30 Haziran 2013 Pazar

Yürüyen Bir Ekosistem Olan Bedenimiz

Yürüyen Bir Ekosistem Olan Bedenimiz

İnsan vücudunda birçok kişinin varlığından bile haberdar olmadığı milyarlarca canlı yaşamaktadır. Bu canlılar bakteriler, virüsler ve buna benzer mikroskobik organizmalardır. Bu organizmalar, solunan havadan, içilen suya, yenilen yemekten, oturduğunuz koltuğa kadar her yerde bulunur.

Tehlikeli olan organizmalardan korunmak için vücut içerisinde mükemmel işleyen sistemler yaratılmıştır. Örneğin deri hücrelerinde bulunan keratin maddesi, bakteri ve mantarlar için aşılması çok zor bir engel oluşturur. Deri üzerine gelen yabancı canlılar bu duvarı aşıp içeri giremezler. Dahası keratin içeren dış deri sürekli dökülür ve alttan gelen deri ile tazelenir. Böylece deri arasına sıkışan istenmeyen mikro canlılar, derinin bu içten dışa doğru yenilenme hareketi sayesinde, ölü deri ile birlikte vücuttan uzaklaştırılırlar. Düşmanın içeri girmesi ise, ancak deri üzerinde açılan bir yara ile mümkün olabilir.

Virüslerin vücuda girmek için kullandıkları yollardan biri de havadır. Düşman virüsler, solunan hava ile vücuda girmeyi denerler. Ancak burun mukozasında bulunan özel bir salgı ve akciğerlerde bulunan hücre yutan savunma elemanları (fagositler), bu düşmanları karşılar ve çoğu kez tehlike büyümeden duruma el koyarlar. Yiyecekler yoluyla bedene girmeye kalkan mikropların çok büyük bölümü de mide asidi ve ince bağırsaktaki sindirim enzimleri tarafından saf dışı edilirler. Virüs, bakteri gibi tehlikeli maddelerin vücuda girmelerini engellemek için var olan savunma sistemlerinin tümü Rabbimiz tarafından yaratılmıştır.

İnsan Vücudundaki Mikroorganizmalar

100 trilyon hücre sayısı ile insan vücudu yürüyen bir ekosistem olarak nitelendirilebilir. Allah, insan bedeni ile uyum içinde yaşayan çok sayıda canlı da yaratmıştır. Bu canlıların çoğunun insana bir zararı olmadığı gibi pek çok yararı bulunmaktadır. Yaşamımızı bedenimizle uyumlu olarak yaşayan 90 trilyon mikroskobik canlı ile birlikte geçiririz. Şimdi vücudumuzdaki mikroorganizmalara bazı örnekler verelim:



* Sekiz bacaklı Demodex maytları kirpiklerinize yerleşir ve siz farkında olmadan deri hücreleriniz ile beslenirler. Böylece ölü deriler cildinizden temizlenmiş olur.

* Virüsler kendi aralarında pek çok çeşitlilik gösterirler. Örneğin Herpes Simplex isimli virüs, sinir hücrelerinde duraklayarak çok yavaş ilerler. Herpes simplex virüsü saldırdığı zaman şişliğin ardından cilt yüzeyinden rahatsız edici kabarıklarla birlikle dışarı çıkar.

* Firmicutes ve Bacteriodetes: İnsan bağırsağında 500 ayrı türde, 100 milyar kadar bakteri vardır. Bunlardan Firmicutes ve Bacteriodetes bağırsaklarda önemli yeri olan iki tür bakteridir. Karbonhidratları yakar ve K ile B12 gibi temel vitaminlerin oluşumunu sağlarlar.

* Dişlerde bulunan Streptococcus sangius ve S.mutans bakterileri:
Bölündükten sonra ayrılmayıp, zincir formunda kalan yuvarlak bakterilerdir. Eğer dişlerinizi düzenli olarak fırçalamazsanız diş yüzeyinize tutunmuş 300–500 arası bakteri tabakasına sahip olursunuz. Bu diş plağının başlıca türü 'Streptococcus sanguis'dir. Bu bakteriler dişlerin üzerine tutunurlar ve ağızdaki şekeri emerek asit meydana getirirler. Diş minesinin prizmaları bu asit ile erir ve diş çürüğü oluşur.

* Dermodex maytı: Genellikle kirpiklerinizin keselerinde yaşayan küçük artropodlardır. Burada beslenirler, ürerler bazen geceleri insan yüzünde de işlevlerini sürdürürler. 0.3 milimetre uzunluğunda küt biçimli parazitlerdir. Bu maytlar ölü derilerle ya da gözün salgılarıyla beslenirler. Bir kirpik kesesinde 25 Demodex yumurtası bulunur. Bunlar olgunlaşınca keseyi terk ederler ve yumurtalarını bırakacak yeni bir kirpik kesesi bulurlar. Bu süreç, 14–18 gün sürer.

* Varicella-zoster: Suçiçeği hastalığı geçirdiğiniz zaman 'varicella-zoster' adı verilen virüs yaşamınız sona erene kadar bedeninizde kalır. Omuriliğine yakın sinirlerde hareketsiz olarak uykuya geçer, kimi zaman sessizce ilerleyip sinirlere saldırabilir. Bu saldırı Zona denilen sürekli acı veren ve rahatsız edici cilt hastalığına neden olur. Meydana gelen şikayetler, hangi sinirin kökünün etkilendiğine bağlıdır.

* Staphylococcus: Derimiz yaklaşık olarak bir trilyon bakteri barındırır. En yaygın olanları Streptococcus ve Corynebakterium'dur. Bu bakteriler terleme refleksiyle birlikte faaliyete başlarlar. New York Üniversitesi Tıp Fakültesinden Mikrobiyolog Martin Blaser yaptığı araştırmalar sonucunda bu bakterilerin gerçekte cildin sağlığı açısından gerekli olduklarını ortaya koymuştur.

* Fakültatif Anaeroblar: Dil üzerinde ve dişetlerinin çevresinde faaliyet gösteren, hem oksijensiz hem de oksijenli ortamda yaşayabilen bakterilerdir. Dilin arka kısmında tat tomurcukları arasındaki oksijen erişmeyen yarıklarda yaşayan bu bakteriler besinlerle alınan nitratı nitrite dönüştürerek sağlığımız için önemli bir görev üstlenirler. Çünkü nitrit tükürükteki asitle birleştiğinde yediğimiz yiyeceklerle vücudumuza giren zararlı bakteriler için zehirli bir kimyasal oluşur. Böylece zararlı bakteriler daha ağzımızdayken yok edilmiş olur. Onların bu faaliyetleri aynı zamanda dişlerin de çürümesini engellemektedir.


Kaynak: http://www.cerezforum.com/gerekli-bilgiler/47659-canlilarin-vucudunda-yasayan-mikroskobik-canlilar.html#ixzz2XcIfknxU

Antibiyotik Nedir? Yan Etkileri Nelerdir?

Antibiyotik Nedir? Yan Etkileri Nelerdir?

 

3220_ilac5
Mucize ilaç” olarak adlandırılan antibiyotikler son yüzyılın en büyük keşiflerinden biridir. Enfeksiyonların neden olduğu hastalık ve ölümlerin sayısında dramatik bir azalma sağlayıp, yaşam beklentisini on yıl artırarak, tıp tarihine damgasını vurmuştur.
Antibiyotik sözcüğü, Yunanca ‘anti’ ve ‘bios’ sözcüklerinden oluşmaktadır. “ yaşam karşıtı” anlamına gelmektedir. Antibiyotik, bir organizma tarafından üretilen ve bir başka organizmaya zarar veren maddedir. Antibiyotiklerin %90’ı bakteriler tarafından üretilmekteyse de, bazı sentetik antibiyotiklerde üretilmiştir.
1800’lü yıllarda antibiyotiklere ilişkin çalışmalar yapılmaktadır. Arsfenamin, ilk keşfedilen antibiyotik olmakla birlikte frengi tedavisinde kullanılmıştır. Paul Ehrlich bu ilaç sayesinde Nobel ödülüne layık görülmüştür. Bu ilacın ciddi, hatta ölümcül yan etkileri sebebiyle insanlar üzerinde yarardan çok zararı olmuştur. Sülfanilamitin, Sülfonamit grubundan olup, keşfi de hemen hemen aynı yıllara denk gelmektedir.
Ancak antibiyotik konusunda en önemli gelişme, Sir Alexander Fleming’in penisilini keşfetmesiyle gerçekleşir. Sir fleming, stafilokok bakterisi ile çalışırken, bakterinin üretildiği besiyeri içine havadan tesadüfen düşmüş olan bir küf kolonisinin, bakterinin üremesini engellediği görülmüştür. Penicillum notatum adlı bu küf mantarının ürettiği bu madde, 1939 yılında Howard Florey ve arkadaşları tarafından üretilerek hazır hale getirilmiştir. Antibiyotik konusunda yapılan çalışmalara bundan sonra hızlanarak devam etmiştir.
3220_ilac
Enfeksiyon ve Tedavisi
Vücudumuzda çok fazla bakteri yaşamaktadır. Bunlar, organizmaya yararlı etkiler de sağlamaktadır. Bunu da yaşadıkları bölgede vücudumuzun maddelerinden yararlanarak yaparlar. Vücudun bağışıklık sistemi sağlam kaldıkça bu bakteriler bize zarar vermezler. Buna karşılık, vücudun, yabancı canlılar tarafından istila edilmesine enfeksiyon denmektedir. Vücudumuz bu canlılara karşı çıkmak için bir savunma mekanizmasına sahiptir. Deri bütünlüğü, lenf düğümleri, dalak, kemik iliği ve beyaz küreler bunların içinde en önemlileridir. Ancak her zaman bakterilerle yapılan mücadelede, bu mekanizmalar yeterli gelmeyebilir. Vücudumuz bakterilerle savaşına destek olacak maddeler ihtiyaç duyar. Bu maddeler antibiyotiklerdir.
Antibiyotik Etkileri
Bazı antibiyotikler belirli bir bakteri grubuna etki ederken, diğer bazı antibiyotikler pek çok bakteri grubunu kapsayacak geniş bir etki sınıfına sahiptirler.
Ayrıca, bazı enfeksiyonlarda birden çok antibiyotiğin birlikte kullanılması gerekli olabilir. Antibiyotikler enfeksiyonların tedavi edilmesi kadar, enfeksiyon gelişmesini de önlemek amacıyla kullanılabilirler.
Antibiyotiğin Yan etkileri
Antibiyotik kullanımı esnasında, bazı kişilerde hiç sorun yaşanmaz iken, bazı kişilerde ise hafiften şiddetliye kadar değişen, hatta bazen ölümcül olabilen yan etkiler ortaya çıkabilir. Bunlar:
3220_ilac41- Sindirim Sistemi
* Bulantı, kusma, ishal, hazımsızlık
2- Sinir sistemi
* Duyu kusurları
3- Solunum sistemi
* Solunum sıkıntısı
4- Dolaşım sistemi
* Düşük tansiyon
5-Böbrekler ve karaciğer
* Değişen derecelerde karaciğer ve böbrek yetmezliği
Antibiyotiklerde direnç gelişmesine katkıda bulunan unsurlar
• Gerekmediği halde antibiyotik kullanılması
• Antibiyotiklerin, tedavi edici dozdan daha düşük seviyede kullanılması, doz atlanması
• Antibiyotiklerin gerekenden daha kısa süre kullanılması ( tedavinin erken kesilmesi)
• Gerekmediği halde birden çok antibiyotiği aynı anda kullanılması
• Gerekmediği halde etki yelpazesi geniş olan antibiyotiklerin kullanılması
• Enfeksiyon tipine uygun olmayan antibiyotiğin kullanılması
• Antibiyotiğin, geçimsiz olduğu gıdalar yada başka ilaçlar ile birlikte kullanılması
• Çiftlik hayvanlarının ve balıkların yemlerinde antibiyotik kullanılması
Antibiyotik tedavisi yanı sıra, dinlenmek, iyi beslenmek, yeterli uyku ve olumlu düşünmek de iyileşmenize yardımcı olmaktadır.


http://www.bilgiustam.com/antibiyotik-nedir-neden-her-zaman-antibiyotik-kullanilmaz/
 

Dukan Diyeti Nedir?

Dukan Diyeti Nedir?

 
3500_duk2
Günümüzde kendine oldukça büyük bir yer edinmiş olan fast-food kültürü,dengesiz ve sağlıklı beslenme alışkanlığını da beraberinde getirmiş durumdadır. Bununla birlikte bu duruma bağlı olarak obezite, modern toplumların en büyük sorunlarından birini teşkil ederken aynı zamanda buna bağlı sağlık sorunları da artmaktadır. Yani obezite, insan sağlığı için büyük tehdittir.
Sağlıklı yaşamak için de dengeli ve sağlıklı bir şekilde beslenmek esastır. Bu tür beslenme alışkanlıklarıyla kilo vermek içinse, diyet kavramı kendini göstermiş ve insanlara beslenme alışkanlıklarını düzelttirerek sağlıklı yaşamın anahtarını sunmuştur.
Birçok türü bulunan diyet, hiç şüphesiz ki günümüzde en popüler olanlarından birisi Dukan diyetidir. Bu diyetin diğerlerinden ön plana çıkmasındaki nokta ise, dukan diyetinin meşhur Hollywood ünlüleriyle beraber adının duyulmasıdır. Aynı zamanda bu diyet türü, popüler kültür tarafından son dönemin muhteşem bir mucizesi olarak da ifade edilmektedir. Dukan diyetinin temelinde yüksek protein alımı esastır. Bununla birlikte bu beslenme alışkanlığının bazı belirli aşamaları bulunur.
3500_duk1
Bu diyet türü, diğerlerine göre bir konuda oldukça güzel bir avantaj içerir. Bu da dukan diyeti süresince belirli günler dahilinde bazı yiyeceklerin sınırsız bir şekilde tüketilme iznidir. Bu özellik, kişide oluşan ve kronik hale gelebilen stresin bitimi anlamına da gelmektedir. Çoğu diyet türünün hemen başlarda çok katı kuralları olduğu gerekçesiyle bırakıldığı düşünüldüğünde, dukan diyeti kişilere daha esnek yapıda ve stresi az olan bir beslenme alışkanlığı sunar.
Diyet yaparken karşılaşılan en büyük sorunlardan birisi, kişinin strese girmesidir. Bu sorun, aynı zamanda kişinin diyeti sona erdirmesine de yol açan bir sorun olmakla birlikte dukan diyeti adı verilen diyet türünde protein günleri adı altında belirli günler bulunur ve bu günlerde et ve balık tüketimi sınırsız hale gelir. Böylece kişi diyet süresince hem stres kavramından uzaklaşmakta hem de vücuda yüksek oranda protein alınmaktadır. Vücuda giren yüksek miktardaki protein ise, kişinin kilo kaybetmesinde önemli bir rol oynar. Fakat burada bir şeye dikkat edilmesi gerekir.
3500_duk4Yüksek protein içeren diyetlerin, kesinlikle uzman bir hekime başvurularak yapılması gerekir. Bu duruma dukan diyeti de dahildir. Bunun nedeni ise, vücuda alınabilecek yüksek oranda protein organlardaki aşırı yüklenme nedeniyle bazı problemlere yol açabilir. Bunun dışında yüksek orandaki protein vücut içerisinde olağanın üzerinde Kalsiyum atılmasına neden olur ve diyet boyunca Kalsiyum takviyesi almak gerekebilir. Bu nedenlerle de, yüksek protein içeren diyetlerin kesinlikle bu alanda uzman bir hekime danışılarak yapılması gerekmektedir.
Çoğu diyet türünde olduğu gibi dukan diyetinde de atlatılması gereken zor günler bulunur. İlk 10 gün, dukan diyetinde bunu ifade eder. Çünkü bu on gün boyunca kişi yıllardır alışmış olduğu beslenme alışkanlığını bırakır ve yeni beslenme alışkanlığına uyum sürecine girer. Bu uyum süreci ise 10 gün olarak ifade edilmektedir. Bu süreç içerisinde ise ilk 7 gün zorlayıcı düzeydedir. Eğer bu süreç kararlı bir şekilde atlatılırsa, diyet kişiye sağlık getirecektir. Dukan diyetinde kişiden bu ilk on gün boyunca ağırlıklı olarak protein içeren besinler tüketmesi istenmektedir. Bu ise, kişiyi zorlayan bir durumdur. Çünkü bu tür gıdaların dışına pek fazla çıkılmaz.
Dukan diyetiyle ilgili şu durum da asla unutulmamalıdır. İnsan metabolizmaları birbirlerinden farklıdır ve her metabolizmanın diyet türlerine aynı etkiyi yaratması beklenemez. Bu nedenle de, kişinin diyet yapmadan önce mutlaka bir uzmana danışması gerekmektedir.

http://www.bilgiustam.com/dukan-diyeti-nedir/

Fibromiyalji Nedir?

Fibromiyalji Nedir?


3491_fib1
Fibromiyalji kavramı, aslında toplumun büyük bir kısmının maruz kaldığı fakat ismi bilinmeyen bir rahatsızlık olarak karşımıza çıkmaktadır.
Çoğu kişiyi rahatsız eden ancak hep göz ardı edilen ya da önemseyen bu rahatsızlık, toplumda oldukça fazla karşılaşılmakta olan bir rahatsızlıktır. Sabahları yorgun uyanmak, gün içinde kendini hep yorgun hissetmek, bu hastalıkla alakalı durumlardır. Toplumun büyük bir kesiminin rahatsız olduğu bu hastalık, boyunda, sırt kısmının üst tarafında ve kalçalarda meydana gelen ve kendini kas ya da eklem ağrıları ile birlikte hissettiren bir eklem ve kas hastalığı olarak tıp literatüründe yerini almış bulunmaktadır.
Son yıllarda modern toplumun hakim olduğu günümüzde yaşam temposu oldukça artmış ve yükselmiş durumdadır. Bu durum ise, bu tür ağrıların toplumun çoğu kesiminde oluşmasının başlıca nedenleri arasında yer alan en temel etkenlerden birisidir. Vücudun belirli bölgelerinde oluşan bu tür ağrılar, maruz kalınan kişilerce bazı nedenlere bağlanmaktadır ve bu sebeple de tıbbi bir yardım gereğine ihtiyaç duymamaktadırlar. Maruz kalınan kişilerce bu ağrıların nedeni olarak ise, gün içinde ters bir hareket etmek, yorgunluk ve uyunulan zeminin rahat olmaması gibi nedenlerle ilişkilendirilmektedir.
3491_fib2
Tıp literatüründe yerini almış olan fibromiyalji hastalığına, ne gibi sorunların neden olduğu tıp biliminde tam olarak bilinememektedir. Yani bu konuda tam bir netlik yoktur. Fakat bu durumun yanında bu tür ağrıları uyku düzensizliği, aşırı stres ve de depresyon gibi etkenlerin tetikliyebileceği söylenmektedir.
Bu hastalığın teşhisinde ise bazı yakınmalar bulunur. Bu yakınmalar ise; boyun, kalça ve sırt bölümünde oluşan ve uzun süre geçmeyen ağrılar, yine bu bölgelerde meydana gelen karıncalanma durumları, his kayıpları ve de bu tür durumlara eşlik etmekte olan baş ağrıları gibi rahatsız edici boyutlarda olan yakınmalardır.
Fibromiyalji hastalığında en çok yakınılan durumlar bunlarken, bu hastalığın teşhis konduktan itibaren hastalığın tedavisinde en çok kullanılan ve bu hastalıkta en başarılı tedavi yöntemi olan fizik tedavi kullanılmaktadır. Bu hastalıkta en etkili tedavi yöntemi olan fizik tedavi, doktorun belirlemiş olduğu sıklıkta ve şekilde uygulanmaktadır. Fibromiyalji hastalığında kullanılmakta olan fizik tedavi yöntemi sayesinde hastaların şikayetlerinin çok büyük bir oranda azaldığı gözlemlenmiştir. Fakat fizik tedavi yöntemiyle ağrılar sona ererken, bu tedavi yöntemi ağrılara çok kesin bir çözüm getirememektedir. Fizik tedavi uygulamasının ardından geçen ağrıların, tamamen kaybolduğu ya da yeniden kendini göstermeyeceği garanti edilememektedir.
Fibromiyalji hastalığına toplumda karşılaşma riski en fazla olan kesim ise, 30 yaş üstü kişilerdir. Ayrıca bu hastalığa kadınlar erkeklerden daha çok maruz kalmaktadırlar. Aynı zamanda bu hastalık menopoz dönemindeki kadınlarda da oldukça sık bir şekilde görülür.
3491_fib5
Orta yaş diye tabir edilen kısımda daha fazla görülen fibromiyalji ağrılarının bu kesimde en çok görülme nedeni ise, zamanın vücut üzerinde olan etkisi olarak gösterilir. Bu nedenle de bu tür ağrılar fizik tedavinin ardından da devam edebilme potansiyeline sahiptir. Fakat fizik tedavinin hasta kişilerin yaşam standartlarına olan oldukça olumlu etkisi ve kişiye sağlanan yaşam konforu hastalarda gözlemlenmiş durumlardır. Bu nedenle fibromiyalji hastalığı olan kişilerin ağrılardan kurtularak daha iyi bir yaşam için fizik tedavi yöntemini kullanması gerekli bir durumdur.
Fibromiyalji hastalığının vuku bulmaması için de bazı şeylere önem vermek oldukça gerekli bir durumdur. Bunun için de aşırı kilolardan kaçınmak, düzenli bir şekilde egzersiz yapmak, stres giderici faaliyetler önem vermek, bazı noktalara bölgesel ve hafif masajlar sayesinde kasların rahatlatılması ve gevşetilmesi gibi durumlara oldukça büyük bir önem verilmesi gereklidir. Bu hastalığın teşhisi için romatoloji uzmanına gidilmesi gerekir. Tedavi içinse fizik tedavi servisine başvurulmalıdır.
Toplumda oldukça fazla es geçilen ve önemsenmeyen bir durum olan fibromiyaljiye önem verilmelidir. Çünkü sağlık kişinin en değerli hazinesi konumundadır. Bu hastalık da, sağlığa karşı zarar verici bir problemdir. Bu nedenle de bu tür hastalığı olan kişiler doktora başvurmalı ve de bu hastalıktan kaçınmak için aşırı kilolardan ve de stresten uzak durulmalıdır.

http://www.bilgiustam.com/fibromiyalji-nedir/

İnsanoğlunun Genetik Şifresi

İnsanoğlunun Genetik Şifresi

 
3641_images
Günümüzde çoğu uzman bu konu üzerinde durmakta ve ortak çalışmalar ile çıkan sonuçlara göre çözümler üretmektedirler. Teknoloji ile gelişen insan beyni, evrenin sırlarını çözmeye başlamıştır.
Hatta şimdilerde insanın genetiğini ele verecek ip uçlarını çözerek, birçok hastalığın tedavisini mümkün kılacak yöntemleri geliştirmeye başlamışlardır. Geçmişten bu yana gizli kalan her şeyi gün yüzüne çıkartan bilim, şimdilerde bu mucizenin ışığında çalışmalara başlamıştır. Şizofren, depresyon, dikkat bozukluğu ve çocuklarda sıklıkla görülen hiperaktivite, bipolar bozukluk, zihin geriliği, ruhsal gelişim bozukluğu gibi psikolojik olayların temelinde yatan gerçekleri ortaya çıkartan bilim adamları, aslında birçok hastalığın nedenini bulmaya zemin oluşturmuşlardır.
33 bin 332 kişiyi denetim altına alan uzmanlar, elde ettiği bulgulara göre bu ruhsal bozuklukların aynı nedenlerden kaynaklanıp kaynaklanmadığı araştırmışlardır. Ve çoğu kişide görülen benzerlik bu hastalıkların, aynı nedenlerden ortaya çıktığını ortaya koymuştur. Bu çözülen şifre ise psikolojik sorunu olan insanları daha kısa sürede tedavi edebilme olanağı sunmuştur. Amerika’da yapılan bu deney, gendeki bulunan bazı eksikliklerin ruhsal sorunlarına yol açtığını ve hastalığın ilerleyen boyutlara ulaşması, dengenin giderek bozulmasından kaynaklandığını ortaya çıkarmıştır.
3641_3
Modern çağın hastalığı haline gelen psikolojik problemler, teknolojinin hayatımızda daha çok yer alması ile artış göstermektedir. Stres, yoğun iş temposu, maddi manevi kayıplar kişileri içinden çıkılmaz bir hale sokuyor. Bu sorunlarda beyne hasar vererek, psikolojik hastalıklara davetiye çıkartıyor. Yıllardır bu ruhsal problemlerin nedeni araştırılmış ve sonunda elle tutulur ve bir neticeye kavuşulmuştur. Uzmanlar bu hastalıkların temelinde yatan en önemli kavramı teşhis etmiştir. 2 ve 10 kromozomlar ve beyinde bulunan hücrelerin kalsiyum oranını dengelemede görev alan iki gendeki bozulmadan kaynaklandığı ortaya çıkartılmıştır. Kromozomlar, kalıtımsal bilgileri elde etmede kullanılan en faydalı yöntemdir. 46 kromozom sayısına sahip olan vücut, ayrı görevler üstlenmekte ve genetik olan kavramları bünyesinde taşımakta ve cinsiyet bilgilerine kadar bizimle alakalı her şeyi öğrenmeye yardımcı olmaktadır. 46 kromozom tamamen dengeyi korumaktadır. Yani birinin eksik olması hastalıklara yol açar ve öğrenme, beceri, konuşma gibi kavramları etkilemede büyük rol oynar.
3641_4
Kromozom sayısı anne ve babanın kromozom sayısı ile de ilgisi vardır. Çünkü bu etken, kalıtımsal olduğu için çocuğa da geçmektedir. Ebeveynlerin kromozomları normal ise bebekte bütün olguları normal olur. Kromozom az ya da eksik olması fiziksel açıdan da etki oluşturmaktadır. Dengeli Robertsonian transkolasyonu kromozom sahip anne babanın çocukları, zihinsel ve fiziksel açıdan sağlıklı bir bireydir. Fakat dengesiz bir biçimde ise çocuk sağlıksız bir kişi olur ve bu etkenler düzelmeyeceği için kişi, ömür boyu zihinsel ya da bedensel olan eksiklikleri ile hayata devam ederler.
Bu kavramlardan da anlaşılabileceği gibi ruhsal hastalıklar kalıtımsal olarak devam etmektedir. Kromozom sayısından kaynaklanan bozukluk psikolojik rahatsızlık yaşamayı zemin oluşturmaktadır. Uzmanlar bu araştırmanın neticesinde, bu tür sorunların tedavisinde farklı yöntemler kullanmaya başlamışlardır. Bilime ışık tutan bu deney, uzmanları da harekete geçirmiş ve kromozom sayılarını dengeleyecek çözümler üretmeye başlamışlardır. Ve hastaları tedavi etmeye ilk önce 2 ve 10 kromozom dengesizliği gidermek ile başlamışlardır

http://www.bilgiustam.com/insanoglunun-genetik-sifresi/

Kişilik Tipinizi Biliyor Musunuz?

Kişilik Tipinizi Biliyor Musunuz?

 

4065_kisilik-alici_tiplerKişilik; insanoğlunun davranışlarını gözler önüne seren bir kavramdır. Kişiyle nasıl iletişim kurabileceğini gösteren, çevreye ve olaylara karşı nasıl tepki vereceğinin kanıtıdır. Fiziki, düşünsel, psikolojik faktörlerin dışa vurumudur. Kişilik tipleri ise; insanoğlunun karakterini, yaşam tarzını, isteklerini, becerilerini hatta yaşadıkları psikolojileri bile ele vermektedir. Bu tipler, A, B, C, D olarak sınıflandırılmış ve her sınıf farklı özelliklere ayrılmıştır. Eski zamanlardan beri psikologlar tarafından gözlem altına alınan A ve B tipi kişilik kavramına, şimdilerde C ve D sınıfı eklenmiştir. Fakat yine en çok dikkat çeken ve çoğunluğun olduğu sınıf, A ve B tipi kişiliktir. Friedman ve Rosenman tarafından geliştirilen ve gözlem altına alınan kişilerin sınıflandırılması şöyledir;
A Tipi Kişilik: Bu sınıf kişileri, katı kurallara sahiptir ve disiplin, düzen onlar için önemlidir. Acelecidirler ve her şeyin mükemmel olmasını isterler. Her konuda telaşlı, başladığı işi zamanında bitiren, randevulara zamanında gelen ve karşısındakinden de bunu bekleyen, duygularını saklayarak olduğundan farklı görünen ve daima güçlü görünmek isteyen kişilerdir. Sürekli başarılı olmayı isteyen ve istediği başarıyı elde etmediğinde hayal kırıklığına uğrayarak, içine kapanan bir tiptir. Daima başarılı projelerinde övgü ve takdir bekleyen, idealleri uğruna her şeyden vazgeçebilen bir kişiliktir. Sosyal hayatı ikinci planda bırakan ve erteleyen, iş yaşantısında hep ön planda olmak isteyen, asabi, stresli, ayrıntıcı, titiz tiplerdir. Hiç bir şeyden memnun kalmazlar, sürekli şikayet modundadırlar. Grup çalışmalarında anlaşılması zor, hep kendi istediğini olması isteyen, kuralcı, sorumluluk sahibi ve aynı zamanda takıntılıdırlar. Dinlenme esnasında bile iş düşünürler. Arkadaşlarının ya da sevdiklerinin dertlerini dinlemek ya da paylaşımda bulunmak yerine kendi işlerini düşünmeyi tercih ederler. İçine dönük, bencil, kinci, hata kabul etmeyen ve sabırsızlar’dır. Zeki, pratik, yaratıcı, en özel özelliklerin’dir. Stresli yaşamdan dolayı, kalp ve damar rahatsızlarını yaşamaya meyilliler’dir.
4065_2B Tipi Kişilik: A tipi kişiliğine tamamen zıttır. Her şey ölçüsünde yaşamayı tercih ederler. Sessiz, sakin ve daima programlıdırlar. Her şeyin zamanında yaşanmasını isterler ve sosyal, iş yaşamının aynı anda yürütmeyi bilirler. Risk almaktan kaçınırlar, stresten uzak yaşamayı tercih ederler. Aile ve arkadaş kavramları onlar için önemlidir. Paylaşımda bulunmayı severler. Çok erken pes edebilir, fakat aynı işe tekrar dönüp başarı yakalamak isteyebilirler. Konuşurken, yürürken, düşünürken hep sakindirler. Düşünüp karar verirler ve grup çalışmalarında uyumludurlar. Esnektirler, her şey olacağına varır mantığı ile hareket ederler. Kötü olayları, yaşananları, insanların yaptıkları hataları çabuk unuturlar. Geri planda kalmayı bilirler. Yardımcı, aza yetinen, olması gereken yeri bilen, duygularını ortada yaşabilen, insanları mutlu etmeyi seven biridir. Çok iyi dert ortağıdırlar. İş hayatında ertelemeler yapabilir, randevularında esnek davranırlar.
C Tipi Kişilik: Yeni tespit edilen bir sınıftır. Bu kişiler aşırı derecede özverilidir. Sinirini, öfkesini hep içine atan, herkesle iyi geçinmeyi amaç edinen kişilerdir. Daima mutlu görünürler ve sevecenler’dir. Duygularını aşırı yaşarlar. Başkaları için yaşarlar ve kendi mutluluğundan önce sevdiklerinin ve ailesinin mutluluğu için çaba gösterirler. Ailesi için kendini heba eden ve daima arka planda kalmayı tercih eden kişilerdir. “Sen Nasıl İstersen” sözün onların yaşam felsefesidir. Kendi isteklerini söyleyemez ve kendi adına plan kuramaz, düşünemezler. Çocukları, eşi onlar için vazgeçilmezdir. Onların sağlıklı, mutlu olması için hayatlarını feda ederler. Beğenilmek, kendine özen göstermek, takdir edilmek hatta ilgi görmek gibi faktörler hep bu tipler için arka plandadır. Üzüldüğünü belli etmeyen, öfkesini dışa aktarmak yerine içine atarak yaşamayı tercih ederler. Bana taş atana ben gül veririm mantığında olan kişilerdir. Bu tip kişilik, uzmanlar tarafından sakıncalı görülmektedir. Psikolojik bozukluk olarak görülen bu sınıf, kendilerine haksızlık ettikleri için tehlikeli bulunmaktadır. Ciddi hastalıkları yaşama riski yüksektir. Bu sınıf tipine mensup olan kişilerin, ciddi psikolojik yardım almaları gerekmektedir.
4065_kisiliktipleriD Tipi Kişilik: Depresyon yaşayan kişilerin bulunmuş olduğu bir sınıftır. Endişeli, mutsuz, yorgun, bitkin, isteksiz olan kişilerdir. Hiç bir şey yapmak istemezler. Negatif düşüncelere sahip olan, sosyal ve iş hayatından kopuk tiplerdir. Sosyal hayatta pasif kalan, sessiz, içine kapanık, uğraş vermeyen, mücadele etmeyen kişilerdir. Başarılarını ön plana çıkartamazlar. Yeteneklerini, düşüncelerini paylaşamazlar. Kabul görmeyeceğini, alay edileceğini düşünürler. Özgüvenden yoksun, suskun, çaresiz, sinirli, kötü olaylara karşı tepkisizdirler. Sırlarını kimseyle paylaşmazlar. Her şeyin üstüne geldiğini ve sevilmediğini, istenmediğini düşünürler. Uyku ve yeme düzeni olmaz, sığara, alkol, uyuşturucu gibi kötü alışkanlıklara meyillidirler. Kalp ve damar hastalıklarını yaşam olasılığı yüksektir. Kanser hastalığına kapılma ihtimali de bir hayli fazladır. Fiziki deformasyonlar yaşayabilirler. Ve en önemlisi intihar eyleminde bulunabilirler. Psikolojinin en çok ilgilendikleri sınıftır. Bu tür kişilerin mutlaka gözlem altına alınması gerekmektedir. Ve en ciddi, tehlikeli kişilik tipidir. Tedavisi uzun bir dönemi kapsayabilmekte’dir

http://www.bilgiustam.com/kisilik-tipinizi-biliyor-musunuz/

29 Haziran 2013 Cumartesi

Kapkaranlık denizlerde yaşayan muhteşem ışıklı canlılar!



DENİZLERDE VE KUTUPLARDA YAŞAYAN CANLILAR

GÜNEY KUTBU BALİNASI (Eubalanea australis)


Oldukça büyük bir başa sahip olan bu balinanın toplam uzunluğu yaklaşık 17 m'dir. Bu cüssesine karşın barışçıl bir hayvandır ve sadece plankton ile beslenir. Genellikle Antarktika kıyılarında yaşarlar. Kuzey Kutbu kıyılarında ise benzeri bir balina bulunmaktadır. Çift olarak yaşayan bu hayvanların dişisi her keresinde bir yavru doğurur. Yavrunun doğum anında uzunluğu yaklaşık 3,5 m'dir. Dişi balina yavrusunu bir yıl boyunca emzirir.

KRİLL (ÇALI KARİDESİ) (Euphausia süperba)

Karideslere benzeyen bu deniz kabukluları, planktonlarla birlikte taraklı balinaların başlıca besin maddeleridir. Balina yüzerken ağzını açar ve krillerin binlercesini bir kerede yutar. Bu yaratıklar, başka iri deniz yaratıklarına da yem olurlar...

BUZ BALIĞI (TİMSAH BALIĞI)

Birçok balığın eksi 35 derece altında donmasına karşılık, okyanusta yaşayan bu balık kanındaki özel kimyasallar sayesinde hayatta kalmayı başaran ilginç bir balıktır. Kutuplar civarında sıcaklık çoğu kere eksi ;5'in altına düşse de timsah balığı bundan etkilenmez.

UÇAN BALIK (Cypselurus heterurus)

Düşmanlarından kaçarken adeta bir kanat gibi olan yüzgeçlerini açarak 100 metre kadar havada giden bu balık, hızla kendini su yüzeyine fırlatır ve havanın da yardımıyla uçar. Bu balıkların bazı türlerinin yüzgeçleri oldukça gelişmiştir. Bu sıçrayışlarda sadece ön yüzgeçlerini kullanırken bu türler arka yüzgeçlerini de açarak kaçarlar.

DUGONG (Dugong dugon)

Bu memeli genellikle sıcak suları sever. Bu nedenle, Hint Okyanusu, Doğu Afrika, Kızıldeniz ve Avustralya Adası kıyılarında yaşar. Yetişkin bir dugongonun uzunluğu 4 m'yi bulur. Ağırlığı ise 300-1000 kg arasında değişir. Ya yalnız ya da çift olarak yaşarlar ve genel olarak koloni oluşturmazlar. Dugongolar barışçıl ve çekingen hayvanlardır. Yüzerken önlerine çıkan deniz bitkileriyle beslenirler. Ender de olsa deniz kabuklularını da yerler. Dişi her keresinde 1, ender olarak 2 yavru doğurur. Tam bir yıl boyunca yavrusunu emzirir.

KRAL PENGUEN (Aptenodytes patagonicus)

Antarktika'nın göreceli olarak daha sıcak sularında bulunan adacıkların üzerinde yaşarlar. Yetişkin bir kral penguenin boyunun uzunluğu 90-110 cm, ağırlığı ise 21 kg'dır. Kral penguenler koloniler halinde yaşarlar ve ancak yiyecek bulmak için suya dalarlar. Batik, kalamar ve kabuklu deniz hayvanlarıyla beslenirler. Kasım ya da aralık ayında dişi penguen bir yumurta yapar. Erkek penguen bu yumurtanın üzerinde 14 gün boyunca kuluçkaya yatar. Kral penguenlerin yavrularının büyüme hızı çok yüksektir. Bu nedenle geç doğan yavruların yaşama şansları hemen hemen hiç yoktur.

PAVURYA (Eupagurus prideaux)

Bu deniz pavuryası, genellikle ölmüş deniz salyangozlarının bıraktığı kabuklara içinde yaşayan bir hayvandır. Kabuğun dibindeki spirale vücudunun yumuşak arka tarafıyla tutunur ve başı, ön ayakları ve antenlerini çıkararak ilerler. Vücudunun ön tarafı sert bir kabukla korunmuştur. Bir tehlike anında göz açıp kapayana kadar kabuğun içine kaçarlar. Deniz dibindeki küçük deniz hayvanları ile beslenir.

ORCA (Orcinus orca)

Oldukça güçlü dişlere sahip olan bu hayvan, denizlerin en yırtıcı avcılarından biridir. Erkeklerin uzunluğu 10 m'yi aşar. Dişilerinki ise sadece 6 m'dir..Bu hayvanlar genellikle grup halinde yaşarlar ve grup halinde avlanırlar. Oldukça saldırgan bir deniz hayvanıdır ve balinalara bile dehşet saçar. Ayrıca fokları, penguenleri, balıkları ve kalamarları da yer. Çok hızlı yüzen hayvanlardır. Saatte yaklaşık 45 km. hız yaparlar. Öte yandan müthiş bir dalgıçtır da... 1000 metre derinliğe kolaylıkla iner ve suyun içinde 20 dakikadan fazla kalabilir. Bütün denizlerde yaşayan bu balıklar ender olarak kutuplara doğru yönelirler. Dişi her keresinde bir yavru doğurur. Yavrunun uzunluğu yaklaşık 2 m'dir.

BEYAZ KUTUP AYISI (Thalarctos maritimus)

Kutuplarda Kuzey Denizi’nin kıyısında yaşar. Ayı ailesinin yüzücüsüdür. Bütün ayıların en etoburu olan bu hayvan, fokgiller ve mors yavrularıyla beslenmeyi tercih eder. Geyik, tilki, kuş ve kabuklu deniz hayvanlarını da avlar. Boyları 1.50-2.50 m, ağırlıkları 350-450 kg. arası değişir. Kışın genelde siperli bir ine sığınmaz. Sadece gebe dişi yılın en soğuk aylarını uyuyarak geçirir. Yavrular çiftleşmeden dokuz ay sonra ocak ayında dünyaya gelirler.

AVUSTRALYA DENİZ FİLİ (Mirounga leonina)

Antarktika sularının görece daha sıcak bölgelerinde yaşar. Esas olarak Kerguelen Adası'nı mesken tutar. Bu hayvanın erkeğinin yetişkininin boyu rahatlıkla 6 m'yi geçer, ağırlığı ise 4 tona kadar ulaşır. Dişilerinin uzunluğu ise sadece 3,5 m, ağırlıkları ise 900 kg'dır. Erkek deniz fillerinin en tipik özellikleri ağızlarının üzerindeki deri parçasıdır. Bu hayvanlar kış aylarını genellikle açık sularda geçirirler. Eylül ayına doğru adalara yönelirler. Bir erkek deniz fili, kendisine 10-30 dişiden oluşan büyük bir harem kurar. Haremindeki dişilerden her biri bir tek yavru doğurur. Deniz filleri genellikle balık ve kalamar ile beslenirler. Müthiş birer dalgıçtırlar ve 400 metreden daha derine kolaylıkla dalabilirler.

DAMGALI SU KAPLUMBAGASI (Eretmochelys imbricata)

Okyanusların tropikal sularında yaşayan bu hayvanın uzunluğu yaklaşık bir metre, ağırlığı ise 130 kg'dir. Genellikle suların derinliklerindeki kumlarda dolaşır, su bitkileri ve su omurgasızları ile beslenir. Dişi, yumurtalarını kıyılardaki kumlara gömer. Yaklaşık 100-150 yumurta bırakır. Bunlar 50-60 gün sonra açılırlar ve yavrular hızla denize doğru kaçar. Ancak, büyük kısmı kuşların, suya girdiklerinde de balıkların kurbanı olur. Bu hayvan, gerek kabuğu, gerekse nedeniyle bol miktarda avlandığı için koruma altına alınmıştır.

WALRUS (Odobenus rosmarus)

Bu hayvanın yaşadığı yerler, Grönland Adası, Kuzey Amerika'daki Hudson Körfezi, Kuzey Asya sahilleri ve Norveç'in kuzey kıyılarıdır. Yetişkin bir erkeğin uzunluğu 4,5 m, ağırlığı ise 2200 kg'dir. Dişiler çok daha küçüktür ve dişleri daha kısadır. Genellikle çiftlerden oluşan küçük koloniler halinde yaşarlar. Esas olarak balık, küçük deniz kabukluları ile beslenirler. Ama arada sırada fok balıklarına da saldırdıkları olur. Suyun altında rahatlıkla 10 dakikadan fazla kalabilirler ve 30 metre derinliğe dalabilirler. Dişi her iki yılda bir sadece bir yavru doğurur. 18-24 ay boyunca yavrularını emzirir. Yavrular 1 ya da 2 yıl annelerinin yanından ayrılmazlar.

KİRPİ BALIĞI (Diodon hystrix)

İnsanlar kadar diğer balıklar için de tehlikeli bir balık olan bu hayvan, korkutulduğu zaman su yutarak balon gibi şişer ve dikenli bir top haline gelir. Bu şekilde de gayet iyi yüzer.

KAMBUR BALİNA (Megaptera novaeangliae)

Bu balinanın toplam uzunluğu 18 m, ağırlığı ise 33 tondur. Yavaş hareket ettiği için elle atılan zıpkınlarla bile avlanabilir. Bu nedenle soyu son zamanlarda iyice azalmıştır. Koruma altına alınan bu balina geniş bölgelerde yaşar. Kış aylarında ekvatoral sulara kadar inen bu hayvan, ilkbahar ile birlikte Antarktika kıyılarına yanaşır. Saldırgan bir kişiliğe sahip olmayan kambur balinalar kabuklu deniz hayvanları ile beslenirler. Çift çift dolaşırlar ve dişi her keresinde bir yavru doğurur. Yavrunun doğumda uzunluğu yaklaşık 4 m'dir. Dişi balina 11 ay boyunca yavrusunu emzirir.

İMPARATOR PENGUEN (Aptenodytes forsteri)

Penguen ailesinin en iri üyesidir. Dünya yüzeyindeki kuşların hepsinden daha güneye iner. Uzun Antarktika kışı sırasında, önce tek yumurtasını, sonra da yavrusunu geniş ayaklarının üzerine ve gevsek karın derisinden bir kesenin altına yatırarak öldürücü soğuklardan korur. Yavru, kesenin altına sığamayacak kadar büyüdüğü vakit, Antarktika'nın yazı da yaklaşmış olduğundan küçük penguen böyle sipersiz de yaşayabilir. Antarktika kıtasında yaşayan bu türün boyu 1.20 m'yi geçmektedir. Ağırlığı ise 40-45 kg. arasındadır. Eksi 60 derecede bile yaşayabilirler.

PULLU KAPLUMBAĞA (Chelnia mydas)

Bütün okyanusların tropikal ve yarı tropikal sularında yaşayan bu hayvanın kabuğunun uzunluğu yaklaşık 1,5 m, ağırlığı ise 250 kg'dır. Genellikle deniz bitkileriyle beslenen bu hayvan, ender olarak küçük deniz hayvanlarını da yer. Kabuğu parça parça ve kahverengi renktedir. Ayaklarında ise küçük halkalar bulunur. Dişi kaplumbağa suyun derinliklerinde kumun içine kazdığı yuvaya her keresinde 200 yumurta bırakır. Yumurtalar yaklaşık 2 ay sonra açılırlar ve içlerinden çıkan kurbağalar hemen açık denizlere doğru yönelirler.

TEPELİ BAL TIRMAŞIK KUŞU (Palmeria dolei)

Hawaii'nin Maui Adası'nın Ohia ormanlarında yaşar. Boyu 18 cm, ağırlığı 32 gr'dır. "Akohekohe" adıyla da bilinir. Maui'deki Haleakaia volkanının eteklerindeki yağmur ormanlarında bulunur. Yuvalarına son zamanlarda rastlanmıştır. Biyologlar bu nadir kuşun korunması için ekolojilerini çalışmaya başlamışlardır.

BOUGAİNVİLLE KARABATAĞI (Phalacrocoraa bougainvillei)

Peru açıklarındaki kayalık adalarda yaşayan bu hayvanın uzunluğu yaklaşık 65 cm'dir. Uzmanlara göre bu bölgedeki karabatakların sayısı yaklaşık 20 milyondur. Bu özelliği nedeniyle bu adaların ekolojik ortamı koruma altına alınmıştır. Genel olarak balık ile beslenen bu hayvan yuvasını toprağa yapar ve içini tüylerle döşer. Dişi her keresinde 3-5 yumurta yapar ve bunların üstüne ortaklaşa kuluçkaya yatarlar.

KUZEY KUTBU KIRLANGICI (Sterna paradisaea)

Göçmen bir kuş olan bu hayvan yaz aylarında daha kutuplara yönelir. Saatte 4 km. hızla yol alabilir. Genel olarak yalnız yaşayan hayvanlardır ve yalnız yolculuk ederler. Göç yolculuğu yaklaşık 3 ay sürer. Balık ile beslenen bu hayvan yumurtalarını sahildeki kumlara bırakır.

YUNUS (Delphinus delphis)

Balinagillerden olan yunusların en ayırt edici özellikleri uygun biçimde gelişmiş gövdeleri ve gaga biçimini almış burunlarıdır. Uzunlukları yaklaşık 1-4 m. Kadardır. Denizlerin hemen hemen tümünde yaşarlar. Balık ve küçük deniz hayvanları ile beslenirler. Yunuslar genellikle çift dolaşırlar ama üreme mevsimlerinde gruplar oluştururlar. İnsana yakın ve oyuncu hayvanlardır.

ÇEKİÇ KÖPEKBALIĞI (Sphyma zygaena)

Köpekbalığı türlerinin en garip biçimlisi olan bu türün kafa yapısı çekici andırdığı için bu adı almıştır. Burun delikleri ve gözleri, bu çekiç biçimindeki çıkıntıların üzerinde yer alır. Uzunlukları 4.50 m’ye yakındır. Bütün tropikal denizlerde bol miktarda bulunur; ayrıca kıyıya yakın, ya da az tuzlu sulara girdikleri görülür. Vatoz ve diğer küçük köpekbalıklarını yiyerek beslenirler. Kimi türleri deri ve yağları için avlanır. İnsana saldıran ender tehlikeli köpekbalıklarından biridir. Alçak sulara girdiğinde oltayla bile yakalanır.

FOK (Phoca vitulina)

Atlantik ve Pasifik Okyanusu'nun kuzeyindeki Kutuplara yakın adacıklar zerinde yaşayan bu hayvanın erkeğinin uzunluğu 2 m, ağırlığı ise 150 kg'dır. Dişisi ise daha küçüktür. Foklar sürekli aynı yerde koloniler halinde yaşarlar. Kış aylarında buzların altına çekilirler ve sadece nefes almak için dışarı çıkarlar. Genellikle balık, deniz kabukluları ile beslenirler. Dişi her keresinde sadece bir tek yavru doğurur. Yavruya doğumdan sonra 3-6 hafta anne ve babası yüzme öğretir.

LEMMİNG (Dicrostonyx hudsonius)

Alaska, Kuzey Kanada ve Kutup bölgesinin tundralarında yaşayan bir kemirgendir. Bir benzerine Asya'nın en kuzey noktalarında rastlanır. Yaz aylarında tüyleri kahverengi, kış aylarında ise beyaz ve daha uzun olur. Her dört yılda bir korkunç bir sayıda yiyecek aramaya çıkar. Bu nedenle, bölgedeki çiftçilerin korkulu rüyası olurlar. Geceleri dolaşan bu hayvanlar, ot, yaprak ve ağaç kabuğuyla beslenirler. Toprağa kazdığı yuvasında dişi Mayıs ve Ağustos aylarında 3 kez olmak üzere her batında 12 yavru doğurur.

UZUN KUYRUKLU DENİZ YILANI (Laticauda colubrina)

Doğu Hint Okyanusu ve Batı Pasifik'teki adaların alçak sularında yaşar. Uzunluğu 100-140 cm'dir. Küçük ve kısa bir kafa yapısı vardır. Genellikle mercan adaların arasında dolaşır. Çok hızlı hareket eden bu hayvan geceleri balık avlayarak beslenir. Saldırgan bir kişiliği vardır ve zehiri oldukça etkilidir. Ancak insana pek yaklaşmaz ve dalgıçları gördüğü zaman hemen yakınlarından uzaklaşır. Dişi yumurtalarını sahildeki kumların arasına gizler.

KUTUP CİVCİVİ (Fratercula arctica)

30 cm. uzunluğundaki bu deniz kuşu, günün büyük bir bölümünü denizlerin üzerinde uçarak geçirir. Üreme mevsiminde Atlantik Okyanusu'nun kuzeyindeki adalara yerleşirler. Kaya kovukları arasına kurdukları çapı 2 metre genişliğindeki yuvalarına yumurtalarını bırakırlar. Dişi ve erkek 40 gün kadar ortaklaşa bunların üzerine kuluçkaya yatarlar. Yavrular yumurtadan çıktıklarında gri tüylere sahiptir. Bunların rengi zaman içinde değişir. Bu hayvanlar genel olarak balık ve kabuklu deniz hayvanlarıyla beslenirler. Dişi kuş, yakaladığı balıkları gagasıyla yuvadaki eşine ve yavrularına taşır.

DEV YIRTICI MARTI (SKUA) (Megalestris catarrhactes)

Dev yırtıcı Martı 57 cm. uzunluğundadır. 60 ve 70 derece arası kuzey enlemleri bu yırtıcı Martının yurdudur. Kışın İngiltere, Almanya ve Fransa kıyılarına kadar inenleri varsa da çoğunluk kuzeyde kalır ve denizin buzla örtülü olmadığı yerlerde yiyecek arar. Bol balık yedikten başka solucanlarla böceklere rağbet eder. Başka deniz kuşlarını gözetler, onların bir av yakaladığını görür görmez üzerlerine saldırır ve yiyeceklerini gagalarından düşürmeye çalışır. Yuvasına yaklaşan insanlara saldırır.

KÖPEKBALIĞI (Carcharodon carcharias)

Bütün köpekbalıkları içinde en saldırganı ve insan için en tehlikelisi olan bu hayvana "beyaz ölüm" adı da verilir. Tüm okyanusların ılıman ve tropik bölgelerinde yaşar. Ancak, en yoğun biçimde Karaibler'de, Amerika'nın doğu sahillerinde ve Güney Afrika Cumhuriyeti kıyılarında dolaşırlar. Uzunluğu 11 m'ye ulaşan bu hayvanların büyük üçgen kesici dişleri vardır. Genellikle yalnız dolaşırlar ama grup halinde saldırdıkları da olur. Son zamanlarda sayıları hızla azalmaktadır.

KUTUP TİLKİSİ (Alopex lagopus)

Kışı Kuzey Kutbu'nun donmuş bölgelerinde geçiren nadir hayvanlardandır. Bütün hayatını tundranın ağaç sınırının kuzeyindeki bölgelerde geçirir. Yer sincapları ve başka küçük kemirgenlerle beslenir. Sonbaharda bol sayıda lemming, yer sincabı ve sıçan öldürüp bunları toprak yüzeyinin hemen altına gömer. Kış aylarında bu besinlerle beslenir. Uzunluğu 50 cm'dir. Çiftleşme mevsimi ilkbahardır. Yavrular çiftleşmeden 50 gün sonra mayıs ayında dünyaya gelirler. Bir batındaki yavru sayısı 6'dır.

İNKA DENİZ KIRLANGICI (Larosterna inca)

Şili ve Peru açıklarında, birer doğal park niteliğindeki küçük adacıklarda yaşayan bu kuşun uzunluğu yaklaşık 43 cm'dir. Üreme mevsiminde büyük koloniler hainde toplanırlar. Dişi kırlangıç yuvasını ot ve deniz bitkisiyle yapar ve her keresinde 2 yumurta bırakır ve erkek ile dişi bunların üzerine ortaklaşa kuluçkaya yatarlar. Yavrular yumurtadan 5 hafta sonra çıkarlar ve uzun bir süre erkek kırlangıcın taşıdığı deniz kurtları ve böcekle beslenirler.

LEOPAR FOK (Hydrurga leptonyx)

Oldukça iri bir fok türüdür. Boyunun uzunluğu 3,50 m'yi bulur. Ağırlığı ise 400 kg'dır. Antarktika sularında özellikle de Ross Denizi'ndeki kayalıklarda ve buzullarda yaşar. Oldukça saldırgan bir hayvandır ve penguen avlamaya çıkar. Bunun dışında balık, deniz kabukluları ve küçük fok balıklarıyla beslenir. Yalnız yaşayan bir hayvandır ve sadece çiftleşme mevsiminde kendisine eş bulur. Kasım ve aralık ayları arasında, kayalık bir küçük adaya çekilen dişi fok, her keresinde bir yavru dünyaya getirir ve bu yavruyu 8 hafta boyunca emzirir.

BEYAZ TAVŞAN (Lepus timidus)

Avrupa'nın Kutup'a yakın kuzey bölgelerinde yaşayan bu hayvanın ağırlığı yaklaşık 6 kg. kadardır. Yaz aylarında kürkünün rengi kahverengiyken kış aylarında tamamen beyaza dönüşür. Sadece kulaklarının içi siyah kalır. Bu özelliği nedeniyle müthiş bir kamuflaj yeteneğine sahiptir. Kuzey ormanları ve tundralarındaki tüm bitki ve otlarla beslenir. Dişi, yılda üç kez, her defasında 5-8 yavru doğurur. Yavrular oldukça gelişkinlerdir ve hemen koşup yürüyebilirler.

BEYAZ KUZEY KEKLİĞİ (Lagopus lagopus)

Kuzey yarımkürenin tüm tundralarında yaşayan bu kuşun en tipik özelliği kış mevsiminde tüylerinin bembeyaz olmasıdır. Dişi ilkbaharda yerde yuva yapar ve içine 5-12 yumurta bırakır. Bu hayvanlar tohum, yaprak, çiçek, bitki, böcek, larva ve sinek ile beslenirler. Bir başka türü ise İskoçya'da yaşar.

BELUGA (Balaenoptera physalus)

Başı dertte olan türdeşleri ne yardım etmeyi seven nadir hayvanlardandır. Beslenme ve üreme için belirli mevsimlerde göç eder. Oldukça hızlı yüzücüdür. Üreme mevsimleri vardır. Döllenme genellikle bahardan güze kadar olan zaman diliminde gerçekleşir. Gebelik süresi 10-12 aydır. Dişi, ilk nefesi için yavrusunu su yüzeyine iter. Diğer balinalar gibi, eti ve yağı için avlanır, yağından sanayide sabun, yağ asitleri ve yağlayıcı maddeler yapılır.

KÜÇÜK CAMGÖZ (Scyliorhinus canicula)

Akdeniz'de bol miktarda bulunan bu hayvanın uzunluğu yaklaşık 1 m'dir. İnsan için tehlikeli değildir. Genel olarak suyun derinliklerinde yaşar ve deniz kabukluları, balık ve kurtçuklarla beslenir. Dişi camgöz her keresinde 20 yumurta yapar. Yumurtalar ancak 8-9 ay geçtikten sonra açılırlar. Yavru camgözler doğuştan yüzme yeteneğine sahiptirler.

FIRKATEYN KUŞU (Fregata magnificens)

Orta ve Güney Amerika'nın tropikal iklime sahip adalarında yaşayan bu hayvanın uzunluğu 114 cm'dir. Kanatlarını açtığında ise uzunluğu 2.25 m'e ulaşır. Çok iyi bir uçucudur ve saatlerce kendisini rüzgâra bırakarak uçabilir. Balık, kabuklu deniz hayvanları ile beslenir. Daha küçük kuşlara saldırdığı da olur. Genel olarak koloniler halinde yaşarlar. Belirgin bir üreme mevsimleri yoktur. Erkek dişisine kur yaptığı zaman gagasının altındaki kırmızı bezi şişirir. Yumurtadan çıkan yavrular yuvayı 4-5 ay sonra terk ederler.

KUZEY KUTUP BUFFALOSU (Ovibos moschatus)

Bir zamanlar Kuzey Kutbu’nda yaşayan bu hayvanlara bugün Alaska, Kanada'nın kuzeyi ve Grönland Adası’nda rastlanır. Tundralarda yaşayan bu buffaloların yetişkin bir erkeğinin boyunun yüksekliği 1.65 m. ağırlığı ise 400 kg.dır. Dişisi çok daha küçüktür. Tundranın kendisine özgü ot ve bitkileriyle beslenir. Dişi mayıs ayında bir tek yavru doğurur ve yavru bir saat sonra ayaklanıp annesini izlemeye başlar.

VAHŞİ REN GEYİĞİ (Rangifer tarandus)

Grönland Adası ve Kuzey Buz Denizi Adaları'nda yaşar Her iki cinsi de boynuzlu olan tek geyiktir. Yavrularının bile doğumdan iki ay sonra meydana çıkan çiviye benzer bir çift ufak boynuzu vardır. Boynuzları gösterişlidir. Ana boynuz zarif bir kavisle arkaya ve yukarı doğru kıvrılır, yükseldikçe genişler, sonra öne eğilerek ve el ayası gibi yassılıp son bulur. Bütün geyik türlerin en uysalı, aynı zamanda en göçebesidir. Göç halindeki sürüler Ağustosta güneye hareket için birkaç bin baş halinde toplanırlar. Ren geyiği adı altında ve evcilleştirilmiş sürü halinde kuzeyde yaygındırlar. Yazın otlarla beslenen bu tür, kışın yosunlarla yetinmek zorundadır. Çiftleşme mevsiminde hırçın olurlar. En büyük düşmanları böcekler ve sivrisineklerdir. Avcılar da potansiyel birer tehlike oluşturur.

STELLER DENİZASLANI (Eumetopias jubatus)

Kuzey Pasifik Okyanusu'na kıyı bölgelerde ve yakınındaki adalarda yaşayan bu hayvanın yetişkin erkeğinin ortalama uzunluğu 280 cm, ağırlığı ise 560 kg'dır. Dişisi ise biraz daha küçüktür. Uzunluğu 230 cm, ağırlığı ise 260 kg'dır. Kulaklı ayıbalıklarının en büyüğü olan bu hayvanların 3 m. uzunluğunda ve bir ton ağırlığında olan örneklerine de rastlanmıştır. Üreme döneminde bu hayvanın çığlıkları tüm bölgede yankılanır. Erkekler bölgelerini korumak için bazen yemek yemeğe bile vakit bulamazlar. Bu durumda mevcut yağ rezervlerini kullanırlar. Son zamanlarda bu hayvanların sayısının yarıya inmesinin nedeni olarak, denizaslanlarının ana yiyecek maddesi olan balık stoklarının azalması gösterilmektedir. Tahmini sayıları 68 bin olan bu hayvanlar bugün yakın koruma altına alınmışlardır.

ANTARTİKA MARTISI (Larus dominicanus)

Yeryüzünde gidip Antarktika'ya yumurtlayan tek martıdır. Üreme mevsiminde koloniler halinde yaşarlar. Bunun dışında çift yaşarlar. Dişi her keresinde 2-3 yumurta bırakır. Erkek kuş ile birlikte kuluçkaya yatarlar. Antarktika martısı genellikle küçük balıklar ve kalamar beslenir. Bunun dışında ölmüş balina leşleri de yer.

MAVİ BALİNA (Balaenoptera musculus)

Tüm dünyanın karalarında ve denizlerinde yaşayan hayvanların en büyüğüdür. Normal olarak saatte 21-22 km. yol alsa da hızını kolayca 48-50 km'ye çıkarabilir. Küçük yaratıklarla beslenmesine rağmen çok yer. Planktonu bol olan yerlerde dolaşır. Bu minik yaratıkların bolluğu ya da kıtlığı, balinaların faaliyetlerini etkiler. Temmuz ayında çiftleşir. Üç yaşında da üremeye başlar.

PERU SÜMSÜKKUŞU (Sula variegata)

Peru kıyılarındaki adalarda sürüler halinde yaşayan bu kuşun uzunluğu 65 cm'dir. Kanatlarını açtığında ise 1.50 m'i bulur. Çok iyi bir yüzücüdür ve genellikle balık, deniz kabukluları ile beslenir. Çok hızlı hareket ederek balığı denizden kapar. Dişi her keresinde 1-3 yumurta yapar. Kuluçka süresi yaklaşık 42 gündür. Anne ve baba yavrularını 17 hafta boyunca gagalarıyla getirdikleri yemle beslerler.

TASMANYA KARTALI (Aquila audax)

Tasmanya, Yeni Gine ve Avustralya'nın yakınlarındaki adalarda yaşayan bu yırtıcı kuşun kanatları açıkken uzunluğu 2,5 m'dir. Genellik çift yaşarlar ve dişi her keresinde bir yumurta yapar, Kuşları ve sürüngenleri avlayarak beslenir.

KANADA BAYKUŞU (Speotyto cunicularia)

Kanada’nın kuzeyindeki bölgelerde yaşayan bu baykuşun kanatları beyaz renktedir ve üzerinde küçük sarı lekeler vardır. Uzunluğu 23 cm'dir. Kanatlarını açtığında ise 55 cm'i bulur. Sonbahar aylarında biraz daha güneye iner. Dişi her keresinde 2-12 yumurta yapar. Kuluçkaya yatarlar. Bu baykuşlar genellikle geceleri avlanırlar. Böcek küçük kabuklular ve sineklerle beslenirler

BIYIKLI PENGUEN (Eudyptes chrysolophus)

Kerguelen Adası'nda yaşayan bu hayvanın ağırlığı yaklaşık 4 kg'dır. Genellikle çiftler halinde yaşarlar. Dişi penguen her keresinde 2 yumurta yapar. Yavrular yumurtadan 35 gün sonra çıkarlar. Bıyıklı penguenler genellikle balık ile beslenirler ve son derece barışçıl yaratıklardır.

ANTARKTİKA KURDU (Dusicyan australis)

Güney Amerika'nın en uç bölgelerinde Kutup'a doğru uzanan karla kaplı alanlarda yaşayan bu kurtların en önemli özelliği insandan korkup kaçmamalarıdır. Bu nedenle çok kolaylıkla avlanırlar. Sayıları son zamanlarda iyice azaldığından hayvanın avlanması yasaklanmıştır. Tavşan, kemirgen, kuş, sürüngen, böcek yiyerek beslenirler. Çiftleşme döneminde kendilerine eş bulan yalnız hayvanlardır. Yavrular 2-3 aylık hamilelik döneminin sonunda dünyaya gelirler.

DENİZ GERGEDANI (NARVAL) (Monodon monoceros)

Kuzey Buz Denizi'nde yaşayan bu memelinin erkeğinin uzunluğu 6 m, ağırlığı ise 1000 kg'dır. Deniz gergedanlarının bir dişi çok gelişmiş ve öne doğru bir kılıç gibi ilerlemiştir. Bunun uzunluğu yaklaşık 3 m'dir. Dişilerinin bu dişi yoktur. Küçük gruplar halinde yaşarlar ve 400 metre derinliğe kadar dalabilirler. Suyun altında 30 dakika kalabilen bu hayvanlar balık, kalamar deniz kabuklularıyla beslenirler. Dişi 14 aylık bir hamilelik dönemi sonunda 1 yavru doğurur ve tam bir yıl boyunca emzirir.

CALİFORNİA DENIZASLANI (Zalophus californianus)

Amerika'nın batı sahillerinde kayalar üzerinde yaşayan bu hayvanın erkeğinin uzunluğu 2,5 m, ağırlığı ise 300 kg'dır. Dişisi ise çok daha küçüktür Bu hayvanlar mükemmel birer yüzücüdür ve balık, kalamar avlayarak beslenirler. Üreme mevsiminde bir erkek denizaslanı genişçe bir kayanın üstüne çıkar ve burada egemenliğini ilan eder. Kendisine yaklaşık 30 dişiden oluşan bir harem kurar. Haziran ve temmuz aylarında dişiler bir tek yavru dünyaya getirirler. Yavruyu 8 ay boyunca emzirirler. Yavrular alçak sularda yüzmeyi öğrendikten sonra derinlere açılırlar.

AMSTERDAM ALBATROSU (Diomedea amsterdamensis)

Dünyada en az sayıda bulunan deniz kuşlarından bir tanesidir. Güney Hint Okyanusu'ndaki Amsterdam Adaları'nın merkez platolarında yaşar. Uzunluğu 1.10 m, ağırlığı 6 kg'dır. Kanat açıklığı 3 m’yi bulur. Bütün türleri tek yumurta yapar. Dişi de erkek de kuluçkaya oturur. Yaşadıkları adaların ekosistemleri tahrip edidiğinden sayıları azalma tadır. Anne baba, yavruyu sindirilmiş yiyecekleri kusmak suretiyle besler.

ADELİA PENGUENİ (Pygoscelis adeliae)

Antarktika’nın batı kıyılarında ve etrafındaki küçük adacıklarda yaşayan bu penguenin boyunun yüksekliği 70 cm, ağırlığı ise 5-6 kg'dır. Yüzlerce bireyden oluşan büyük koloniler halinde yaşarlar. Ekim ayının ortalarında karla kaplı olmayan kayalıkların arasında buldukları küçük mağaralara yuva yaparlar. Dişi penguen her keresinde yuvaya 2-3 yumurta bırakır. Çiftler ortaklaşa 34 gün kuluçkaya yatarlar. Adelia penguenleri kalamar, balık ve deniz kabuklularıyla beslenir.

KOMODO EJDERHASI (Varanus komodoensis)

Endonezya Adaları'nın sahillerinde yaşayan bu hayvanın boyunun uzunluğu yaklaşık 3 m, ağırlığı ise 140 kg'dır. Türünün yeryüzünde yaşayan en iri örneğidir. Öte yandan, cüssesine oranla uzun bir kuyruğa sahiptir. Gri renkteki bu hayvanın parmaklarında uzun ve güçlü tırnaklar bulunur. Genellikle memeli hayvanlara saldırır. Bu arada balık ve kuşlar da beslenme rejiminin bir parçasını oluşturur. Oldukça saldırgan bir sahiptir ve insan için tehlikelidir.

UZUN BURUNLU YUNUS (Tursiops truncatus)

Pasifik ve Atlantik Okyanusu'nda yaşayan bu yunusların uzunluğu yaklaşık 3 m'dir. Genellikle 20 bireylik gruplar halinde dolaşırlar. Esas olarak balık ile beslenirler. Çok hareketli ve oyuncu yunuslardır. Kendi aralarında garip sesler çıkararak haberleşirler. Dişi, yaz mevsiminin sonlarına doğru bir tek yavru doğurur ve onu bir yıl boyunca emzirir. Tüm diğer yunuslarda olduğu gibi, bu hayvanlar da tehlikeyi ve avı haber veren bir sonar sistemiyle donatılmışlardır.

KAHVERENGİ PELİKAN (Pelecanus occidentalis)

Amerika'nın California kıyılarında ve Peru'nun açıklarındaki adalarda yaşayan bu kuşun uzunluğu bir metredir. Kanatlarını açtığında ise 2.25 m. olur. Asıl besin maddesi denizden avladığı balıklardır. Genel olarak küçük gruplar halinde yaşarlar. Özellikle çiftleşme döneminde bu kolonilerdeki çiftlerin sayısı birkaç yüzü bulur. Dişi her keresinde 2-3 yumurta yapar ve yumurtadan çıktıktan sonra yavruları 1 ay boyunca balıkla besler.

http://www.zeynirpeytin.com/zp/2013/02/14/okyanuslarda-denizlerde-ve-kutuplarda-yasayan-hayvanlar/

Denizlerdeki Tehlike

Denizlerdeki Tehlike



ELEKTRİK BALIĞI (Torpedo Marmorata) Karadeniz dışında bütün denizlerde bulunan bu canlılar 2-3 kulaç sığlıklara kadar yaklaşırlar daire şeklinde yassı bir görünümleri olan bu balıklar köpek balığı familyasından gelir.İki yanında yer alan ve elektrot özelliği olan bu canlılar 45 ila 200 volt gerilimli bir statik elektrik üretirler enerji dolduğu renginin kızarmasından anlaşılan balıklar bir tehlike oluşturmasada çarptığı zaman şiddetli biçimde sarsar.

KUM TRAKONYASI (Trachinus Araneus )Kuma gömülü yaşarlar çok zehirlidir dikeni soktuğunda mutlaka en yakın sağlık kuruluşuna gidilmesi gerekir kişiye göre ölüm gibi ciddi sonuçlar doğurabilir.

LİPSOS (Scorpaena Scrofa ) 50-60 cm ulaşan boyları vardır lipsos balıkları sıcak ve ılık suları severler 1000 m ye kadar inen derinliklerde yaşarlar özellikle marmara ve ege de çok raslanan bir tür olup eti lezzetli olduğundan ekonomik değeri yüksektir ancak dikenleri kuvvetli miktarda zehir torbaları içerir dikeni batarsa diğer zehirli balıklar için alınan önlemler alınmalıdır.

MÜREN (Murenea Helena )Boyları 1,5 m'ye kadar uzayabilir yılana benzeyen bu canlıların göğüs yüzgeçleri yoktur.Çok kuvvetli çeneleri ve keskin dişleri vardır.Genellikle esmerdirler üzerlerinde sarı lekeler vardır.Mürenler sanıldığı gibi saldırgan değildir.Kendileri için bir tehdit oluşturmadığınız sürece saldırmazlar.Koku alma duyuları çok gelişmiş olan bu hayvanlar bir kere ısırdıklarında avını öldürünceye kadar çenelerini açmazlar.Oldukça derin ve çok geç kapanan bir yara açarlar.Zehirli değildirler ancak ağızlarındaki çeşitli bakteriler sebebi ile ısırdıkları yer ağır enfeksiyon oluşturur.(İltihaplanır) yara mutlaka iyice sabunla yıkanmalı ve en yakın sağlık kuruluşuna gidilmelidir.

RİNA (Dasyatis Pastinaca) Genellikle kuma gömülü olduklarından farkedilmeleri zor olabilir.Bunlar zehirli kıkırdaklılar gurubuna girer,iğneli vatoz, folya,çuçuna,trakonya gibi tehlike yaratan canlılardır.alınması gereken önlemler trakonya ile aynıdır ve mutlaka bir sağlık kurulışuna gidilmelidir.

TRAKONYA (Trachinus Draco) Bizim sularımızda sadece 3 türü bulunan bu canlıla birbirlerine çok benzerler göğüs ve sırt yüzgeçlerinin ön kısmındaki dikenlerinde çok etkin zehir içerirler boyları en fazla 35-40 cm ye kadar olan bu canlılar genelde kendilerini kuma gömerler üzerlerine basıldığında elle tutulduğunda dikenleri batar ve çok şiddetli bir ağrıyla birlikte yara şişer ve kızarmaya başlar.Çok ciddi tehlike yaratabilirler bulantı,kusma,kramp,şok ve hatta kalp durmasına yol açabilirler.Zehirin etkisini azaltabilmek için dayanılabildiği kadar sıcak suya sokulmalı alkhol ve buz ile pansuman yapılmalı ve vakit kaybetmeden en yakın sağlık kuruluşuna götürmelidir.

VATOZ (Raja Clavata)Canlı renkleri vardır.Kalkan balığını andıran bu canlıların kuyruğunda zehirli dikenleri vardır.Zehirli dikenin batması halinde çok şiddetli bir sancı oluşur.Çarpıntı,bulantı,terleme,karın ağrısına yol açar.Ölümcül olabilir ayrıca asla yenmemelidir eti de zehirlidir.Kazaya uğrayan kişi için uygulanıcak tedavi yine dikenin battığı yer iyice sabunla yıkandıktan sonra amonyakla temizlenmelidir.

İSKORPİT (Scorpaena Porcus)Boyları 20 cm'yi pek geçmeyen bu balıkların özellikle sırt yüzgeçleri zehirlidir.Dikenleri battığında dikenin battığı yerden çıkartılıp iyice sabunla yıkandıktan sonra amonyakla temizlenmesi gerekir.

İSKORPİTHANİSİ (Polyprion Americanus)İskorpit balıkları ülkemizde trakonyadan sonra en etkili zehire sahip balıklardır ve ülkemizde ekonomik değeri yüksek oldukça fazla tüketilen balıklardandır.Yüzgeçlerinin tamamı zehir içerir kayalık yerleri tercih ederler boyları 5-40 cm ye kadar değişebilir.Alınması gereken önlemler trakonya ile aynıdır.

BALON BALIĞI (Fufu)(Yenmesi Durumunda Zehirler)Sırtı koyu renkte olan balığın siyah,kahverengi üzerinde siyah veya koyu yeşil benekleri vardır.Karın kısmı beyazdır.Yan kısımlarındaki iki gümüş şeritten ismini alan bu balık denizde karşılaşılması durumunda zararsızdır ancak yenmeleri durumunda oldukça zehirli olan balon balıklarının eti tetrodoksin içerir kas felci ve nefes darlığı yaratabilirler dolaşım yetmezliği sonucu ölüme bile yol açabilen bu balıklara dokunmanız herhangi bir tehlike yaratmaz.

KÖPEK BALIKLARI : Denizlerdeki tehlikeli canlılardan söz edince ,hemen herkesin aklına gelen şey köpek balıklarıdır.Bu hayvanların abartıldığının aksine insanlar için tehlikeli olabilicek türünün sayısı sadece 4'tür.Bilindiğinin aksine denizlerde dalıcılar için tehdit oluşturan canlıların boyları çok daha küçüktür ve göz alıcı canlılardır.Daha çok tropik sularda bulunan bu canlıları tanımak ve korunmanın yollarını bilmek gerekir.Bazı küçük balıklar,çeşitli küçük kabuklular,deniz kestaneleri,deniz çiyanları v.b gibi.Denizde yaşıyan türlerden ancak onbinde biri dalıcılar için tehlike oluşturur.Bizim denizlerimiz ise tropik denizlere nazaran çok az sayıda zehirli sayılabilicek canlı barındırmaktadır.Bu sebeple dünyanın en güvenli denizleri diyebiliriz.Dalıcıların dalış güveniğini arttırmaları için bu canlıları tanımaları ve korunmanın yollarını bilmeleri gerekir.

DENİZ KESTANESİ : Deniz kestaneleri kayalık ve kumluk sularda dipte yaşayan canlılardır.Dikenleri olan bu canlıların yuvarlaktır.Uçları çok sivri dikenleri vardır dikenlerinin batması halinde kırılarak o bölgede kalırlar.Dikenler dikkatli bir şekilde çıkarıldıktan sonra alkhol veya kolanya ile iyice temizlenmelidir yoksa enfeksiyona (iltihaba)yol açabilir.

DENİZ ANASI : Deniz analarınin çok çeşitli türleri vardır bunların boyları,renkleri ve zehirleri yaşadıkları bölgeye göre değişir.Bu canlılar ölü olsalar dahi temas halinde zehirleri bulaşır.Dokundukları veya ısırdıkları bölgede kaşıntı kızarıklık hissedilir önce hafif olan bu semptom gittikçe artar kesinlikle kaşımamalı ve ovuşturulmamalıdır aksi halde zehirin yayılmasına sebep oluruz.Bütün zehirlenmelerde olduğu gibi kişide kana karışan zehirin miktarına bağlı olarak nefes darlığı,bulantı,kramp hatta kalp durması gibi ciddi sonuçlar doğurabilir.

DENİZ ÇİYANI :Bunlar halkalı solucanlar familyasındandır.En önemli özelliklerinden biri seta'larıdır,deniz çiyanlarının besin kaynakları arasında leşler vardır bu sebeple denizde ölmüş hiç bir canlıya dokunmamak gerekir bulundukları yeri terk etmiş dahi olsalar setaları genellikle orda kalır bu canlılara yada setalarına temas etmişseniz alınması gereken önlemler şunlardır. !
1* Gözle görülebilen bütün zehirli kılları temizlenmelidir
2*Deri fazla sürtünmeden ve ovalanmadan kurulanmalıdır bir saç kurutma makinesi veya rüzgar yardımıyla olmalıdır
3*Bir selobant yapıştırılarak kılların geri kalan kısmıda alınmalıdır
4*Tahriş olan bölge sirke, alkol veya amonyak uygulanarak teizlenmelidir acının hafiflemesine yardımcı olur
4*Eğer acı hafiflemez ise lokal melhemler kullanılabilir


http://saitelmas.com/v3/index.php?option=com_content&view=article&id=79:zehirli-balklar&catid=46:denizlerimizdeki-zehirli-canllardan-bazlar

Kıbrıs Barış Harekatının Gerçek Sebebi

 
Kıbrıs Barış Harekatının Gerçek Sebebi
 


Kapalı Maraş küllerinden doğar mı?

Kapalı Maraş küllerinden doğar mı?


Kıbrıs Barış Harekatı'nın 37. yıl dönümü sebebiyle önümüzdeki günlerde KKTC'ye gidecek olan Tayyip Erdoğan'ın Kapalı Maraş bölgesini ziyaret etmesi bekleniyor. Peki 37 yıldır âtıl durumda olan ve çürümeye terkedilen Kapalı Maraş'ın geleceği ne olacak?
 
Kapalı Maraş küllerinden doğar mı?
 
Askerler nizamiyede kimlik kontrolü yaparken, yolun karşısında tüm heybetiyle yer alan Maraş İkon Kilisesi dikkat çekiyor. Yol boyunca insanın içine işleyen, ürpertici bir ıssızlık hakim. Mermi delikleri ile bezeli çürümüş binalar, kapıları hâlâ açık ‘ünlü’ markaların dükkanları göze çarparken; birkaç dakikadır süregelen garip sessizliği, otelden bozma karakol önünde langırt oynayan Birleşmiş Milletler askerleri bozuyor.

1974 öncesi Akdeniz’in en ünlü tatil merkezlerinden biri olan, ancak Kıbrıs Barış Harekatı sonrası BM Güvenlik Konseyi’nin almış olduğu karar uyarınca yerleşime ve iskana kapatılan Kapalı Maraş, 37 yıldır misafirlerini ağırlayacağı günü bekliyor. Harekatın 37. yıldönümü sebebiyle KKTC’ye hareket edecek olan Başbakan Erdoğan’ın Kapalı Maraş’ı ziyaret edeceği ve bu sebepten dolayı bölgede yoğun bir temizlik ve bakım çalışmaları başlatıldığı iddiası bir süredir Kıbrıs basınını meşgul ediyor. Temizliğin “yangına karşı önlem” olduğunu belirten yetkililerin beyanatı, hem Kıbrıs Türk, hem de Rum basınını tatmin etmiş gözükmüyor.

Zira 43 yıldır devam eden ve zaman zaman kesintiye uğrayan Kıbrıs müzakereleri, geçtiğimiz hafta büyük bir dönemeçten geçti. Cenevre’de yapılan üçlü görüşmelerde, 2012 yılının başında Kıbrıs’ın birleşerek, iki kesimli, iki toplumlu federal bir devletin oluşturulması amaçlanıyor. Bilindiği üzere, 2004 yılında yapılan ve kamuoyunda Annan Planı olarak bilinen Birleşik Kıbrıs projesi, Rum halkının reddetmesi sonucu rafa kalkmıştı.

TOKİ formülü düşünülüyor
Çözüme bu kadar yakın olunan bir dönemde, garantör ülke Türkiye’nin Başbakanı tarafından yapılacak bir ziyaret haliyle büyük bir önem arz ediyor. Özellikle Türk yetkililerce sürekli ‘koz’ olarak alındığı vurgulanan ve belirli tavizler karşılığında geri verileceği söylenen Kapalı Maraş bölgesinin durumu da tartışmaları alevlendiriyor. Hal böyleyken Kapalı Maraş bölgesinde yaşanan bir takım gelişmeler de Kıbrıs halkları tarafından tedirginlikle karşılanıyor.

Rum basını, Erdoğan’ın Maraşlı Rumların BM Kontrolü altında olacak şeklinde şehirlerine geri dönmeleri çağrısında bulunarak iyi niyet gösterisinde bulunacağını iddia etse de, Kıbrıslı Türk muhaliflerde, Maraş’ın diğer kamu kuruluşları gibi özelleştirilebileceği düşüncesi hakim. Geçtiğimiz yıl Kapalı Maraş’ın TOKİ benzeri bir emlak idaresine verilerek ihya edilmesi gündeme gelmiş, ancak bu fikir Birleşmiş Milletler yetkilileri tarafından memnuniyetle karşılanmasına rağmen, tasarı Rumlar tarafından beğenilmemişti. Geçtiğimiz hafta da bölgedeki temizlik faaliyetlerinin artması bu düşüncelerin ayyuka çıkmasına sebep olmuş. Çünkü son günlerde, uzun zamandır faaliyet gösteren eğitim kurumları başta olmak üzere Kuzey Kıbrıs’a ait bir çok kamu kuruluşunun özelleştirilmesi Kıbrıs Türk halkının tepkisini çekmekte ve satılan kuruluşların tartışmalı ihalelerle Türkiye’den gelen sermayedarlara devredilmesi kamuyounda büyük bir infial yaratmakta. Durum böyleyken, Kapalı Maraş hususunda atılacak her adım iki taraftan da tepki ve tedirginlikle karşılanıyor, devam eden süreç sebebiyle Kapalı Maraş’ın cezası uzadıkça uzuyor.

Bir zamanlar Akdeniz’in Las Vegas’ı olarak anılan ve dünyanın her yerinden turist çeken Kapalı Maraş, Rumca ismiyle Varosha, günümüzde çürümeye terkedilmiş bir bölge. Gazimağusa şehrinin güneyinde yer alan bu bölgeye sadece askeri personel ve askeri tesisin yanında bulunan kız yurdu öğrencileri girebiliyor. Onun dışında ziyarete tamemen kapalı olan bu ilgi çekici yerde bir çok yasak söz konusu.

Kapalı Maraş bölgesi ayrı bir dünyanın olduğu bir yer ve bu ayrı dünyada farklı hukuk kuralları geçerli. Öncelikle içeride bulunana askeri tesise araç dışı ulaşım kesinlikle yasak. Bunun yanında bölgede yürümek, araçtan inmek, seyir esnasında aracı yavaşlatmak ve metruk binaların fotoğrafını çekmek de yasak. Araç içerisinden gizli gizli fotoğraf çekmeniz halinde, nereden gözlediği belli olmayan askerler nizamiye çıkışında sizi durdurarak, “askeri yasak bölgede fotoğraf çekildiği ve çekilen fotoğrafların silinmesi gerektiği” uyarısında bulunuyor.

Rezervasyonlar 2000’e dek dolu
Onun dışında, içeride bulunan terk edilmiş dükkanlar bir zamanların ihtişamını ve lüksünü gözler önüne seriyor. Yol boyunca, o zamanlar Türkiye’de bile bulunmayan otomobil markalarının galerileri, eğlence mekanları, lüks restoranlar ve kampanyaları halen tabelalarında asılı bulunan turizm acentaları yer alıyor. Ancak en ilgi çekici olanı ise 37 senedir tek bir çivi bile çakılmamış olmasına rağmen, tüm heybetiyle Akdeniz’e doğru uzanan Golden Sand oteli. 1970’lerde dünyanın en lüks otellerinden biri sayılan Golden Sand, sadece ‘belirli’ bir kesime hizmet vermekteymiş. Yetkililer tarafından 2000’li yıllara kadar rezervasyon defterinini dolu olduğu belirtilen bu otelin plajındaki ince kumun bile Sahra Çölü’nden taşınarak getirildiği söyleniyor.

Sorun çözülüyor mu?
Ancak son günlerde devam eden Kıbrıs görüşmeleri ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne intikal eden bir çok mülkiyet davası Kapalı Maraş’ın makus talihini değiştirecek yönde adımlar atılmasına sebep olabileceği bekleniyor.
Doğu Akdeniz Üniversitesi öğretim üyesi Doç. Dr. Ahmet Sözen’e göre Kapalı Maraş konusunda taraflar karşılıklı adımlar atarak çözüm sürecini hızlandırabilir. İhtimaller dahilinde Maraş’ın Birleşmiş Milletler denetiminde açılması da söz konusu. Ancak, Türk tarafı da bu durum karşılığında bir takım tavizler bekliyor. Özellikle Ercan Havaalanı ve Gazimağusa limanının direkt seferlere açılması, Kıbrıs Türk tarafının beklediği en büyük iki taviz.
Çünkü Kıbrıs sorununun kilidini mülkiyet sorunu oluşturuyor ve mülkiyet meselesi tatmin edici bir şekilde halledilmeden, kapsamlı bir çözüme ulaşılması mümkün gözükmüyor. Mülkiyet sorununun da göbeğinde Kapalı Maraş bölgesinin belirsiz durumu yer alıyor. Kıbrıs sorununun en önemli ve en tartışmalı öğesi olan mülkiyet meselesi, KKTC yetkilileri tarafından kurulan Taşınmaz Mal Komisyonunun vermiş olduğu kararlarca çözümleniyor.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin de ‘yasal ve geçerli’ bir kuruluş olarak tanıdığı TMK, bugüne kadar birçok mülkiyet meselesini iade, tazminat veya takas yoluyla halletti. Ancak bu komisyonunun yetki sınırları içerisinde Kapalı Maraş bölgesi bulunmuyor. Dolayısıyla 1974 öncesi Kapalı Maraş’da mülkü olan ve 37 yıldır bu hakkı kullanamayan birçok Rum, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde Türkiye aleyhinde başvuruda bulundu.
Başvurulardan en ilgi çekeni ise neredeyse Kapalı Maraş’ın her mahallesinde bir oteli bulunan Andreas Lordos’un yapacağı başvuru. Zira Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Türkiye’yi “mülkiyet hakkını ihlal” ettiği gerekçesi ile haksız bulursa, Türkiye milyarlarca dolar tazminat ödemek zorunda kalabilecek. Lordos’un sadece ‘kullanım hakkı’ için talep ettiği miktar 114 milyon euro .

Türkiye, hem hukuki hem de siyasi olarak köşeye sıkışırken; AİHM’nin olası kararı ve AB dönem başkanlığı Kıbrıs Rum Kesimi’ne geçmesi yaklaşırken; Kıbrıs sorununda bir an evvel çözülmesi gereken en önemli meselelerden biri olarak Kapalı Maraş’ın terk edilmişliği önde geliyor.
Binlerce insanın acılarına sahne olmuş bu topraklarda, Kapalı Maraş bütün ihtişamıyla Akdeniz’e doğru uzansa da, terk edilerek çürümeye bırakılmış olması insanın içini acıtıyor.

İçeride bir de kız yurdu var
Kapalı Maraş bölgesinin içindeki askeri tesisin yanında bir kız öğrenci yurdu bulunuyor. Yaklaşık 150 öğrencinin ikamet ettiği bu yurtta kalan öğrencilerden biri olan Nur Tokur, iki farklı duygunun bir arada yaşandığını ifade ediyor: “Yaya olarak ulaşmanın yasak olması sebebiyle giriş çıkışlar ancak arabayla yapılıyor. Bu yüzden içeri girmek için araç beklemek zorundayız. Araç gelmediği takdirde ne içeri girebiliyoruz, ne de dışarı çıkabiliyoruz. Bunun dışında, bir zamanlar içinde insanların bulunduğu, herkesin lüks içinde yaşadığı bu binaların çürümeye terk edilmesi oldukça üzücü.”

Maraş neden kapalı?
İkinci Kıbrıs Barış Harekatı sırasında Maraş, pazarlık masasında koz olarak kullanılmak ve sonraları geri verilmek üzere alınmıştı. Hatta, 1975 yılında taraflar arasında imzalanan ve bugünkü Kıbrıs görüşmelerinin temelini oluşturan Doruk Antlaşmaları’nda, Maraş’la ilgili özel bir madde bulunuyordu. Buna göre, bölgeyle ilgili bir anlaşmaya varılması halinde, tam kapsamlı bir çözüm beklenmeden Maraş açılacaktı. Ancak devam eden görüşmelerde iki taraf da Maraş hususunda bir anlaşma sağlayamadı.

1983’e kadar devam eden belirsizlik ve kesintiye uğrayan görüşmeler, KKTC’nin ilan edilmesiyle birlikte başka bir boyut kazandı. BM Güvenlik Konseyi, çıkarmış olduğu kararla önce KKTC’nin ilanını geçersiz saydı. Bu karardan yaklaşık 6 ay sonra, Maraş bölgesine Doğu Akdeniz Üniversitesi öğrencilerinin yerleştirilmesi planlanırken, Güvenlik Konseyi çıkarmış olduğu ikinci bir kararla, Maraş bölgesine yasal sahipleri haricinde hiç kimsenin yerleşemeyeceği ilan edildi.

http://www.radikal.com.tr/yasam/kapali_maras_kullerinden_dogar_mi-1056674

KKTC'deki Maraş Bölgesi..

KKTC'deki Maraş Bölgesi..

Yıllar öncesiydi. O dönemde bir gariplik vardı. Biz o dönemde ancak pasaportla gidebiliyorduk.(şimdi nufüs cüzdanı ile gidilebiliyor)

Yıllar öncesiydi..O dönemde bir gariplik vardı. Biz o dönemde ancak pasaportla gidebiliyorduk.(şimdi nüfus cüzdanı ile gidilebiliyor) Kıbrıslı Türkler üzerinde.. oturdukları evlerde onarım bile yapamıyorlardı, her an ellerinden alınabilecek kaygısını taşıyorlardı. O zamandı işte Kıbrıs’ta Kapalı Maraş bölgesini kaçak olarak gezebilmiştim. Fotoğraf çekmek yasaktı ama gizlice çekmiştik birkaç resim elde edebilmiştim o kadar.

Arkadaşımın daveti üzerine 1992 yılının şubat ayında Kuzey Kıbrıs Türk Kesimine gittim..Hem de pasaportumla Taşucu’ndan Fatih Feribotu’na bindim. Aşırı bir deniz var, hatta Gökçeada feribotu fırtına nedeniyle seferini iptal etti ama diğeri Fatih Feribotu’nda 40 ton beton varmış ve batmazmış dediler öylesine çıktık yola tam gece yarısıydı. Limandan kalkarken Televizyon çalışıyordu, yarım saatlik yol almıştık ki önce televizyon çekmez oldu ardından da elektrikler kesildi. Yolcular arasında bayanlar ve çocuklar ağırlıktaydı. Dalgalar öylesine vuruyordu ki, Feribot’un yolcu kabinlerine su doluyordu.
Herkeste büyük korku ve panik vardı. Ben de ilk kez deniz seyahatindeyim ama soğukkanlı olmaya çalışıyorum. Pulman koltuklardaydık ama yolcular koltuk sayısının iki katı kadardı. Çoluk çocuk yerlerde yatıyor biri bir yandan diğeri öbür yandan artık deniz fena halde tutmuş ve istifra edenlerin sayısı belirsizdi. Zaten göz gözü görmüyordu. Zifiri karanlıkta sadece puğha puğha diye iç çekişler ve istifralar, insanı üzüyor ama kimsenin elinden bir şey gelmiyordu.

Tam sekiz saat sürüyordu yolculuk. Aslında hızlı feribotlarda vardı Mersin limanından ama ben onları kaçırmıştım. Bir türlü sabah olmuyordu. Artık kusmuklar kuruyor ve onların kokusundan bir çok insanda etkileniyor ve onlarda istifralara başlıyordu. Battık batacağız gibi beşikten farksız bir sallantının içindeydik. Feribot, aşırı dalgalar yüzünden bir kalkıp bir iniyor yüreğimiz ağzımıza geliyordu. Hatta bir ara motorlar bile durmuştu.

Feribottakilerin çoğunluğu ki bende onlar arasındaydım, karayı göremeyecek ve denizde kaybolup gidecektik kanısına kapılmıştık bile.Sabah saat sekiz olunca kara gözüktü ve o fırtına dindi. Deniz yüzeyi bir çarşafa büründü sanki geceki hali için özür diler gibiydi. Biz Girne limanına ayak bastığımızda limanda betonu öptük, şükrettik. Hemen birer sadece nescafe içtik ama benim dudağım uçukladı bile.

Girne’den dolmuşa binip Lefkoşa’ya geçtim. O günü orada konakladım. Terminalden şehir merkezine giderken önümde yürüyen iki kişinin sohbetine istemeden kulak verdim. Biri diğerine diyor ki, “burası açık cezaevi gibidir”. Sonra bende düşündüm gerçekten öyle geldi bana da o anda Kıbrıs’a neden geldiğimi sordum kendime, söz de memleketime o yıl çok kar yağmıştı ve bende kardan kurtulup biraz ısınırım düşüncesiyle Kıbrıs’a gitmiştim. Daha şehir merkezine yeni adım attım ki bir THY’nin satış bürosunu gördüm ve doğruca oraya girip, dönüş biletimi alayım istedim. Kıbrıs’ta ne kadar kalacağımı değil hemen dönüşümü garantileyeyim dedim. Girdim ofise, güzel bir Kıbrıs kızı.. Ne kadar tatlı Türkçe konuşuyor biraz da lehçe farklılığı dikkatimi çekti.

O genç kıza bilet sordum, “Salı günü sabah 05.30” dedi. Daha erken yok mu dedim, “hayir ama yok ve bulamazsınız” dedi.Ben Perşembe günü inmiştim Kıbrıs’a ve Salı gününe kadar yer yoktu bu bile sıktıydı canımı ama çaresizdim. O zaman bana hemen bir yer verin dedim ve biletimi aldım. Sonra biraz daha sohbet edeyim diye kızcağıza, “sizinle biraz daha konuşmak isterim bana bir kahve ısmarlar mısınız” dedim. “Tabii, neden olmasın, hemen söyleyeyim” dedi ve kahve söyledi yarım saat kadar sohbet ettik ama ben onda biraz da Kıbrıs’ta Türkleri öğrenmek istedim tabi. Öyle ya Pasaportla geldiğim bir yer olduğuna göre bizden farklılıkları olmalıydı ve ben sağdan soldan bir şeyler öğrenmek istedim. Mesela orada Kıbrıs’taki kara taşıtlarında ilk kez direksiyonun sağda olduğunu öğrendim. Oysa dolmuşta dikkatimi çekmemişti.

Sonra teşekkür edip ayrıldım kızcağızın yanından, biraz ilerde iki askerimize rastladım. Bunlar Türk askeriydi. Çarşı izinin delerdi. Türkiye’den olduğumu anlamışlar onlar sokuldu yanıma sonra bir müzeye götürdüler beni. Hatıra Fotoğrafı çekildik birlikte, sonra onlar birliklerine döndü ben de çarşıyı dolaştım. Sonra da Gazimagosa’ya hareket ettim. Arkadaşım aslında Mersin’den Kıbrıs’a göç etmiş biriydi.3 kardeşi vardı. Bir tanesi İngiltere’de çalışıyordu, diğeri okuyordu. Kendisi de Trabzon’da KTÜ’den mezundu zaten Trabzon’dan onun öğrenciliğinden tanışıyorduk.
O dönemde cep telefonları falan yoktu, yerleşik telefondan telefon edip haberleştik ve arkadaşımla buluştuk. Evlerine gittik. Güzel ama Rumlardan kalma bir taş binaydı fakat bakımsızdı. Pencereleri bile eğretiydi, camları kırık bir odada kaldım. Gece bir fırtına bir soğuk,üşüdüm de aslında. Sabah erkenden kalktık, kahvaltıdan sonra önce beşparmak dağlarına çıktık. Orada kar vardı. Kıbrıslılar kar topu oynuyordu ama ben hiç fotoğraf çekmedim. Ben zaten kardan kaçmıştım, nerden çıktı bu dedim ve elim makinaya gitmedi bile.

Biz birkaç fotoğraf çekildik o kadar. Sonra Trabzon’un Çaykara ilçesine bağlı Uzuntarla köyü’nden Kıbrıs’a göç etmiş ailelerin barındırıldığı bir sahil köyüne indik. Girne tarafındaydı. Orada vatandaşlarla sohbet ettik. Hatta tam köy girişinde bir bayan elinde baltayla odun ediyor. “neden sen eşiniz nerde” diye sordum. “o kahvededir maç izliyor” dedi. Gittim köy kahvesine o eşini buldum ve “yav el insaf, taaa Çaykara’dan Kıbrıs’a gelmişsin ama hala yengeye odun kırdırıyorsun, sen neden yapmıyorsun” diye de sitem ettiydim. “Aynı kafa hiç değişmemiş..” dedim yanımdaki arkadaşıma.. Hep kadınlar ağır işleri yapar bizim memlekette, bu da cehaletten ileri geliyor ama burada da hala sürüyor demek. Üzüldüydüm doğrusu.

Sonra onlarla sohbet ettik. Anlattıkları 17 yıldan beri oturdukları evlerin kendilerine mal edilmediği, her an evlerin ellerinden alınabileceği korkusu ve bu yüzden de evlerde bir ufak onarım bile yapamadıklarıydı. Evet, evler onlara tahsis edilmişti ama vatandaş olup olmadıkları konusunda bile net bilgileri yoktu. Kaygılıydılar hep, aynı şüphe vardı içlerinde. “ne olacak halimiz” diye sorup duruyorlardı. Hangi partiyi desteklesek ve sonunda ne olur diye bize soruyorlardı. Onları anlayamıyordum başlangıçta, nedir anlatmak istedikleri.. Neden gelmişlerdi buraya, o yeşillikleri onlara terk ettirip buralara gelmelerine yol açan şartlar burada daha da vahim hallere düşürmüştü onları. İş yoktu, aş ise eh işte. Onlar yine kahvehaneleri doldurmuş oyun oynuyor kimileri de televizyon seyrediyorlardı o da tek kanaldı.

Buruk ayrıldık o köyden sonra Gazi Magosa’ya geldik. Özgürlük anıtı önünde resim çekildik sonra pastane derken bir gece kulübüne gidip eğlendik. Sabah olunca Kıbrıs’taki arkadaşımın bir yüzbaşı arkadaşı varmış, onun nöbetini bekleyip Barış Harekatı’ndan sonra Kapalı bölge olan Maraş’a gidecektik. Nihayet o yüzbaşıyla birlikte sınıra dayandık. Kapıda önce Mücahitlerin nöbet kapısını geçtik. ( Kuzey Kıbrıs Türk Kesimi askerleri) Ardından bizim Mehmetçiklerimizin nöbet tuttuğu kısma geldik. Buradan da izin alıp ilerledik bu kez de Birleşmiş Milletler askerlerinin nöbet tuttuğu sınıra geldik o yüzbaşı onlarla bir şeyler konuştu ve izni aldı bizde kapalı Maraş bölgesine ulaştık.
Ölü bir şehir.. Yüksek katlı oteller ve binalar yıllardır bomboş bekliyor. Bir ölü şehir görünümünde olan bu yer aslında Kıbrıs’ın en önemli turizm mekanı.Müthiş zenginlik var yapılarda ama hepsi talan edilmiş durumda tabi. Yağmacılar, her tarafı talan etmişler. Bankalardan tutun taa otellere kadar insan gerçekten bu manzara karşısında “bu nasıl olur” diyebiliyor, hayretler içerisinde kalabiliyor. Onca yol geldik ama bir kare bile Fotoğraf çekemedik. O bize eşlik eden yüzbaşı arkadaş aracın yanında kaldı ve biz araçsız sahile vardık orada birkaç kare fotoğraf alabildik, sonra geri döndük ama Fotoğraf çektiğimizi bizi götüren yüzbaşı arkadaşa da söylemedik. Gerçekten bir askeri sessizlik var etrafta kuş uçmuyor ve sadece “yasak” deniliyor her şeye.. sesli konuşmak bile çünkü orası evet insansız kalmış bir ara bölge.. Kapalı Maraş dedikleri yer orası ama güzel bir sahil ve sessiz ölü bir şehir enkazı..

Geriye dönerken geçtiğimiz narenciye bahçelerinin kurumuş ağaçları sanki bize isyan eder gibiydi. Onca arazide kurumaya yüz tutmuş çoğu, ne budanmış ne de boy atmış bir ölü şehir çevresi meyvelik..Zaten onları görünce insanın varlığının tabiata can verdiğine de inandım ya..işte orada o can yoktu, her yanda bir cansızlık ve bir gariplik vardı. Yıkılmış bir kilise harabesi bile aynı şeyi söylüyordu sanki, “yeter insansız kaldığımız” der gibiydi. Ya da ben öyle algıladım..

Günlerden pazardı sanırım ve bir kalabalık kahveye uğradık. Orada Milletvekilleri vardı ve tombala oynanıyordu. Belki yüz kadar genç yaşlı erkek vardı kahvede ve hepsi de pür dikkat milletvekilinin tombala için okuduğu rakamları dinliyor ve rakamları arıyorlardı kağıtlarında. Sonra birisi aralarından “tombala” diye bağırıyor ve ikramiyenin sahibi oluyordu. Tombalanın yabancısı değildim ama orada gördüğüm manzara bizdekine hiç benzemiyordu orada sanki kolektif bir tombalacılık vardı hem de bunun öncüleri milletvekilleriydi.

Gazimağosa’dan ayrılıp Lefkoşa’ya geldim. Burada cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ın köşkünü, yabancılar pazarı (belediye çarşısı) nı gezdim. Ufacık bir şehir ve kara parçası, iki adımda şehri geziyorsun zaten. Sonra Karayollarının oradaki şantiyesi ve yapılan çalışmalar. Bir kısım Kıbrıslı ile konuşuyorsun orada farklı konular anlatılıyor. Mesela “karasakal” dediler, takıldım neydi diye..
Meğer Kıbrıs’ta üç sınıf vatandaş varmış bunlardan birinci sınıf olanlar 1974 barış harekatı sırasında Kuzey Kıbrıs Türk Kesimi’nde oturanlarmış, ikinci sınıf vatandaşlarsa yine Barış Harekatı sırasında Güney Kıbrıs Rum Kesimi’nde olup, Kuzey’e geçenler, üçüncü sınıf vatandaşlarsa Türkiye’den Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne yerleştirilen vatandaşlar. İşte bu “karasakal” dedikleri de bizim Türkiye’den Kıbrıs’a yerleştirilen vatandaşların genel adıymış. Bu tanımlama doğrusu ağırıma gitti.

Elbette bu “karasakal” nitelemesi oldukça yaygındı ve bizim vatandaşlarımız orada üçüncü sınıf muamelesi görüyorlardı ama geri dönemedikleri için de buna katlanıyorlardı.

Biz Beşparmak dağlarından dönerken karda kartopu oynayan aileler gördüydük ama onlara dedim ya fotoğraf çekmek bile istemedim. Çünkü kar bıkkınlığı ile Türkiye’den Kıbrıs’a gitmiştim ama aklıma o anda gelmedi doğrusu. Meğer kar ne kadar önemliymiş orada benim haberim yoktu. Sabahleyin Kıbrıs Gazetelerine baktığımda olayın farkına vardım ama iş işten geçmişti. Oradaki Gazetelerin manşetleri “Kıbrıs’a 42 yıl üzerine ilk kar yağdı” şeklindeydi. Ben de o dönemde Hürriyet Muhabiriydim ama zaten Kıbrıs’ın muhabiri var olduğundan önemsememiştim doğrusu ama meğer orada bu tarihi bir olaymış. Sonra bir kare Fotoğraf çekmeyişime çok üzüldüm ama olan olmuştu kar zaten erimişti.. Salı sabahı Ercan Havalimanından İstanbul’a doğru uçarken, bir daha Kıbrıs’a gitmemeye de karar vermiştim. Kıbrıs meğer gerçekten bir açık ceza eviymiş bunu teyid ettim.
Şimdi aynı kıbrıs’ta işte bu kapalı Maraş Bölgesi üzerinde tartışmalar yoğunlaşıyor.. O kısmı da
Prof.Dr.Ata Atun’un 4 Aralık 2005’te “haberbank”taki “BY BY AB!” başlıklı yazısından öğrenelim;
“26 Nisan 2004’te Kıbrıslı Türklerin izolasyondan kurtulması için verdiği sözü, Rumların engellemesi yüzünden bir türlü hayata geçiremeyen AB, sonunda pes etti.
AB Dönem Başkanı İngiltere’de artık gelişmelerden yaka silkmiş durumda.
Mali Yardım Tüzüğü ve Doğrudan Ticaret Tüzüğü işlerlik kazanacak ama ne pahasına.
AB’deki son gelişmelere göre, KKTC’ye Doğrudan Ticaretin başlaması için önce Mali yardım Tüzüğü, Doğrudan Ticaret Tüzüğünden ayrılacak sonra Tüzüklerin işlerlik kazanması karşılığı Maraş taviz olarak istenecek ve mülk değişimi konusunda mutabakat sağlanacak
Rumların sürekli işi yokuşa sürmeleri, AB Dönem başkanı İngiltere’yi de iyice sıkıntıya soktu. İngiltere işi üstünden atmak ve deklarasyonun daha tarafsız ve baskıdan uzak hazırlanması düşüncesi ile bu işi AB Komisyonu’na havale etti.
Komisyon çalışmalarının başında, Rumlar tüzüklerin birbirinden ayrılması karşılığı, Mali Yardım Tüzüğüne onay verebileceklerini belirttiler. Daha sonra tüzükler birbirinden ayrıldı. Tüzüklerin birbirinden ayrılması garantilenince Rumlar bu sefer Mali yardım tüzüğünün serbest bırakılması için Maraş’ın iade edilmesi şartını öne sürdüler. Bu şarta komisyonun diğer üyeleri yüksek sesle itiraz edince, Maraş şartını geri çektiler ama yerine de Yeşil Hat Ticaret Tüzüğü ile ilgili bir deklarasyon yayınlanmasını istediler. Deklarasyon şartını AB Komisyonuna kabul ettiren Rumlar, bu sefer deklarasyonun içine özellikle Maraş’ın ve Kuzeydeki Rum Mallarının iadesini de koydurttular.
Yani ne istedilerse, şöyle veya böyle yaptırdılar. Ha işin başında Maraş şartını koydurmuş oldular ha da sonunda. Hiç fark etmedi aslında. Maraş şartı gene koşul olarak kararın içinde yer aldı.
Komisyonu’nun hazırladığı bu deklarasyon sanki AB Komisyonu tarafından değil Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti tarafından hazırlamış görüntüsü içinde. Altında bir tek Papadopulos’un imzası eksik sadece.
AB Komisyonunda varılan bu uzlaşı sonucu ortaya çıkan deklarasyon, Komisyonu'nun yeni bir önerisi olarak AB Daimi Temsilciler Komitesine (COREPER) sunulacak. COREPER’de onaylandıktan sonra AB Dışişleri Bakanlarının onayına sunulacak. Onaydan sonra da resmiyet kazanacak.
Söz konusu deklarasyon tek taraflı ve Kuzey Kıbrıs için hiç bir bağlayıcılığı yok. Ancak bu deklarasyon, AB’yi hukuken bağlıyor. İleride AB üyesi bir ülke, mesela Rumlar, bu deklarasyonu öne sürerek bu alanda istediğini yaptırmak hakkına sahip olacak.
Bu koşullar altında, Mali yardım Tüzüğünün, Doğrudan Ticaret Tüzüğünün veya diğer adı ile ambargoların kaldırılması Tüzüğünün ve Yeşil Hat Tüzüğünün, Kıbrıs'ta genel bir çözüm olmadan işlerlik kazanması kocaman bir hayalden öteye değil.
Buradaki gözle görülmeyen tehlike, bu deklarasyonun içeriği ile ilgili olarak Kıbrıs’lı Rumlar ve Türkler arasında ileride bir anlaşmazlık olması durumunda, AB Adalet Divanına çözüm için başvurulduğunda, bu deklarasyonun KKTC halkı için de bağlayıcı hale geleceğidir.
Bu koşullar iyice değerlendirildiği vakit, Kıbrıs’lı Türklerin;
a- Bu deklarasyonu reddetmesi,
b- Mali Yardımdan vazgeçmesi,
c- Ambargoların kaldırılacağından ümidi kesmesi,
ve “AB’ye BY BY” demesi gerekmektedir.
Artık Kıbrıs konusunun bir krizin içine sürüklendiği ve bu krizin de giderek geri dönülemez bir çıkmaza dönüştüğü kesin. Bunun da sonu “AYRILIK”.