12 Mart 2013 Salı

Yule Hakkında bilgi


Yule Hakkında







Yule Hakkında
Yule-Kış gündönümü;
Her şeyden önce kış gündönümü; güneşin Oğlak burcuna girmesidir. Oğlakta güneş 0 derecelik açı yapar. 0 derece yaşam enerjisinin başlangıcıdır.Bunun için bugüne “ayna günü” denir.21 Aralık en uzun ve karanlık geçen gecedir.
Her şeyden önce kış gündönümü; güneşin Oğlak burcuna girmesidir.Oğlakta güneş 0 derecelik açı yapar. 0 derece yaşam enerjisininbaşlangıcıdır.Bunun için bugüne “ayna günü” denir.21 Aralık en uzun ve karanlıkgeçen gecedir.Eski zamanlarda güneşin geri dönmesi için ve yeniden dünyayı ısıtması için insanların yardımına ihtiyaç duyduğuna inanılırdı. Bunun için insanlar tıpkı hıdrellezde ve nevruzda olduğu gibi “şenlik ateşleri” yakarlardı. Bu aslında güneşi güçlendirmek için yapılan bir “sempatik büyü” uygulamasıdır.
Böylece güneşin dünyaya dönüşü için yol açılmış olunurdu. Cam kenarında mum yakmak ve evlerde yılbaşındaki gibi ışıklı ağaçlar bulundurmak günün diğer sembollerindendi. Eski insanlara göre bugün yeni yılın başlangıcıydı.
Bu mevsim ayrıca hayvan sürülerinin içinden en iyi hayvanların seçilip alındığı ve sadece onlara yiyecek ayrıldığı bir mevsimdi (aralık). Çünkü ancak çetin kış şartlarında genç ve güçlü hayvanlar sağ kalabiliyordu ve bunlar baharda çoğalıyordu. Bunun için güçsüz ve yaşlı olan hayvanlar ya önceden kurban ediliyordu ya da kesip tuzlanarak saklanıyor veya şölenlerde ziyafet olarak sunuluyordu.
Yılın bu zamanında birçok başka erzak içinde ticaret yapılırdı. Hava şartları nedeniyle yılın bu zamanında avlanmak çok zordu. Ayrıca kuzey bölgelerinde tarımsal faaliyet olmazdı. Böylece insanlar bir şeyler yapmaya ve yaratmaya zaman bulurlardı.
İşte bu hediyeler halen kış gündönümünün değişmez birer parçasıdır. Aslında bu hediyelerin türemesi eski zamanlarda ticarette yapılan yalakalıklardan öteye gitmez;) Ancak insanlar çeşitli ülkelerde yeni yıl için iyi şans getirsin diye eşyalarını takas ederlerdi. bu gelenek yule’da halen devam ettirilir. TEK KURAL BU HEDİYELER TAMAMEN KİŞİ TARAFINDAN YAPILMALI YANİ EL YAPIMI OLMALIYDI!
Kış gündönümünün ana teması(21 Aralık yani) genelde güneş ışınlarının yeniden artarak dünyaya dönmesi olan coğrafi olayın efsanelerle kutlanması ve bu doğal dengeye ayak uydurmak için pratik çalışmalar yapmaktır. (23 Eylülden itibaren yaşlı kral(tanrı) ana tanrıça tarafından toprağın altına veya cehenneme gönderilir ve 21 Aralık günü oğul veya genç sevgili olarak yeniden yeryüzüne doğar) Birçok gelenekte Tanrıça güneşin doğmasını yeniden sağlayarak bunu gerçekleştirir ve dikkat ederseniz bu doğal olguda ölüm ve yeniden doğuş kavramları gizlidir!
Bu döneme aslında “Yule Kütüğü” de denir, Yule kütüğünün sembolizasyonu gene ölümdür. Ata Druidler Ulu ağaçlara tapardı çünkü ağaçlar ilahilerin dünyadaki sembolleriydiler.(Druidlerin ağaç takvimi ve ağaç astrolojisi de ilgilenmeye değerdir) Birçok sununun yanı sıra ağaçlar için dualar, ilahiler ve durmaksızın şarkılar söylenir, kurbanlar verilirdi. Bu dönemde “iyi sağlık için(wassailling)”bir günleri olur ve “iyi sağlık tatili” yapılırdı.
Dekorasyonlar; ökse otu, çobanpüskülü, sarmaşık, küçük otlar ve kokina çiçekleri(hani şu yılbaşının meşhur dikenli kırmızı çiçekleri) ile yapılırdı ve ateş yakılırken şarkılar söylenirdi. Yule kütüğü kurban edilmiş(yeraltına yollanan) Tanrıyı sembolize eder. Druidler ulu ağaçların kurban edilmesiyle Güneş Tanrının geri geleceğine inanırlardı. Roma’da Aralığın ilk 12 günü (saturnalia dedikleri bir dönem) güçlü bir ağacın devamlı her gün yakılmasıyla bunun sağlanacağına dair bir inanç vardı(bak sen Katolik Roma’ya) Yule kütüğünün bir parçası evi ve içinde yaşayan insanları korusun diye saklanırdı(o günkü ateşte yakılan bir kütükten bir parça yani) taa ki gelecek yılki yılbaşı-Kış gündönümüne kadar. Gelecek yıl bir sonraki yule kütüğü bu eski kütük parçasıyla tutuşturulurdu. Bu ebedi ateşin son kalıntısıydı! Ve Tanrılarla Tanrıçaları onurlandırmak için saklanırdı.
Bu ayda hiyerarşik toplum düzeninde de değişimler olurdu. Mesela köleler azad edilirdi, utangaçlık ve çekingenlik bir kenara itilir alkol ve şehvet yasal hale getirilirdi.
Tüm bu nedenlerden ötürü bugünkü Noel-yılbaşı kutlaması aslında bir pagan festivalinin allanıp pullanan sürümüdür. Noel ayı bilindiği gibi İsa’nın doğumu üzerine vurgulanır. Ailelerin ve arkadaşların bir araya geldiği, hediyelerin verildiği ve Amerikan kültüründe 150 yıllıkta olsalar geniş bir yere sahip olan bir kutlamaya dönüşür kış gündönümü.
İsa hakkında aslında kesin bir doğum tarihi bilinmez. Mitraik inançta tesadüfe bakın ki (Hıristiyanlıkta İsa’da görüldüğü gibi) Mitra’nın doğum günü 25 Aralık olarak kutlanırdı. Yani bugünkü Hıristiyan âleminin İsasının doğum günü ve Noelleridir.
Dönem Roma İmparatoru Konstantin pratik bir kuralcıdır ve Hıristiyanlığı benimser. 21 Aralık kutlamalarını pagan halka yasaklar. Ancak ne olursa olsun kutlama yapılacağını düşünen Konstantin çareyi “25 Aralığın İsa’nın doğum günü olarak kutlanmasını” emretmekte bulur. Aslında Romadaki Hıristiyanlar bile bu tarihe itaat etseler de doğru olmadığı konusunda hemfikirdirler.
İncil ve erken dönem Hıristiyanlığı bu gibi safsatalar yerine İsa’nın yeniden dirilişiyle ilgilenirler. Dikkat edersek burada da aynı 21 aralık kutlaması gibi ölüm ve enkarne olma olguları işlenir ve Güneşin oğlu sıfatıyla tanrılaşan İsa’nın ölümsüzlüğü, bu yeniden dirilişle kanıtlanır.
Çam ağacı aslında tüm süslemeleriyle Druidlerin ağaç ibadetlerinden kaynaklanır. Çelenkler hayat çemberini, Tanrıça’nın sonsuz döngüsünü (ayın daire biçimli evreleri), ve de esrarengiz hayvan yılanı sembolize eder. Üzerindeki ışıltılı süsler güneşin geri dönüşünü kuvvetlendirmek içindir. Parlak cam toplar kötülüğü ve kem gözü geri yansıtsın diyedir. Şeker çubuklarsa aslında dilek çubuklarının yeniden anımsanmasıdır. Beyaz ve kırmızı renkteki baston şekerler Bu renklerle Tanrıça’nın sütü ve kanı(hayat suyu) vurgulanır. Buzul saçakları bereket büyüsüdür. Bu saçaklar baharda gelip toprağı yeşertecek yağmuru simgeler. Çanlar evin havasını arındırmak için ve dost ruhları davet için asılır. Çam ağacının tepesindeki yıldızsa aslında pentagramdır. (hava-toprak-ateş-su ve kutsal ruh) en tepede bulunmasıyla göğe yakın tanrısal bir sembol haline getirilir.
Çobanpüskülü ve sarmaşık, erkek ve dişi olarak; kadına ve erkeğe iyi şans ve üretkenlik getirir. Çobanpüskülü, küçük otlar, konik çamlar, meşe palamutları Tanrıyı, tamamlanmış bir çember şeklindeki çelenkse hayat çarkını ve Tanrıçayı temsil eder. Bu çelenk niyetlere göre kurdeleler ve Tanrı bitkileriyle dekore edilirdi. Böylece Tanrı ve Tanrıça tek bir kombinasyonda dekore edilmiş olurdu.
Tabi ki ökse otu bu mevsimin ve bugünün en bilindik bitkisidir. Bir parazit gibi yüksek ağaçların altında yetişir. Rüzgârla gelen tohumlarının Tanrı tarafından ağaca getirildiğine inanılırdı. (büyük bir ihtimalle ışıklı bir yıldırım veya güneş tarafından). Bunun için ökse otu halen mucizevî bir şifaya sahiptir. Ökse otunun yeşerdiği ağacın otun üzerindeki dalına “altın ağaç dalı” denirdi. Kuvvet, iyi şans ve birçok büyüsel ve mistik yetenek için ökse otu kutsal bitkiydi.
İskandinav ülkelerinde düşmanlar bu altın dalın altında toplanır ve asla bozulamayacak barış anlaşmaları yaparlardı. Ökse otunun yanında ağacın altında barış ve sevgi yeşerirdi. Günümüzde yılbaşlarında ökse otunun altında öpüşmekte buradan türetilmiştir

Wiccalığın Tarihçesi




Wiccalığın Tarihçesi
Wicca ismi ile ilk olarak 890’li yıllarda,Kral Alfred’in yasalarında karşılaşırız.Wicca(vika olarak okunur)kelimesinin kökünde,Hint-Arupa weik kelimesi bulunur. Eski-ingilizce’de,Wiccan kelimesi,İtaat etmek anlamındadır.Bu ise,Wicca kelimesi ile eski anlamında Wiccan arasında yaratılan bir kurnazlık olarak da açiklanabilir. Wicca nereden çıkarsa çıksın,cadılıkla ilgili tanımlar kaldı. 20.yy.ortalarına kadar,cezalandırmalar devam etti.Cadı ve Cadılık için tarafsız bir isim gereksinimi meydana geldi ve bu gereksinim Wicca olarak karşımıza çıkdı.
Günümüzde,Cadılık ve Wicca arsında bir ayrım meydana geldi.Cadılar için başka bir ad kullanma gereksinimi kalmadı. Wiccada,Cadılığa nazaran,daha fazla inanış şekli vardır.Gardner ve Alexandr en bilinenleridir.Bu gelenklerin gizlilikleri ve engelleri,wicca ve cadılık arasında kesin bir fark olmasına katkıda bulunsa da bu fark,artık meselede yer almamakdadır. Wicca veya Cadı,öylesin veya değilsin,olmayabilirsin,çünkü insanlar sadece isterlerse wicca olabilirler.
Yakılmalar Zamanı(The burning Times)
Yakılmalar zamanı(the burning times)kelimesi,önyargıların en yoğun olduğu hatta aslında bu yargıların yönetimde olduğu bir dönemdir.Bu dönemde cadılar,yasa koyucular,politikacılar,dinsel gruplar tarafından damgalanmış,takip ettirilmişdir.
5.yy’ın başından 8 yy.’a kadar insanlar,cadıları,şeytana inanan kişiler olarak göstermiş ve onları korkunç biçimde işkence yaparak ölüme göndermişlerdir. Şu sözlerin Sint Augustinus(354-430)’un sözleri oldu iddea edilir:”pagan,yahudi ve dinsiz,katolik kilisesine inanmdıkca yüzyıllarca sürecek olan bir ateşde yanacaklardır”
Cadıların,kadınlar kadar erkeklerin de,şeytanın müritleri olduğu ve onun komplocuları olduklari iddea edilmişdir. Cadıların büyü yapabildiklerine,gorünmez olabildiklerine,geceleri süpürgeleriyle uçabilidiklerine.Vaftiz olmamış bebekleri yediklerine ve komşularına,köylerine veya şehirlerinin üzerlerine hastalık,ölüm,sefalet,fakirlik salacaklarına,bunları yapmak için şeytandan ve ev hayvanlarından yardım aldıklarına kadar bir yığın hikaye uydurulmuşdur.
Suçlanan kişiler,ölüm cezasına çarptırılmışdır,asılarak,yakılarak,boğularak veya canlı olarak gömülerek. Mahkemeler, pek çoğunu duruşmalardan sonra,yeniden serbest bırakma kararı almalarına rağmen,büyük bir çoğunluk kilise tarafından mahkumiyetden kurtulamamışlardır.Kiliseye göre,Ateş,arındırıcı bir elementdi ve dinsizin günahlarını,kötülüklerini ateşden başka hiçbirşey bozamazdı. Telkin edilmelerle,cadılıkla ilgili bu masallar yüzünden,insanlar asildılar.
Yakilmalar zamanının haricinde,uzunca bir süre kimse yakilma cezasına çarptırılmamışdı.
İngiltere ve Amerika kolonisinde,insanlar asılmışdı,Fransa,İskoçya ve Almanya’da insanlar önce boğulmuş ve daha sonra asılarak öldürülmüşdü,daha sonra daha fazlası yapılamış ve yakılmışlardır.Hollanda’da insanlar,bir sandalyeye bağlanarak ya da ayaklarına taş bağlanarak suya atılmışlardır.Başka bir metod da,gene bağlanarak fağrelerin cirit attığı bir yere bırakılmalarıydı.
Kiliseye göre,kişiler,son dakikaya kadar günahlarını kabul edebilir veya günahlarını kabul etmeksizin kaderlerini kabul ederlerdi.İnfazları bölgenin otoriteleri yerine getirirdi çünkü kilise,sivillerin öldürülmesi gibi bir sorumluluğu taşımak istemiyordu.
Yargılamadan önce,kişiler,hapishanede tutuluyor ve idam için bir ödenek ayarlanıyordu.Örnegin İrlanda’da,bir yargı olayı pahalıya mal oluyordu.Alınacak odun,kömür,dökümanlar.Bunların hepsi de masrafdı ve bu borç birilerine yüklenmeliydi.Bu mahkum veya ailesi olacakdı.Borç mahkum ve ailesi için fazla olduğu zaman çocuklarına,torunlarına geçiyordu.
Cadı avı 18.yy.’ın başına kadar devam etti,ama İngiltere,Avrupa ve Latin-Amerika’da 19.yy.’ın sonuna kadar,dağınık olarak idamlar yerine getirildi.Asla bu konu hakkında güvenilir kaynak bulunamadı,bu nedenle de,toplam nekadar insanin öldüğüne dair kesin bir kanıt da yok.Sadece Almanya’da,ki orada cadı takiplerinin en şiddetlisi gerçekleşmiş.İdam edilen kişi sayısının 30.000 ila 100.000 arasında bir rakam olduğu tahmin ediliyor.
İdamlar inanılmayacak kadar çokmuş,Kasabalarda oturanların büyük çoğunluğu bir araya gelerek karar vermiş.Küçük köylerde ise genellikle insanlar şüphelendikleri kişileri şikayet etmiş.Bu,günümüzde büyük şehirlerde yaşayan insanların, komşularından şüphelenmeleri gibi.Burada,aslında,köylülerden birinin,kendinin suçlanmasından korktuğu için,bir başka köylüsünü şikayet etmesi olmuşdur.
Yasa suçluları ve onların infazını elinde bulundurmak istiyordu ve halkın yapacağı linç partilerini engellemek için suçluları şehre naklediyordu.Yalan yere bir başkasını suçlayanlara da para cezası getirilmişti,yani biri bir şikayetde bulunacaksa, kişinin,şeytani uygulamalarını da ispat etmeliydi.Elbetdeki bu mümkün değildi.Bu uygulamadan dolayı,isbat için iftiralar oluyordu.Eğer suç belirsiz yada yeteri kadar kanıt yoksa,yargıç,ilahi adalete sığınıyordu.Suçlu bağlanarak suya atılıyordu.Eğer suçsuz ise,suya batmıyordu ve batmadığı takdirde,suçlayan,suçlu duruma düşüyordu.
Su geçirmezlik kanıtında,eğer kişi vaktiyle vaftiz edilmişse ve duygularını şeytana satmadıysa,su,onu,yeniden istemeyecekdi ve su yüzünde kalacaktı.Eğer batmazsa Tanrı vaftizi onaylıyor demekti.
Ne zaman çevrede biri hasta olsa veya ölse hemen cadılık akla geliyordu.Eğer bir kadın düşük yaparsa,bunun,dinsizlikden dolayı olduğu düşünülüyordu,düşük,şeytanla ortaklığa bir işaretti.
Suçlu olduğu düşünülen kişinin cezai hareketini ispat için iki görgü tanığı veya kendisinin şahit olduğu kesin bir olay olması gerekiyordu.Genellikle görgü tanığı bulunamıyordu,büyü ile ilgili,nadiren kanıt bulunsa da genellikle cezai hüküm gerektirecek birşey yapdığı tesbit edilemiyordu.Bu nedenle itiraf ettirmek için şiddetli işkenceler yapılıyordu.
Başlangıçda işkence,kurallara göre yasakdı.Suçlu,bir defadan fazla işkence odasına götürülemezdi ve imalı veya telkine yönelik sorular sorulamazdı.Eğer bir itiraf gerçekleşirse,bu güvenilir bir delille,dışarıda birkez daha tekrar ettirilmeliydi ama cadıların serbest kalacağına dair korku vardı,yakalanmaları gerekliydi şeytandan arındırılmalı,sihirli güçleri zayıflatılmalıydı.Bütün yakalananlar,ispiyon edilenler,kesin emin olmak için yargıçların karşısına çıkarılıyordu ve eğer işkence odasında dayanıp da çıkabilirse Tanrı,o kişiye dayanma gücü verdi demekti.Bazen işkence odalarından kurtulmak için intahar olayları bile görülüyordu.Genellikle,önce bir tur attırılıp,işkence odasına girmeden önce,insallara gönüllü olarak itiraf etmeleri için bir şans verilirdi.Bu işe yarayan bir yöntem oluyordu.Genellikle idamdan önce,suçlanan kişi uzunca bir süre bekliyordu,zira idam,belli bir kalabalığın önünde gerçekleşmeliydi,ayrıca masraflıydı.
Joan of Ark,genellikle bilinen tanınmış bir cadıdır.Vizyonunu,Tanrı’dan aldığı ileri sürülür,savaşı nasıl kazanacağını da Tanrı’dan gelerek öğrendiği söylenir.ve başarmışdır da.Ödül olarak da dinsizlikle suçlanıp yakılarak cezalandırılmışdır.500 yıl sonra kutsal ilan edilmiştir.
Wicca Yasası
Wicca için belirli kurallar yokdur ama yasa vardır. Bazı geleneklerde,özellikle Alexandrian geleneğinde, Yasa, Gölgeler Kitabı’nın bir bölümüdür, bunun için de, usüllerin, ilkelerin kaydedildiği bir sırdaş olarak korunması zorunludur. Efsaneye göre Yasa,17.yy.da cadı takiplerinin zirvede olduğu dönemde doğmuşdur. Günümüzde,Gölgeler kitabına, Yasa genellikle yeniden yazılmaz.
Bütün Wiccanların uyması gereken bir kural vardır ve bu bütün wiccanların karakterini de belirtir.
Kimseye(kendine de) zarar vermediğin sürece,ne istiyorsan yapabilir ve düşünebilirsin.
Wicca yasası,bu bir kural ile de açıklanabilir.Bunun yanında,üçler kuralı da vardır”low of Return”Bu kuralda,yapılan herşey,yapana üç kere(üçün üçle çarpımı kadar güçlü) geri dönecektir.(Yapdığın herşey,senin ve diğerlerinin de geleceğini belirler)O halde herkez kendi kaderinin güvencesidir.
Wicca yasası ve üçler kuralından başka,13 prensib vardır.1973 yılında Amerika Cadılar Komitesi tarafından kabul edilmişdir.(Council of American Witches)
13 prensib,cadılıkla ilgili masalları ortadan kaldırmak beklentisi ile yazıya geçirilmişdir. Özellikle de Cadılık ve Satanizm arasındaki farka açıklık kazandırmak için.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder