27 Şubat 2015 Cuma

Seyahat Rotanıza Eklemeniz Gereken 10 Gizemli Yer

Seyahat Rotanıza Eklemeniz Gereken 10 Gizemli Yer

       

AdTech Ad
Dünyanın keşfedilmemiş yerlerini tanıttığımız listelerin yoğun ilgi görmesi üzerine bu yoldan devam etmeye ve rotalarımızı daha da çeşitlendirmeye karar verdik. Okyanusun derinliklerinden yerin yüzlerce metre altındaki mağaralara, bu 10 garip lokasyonu gördükten sonra bavulunuzu hazırlamaya başlayacaksınız!
Maunsell Army Forts, Kent – İngiltere
Kent sahilindeki 2.Dünya Savaşı deniz kaleleri
2. Dünya Savaşı'ndan kalma deniz kaleleri© Getty Images/Flickr RM

İkinci Dünya Savaşı’ndan kalan ve artık bir harabe görünümünde olan askeri yapıları, açık havalarda Kent sahilinden görmek hala mümkün. Ama daha iyi görebilmek için bir bot kiralanabilir. 60’lı ve 70’li yıllarda korsan radyo istasyonu olarak da kullanılan harabeler bir zamanlar, anakaradan bağımsız olduğunu iddia eden “Principality of Sealand” adlı korsan bir ülkeye ev sahipliği bile yapmış.
Fly Ranch Gayzerleri, Nevada – ABD
Fly Ranch Gayzeri, Nevada - ABD
İnsan yapımı, renkli gayzer© Getty Images

Her ne kadar doğal bir oluşum gibi gözükse de, Fly Ranch insan yapısı olarak tanımlanabilecek bir gayzer. Uygunsuz konumda açıldığı tespit edilen bir petrol kuyusunun mühürlenmesiyle meydana gelen oluşum, yeraltındaki minerallerin etkisiyle zaman içerisinde çılgın renklere bürünerek bir tepecik halini aldı. Tepecik diyoruz çünkü şu anda boyu iki metreden biraz az, fakat büyümeye devam ediyor.
Reed Flute Cave, Guangxi – Çin
Kamış Flüt Mağarası'nda bulunan Kristal Saray - Çin
Mağaranın bin yıllık bir geçmişi olduğu söyleniyor© Getty Images/Imagemore

Çin’in güneydoğu bölgesinde yeryüzeyin metrelerce altında gömülü bir doğal hazine var: "Kamış Flüt Mağarası". Mağaraya ismini veren kamışlar içerideki sarkıtlardan değil, mağaranın hemen dışında yer alan gerçek kamışlardan geliyor. Son yıllarda turistlerin uğrak mekanı haline gelen mağaranın yaklaşık bin yıllık bir geçmişi olduğu söyleniyor. İçerideki ışığın kaynağını merak edenler için hemen söyleyelim, maalesef o ışık yapay.
Katmai Dağı’ndaki krater gölü, Alaska – ABD
Katmai Ulusal Parkı'ndaki krater gölü - Alaska, ABD
Katmai Ulusal Parkı'ndaki krater gölü© Getty Images/Gallo Images

Yaklaşık 2.000 metre yüksekliği olan Katmai Dağı için Alaska’nın çatısı diyemeyiz ama deliği olduğunu galiba söyleyebiliriz. İçi suyla dolu olan bu büyük çukur, bir krater gölü ve bölgede daha başka benzerleri de var. Peki onu eşsiz kılan şey ne? Dağ, 2.000 metre yüksekte ama gölün tabanı 760 metre daha aşağıda yer alıyor. Uyarı: Derinliği 300 metre olan göle dalış giysisi ile bile dalmak oldukça tehlikeli.
USS Kittiwake gemi batığı, Cayman Adaları
U.S.S. Kittiwake batığı, Cayman Adaları
U.S.S. Kittiwake© Predrag Vuckovic

1945 yılında inşa edilen USS Kittiwake, yaklaşık 50 yıl boyunca bir denizaltı kurtarma gemisi olarak hizmet verdi ama artık kendisi bir “denizaltı” oldu. Cayman Adaları’nda, okyanus tabanında uzanan 75 metre uzunluğundaki batık, artık yapay bir resif görevi görüyor ve dünyanın en iyi SCUBA dalış mekanları arasında gösteriliyor.
Vila Franca do Campo, Azor Takımadaları
Orlando Duque Azorlar'da uçuşa geçiyor - Portekiz
Orlando Duque Azorlar'da uçuşa geçiyor© Paulo Calisto/Red Bull Content Pool

Portekiz’e bağlı Azor Takımadaları volkanik kayalardan oluşuyor ve Atlantik Okyanusu'nun ortasında yer alıyor. Kayıp Atlantis hikayesiyle de anılan Azorlar, katılımcıların 30 metre yüksekteki kayalardan denize atlandığı Red Bull Cliff Diving etkinliğine de ev sahipliği yapmıştı. Adalar, volkanik yapıları nedeniyle birçok şarap bağını ve aynı zamanda bazı askeri üsleri barındırıyor.
Ditznup Cenote, Yukatan Yarımadası – Meksika
Chichen Itza yakınlarındaki Dzitnup obruğu, Meksika
Chichen Itza yakınlarındaki Dzitnup obruğu© Getty Images/Lonely Planet Images

Obruk, suyun toprağın altında zaman içinde oyduğu dev çukurlara verilen ad. Meksika’nın Yukatan Yarımadası, zengin yeraltı nehir ağı sayesinde yaklaşık 3.000 obruğa ev sahipliği yapıyor. Dzitnup bu obrukların en ünlü olanlarından ve diğer 3.000 kardeşi gibi o da yerel halk tarafından doğal havuz olarak kullanılıyor.
Petra antik kenti, Ürdün
Petra Antik Kenti - Ürdün
Petra Antik Kenti© Getty Images/Moment RM

Petra antik kentini çoğunuz filmlerden ve belgesellerden hatırlayacaksınız ama bu görüntüsüne ilk defa şahit olduğunuza eminiz. Günbatımında, zemine yayılmış mumlarla aydınlatılan bu antik yapıyı görünce hemen bavulunuzu hazırlamak gelmedi mi içinizden?
Shilin Taş Ormanı, Çin
Çin'deki Taş Orman ve gözlem kulesi
Çin'deki Taş Orman ve gözlem kulesi© Getty Images

Taş Ormanı ile ilgili bir sürü efsane ("aslında onlar taş kesilmiş ağaçlardı") var ama gerçekte onlar birer kireçtaşı oluşumu. Bu doğa harikası yer, turistik olarak da ziyaret edilebiliyor.
Rio Tulija, Meksika
Rio Tulijá Şelaleleri
Rio Tulijá Şelaleleri © Lane Jacobs/Red Bull

Rio Tulija ve Agua Azul, Meksika’nın güneyinde yer alan iki doğa harikası nehir. Açık mavi suyuyla ünlü bu tatlı su cenneti, ünlü kanocu dostumuz Rafa Ortiz ve arkadaşları tarafından da defalarca ziyaret edilmişti.

23 Şubat 2015 Pazartesi

TÜRK BOYLARI HAKKINDA BİLGİ

Türk Boyları
Türklerin ilk göçler bazen kesintiye uğrasa da yüzlerce yıl devam etti. İÖ 1700'lü yıllarda Sayan Dağları'nın güney batısından Altay ve Tanrı Dağları'na doğru bir göç oldu. Kuzey Çin ve bugünkü Moğolistan'daki Türklerin varlığı ise daha gerilere, Neolitik Çağ'a kadar gider.
Türk Boyları ile ilgili detaylı bilgilerin yer aldığı sayfa: Türklerin ilk göçler bazen kesintiye uğrasa da yüzlerce yıl devam etti. İÖ 1700'lü yıllarda Sayan Dağları'nın güney batısından Altay ve Tanrı Dağları'na doğru bir göç oldu. Kuzey Çin ve bugünkü 'daki varlığı ise daha gerilere, Neolitik Çağ'a kadar gider. Yakutlar Sibirya'nın doğusuna yöneldi, da 'nın güneyine doğru çekildi. Bir başka Türk grubu İÖ 1000-800 yıllarında 'in kuzeyindeki Ordos ve Kansu bozkırlarına yerleşti. Bunlardan ayrılan bir grup Baykal Gölü civarına göç etti. İÖ 1000'li yıllarda Altaylar ve Sayan bölgesini terk eden bir başka grup bugünkü
Kazakistan
bozkırlarına girip
Maveraünnehir
ve Kuzey Hindistan'a ulaştı.

Çin'de önünden başlayıp Manş kıyılarına uzanan Hun hareketi gibi Oğuzlarınki de en büyük ve sonuçları itibarıyle en önemli göç hareketlerinin başında gelir. Oğuzların 8. yüzyılda başlayan ve üçyüzyıl süren yürüyüşü önce Orhun bölgesinden Seyhun Nehri kenarlarına ve sonra Maveraünnehir üzerinden İran'a ve Anadolu'ya ulaştı.

Oğuzların bir kolu olan Ogurlar, 5. yüzyılda Güneybatı 'dan Güney Rusya'ya göç etti. Uzlar ise 9. yüzyılda Hazar'ın kuzeyinden Doğu Avrupa ve Balkanlar'a yöneldi.

Hunların bir bölümü batıya, Aral Gölü havzasına, bir bölümü de Hazar'ın kuzeyine göç etti. Asya'nın kuzeyindeki Hun bölgelerinin 150'li yıllarda Sien-piler tarafından işgali üzerine Güney Kazakistan ve Başkırt bölgesine doğru yeni bir Hun göçü gerçekleşti.

Altay bölgesinden ayrılan Akhunlar(Eftalit) 5. yüzyıldan itibaren Maveraünnehir, Afganistan ve Kuzey Hindistan'a yerleşti.

Hazar'ın kuzeyinde bulunan Batı Hunların 350'yi izleyen yıllarda Orta Avrupa'ya doğru ilerlerken, bunlardan ayrılan bir grup da Kafkasyadan Anadolu'ya ve oradan da Kudis'e inip geri döndü.

Göktürklerin baskısı ile batıya yönelen Avarlar, diğer Türk boylarıyla da kaynaşarak Azak kıyılarından geçti ve Aşağı Tuna'ya kadar ilerledi.

Kafkasya'nın kuzeyinde bulunan Ogur Bulgarlarından Otuz-Ogurlar, Büyük Bulgar Devleti'nin yıkılmasından sonra kuzeye göçtü. On-Ogur Bulgarları ise Kafkasya'da kaldı. Bir başka Bulgar kolu da Balkanlara geçerek buraya yerleşti.

Macarlar, bazı Türk boylarıyla birlikte Orta Avrupa'ya göç etti. Macaristan'a verilen'Hungary' isminin, onları teşkilatlandıran On-Ogurlardan geldiği söylenir.

Uygurlar Orhun-Selenga boylarında oturan Uygur oymakları, 8 . yüzyılın ortalarında Göktürk İmparatorluğu'nun yerini alarak iç Asya'ya doğru yayılmaya başladı. İmparatorluk 840 yılında yıkılınca Tarım'ın kuzeyindeki vahalara dağıldılar. Sarı Uygur adıyla tanınan bir başka Uygur topluluğu ise Çin'in içlerinde Batı Kansu'ya yerleşti.

ve Peçenekler, Hazarların ve Oğuzların baskısıyla Azak Denizi'nin kuzeyine çekildi. Tuna'yı 1036'da aşıp İstanbul önlerine kadar ilerlediler. Bir başka Türk boyu Kıpçaklar ise Oğuzları da önüne katarak 11. yüzyıln ortalarında Avrupa'ya doğru göç etmeye başladı.

Önemli Türk boyları

Kırgızlar

En eski biri olan Kırgızlar, ilk başta Yenisey Irmağı çevresinde yaşıyorlardı. M. S. 1. yüzyılda 'ne bağlandılar ve yönünde yerleştiler.

'nin yıkılışı üzerine IV. yüzyılda güçlü bir devlet kurdular. Göktürk Devleti kurulunca da ona bağlandılar. Göktürk Devleti'nin yıkılmasından sonra bir süre bağımsız yaşayan Kırgızlar, Uygur Devleti kurulunca bu yeni siyasi teşkilatın içine girdiler. Daha sonra tekrar bağımsızlıklarını ilan ettiler ve Uygur Devleti'ni yıktılar. Bu yeni Kırgız Devleti 80 yıl bağımsız yaşadı. Daha sonra beliren Hitaylar, Kırgızları kuzeydeki eski yurtlarına sürdüler. Kırgızlar daha sonra Karahanlılar Devleti'ne bağlandılar, ancak yarı bağımsız hayatlarını da sürdürdüler.

XIII. yüzyılda beliren Moğol Devleti bütün Asya'nın kaderini değiştirdi. Pek çok devlet bağımsızlığını yitirdi. Kırgızlar da uzun bir süre siyasi varlıklarını kaybettiler.

Sibirler

Çok hareketli Türk kavimlerinden biri olan , Balkaş Gölünün güneyinde yaşıyorlardı. V. yüzyıl ortalarında Ural Dağlarının güney doğusuna geldiler ve burada yaşayan başka bazı Türk kavimlarinin göç etmesine neden oldular. VI. yüzyılın başlarında Kafkas Dağlarının güneyine yerleştiler ve oradan da Anadolu'nun bazı bölgelerine çıktılar.

Başka bir Türk devleti olan Avarlarla rekabet edemeyince VI. yüzyıl ortalarından itibaren güçlerini yitirdiler ve bir süre sonra Sasani Devleti'ne bağlandılar.

Akhunlar

Bir başka adı olan Akhunlar, büyük Hun kavminin bir parçasıdırlar. IV. yüzyıl ortalarında, bazı Hun boylarının, yaşadıkları Altay bölgesinden ayrılarak güney batıya doğru ilerlemesiyle Akhunlar, tarih sahnesine çıkmış oldu. Önlerine kattıkları diğer kavimleri batıya doğru süren Akhunlar, bugünkü Afganistan'a yerleştiler. Bir yandan da Hazar Denizi'nin doğu sahillerine ilerleyerek İran'la komşu oldular. Böylece büyük bir Türk devleti daha kurulmuş oldu.

'nın batısında egemenlik kurmak için, İran'da yaşayan güçlü Sasanilerle büyük bir rekabetin içine girdiler. V. yüzyılın ortalarında bu rekabet, Akhunların kesin zaferi ile bitti. Öte yandan Hindistan'ın kuzey batısı da Akhunların egemenliğine girmişti.

VI. yüzyılın ilk yarısında bu baskılardan bunalan İranlılar, Akhunluların Orta Asya'daki egemenliğinden rahatsızlık duymaya başlayan Göktürk Devleti ile güç birliği yaptılar. VI. yüzyılın ikinci yarısının hemen başlarında, bu iki büyük ordunun arasında kalan Akhunlular yenilerek dağıldılar. Ardından bir kısım Akhunlar Hindistan'a yerleşirken, bir kısmı da içinde yaşamlarını sürdürdüler.

Akhun Devleti, Hunların siyasi bir varlık olarak ortaya çıktıkları son devlet olması açısından da önemlidir.

Avarlar

Asya Hun İmparatorluğu'nun çöküşünden sonra Anayurdumuzda To-pa ve Avar (Cu-Cen)kavimleri bu siyasi boşluğu doldurmuşlardı. Her iki kavim de Türk'tü. 546-552 yılları arasında süren Göktürk - Avar mücadeleleri, Göktürk Devleti'nin kurulması, Avarların dağılması ile son bulmuştu.

Bazı Sibir boylarını, yine onlar gibi Türk olan Onogurları ve hatta bazı Slav ve Macar topluluklarını da yanlarına alarak, on yıl süren bir göçten sonra Tuna Irmağının bugünkü Macaristan'dan geçen yörelerine yerleştiler. Böylece Bizans'la komşu oldular.

VI. yüzyılın sonlarında Avar Devleti bütün Orta Avrupa'ya egemen olmuştu. Aynı tarihlerde ünlü Avar Kağanı Bayan Han, Balkanlara inip İstanbul önlerine kadar gelmişti. Bir yandan da İtalya'nın kuzeyine kadar etkilerini yayan Avarlar, bünyelerine Slavları, Batı Hunlarını ve başka bazı kavimleri de alarak büyük bir imparatorluk meydana getirdiler.

VII. yüzyılın başlarında dünyanın en büyük güçlerinden biri olan bu imparatorluk, Sasanilerle işbirliği yaparak, ortak düşmanları olan Bizans'a karşı çarpıştı. Hatta her iki devletin orduları 626 yılında İstanbul'u kuşattılar. Bizanslılar, şehri bu saldırıdan büyük zorluklarla kurtardılar.

Avarlar, bünyelerinde barındırdıkları ilkel kavimlere kendi kültürlerini de aşıladılar. Özellikle Slavlar toplum ve ordu düzenini Avarlardan öğrendiler. Giderek güçlenen Slavlar, artık yavaş yavaş Avar Devleti'ni sarsmaya başlamıştı. Öte yandan Batı Avrupa'daki Büyük Karl'ın (Şarlman) imparatorluğu ile de rekabete giren Avarlar, güçlerini yitirmeye başladılar. IX. yüzyılın başlarında da, özellikle Slavların etkisiyle Avar Devleti ortadan kalkmış oldu.

Son Avar kağanlarından Tudun Han Hıristiyanlığı kabul etmek zorunda kaldı. Avarlar Avrupa'nın çeşitli bölgelerine dağıldılar, güçlü topluluklar olarak burada yaşamlarını sürdürdüler ve sonunda oralardaki halklarla kaynaştılar.

Hazarlar

Hazar Türkleri, Göktürk Devleti'nin en batı ucunda yaşıyorlardı. Hazarlar yavaş yavaş batıya doğru ilerleyip Hazar Denizi'nin tam kuzeyindeki geniş bölgede, VII. yüzyıl başlarında devletlerini kurdular.

Hazarlar eski Türk dinlerini bir süre sonra bırakarak Museviliği kabul ettiler. Yahudiler bir yana, kitle halinde, Musevi olan bir başka kavim Hazarlar dışında mevcut değildir. Ama bir süre sonra Hazarlar arasında Hıristiyanlık da yayılmaya başladı. Devletin sonlarına doğru artık Müslümanlık da Hazarlar içinde yeşermeye başlamıştı. Bu çok dinlilik, oldukça hoşgörülü olan Hazar Türklerini hiç etkilememişti. Öyleki; Devletin yedi tane yargıcı vardı. İkisi Musevilerin, ikisi Hıristiyanların, ikisi Müslümanların ve kalan biride diğer dinlere mensup olanların davalarına bakarlardı.

Hazarlar birçok bölgeye medeniyet götürmüşlerdir. Bugünkü Güney Rusya'yı imar edenler Hazar Türkleridir. Günümüzdeki birçok Rus şehri, mesela Kief, Hazarlar tarafından kurulmuştur.

Tıpkı Avarlar gibi Hazarlar da medeniyet getirdikleri kavimlerin kurbanı oldular. X. yüzyılın ikinci yarısında güçlenen Slav Knezleri (şefleri) Hazar Devleti'ni yavaş yavaş eritmeye başladılar. Yüzyılın sonunda Devlet tamamen ortadan kalktı. Hazar Türkleri de diğer Türk kavimleri ve Slavlar ile kaynaştılar.

Bulgarlar

Bugün yalnızca Bulgaristan'da yaşayan bir Slav halkı olarak bilinen Bulgarların aslı, tam anlamıyla Türk'tür. Bulgar adı dahi Türkçedir ve' bulamak',' bulgalamak' (yani karışmak) kelimelerinden türemiştir. Bulgarlar, Hun boyları ile karışan bir başka Türk boyu Ogurlar' ın soyundan gelmişlerdir.

Büyük Asya Hun İmparatorluğu içinde bulunan Ogurlar IV. yüzyılda Hazar Denizi'nin kıyısına, İdil (Volga) havzasına aktılar. Orada Batı Hun Devleti'nin çözülmesinden gelen boylarla birleşerek' Bulgar' Türk kavmini oluşturdular.

İdil (Volga) Bulgarları VII. yüzyılda tam bir devlet olarak belirdiler. Ünlü hakanları Kubat zamanında (ölümü:679) en parlak dönemlerini yaşadılar. Bu sırada kurulan ve giderek güçlenen Haar Devleti, Volga Bulgarlarını hızla kendi bünyesine almaya başladı. Ancak Hazarların X. yüzyılın ikinci yarısında güçten düşmeleri üzerine Volga Bulgarları yeniden toparlandılar ve bu arada Müslümanlığı kabul edip Ruslara karşı başarılı mücadeleler verdiler. Volga Bulgar Devleti'ni Cengiz Han'ın torunlarında olan Batu ortadan kaldırmıştır.

Bulgarların bir bölümü, V. yüzyıl ortalarında İdil yöresindeki kardeşlerinden ayrılarak daha batıya geçmiş ve Tuna Nehri çevresine yerleşmişti. Esas merkezleri bugünkü Kuzey Bulgaristan'ı oluşturuyordu. Burada çok güçlü bir devlet kurdular.

Tuna Bulgarları bir süre Avarlarla birlikte oldular. Bizans'a karşı birlikte savaştılar. Avar Devleti ortadan kalkınca Bulgarlar yeniden güçlendi. Başkentleri bugünkü Şumnu civarında idi. Tuna Türk Bulgar Devleti IX. yüzyıl başında Kurum han'ın oğlu Omurtag Han'ın işbaşına geçmesiyle altın çağını yaşadı. Kısa zamanda Doğu Avrupa'nın en güçlü devleti konumuna geldiler. Ama verimli topraklarına bol miktarda Slav halkın akması ve gene IX. yüzyıl sonlarına doğru Ortodoksluğu kabul etmeleri üzerine yavaş yavaş benliğini yitiren Bulgar Türkleri Bizans-Slav kültür çevresine girdiler. Bir süre sonrada devletleri tamamen ortadan kalkmış oldu.

Türgişler

Göktürk Devleti'nin dayandığı esas kavim olan Onoklar içinden büyük bir boy grubunun adı da Türgişler dir (Türkeşler de denir).

Esas yurtları 'nün güneyindeki İli Irmağı vadisidir. VII. yüzyılın sonlarında Sulu Han'ın hükümdar olmasına kadar, Göktürklerin içinde yaşamış, Göktürk egemenliğini kabul etmemek için devamlı onlarla mücadele etmişlerdir. Asıl önemli rolü, VIII. yüzyılın başlarında Orta Asya'ya girmeye başlayan Emevi Araplarını durdurmaları olmuştur. , Arap olmayanlara adil davranmadıkları için Orta Asya'nın batısında İslamiyeti kabul eden Türkler onlardan rahatsız oluyorlardı. İşte Sulu Han bu Emevi ordularını sürekli yenilgiye uğratarak daha ileri gitmelerine imkan vermemiştir.

'ın ölümünden sonra zayıflayan Türgişler bir süre sonrada tamamen devlet olarak varlıklarını yitirdiler. Ama halk çeşitli Türk topluluklar içinde yaşamlarını sürdürdüler.

Karluklar

Türklerin Oğuz boyları arasında sayılırdı. Belirmeleri oldukça geçtir. Karlukların Göktürk Devleti içinde bulundukları biliniyor. Göktürk Devleti'nin ilk dönemi sona ererken (VII. yüzyıl ortaları) Karlukların yaşadığı Güney Altay bölgesi bir süre Çinlilerin eline geçti. Karluklar, Basmiller ve Uygurlarla birleşerek Göktürk Devleti'ne son vermişlerdir.

Karluklar, 756 yılından sonra yavaş yavaş güçlendiler ve Tokmak ile Talas şehirleri yöresinde bir devlet kurdular. Bu devlet Türgişlerin yerine geçmiştir. Başlangıçda Araplara karşı direnişde bulunmaya çalıştılarsa da IX. yüzyılın başlarında İslamiyeti kabul etmeye başladılar.

Bir süre sonra Karlukların tamamı Müslümanlığı kabul ettiler, Uygurlarla birleşerek Karahanlılar Devleti'ni kurdular.

Macarlar

Macarlar, Finli kavimlerden birinin bir Türk kavmi olan Onogurlar la kaynaşmasından oluşmuştur. İlk yurtları Ural Dağlarının güneyindeydi. IX. yüzyıl ortalarında Avarlarla Sibirlerin baskısı üzerine ilk önce Kuzey Kafkasya'ya göçtüler. Oradan da Karpatlar bölgesine geçip bugünkü yurtlarını kurdular. Macarlara göre, onları buralara getiren şefleri, Atilla'nın torunlarıdır. Böylece Hun-Macar yakınlığı daha somut bir biçimde belirmektedir.

X. yüzyılda Karpatlarda ve Macar ovasında Hun ve Avarlardan kalan boylarla birleşip güçlü bir devlet kurdular. Yüzyılın sonunda Saksonlara yenildiler ve yavaş yavaş Hıristiyanlaştılar. Kısa sürede Macarlar, Katolikliğin Doğu Avrupa'daki koruyucuları oldular. Macar tarihi bundan sonra Avrupa tarihine bağlanır.

Peçenekler, Uzlar ve Kumanlar

Peçenekler Göktürk Devleti içinde, batıda Aral Gölü çevresinde yaşıyorlardı. IX. yüzyılın ikinci yarısında Tuna boylarına kadar geldiler. Giderek Romenler ve Bizanslılar arasında sıkışarak XI. yüzyılda Hıristiyan oldular. Bulgaristan'daki Peçenekler, Osmanlılar Balkanları fethedince Müslüman oldular. Romanya'da yaşayan Peçenekler ise Hıristiyan olmalarına rağmen Türklük bilinçlerini kaybetmemişlerdir.

Uzlar ise Oğuzların bir kolu idi. Peçeneklerin ardından Balkanlara geldiler. Macarlarla birlikte yaşadılar. XIII. yüzyıla kadar benliklerini korudularsa da, bir süre sonra Macarlaşmaktan kurtulamadılar.

Kumanlar (Kıpçaklar) da çok hareketli bir Türk kavmi olup Doğu Avrupa'da önemli roller oynamışlar ve Ortaçağ Asya tarihinde Moğollarla Ruslar arasında kader belirtici bir gelişim çizmişlerdir.

Oğuzlar

Oğuzlar Türk kavimleri içinde en kalabalık ve en ünlü olanlarıdır. Oğuzlar Göktürk Kağanlığının dayandığı en büyük Türk kavmi olmuştur. Daha sonra Orta Asya'nın batısına geçen Oğuzların bir bölümü X. yüzyılın sonlarında dalgalar halinde başta İran olmak üzere Ön Asya ülkelerine yerleşmişlerdir.

ve Oğuzlar tarafından kurulmuştur.

Diğer Türk boları

Avşarlar (Afşarlar)

On birinci yüzyıldan itibaren, mühim roller oynamak suretiyle, adlarını zamanımıza kadar yaşatmış Oğuz boyu. Bozokların Yıldızhanoğulları kolundandırlar.

'nin kuruluşundan önce, diğer Oğuz boyları ile beraber, Kıpçak çölünde yaşarlardı. 1135-1136 yıllarında, reisleri Arslanoğlu Yakub Bey kumandasında gelerek Huzistan’a yerleştiler. Yakub’dan sonra Afşarların başına Aydoğdu bin Küşdoğan geçti. Şumla lakabıyla anılan bu bey, Büyük Selçuklu Devleti’nin zayıflamasından faydalanarak, Huzistan’da Selçuklu hakimiyetine son verdi ise de, 1159’da Irak Selçukluları sultanı Melikşah gelerek tekrar Huzistan’a hakim oldu. Bu devrede, Şumla da Melikşah’ın hizmetine girdi. 1194 yılında, Abbasî halifesi En-Nasır li-Dinillah, veziri İbn-ül-Kassab kumandasında Huzistan bölgesine bir ordu gönderdi. İbn-ül-Kassab, Huzistan’ın başşehri Tuster’i ve birçok kaleleri zaptettikten sonra, Şumla’nın ailesini ve çocuklarını toplayıp Bağdat’a götürdü. Böylece Huzistan’daki, Avşar Şumla ve oğullarının hakimiyeti sona erip, ülke, halifenin topraklarına katıldı.

Diğer taraftan 'ndan sonra, Anadolu’ya Türkmenlerle beraber göç eden Afşarlar, Selçuklu Devleti’nin uç bölgelerine yerleştirilmişlerdi.

Nitekim, ’da yerleşim yerleri arasında Avşar adı, Kayılardan sonra ikinci sırada gelmektedir. Bu yer adları, Avşarların, Türkiye’nin fetih ve iskanında Kayı ve Kınıklar gibi birinci derecede rol oynadıklarını göstermektedir. Yine kaynaklara göre, Karamanoğulları Beyliğini kuran ailenin, Avşar boyuna mensup olduğu belirtilmektedir. Osmanlı ve İran tarihinde önemli rol oynayan Avşarlar, Anadolu’ya on üçüncü yüzyılda göç edenlerdir. Bu ikinci göç hareketi sırasında Anadolu’ya gelen Avşarların bir bölümü, Akkoyunlular'ın İran’ı ele geçirmesi üzerine, Mansur Bey önderliğinde İran’a giderek Huzistan’a yerleşti. Anadolu’da kalanlar ise; daha çok Malatya ve Doğu Anadolu’da bulunuyorlardı. Bunlardan büyük bir bölümü, on altıncı yüzyıl başlarında İran’a göçerek Urmiye’den Herat’a kadar olan geniş bir bölgede yerleştiler ve Nadir Şah, 1736’da, bunlardan Afşarlar hanedanını kurdu.

İran Afşarları; Mansur Bey Afşarları, İmanlu Afşarları, Alplu Afşarları, Usalu Afşarları, Eberlu Afşarları olmak üzere, başlıca beş büyük oba idi.

Safevî hükümdarı Birinci Şah İsmail, Afşarları sınır koruyucusu olarak Horasan’a yerleştirdi. Safevîler'in zayıfladığı bir dönemde, Afşarların lideri Nadir; Afşar, Celayir ve diğer Türkmenleri etrafında topladı ve İkinci Tahmasp’ın hizmetine girdi. İran topraklarından Afganları çıkarınca, nüfuzu arttı. Sonra İkinci Tahmasb’ı tahttan indirerek yerine Üçüncü Abbas’ı şah yaptı. Kendisini de saltanat vekilliğine getirdi. 1736’da da kendi şahlığını ilan etti. 1737’de Hindistan seferine çıkarak Delhi’ye kadar ilerledi. Bir suikasttan sonra, idareyi sertleştiren Nadir Şah, Afşar ve Kaçar Beyleri tarafından öldürüldü. Horasan’ı yöneten torunu Şahruh’un ölümünden sonra, İran Afşar yönetimi de sona erdi.

İran Afşarları, günümüzde, Urmiye gölünün kuzey batısında Hemedan, Kirmanşah, Nişabur, Kerman’ın güneyinde dağınık halde yaşamaktadırlar.

, Türk olup, İran’dakiler hariç hepsi Sünnî ve Hanefîdirler.

Afşarlar, güler yüzlü, iyimser, hayat dolu, sakin ve terbiyeli insanlardır. Kadınları çok çalışkandır. Ünlü Afşar kilimleri, bu çalışkan kadınların el emeğidir.

Günümüzde yerleşik olmalarına rağmen, bir kısmı, âdetlerini devam ettirmektedirler. Bugün Kayseri’nin Pınarbaşı kazasının merkez nahiyesine bağlı bir kısım köyler ile, aynı kazanın Pazarören nahiyesi köylerinden pek çoğu, Sarız kazası ve Tomarza’nın Toklar nahiyesi köylerinin yarısından fazlası, Avşarlara aittir. Ayrıca Adana’ya bağlı mağara kazası köylerinden Ayvad ve Ağdaş alanı köyleri de, Avşarlar tarafından iskân edildiği gibi, Çukurova’da mevcut bazı Avşar köylerinden başka Kastamonu, Bolu, Muğla, Isparta ve Antalya yörelerinde pek çok Avşar köy adına rastlanır.

Balkarlar

Kafkasya'daki Kabartay-Balkar Özerk Cumhuriyetinde yaşayan Türk boyu. Taulular (Dağlılar) veya Malkarlar diye de tanınırlar. Balkarların menşei hakkında, değişik görüşler vardır. Bazı araştırmacılar, Balkar adının Bulgar'dan kaynaklandığını ileri sürmektedirler. Ekseri araştırmacılara göre ise uzun müddet göçebe bir hayat süren ve Karaçaylılarla birlikte yaşayan Balkarlar, adlarının, Kırım'dan göç ettikleri sırada kendilerine önderlik eden 'Malkar' adında bir beyden geldiğine inanırlar. Menşelerinin, Hazar Türkleri'ne dayandığını ileri sürenler de vardır. Bunlara göre Balkarlar, 10 ve 11. yüzyıllara kadar bağımsız yaşamış, daha sonra Ruslar veya Osetler tarafından Kafkasya'ya sürülmüşlerdir.

Balkarlar, Altınordu ve Kırım hanlıklarının hakimiyeti altında kaldıktan sonra, 15. yüzyıl sonlarında, Kırım Hanlığıyla birlikte Osmanlı Devleti'nin hakimiyetine girdiler. Balkarlar arasında, giderek İslamiyet yayıldı. Uzun müddet Osmanlı himayesinde huzur ve güven içinde yaşayan Balkarlar, 1827 senesinde Rus hakimiyetine girdiler.

1917 Ekim devriminden sonra, Karaçaylılarla birlikte Kuzey Kafkasya Bağımsız Cumhuriyeti içinde yer aldılar. Kızılordu, 1921'de bu devlete son verince Balkarlar, Kabartay Bölgesine, Karaçaylar ise Karaçay-Çerkes Özerk Bölgesine yerleştirildiler. İkinci Dünya Savaşı sırasında Balkarlar ve Karaçaylılar birleşerek Sovyet hükümetine karşı çete savaşları başlattılar. Savaş sonrasında, Almanlarla işbirliği yaptıkları için, Orta Asya'ya ve Sibirya'ya sürüldüler. Yaşadıkları bölge olan Balkariye de, Gürcistan Sovyet Cumhuriyetine katıldı. 1957 senesinde çıkartılan bir kanunla, Balkarların büyük bir kısmı, Orta Asya'dan geri getirildiler. Kabartay Balkar Özerk Cumhuriyetine yerleştirildiler. Nüfusları 66. 000 civarında olan Balkarlar, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği'nin dağılışından beri, yeni sistem içinde hayatlarını sürdürmektedirler.

Balkarlar, Malkar til (Malkar dili) ve Tau til (Dağlı dili) olarak adlandırdıkları, Kıpçakça kökenli bir dil konuşurlar. Balkarca'nın, dilbilgisi bakımından Karaçayca ile ortak özellikleri vardır. 1926 senesine kadar İslam harflerini kullanan Balkarlar, daha sonra Latin alfabesini ve 1940'ta da Kiril alfabesini benimsediler. Gelişmiş bir yazılı edebiyatları olmamasına rağmen, zengin bir sözlü edebiyatları vardır.

Bayat Boyu (Bayatlar)

Oğuz boylarından biri. Bozokların Gün-Hanoğulları koluna bağlıdır. 'Devleti ve nimeti bol, devlet ve nimet sahibi' manâsına gelen Bayat boyunun ongunu (sembolü), şahin; şölenlerdeki et payları,'sağkarı yağrın' (sağ kürek kemiği) kısmıdır. Kaşgarlı Mahmud, 'te Oğuz boylarının dokuzuncusu olarak, Bayat boyunu göstermiştir.

Oğuzların sağ kolunda bulunan Bayat boyu, ekseri Oğuz hanlarının çıktığı dört Bozok boyundan biridir. Diğer Oğuz boyları gibi Sirüderya (Seyhun) Nehri kıyılarında ve kuzeydeki bozkırlarda yaşayan Bayat boyu, İslamiyet'ten önceki tarihinde, Korkut Ata (Dede Korkut) ile temsil edilmiştir. Bayat boyundan Kara Hoca'nın oğlu Korkut Ata, akıllı, bilgili ve keramet sahibi bir insandı.'Ala atlı kiş tonlu' Kayı İnal Yavku ile ondan sonra gelen hükümdarlar devrinde çıkan birçok zor siyasî meseleler, Korkut Ata'nın dirayeti sayesinde halledilmiştir.

Diğer gibi, 'i kabul eden Bayat boyunun bir kısmı, 11. yüzyılda Selçuklu hükümdarları idaresinde, Horasan ve İran üzerinden Anadolu ve Suriye'ye geldiler. Anadolu'ya gelenlerin bir kısmı, uçlara yerleştiler. Bir kısmı ise göçebeliği bırakarak, Batı ve Orta Anadolu'da köyler kurdular. Bu bölgelerde görülen ve bazısı günümüze kadar gelmiş olan yer adları, Bayat boyunun Anadolu'ya yerleştiği devirlere aittir.

Orta Asya'da kalan, Bayat boyuna mensup bir kısım oymaklar ise, 13. yüzyılda Moğol istilasından kaçarak, Doğu Anadolu, Suriye ve Irak'a geldiler. 14. yüzyılda Kuzey Suriye'de, Bozok kolunun Avşar ve Beydilli boylarıyla birlikte yaşadılar. Yaz aylarında, yaylak olarak, Anadolu içlerine göçtüler.

Kuzey Suriye'de bulunan, Avşar ve Beğdilli boylarıyla birlikte 40.000 çadırdan fazla olan Türkmenlerin Bozok kolunu meydana getiren Bayatlar, bazı siyasî hadiselere katıldılar. Büyük bir ihtimalle Dulkadiroğulları Beyliğini kurdular. Maraş ve Elbistan bölgesinin yeniden iskânına katıldılar. 15. yüzyılın başlarında, boşalan Yozgat ve komşu yörelerde, Bozok oymakları yurt tuttu. Bunlar arasında, kalabalık sayıda Bayatlar da vardı. Bu Bayatlar, kışın Kuzey Suriye'ye gittikleri için, Şam Bayatı adını aldılar. Şam Bayatı'nın, bir kısım Akçalu (Ağçolu) ve Akçakoyunlu (Ağçakoyunlu) boylarının kollarıyla birlikte, Kaçar boyunu teşkil ettiler. 15. yüzyılın sonlarına doğru Kuzey Azerbaycan'daki Gence yöresine giden Kaçarların bir kısmı, 17. yüzyılın başlarında İran'ın Esterabad yöresine göç ettirildi. 18. yüzyılın son çeyreğinden başlayarak, 1925 senesine kadar İran'ı idare eden Kaçar Hanedanı, bu Kaçar koluna mensup olup Şam Bayatı'ndan çıkmış olması mümkündür.

Bozok'ta (Yozgat ve civarı) kalan Şam Bayatı kolu ise, çiftçilik yaptığı arazide köyler kurarak, tamamen yerleşik hayata geçtiler. Bayatların önemli bir kolu da, 15. yüzyılın sonunda Akkoyunlu fethi üzerine, İran'a göç etti. Bunların bir kısmı Azerbaycan'da, önemli bir kısmı da Hemedan'ın güneydoğusundaki Kezzaz ve Girihrud yöresinde yerleşti.

Akkoyunlu Devleti'nin yıkılmasından sonra İran'a hakim olan Safevîler'in hizmetinde, birçok Türkmen topluluğu gibi, önemli miktarda Bayat da vardı. Cins atlar yetiştiren ve 10. 000 çadırdan ibaret olan bu Bayatların beyleri, Şah Abbas tarafından Azerbaycan'daki sancaklara tayin edildi. Böylece, bu yörede yaşayan Bayatlar dağıldı.

Aynı yüzyılda Horasan'da Nişabur bölgesinde de Bayatlar yaşıyordu. Ancak, bu Bayatların Türk olmayıp Moğol asıllı oldukları anlaşıldı. Onlara, Kara Bayat adı verildi. Asıl Bayatları bunlardan ayırt etmek için, Akbayat veya Özbayat denildi.

19. yüzyılın başlarında Akbayatların, Azerbaycan'da 5000 kişi, Tahran çevresinde 3000 kişi, Şiraz taraflarında 3000 kişi olmak üzere üç kol halinde yaşadıkları tespit edildi. Karabayatlar ise Nişabur dolaylarında oturuyorlardı.

ve Doğu Anadolu'nun Osmanlı Devleti topraklarına katılmasından sonra, bir kısım Bayatlar da diğer Türkmenler gibi geleneksel göçebe hayatlarını sürdürdüler. Yerleşik hayata geçenler de, köy hayatı içinde uzunca bir müddet yaylaya çıkma geleneğini bırakmadılar. Fakat, Osmanlı toplum yapısı içinde kaynaştılar. Boy adlarıyla anılmaz oldular.

devrinde, Kuzey Suriye'deki ana Bayat kolu, yirmi obadan meydana gelmişti. Fakat bu obaların nüfusları fazla değildi. 16. yüzyılın ikinci yarısında boyun başında bulunan Bozca adlı boy beyi ailesi, boy halkından birçok kimseyi de yanına alarak İran'a gitti. Bunlar, orada Bozcalı adıyla anıldılar ve varlıklarını geçen yüzyılın sonlarına kadar korudular.

Anadolu'da kalan Bayatlar, Pehlivanlı ve Reyhanlı gibi güçlü obalar olarak hayatlarını sürdürdüler. 17. yüzyılda Bayat obalarından çoğu Pehlivanlıların, geri kalanları da Reyhanlıların etrafında toplandılar. Böylece, 18. yüzyılda Pehlivanlılar, 15. 000 çadıra sahip güçlü bir oymak halinde Bozok'ta oturdular. Reyhanlılar ise 3000 çadıra yükselerek, yaz mevsimini Sivas'ın güneyindeki Yeni İl'de, kışı da Amik Ovasında geçirdiler. 19. yüzyılda Pehlivanlıların çoğu, Yozgat-Ankara arasındaki yörede yerleştiler. Reyhanlılar ise 1865 senesinde Amik Ovasında yerleştirildiler. Böylece, Reyhanlı kasabası meydana geldi. Bayat boyunun Kuzu Güdenli oymağı, Kayseri'nin Bucakkışla yöresinde toprağa bağlandı.

Irak'ın bölgesinde yerleşmiş olan Bayatların, geçen yüzyılın başlarında, 2000 çadır kadar olduğu tespit edildi. Bu bayatların, İran Bayatlarından olması muhtemeldir.

Anadolu'nun Türk yurdu haline getirilmesinde ve İslamiyet'in yayılmasında büyük hizmetleri olan Bayat boyundan, büyük şahsiyetler yetişti. Oğuz elinin büyük manevî şahsiyeti Dede Korkut (Korkut Ata), şair Fuzulî, adına ın eski atalarına dair Câm-ı Cem-Âyin adlı eseri yazan Mahmud oğlu Hasan, Bayat boyundan yetişen ünlü şahsiyetlerdir.

Çavuldur Boyu (Çavuldurlar)

Yirmi dört Oğuz boyundan biri. Üçokların Gök Han Oğulları koluna bağlı olup, alâmet olarak sungur/akdoğan kuşunu kullanırlardı. “Nâmuslu ve ünü uzaklara yayılmış” manâsına gelen “Çavuldur” kelimesi bazı kaynaklarda “Çavundur” şeklinde geçer. Çavuldur boyu, 10. yüzyılda diğer Oğuz boylarıyla birlikte yurtlarından Mangışlak/Siyahkûh Yarımadasına göç etti. Bir kısım Çavuldur mensubu, Mangışlak’ta kalırken, bir kısmı Selçuklular'la birlikte Anadolu’ya geldi. Bunlardan Emir Çavuldur, Sultan Alparslan’ın; Çavuldur Caka da Danişmend Gâzi'nin Anadolu fetihlerine komutan olarak iştirak ettiler. Bu akınlarla gelen Çavuldurlardan Anadolu’ya gelip yerleşenler de oldu. Kurdukları köylere, boylarının adlarını verdiler. Bu isimle Anadolu’da, 16. yüzyılda on altı, 20. yüzyıl ortalarında on yedi köyün varlığı tespit edilmiştir.

Mangışlak Yarımadasında kalan Çavuldur boyu mensupları ise, 16. yüzyılda Kalmukların baskısıyla Kafkasya’nın kuzeyine göç ettiler

Çepniler

, sayıları 24 olarak belirlenen Oğuz Boyları'ndan biri ve en kalabalık olanıdır. Üç - Oklar'ın Gök Han koluna bağlıdırlar. Bilindiği gibi Oğuzlar; Türkiye ve Türkleri'nin, Türkmenistan, Irak ve Suriye Türkmenleri ile Gagauzlar'ın atalarıdır. Cümleden anlaşıldığı üzere Çepniler Orta Asya kökenlidir.

Kaçarlar

Türkistan, Âzerbaycan, İran ve Anadolu’da yaşayan Türkmen kabîlesi ve İran’da (1796-1925) tarihlerinde iktidar olmuş hanedan. Kaçar adı, Türkçe kaçmak kelimesinden türetilmiştir.

Moğollar (1206-1320) devrinden beri, Hazar Denizi kıyılarında otururlardı. İlhanlılardan Hülâgu Hanın (1256-1264), Alamut Batınîlerine ve Suriye’ye karşı giriştiği seferlere katılan Kaçarlar; Irak, Suriye ve Anadolu’ya kadar yayıldılar. İlhanlı Devleti yıkıldığı zaman, Suriye hududuna yerleştiler. Timur Han, Suriye’yi ele geçirince, onları esas vatanları olan Türkistan’a yolladı. On altıncı yüzyılın başında kurulan Safevî Devleti'nin (1502-1732) kurucusu Şah İsmail’i (1502-1524) destekleyen Kaçarlar; bu devirde vezirlik, başkumandanlık, beylerbeylik dahil, devlet kademelerinde vazife aldılar. Safevîlerin yıkılmasıyla, 18. yüzyılda, Afşarlar (1736-1749) ile mücadele ettiler. Afşarlı Nâdir Şah'a (1736-1747) düşmanca davranan Kaçarlar, Kuzey İran üzerinden Âzerbaycan’a yayıldılar. Kaçarlı Mehmed Ağanın Âzerbaycan valiliği sırasında, İran’daki hakimiyetleri kuvvetlendi. Zendlere (1749-1796) karşı 1779’da, Şiraz’da zafer kazanan Mehmed Ağa, İsfahan bölgesini alarak, şahlığını ilan etti. 1796’da Zendlerin hakimiyetine son veren Mehmed Ağa, İran’ı bütünüyle zaptetti.

Böylece, 1796’da kurulan Kaçar Devleti, Ruslarla mücadele edip, 19. yüzyılda Avrupa devletleriyle diplomatik münasebetler kurdu. Feth Ali Şah (1797-1834) devrinde, Fransa ve İngiltere’nin yanına çekilmek istenen İran’daki Kaçar Devleti, Çarlık Rusyası'nın Hint Okyanusuna inme politikasına karşı, ordusunu kuvvetlendirerek, Avrupa’dan teknik eleman, silâh ve malzeme getirtti. Feth Ali Şah, İran-Rus Harbi (1826-182 sonunda imzalanan Türkmençay Antlaşması ile, İran ve Kafkaslar havalisindeki haklarını Rusya’ya vererek, Hazar Denizindeki Rus hakimiyetini kabul etti. Muhammed Şah (1834-184 devrinde, Kuzey İran’da Acem asıllı Elbab Ali Muhammed’in talebesi İslâm düşmanı Bahâullah’ın kurduğu “Bahâîlik” ortaya çıktı. Bahâîler, Kaçarlı iktidarını tehdit edip, isyanlar çıkardı. Nâsireddin Şah (1848-1896), Bahaîleri kılıçtan geçirdi ise de, bir fedai tarafından öldürüldü. Doğu’nun fethedilmesi için Afganistan ve Herat’taki mücadeleler, Hindistan’daki Gürgâniyye (Babür) Devleti'nin (1526-185 İngilizler tarafından yıkılmasına kadar devam etti.

Rusya, İngiltere ve Fransa’nın, İran bölgesindeki rekabeti, Kaçarlar Devleti üzerinde Avrupa devletlerinin iktisadî hakimiyetini arttırdı. Muzaffereddin Şah (1896-1907) devrinde, liberalizm ve meşrutiyet verilmesini isteyenlerin hareketleri karşısında, 1 Ocak 1907’de Meclis-i Şûrâ-yi Millî açıldı. Muzaffereddin Şah'tan sonra tahta geçen Muhammed Ali Şah (1907-1909), Meşrutiyet Anayasasını ilan etmesine rağmen, tatbik ettirmemesi üzerine, Âzerbaycan ve diğer eyaletlerde, Kaçarlı Hanedanına karşı, silâhlı mücadeleler ile isyanlar başladı. Muhammed Ali Şahın, Rus ve İngiliz kontrolündeki iktidarına ihtilalciler son verince, yerine oğlu Ahmed Şah (1909-1925) geçti. Birinci Dünya Harbinde tarafsız kalan Kaçarlar Hanedanının ülkesi, Ruslar ve İngilizler tarafından muharebe alanı olarak kullanılıp, buradan Osmanlı Devleti'ne saldırılar tertiplendi. Harp sonrasında, İran’da mahallî isyanlar ve ayrılma taraftarı hareketler gelişti. Bolşevik Rus orduları Kuzey İran’a girdi. İngilizler, Ahmed Şah'ı 1923’te Londra’ya götürünce, yerine, saltanat nâibi ve ordu başkumandanı Ali Rıza Han vekalet etti. 1924’te İran Millî Meclisini elde eden Ali Rıza Han, 1925’te kanlı bir darbe yaparak, Kaçarlar Hanedanına son verip, Pehlevî hükümetini (1925-1979) kurdu. Pehlevî hükümeti devrinde, Kaçarlar Hanedanından ve kabilesinden birçok devlet adamına vazife verildi.

Kaçarlar, bugün, Türkistan, Âzerbaycan ve kalabalık bir şekilde Esterâbat dahil İran’da yaşamaktadır.

Kayı Boyu (Kayılar)

Oğuzların Bozok kolundan, Osmanlıların da mensup olduğu bir boy. Kayı kelimesi; “muhkem, kuvvet ve kudret sahibi” demektir. Kayı boyunun damgası, iki ok ve bir yaydan ibaretti. Oğuz Han oğlu Gün Han oğlu Kayı’nın, bu boyun ceddi olduğu söylenir. Yirmi sene hükümdarlık yapan Kayı’nın nesli, uzun yıllar bu makamda kalmıştır. Bu sebeple Kayı boyu, Oğuz boyları arasında ilk sırada gösterilmektedir. Dede Korkut da eserinde, gelecekte hanlığın geri Kayı'ya döneceğini bildirerek, Osmanlılar'ı haber vermiştir.

Kayılar, Selçuklular'la birlikte, fetih esnasında ve daha sonraları Anadolu’ya gelip, değişik bölgelerde yerleştiler. Osmanlı Devletinin kuruluşunda, esas nüveyi teşkil ettiler. Osmanlılar zamanında, Rumeli’nin fetih ve iskânına katıldılar.

Sultan İkinci Murad, soyunun bu boya mensubiyetini göstermek için, sikkelerine, Kayı boyuna ait iki ok ve bir yaydan müteşekkil damgayı koydurmuştur. Sonraki padişahların bastırdıkları sikkelerde görülmeyen Kayı damgasının, Kanunî’ye kadar çeşitli eşya ve silâhlar üzerine konulmasına devam edilmiştir.

Kayı boyuna mensup Karakeçili göçebe oymağı, eski zamanlardan beri her yıl, Söğüt’teki Ertuğrul Gâzi Türbesini ziyaret etmekte ve bununla ilgili şenlikler yapmaktaydı. Sultan İkinci Abdülhamid Han, bu ziyaret ve şenliklere resmî bir hüviyet kazandırdı. Kendi oymağı saydığı Karakeçili gençlerinden, Ertuğrul Alayını teşkil ettirdi. Bu oymak mensuplarını, ziyarete gelen Alman imparatoruna, “akrabalarım” diyerek takdim etti.

“Ertuğrul’un ocağında uyandım, Şehidlerin kanlarıyla boyandım. ”

beytiyle başlayan bir marş bestelenip, yıllarca dillerde söylenip, gönüllerde yaşatıldı.

Bugün, Kayı boyu mensupları, genellikle; Eskişehir, Mihalıççık, Orhaneli, Isparta, Burdur, Fethiye, Muğla, Aydın ve Ödemiş civarındaki köylerde yerleşmişlerdir.

Kınık Boyu (Kınıklar)

Selçuklu Hanedanının mensup olduğu Oğuz boyu. Yirmi dört Oğuz boyundan biridir. Üç-ok boylarındandır. Kınıklar, Selçuklular'ın kuruluşunda ve Anadolu’nun fethinde büyük rol oynadılar. On üçüncü yüzyılda kalabalık bir kitle hâlinde Suriye’de bulunan Türkmen grubu arasında, Kınıklar da bulunuyordu. Diğer boylarla birlikte Kınıklar da, Memlûklar'ın yanında yer alarak Çukurova’nın fethine katıldılar. Çukurova’da, Ceyhan Irmağından Gâvur Dağına kadar uzanan bölgede ve bugünkü Osmaniye kazası ile Ceyhan kazasının bir kısım topraklarını içine alan bölgede yurt tuttular.

On dördüncü yüzyılın son yarısında, Memlûklarla araları açıldı. 1378’de üzerlerine gelen Memlûk ordusunu, diğer Üç-oklu Türkmenlerle beraber yendiler. Fakat Memlûklar, Üç-ok boyları arasına tefrika (bölünme) soktular. 1383’te Kınıklar, Yüreğirlere saldırdılar. Daha sonra, Kadı Burhâneddin’in ülkesinde kargaşalıklar çıkardılar. Bu hâdiselerden sonra, Kınıkların adı, siyasî sahnede gözükmez oldu.

Kınıklar, Osmanlı fethinin ilk yıllarında toprağa bağlandılar. On dokuzuncu yüzyıla kadar, Çukurova’da Kınık adını taşıyan bir kaza vardı. Muhtemelen, bugünkü Toprakkale, eski Kınık Kalesi olmalıdır. Kalenin kuzey doğusunda yer alan kasabada, 1522’de iki mahalle, 1547’de beş mahalle vardı. Ayrıca, kazaya yetmiş beş köy ve mezra bağlı idi. Kınık kasabası ve köyleri, 17. yüzyılda harap oldu. On altıncı yüzyılda Halep’te, Ankara’da ve Aydın’da Kınık boyuna mensup toplulukların yaşadığı bilinmektedir. On yedinci yüzyılda, Sivas’ta da bir Kınık cemaatinin mevcudiyeti görülmektedir. Bugün Anadolu’da, Kınık adını taşıyan pek çok köy ve İzmir’e bağlı Kınık kasabası vardır.

Kıpçaklar (Kumanlar)

Avrupalıların “Kuman” adını verdikleri kuzey Türkleri. Kıpçakları, Bizanslılar “Kumanos”, Macarlar “Kun”, Ruslar “Polovets”, Almanlar “Falben” adıyla bilirler. İslamî kaynaklar ise “Kıpçak” (Kıfşak, Hıfşak) diye zikrederler. Genellikle, beyaz tenli, sarı saçlı ve mavi gözlüdürler. Batı Göktürkleri'nin bir kolu olduğu söylenen Kıpçakların, Kimek, Yimek, Kanglı ve Oğuz gibi Türk boyları ile irtibatları vardır.

Karahıtayların baskını ile, Güneybatı Sibirya’da İrtiş ve Ural nehirleri arasındaki yurtlarından, 11. yüzyılda çıkarıldılar. Volga üzerinden batıya göçtüler. Özi (Dinyeper) Nehrine kadar Karadeniz’in kuzeyindeki bozkırlara hakim oldular. Buralar “Deşt-i Kıpçak” şeklinde kendi isimleriyle anıldı. Bölgede yaşayan Bulgar, Alan, Burtas, Ulah, Mordva ve Hazarlar'ı hakimiyetleri altına aldılar. Rus sınırında yerleşen Karakalpaklarla savaştılar. Ruslarla, uzun yıllar (1061-1220) süren savaşlar yaptılar. Esir aldıkları Rusları, Kırım’daki Bizanslı tacirler vasıtasıyla Akdeniz ülkelerine sattılar. Bilhassa Rus knezleri arasındaki mücadelelerde yardıma çağrılmaları sebebiyle, akınlarını büsbütün arttırdılar. On ikinci yüzyıl boyunca Ruslarla savaştılar. Rusların meşhur İgör Destanı, 1185’te Kıpçaklara karşı düzenledikleri, fakat yenildikleri seferi konu almaktadır. Beylikler hâlinde yaşayan Kıpçaklar, çevreyi bu şekilde kontrol altında tutmalarına rağmen, tam bir birlik sağlayamadılar.

1222 yılında Moğollar, Kafkasları Derbent geçidinden aşarak Kıpçaklar üzerine yürüdüler. Ancak Kıpçak Başbuğları, Rus knezleri ile işbirliği yapıp, Moğolları Kalka Nehrine kadar sürdü. 1223’te yapılan Kalka Meydan Muharebesinde ise Rus knezleri ve Kıpçaklar müthiş bir bozguna uğradılar. Birçok Rus köy ve şehri yakılıp yıkıldı. 1236’da Batu Han, batı seferine çıktı. Rusları yendikten sonra İdil ile Özi nehirleri arasındaki bozkırlarda yaşayan Kıpçakları dağıttı (1239). Kıpçaklardan bir kısmı, Özi’nin batısına gidip kitleler hâlinde Macaristan’a girdiler. Bir kısmı ise, Orda İdil (Volga) sahasına yani Bulgar Türklerinin yurduna ulaştılar. Bulgar Türkleri, Kıpçaklarla kaynaşıp Kazan Türklerini meydana getirdiler. Batu Han, Macaristan’ı da itaatine aldıktan sonra, ordularını İdil’e kadar çekti ve Aşağı İdil boyunda, Altınordu Devleti'nin temelini attı (1242).

Yerli Kıpçak Türkleri, işgalci Moğolları, kısa zamanda kültürlerinin etkisi altında erittiler. Devlet adeta bir Kıpçak devleti hâlini aldı. Moğolların sadece adı kaldı. Türkçe konuşup Türkçe yazmaya başladılar. Bilhassa Batu’nun oğlu Berke Hanın Müslüman olması, Moğollar arasında İslâmiyet'in hızla yayılmasına yol açtı. İslâmiyet, 922 yılında Bulgar Hanı Almas Hanın Müslüman olarak Abbasî halifelerine tâbi olmasından sonra, bölgedeki Türk boylarının ortak dini hâline geldi. Yüzyıllarca, Rusları, Sibirya soğuğuna mahkûm eden Kıpçak Türklerinin hakim olduğu Altınordu Hanlığı, Timurlular'la giriştiği mücadele sonunda zayıf düştü.

Altınordu’nun hakim olduğu bölgelerde, Kazan (1437-1552) ve Kırım (1430-1783) hanlıkları kuruldu. Bu hanlıkların nüfusu, Kıpçak Türklerinden meydana geliyordu. Kazan Hanlığı'ndaki taht kavgaları, Rusları iyice güçlendirdi. 1552’de Korkunç İvan, Kazan Hanlığını yıktı. 1783’te Kırım Hanlığı, Rusya hakimiyetine girdi. Osmanlılar'ın zayıf dönemlerini iyi kullanan Ruslar, işgal ettikleri bölgelerdeki cami ve medreseleri yakıp yıktılar. Birçok Müslüman, Osmanlı topraklarına göç etti. Geride kalanlar, Rusların korkunç zulümlerine maruz kaldılar. 1917 Bolşevik ihtilali ve sonrasında din tamamen yasaklandı. Fakat bölgede meskûn olan Müslüman ahali, benliğini İslâmiyet sayesinde korudu. 1990’lara doğru dinî inançların serbest bırakılması ile bölgede İslâmiyet, eski günlerine kavuşma yolunda hızla ilerlemektedir.

Macaristan ve Romanya gibi ülkelere gidip yerleşen Kıpçaklar, Hıristiyanlaşarak benliklerini kaybettiler. On ikinci yüzyıl ve sonrasında, Mısır’daki Eyyubî ve Memlûklu devletlerine satılan Kıpçak çocukları, zamanla devletin idaresini ele geçirdiler. 1250-1382 yıllarında, Mısır’ı Kıpçak asıllı Memlûk hükümdarları idare ettiler.

Kıpçak Türkleri, kendilerine mahsus bir lehçe ile konuşurlardı. Macaristan ve Mısır’da Kıpçak lehçesinde kitaplar yazmışlardır. Kırım’da ticaretle uğraşan Kıpçak Türkleri ile irtibat kuran İtalyanlar, Codex Cumanicus adıyla ticareti ilgilendiren Kıpçakça bir lügat kitabı hazırladılar. Ayrıca, Alman misyonerleri, bu kitabı dinî yönden tamamlayan ilâhiler kısmını yazdılar

Oğuzlar, Oğuz Boyu

Bugün; Türkiye, Balkanlar, Âzerbaycan, İran, Irak ve Türkmenistan’da yaşayan Türklerin ataları olan büyük bir Türk boyu. Oğuzlara, Türkmenler de denir. Oğuz kelimesinin türeyişiyle ilgili çeşitli fikirler ileri sürülmüştür. Kelimenin boy, kabile mânâsına gelen “Ok” ve çokluk eki olan “z”nin birleşmesinden “Ok-uz” (oklar, koylar) anlamında olduğu ileri sürüldüğü gibi, oyrat (haşarı, yaramaz) kelimesinin eş anlamlısı olduğunu iddiâ edenler de vardır. Ancak kelime, Anadolu ağızlarında “halim selim, ağırbaşlı” mânâlarına da kullanılmaktadır. Arap kaynaklarında ise “guz” veya “uz” şeklinde geçmektedir.

İlk zamanlar Üçok ve Bozok adlarıyla iki ana kola ayrılmış olan Oğuzlar, daha sonraki devirlerde, Dokuz Oğuz, Altı Oğuz, Üç Oğuz adlarında boylara da ayrıldılar. Oğuzlar, yirmi dört boydan meydana gelmişti. Bunlardan on ikisi Bozok, on ikisi Üçok koluna bağlıydı. Tarihçiler, hazırladıkları cetvellerde Oğuz boylarının adlarını, sembollerini ve ongunlarını (armalarını) göstermişlerdir. Buna göre, Bozoklar; Kayı, Bayat, Alka Evli, Kara Evli, Yazır, Dodurga, Döğer, Yaparlu, Afşar, Begdili, Kızık, Kargın; Üçoklar ise; Bayındır, Peçenek, Çavuldur, Çepnî, Salur, Eymur, Ala Yundlu, Yüreğir, İğdir, Büğdüz, Yıva, Kınık boylarına ayrılmışlardı. Bugün Türkiye’de yirmi dört Oğuz boyuna ait işaret ve yer adlarına çok rastlanmaktadır.

Oğuz adına ilk defa Yenisey Kitabelerinde rastlanmaktadır. Barlık Irmağı yöresinde bulunan bu kitabelerde; “Altı Oğuz budunda” sözü yer almaktadır. Öz Yiğen Alp Turan adlı bir beye ait olan bu kitabelerin yazıldığı devirde, Oğuzlar, Göktürkler'in hakimiyeti altında altı boy hâlinde Barlık Irmağı kıyılarında yaşamakta idiler.

Altıncı yüzyıldan itibaren Göktürklerin idaresinde toplanan Türk kabilelerinden bir kısmı gibi Oğuzlar da kendi aralarında birlik kurarak Tula-Selenga ırmakları bölgesinde Dokuz-Oğuz Kağanlığını meydana getirdiler. Göktürk kağanlığının, Kutlug Şad (İlteriş Kağan) tarafından 682’de ikinci defa kurulmasından sonra, Göktürkler, hâkimiyetlerini kabul etmeyen Oğuzlar üzerine yürüdüler. Tula Irmağı kıyısında yapılan kanlı bir savaşta, Oğuzlar yenildiler. Fakat, Göktürklerin hâkimiyetini kabul etmediler. İlteriş Kağan, Oğuzlar üzerine birçok sefer düzenledi ve Baz Kağanı öldürdü. Oğuzların merkezi Ötüken ve çevresini ele geçirdi. Bu yenilgi karşısında İlteriş Kağan’ın hâkimiyetini kabul etmek zorunda kalan Oğuzlar, Göktürklerin Kırgız seferine katıldılar. Göktürk hakanlarından Bilge Kağan zamanında isyan ettiler. Bir sene içinde bir kaç defa harbe giren Oğuzlar; yenilerek, geri çekildiler. Daha sonra Dokuz-Tatarlar ile ittifak kurarak Göktürklerle mücadele ettilerse de yine bozguna uğrayarak, Çin taraflarına göç ettiler. Bir müddet sonra tekrar eski yurtlarına döndüler. Bu mücadelelerde zayıflayan Göktürkler, 745’te Uygurlar tarafından yıkıldı. Bu esnada Uygurlara yardım eden Oğuzlar, Uygur Devletinin dayandığı başlıca boylardan biri oldu. Uygurlarla birlikte Basmıl ve Karluklar'a karşı savaştılar. Fakat zaman zaman Uygurlara karşı da isyan etmekten geri durmadılar. Eski müttefikleri Dokuz-Tatarlar ile birleşerek Uygur Kağanı Moyunçur’a karşı cephe aldılar. Zaman zaman Çin’e gittiler. Daha sonra Çin’den çıkarak eski yurtlarına döndüler. Uygur Devletinin yıkılması üzerine batıya göçerek Sir Derya (Seyhun) kıyılarına ve onun kuzeyindeki bozkırlara yerleştiler. Onuncu yüzyılda, göçebe hayatı yanında, yerleşik bir hayat sürmeye de başladılar. Göçebe Oğuzlar, daha ziyade koyun, at, deve, sığır yetiştiriciliği ve ticaretle uğraşıyorlardı. Yerleşik Oğuzlar ise, Sabran (Karacuk), Suğnak, Karnak, Sütkent gibi şehirlerde oturuyorlardı. Onuncu asırda henüz Müslüman olmamış olan Oğuzlar, inanışları gereği bir takım ibadet ve âyinleri yerine getiriyorlardı. Ancak yaşayış bakımından İslâmiyet'e uygun tarafları vardı. Soy temizliğine ehemmiyet verirlerdi. Bilhassa zina gibi suçların cezası ölümdü.

Onuncu asrın başlarında Oğuzlar, Mâverâünnehir çevresinde yerleşip, Yabgu denilen hükümdarın idare ettiği bir devlet kurdular. Devlet ve millet işlerinin bir mecliste istişare edildiği ve subaşı denilen ordu kumandanı, Yabgu’nun vekili ve nâibi olan tegin, İnal ve Tarkan unvanlarını taşıyan memurlar vardı. Oğuzların bu sıradaki başşehirleri, Sir Derya kıyısındaki Yeni Kent idi. Yabgu Devleti zamanında Oğuzlar, Üçok ve Bozok diye iki kısma ayrılmışlardı.

Onuncu asrın sonlarında İslâm dînini kabul ederek iyice güçlenen Oğuzlar, komşuları Peçenekler ve Hazarlar ile savaşlar yaparak onları yendiler. Fakat 11. yüzyılın ortalarında, Oğuzların İslâm dînini kabul etmemiş olan bir kısmı, Kıpçaklar'ın baskısıyla yurtlarını terk ederek Karadeniz’in kuzeyinden Tuna boylarına, oradan da Balkanlara indiler. İslâm dînine girmedikleri için etraflarını saran Hıristiyan devletlerin baskısıyla kısa zamanda benliklerini kaybederek, örf, an’ane ve geleneklerini unuttular. Eriyip, yok oldular. Geri kalanları da Bizans hizmetine girdiler. 1071’de yapılan Malazgirt Meydan Muharebesi'ne Bizanslıların yanında katıldılar. Fakat çok geçmeden Selçuklular tarafına geçtiler.

İslâm dînini kabul eden Selçuk Bey’in idaresindeki Oğuz boyları ise, Oğuz Yabgu Devleti hükümdarının, kendilerine kötülük yapacağından çekinerek, yurtlarından ayrılıp İslâm diyarı olan Horasan taraflarına gittiler. Mâverâünnehir’de kalan diğer Oğuz boyları da, Kıpçakların hücum ve baskıları sonunda dağıldılar. Böylece Oğuzlar Devleti yıkıldı. Yerlerinde kalan Oğuzlar ise Karaçuk dağları bölgesinde, Mangışlak’da ve Seyhun Nehri kıyılarında yerleştiler. Daha sonra Karahıtayların ve Karlukların baskısı netîcesinde, Horasan’a gelip Selçuklulara tâbi oldular.

Selçuk’un büyük oğlu Arslan İsrâil, Horasan’da hâkimiyet kurup, diğer Oğuz boylarını idaresi altında topladı. Daha sonraları, Tuğrul ve Çağrı Beyler idaresindeki Selçuklular, Sâmânoğulları ile ittifak kurarak, Karahanlılar'a ve Gazneliler'e karşı mücadele ettiler. Selçukluların başarılı idareleri sebebiyle pekçok Oğuz boyu onların hâkimiyetinde toplandı. Birçokları yerleşik hayata geçti.

Selçuklu Devletinin kurulmasında esas rolü oynayan Oğuzlar ve diğer Oğuz boyları, 11. yüzyılın ikinci yarısından itibaren akın akın İran, Irak, Anadolu ve Suriye’ye doğru yayıldılar. Selçuklu Devletinin sınırlarını Ceyhun Nehrinden Akdeniz’e kadar genişlettiler. İslâmiyet'i kabul etmeden önce dünyevî maksatlar ve kuru cihangirlik için çalışan, harp eden ve soylarının temizliğiyle tanınan Oğuzlar, İslâm dînini kabul ettikten sonra, Allahü teâlânın yüce dîni olan İslâmiyet'i yaymaya gayret ettiler. Gittikleri yerlerde doğruluğun, adaletin, ilmin ve medeniyetin savunuculuğunu yaptılar. İnsanlara hizmet etmek, ilmin ve medeniyetin yayılmasını sağlamak için pekçok cami, medrese, kervansaray, hamam ve köprü yaptırdılar. Büyük Selçuklu, Türkiye Selçukluları, Akkoyunlular, Salgurlular, Artukoğulları, Karamanoğulları, Ramazanoğulları, Dulkadiroğulları ve Osmanlı devletlerini kurarak İslâm dîninin yayılmasına hizmet ettiler. İslâmiyet'in ve Müslümanların yok edilmesi için çalışan Haçlılara karşı parlak zaferler kazandılar. İslâmiyet'e, ilme ve adalete karşı olan ortaçağ Avrupa’sına pekçok yenilikleri götürdüler. Dokuz yüz sene boyunca, kurdukları devletlerin sınırları içinde yaşayan bütün unsurlara karşı İslâm dîninin emirleri doğrultusunda hareket ederek, hizmet ettiler. Bugün Türkiye, Âzerbaycan, İran, Türkmenistan, Afganistan, Irak ve Suriye’de yaşayan Türkler, Oğuzların neslindendir.

Oğuz teşkilâtı, yirmi dört boyun çıkardığı sülâleler ve meşhûr şahsiyetleri:

Boz-Oklar: Dış Oğuzlar da denip, Sağ kolu teşkil ederler. ( Oğuz Kağan Destanı)

1. Gün-Alp/Gün-Han: Sembolü şâhin. Oğulları: a) Kayıg/Kayı-Han: “Sağlam, berk” mânâsındadır. Üç kıta ve yedi denize altı yüz yıldan fazla hâkim olan Osmanlı sülâlesi bu boydandır. Kayı Boyundan Ertuğrul Gâzi ve her biri birer müstesnâ şahsiyete sâhip, çoğu dâhî, cihangir, kumandan, şâir ve sanatkâr olan Osmanlı sultanları, Kayı Han neslinin kıymetini göstermeye kâfidir. b) Bayat: “Devletli, nîmeti bol” mânâsındadır. Maraş ve çevresine hâkim olan Dulkadiroğulları, İran’da Kaçarlar, Horasan’da Kara Bayatlar, Maku ve Doğubeyazıt hanları, Kerkük Türkmenlerinin çoğu, bu boydandır. Dede Korkut kitabını 1480’de Hicaz’da yazan Tebrizli Hasan ve meşhûr şâir Fuzûlî bu boydandır. c) Alka-Bölük/Alka-Evli: “Nereye varsa başarı gösterir” mânâsındadır. Türkiye ve Âzerbaycan’daki Alaca, Alacalılar adı taşıyan yerler bu boyun hatırasıdır. d) Kara-Bölük/Kara-Evli: “Kara otağlı (çadırlı)” mânâsındadır. Karalar ve karalı gibi coğrafî yer adları bunlardan kalmadır.

2. Ay-Alp/Ay-Han: Sembolü kartal. Oğulları: a) Yazgur/Yazır: “Çok ülkeye hâkim” mânâsındadır. Ab-Yabgu devrindeki Yenibent Yabguları, Batı Türkistan’daki Cend Emirleri, Kara-Daş denilen Horasan Yazırları, Ahıska’dan aşağı Kür boyundaki Azgur-Et (Azgur Yurdu) Kalesi, Kürmanç Kürtlerinin Azan Boyu, Toroslardaki Gündüzoğulları Hanedanı bu boydandır. b) Tokar/Töker/Döğer: “Dürüp toplar” mânâsındadır. Yenikentli Vezir Ayıdur, Harput-Diyarbakır-Mardin hâkimleri, Artuklular, Sincar-Siverek, Suruç arasında hâkim eski Caber Beyleri, Memluklar devrinde Halep Döğeriyle Hama Döğerleri, bugünkü Mardin-Urfa arasında yirmi dört oymaklı Kürt Döğerleri, Hazar Denizi doğusundaki Saka Boyu Takharlar; Şavşat’taki Ören kale, To-Kharis ve Malatya’nın Tokharis bucağı, Dağıstan’daki Digor ve Kars ve Arpaçay sağındaki Digor kazası bu boydan hatıradır. c) Totırka/Dodurga/Dödürge: “Ülke almak ve hanlık yapmak” mânâsındadır. Sivas doğusundaki Tödürgeler bu boydandır. d) Yaparlı: “Misk kokulu” mânâsındadır. Zaza Çarekliler ve misk ticareti yapan Yaparı Oymağı bu boydandır. Yaparı Oymağının Akkoyunlu ve Giraylı camilerinin mihrap duvar harcına bu güzel ıtriyattan kattıklarından hâlâ hoş kokmaktadır. Diyarbakır ve Kırım’da hatıraları vardır.

3. Yıldız-Alp/Yıldız Han: Sembolü tavşancıl. Oğulları: a) Avşar/Afşar: “Çevik ve vahşî hayvan avına hevesli” mânâsındadır. Hazistan Beyleri, Konya’daki Karamanoğulları, İran’daki Avşarlı Nâdir Şah ve hanedanı, Ürmiye ve Horasan Afşarları bu boydandır. b) Kızık: “Yasakta pek ciddi ve kuvvetli” mânâsındadır. Gaziantep, Halep ve Ankara çevresindeki Kızıklar, Doğu Gürcistan’da ve Şirvan batısındaki ovaya Kızık adını verenler bu boydandır. c) Beğdili: “Ulular gibi aziz” mânâsındadır. Harezmşahlar, Bozok/Yozgat-Raka/Halep çevresindeki Beğdililer, Kürmanç Badılları bu boydandır. d) Karkın/Kargın, “Taşkın ve doyurucu” mânâsındadır. Akkoyunlu-Dulkadiroğlu ve Halep-Hatay bölgesindeki Kargunlar, Doğu Anadolu ve Âzerbaycan’daki ilkbaharda eriyen karların suları ile kopan sel ve su kabarmasına da Kargın/Korkhun denilmesi bu boyun adındandır.

Üç-Oklar: İç Oğuzlar da denilir, sol kolu teşkil ederler.

1. Gök-Alp/Gök Han: Sembolü sungur. Oğulları: a) Bayundur/Bayındır: “Her zaman nîmetle dolu yer” mânâsındadır. Akkoyunlular sülâlesi, İzmir’den Âzerbaycan’daki Gence’ye kadar Bayındır adlı yerler bu boydan gelir. b) Beçene/Beçenek/Peçenek: “İyi çalışkan, gayretli” mânâsındadır. Karadeniz kuzeyi ile Balkan Yarımadasına göçen ve 1071 Malazgirt ile 1176 Miryokefalon Meydan Muhârebelerinde Bizanslılardan ayrılarak Selçuklular safına geçen Peçenekler, Dicle Kürmançlarının iki ana kolundan güneydeki Beçene Kolu, Ankara-Çukurova Halep bölgelerindeki Türkmen oymaklarından Peçenekler bu boydandır. c) Çavuldur/Çavındır: “Ünlü, şerefli, cavlı” mânâsındadır. Türkmenistan’da Mangışlak Çavuldurları, Çorum çevresindeki Çavuldur ve Anadolu’daki Çavdar Türkmen oymakları, Erzurum ve çevresindeki Çoğundur adlı köyler bu boyun adından gelmektedir. d) Çepni: “Düşmanı nerede görse savaşıp hemen çarpan, vuran ve hızlı savaşan” mânâsındadır. Rize-Sinop arasındaki çok usta demirci Çepniler ve Çebiler, Kırşehir, Manisa-Balıkesir çevresindeki ve Kars ile Van bölgelerinde Türkmen Oymağı Çepniler bulunmaktadır.

2. Dağ-Alp/Dağ Han: Sembolü uçkuş. Oğulları: a) Salgur/Salur: “Vardığı yerde kılıç ve çomağı ile iş görür” mânâsındadır. Kars ve Erzurum hâkimi Salur Kazan Han Sülâlesi, Sivas-Kayseri hükümdarı âlim ve şair Kadı Burhâneddin Ahmed ve Devleti, Fars Atabegleri, Salgurlular, Horasan’daki Teke-Yomurt ve Sarık adlı Türkmenlerin çoğu bu boydandır. b) Eymür/Imır/İmir: “Pek iyi ve zengin” mânâsındadır. Akkoyunlu, Dulkadirli ve Halep Türkmenleri içindeki Eymürlü/İmirlü oymakları, Çıldır ve Tiflis’teki iyi halıcı ve keçeci Terekeme Oymağı bu boydandır. c) Ala-Yontlup/Ala-Yundlu: “Alaca atlı, hayvanları iyi” mânâsındadır. Yonca kelimesi bu boyun hatırasıdır. d) Yüregir/Üregir: “Daima iyi iş ve düzen kurucu” mânâsındadır. Orta Toros ve Çukurova Üç-Oklu Türkmenlerinin çoğu, Adana’daki Ramazanoğulları bu boydandır.

3. Deniz Alp/Deniz Han: Sembolü çakır. Oğulları: a) Iğdır/Yiğdir/İğdir: “Yiğitlik, büyüklük” mânâsındadır. İçel’in Bozdoğanlı Oymağı, Anadolu’da yüzlerce yer adı bırakan İğdirler, İran’da büyük Kaşkay-Eli içindeki İğdirler ve Iğdır adı, bu boyun hâtırasıdır. b) Beğduz/Bügdüz/Böğdüz: “Herkese tevâzu gösterir ve hizmet eder mânâsındadır. Dicle Kürtleri ilbeği olup, Hazret-i Peygamber’e elçi giden (622-623 yılları arasında Medîne’ye varan), Bogduz-Aman Hanedanı temsilcisi ve Kürmanç’ın iki ana kolundan Bokhlular/Botanlar, Yenikent-Yabgularından onuncu yüzyıldaki Şahmelik’in Atabegi Kuzulu, Halep Türkmenlerinden Büğdüzler bu boydandır. c) Yıva/Iva: “Derecesi hepsinden üstün” mânâsındadır. Büyük Selçuklu Sultanı Melikşâh (1072-1092) devrinde Suriye ve Filistin’i feth eden Atsız Beğ, 12. yüzyılda Hemedân batısında Cebel bölgesi hâkimleri Berçemeoğulları, Haçlıları Halep çevresinde yenen Yaruk Beg, Güney-Âzerbaycan’daki Kaçarlu-Yıva Oymağı bu boydandır. Ankara’da çok makbul yuva kavunu bu boyun yerleştiği ve adları ile anılan köylerde yetişir. d) Kınık: “Her yerde aziz, muhterem” mânâsındadır. Büyük ve Anadolu Selçuklu devletleri, Orta Toroslardaki Üçoklu Türkmenler, Halep-Ankara ve Aydın’daki Kınık Oymakları bu boydandır.

Özbekler (Şeybaniler)

On dördüncü yüzyıldan itibaren Orta Asya’da hakimiyet kuran, bugün çoğunlukla Özbekistan Cumhuriyetinde yaşayan Türk boyu. Özbek halkının tarihinin ilk dönemlerine ait bilgi yoktur. Özbeklere bu ad, ilk olarak 1313-1340 yılları arasında hüküm süren, Altınordu Hükümdarı Gıyâseddin Muhammed Özbek tarafından verildi. Daha sonraları, 1412-1468 yılları arasında hüküm süren Ebü’l-Hayr’a bağlı Müslüman-Türklerin adı oldu.

Timur Han'ın 1405’te ölümünden sonra zayıflayan Timur İmparatorluğu parçalanmaya başladı. Bu sırada Aral Gölünün ve Seyhun Irmağının kuzeyindeki bölgede dağınık olarak yaşayan Özbekler, Ebü’l-Hayr’ın idaresinde toplanarak, 1428’de onu kendilerine han ilan ettiler. Kısa zamanda kuvvetlenip, çevredeki diğer boyları da hakimiyetleri altına aldılar. Timurlulardan, Harezm’i alıp, Urgenc’i zaptettiler. Siriderya (Seyhun) Irmağı kıyısındaki Sığnak, Arkuk, Suzak, Akkurgan, Özkent gibi şehirleri ülkelerine kattılar ve bunlardan Sığnak’ı başşehir yaptılar. Türkistan taraflarına seferler düzenledilerse de, Kalmuklara yenilerek Sığnak’a çekildiler. Özbeklerin bu zayıf durumundan istifade eden Karay ve Canibek adlı başbuğlar, Özbeklerden bir kısmını etraflarında toplayıp, Çağatay Hanı Esenboğa’ya başvurarak, kendilerine yurt vermesini istediler. Esenboğa, onları, Çağatay Moğol İmparatorluğunun sınır bölgelerine yerleştirdi. Canibek ve Karay’a tâbi olarak Özbeklerden ayrılan göçebe boylara, daha sonra Kazak veya Kırgız Kazakları adı verildi. Kırgız Kazaklarını yeniden hakimiyeti altına almaya çalışan Ebü’l-Hayr, 1468’de bir savaşta vefat etti. Ebü’l-Hayr’ın vefatından sonra, Özbekler, Çağatay Moğol hükümdarı Yunus Hana yenilerek dağıldılar. Yunus Han, Ebü’l-Hayr’ın oğlu Şah Budak’ı öldürttü. Dağınık halde bulunan Özbekler, bu hadise üzerine Şah Budak’ın oğlu Muhammed Şeybek’in (Şeybânî) etrafında tekrar toplanarak güneye doğru inmeye başladılar.

Bu tarihten itibaren Şeybânîler adıyla da anılan Özbekler, ilk zamanlar, Çağatay Hanı Mahmud Hanın himayesine girerek Türkistan’a yerleştiler. 1500 yılında Timuroğulları Devletindeki iç karışıklıktan yararlanarak, Buhara’yı zaptedip, Timur Hanedanına son verdiler. Mâverâünnehir tahtına, Muhammed Şeybânî geçti. Timur soyundan gelen Hüseyin Baykara’nın hüküm sürdüğü Harezm’i ve Hüseyin Safi’nin idare ettiği Hîve’yi de ele geçiren Özbekler, Çağatay Hükümdarı Yunus Hanın torunu Babür ile uğraştılar. Yapılan bir savaşta, Babür’ü mağlup ederek Taşkent’e çekilmek zorunda bıraktılar. Horasan tarafına da seferler düzenleyip, Belh ve Herat’ı ele geçirdiler. Çağatayların elinde bulunan Taşkent’i de zapteden Özbekler, Çağatay Hanı Mahmud Han ile kardeşi Ahmed Hanı esir aldılar. Böylece Türkistan, Mâverâünnehir, Fergana ve Horasan bölgelerine hakim olup, Orta Asya’nın en güçlü devleti hâline geldiler.

Özbekler, on altıncı yüzyıl boyunca İran’daki Şiî-Safevîler'le devamlı olarak savaştılar. Osmanlılar ve Hindistan’daki Babürlüler'le iyi münasebetler kurmaya çalıştılar. 17 ve 18. yüzyılın ortalarına kadar Astırhanlar Hanlığı'nın hakimiyeti altında kaldılar. 1740’ta, Nâdir Şah tarafından, Astırhanlar (Astrahan) Hanlığı yıkıldı.

Nâdir Şahın vefatından sonra, hakimiyet Canoğullarının yerine Mangıthanlar sülâlesine geçti. Canoğullarının hakimiyeti, 1860 yılına kadar devam etti. 1860’tan itibaren Türkistan içlerine doğru ilerleyen Rusların himayesinde, yarı bağımsız olarak devam eden Buhara Hanlığı'nın hakimiyetinde kalan Özbekler, Rusların baskısı altında yaşadılar. 1917’deki komünist ihtilalden sonra, Rus esaretine karşı harekete geçtiler. Buhara, 1920’de Ruslar tarafından tamamen işgal edilince, Mangıthanlar sülalesi de ortadan kalktı. Kadın-erkek, ihtiyar-çocuk demeden insanların kurşuna dizilmesi, cami ve mescitlerin kapatılıp din adamlarının şehit edilmesinden sonra, Buhara Halk Cumhuriyeti kuruldu. Bu cumhuriyet de 1924’te ortadan kaldırıldı.

Bugün Özbekler, 1991’de bağımsızlığını kazanan Özbekistan Cumhuriyeti'nde yaşamaktadırlar. 1984’te 17. 5 milyon olan Özbekistan nüfusunun, 12 milyonu Özbeklerden meydana geliyordu. Ayrıca, Tacikistan’da 1 milyon, Türkmenistan’da 240 bin, Kırgızistan’da 450 bin, Kazakistan’da 2 milyon 400 bin kadar Özbek yaşamaktadır. Böylece Orta Asya Türk Cumhuriyetlerindeki toplam Özbek sayısı, 16 milyonu bulmaktadır.

Peçenekler

Türk boylarından. Oğuzların Üç-ok koluna mensupturlar. İslâm kaynaklarında “Beçene, Beçenek, Biçene”; Anadolu ağzında “Peçeneke, Beçenek” olan boyun adı, “iyi çalışır, gayret gösterir” mânâsındadır. Peçeneklere Bizanslılar “Patzinak”, Lâtinler “Bissenus”, Ruslar “Peçennyeg”, Macarlar “Beşennyö”, Ermenilerin “Badzinag” dedikleri, kaynaklarda yazılıdır. Asıl yurtları, Orta Asya’da, Seyhun (Siriderya) ile İdil (Volga) nehirleri arasındadır.

Dokuzuncu yüzyılda Hazar Hakanlığı ve Oğuzlar'ın baskılarıyla, asıl yurtlarını terk edip, batıya göç etmeye başladılar. Yayılma istikametleri Karadeniz’in kuzeyinden Balkanlara doğru idi. Hazar Hakanlığı, Rus Knezlikleri, Bizanslılar ve Balkan kavimleriyle mücadele ettiler. 860-880 yılları arasında Don-Kuban nehirleri boyuna gelen Peçenekler, Macarları bu havaliden uzaklaştırdılar. Don Nehrinden, Dinyeper’in batısına kadar yayıldılar.

915’te, Rusların ataları olan Kiyef Rus Knezliği’ne, ilk Peçenek akını yapıldı. Rusları, Karadeniz kıyılarına indirmemek için, 915’ten 1036 yılına kadar, on biri büyük olmak üzere pek çok akın yaptılar. Peçeneklerin, Rusları Karadeniz’e indirmemeleri, Bizanslıların menfaatineydi. Bizanslılar, 1018 yılına kadar, Peçeneklerle dost geçinmeye çalıştılar. 1026, 1035, 1036’da, Balkanlara akın tertip ettiler.

Peçeneklerin iç mücadelesinde, önce Kegen’in, sonra da Turak’ın Hıristiyan olmasıyla, millî felaketleri başladı. Peçenekler, arasında 1048 yılında başlayan Hıristiyanlaşma, Balkanlarda sıkışmalarıyla hızlandı. Hıristiyanlaşan Peçenekler, millî benliklerini unutup, Türklüklerini kaybettiler. Bizanslılar, Peçenekleri yurtlarından alıp, başka yerlere iskân siyaseti takip ettiler. Bizans ordusuna da asker alındılar.

1071 Malazgirt Muharebesi'nde, Bizans ordusundaki Peçenekler, Selçuklular safına geçmeleriyle, Sultan Alparslan’ın zafer kazanmasında yardımcı oldular. 1176 Miryokefalon Meydan Muharebesi'nde de Anadolu Selçukluları safına geçtiler. Balkanlardaki Peçenekler, Anadolu’da Marmara kıyılarına kadar gelen soydaşı Selçuklularla münasebet kurdular. Peçenekler, Trakya’da Bizans kuvvetlerini üst üste yenerek, Edirne ve Keşan’a hakim olarak, Çekmece’ye kadar geldiler. Oğuzların Üç-ok kolu Çavuldur boyuna mensup olan İzmir Beyi Çaka Bey’in, kuvvetli bir donanma kurarak, Bizans’a ait adaları zaptetmesi, iki soydaş boyun, Bizans’a karşı ittifakına sebep oldu. Bizans’a karşı Peçenek, Çavuldur ittifakı, entrika yüzünden bütünüyle gerçekleşemedi. Bizanslılar, Peçeneklere karşı Kıpçaklarla anlaştı. Bizans’a kırk bin atlı ile yardıma gelen Kıpçaklar, Bizans ordusuyla beraber olup, Meriç Irmağı ağzında ve Enez yakınında Peçeneklerle karşılaştılar. 29 Nisan 1091 tarihinde Luvinyum Muharebesinde, Peçenekler yenildiler. Luvinyum Muharebesi, Peçeneklerin siyasî tarihinin sonu oldu. Peçeneklerden kırk bin aile, Arnavutluk kuzeyindeki Ohri Gölünün doğusuna yerleştiler.

Balkanlara dağılan Peçenekler, Müslüman olmadıklarından, Anadolu ve Hindistan’daki soydaşları gibi Türklüklerini muhafaza edemeyip, Slavlaştılar. Asıl çoğunluğu, Karadeniz’in kuzeyi ve Balkanlarda olmasına rağmen, günümüzde buralarda, Peçenek hatırasına rastlanmamaktadır. Anadolu’da, Peçeneklere ait coğrafî adlar hâlâ mevcuttur. Ankara vilayeti, Şereflikoçhisar kazası yakınındaki Peçeneközü vadisi, Maraş’ın Elbistan kazasında iki, Konya bölgesinde de dört yer adı, Peçeneklerin Anadolu’ya geldiklerinin hatırasıdır.

Salur Boyu (Salurlar, Salurlular)

Oğuzların Üçok koluna mensup bir Türk boyu. On üçüncü yüzyılda İran’ın Fars bölgesinde Salgurlular (Fars) Atabegliğini kurdular. Horasan ve Kirman’dan gelen diğer Türk boylarıyla, nüfuzlarını arttırdılar. Atabegliğin 1286 yılında Moğollar tarafından ortadan kaldırılmasından sonra, Salurlar, Salur Türkmenleri adıyla anılmaya başladılar. Bölgede kalanlar, Merv ve Serahs civarında hayatlarını devam ettirdiler. Batıya göç edenlerse, Anadolu’da kurulan Mengücükler, Eretnalılar ve Türkiye Selçukluları'nın hizmetine girdiler. Salurlulardan Kadı Burhâneddin, Eretnalıların zayıflamasından istifadeyle, Sivas ve Kayseri bölgesinde kendi adıyla anılan bir devlet kurdu (1381). Osmanlılar zamanında Salurlular, Sivas, Erzincan, Tokat, Amasya, Adana ve Trablusşam bölgesinde hayatiyetlerini devam ettirdilerse de, sonraları diğer Türkmen boyları arasına karıştılar. Bugün Anadolu’da, Salur adını taşıyan birçok yerleşim birimi bulunmaktadır.

Halaçlar (Kalaçlar, Hılciler)

Toharistan, Güney Afganistan ve Sicistan'da yaşamış eski bir Türk kabilesi. Kaşarlı Mahmud'a göre Hallaçlar, Oğuzlara çok yakın bir soydur. Bununla birlikte 11. yy Türk boylarıyla ilgili gruplandırmalarda Hallaçlara yer verilmemiştir. Ebu'l Gazi Bahadır'ın Şecere'i Terakime adlı yapıtlarında Hallaçlar'ın Hindistan'daki varlıklarından ve etkinliklerinden söz edilmekle birlikte, Hallaci hanedanlığı hakkında bilgi yoktur. İslam kaynakları Toharistan Türklerini, Güney Afganistan halkını ve Kuzey Hindistan ile arasındaki nüfusu dil ve gelenekler yönünden Halaçlara bağlar. 10. yy ait bir coğrafya kitabı olan Hududü'l Alam'da Belh, Toharistan ve Büst'te hayvancılıkla uğraşan Halaçların yaşadığı anlatılmıştır.

  • (Kumanlar)
  • Tatarlar
  • http://www.turkcebilgi.com/t%C3%BCrk_boylar%C4%B1
  • Yörükler
  • Yüe-çiler