İNSANLAR NEDEN BİRBİRİNİ ANLAMIYOR?
İnsanların birbirini çoğunlukla yanlış anladığı, diyalogların çatışmaya döndüğü ve kendini anlaşılmamış hisseden ya da konuşursam yanlış anlaşılırım düşüncesi ile hareket eden insanların oluşturduğu bir toplumda yalnızlık duygusu öne çıkar.
Demokratik bir toplumda yaşayan insanların iletişim biçimi ile demokrasiyi yaşama geçirememiş bir toplumdaki insanların iletişim(sizlik) biçimi son derece farklı bir seyir izleyecektir.
Demokratik bir ailede büyüyen bir çocuk ile demokratik olmayan çeşitli yetiştirme biçimlerinden birisinin uygulandığı bir ailede yetişen bir çocuk aynı iletişim yeteneğine sahip olmayacaktır. Kendisini ifade etmesine fırsat tanınmayan ve doğal olarak kendisini ortaya koyma becerisi geliştirmeyen bir çocuk büyük olasılıkla ileride iletişim sorunları ile karşı karşıya kalacak ve insanlar arasında yaşayacağı önemli sorunların temeli de atılmış olacak..
Öyleyse şu soruları sormamız yerinde olacaktır. Demokratik bir toplum olabildik mi? Demokratik bir aile yapısı kurabildik mi? Kendi yaşamımızda demokratik davranıyormuyuz, farklılıklara tahammül edebiliyormuyuz? Çocuk yetiştirme biçimimiz demokratik mi?
Bu sorulara evet cevabını verebilecek insan sayısını doğrusu çok merak ediyorum. Hayır cevabını verenlerin sayısının çoğunlukta olduğuna inanıyorum. Bu sorulara hayır diyen bir toplum olarak birbirimizi yanlış anlama olasılığımızın arttığının bilincindeyiz. Kendimizi ifade etme konusunda, karşımızdakini doğru anlama, algılama konusunda ve bir sorunu konuşarak giderme konusunda önemli ölçüde sorunlar yaşayan bir toplumuz. İletişim eksikliğinden kaynaklanan, yanlış algılamalardan kaynaklanan ve peşin fikirli olmaktan kaynaklanan bu durum ise psikolojik sağlığı tehdit eden bir altyapı oluşturmaktadır. Kendisini yalnız hisseden, kendisini anlaşılamamış hisseden insanların sayısı gittikçe artarken kaygı ve stres buna paralel olarak artmaktadır.
Ailede kendisini ifade etmeye fırsat tanınmayan bir çocuğun durumu eğitim hayatında da devam etmekte (Disiplin buna gerekçe oluşturmakta) toplumsal yaşama katıldığında ise kendini ifade etmenin nelere malolduğunu görmekte ya da çoğunlukla kendini doğru anlatabilme doğru ortaya koyabilme becerisine sahip olamamaktadır. Geldiği konumda ise bu zinciri vargücüyle devam ettirmektedir. İster yönetici olsun, ister politikacı olsun isterse aile reisi olsun, durum değişmemektedir.(Kendisini ciddi anlamda sorgulayıp değiştirme çabası olanlar hariç)
Toplumda çoğunlukla yozlaşan değerlerler ve insan ilişkileriyle birlikte empatik anlayıştan yoksun ve sadece kendi duyularından hareket eden ve kendisini merkeze koyan bir iletişim modeli sıklıkla kullanılmaktadır. Bencilliğin gittikçe İN olduğu paylaşımcılığın OUT olduğu bir toplumda iletişim yönteminin doğru olmasını beklemek yada insanların birbirini doğru algılamasını beklemek zor olsa gerek.
Doğru iletişim kanallarını, tekniklerini kullanmayı bilmeyen bir toplum olarak güce başvurma ve sorunları tahakküm kurarak, karşıdaki insanı sindirerek ve kaba kuvvetle çözme alışkanlığımız ön plana geçiyor. Böylece şiddete doğru giden yoluda adım adım meşrulaştırmış oluyoruz kendi içimizde.
Yanlış iletişim tarzlarından kaynaklaan çatışmalar ise insanların birbirinden uzaklaşmalarına ve çoğunnlukla yanlış anlaşılmalarına yol açmaktadır. Herkes diğerinde hata aramaktadır, dış koşullar suçludur ve (Neden hep böyle insanlar gelir beni bulur?) anlayışı gittikçe kuvvetlenir. Böylece kişi kendisini ve tarzını sorgulama gereği duymadan kendince haklılık duygusu içinde hareket ettiğinden etrafındaki insanlarla gün geçtikçe ilişkileri bozulmaya devam eder ve yalnızlaşır.
Ayrıca kişinin psikolojik dünyası (sağlıklı oluşu yada olmayışı) diğer insanları doğru anlama , doğru algılama ve kendini ifade edebilme tarzını belirler. Kişide bulunan defektler diğer insanlarla olan ilişkisini bozabileceği gibi iletişim tarzınıda olumsuz yönde etkileyecektir.
Toplum olarak içerikten çok kelimelere takılma takıntımız vardır. Kelimeleride çoğunlukla yanlış yerlerde kullandığımız gerçeğini hatırlarsak gerisini siz düşünün.
Haklılık haksızlık mücadelesi ile diyalog içeriği teyet geçerek devam eder. Böylece bir şeyleri paylaşma veya bir niyeti birbirine aktarma amacıyla diyaloğa başlayan insanların yanlış algılamalar sonucu zamanın çoğunu kendilerini aklamaya ayırdıklarına şahit oluruz.
Hassas noktalarımızın zedelendiği duygusuyla bütün savunma sistemlerimiz harekete geçer ve kendi içimizde olağanüstü durum ilan ederiz.
Bu durum ise bizi gerçeklikten uzaklaştırır adım adım. Savunucu yaklaşım tarzı iletişimin seyrini olumsuz etkileyen önemli hatalardan birisidir. Savunuculuk aynı zamanda bireyin benliğini koruma ihtiyacı içinde olduğunu gösterir.
Karşısındaki insanların zihnini okuma ise bizim topluma özgü bir meziyettir. Çünkü herkes insan sarrafı olduğunu sanır ve karşıdaki insanlar ne düşünürse düşünsün anında doğa üstü güçleri harekete geçermiş gibi algılama gücüne sahip olduğuna inanır. Bunu düşünen insanların kendince doğrudur belki ama olan asıl mesele burada şudurki; kişi kendi kalıplarını ve şablonlarını, varsayımlarını karşıdaki insana yapıştırmakta ve onu ve ona atfettiği yönleriyle onu algılamaktadır. Ne yazıkki bunun yüzdeyüz doğru olduğuna da kendini inandırmaktadır.
Çoğunlukla insanların önceki yaşantıları bilinçdışı bir süreç olarak şimdiki ilişkilere transfer etme durumu sözkonusu olmaktadır. İnsan sarrafı olma deyimi ise buradan kuvvet bulmaktadır ki bu iletişimi olumsuz etkileyen ve insanları doğru anlamaktan uzak bir anlayıştır. Burada algılanan şey gerçekte olan değil kişinin önceki yaşantıları ile beslediği, benzettiği (bilinçdışı kurulan bir benzerlik) ve resmettiği bir tablodur. Karşıdaki insanada bir rol atfedilmektedir ve bu role uygun olması beklenmektedir. Zamanla bu rolle uyuşmadığını farkedincede hayal kırıklığı ve çatışma başlamaktadır.
Doğru bir iletişim önce etkin olarak dinlemekten başlar. Etkin dinlemek karşı tarafın kendisini daha rahat ifade etmesine ortam hazırlar ve hata payını azaltır.
Dinlemek ise çok ciddi bir iştir ve kişinin kendisini geliştirebileceği geliştirmesi gereken bir alandır. Televizyon kanallarında sürdürülen tartışma programlarında bunun eksikliğini örneklemek mümkündür. Orada kimse kimseyi dinlemez ve herkes konuşma telaşı içindedir ve sağırlar diyaloğu şeklinde bu durum sürüp gider. İNSANLARLA SIK OLARAK YAŞADIĞIMIZ GÜÇLÜK VE ÇATIŞMALARIN KÖKENİ KENDİ İÇİMİZDE SAKLIDIR.
İletişimin gücü ne söylediğimizde değil nasıl söylediğimizde saklıdır.
İletişim karşılıklı olarak düşüncelerin duyguların ve heyecanların anlatılması ve anlaşılmasıdır.
İstek ve niyetlerin karşı tarafa doğru olarak iletilmesidir.
Burada sözlü ve sözsüz mesajlar aynı oranda etkilidir.
Karşılıklı konuşma, beden duruşu, yüz ifadesi, ses tonu, mimikler birer iletişim enstrumanıdır.
Sevgiyle kalın.....
Ali Rıza Erdoğan / Toplumsal Barış Dergisi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder