Troya Savaşı Gerçekten Oldu Mu?
Çanakkale’den sadece birkaç kilometre uzaklıkta, Trakya’yı Anadolu topraklarından ayıran dar boğazın Asya yakasında, Hisarlık adlı küçük bir tepe vardır.
Heredot, Ksenefon, Plutarkhus ve diğer Yunanlı ve Romalı klasik yazarlara göre, burası Troya’nın, Homeros’un İlyada ve Odysseia’sında geçen Troya’nın bulunduğu yerdir. Klasik Yunanlılar, Homeros’un Troya’yı sahiden görmüş olduğundan emin değillerdi. Buna karşılık, ne anlattığı savaşların gerçekliğinden ne de Hisarlık ve çevresinde geçtiğinden kuşku duyuyorlardı.
İnsanların tanrılara benzediği (ve tanrıların da tam anlamıyla insan olduğu) bir dünyada, iki tarafın en büyüklerinin savaştığı yer işte burasıydı! Troya Kralı Priamos’un oğlu Paris’in, dünyanın en güzel kadını Helena’yı Yunanistan’daki evinden kaçırdıktan sonra getirdiği Troya burasıydı! Yunan kralı Agamemnon’un Helena’yı geri getirmek için askerlerine hedef gösterdiği Troya burasıydı! En büyük Yunan savaşçısı Achilleus’un, Paris’in kardeşi Hektor’u öldürdüğü yer işte bu Troya’ydı. İlyada’nın son sahnesinde, Priamos oğlunun cesedini geri götürmek ve Yunanlılar ile Troyalılar arasında bir ateşkes yapmak için Achellius ile buluşmuştu.
Bütün bunların gerçekliğine ve Hisarlık’ta geçtiğine duyulan inanç, daha sonra fatihleri bölgeye çekmişti. İÖ 480′de Pers Kralı Kserkes, Çanakkale’den Yunan topraklarına geçmeden hemen önce, Hisarlık yakınlarında bin boğa kurban etmişti. Bir buçuk yüzyıl sonra, Büyük İskender birliklerini ters yönde harekete geçirdiğinde, aynı yerin yakınlarında Achellius’un anısına adaklar adadı. Tüm Ortaçağ ve Rönesans’ta, gezginler Troya olduğuna inandıkları Hisarlık’ı ziyaret etmeyi sürdürdüler.
Ne var ki, on sekizinci yüzyıldan başlayarak, bilim insanları daha kuşkucu bir yaklaşım benimsemeye başladılar. Birçoğu, bırakalım Homeros destanlarının anlattığı anıtsal savaşı, Troya’da bir savaş olduğundan bile kuşkulanıyordu. Onlara göre. bir kere Heredolos ile Homeros arasında yüzlerce yıllık bir mesafe bulunuyordu; üstelik yine yüzlerce yıllık bir zaman dilimi, allın çağ denilen dönemi ozanın yaşamından ayırıyordu.
Troya’nın gerçekliğine inanmayı sürdürenler arasında, bölgedeki ABD konsolosu ve amatör arkeolog. Frank Calvert de vardı. 1860′ların ortasında, Calvert Hisarlık’ta birkaç ön kazı yapmış, klasik çağlara ait bir kale kalıntısı ve İskender döneminden kalına bir sur bulmuştu. Buldukları cesaret vericiydi ama Calvert’i Hisarlık’ın altında birçok tarihsel katmanın bulunduğuna ve burası için kendisininkinden daha çok para yutacak türde bir kazının zorunluluğuna da inandırmıştı.
Calvert, daha sonra, 1868′de, bölgeyi ziyaret eden Homeros tutkunu bir Alman milyoneri, Heinrich Schliemann’ı yemeğe davet etti. Calvert’in tersine, Schliemann’ın bu konuda bir şeyler yapabilecek kadar çok parası vardı.
1870′de ekibiyle birlikte kazıya başladı.
Schliemann, Homeros’un Troya’sının ancak Hisarlık’ın alt katmanlarına bir tünelle inilerek bulunabilecek kadar eski olduğuna inanıyordu. Böylece, doğrudan katı kaya yatağına ulaşıncaya kadar, tepenin çok büyük bir kesimini açtı. Kazarken, çeşitli Taş Devri eşyaları bulması kafasını karıştırdı, çünkü bunların mantıksal olarak Homeros’un betimlediği Tunç ya da Taş Devri şehrinin altında bulunması gerekirdi. 1872 Mayısında, Schliemann günlüğüne yazdığı notta “kafasının karıştığı”nı itiraf etti. Gene de kazıyı sürdürdü.
Heinrich Schliemann
Derken, 1873 Mayısında sözcüğün gerçek anlamıyla altın buldu. Schliemann, daha sonra öyküyü anlatırken söylediği gibi, işçilerinin altın parıltısına gösterebileceği tepkiden çekinmişti. O günün doğum günü olduğunu o anda hatırladığını söyleyerek, kazıyı paydos etmişti. Sonra altını salıyla kaçıracak olan karısı, Sophia’yı çağırmıştı. Schliemann çifti rüyalarını süsleyen hazinelerini ancak daha sonra inceleyebilmişti. Binlerce altın yaprak parçasından oluşan 2 altın taç, 60 altın küpe ve 8750 altın yüzük dahil, nadide altın ve bakır işleri vardı.Schliemann, bunun Helena’nın mücevherlerinin de bulunduğu Kral Priamos’un hazinesi olduğu sonucuna varmıştı. Daha sonra, kraliyet ailesinin bir üyesinin Yunanlılar şehri yağmalarken, hazine sandığını kaçırdığı spekülasyonunu yapmıştı. Hazine sandığı ve şehir alevler içinde kaldığında, talihsiz Troya enkaz yığınına dönüşmüştü. Schliemann, mücevherlerin yakınlarında bulunan bakır anahtarın, bir zamanlar sandığı açmak için kullanıldığım sanmıştı.
Hazinenin güvenliğinden hala kaygılı olan Schliemann, hazineyi Yunan sınırından kaçırdı. Bu, Türk yetkililerinin hoşuna gitmedi ve Schliemann’ı mahkemeye verdiler. 1875′de Schliemann’ın Türk hükümetine elli bin frank ödemeyi kabul etmesi karşılığında, Türkler bu eşsiz ve paha biçilmez hazinenin mülkiyetinin ona ait olduğunu onayladı.
Ama Schliemann’ın o anda uyduruverdiği gibi, bu ‘Priamos’un Hazinesi’ miydi? Schliemann özel konuşmalarında bazı kuşkuları olduğunu itiraf etmişti. Hazine ne denli muhteşem olursa olsun, Hisarlık’ın Homeros’un Troyası olduğunu gösteren başka işaretlerin olmayışı hala yeterli açıklama bekliyordu. Schliemann, destanların yazdıklarına bakarak, beklediği geniş caddeler ya da kuleler ve giriş kapıları değil, tarih öncesine ait küçük bir yerleşimin kalıntılarını bulmuştu.
Kazıyı yeniden başlatma niyetindeydi ama hazineyi ülkeden kaçırdığı için kendisine hala kızgın olan Türkler ona kazı izni vermeyi reddetti. Böylece hareketsiz kalabilecek birisi olmayan Schliemann, Troya Savaşı arayışını başka yerde sürdürmeye karar verdi.
Eğer Priamos’un krallığına ulaşamazsa, bunun yerine Agamemnon’unkine ulaşma niyetindeydi. Burada da, klasik yazarlar ipuçları veriyor ve Yunanistan’ın Argolic Yarımadası’ndaki Korent’in güneyinde yer alan Miken’e işaret ediyorlardı. Miken’in eski Yunan krallarının gömüldüğü yer olduğu düşüncesi çok eskilere uzanıyordu ve Hisarlık’ın aksine Miken ortalıkta görülebilen, etkileyici harabeleriyle övünüyordu.
Schliemann, Homeros’un gerçek insanları ve gerçek savaşları anlatmış olduğuna artık daha çok inanıyordu. Bununla birlikte Miken’deki muhteşem mezarlığın Hisarlık’taki küçük kasabayı iyice arka plana itmiş olmasının yol açtığı çelişki Schliemann’ı rahatsız etti. En sonunda, 1890′da, Türkler Schliemann’a Hisarlık kazılarına devam etme iznini ancak yüksek miktarda nakit para karşılığında verdi.
Bu kez Schliemann, Priamos hazinesini bulduğu şehrin yirmi beş metre dışında, tepenin batı sınırı yakınlarını kazdı. Orada büyük bir binanın kalıntılarını buldu. Nihayet bu, Homeros kahramanlarına layık bir yapıydı; Schliemann burasının Priamos’un sarayı olabileceğini düşündü. Üstelik işçiler binanın duvarlarının içinde tartışmasız Miken tarzı ve süslemeleriyle bir çömlek kalıntısı bulmuştu. Böylece Schliemann aradığı Miken ve Troya ilişkisini bulmuştu! Eğer birbirleriyle savaşmadıysalar, en azından ticaret yapmış olmalıydılar.
Ne gariptir ki, 1890 aynı zamanda, Schliemann’ın korkulu rüyasının gerçekleştiği yıldı; çünkü yeni bulgular Schliemann’ın 1870′de kazdığı kasabaya göre, yüzeye çok daha yakın katmanlarda bulunmuştu. Bu, Homeros’un Troyası’nın Schliemann’ın hazineyi bulmuş olduğu küçük yerleşimden yüzyıllar sonra yapıldığını gösteriyordu. Dolayısıyla, hazine ne Priamos’a ne de herhangi bir İlyada kahramanına ait olabilirdi. Daha kötüsü, bu bir an önce tepenin dibine varmak için sabırsızlanan Schliemann’ın, Homeros’un Troyası’nın kalıntılarını kazıp geçmiş olduğu anlamına da geliyordu. Böylece umutsuzca peşinden koştuğu şehrin bazı kalıntılarını neredeyse kesin olarak ortadan kaldırmıştı.
Dorpfeld, burasının Homeros’un Troya’sı olduğu sonucuna vardı. Gerçekten de, Schliemann’ın bulduğu binalar göz önüne alınırsa, kule, büyük evler ve geniş caddeler ozanın anlattıklarına daha uygun düşüyordu. Dorpfeld’in Hisarlık katmanlarını analizi, onu Schliemann’ın küçük yerleşiminin Hisarlık’taki ikinci yerleşim olduğu ve yaklaşık İÖ 2500 yılına tarihlendirilebileceği sonucuna götürdü. Dorpfeld’in Troya’sı, aynı alanda inş:ı edilen altıncı şehirdi ve İÖ 1500 ile 1000 yılları arasında kurulmuştu. Kesin olmasa da, Dorpfeld’in bulduklarını Troya Savaşı’nın geleneksel tarihine yaklaşık İÖ 1200 iyice yaklaştıran tarihleme, Homeros’un Troya’sını bulmuş olduğu inancını pekiştirdi.
Dorpfeld’in görüşleri yaklaşık kırk yıl, Cari Blegen’in liderliğinde bir Amerikan ekibinin Hisarlık’a ulaştığı ana kadar geçerliliğini sürdürdü. Blegen’in 1932 ve 1938 yılları arasındaki kazıları, Dorpfeld’in hipotezinde bazı ciddi sorunlara işaret etti. Blegen, altıncı Troya’nın yok oluşunun bir Yunan istilasına bağlanamayacağı sonucuna ulaşmıştı. Surun bir parçasında temel değişikliğe uğramışken, diğer parçalar tamamen yıkılmış görünüyordu. Blegen, bu tip bir hasarın tanrısal özelliklere sahip bile olsa insan ürünü olamayacağına inanıyordu. Dolayısıyla bu hasarı ancak bir depremin yaratabileceğini düşündü.
Blegen’a göre, Homeros’un Troya’sı Hisarlık’taki bir sonraki yedinci yerleşimdi. Troyalılar, depremden sonra şehri tamamen farklı biçimde yeniden inşa etmişti. Altıncı Troya’nın büyük evleri şimdi küçük odalara bölünmüş ve geniş caddelerin kenarına, içlerinde her biri tabana saplanan büyük malzeme çömlekleri bulunan minik evler inşa edilmişti. Blegen, bütün bunlara bakarak, bu yerleşimin kuşatma altında bir şehir olabileceği izlenimi edinmişti. Yunanlılar Troya surlarının dışında bulunduğundan kullanılabilen her yere göçmenler ve eşyalar doldurulmuştu. Blegen, yedinci şehrin altıncıdan kısa süre sonra düştüğü sonucuna ulaştı; dolayısıyla kalıntılar Troya Savaşı için verilen geleneksel tarihlemeye hala uygundu.
Önce Schliemann, sonra Dorpfeld, sonra da Blegen; bu üç arkeolog da Homeros’un Troya’sının Hisarlık’ta gerçi farklı katmanlarda bulunduğuna inanıyordu.
Onlardan sonra gelen bilimciler ve arkeologların çalışmaları üçünü de cesaretlenebilirdi. En umut verici kanıtlardan biri, İÖ 1200′den sonra yayılan Hitit uygarlığının kalıntılarından geldi. 1970′ler ve 1980′lerde, bilimciler orada bulunan kil tabletleri çözdüler. Bunların bir kısmında Hititlerin ilişkide olduğu yabancı kral ve diplomatların adları bulunuyordu. Bazı bilimciler, bu adların arasında Priamos ve Paris’in Hititçe’ye çevrilmiş adlarına rastladıklarını öne sürdüler.
Tekrar Hisarlık’ta, 1990′ların ortasında, Alman arkeolog Manfred Korfmann, Dorpfeld Blegen’in ortaya çıkardığı şehir surlarının bilinen sınırlarının dışında nerelere uzandığını saptamak amacıyla, yeni uzaktan belirleme teknolojisini kullandı. Korfmann’ın Troya’sı, Homeros kahramanlarına önceki meslektaşlarınınkinden daha çok yakışan bir kaleydi. Korfmann’ın analizleri, Troya surlarının İÖ 8. yüzyılda, Homeros’un bölgeye yaptığı olası ziyareti sırasında hala görülebildiğini de göstermişti.
Bilimcilerin çoğunluğu Troya Savaşı’nın gerçekliğinin kesin olarak söylenemeyeceğim itiraf ediyor. İlyada ve Odysseia, hem ozanın canlı hayal gücünün hem de uzun süren bir altın çağa duyulan özlemin ürünü olduğundan, bu özellikleriyle destanlar kesinlikle güvenilir bir tarihsel anlatı olamazlar. Ama Hisarlık tepesinde, bir zamanlar Miken kalesi kadar büyük bir şehrin bulunmuş olduğu konusunda hiçbir kuşkunun kalmamış olması, Schliemann’ı haklı çıkarmıştır. Tarihçiler her iki şehirde de yaşamış olan insanların adları ve yaptıkları konusunda kesin bir şey söyleyememekle birlikte, bu iki halkın büyük olasılıkla birbiri hakkında epey bilgi sahibi olduğunu düşünüyorlar.
Troya halkı ve Miken halkı birbiriyle konuşmuş, ticaret yapmış ve çok akla uygun olarak, savaşmıştı.
Schliemann ve Homeros en azından bu kadarıyla haklı çıkmışlardı.
_______ooOoo_______
Kaynak:Tarihin Büyük Sırları – Paul ARON
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder