halay havaları, cirit ve güreş havaları yanında bozlaklar da çalınır. Dilli ve dilsiz kavallar daha çok köylerde yaygındır.
Vurmalı sazlar arasında davul, tef, kaşık, zil, zilli maşa yaygındır. Oyunlarda fincan ve bardak da çalınır. Bardak oyunu bitince, bardaklar atılıp kırılır.
Halk Oyunları:
Yörede kaşıklı oyunlar Konya oyunlarıyla, halaylarsa doğu illerimizdeki oyunlarla benzerlik gösterir
Halay:
halaylar davul-zurna eşliğinde ve erkeklerce oynanmaktaydı. Günümüz KIRŞEHİR’deki çeşitli folklor derneklerinin gösterimlerinde kızlar da oyunlara katılmaktadır. “Halay”denilen halaylarda bireysel oyunları etkisi belirgindir. Oyun topluca başlar, “başçeken”(halay başı) tek başına gösteri yapar. Daha sonra da halayın sonuna geçer. Bu kez yeni başçeken gösterisin yapar. Oyun böylece sürer.
Halaylar genellikle belli bir sıra izleyerek birbirine ekli oynanır. Oyunların düzeni şöyledir:
Ağırlama
Kıvrak halay
Türkü halayı
Üç ayak
Yanlama
Sekmen(seymen)halayı
Başka bir halay düzeninde de şu sıra izlenmektedir:
Üç ayak halayı
Hasandağı sekmesi
Sivrik halayı
Cirit halayı
Avşar ağırlaması
Keçeli
Ayrıca Anşa halayı, narinli halayı, yıldız, kuşlar, sepetçioğlu ve sinsin gibi halaylar da yaygındır. Aynı ezgilerle oynanan Cirit halayı ile Sinsin figürleri değişiktir. Halaylarda “Başçeken”in elinde mendil vardır. El ele tutuşan oyuncular, birbirine yaklaşıp ayrılırlar.
Kaşıklı oyunlar(Karşılama): Geçmişte “muhabbet”lerde ince saz denilen bağlama, keman ve darbuka eşliğinde erkeklerce oynanırdı. Kadınlar arasında da oynanan oyunlara ud ve tef eşlik etmekteydi. Günümüzde kimi köylerde sürdürülen bu geleneği, kurulan dernekler yaşatmaya çalışmaktadır. Bu oyunlar düğün, karşılama ve uğurlama törenlerinde davul-zurna eşliğinde oynanmaktadır.
Kaşıklı oyunların en yaygınları şunlardır:
Bad-i zabah(Bad-i Saba), Üç oğlan(kırşehir zeybeği), Biter Kırşehir’in gülleri, Yürü güzel, Çiçekdağı
Üç oğlan: İki ya da daha çok erkek oyuncunun oynadığı bu oyun ağırlamayla başlar, gitgide hızlanır. Oyuncuların ellerinde tahta kaşıklar vardır, ezgiye göre kaşık vuruşları değişir; zeybek özellikleri görüldüğü için Kırşehir Zeybeği de denmektedir. Oyun çökmeler ve beceri isteyen devinimlerle sürer.
Çiçekdağı: Erkeklerin oynadığı kaşıklı oyunlardandır. Geçmişte kaşık yerine bardakla oynanan oyun, ağırdan başlar ara nağmeyle hızlanır.
Biter Kırşehir’in Gülleri: Erkeklerce oynanan türkülü oyunlardandır. Türkünün başlangıcında “heyyyt”diye nara atılır, dizler çapraz biçimde yere vurulur. Ellerdeki kaşıklar bir-iki vurularak ayağa kalkınır. En önemli figür, sol topuğun sağ ayak arkasında sertçe yere vurulmasıdır.
Oyunun türküsü şöyledir:
Biter Kırşehir’in gülleri biter
Şakıyıp dalında bülbüller öter
Aman amman gülüm amman
Amman amman efendim amman
Atladım Dinekdağa
Alnım değdi yaprağa
Kız koynunda ölürsem
Koyma beni toprağa
Çoktur güzelleri hep yeni yeter
Kaşının üstünde keman görünür
Aman amman sebep amman
Amman amman efendim amman
Aynam düştü yerlere
Karıştı gazellere
Tabiatım kurusun
Bakarım güzellere
(....)
Yürü Güzel: Üç, dört kişiyle karşılama biçiminde oynanır. Öbür oyunlardan daha canlıdır. Hafif bükülerek oynanır. Oyunun en belirgin figürleri son bölümdeki çaprazlamalardır.
Özellikle Abdallar arasında muhabbet toplantılarında görülen köçek oyunları geçmişte oldukça yaygındı. Düğünlerde, erkek toplantılarında köçekler oynatılırdı. Günümüzde bu gelenek ortadan kalkmıştır.
Seyirlik Oyunlar, Orta oyunları: Geçmişte yöre köylerinde, düğünlerde, özel toplantılarda yaygın olarak oynanan oyunlar, günümüzde de kimi düğünlerde oynanmaktadır. Kalaycı, Kaz ve Koca oyunları bunlardandır.
Koca Oyunu: 1942’de Mucur’dan Mehmet Ali Çamlıca’nın derlediği bu oyunda kişiler, koca, kahya, Arap,menevşeler(Arap zenneler) sazcılar ve köylülerdir. Koca uzun bir koyun postu giyer, ğöğsüne ve sırtına yastıklar yerleştirmiştir. Sakallı,bıyığı, yüzü una bulanmıştır, elinde uzun sopası vardır.
Arap, yalınayaktır. Yüzünü, dirseklerine dek kollarını ve diz kapağından aşağısını karaya boyamıştır. Başında poşu, kemerinde fişeklik, tabanca, kama vardır. Menevşeler, kadın kılığında erkeklerdir. Alana önce koca girer, kahyanın adının cafer olduğunu, ancak birçok kez yinelettikten sonra anlar. Bu seyircileri güldürür. Koca, değirmen ustası olduğunu, köye değirmen yapmak istediğini söylerse de kahyayı inandıramaz. Bir iskemle isteyince, seyircilerden biri iskemle olur, koca tam oturacağı sırada adam çekilir, koca yere düşer, bu da gülüşmelere neden olur. Koca, manilerle kahyaya Söz atar:
Dam başında bıtırak
Akşam gelin oturak
Kahya senin dinin imanın kıtırak
Hay benim Cafer Ağam, Cafer Ağam
Bir gölüğüm (eşek) var da sürerim gitmez
Üstündeki yükü de haneme yetmez
Kahyalar it olmuş da bizim kapıdan gitmez
Daha sonra iki kızından birini iki gölük karşılığı kahyaya verebileceğini söyler. Bunun üzerine köylülerden ikisi eşek olur, binmeye çalışanlar eşekler binemez, düşerler. Koca, saz çalınırken alandan ayrılır, menevşelerle döner, çeşitli türkülerle oyun oynarlar.Bu arada Arap hızla alana gelir. Kızlar kaçışır, koca bir masanın altına saklanır. Arap kızlarını ister.
Yaşlı bir adamın kızlarını kaçırdığını, eğer onları bulmazlarsa her yeri yakıp yıkacağını söyler. Masanın yanundan geçerken kocayı tekmeler ve yüksek sesle Arapça yarı Türkçe söylenir. Kahya önce kızlarının yerlerini söylemez, Arap kor halinde kömür dolu sepetle gelince korkar, kurtulmak için kızları vermeye razı olur. Kızlar gelir, Arap onları oynatır, alır gider.
Bu kez koca, kızları bulun diye tutturur. Kahyanın verdiği iki eşekle kızları aramaya çıkar. Bir süre sonra kızları bulur, birlikte oynamaya başlar. Bir ara durup Arap kızlara bir şey yapmış mı? diye bakınca kızlar gücenir, oynamazlar. Ancak “tilki gibiçenlerse”, oynayacaklarını söylerler. Koca da zorunlu olarak dediklerini yapar, kızlar hoşlanıp oynarlar. Kahya ve koca da onlara katılır. Bu sırada Arap gelir, kocayı öldürerek kızları sürükleye sürükleye götürür. Oyun böylece sona erer.
Çocuk oyunları: Öbür yörelerde oynananlar yanında özgün oyunlarada rastlanır. Kimi oyunlar değişik adlarla anılır. Zıkka, birdirbir; amecik,evcilik oyunu; çelik çomak yerine kullanılır; acerim bir tür kovalamacadır. Aşık oyunları, yağ satarım bal satarım da oynanır. Çota, balık kaçtı, horpiç, cimboru yöreye özgü oyunlardır.
Balık Kaçtı: Kızlı erkekli oynanan bu oyunda sekiz-on çocuk halka olur, oturur, ayaklarını öne uzatır. Ebe olan,ortada oturur. Balık biçiminde büktükleri mendili bacaklarının altından dolaştırarak ebeye vururlar. Ebenin balığı elinde yakaladığı kişi ebe olur.
Çota(cota): Oyuncuların ellerinde birer değnek vardır. Ortada yumurta büyüklüğünde bir taş ya da tahta bulunur. Bunun 2-3 metre uzağında taşın büyüklüğünde çukur açılır. Ebe taşla çukur arasında durur. Oyunculardan biri sopasıyla taşa vurur ve kaçar. Taş yuvarlanırken ebe, onu kovalar. Sopasıyla dokunabilirse ebelikten kurtulur, dokunduğu çocuk ebe olur. Dokunamazsa, öbürleri taşa değnekleriyle vurup uzaklaştırır. Bu kez ebe taşın ardından koşup onu güderek çukura sokmaya çalışır, ebe taşı çukura sokarsa oyun biter.
Horpiç: Erkek çocuk çocukların oynadığı bir değnek oyunudur. Ebe değneğini iki çizgi arasına koyar. Öbür oyuncular da uzaktaki bir çizgiden attıkları değnekleriyle ebenin değneğine vurmaya çalışırlar.
Cimboru: Erkek çocukların oynadığı oyunlardandır. Kağıt, kumaş parçaları ya da hayvan kıllarından yapılmış bir topla oynanır. Topun büyüklüğünde bir çukur açılır. Belirli uzaklığa bir çizgi çekilir, oyuncular sırasıyla topu çukura sokmaya çalışır. Bir kez sokan, bir kez daha atmaya hak kazanır. En çok sayı yapan oyunu kazanır.
KIRŞEHİR'İN OZANLARI
Halk edebiyatı çok zengindir. Pek çok halk şairi yetişmiştir. Zengin halk oyunları ve müziği vardır. Oyunlarda kaşık ve zil havaları ve halaylar yaygındır. Çok sayıda türküleri ile meşhurdur. Üç ayak, demirağa, koca oyun ve Kırşehir ağırlaması meşhurdur.
Türkülerinde aşkı, sevgiyi, yalnızlığı bolca işleyen Kırşehirliler, yanında yöresinde gördüğü doğa olaylarından etkilenmiş duygu dolu insanlardır.
Kırşehir, Türk Ulusunun genel kültür karekterini bozmadan sürdüren insanların yaşadığı bir şehirdir. Kırşehir, gözü tok, gönlü zengin insanlarla doludur. Kırşehir yöresi insanları sevinç ve kederlerinde hep ölçülüdürler. Bahar ve yaz aylarında genellikle düğünlerde ağırbaşlı ve i çten bir söyleşi havası vardır. Kırşehir'in bir türküsünü dinlemeden bir manisini duymadan, bir çullamasını yemeden, bir höşmerimini tatmadan, bir düğününe konuk olmadan Kırşehir halkını ve folklorunu tanımak mümkün değildir.
KIRŞEHİR'Lİ OZALAR
1. Aşık Musa 6. Neşet Ertaş
2. Aşık Said 7. Aşık Boyacı ( Esat Hüseyin Canıtez)
3. Aşık Seyfullah 8. Şemsi Yastıman
4. Aşık Hasan (Nebioğlu) 9. Çekiç Ali
5. Muharrem Ertaş 10. Hamit'li Dursun Kaya
KIRŞEHİR YÖRESİNİN ÜNLÜ TÜRKÜLERİ
ÜNLÜ TÜRKÜLER: Merdivenim kırk ayak, Bir ok attım vızıldadı, Ekin ekilen yere, Yürü güzel Biter Kırşehir'in gülleri, Üç oğlan, Suda balık oynuyor, Karanfil suyu neyler, Şu dağlar ulu dağlar, Sevda gitmiyor serden, Dana dane benleri var yüzünde, Başında altın tacım, Ahu gözlerini sevdiğim dilber, Çiçek dağı, Kızılırmak, Kova kova
indirdiler yazıya, Acem kızı, Çubuk uzun, Yar yandım.
UZUN HAVALAR: Gök yüzünde bölük bölük durnalar, Afşar bozlağı, Yağmur yağdı da hava, Beypazarı kıratı, Ceren kaçar, Aşağıda çıktı bir akça geyik, Neyleyim dünya mali ziyneti, Gönül ne gezersin seyran yerinde, Ağ ellerini sala sala gelen yar, Aşağıdan Yusuf paşa, Sarılı yazma gelin ağlatma, Cirit havası, Güreş havası, Tura havası, Afşar halayı.
Ağıtlar: Ağıt yakma geleneği yaygındır. Aşağıdaki ağıt bir öldürme olayı üstüne
söylenmiştir.
Akşam oldu da kırat yemez yemini
Çaktım Zikkesini gever gemini
Ben sürmedim cingan sürsün demini
Beypazarı mesken oldu ilimiz
Kurt belinden aşar doğru yolumuz
Körolası cingan nereden geldi
Kuyumcuyum deyi çayıra kondu
Alnı top kaküllü Halili vurdu
Beypazarı mesken oldu ilimiz
Kimbilir de nerde kalır ölümüz
Kıratın üstü de bir ulu yayla
Neyleyim kardaşım kaderim böyle
Varınca perede doğruyu söyle
Beypazarı mesken oldu ilimiz
Kimbilir de nerde kalır ölümüz
1 - AŞIK MUSA (.... 1833 veya 1843= )
Ünlü halk ozanının, Kaman'a bağlı Savcılı Ağzıboz Köy'ünde Yaşadığı anlaşılıyor. Doğum tarihi bilinmemektedir. 1833 ya da 1943'de öldüğü sanılmaktadır. Ayrı bir dille şiirler yazmıştır. Saz çalarak köy odalarında şenliklerde söylediği şiirler şimdi bile halkın dilindedir. Toklumenli Aşık Said ile aynı yıllarda yaşadığı ve ona saz öğretttiği söylenmektedir.
2 - AŞIK SAİD (1835-18 OCAK 1910)
Kırşehir'e bağlı Toklumen Kasabasın'da doğdu. 18 yaşlarında Kayseri'ye giderek ikibuçuk yıl medrese eğitimi gördü. Köyüne döndükten sonra kayıkçılık yaptı. Şiirleri onun çok yer gezmiş olduğunu gösteriyor. Aşık Said'in türkülerinin çoğu Kırşehir ve çevresinde halen yaşamaktadır. T.R.T. repertuarına geçmiş çok sayıda eseri vardır. 75 yaşında ölen Aşık Said'in mezarının yerini bilene rastlanmadı. Toklumen Köy'ünde adına dikilmiş anıt heykeli vardır.
3 - AŞIK SEYFULLAH (1896-1972)
Aşık Said'in dördüncü oğludur. Toklumen'de doğdu. Kendi kendine okumayı öğrendi. Doğaya vurgundu. sıla özlemiyle doluydu. Çok yer gezmiş, çalıp söyleyerek, ününü her yana duyurmuştur. 20 Aralık 1972'de vefat etmiştir.
4 - AŞIK HASAN(NEBİOĞLU) (1902-1989)
Mucur'a Bağlı Geycek Köy'ünde doğdu. Okuması olmayan Aşık Hasan'ın şiirleri ve söyleyişi ile ün kazanmış. Sevda, Doğa, Yurt ve Tanrı sevgisi ile şiirler yazmıştır. 10
çocuk babası olan Aşık Hasan şiirlerini "Aşık Hasan'ın Bütün Şiirleri" adlı kitabında toplamıştır.
5 - MUHARREM ERTAŞ (1913 - 3 ARALIK 1984)
Muharrem Ertaş Osmanlı’ya kafa tutan Avşar Türkmenlerinin ünlü şairi Dadaloğlu’nun “Ferman padişahın dağlar bizimdir.” Deyişini havalandırıp, Abidin ertemin deyimi ile “ bozlağı Çukurova dan Kırşehir’e indirince” ne söylediğini bilmeyecek kadar cahil değildir. Nitekim Cumhuriyetçiler, Muharrem Ertaş’ın sazında ve sözünde güzelleşen “Avşar Bozlağını” TRT’nin repertuarına almakta hiç de tereddüt etmemişlerdir
Yanık sesi, dertli sazı ile adını Türk saz ve söz sanatının ustalar arasına yazdıran ünlü "bozlakçı" Muharrem Ertaş Kırşehir'e bağlı Yağmurlu Büyükoba'da doğdu. Okumayı kendi kendi kendine öğrendi ve saz dersleri aldı. Yağmurlu Yusuf Usta'dan aldığı derslerle yetişti. 300'ün üstünde şiir ve koşmayı bozlak haline dönüştürdü. Kendisinin de muhtelif deyişleri bulunmaktadır. Ezgileri ile Kırşehir'in adını duyuran Muharrem Ertaş'ın 8 çocuğu vardır. Oğlu Ünlü saz ve sez ustası Neşet Ertaş, babasının yolunda yürüdü ve kırşehir'in adını duyurmaya devam etti. Kırşehir Belediyesi tarafından 1990 yılında şehrin merkezine yakın Askerlik şubesi binasının karşısına anıtı dikildi.
6 - NEŞET ERTAŞ (1938-.....)
Sezi ve sazı ile babası muharrem ertaş'ın yolunu sürdüren Neşet Ertaş, 1938 yılında Kırtıllar'da dünyaya geldi. Keman ve saz öğrenerek. Ankara Radyo Evi'ne girdi. Güçlü derlemeleri olan ozanın, Kendisine ait çok sayıda güfte ve besteleri vardır. Halen
Almanya'da müzik evi çalıştırmaktadır.
Neşet Ertaş, babası Muharrem Ertaş ile adeta Anadolu'daki en olgun seviyesine erişen bu Türkmen/Abdal müzik birikiminin yeni bir yorumcusudur. Yoğun yöresel özellikleri ve baskın mahallilik unsurları ile donanmış bu müziği yöresinin dışına çıkarmış, ülke genelinde ve hatta yurt dışında bilinmesini ve tanınmasıını sağlamıştır.
Neşet’in hocalığını babası Muharrem usta yapmıştır. Neşet Ertaş bunu son türküsünde açıkça şöyle dile getirmiştir.
Okula gidemedim, bu dert benimdir
Hemi benim derdim, hem babamındır,
Hemi babam, hem de öğretmenimindir
Yüreği yaralı o kerem nerede
Uzak yoldan geldim hasretin için
Yaralı ceylanım ses vermez niçin
Ecin nice hani boranın nerede
Bir babanın onur duyması evladıyla olur. Muharrem üstat oğlu Neşetle onur
duymuştur. Neşet Ertaş uzun yıllar Almanya’larda gözden ırak olmuş, görünür olmaktan mahrum kalmış ama gönüllerde taht kurmuştur.
Neşet’in gerek ailevi yaşantısı olsun, gerek ortamın verdiği durumlardan olsun memleketimizi terketmesi, Almanya’ya yerleşmesinden dolayı maalesef
hemşerilerinin huzuruna şimdiki sanatçılar gibi haftada bir, ayda bir çıkmadı. Ama yurt
dışında da olsa öz kültürümüzü, türkülerimizi ayaklarımıza kadar seslendirerek getirdi.
Neşet’in büyüklüğünü sanatı anlayan bilir. Neşet ne türkü çığırıyor, ne türkü söylüyor. Neşet türkü yaratıyor. Neşet gittiği her yerde kendi kendine yanında arkadaşı yokmuş gibi inler gelirdi. Demek ki kendisinde daha önce bir şeyler varmış ki meğer o iniltisi kafasında bir şeyler aratmaktan gelirmiş.
1960'lardan itibaren binlerce yıllık sazımız bağlama ile birlikte anılan; sadece geniş halk kesimlerinde değil, ciddi müzik çevrelerinin ve gerçek türkü dostlarının da gündeminden hiç düşmeyen Neşet Ertaş'ı farklı bir bağlamda değerlendirmek gerekir. Çünkü o aslında bir anlamda tam bir yöre sanatçısı olmasına rağmen yaygın şöhreti ve
söylediği türküleri ile ülke genelinde tanınan biri olarak, hem babası Muharrem
Ertaş'tan, hem de bu geleneğin diğer usta isimleri olan Hacı Taşan ve Çekiç Ali'den de
ayrılır. Bir başka deyişle onun sanatı için, başta Muharrem Usta olmak üzere. Hacı
Taşan, Çekiç Ali Abdal/Türkmen Müziği geleneğinin çeşitli yörelerde farklı tavır ve üsluplarda karşımıza çıkan diğer ustaları da dahil olmak üzere hepsinin üst seviyede bir
sentezi ve esrarlı bir bileşkesi denilebilir.
7 - AŞIK BOYACI (ESAT HÜSEYİN CANITEZ) (1914-4 şubat 1999
"Aşık Boyacı" mahlasıyla şiir yazan halk ozanı Esat Hüseyin Canıtez'in 3500'den fazla milli, dini şiirleri bulunmaktadır. Kırşehir'de doğan Aşık Boyacı, ilk ve ortaokulu burada okudu Ünlü Ozan'ın "Kalbimin Işıkları ", "Bayrak ve Toprak", "Türk Oğluyum Türk Oğlu" adlarında üç şiir kitabı yayınlandı.
8 - ŞEMSİ YASTIMAN (1923-1994)
1923 yılında Kırşehir'de doğdu, ilk ve ortaokulu burada okuduktan sonra saz çalmayı öğrendi 1950- 1968 yılları arasında Radyo ve sahnelerde çalıştı. İlk şiirini 1938'de ortaokula başladığı yıl yazdı. 1966 yılında Konya'da düzenlenen "Aşıklar Bayramı'nda "Muradım" destanıyla birincilik kazandı. İstanbul'da kendine ait saz evi bulunan Şemsi Yastıman'ın binden fazla siiri vardır. 1994 yılında geçirdiği bir rahatsızlık sonucu Edirne'de vefat etmiştir.
9 -ÇEKİÇ ALİ (1933-13 Ağustos 1973)
Mahalli sanatçı yöre türkülerini içten ve özlü söylerdi. Genç yaşta kaybettiğimiz sanatçı 40 yaşında aramızda ayrıldı. Kırşehir yöresi türkü ve bozlaklarının isim yapmış usta icracılarından biridir Çekiç Ali hemen hemen tüm plak ve kasetlerinde "Kırşehir'li Çekiç Ali namıyla anılır. sanatçımız, aslen Kaman'ın Meşe köyünden ve asıl soyadı Ersan dır. 1932 yılında doğan Çekiç Ali'ye, "çekiç" lakabı; çevikliği ve ataklığının yanı sıra, saz çalışındaki canlılık, dinamizm dolayı verilmiş. Henüz çocuk yaşlarında iken köy odalarında saz çalmaya başlayan sanatçıya büyükleri tarafından takılan çekiç lakabı o kadar yaygınlaşmış ki, asıl adı olan Ali'nin önüne geçerek, adeta asıl ismi olmuştur.
Çekiç Ali'nin hem sesinde, hem sazında öylesine kendine has bir renkle karşılaşırız ki, bu daha ilk müzik cümlesinde kendini hemen belli eder. Başta Muharrem Ertaş olmak üzere Hacı Taşan'ın, Neşet Ertaş'ın da okuduğu bazı türküleri ve havaları (Biter Kırşehir'in Gülleri Biter, Acem Kızı , Oy nari Topak taşın kenari vb.) tamamen kendine has bir tavırla yorumlayarak, adeta okuduğu her eserin altına kolay kolay silinemeyecek güçlü bir imza atmıştır.
Çekiç Ali’nin yaşadığı dönemde memleketimizde büyük kıtlık olmuş. Bu
kıtlıkla evlerde bekletilen unlar azmış. Adam evine gelene “unum yok” demiş saklamış.
Bekletilen unlar zamanla acımış. Acıyan unun ekmeği de olamaz, yenmez de... İşte o
kıtlığın içinde Meşeköy’de dünyaya gelmiş çekiç Ali
Bizim büyüklerimiz bir yerde mesken tutup kalmamışlar. Boy boy gezmişler.
Geçimlerini temin ettikleri yerde ekseriyetle kalmışlardır. Fakat öyle zaman zuhur
eylemiş ki 1940’larda Kırşehir’e intikal etmiştir
Çekiç Ali’nin ünü halk arasında giderek yaygınlık almış. “Çekiç” lakabı ile anılır olmuş. Fakat Çekiç Ali açısından talihsizlik şu ki, bugün yurdumuzda büyük yaygınlık kazanan televizyon yayınlarına yetişememiştir. O dönemde Ankara radyosu ancak Gölbaşı’na kadar yayın yapabiliyordu.
10 - HAMİT'Lİ AŞIK DURSUN KAYA (1934 - .... )
1934 yılında Kırşehir Kaman ilçesinin Hamit kasabasında doğdu. Küçük yaşında bir ayağı sakat kalan aşık dokuz kardeşinin en küçüğüdür. İlkokulu kasabasında okuyan aşık Dursun Kaya halen Hamit kasabasında çiftçilikle uğraşmaktadır. Dört oğlan üç kız olmak üzere 7 çocuk babasıdır. Güçlü taşlamaları ve güzelleme tarzında da şiirleri ünlüdür. Halen şiir yazmaya devam eden Hamit'li Aşık Dursun Kayan'nın zamanında plaklara okunmuş destan türünde eserleri de vardır.
Kaynak:dostturküler.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder