27 Ocak 2013 Pazar

Siyahi Firavunlar Ülkesi: Nübye

Siyahi Firavunlar Ülkesi: Nübye

MISIR VE NÜBYE: KOMŞU VE RAKİP
Nübye, Mısır’ın güneyinde yer alan ve güçlü kabilelerce yönetilen bir bölgeydi. Mısırlılar, güneyde bu denli güçlü bir komşuları olmasından hoşlanmıyordu: Bunun en önemli nedenlerinden biri de Batı Asya’daki egemenliklerini finanse etmek için Nübye’deki altın madenlerine bağımlı olmalarıydı. Bu nedenle 18.hânedan firavunları (M.Ö.1539-1292), Nübye’yi fethetmek için ordular gönderdi ve Nil boyunca garnizonlar kurdu. Nübyeli kabile şeflerini yönetici tâyin ettiler ve kayırdıkları Nübyelilerin çocuklarını Teb’de okuttular. Mısır hakimiyetine boyun eğen Nübyeli elitler, Mısır kültürünü ve ruhâni geleneklerini benimsemeye başladı. Mısır tanrılarını, özellikle Amon’u tanıdılar, Mısır dilini kullandılar, Mısır gömü yöntemlerini uyguladılar ve sonra da piramitler inşa ettiler Görünüşe göre Nübyeliler, “Mısırmâni”ye ilk tutulanlardı.

19.yy sonu ve 20.yy başındaki Mısır bilimciler, bunu bir zayıflık göstergesi olarak yorumlayacaktı. Ama yanılıyorlardı: Nübyeliler, jeopolitik falcılık yeteneğine sahipti. M.Ö. 8.yüzyıla gelindiğinde Mısır, parçalanmıştı ve kuzeyi meşruluk kazanmak için göstermelik bir şekilde firavunluk geleneklerini benimseyen Libyalı şefler tarafından yönetiliyordu. Libyalı şefler, yerlerini sağlamlaştırınca, Amon’a olan dini bağlılıkları gevşedi; Karnak’taki rahipler tanrısız bir sondan korkmaya başlamıştı. Peki Mısır’ı tekrar eski güçlü ve kutsal konumuna getirecek kimse yok muydu?
Mısırlı rahipler, güneye baktı ve aradıkları cevabı orada buldular. Karşılarında Mısır’a ayak basmadığı halde Mısır’ın mânevi geleneklerini korumuş bir halk vardı. Nübyeliler, açıkça “Papadan daha Katolik olmuştu”.
MISIR’IN DİRİLİŞİ: PİYE
MÖ.730’da Piye adında bir adam, Mısır’ı Mısır’dan kurtarmanın tek yolunun onu istila etmek olduğuna karar verdi. Bir kurtarıcı gelene kadar, her yer fenâ halde kana bulanacaktı.
“Ahırınızdaki en iyi atları hazırlayın!” diye emir verdi komutanlarına. O muazzam piramitleri inşa eden muhteşem uygarlık, yoldan çıkmış; küçük kabile şefleri tarafından parçalanmıştı. Piye, yirmi yıldır Afrika’daki büyük bölümü günümüz Sudan’ında yer alan Nübye bölgesinde kendi krallığını yönetiyordu. Ama kendisini aynı zamanda Mısır’ın gerçek hakimi, II.Ramses ve III.Tutmosis gibi firavunların uyguladığı ruhâni geleneklerin meşru vârisi olarak görüyordu. Piye, belki de Aşağı Mısır’a hiç gitmediği için onun bu iddialarını ciddiye almayanlar da vardı. Ve şimdi Piye, yozlaşan Mısır’ın boyun eğişine ilk elden tanık olacak, daha sonra da “Aşağı Mısır’ın, güçlü parmaklarımın tadına bakmasına izin vermeliyim.” diye yazacaktı.
Piye’nin askerleri Nil Nehri’nin kuzeyine yelken açtı. Yukarı Mısır’ın başkenti Teb’de karaya çıktılar. Kutsal topraklarda savaşa girmenin bir adabı olduğuna inanan Piye, askerlerine savaştan önce Nil’de yıkanarak arınmalarını, en kaliteli keten giysilerini kuşanmalarını ve vücutlarına –kendi koruyucu tanrısı olarak tanımladığı koç başlı güneş tanrısı Amon’a adanan- Karnak’taki tapınağın suyundan serpmelerini söyledi. Piye, kendisi de bir ziyafet verdi ve Amon’a kurbanlar sundu. Böylece günahlarından arınan komutan ve adamları, yollarına çıkan bütün ordularla savaşmaya başladı.
Bir yıl süren seferin sonunda Mısır’daki bütün liderler silahlarını bıraktı. Aralarında –Piye’ye haberci göndererek, “Merhametli ol! Bu utanç günlerinde senin yüzüne bakamam; ateşinin karşısında duramam, haşmetinden korkarım” diyen- Nil deltasının güçlü kabile şefi Tefnahte de vardı. Yenilenler, hayatlarına karşılık Piye’den kendi tapınaklarında ibadet etmesini, en değerli mücevherlerine el koymasını ve en iyi atlarını almasını istediler. O da bu isteklerini yerine getirdi. Ve ardından tir tir titreyen tebaasının önünde, “İki Ülkenin Efendisi” olarak henüz kutsanmış olan Piye, beklenmedik bir şey yaptı: ordusunu ve savaş ganimetlerini toplayıp güneye, Nübye’ye yelken açtı ve bir daha da Mısır’a dönmedi.
Piye 35 yıl süren hükümdarlığının ardından M.Ö..715’te öldüğünde, tebaası onu, isteklerine uygun olarak yanında çok sevdiği dört atı ile birlikte Mısır tarzı bir piramide gömdü. 500 yıldan uzun süredir ilk kez bir firavun bu şekilde gömülüyordu. Ne yazık ki önemli başarılar kazanan bu büyük Nübyelinin yüzü tarihin sayfalarından silindi. Nübye’nin başkenti Napata’daki tapınakta yer alan rölyefte Piye’nin sadece bacakları duruyor. Görünüşü hakkında öğrenebildiğimiz tek şey var, o da teninin siyah olduğu.
Piye, siyahi firavunlar diye anılan, ülkenin 25. Hanedanı’nın bir üyesi olarak, Mısır’ı üç çeyrek yüzyıl boyunca yöneten bir dizi Nübye kralının ilkiydi. Gerek Nübyeliler gerekse düşmanlarının steller üzerine kazıdıkları yazıtlardan, bu hükümdarların kıta üzerinde bıraktıkları büyük ayak izlerini saptamak mümkündür. Siyahi firavunlar, parçalanan Mısır’ı yeniden birleştirip ülkeyi görkemli anıtlarla donattılar ve güneyde günümüz Hartum’undan kuzeyde Akdeniz’e kadar uzanan bir imparatorluk kurdular. Kana susamış Asurlular’a karşı koydular ve belki de bu sırada Kudüs’ü de kurtarmış oldular.
ŞABAKA
Mısır, Nübye yönetimi altında yeniden Mısır oldu. Piye’nin 715’deki ölümünden sonra erkek kardeşi Şabaka, Mısır başkenti Memfis’e yerleşerek 25.Hanedanı güçlendirdi. Kardeşi gibi, Şabaka da eski firavunluk geleneklerini benimseyerek, 6.Hanedan hükümdarı II.Pepi’nin adını aldı; düşmanlarını öldürmek yerine, onları Mısır köylerini Nil baskınlarından koruyacak bentlerin yapımında çalıştırdı.
Şabaka, imar projeleriyle Teb’i ve Luksor Tapınağı’nı müsrifçe donattı. Karnak’a diktirdiği pembe granit heykelde, Kuş ülkesi stilindeki tacının üzerinde çifte “Uraeus” –iki ülkenin efendisi olduğunu simgeleyen iki başlı kobra- ile betimleniyordu. Şabaka, mimari ile olduğu kadar, askeri gücü ile de Mısır’a Nübyelilerin kalıcı olduğunun işaretini veriyordu.
Asurlular doğuda hızla kendi imparatorluklarını kuruyorlardı. M.Ö. 701’de günümüz İsrail topraklarında yer alan Judah’a yürüdüklerinde, Nübyeliler harekete geçmeye karar verdi. İki ordu Eltekeh kentinde karşılaştı. Ve her ne kadar Asur İmparatoru Sanherib, büyük bir zafer duygusuyla “onları yenilgiye uğrattık” diye böbürlendiyse de, belki yirmi yaşlarındaki genç bir Nübye prensi, büyük firavun Piye’nin oğlu kurtulmayı başardı. Toptan bir katliam yapmaktan yana olan Asurluların bu prensi öldürememiş olmaları, mutlak bir zafer kazanamadıklarının göstergesidir.
Asurlular kentten ayrılıp Kudüs kapılarına dayandığında, Kudüs’ün savaşa hazır lideri Hezekiel, Mısırlı müttefiklerinin onları kurtarmaya geleceği umudundaydı. Asurlular ona Eski Ahit’te de geçen şu ünlü yanıtı verdi: “İşte sen şu kırık kamış değneğe, Mısır’a güveniyorsun; bu değnek kendisine yaslanan herkesin eline batar, deler. Firavun da kendisine güvenenler için böyledir.”
Ve o zaman kutsal metinler ve diğer kaynaklarda belirtildiğine göre, bir mucize gerçekleşti: Asur ordusu geri çekildi.
Salgın bir hastalığa mı tutulmuşlardı yoksa yukarıda bahsedilen Nübyeli prensin Kudüs’e doğru ilerlediği yolunda kokutucu haberi mi almışlardı? Kesin olarak bilinen şu ki, Sanherib kuşatmayı kaldırdı ve küçük düşmüş bir şekilde dörtnala ülkesine döndü. 18 yıl sonra da kendi oğulları tarafından burada katledildi.
TAHARKA : BİR RÜYANIN SONU
Eltekeh’den canını kurtaran, daha sonra Asurluların “bütün büyük tanrıların lanetlediği kişi” diye söz ettiği, Piye’nin oğlu, acımasız prens Taharka’nın Mısır üzerindeki etkisi öylesine güçlü oldu ki, düşmanları bile bıraktığı izleri silemedi. Hükümdarlığı sırasında Nil üzerinde gemiyle Napata’dan Teb’e kadar gitmek, mimarlık harikaları arasında bir gezintiye çıkmak demekti. Mısır’ın her yanında, pek çoğu şimdi dünya müzelerinde yer alan büstler, heykeller ve onun adını ya da görüntüsünü taşıyan anıtlar inşa etti. Heykellerin çoğu rakipleri tarafından tahrip edildi. Ölümden sonra geri dönmesini önlemek için çoğu kez heykellerinin burnu kırıldı. İki ülkenin efendisi olma iddiasını tanımamak için de alnındaki çifte “uraeus” parçalandı.
Babası Piye, Mısır’a gerçek firavunluk geleneklerini getirmişti. Amcası Şabaka, Memfis ve Teb’de bir Nübye varlığı oluşturmuştu. Ama her ikisinin de ihtirası, 690’de Memfis’de tahta çıkan ve 26 yıl boyunca birleşik Mısır ve Nübye imparatorluklarının başında kalan 31 yaşındaki bu komutanınkinin yanında sönük kaldı. Taharka, 25.Hanedan için en uygun zamanda tahta çıkmıştı. Nil deltasındaki kabile şefleri bastırılmıştı ve Kudüs’te onu yenmeyi başaramayan Asurlular bu Nübye hükümdarına bulaşmak istemiyordu. Mısır sadece ona aitti. Tanrılar ona barışla birlikte refah da sundu. Tahttaki altıncı yılında yağmurlarla kabaran Nil, hiçbir köye zarar vermeden vadileri kaplayarak muhteşem ürünler alınmasını sağladı. Taharka’nın dört ayrı stelde bahsettiği gibi kabaran sular bütün yılanlar ve fareleri yok etti. Belli ki Amon ona gülümsüyordu.
Taharka’nın kazandıklarıyla yetinmeye niyeti yoktu. Siyasi kazançlarını kullanması gerekiyordu. Bu nedenle, Mısır’ın genişleme döneminde olduğu Yeni Krallık’tan (yaklaşık M.Ö. 1500’de) beri görülen en büyük imar kampanyasını başlattı ve tabi bundan da en büyük payı iki ülkenin kutsal başkentleri Teb ve Napata aldı.
Hakimiyetinin yaklaşık 15.yılında, gösterişli bir imparatorluk kurma çalışmaları arasında belki bir parça kibir de Nübyeli hükümdarı ele geçirmeye başlamıştı. Lübnan kıyılarındaki kereste tüccarları Taharka’nın mimari konusundaki doymak bilmez iştahını sürekli ardıç ve sedir ağacı sağlayarak gideriyordu. Asur kralı Asarhaddon bu ticaret yolunu kapatmak istediğinde, Taharka Asurlular’a karşı bir isyanı desteklemek üzere güney Levant’a asker gönderdi. Asarhaddon bu hareketi bastırdı ve intikam için M.Ö. 674’te Mısır’a girdi. Ama Taharka’nın ordusu düşmanlarını geri püskürttü.
Bu zafer Nübyeli’nin egosunu iyice kuvvetlendirdi. Akdeniz boyunca uzanan isyancı devletler de onun bu zafer sarhoşluğuna ortak olarak Asarhaddon’a karşı ittifak kurdu. 671’de Asurlular isyanı bastırmak üzere Sina Çölü’ne yürüdü. Zafer çok çabuk kazanıldı; bu kez kan dökme arzusuyla dolu olan kişi Asarhaddon’du. Askerlerini Nil Deltası’na yöneltti.
Taharka ve ordusu, Asurlularla karşı karşıya geldi. On beş gün boyunca meydan savaşları verdiler ve Asarhaddon, istemeyerek de olsa bu savaşların “çok kanlı” geçtiğini itiraf etti. Ancak Nübyeliler Memfis’e çekilmek zorunda kaldı. Beş kez yaralanan Taharka, canını kurtardı ve Memfis’i terk etti. Asarhaddon, tipik Asurlu davranışıyla köylüleri katletti ve “kellelerinden yığınlar oluşturdu”. Asurlu, daha sonra şöyle yazacaktı: “Kraliçesini, haremini, veliahdı Uşankuru ile geri kalan oğulları ve kızlarını, mallarını, eşyalarını, atlarını, sığırlarını, sayılamayacak kadar çok sayıdaki koyunlarını Asur ülkesine götürdüm. Kuş’un kökünü Mısır’dan kazıdım.” Asarhaddon, Taharka’nın oğlu Uşankuru’nun boynuna bir ip bağlanmış halde Asurlu’nun önünde diz çökerken resmedildiği bir de stel yapılmasını istedi.
Ne var ki Taharka, Asarhaddon’dan daha fazla yaşadı. 669’da “Nübyelilerin Memfis’i geri aldığını öğrenen Asarhaddon, Mısır’a giderken yolda öldü. Asurlular, başlarında yeni krallarıyla ve bu kez esir aldıkları isyancı askerlerle dolu bir orduyla yeniden kente saldırdılar. Taharka’nın hiç şansı yoktu. Güneye, Napata’ya kaçtı ve bir daha Mısır’ı asla görmedi.
(NG Society/Gizliilimler)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder