13 Mart 2013 Çarşamba

57. Alay (Çanakkale Savaşı’nın Kahraman Alaylarından)

57. Alay (Çanakkale Savaşı’nın Kahraman Alaylarından)
Çanakkale Savaşı’nda Efsaneleşen 57. Piyade Alayı
Alayın ilk komutanı İstanbul’lu Albay Mehmet Rıza Bey’dir. Alayın bağlı olduğu 29. Tugay ve Alay Karargahı İzmit Sancağındadır. Alayın 4 Taburu bulunuyordu. Taburlar o zamanlar farklı görevlerde görevlendirilmişti. 57. Alay, bir iki değişiklikten sonra 71 subay ve 1642 erle 1896 tarihinde Trablusgarp’a gitmiştir. 16 Eylül 1911 tarihinden sonra Trablusgarp’ta İtalyanlarla savaşmış ve bu savaşta büyük yararlılıklar göstermiştir. Orada bağlı olduğu Tümen ise Trablusgarp Tümeni’dir. Trablusgarp’ın elimizden çıkması üzerine 57. Alay, 8. Kolordu emrine verilmiştir. Bu savaşta pek güvenilir olmamakla birlikte bir şehit verildiği bilinmektedir.
1912 Balkan Savaşı’nın patlak vermesi ile birlikte 2. Taburu başka birliklere dağıtılmıştır. Alay Komutanı Albay Sami, 1. Tabur Komutanı Binbaşı İsmail Hakkı, 3. Tabur Komutanı Yüzbaşı Mustafa Nuri olmak üzere 35 subay ve 2223 erle 19. Tümen bünyesinde Lokarca bölgesinde Sırplarla savaşmıştır. Alay bu savaşa 35 subay, 2223 erle girmiş 17 şehit vermiştir. Balkan Savaşı’ndan sonra Türk ordusunda yeni düzenlemelerin yapılması gerektiğine ihtiyaç duyulmuş; 57. Alay, 7. Kolordu bünyesindeki 19. Tümen ile yeni görev yerine gitmiştir. Birinci Dünya Savaşı’nın başlaması üzerine de önce 19. Piyade Tümeni bünyesinde yeniden teşkilatlandırılmıştır. Karargahı da Tekirdağ, Yerçeşme barakaları olduğu Genelkurmay Ateşe Arşivi’nde yazılıdır. Yine 3 Taburlu, 49 subay, 3638 erin (Toplam 3687) Alay Komutanı Hüseyin Avni, 1. Tabur Komutanı Yüzbaşı Zeki, 2. Tabur Komutanı Binbaşı Murat, 3. Tabur Komutanı Binbaşı Ali Hayri, Tümen Komutanı da Yarbay Mustafa Kemal’dir.
57. Alay’a 22 Şubat 1915 tarihinde törenle sancak verildi. 23 Şubat’ta Halep vapuru ile Tekirdağ’dan hareket eden Alay, 25 Şubat’ta Eceabat’a gelmiştir. 18 Nisan 1915 tarihinde de Tümeni ile birlikte Bigalı köyüne varmışlardır. 25 Nisan sabahı saat beşten sonra amansız bir şekilde İtilaf donanmasının bombardımanı başladı. Kabatepe yönünden yapılan ateş nedeniyle yarım adanın batı yamaçları ve tepeleri hallaç pamuğu gibi atılıyordu. Bir süre sonrada, 18 Mart’ta yüzleştikleri deniz harekatının başarısızlığı ile iyice bilenmiş ve kinleri bir kat daha artmış olan İtilaf kuvvetlerinin askerleri Çanakkale topraklarına çıkmaya başladı. Vatanın aziz toprağına basan her düşman çizmesi, Çanakkale’deki Türk askerinin manevi şahsiyetini incitiyordu. Vatan toprağında ilerlemeye başlayan düşman kuvvetlerinin bu ilerleyişi Türk milleti için mahreme uzanan namert elinden farksızdı.
Maltepe’deki 77. Alay 9. Tümen’den alınan raporlar üzerine Yarbay Mustafa Kemal Tümeni alarma geçirdi. İlk önce süvari bölüğünü keşif için bölgenin kilit noktası olan Kocaçimen’e yollar ve düşmanla karşılaşırlarsa sonuna dek mukavemet edilmesini ister. O esnada da 27. Alay Kumandanı Yarbay Şefik Bey topçu bataryasını beklemeden harekete geçmiş, Kocadere mevkiinde bir keşifte bulunduktan sonra hücum kararını vermiş, bu kararını da 19. Tümen Komutanlığına bildirmişti. Ancak bu raporu Mustafa Kemal alamamıştı. Kendisi on dakika kadar önce cepheye gitmek üzere karargahından ayrılmıştı. O sıra da 27. Alay mıntıkasına bir topçu kafilesinin geldiği görüldü. Bu düşmanın karaya ilk çıkışı esnasında Kalınsırt’ta topların üçünü kaybeden Yüzbaşı Sabit kumandasındaki dağ bataryasından arta kalan tek topçulardı.
27. Alay Komutanı Şefik Bey, topçu subayının gösterdiği yöne baktığında düşman hatlarının gerisinde bırakmak zorunda kaldıkları üç topu gördü. Bu topların etrafında Anzak askerleri gayet rahat bir şekilde dolaşmaktaydı. O sıralarda 27. Alayın elinde cephane boldu. Derhal dağ top hazırlandı ve düşmanın eline geçen üç topun olduğu yer bombalamaya başlandı. Bunun üzerine o bölgedeki askerler dağıldılar. Aynı zamanda makineli tüfekler de ateşe başlamıştı. 27. Alay ateş üstünlüğünü ilerleyen Anzaklara karşı ele geçirmişti. İki tabur askerde kendilerine hedef olarak gösterilen yerlerde yürüyüşe geçmişlerdi.
Çamburnu’na gelmesi beklenen bataryadan henüz haber yoktu. Nitekim bu batarya, komutanının yolu bildiği iddiasıyla kendi başına gelmek istemesi yüzünden, çatışma başladıktan sonra yetişebilecek ve 2. Taburun hücumuna yukarıda adı geçen tek top ne yazık ki yetersiz bir destek sağlamaya çalışacaktı.
Bu sırada, 9. Tümen Komutanı Halil Sami Bey’den üst üste iki emir geldi. Bu emirlerde 19. Tümen Komutanının, 57. Alay ve bir dağ bataryasıyla birlikte cepheye gelmekte olduğu; onlar gelinceye dek düşmanı oyalama ve karşı koyma görevinin yapılması isteniyordu. O zamanlar bitki örtüsü, makilik ve fundalıklardan oluştuğu için her iki tarafın askerleri de birbirlerini göremiyor, vaziyet almada ve hücum düzenlemede zorluklar yaşıyorlardı. Harekat o sıralarda planlı sürüp gitmiyordu. Saat 9 sıralarında sırtlara tırmanmakta olan 3. Avustralya Tugayı 9. Taburunun bölükleriyle göğüs göğse çarpışmalar başladı. Öğle saatlerine dek bu çarpışmalar yer yer yoğun bir şekilde devam etti. Saat 12’de sağ kesimdeki 3. Taburun durumu oldukça zorlaştı. Bu kesimde her iki taraf askerleri de birbiri içine girmiş, tam bir ölüm kalım mücadelesi sürdürülmekteydi. Sol kesimde savaşan 1. Taburun Anzaklara karşı üstünlüğü devam etmekteydi. Öğle saatlerine doğru Mustafa Kemal’in 57. Alayı, kuvvetleri durumu oldukça tehlikeli bir hal almaya başlayan 3. Tabur bölgesine geldi.
Yarbay Mustafa Kemal harekata girişmeden önce Seddülbahir bölgesinde yeterli bilgi alamamıştı. Buna karşılık Arıburnu çıkarmasına dair birbirini doğrulayan haberler alıyordu. Kısa bir süre içerisinde alınan bir çok rapor ve haberden Arıburnu kıyılarındaki Anzak çıkarmasının ciddi bir çıkarma olduğu, burasının hızla ele geçirilmek istendiği, üstelik bu bölgenin sıkı bir koruma altında olmadığı anlaşılıyordu. Aslında 19. Tümen Komutanı Yarbay Mustafa Kemal 1912 yılında Balkan Harbi esnasında da görev yaptığı Gelibolu yarımadasını gayet iyi biliyordu.
Üç Alaylı 9. Tümen çok geniş bir bölgeye yayılmıştı. Çıkarmanın hızla devam edeceği ve yoğun bir şekilde asker çıkarılacağı göz önünde bulundurulursa, bu çıkarmaya uzun süre daha 27. Alayın karşı koyması çok zor olacaktı. 19. Tümen de ordunun yedeği konumundaydı. Saat 7 olmuştu. Ordu Komutanlığından 19. Tümen Komutanı Yarbay Mustafa Kemal’e harekete geçmesi için hiçbir emir gelmemişti. Eğer harekât hızla devam edip de yarımadanın kuzeyindeki tepe silsilesi Conkbayır ve Kocaçimen düşman eline geçerse, İtilaf Devletleri kısa sürede amacına ulaşabilir, bundan sonra Tümenin bu harekete karşı koyması çok zor olabilirdi. İşte, tüm bunları düşünen Yarbay Mustafa Kemal, ordu komutanından emir almamasına rağmen tüm sorumluluğu üstelenerek, Tümen Karargâhının en yakın yerinde hazır bekleyen 57. Alay ile bir dağ bataryasının harekete geçecek şekilde hazırlanmasını emretti.
Yarbay Mustafa Kemal harekete geçmeden önce Gelibolu’daki 3. Kolordu Komutanlığına saat 7.00’de bir rapor yazarak düşmanın karaya çıktığını, bu nedenle de 57. Alayı o mıntıkaya hareket ettirdiğini bildirdi. 57. Alay saat 7.45’te Bigalı deresinden Kocaçimen Tepe’ye doğru harekete geçti. Bu güzergâhta yol yoktu. Ancak askerin tek kol halinde yürüyebileceği patikalar söz konusuydu. Bu patikalarda yer yer kayalıklarla kesilmiş, yürümesi zor bir yoldu. Aynı zamanda birbiri içine geçmiş vadiler, söz konusu güzergâhı sık sık kesiyordu. Sık fundalıklar askerin yürümesini zorlaştırıyordu. Her şeye rağmen daha çabuk ve daha hızlı ilerlemeye çalışan 57. Alayın yürüyüş kolunun derinliği artmaya başlamıştı. Saat 9.40’ı gösterirken Alay, Kocaçimen Tepe yakınlarına gelebildi. Bu zorlu yürüyüş parkurunda asker yorulmuş ve yürüyüş derinliği azalmamıştı. Bunun üzerine gelinen noktada Yarbay Mustafa Kemal askerin dinlenmesi için on dakika mola verdirdi. Kendisi ise durumu görmek için çevreyi inceledi. Denizde birçok gemide hareket görülüyordu ama ölü açıda olduğu için Arıburnu’nun denize bakan yamaçlarında ve daha gerilerde neler olduğunu göremiyordu. Bunun için biraz daha ileri gitmeyi düşünüyordu. Yanında bulunan emir subayı ve birkaç muhafızıyla birlikte Conkbayırı’na doğru hareket etti. Biraz sonra Conkbayırı’na vardığında durumun ne denli tehlikeli olduğunu gördü.
Anzak askerleri rahatlıkla ilerliyorlardı.
Bir süre sonra 27. Alay’ın 8. Bölüğünün 1. Takım erleri çekilmeye başladı. Bu erler kıyıya çıkmak isteyen bir Avustralya bölüğünü ani ateş baskınıyla adeta biçmişler, arkasından kendilerine yandan saldıran iki bölükten fazla düşmanı uzun süre durduktan sonra ancak cephaneleri bitince çekilmeye mecbur olmuşlardır. Çekilenler 30 kişilik takımdan sağ kalan 15 kişi kadardı.
Yarbay Mustafa Kemal son durumu net ve tüm ayrıntılarıyla görmüştü.
Anzaklar Arıburnu’na çıkıyor ve merkezden kuzeye doğru ilerlemek istiyordu. Yani asıl hedef olan Kocaçimen Tepe’ye... Ancak bu yürüyüş henüz etkili ve planlı değildi. Gerideki Düztepe, Cesarettepe ve daha gerideki Merkeztepe Anzaklar tarafından ele geçirilmişti. Ancak Conkbayırı’na olan yürüyüş henüz etkili değildi. Eğer hızlı karar verilir ve hızlı davranılırsa durumu düzeltmek mümkün görünüyordu...
Türk erleri kendilerini kovalayan Anzak askerleri önünden hızla Conkbayırı’na doğru tırmanmaktaydı. İşte bu esnada neferlerin önlerine Yarbay Mustafa Kemal çıkar ve o tarihi konuşmasını yapar:
Bizzat kaçan efradın önüne çıkarak:
“Niçin kaçıyorsunuz?” dedim.
“Efendim düşman!” dediler.
“Nerede?”
“İşte!” diye 261 rakımlı tepeyi gösterdiler.
Gerçekten de düşmanın bir avcı hattı 261 rakımlı tepeye yaklaşmış ve serbest bir şekilde ileriye doğru yürüyordu...
Bundan sonrasını Yarbay Mustafa Kemal`den okuyalım.
“Şimdi durumu gözlerinizin önüne getiriniz. Ben kuvvetlerimi bırakmıştım. Alay erlerim on dakika dinlensin diye... Düşman da bu tepeye gelmiş... Demek ki benim askerlerimden bana daha yakın!
Ve düşman benim bulunduğum yere gelse kuvvetlerim çok kötü bir durumda kalacak. O zaman artık bunu bilmiyorum bir muhakeme-i mantıkiye midir, yoksa sevkı tabii ile midir, bilemiyorum; kaçan erlere:
“Düşmandan kaçılmaz!” dedim.
“Cephanemiz kalmadı” dediler.
“Cephaneniz yoksa süngünüz var!” dedim.
Ve onlara bağırdım:
“Süngü tak ve yere yat!”
Aynı zamanda Conkbayırı’na doğru ilerlemekte olan piyade alayı ile cebel bataryasının yetişebilen erlerinin marş marşla benim bulunduğum yere gelmeleri için yanımdaki emir subayımı yolladım. Erler süngü takıp yere yatınca, onları izleyen düşman erleri de yere yattı. Kazandığımız an işte bu andır!
Kolun başında bulunan bölük yetişti. Bu bölüğe, cephanesiz bölüğü takviye ederek ateş açmasını emrettim. Yanıma gelmiş 57 Alay 2. Tabur Komutanı Yüzbaşı Ata Efendiye bütün taburlarıyla bu bölüğü takviye ederek 261 rakımlı tepe üzerine taarruz etmesini emrettim. Cebel bataryasına, su yatağında mevzi aldırarak düşmanın üzerine ateş açmasını istedim. Dereye saptığımda biraz geciken diğer tabur da yayılarak düşmana hücum etti. Bundan sonradır ki alay kumandanına bütün alayı ile benim gösterdiğim istikametlerde düşmana taarruz etmesini istedim. 57. Alay öğleden önce saat 10 sularında taarruza başladı. O sırada 9. Tümen Süvari Subaylarından Üsteğmen Mehmet Salih Efendi yanıma geldi. 27. Alayın Kocadere batısındaki sırtlardan Kemalyeri üzerinde düşman ile muharebeye başladığını haber verdi.
O subay ile adı geçen alay komutanına düşmanın sol kanadına taarruz etmekte olduğumu, 27. Alayında karşısındaki düşmana taarruz etmesini söyledim. Henüz Bigalı civarında bulunan kendi Tümeninin büyük bir kısmını Kocadere istikametine çekebileceğini, bu emri götüren Süvari Üsteğmen Salih Efendiyi tekrar yanıma göndermekle beraber benimle irtibatı korumasını, savaşı Conkbayırı’ndan yöneteceğimi ekledim. Emrettim. Bigalı’da bulunan Tümen Kurmay Başkanına Bigalı’da bulunan Tümen Kurmay Başkanına emir atlısı ile emir gönderdim ve dedim ki:
“İzzetin Bey, 72. Alay Maltepe’ye yaklaşmasın. Sıhhiye bölüğünün hepsi Kocadere’ye gelsin. 72. Alay Kocadere doğusuna yaklaşsın ve bu raporu 3. Kolordu Komutanına veriniz.”
57. Alay ile 27. Alayın şiddetli taarruzları ile düşman geri çekilmeye başladı. Saat 11.30’da durum şöyle idi:
Düşmanın karaya çıkmış olan kuvveti 8 taburdan fazla idi. Şimdi bu 8 tabur kuvvet kendisiyle doğru orantılı olmayan ve gayet geniş bir cephe üzerinde 261 rakımlı tepeye dek ve Kemalyeri’nin bulunduğu sırtların batı yamaçlarına kadar doğudan ilerleyebilmişti. Fakat bu uzun cephe hattı çok engelli bir takım derelerle kesik bulunuyordu. Bu nedenle düşman kendi cephesinin hemen her noktasında zayıftı. Tümen topçu bataryası çıkarma bölgesini ateş altına aldığı için düşman çıkarması hem zorluklara, hem de gecikmeye uğradı. 57. Alay, Conkbayırı ve su yatağı hattında 261 rakımlı tepe doğrultusunda ve dar cephe ile yoğun olarak düşmanın nazik ve önemli olan sol kanadına yüklenmesi 2 taburdan oluşan 27. Alayın da Merkeztepe genel doğrultusunda yeni cephe ile düşmana atılması, düşmanı çekilmek zorunda bırakmıştı.
Fakat bence bu durumda daha önemli bir etken vardır ki o da herkesin öldürmek ve ölmek için düşmana atılması, düşmanı çekilmek zoruna bırakmıştır. Hatta ben komutanlara verdiğim sözlü emirlere şunları eklemiştim:
“Size ben taarruzu emretmiyorum. Ölmeyi emrediyorum. Biz ölünceye dek geçecek zaman içinde yerimize başka kuvvetler ve komutanlar gelebilirler.”
Çarpışma sürüp giderken 27. Alayın sağ tarafı tehlikedeydi. Bu arada muharebe eden 3. Tabur Komutanı Yüzbaşı Halis ve 4. Bölük Komutanı yaralanıp geri gönderilmiş olduğundan komuta asteğmen rütbesindeki Muciple subay adayı Medeni adlı iki tecrübesiz subayın eline kaldı. Bunlar üstün kuvvetler karşısında cepheyi korumaya çalışıyorlardı. 19. Tümenin diğer alayları yavaş yavaş savaşa girmeye başlamışlardır. Ama Anzakların esas ve ana saldırılarına maruz kalan 57. Alay ise er er şehit olup eriyordu. 57. Alay Çanakale’nin zaferini tüm erlerinin şehadeti ile müjdeleyecekti. Tarihte 57. Alay’ı efsaneleştiren de bu idi.
Yine de 57. Alay ve 27. Alay 25 Nisan 1915 günü bir destan yazdılar. Kendilerinden sayıca üstün olan düşmanı geri püskürttüler.
Bu iki Alayımız, tarihimizde inancın üstünde hiçbir gücün olamayacağını yapmış oldukları kahramanlıklarla kanıtlamış iki önemli örnek olmuştur. Düşman kuvvetlerinin gerek teknolojik üstünlüğü, gerekse sayıca üstünlükleri bu iki Alayın inancını ve vatana olan sevgisini yenmeye kâfi gelmemiştir. Vatan toprağını şartlar ne olursa olsun terk etmeyeceklerine ant içmiş olan yiğitlerin yazdığı bu destan, onların gelecek nesillere bırakmış olduğu en büyük miras olmuştur.

Kaynak: Erhan Metin, Sözün Bittiği Yer Çanakkale, Mart 2008, s. 75-84

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder