Tarih Öncesi Flores Adalılar Bilmecesi
Cüce fillerin, iri sıçanların, dev Komodo ejderhalarının, hatta devasa kertenkelelerin ufak insanlar tarafından avlandığı tuhaf, tarihöncesi bir dünya. Bu senaryo, kulağa bilimsel gerçeklikten çok Arthur Conan Doyle’un Kayıp Dünya’sı gibi bilim kurgu romanlarına aitmiş gibi gelebilir, ancak, çok uzaklardaki bir Endonezya adasında yakın zamanda yapılan araştırmalar bu düşünceyi değiştiriyor. Sumatra ve Doğu Timor arasında bulunan bir Endonezya adası olan Flores, son birkaç yıldır büyük bir tartışmanın merkezi olmuştur.
2003 yılının Eylül ayında Endonezya Arkeoloji Merkezinden R. P. Soejono ve New England Armidale Üniversitesinden Michael Morwood’un önderliğini yaptığı uluslararası bir araştırma ekibi, Liang Bua adı verilen, kireç taşından bir mağaranın kazısında çalışıyorlardı. Burada, 6 metre derinlikte yaklaşık 30 yaşlarında bir kadına ait olan neredeyse eksiksiz bir iskelet buldular. Tür olarak insana ait olduğunu düşündükleri bu iskeleti ölçtüklerinde yalnızca 1 metre uzunluğunda olduğunu gördüler. Çevrede, aynı türe ait, etrafa yayılmış diğer kemiklerle birlikte şimdiye kadar dokuz insan iskeleti bulundu. Radyokarbon ve termolüminesans testleri sonucu en eski kalıntıların yaklaşık 94 000 en yenisinin ise 12 000 yıllık olduğu saptandı.
Mağaranın içinde (insanın yanı sıra) balık, kurbağa, yılan, kaplumbağa, dev sıçan, kuş, yarasa ve Stegedon (soyu tükenmiş bir tür cüce fil), Komodo ejderhaları ve dev kertenkele gibi diğer iri hayvanlara ait iskeletler bulundu. Katmanlarda bulunan ateşle işlenmiş kayalar ve kavrulmuş kemikler, Flores Adalıların ateşin nasıl kontrol edildiğini bildiklerinin bir işaretiydi. Mağarada elde edilen diğer önemli bir bulgu da tahta merdanelerin üzerine bağlanıldıkları sanılan iki ucu keskin, oldukça karmaşık bir sisteme sahip taş aletlerdi. Taş aletlerin bazıları Stegodon’a saplıydı; bu da Flores Adalıların onları avladıklarının bir göstergesidir.
Araştırma ekibi şaşırtıcı bulgularını 2004 yılının Ekim ayında Nature adlı bilim dergisinde yayımladı. Flores’teki keşiflerinin sonuçları inanılmazdı. Dergide, Homo floresiensis adını verdikleri küçük insan türünün keşfedildiği açıklandı. Araştırmacılar bu türün tarih öncesi dönemlerde Flores Adasında yaşadıklarını düşünüyorlardı. Orijinal iskelet, Flores’li Küçük Kadın olarak ünlendi ve bu türe J.R.R. Tolkien’in Yüzüklerin Efendisi serisinden esinlenilerek hobbit takma adı verildi. Bunlar, yaklaşık 1 metre uzunluğunda, uzun kollara ve üzüm büyüklüğünde kemiklere sahip iskeletlerdi. İki ayaklı bu türün son derece küçük beyinleri vardı (modern insanın sahip olduğunun üçte biri büyüklüğünde, ya da bir şempanzenin beyninden biraz daha küçük). Bu insanlar karmaşık aletler yapıyor, cüce filleri avlıyor ve o bölgeyi kolonileştiren modern insanlarla aynı zamanda yaşıyorlardı. Araştırmacılar Flores Adalıların modern insanın cüceleri olmadıkları, fakat modern insanlar tarafından yaklaşık 30 000 yıl önce yok edilen Avrupalı Neandertalların doğu bağıntıları olan Homo erectus’un küçültülmüş formu oldukları sonucuna vardılar. Homo erectus türü de modern insanlar bölgelerine gelmeden hemen önce kayıtlardan silinmişti.
Bulgulara ilişkin önemli bir soru, araştırmacıların Homo floresiensis’lerin küçük boylarını nasıl hesapladıklarıdır. Bir teoriye göre Flores adası özellikle yalıtılmış bir adaydı ve modern dönemlerden önce oraya varmayı başarabilen hayvan kolonilerince sahiplenilmişti. Bu hayvanlar bazılarını devasa boyutlara getiren sıradışı evrim güçlerinin öznesi olmuştu, bunlara örnek olarak dev kertenkeleyi, Komodo ejderhasını (günümüzde hâlâ nesli devam etmektedir) ve cüce fil (Stegodon) gibi hayvanların küçülmüş türlerini verebiliriz. Araştırma ekibi, Homo floresien’lerin Flores’a 840 000 yıl önce gelen Homo erectus’un ataları olduğunu düşünüyor. Onlara göre, adada dış dünyadan yalıtılmış bir şekilde yaşayan bu hayvanlar yavaş yavaş, fillerin boyutlarını küçülten, kendilerine göre uyarlanmış bu sürecin bir parçası olmuşlardı. Küçük boyutlu hayvanlar Flores’daki kaynakların yetersizliğinden dolayı da evrim geçirmiş olabilirdi.
Tamamen beklenmedik bir şekilde keşfedilen Homo Floresiensis’in, eski dönemlere ait en önemli tür olduğu düşünülüyor. Homo cinsinin bu yeni üyesi, insan evrimine ilişkin bulguları bile değiştirebilir. Örneğin, bizler karmaşık yapıya sahip bir aleti üretmek için büyük bir beyne sahip olunması gerektiğine inanırız. Ancak Flores Kadını’nın sahip olduğu beyin bu düşünceyi çürüttü ve araştırmacıların küçük beyinli atalarımızın akılları ve yeteneklerine ilişkin önceden sahip olduğumuz varsayımları sorgulamaları gerektiğini ortaya çıkardı. Hatta ilk kaşiflerden biri olan Dr. Michael Morwood Flores Adalıların fil ve dev kertenkelelerin yaşadığı dönemlerde haberleşmek için kullandıkları ilkel bir dil kullandıklarını öne sürdü. Fakat diğer araştırmacılar onunla aynı fikirde değildiler; şempanze ve hatta kurtların bile bir dil kullanmadan ortaklaşa avlanabildikleri gerçeğini öne sürdüler.
Flores keşfi aynı zamanda Neandertallann 30 000 yıl önceki yok oluşundan beri insanların dünyada yalnız olduğu yönündeki basmakalıp bilgiyle de uyuşmuyor. Flores Adalılar diğer çoğu arkaik insan topluluklarının aksine modern döneme kadar varlıklarını sürdürmeyi başardılar, böylelikle modern insanla birlikte aynı anda var oldular. Bu, iki farklı insan türünün, Homo sapiens ve Homo floresiensis’in, yeryüzünde aynı anda paralel bir yaşama sahip olduklarını gösterir. Ancak Flores’de modern insan kalıntıları bulunmasına karşın, bunların en eskisinin 11 000 yıllık olduğu saptanmıştır; bu da söz konusu iki türün adada tam olarak aynı anda yaşamamış olabileceği anlamına gelir.
Bilim çevrelerinin ve diğer çevrelerin tepkileri neredeyse keşfin kendisi kadar sıradışıydı. Londra’da bulunan Doğal Tarih Müzesindeki “insanın kökeni” bölümünün müdürü olan Chris Stringer, “(kendim dahil) birçok araştırmacı bu iddialara kuşkuyla yaklaşmıştır,” demiş ve hiçbir şeyin kendisini küçük Flores Adalılar kalıntılarıyla karşılaşma sürprizine hazırlayamayacağını eklemiştir. Stringer ayrıca bulunan uzun kolların, Homo floresiensis’lerin ağaçların üzerinde uzun zaman geçirdiklerinin bir kanıtı olabileceğini tahmin ediyordu. “Bunu bilmiyoruz. Fakat eğer civarda Komodo ejderhaları varsa bebeklerinizle birlikte daha güvenli bir yer olan ağaçların üzerlerini seçersiniz.”
Liang Bua mağarasında yapılan çalışmaların sonuçlarıyla aynı fikirde olmayan çok sayıda araştırmacı vardı, hâlâ da var. Endonezya’nın önde gelen paleoantropologlarından Teuku Jacob, LB1’in kesinlikle yeni bir türün üyesi olmadığını, aksine modern insanın austrolomelanesid ırkına ait olduğunu ve bu yüzden yalnızca 1300-1800 yaşında olduğunu iddia etmiştir. Jacob ve diğer birkaç önemli araştırmacı, bulunan kemiklerin aslında modern insana (Homo sapiens), büyük olasılıkla da mikrosefali diye bilinen beyin özrüne sahip cücelere ait olduğunu belirtti. Hatta bu kemiklerin, bugün Liang Bua’nın yakınlarında, Flores Adasinın Rampasasa köyünde yaşayan cücelerin atalarına ait oldukları ileri sürüldü. Mikrosefali, beyinde ortaya çıkan sıradışı küçük bir urun neden olduğu patolojik bir vakadır ve genelde zihinsel engellerle ilişkilidir. Bu kuramı desteklemek adına, anatomist Maciej Henneberg, LB1 kafatasının, Girit’ten tipik bir mikrosefalik kafatası örneğiyle neredeyse aynı olduğunu ileri sürmüştür. Fakat Doğa adlı makaleye en büyük katkıları yapan Peter Brown ve New South Wales’da bulunan New England Üniversitesinden bir yardımcı profesör bu açıklamaya karşı çıkıyor. Profesör, savını, bu durumdaki pek az insanın yetişkinliğe varabileceğini söyleyerek destekliyor ve mikrosefalik kafataslarının, hiçbiri LB1′de olmayan farklı ayırt edici özelliklere sahip olduğunu ekliyor. Brown ayrıca Liang Bua’da bulunan kemikler, hepsi aynı cüce özelliklerini taşıyan iskeletler yalnızca dokuz kişiye ait olduğu için, bütün nüfusta mikrosefali görüldüğünü öne sürmenin çok zor olacağını belirtiyor.
2005 yılının başlarında Florida Eyalet Üniversitesinden Dr. Dean Falk’un liderliğini yaptığı uluslar arası bir uzman grubu LB1 kafatasını inceledi. Grup, elde ettiği verileri Bilim dergisinde 2005 yılının Mart ayında yayımladı. Grup, LB1 beyninin üç boyutlu bir maketini diğer birkaç farklı türle karşılaştırdı: Şempanze, modern insan (modern cüceyle birlikte), mikrosefalik ve Homo erectus. İnsan benzeri ilkel yaratıklar olan Australopithecus’lar ve paranthropusaethiopicus’lar ve modern goriller arasında birçok karşılaştırma yapılmıştı. Bu karşılaştırmaların sonuçlarına göre LB1 beyni cücelerin beyinlerinden ya da mikrosefalik beyinlerden tamamen farklıydı ve daha çok Homo erectus beynine benziyorlardı ve gerçekten de “insanoğlunun yeni bir türüne aitti”. Ancak bu sonuçlar Dr. Faik ve ekibinin gerçek bir mikrosefaliye sahip kafatasını kullanmadıklarını iddia eden bilim adamlarını susturmadı. Bu konudaki tartışma halen devam etmektedir.
http://insanveevren.wordpress.com/2012/04/15/tarih-oncesi-flores-adalilar-bilmecesi/
Flores Adalıların gerçek kökenleri ve kimlikleri konusundaki soru işaretlerinin DNA analizleriyle ortadan kaldırılabileceği yönünde kuvvetli bir ihtimal var. Nispeten yakın döneme ait iskelet kalıntıları ye bu maddenin fosilleşmediği gerçeği, bu analizlerin yapılmasını mümkün kılıyor. Fakat yüksek sıcaklık DNA’nın kimyasını bozduğundan Endonezya’nın tropikal iklimi bu yöntemle elde edilecek olan başarı şansını yok ediyor. Belki de Liang Bua’da daha çok sayıda tam iskelet bulunması DNA testinin uygulanmasına olanak sağlayabilir, fakat bunun LB1′den başarıyla elde edilip edilemeyeceğini zaman gösterecek. Yine de o büyüleyici olasılık hâlâ var. Homo floresiensis’lerin DNA’ları alınabilirse, bu insanoğlunun evrim sürecine tamamıyla yeni bir sayfa açacak.
Küçük ada insanlarının tarihe karışması ise (yaklaşık 12 000 yıl önce), Liang Bua mağarası yakınlarındaki çok sayıdaki volkanlardan birinin Flores’in benzersiz vahşi yaşamının yanı sıra orada yaşayan Homo floresiensis nüfusunu da yok etmesiyle gerçekleşmiş olabilir. Ancak Homo floresiensis nüfusunun bir kısmı daha sonraları adanın diğer bölgelerinde hayatlarını sürdürmüş de olabilir. İlginçtir ki Flores’in bugünkü sakinleri adadaki Ebu Gogo (her şeyi yiyen büyükanne) olarak bilinen küçük kıllı insanlara ilişkin efsanelerden söz ediyorlar. Bu Ebu Gogo’ların bazı özellikleri arasında Homo floresiensis’lerde olduğu gibi boylarının yaklaşık 1 metre oluşu ve uzun kol ve parmaklara sahip oluşları yer alıyor. Ebu Gogo’lar aynı zamanda ilkel bir dil ile mırıldanabiliyorlar ve köylülerin kendilerine söyledikleri şeyleri tıpkı bir papağan gibi tekrarlayabiliyorlardı.
Görünüşe göre Ebu Gogo’lar en son Hollanda kolonileri 19. yüzyılda Flores’e yerleşmeden önce görülmüş. Flores Adalılarla Sumatra adası arasında ilginç bir bağ vardır. Sumatra Adası’nda Orang Pendek diye bilinen, yaklaşık 1 metre uzunluğunda insan benzeri kalıntılar bulunmuştur. Zoologlar 150 yıldan uzun süredir batı Sumatra’nın Kerinci Seblat parkı alanında gizemli bir maymunun görüldüğüne ilişkin kayıtlar tutmaktadır ve bulunan ayak izleri ve kıllar bu maymunun var olduğuna ilişkin bir ipucudur. Flores Adası bulguları üzerine çalışan araştırmacılar, Orang Pendek’ın halen Sumatra’da yaşayan Homo floresiensis’lerin yaşayan örnekleri olduğunu varsayıyorlar. Nature dergisinin baş editörü Henry Gee de bu düşünceye katılıyor. Hatta daha da ileri gidip, bu kadar yakın zamana kadar yaşayabilmiş olan Homo floresiensis’lerin keşfinin, “Yetis gibi insan benzeri yaratıklar hakkındaki hikayelerin içinde de doğruluk payı olma olasılığını artırdığını” belirtiyor ve ekliyor, “Bu tür hayret verici yaratıkları inceleyen kriptozooloji, şimdi moda olabilir.”
Araştırmacılar özellikle güneydoğu Asya gibi bilinmeyen memelilerin bulgularına rastlanan zengin bir bölgede Homo floresiensis ya da Ebu Gogo’ların yaşayan örneklerini bulma olasılığının gözardı edilmemesi konusunda ısrarcılar. Örnekler arasında bir ceylan, Pseudoryx nghetinhensis (1993 kadar eski bir tarihte Lao-Vietnam sınırında görüldü) ve öküze benzeyen bir yaratık olan kouprey (varlığı batı bilim dünyasınca yalnızca 1937′den beri biliniyor) var. Bert Roberts ve Michael Morwood, Flores’deki kalan yağmur ormanlarına ve Ebu Gogo hikayelerindeki mağaralara yapılacak bir keşif gezisiyle kıl ve diğer benzeri kalıntılar gibi çok önemli örneklere, hatta belki de canlı örneklere rastlayabileceklerine inanmışlardı. Aynı zamanda farklı Homo türlerine ait iskelet kalıntılarının, güneydoğu Asya’nın ıssız köşelerinde keşfedilmeyi beklediklerini düşünüyorlardı. Gerçekten de, yakın tarihte yaşamış fakat 2003 yılına kadar ortaya çıkmamış floresiensis gibi kayıp bir Homo türünün varlığı, insanlık tarihi hakkında sandığımızdan daha bilgisiz olduğumuzun güçlü bir kanıtıdır.
Gizlenen Tarih – Brian Haughton
S: 325-332
Koridor Yayıncılık
(Görseller sonradan ilave edilmiştir)
2003 yılının Eylül ayında Endonezya Arkeoloji Merkezinden R. P. Soejono ve New England Armidale Üniversitesinden Michael Morwood’un önderliğini yaptığı uluslararası bir araştırma ekibi, Liang Bua adı verilen, kireç taşından bir mağaranın kazısında çalışıyorlardı. Burada, 6 metre derinlikte yaklaşık 30 yaşlarında bir kadına ait olan neredeyse eksiksiz bir iskelet buldular. Tür olarak insana ait olduğunu düşündükleri bu iskeleti ölçtüklerinde yalnızca 1 metre uzunluğunda olduğunu gördüler. Çevrede, aynı türe ait, etrafa yayılmış diğer kemiklerle birlikte şimdiye kadar dokuz insan iskeleti bulundu. Radyokarbon ve termolüminesans testleri sonucu en eski kalıntıların yaklaşık 94 000 en yenisinin ise 12 000 yıllık olduğu saptandı.
Mağaranın içinde (insanın yanı sıra) balık, kurbağa, yılan, kaplumbağa, dev sıçan, kuş, yarasa ve Stegedon (soyu tükenmiş bir tür cüce fil), Komodo ejderhaları ve dev kertenkele gibi diğer iri hayvanlara ait iskeletler bulundu. Katmanlarda bulunan ateşle işlenmiş kayalar ve kavrulmuş kemikler, Flores Adalıların ateşin nasıl kontrol edildiğini bildiklerinin bir işaretiydi. Mağarada elde edilen diğer önemli bir bulgu da tahta merdanelerin üzerine bağlanıldıkları sanılan iki ucu keskin, oldukça karmaşık bir sisteme sahip taş aletlerdi. Taş aletlerin bazıları Stegodon’a saplıydı; bu da Flores Adalıların onları avladıklarının bir göstergesidir.
Araştırma ekibi şaşırtıcı bulgularını 2004 yılının Ekim ayında Nature adlı bilim dergisinde yayımladı. Flores’teki keşiflerinin sonuçları inanılmazdı. Dergide, Homo floresiensis adını verdikleri küçük insan türünün keşfedildiği açıklandı. Araştırmacılar bu türün tarih öncesi dönemlerde Flores Adasında yaşadıklarını düşünüyorlardı. Orijinal iskelet, Flores’li Küçük Kadın olarak ünlendi ve bu türe J.R.R. Tolkien’in Yüzüklerin Efendisi serisinden esinlenilerek hobbit takma adı verildi. Bunlar, yaklaşık 1 metre uzunluğunda, uzun kollara ve üzüm büyüklüğünde kemiklere sahip iskeletlerdi. İki ayaklı bu türün son derece küçük beyinleri vardı (modern insanın sahip olduğunun üçte biri büyüklüğünde, ya da bir şempanzenin beyninden biraz daha küçük). Bu insanlar karmaşık aletler yapıyor, cüce filleri avlıyor ve o bölgeyi kolonileştiren modern insanlarla aynı zamanda yaşıyorlardı. Araştırmacılar Flores Adalıların modern insanın cüceleri olmadıkları, fakat modern insanlar tarafından yaklaşık 30 000 yıl önce yok edilen Avrupalı Neandertalların doğu bağıntıları olan Homo erectus’un küçültülmüş formu oldukları sonucuna vardılar. Homo erectus türü de modern insanlar bölgelerine gelmeden hemen önce kayıtlardan silinmişti.
Bulgulara ilişkin önemli bir soru, araştırmacıların Homo floresiensis’lerin küçük boylarını nasıl hesapladıklarıdır. Bir teoriye göre Flores adası özellikle yalıtılmış bir adaydı ve modern dönemlerden önce oraya varmayı başarabilen hayvan kolonilerince sahiplenilmişti. Bu hayvanlar bazılarını devasa boyutlara getiren sıradışı evrim güçlerinin öznesi olmuştu, bunlara örnek olarak dev kertenkeleyi, Komodo ejderhasını (günümüzde hâlâ nesli devam etmektedir) ve cüce fil (Stegodon) gibi hayvanların küçülmüş türlerini verebiliriz. Araştırma ekibi, Homo floresien’lerin Flores’a 840 000 yıl önce gelen Homo erectus’un ataları olduğunu düşünüyor. Onlara göre, adada dış dünyadan yalıtılmış bir şekilde yaşayan bu hayvanlar yavaş yavaş, fillerin boyutlarını küçülten, kendilerine göre uyarlanmış bu sürecin bir parçası olmuşlardı. Küçük boyutlu hayvanlar Flores’daki kaynakların yetersizliğinden dolayı da evrim geçirmiş olabilirdi.
Tamamen beklenmedik bir şekilde keşfedilen Homo Floresiensis’in, eski dönemlere ait en önemli tür olduğu düşünülüyor. Homo cinsinin bu yeni üyesi, insan evrimine ilişkin bulguları bile değiştirebilir. Örneğin, bizler karmaşık yapıya sahip bir aleti üretmek için büyük bir beyne sahip olunması gerektiğine inanırız. Ancak Flores Kadını’nın sahip olduğu beyin bu düşünceyi çürüttü ve araştırmacıların küçük beyinli atalarımızın akılları ve yeteneklerine ilişkin önceden sahip olduğumuz varsayımları sorgulamaları gerektiğini ortaya çıkardı. Hatta ilk kaşiflerden biri olan Dr. Michael Morwood Flores Adalıların fil ve dev kertenkelelerin yaşadığı dönemlerde haberleşmek için kullandıkları ilkel bir dil kullandıklarını öne sürdü. Fakat diğer araştırmacılar onunla aynı fikirde değildiler; şempanze ve hatta kurtların bile bir dil kullanmadan ortaklaşa avlanabildikleri gerçeğini öne sürdüler.
Flores keşfi aynı zamanda Neandertallann 30 000 yıl önceki yok oluşundan beri insanların dünyada yalnız olduğu yönündeki basmakalıp bilgiyle de uyuşmuyor. Flores Adalılar diğer çoğu arkaik insan topluluklarının aksine modern döneme kadar varlıklarını sürdürmeyi başardılar, böylelikle modern insanla birlikte aynı anda var oldular. Bu, iki farklı insan türünün, Homo sapiens ve Homo floresiensis’in, yeryüzünde aynı anda paralel bir yaşama sahip olduklarını gösterir. Ancak Flores’de modern insan kalıntıları bulunmasına karşın, bunların en eskisinin 11 000 yıllık olduğu saptanmıştır; bu da söz konusu iki türün adada tam olarak aynı anda yaşamamış olabileceği anlamına gelir.
Bilim çevrelerinin ve diğer çevrelerin tepkileri neredeyse keşfin kendisi kadar sıradışıydı. Londra’da bulunan Doğal Tarih Müzesindeki “insanın kökeni” bölümünün müdürü olan Chris Stringer, “(kendim dahil) birçok araştırmacı bu iddialara kuşkuyla yaklaşmıştır,” demiş ve hiçbir şeyin kendisini küçük Flores Adalılar kalıntılarıyla karşılaşma sürprizine hazırlayamayacağını eklemiştir. Stringer ayrıca bulunan uzun kolların, Homo floresiensis’lerin ağaçların üzerinde uzun zaman geçirdiklerinin bir kanıtı olabileceğini tahmin ediyordu. “Bunu bilmiyoruz. Fakat eğer civarda Komodo ejderhaları varsa bebeklerinizle birlikte daha güvenli bir yer olan ağaçların üzerlerini seçersiniz.”
Liang Bua mağarasında yapılan çalışmaların sonuçlarıyla aynı fikirde olmayan çok sayıda araştırmacı vardı, hâlâ da var. Endonezya’nın önde gelen paleoantropologlarından Teuku Jacob, LB1’in kesinlikle yeni bir türün üyesi olmadığını, aksine modern insanın austrolomelanesid ırkına ait olduğunu ve bu yüzden yalnızca 1300-1800 yaşında olduğunu iddia etmiştir. Jacob ve diğer birkaç önemli araştırmacı, bulunan kemiklerin aslında modern insana (Homo sapiens), büyük olasılıkla da mikrosefali diye bilinen beyin özrüne sahip cücelere ait olduğunu belirtti. Hatta bu kemiklerin, bugün Liang Bua’nın yakınlarında, Flores Adasinın Rampasasa köyünde yaşayan cücelerin atalarına ait oldukları ileri sürüldü. Mikrosefali, beyinde ortaya çıkan sıradışı küçük bir urun neden olduğu patolojik bir vakadır ve genelde zihinsel engellerle ilişkilidir. Bu kuramı desteklemek adına, anatomist Maciej Henneberg, LB1 kafatasının, Girit’ten tipik bir mikrosefalik kafatası örneğiyle neredeyse aynı olduğunu ileri sürmüştür. Fakat Doğa adlı makaleye en büyük katkıları yapan Peter Brown ve New South Wales’da bulunan New England Üniversitesinden bir yardımcı profesör bu açıklamaya karşı çıkıyor. Profesör, savını, bu durumdaki pek az insanın yetişkinliğe varabileceğini söyleyerek destekliyor ve mikrosefalik kafataslarının, hiçbiri LB1′de olmayan farklı ayırt edici özelliklere sahip olduğunu ekliyor. Brown ayrıca Liang Bua’da bulunan kemikler, hepsi aynı cüce özelliklerini taşıyan iskeletler yalnızca dokuz kişiye ait olduğu için, bütün nüfusta mikrosefali görüldüğünü öne sürmenin çok zor olacağını belirtiyor.
2005 yılının başlarında Florida Eyalet Üniversitesinden Dr. Dean Falk’un liderliğini yaptığı uluslar arası bir uzman grubu LB1 kafatasını inceledi. Grup, elde ettiği verileri Bilim dergisinde 2005 yılının Mart ayında yayımladı. Grup, LB1 beyninin üç boyutlu bir maketini diğer birkaç farklı türle karşılaştırdı: Şempanze, modern insan (modern cüceyle birlikte), mikrosefalik ve Homo erectus. İnsan benzeri ilkel yaratıklar olan Australopithecus’lar ve paranthropusaethiopicus’lar ve modern goriller arasında birçok karşılaştırma yapılmıştı. Bu karşılaştırmaların sonuçlarına göre LB1 beyni cücelerin beyinlerinden ya da mikrosefalik beyinlerden tamamen farklıydı ve daha çok Homo erectus beynine benziyorlardı ve gerçekten de “insanoğlunun yeni bir türüne aitti”. Ancak bu sonuçlar Dr. Faik ve ekibinin gerçek bir mikrosefaliye sahip kafatasını kullanmadıklarını iddia eden bilim adamlarını susturmadı. Bu konudaki tartışma halen devam etmektedir.
http://insanveevren.wordpress.com/2012/04/15/tarih-oncesi-flores-adalilar-bilmecesi/
Flores Adalıların gerçek kökenleri ve kimlikleri konusundaki soru işaretlerinin DNA analizleriyle ortadan kaldırılabileceği yönünde kuvvetli bir ihtimal var. Nispeten yakın döneme ait iskelet kalıntıları ye bu maddenin fosilleşmediği gerçeği, bu analizlerin yapılmasını mümkün kılıyor. Fakat yüksek sıcaklık DNA’nın kimyasını bozduğundan Endonezya’nın tropikal iklimi bu yöntemle elde edilecek olan başarı şansını yok ediyor. Belki de Liang Bua’da daha çok sayıda tam iskelet bulunması DNA testinin uygulanmasına olanak sağlayabilir, fakat bunun LB1′den başarıyla elde edilip edilemeyeceğini zaman gösterecek. Yine de o büyüleyici olasılık hâlâ var. Homo floresiensis’lerin DNA’ları alınabilirse, bu insanoğlunun evrim sürecine tamamıyla yeni bir sayfa açacak.
Küçük ada insanlarının tarihe karışması ise (yaklaşık 12 000 yıl önce), Liang Bua mağarası yakınlarındaki çok sayıdaki volkanlardan birinin Flores’in benzersiz vahşi yaşamının yanı sıra orada yaşayan Homo floresiensis nüfusunu da yok etmesiyle gerçekleşmiş olabilir. Ancak Homo floresiensis nüfusunun bir kısmı daha sonraları adanın diğer bölgelerinde hayatlarını sürdürmüş de olabilir. İlginçtir ki Flores’in bugünkü sakinleri adadaki Ebu Gogo (her şeyi yiyen büyükanne) olarak bilinen küçük kıllı insanlara ilişkin efsanelerden söz ediyorlar. Bu Ebu Gogo’ların bazı özellikleri arasında Homo floresiensis’lerde olduğu gibi boylarının yaklaşık 1 metre oluşu ve uzun kol ve parmaklara sahip oluşları yer alıyor. Ebu Gogo’lar aynı zamanda ilkel bir dil ile mırıldanabiliyorlar ve köylülerin kendilerine söyledikleri şeyleri tıpkı bir papağan gibi tekrarlayabiliyorlardı.
Görünüşe göre Ebu Gogo’lar en son Hollanda kolonileri 19. yüzyılda Flores’e yerleşmeden önce görülmüş. Flores Adalılarla Sumatra adası arasında ilginç bir bağ vardır. Sumatra Adası’nda Orang Pendek diye bilinen, yaklaşık 1 metre uzunluğunda insan benzeri kalıntılar bulunmuştur. Zoologlar 150 yıldan uzun süredir batı Sumatra’nın Kerinci Seblat parkı alanında gizemli bir maymunun görüldüğüne ilişkin kayıtlar tutmaktadır ve bulunan ayak izleri ve kıllar bu maymunun var olduğuna ilişkin bir ipucudur. Flores Adası bulguları üzerine çalışan araştırmacılar, Orang Pendek’ın halen Sumatra’da yaşayan Homo floresiensis’lerin yaşayan örnekleri olduğunu varsayıyorlar. Nature dergisinin baş editörü Henry Gee de bu düşünceye katılıyor. Hatta daha da ileri gidip, bu kadar yakın zamana kadar yaşayabilmiş olan Homo floresiensis’lerin keşfinin, “Yetis gibi insan benzeri yaratıklar hakkındaki hikayelerin içinde de doğruluk payı olma olasılığını artırdığını” belirtiyor ve ekliyor, “Bu tür hayret verici yaratıkları inceleyen kriptozooloji, şimdi moda olabilir.”
Araştırmacılar özellikle güneydoğu Asya gibi bilinmeyen memelilerin bulgularına rastlanan zengin bir bölgede Homo floresiensis ya da Ebu Gogo’ların yaşayan örneklerini bulma olasılığının gözardı edilmemesi konusunda ısrarcılar. Örnekler arasında bir ceylan, Pseudoryx nghetinhensis (1993 kadar eski bir tarihte Lao-Vietnam sınırında görüldü) ve öküze benzeyen bir yaratık olan kouprey (varlığı batı bilim dünyasınca yalnızca 1937′den beri biliniyor) var. Bert Roberts ve Michael Morwood, Flores’deki kalan yağmur ormanlarına ve Ebu Gogo hikayelerindeki mağaralara yapılacak bir keşif gezisiyle kıl ve diğer benzeri kalıntılar gibi çok önemli örneklere, hatta belki de canlı örneklere rastlayabileceklerine inanmışlardı. Aynı zamanda farklı Homo türlerine ait iskelet kalıntılarının, güneydoğu Asya’nın ıssız köşelerinde keşfedilmeyi beklediklerini düşünüyorlardı. Gerçekten de, yakın tarihte yaşamış fakat 2003 yılına kadar ortaya çıkmamış floresiensis gibi kayıp bir Homo türünün varlığı, insanlık tarihi hakkında sandığımızdan daha bilgisiz olduğumuzun güçlü bir kanıtıdır.
_________oooOooo________
Kaynak:Gizlenen Tarih – Brian Haughton
S: 325-332
Koridor Yayıncılık
(Görseller sonradan ilave edilmiştir)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder