2012 sonrası Kehanetleriyle ilgili bir değerlendirme ve Türkiye'nin yükselişi
Giriş
2012 Kehanetleri denince herkesin aklına önce, büyük felaketler ve savaşlar gelMEmeli. Kıyamet'i sadece korkunç felaketlerden ibaret görmek, geri/uyuklayan bir ruh halinde ısrar etmekten başka birşey olamaz. Bız burada bir uyanıştan, bilnçlenmeden ve yeni yüksek/yüce bir ruh halinden bahsedeceğiz ve yaşanması olası sürecin asıl/iyi/güzel yanına odaklanacağız. Önce bir soru:
Ruh ile madde arasındaki sınır nerededir? Galiba yüz yıllık bir soruyu sorup, yeniden yanıtlamak zorundayız. "Yüz yıllık" diyoruz zira, -aslında onbinlerce yıl önce sorulup yanıtlanmış ve kutsal yazıtlarla günümüze kadar ulaşmış bir soru/cevap olmasın rağmen- maddeyi herşey sayan modern zamanlarda rasyonel/bilimsel yoldan yeniden yanıtlanması gerekiyor. (Çünkü artık en çok 'Bilim'e "inanılıyor")
Yüz yıl önce Kuantum Fiziği, 'Madde'nin 'Enerji' demek olduğunu, 19'uncu Yüzyıldaki kökten materyalist (sonra diyalektik materyalist) madde anlayışının gerçekle alakasının olmadığını gösterdi. Böyle şeylerin Türkiye'de, sadece bir "genel kültür" meselesi olarak anlaşılıp kullanıldığı, sadece soyut entel muhabbetlerinde dillendirilen bir tür çok bilmişlik malzemesi sayıldığı ve sohbet bitince de, kaba 19'uncu yüzyıl materyalizmine -hem de "Sol bir marifet" sayılarak aynen devam edilmesi, asıl gerçeği değiştirmiyor: "Madde enerji de değil, ruhun emanasyonudur" (yani şekle bürünmesidir/yansımasıdır). Bu gerçeğin her zaman geçerli olduğu ve bundan sonra daha da geçerli olacağını unutmamak, bunun yeni ifade biçimlerine hazır olmak gerekiyor. Burada yer alan "irrasyonal" yazılar, rasyonal ile irrasyonal arasında makul bir köprü kurulmasına katkı yapmak isteyenleri özendirmeyi amaçlıyor.
İşte buradan, bu yazının ve burada bundan önce ve sonra burada yeralmış/yeralabilecek yazıların sebebine de gelmiş oluyoruz. 19'uncu yüzyılda kemikleşen materyalist anlayışın özü, modern "uygarlığın" da ana fikriyle ilgilidir. Maddeyi ruhtan tamamen ayrı bir kategori sayan "moderen" insan, kendi ruhu dışındaki herşeyi karmaşık mekanik bir makina olarak görmüştü. Sadece doğayı değil, hayvanları bile ruhsuz saymış, ama insanın iradesinin olduğuna bakarak kendisini bütün varoluşun üzerinde bir yere koymuştu: Doğaya hükmeden insan!
Bu anlayışın en mükemmel ifadesini bilimde gördük. Bu maddiyatçı anlayış, herşeyin materyalist/mekanik yasalara göre işlediği önkabulüne dayanarak, geleceğin de şimdiden madde üzerinden hesaplanabileceğini sanıyordu.
Şimdi insanın trajedisi, evdeki hesabın çarşıya uymadığını anlamasıdır. Dünya, materyalist hesaplarla geleceğe doğru tahmin edilemiyor. Genel kültüre gelince herkesin Einstein kesildiği ve kuantum fiziğini bildiği günümüzde, Alternatif Nobel ödülü sahibi Profesör Hans-Peter Dürr'ün deyimiyle, "Madde enerji bile değil, ruhtur." Şimdi bu sözün pratik anlamının anlaşılacağı bir zaman diliminde yaşıyoruz. Düşünsel alışkanlıklar kolay değişmez. Ama artık değişmek zorunda
Burada sadece modern veriler temelinde geleceği konuşmak mümkün değil maalesef -Sorry!..
"Bilimsel yazılar"la yetinmek hiç mümkün değil. (Konulara hem şimdi "irrasyonel" dediğimiz açıdan yaklaşıp hem de onların gerçekliğinden/doğruluğundan nasıl emin olabiliriz? İşte bu başka bir önemli konu kuşkusuz. Ama bu yazının konusu değil.)
Vishnu Puranalar'da ( विष्णु पुराण) bugünün dünyası
Günümüz hakkında yapılmış en eski kehanet, aslında onsekiz adet olan Purana'ların Vishnu Puranaları arasında yer alır. Özünde tarihle ilgili olan ve yaklaşık 1500 yıl kadar önce yazılı hale getirilmiş bu eski Hint yazıtlarında yer alır. 1952'de hayata veda eden ve "Bir Yoginin otobiyografisi" adlı kitabıyla tanınan Paramahansa Yogananda'nın aktardığı üzere, Kali döneminin son periyoduna tekabül eden bu dönemin özellikleri şöyledir:
"Sürekli maddeleşme (herşeyin/düşüncelerin madde olarak ifadesi) olacak.
Dünyada hüküm süren Hükümdarlar, şiddet kullanmaya meyilli olacaklar.
Kamunun malını zimmetlerine geçirecekler.
Köleler ve kastsız sınıflar (iktidar) üstünlüğünü ele geçirecekler ve herkese emir verebilecek durumda olacaklar ama ömürleri kısa olacak, acıma duyguları pek olmayacak.
Mülk sahibi olanlar toprakla uğraşmayı ve ticareti bırakacaklar, onlar köle olacaklar ve başka meslekler seçecekler.
Hükümdarlar, vergi bahanesiyle, halklarını soyacaklar ve talan edecekler, özel mülkiyeti yok edecekler.
Ahlaki/etik sağlık ve adalet, günden güne azalacak -ta ki bütün dünya bozuluncaya ve nançsızlık hakim oluncaya kadar. İnançla ilgili uygulamaların tek nedeni fiziksel 'sağlık' haline gelecek.
Kadınla erkek arasındaki tek bağ, cinsel çekim olacak.
Başarıya giden tek yol, sahtecilik haline gelecek.
Yeryüzü, sadece yeraltı/yerüstü kaynakları nedeniyle değerli sayılacak. Din adamı giyimkuşamı, din adamı özelliklerinin yerine geçecek.
Sıradan bir yıkanma, arınma sayılacak, insan ırkı, Tanrısal/kutsal insanlar doğuramayacak hale gelecek.
İnsanlar soracak: "Bize kadar gelmiş eski yazıtları ne yapalım?"
Evlilik törenleri tören olmaktan çıkacak.
Dinin uygulanması da etkisizleşecek.
Hayat şekli, herkes için aynı olacak.
En fazla paraya sahip olan, halk arasında en çok para dağıtabilen, insanlara hükmedecek. Çünkü isteği zenginlik olacak -adil birşekilde sahip olsun veya olmasın.
Herkes kendini Brahman sayacak (en üst dindar kast).
İnsanlar ölümden ve aç kalmaktan korkacaklar, bu nedenle dini sadece bir gösteriş şeklinde uygulayacaklar."
Eski kehanetlerde yarının dünyası hakkında ipuçları
12'inci Yüzyıl başında hayata veda eden Kudüslü Yuhanna'nın kehanetine göre, karanlık dönemin sonunda insanların kalp gözü açılacak, insanlar dünyadaki her canlının Tanrı'nın nurunu taşıdığını doğrudan anlayacaklar, bir hayatın içinde birden fazla hayat yaşamış olacaklar ve artık ölümden korkmamaya başlayacaklar. Maya söylenceleri, yeryüzünün spiritüel merkezlerinin Aktif hale geleceğini ve bunun uyandırıcı/uyarıcı etkisinden bahsederler. Bunu kısaca, insanın güzel bir keşif yaptığı anda yaşadığı o sevinçli bilinç yükselmesine benzetebiliriz. Tabii bu yükselişin daha farklı ve mistik kaliteye sahip bir durum olacağı belli olmakla birlikte, nasıl/hangi vesileyle yaşanacağı, biraz da insanın/toplumun kendi özel/özgün yaşamıyla ilgili bir durum. Aztekler, 2012'de başlayan geçiş döneminin ardından, insanların kazanacağını tahmin ettikleri bu yeni yüce özelliklerin daha sonra kalıcı hale geleceğinden yola çıkarak, 2024'den itibaren başlayacak çağın insanını, 'Yeni bir insan ırkı' sayarlar. Buradan, oldukça büyük bir değişiklik beklediklerini anlıyoruz. Samanyolunun merkezinden geçecek olan Dünya arınacaktır. İnka'lara göre 2012'de Altın Çağ başlayacaktır. 2013 yılında hayatta olanlardan itibaren, yeni insan ırkı oluşturulacaktır. Maorilerin söylencelerine göre, insanları yüce duygulardan ve kutsallıktan koparan maddiyatçı aşırı tutkular ve savaşlar sona erecektir. Bunu bir olgunlaşma olarak da okuyabiliriz. Tektanrılı dinlerin kutsal kitaplarındaki söylenceleri belki ayrı bir yazıda ele almak gekir. Ama Başmelek İsrafil'in Kıyamet borusunu üç kez çalması, 2012'nin Mayıs ve Eylül aylarındaki (Eylül'de iki kere) üç güne tekabül eder. Uyanışın bu dönemde başlayacağı, bunun işaretlerinin görülebileceği düşünülebilir. Tabii burada Kıyamet sözcüğünün anlamı, ille de herşeyin yok olması ve herkesin ölümü falan demek değildir. Buna dikkat etmek gerekiyor. Tibet kehanetleri de, İyi ile Kötünün savaşının 2026 sonunda İyinin zaferiyle sonuçlanacağını söylerken, insanların 2014 yılının Temmuz ayından itibaren spiritüel bir aydınlanma yaşayacaklarından bahseder. Tabii bu yeni yükseliş halinin, coğrafi yerlerle de ilgisi olmalıdır ve Tibet, anlaşıldığı kadarıyla bu yerlerden biridir. Türkiye'de spiritüel etkilerin görülebileceği (coğrafi) yerler arasında Bursa/Uludağ, İstanbul/Sultanahmet, Denizli bölgesi, Kazdağlarını vd. sayabiliriz. Tibetliler, gelişmelerin seyri hakkında oldukça ayrıntılı tahminlerde bulunmuşlardır. Bunlara göre dünyanın milletlerinin birbiriyle savaştığı çok büyük bir kapışmanın ardından (böyle öfkeli anlaşmazlıkların savaşla değil diplomasiyle çözülmesi için çalışmak, her insan evladının görevi olmalıdır) eski öğretilere yeniden kulak kabartılmaya başlanacak ve samimi/sahici inanç geri dönecektir. 'Gerçeğin Savaşçıları' geri dönecektir. Onlara yardım edenler ödüllendirileceklerdir. Onların dünyaya dönüşlerinden birkaç yıl sonra, 'En Yüce Olan'ın başlatacağı yeni çağın ilk işatleri de görülecektir. Bu işaretler, O'nun vereceği mucizevi işaretler ve olağanüstü insanlar şeklinde zuhur edecektir. Bu insanlar (Gerçeğin Savaşçıları), büyük yeni ruhsal/spiritüel ilimlerin kapılarını insanlara açacaklardır. Tibet kehanetleri böyle.
Nisbeten yeni sayılabilecek kehanetlerde, sıklıkla, "Üçgün sürecek bir karanlık"tan bahsedilir. Bu kararmanın, 21 Aralık 2012'nin hemen öncesi veya sonrasında başlayacağı, o üç karanlık günde kesinlikle sokağa çıkılmaması gerektiği söylenir. 1929'da ölen İsveçli bir balıkçı, 2012 dönemiyle ilgili bir dizi felaket haberi verdikten sonra, ardından bazı siyasi değişikliklerin olacağından da bahseder, bunları ayrıntısıyla anlatır ve mesela İran ile Türkiye'nin Ruslar tarafından işgal edileceğini söyler. (Tabii böyle olmak zorunda değildir!)
Anna Taigi'nin gördüğü bir vizyon sonrasında 1818'de Roma'da dikte ettirdiği kehanetlere göre, kötülük, insanın elinden iktidar gücünü alınca, Tanrı'nın güçleri bizzat müdahale edecek ve düzeni yeniden kuracaklardır. Ama üç günlük bir karanlık olacak ve bunun nedeni, atmosferin kirlenmesi olacaktır. O uzun gecede şimşekler çakacak, kim camlarını açarsa ve dışarı çıkarsa ölecektir. Taigi, bu süre zarfında kutsanmış mumların sönmeyeceğini ve herkesin dua etmesi gektiğini söylüyor. Daha sonra Tektanrılı dinlerin birleşeceği kehanetinde bulunuyor.
Ülkeler astrolojisiyle ilgilenenler, 26 bin yılda bir yaşanan özel bir yıldızlar kombinasyonuna dikkat çekiyorlar. Bu, çok özel bir Neptün-Uranus-Plüton kombinasyonudur ve bu denklemde Neptün spiritüel uyanışı ve yaratıcı düşünceleri, Uranus köklü değişimleri, Plüton ise geri dönüşü olmayan dönüşümü temsil etmektedir. Bu üç etkinin birbirini desteklediği bir atmosferde değişim/dönüşüm adına herşeyin olabileceğini söylüyorlar. Eski kehanetlerde her ne kadar (genellikle) falaketlerle birlikte anılsa da, bu dönemin muazzam bir değişim/dönüşüm potansiyelini temsil ettiği söylenebilir. (Peki neden ille de falaketlerden ve savaşlardan bahsedilmektedir? Bunu anlatmak/anlamak zorundayız).
Bu dönemin, herşeyden önce bir Bilinçlenme/uyanma döneminin başlangıcı olduğu sık sık vurgulanırken, "bilinçlenme"nin anlamına örnekler de verilir. Mesela Hopi kızılderilileri, 2012'de baslayacak 25 yllık dönemin sonunda aydınlanarak oluşacak insana, "Yeniden yaratılmış" diyorlar. Hintlilerin Vedik yazıtlarında, 2012'den itibaren insanın ışığa yükseltileceği yazılıdır. (Hintliler, bu dönemde giderek bilinçlenen insanlardan birinin, Vishnu'nun son enkarnasyonu Kalki olduğunu anlayacağına inanırlar. Bu da, aydınlanmanın türüne bir örnek sayılabilir)
Eski kehanetlerde neden ille de büyük felaketler ve savaşlardan bahsedilir?
Bu konu, tayin edici önemde...
Benzeri zaman kalitelerinin yaşandığı eski dönemlerde büyük değişimler hep savaşlarla gelmiştir, çünkü insanların -iktidar olmak ve "güç" kayması anlamında- değişikliklerde savaşlara başvurmaları 'normal' bir durum sayılıyordu, kehanetleri yapanlar da söze döktükleri vizyonlarını böyle dillendiriyorlardı. Burada dikkat çekici nokta, 2012'ye "benzer" zaman kalitelerinin hiç birinin bugünkü yoğunlukta yaşanmamış olmasıdır.
Karşı karşıya olduğumuz durum, insanlığın yeni bir bilinç seviyesine yükselmesiyle ilgilidir. Belki şöyle de ifade edebiliriz: En geç 2030'ların başında, yaşayan tüm insanların kalp gözü açılmış olacaktır. Bunun anlamı, bir gün gelip herkesin aniden "Aha!" diye uyanması falan değildir elbette. Bu süreçte, adına şimdilik 'Bilinçlenme' diyebileceğimiz durum, ilk etkilerini muhtemelen Hazirandan itibaren gösterecektir. Asıl sonuç bir tür yükselme olacağından, insanların makul davranıp savaşa mahal verMEme ihtimalleri yüksektir. Gelişmeler, gerektirdiği kadar yoğunlukla, tevekkülle, akılla, sevgiyle, karşılıklı toleransla karşılanırsa, kehanetleri eski zaman mantalitesiyle yorumlayanların söyledikleri yıkım/savaş olmayabilir. Ama bu, durumu aynen şimdiki gibi muhafaza etmekte kararlı olanların direncine bağlıdır. Muhafazakar (ve maddiyatçı) zihniyetin direnci yüksek olursa, yani eski zaman mantalitesine uygun bir insan tipinin hakimiyeti değiştirilecekse, sonuç eski kehanetlere benzeyebilir. Bu, günümüz insanının tercih meselesidir -ama ben makul insanların galebe çalacağına ve onların sayesinde yükselişin daha az sancıyla yaşanacağına inanıyorum (inanmak istiyorum).
Burada en çok güvendiğim kişiler kadınlar...
Haziran ayında yeni bir ivme kazanacak ruh hali, gücün dişi yanının yükselmesidir. 'Eril' (Yang) gücünün hakim olduğu ruhsal atmosfer, 2003'den beri 'Dişi' (Yin) gücün mütemadiyen yükselişiyle etkileniyor. Bu yıl 'Dişi' gücün 'Eril' güç ile eşitlenmeye başladığı önemli bir süreç yaşanıyor. Kadınların toplumsal gücünün daha da artacağı bir süreç bu. Ve kadının mücadele biçiminin de erkeklerden farklı olduğu ve savaş anlayışından uzak olduğunu biliyoruz. Eşitlenme, bu yıl sağlanmasa bile, 'Dişi' gücün etki ivmesinin oldukça yükseleceğini ve erkeklere oldukça yaklaşacağını söyleyebiliriz. (Bu vesileyle tekrarlayalım: Türkiye'nin yeni Cumhurbaşkanı veya Başbakanı kadın olmalıdır.)
1. Ülkenin şimdiye kadarki haliyle varlığını değiştirecek olaylar -ve onlara karşı kitlesel olaylar...
(Türkiye'nin hayat-memat meselesi haline gelebilecek bir takım olaylar...)
2. Şimdiki yönetici elitin bütünüyle değişmesine yol açacak bir dizi olay...
3. Olayların askeri bir boyuta sahip olması...
(Bunun anlamı 'savaş', ayaklanmalara 'asker müdahalesi' ve/veya 'darbe' olabilir)
4. Türkiye'nin kendi karakterine ters hareket eder hale gelmesi...
(Türkiye'nin komşularıyla ve dünyanın yarısıyla papaz olması ve bunu çok düşük bir seviyeden yapması, buna örnek gösterilebilir)
5. Hükümet demokrasiyi kıstıkça ve baskılar arttıkça, şiddet potansiyeli katlanarak artabilecek bir durum...
Türkiye'de baskı ve diktatörlük eğilimlerine karşı, keyfi diktatoryal idareye karşı tepki, baskıların boyutu arttığı ölçüde katlanarak artabilir; muhalefet yetersiz kalırsa veya susturulursa, tepki devletin/hükümetin içinden gelebilir demiştik. Bunun en genal anlamı, 'Değişimi zorlayan gücü engellemenin mümkün olmadığı'dır.
Önce, Şubat ayının ikinci haftasında ortaya çıkan ve MİT üzerinden Başbakan'ı hedefleyen hukuk darbesini -zaman kalitesi açısından- incelemeyi deneyelim.
Sözkonusu durum Şubat ayı ortasında başlamıştır ve etkisini 2012 Aralık ayına kadar sürdürecektir. Geçiş döneminden hemen öncesinde yaşandığı için, bir tür 'Temizlik' ve/veya, 'Yeni Çağa Hazırlık' dönemi sayılabilir. Bu etki, daha çok ikili yakın ilişkileri belirleyen bir durumdur. İktidarın hem düşmanlarıyla, hem de yakın dostlarıyla ilişkilerini belirler ve burada gerginlik ortamı sözkonusudur (hem dostlarla hem düşmanlarla).
Eskiden beri olan ve geçiştşirilen gerginliklerin ve anlaşmazlıkların ateş olup yağdığı bir durum. Burada açıklık/şeffaflık yoksa -ki yok- gerginlik bir kopma/kırılma yaşanana kadar sürebilir. Açık/dürüst olunmayıp gerginliğin tırmanması halinde, çatışmanın iki tarafı arasındaki ortaklık sona erecektir.
Bu denklemde ilginç olan, devreye üçüncü bir aktörün/faktörün girmesi olasılığıdır. Bu yeni faktör, varolan durumu tamamen değiştirecek ve geleceğe uzanan doğru kapıyı açacak faktör olabilir, veya o istikamette ilerleyecek olanların işini oldukça kolaylaştırabilir. Üçüncü Faktör'ün, Türkiye'yi tamamen dönüştürecek faktör olma ihtimali oldukça yüksektir. Bu faktörün, iktidarla savaşarak Türkiye'yi değiştiren güçlü bir aktör olma ihtimali yüksek.
Türkiye, savaşla da ilgili olabilecek ve askeri yana sahip bu dönemden geçerek 2013 yılına geçtikten sonra, çok önemli bir çağın başlangıcını yaşayacaktır. Bu döneme kısaca, 'Yeni İstanbul/Anadolu Uygarlığı Devri' (veya 'Yeni Türk Uygarlığı Devri') diyebiliriz (Adı elbette sonra bu toprakların insanları veya dünya tarafından konacaktır). Biz burada belki, en genel çizgileriyle, bu yeni dönemin -bu topraklardaki- özelliklerinden bahsedebiliriz.
Yeni bir Anadolu/İstanbul Türk Uygarlığına doğru
Türkler, 1912'den beri, "Osmanlı İmparatorluğunun yıkılmasının verdiği eziklik" diye nitelenen bir düşük ruk halinin etkiside. Bu etki, aynı zamanda bilinçaltındaki suçluluk psikololojisiyle ve "kendine lâyık görmemek" gibi (burada açıklayacağımız) bir ruh haliyle ilgili. 1908-1922 Anadolu kıyameti ve Anadolunun kapitalizme özgü kültürel homojenlesmesi sırasında yaşananlar, Türklerin kabul ettiğinden daha derin bir ruhsal tahribat yapmıştır. Bu cinnetten sonra kurulan Türkiye Cumhuriyeti, bir "beklemek" devridir. Bu dönemde ülkenin yönetimi, hızla vasatizmin eline geçmiştir ve esasen 60 yıldır da muhafazakar vasat kesim tarafından yönetilmektedir. Bu durum, "Kendini birinci sınıf ülkelerden/halklardan sayamayan" bir düşük bilinç seviyesiyle ilgiliydi. Malum "Aşağılık kompleksi", kaba-saba böbürlenmelerle değil, sağlam/somut bir ruh haliyle (mantalite ile) aşılacaktır (şimdiki Hükümetin ekonomisiyle göbekten bağlı olduğu ülkelere kaba-saba böbürlenmeleri, aşağılık kompleksinin en bariz durumunu teşkil etmektedir) Yaşanan/yaşanacak yeni Bilinç Yükselmesi, Cumhuriyet döneminin bu eski "idare-i maslahatçı vasat müteahhit muhafazakar" zihniyeti aşmaktadır.
Dönemin sonunda (yani 2013'ün ikinci yarısından itibaren), Türkiye Cumhuriyeti ve Halkı, kaderini belirleyen bu ezik/kompleksli durumdan kurtulacaktır -öyle görünmektedir. Bunun somut ifadesi, ülke içinde birbirine "uzlaşmaz" düşmanlıkla "bağlı" kesimlerin, bu düşmanlıklarına son vermesi olacaktır. Bu durum, "Üçüncü Faktör" dediğimiz faktörün yapıcı ve uzlaşıcı/uzlaştırıcı tavrıyla yakından ilgili olabilir. Her hal-u kârda, büyük bir rahatlama ve feraha çıkma duygusu yaşanacağı kesindir.
Bu durumun yaşanmasında, 'Dişi Güç' (Yin) diye özetlediğim -ve ayrı bir yazı gerektiren- durumun önemli bir payı olabilir, çünkü Türkiye'de 'Dişi' özelliklere sahip siyasi gücün yükselişi, olası yeni uygarlığın kurulması aşamasında önemli bir rol oynayabilir. Bu aşamada kadınlar, kendi güçlerinin farkına varacaklardır ve eski muhafazakar mantaliteyi önemli ölçüde sınırlayıp zayıflatacaklardır.
Türkler, T.C. üzerinden edindikleri ve yaşadıkları, kabaca "Biz Avrupalılar/Amerikalılar gibi olamayız" şeklinde karikatürize edebileceğimiz durumdan, bu aşamada kurtulacaklardır, çünkü bu durumu bilinç altında yeniden üreten (1912 sonrasından kaynaklanan) suçluluk/yetersizlik kompleksi ve ona bağlı "Kürt/Ermeni/Rum/Süryani/Alevi vs. sorunları", kimlikçilikler/ayrımcılıklar ötesi bir yerden aşılmış olacaktır. Bu konuların "sorun" olmaktan çıkışı, Türkiye'nin etrafında yaşanacakdeğişimlerle de ilgilidir. Oralar da değişeceklerdir elbette (özellikle Ermenileri yiyip bitiren 'Soykırım' konusu, Türklerin yapıcı/olumlu tavrıyla yakından ilgilidir. Ermenilerin huzura kavuşması için çok önemlidir).
Türkiye Cumhuriyeti, 2013 yılının ikinci yarısından itibaren, geçmişi nedeniyle (bilinçsizce) çekmekte olduğu ruhsal acılardan, engelleyici kötü (kader) etkilerinden kurtularak, dünyada (Atatürk dönemindeki gibi) tam anlamıyla önyargısızca kabul edilen ve hayranlık duyulan bir yer olmak sürecine girecektir. Cumhuriyet döneminin engelleyici bütün bagajlarının önemsizleştiği bu dönemde, 'Türk Değerleri' diye bir damarın canlanabileceğini söyleyebiliriz. Bunu kısaca, 'Bu topraklara özgü değerler'in, Türk kültürel renkleriyle birlikte globalleşmesi/evrenselleşmesi gibi de anlayabiliriz (20'inci Yüzyıl'ın ikinci yarısında Japon Kültürünün evrenselleşmesi konusu, bu duruma bir örnektir. Ama bu kez, daha derin bir durum sözkonusudur).
Sözkonusu negatif etkilerin aşılması ve rahatlamayla birlikte, Türkiye'nin önünde büyük bir yükselme dönemi açılabilir. Yaratıcılık, ülkenin yeni tip yüksek ekonomik refahı, kültürel/sanatsal patlama, Türkiye'yi hızla bir çekim merkezi haline getirebilir. Bu çekiciliğin, yeni çağın kalitelerine uygun olarak kültür/sanat, yeni alternatif ekonomi/düşünceler ve bilgi/iletişim alanında başı çekeceği ve bunda kadınların önemli bir rol oynayabilecekleri söylenebilir.
Yaratıcı alanlarla meşgul sanatçılara hep sorulur: "Fikirlerinizi nereden alıyorsunuz?" diye. Buna yanıt vermek zordur, çünkü açıklaması zordur, rasyonel bir cevabı da yoktur zaten. Ama burada "hayalimizi" zorlayarak, bu soruyu şöyle bir "tasavvur" ile yanıtlayabiliriz belki:
Anadolu, dünyanın en eski üç uygarlık merkezinden en eski olanıdır. Bu süre zarfında o eski uygarlıkların bir tür spiritüel enerji ürettiklerini, ama bu enerjinin -maddeci modern uygarlık etkisiyle- yeraltına hapsedildiğini düşünün. Şimdi, şişeye kapatılmış bütün bu ve benzeri spiritüel güçlerin önündeki kapakların açıldığını düşünün. En büyük güçlerden biri, Anadolu ve İstanbul'da olacaktır. Ama radyo yayınlarını dinleyebilmek için nasıl aynı frekansta olan bir radyo alıcısı gerekiyorsa, bu muazzam yaratıcı enerjiden yararlanabilmek için, onun dalga boyunda olmak gerekir. O dalga boyunun ilk şartı da evrensel değerlerdir ve iyi bir insan olmaktır. Bu ilk şarta sadık kalanların (özellikle kadınların), önümüzdeki dönemde, 'Uyanan İnsanlar'ın ilk dalgasına dahil olacaklarını düşünebiliriz (Elbette bunun spiritüel boyutu çok daha önemlidir ve bu yazının konusu değildir). Yeni Uygarlık, coğrafi etkiden ziyade muhtemelen global etkide bulunan bir özelliğe sahip olacaktır. En genel özellikleri bakımından -şimdilik- bunlar söylenebilir.
2012 Kehanetleri denince herkesin aklına önce, büyük felaketler ve savaşlar gelMEmeli. Kıyamet'i sadece korkunç felaketlerden ibaret görmek, geri/uyuklayan bir ruh halinde ısrar etmekten başka birşey olamaz. Bız burada bir uyanıştan, bilnçlenmeden ve yeni yüksek/yüce bir ruh halinden bahsedeceğiz ve yaşanması olası sürecin asıl/iyi/güzel yanına odaklanacağız. Önce bir soru:
Ruh ile madde arasındaki sınır nerededir? Galiba yüz yıllık bir soruyu sorup, yeniden yanıtlamak zorundayız. "Yüz yıllık" diyoruz zira, -aslında onbinlerce yıl önce sorulup yanıtlanmış ve kutsal yazıtlarla günümüze kadar ulaşmış bir soru/cevap olmasın rağmen- maddeyi herşey sayan modern zamanlarda rasyonel/bilimsel yoldan yeniden yanıtlanması gerekiyor. (Çünkü artık en çok 'Bilim'e "inanılıyor")
Yüz yıl önce Kuantum Fiziği, 'Madde'nin 'Enerji' demek olduğunu, 19'uncu Yüzyıldaki kökten materyalist (sonra diyalektik materyalist) madde anlayışının gerçekle alakasının olmadığını gösterdi. Böyle şeylerin Türkiye'de, sadece bir "genel kültür" meselesi olarak anlaşılıp kullanıldığı, sadece soyut entel muhabbetlerinde dillendirilen bir tür çok bilmişlik malzemesi sayıldığı ve sohbet bitince de, kaba 19'uncu yüzyıl materyalizmine -hem de "Sol bir marifet" sayılarak aynen devam edilmesi, asıl gerçeği değiştirmiyor: "Madde enerji de değil, ruhun emanasyonudur" (yani şekle bürünmesidir/yansımasıdır). Bu gerçeğin her zaman geçerli olduğu ve bundan sonra daha da geçerli olacağını unutmamak, bunun yeni ifade biçimlerine hazır olmak gerekiyor. Burada yer alan "irrasyonal" yazılar, rasyonal ile irrasyonal arasında makul bir köprü kurulmasına katkı yapmak isteyenleri özendirmeyi amaçlıyor.
İşte buradan, bu yazının ve burada bundan önce ve sonra burada yeralmış/yeralabilecek yazıların sebebine de gelmiş oluyoruz. 19'uncu yüzyılda kemikleşen materyalist anlayışın özü, modern "uygarlığın" da ana fikriyle ilgilidir. Maddeyi ruhtan tamamen ayrı bir kategori sayan "moderen" insan, kendi ruhu dışındaki herşeyi karmaşık mekanik bir makina olarak görmüştü. Sadece doğayı değil, hayvanları bile ruhsuz saymış, ama insanın iradesinin olduğuna bakarak kendisini bütün varoluşun üzerinde bir yere koymuştu: Doğaya hükmeden insan!
Bu anlayışın en mükemmel ifadesini bilimde gördük. Bu maddiyatçı anlayış, herşeyin materyalist/mekanik yasalara göre işlediği önkabulüne dayanarak, geleceğin de şimdiden madde üzerinden hesaplanabileceğini sanıyordu.
Şimdi insanın trajedisi, evdeki hesabın çarşıya uymadığını anlamasıdır. Dünya, materyalist hesaplarla geleceğe doğru tahmin edilemiyor. Genel kültüre gelince herkesin Einstein kesildiği ve kuantum fiziğini bildiği günümüzde, Alternatif Nobel ödülü sahibi Profesör Hans-Peter Dürr'ün deyimiyle, "Madde enerji bile değil, ruhtur." Şimdi bu sözün pratik anlamının anlaşılacağı bir zaman diliminde yaşıyoruz. Düşünsel alışkanlıklar kolay değişmez. Ama artık değişmek zorunda
Burada sadece modern veriler temelinde geleceği konuşmak mümkün değil maalesef -Sorry!..
"Bilimsel yazılar"la yetinmek hiç mümkün değil. (Konulara hem şimdi "irrasyonel" dediğimiz açıdan yaklaşıp hem de onların gerçekliğinden/doğruluğundan nasıl emin olabiliriz? İşte bu başka bir önemli konu kuşkusuz. Ama bu yazının konusu değil.)
Vishnu Puranalar'da ( विष्णु पुराण) bugünün dünyası
Günümüz hakkında yapılmış en eski kehanet, aslında onsekiz adet olan Purana'ların Vishnu Puranaları arasında yer alır. Özünde tarihle ilgili olan ve yaklaşık 1500 yıl kadar önce yazılı hale getirilmiş bu eski Hint yazıtlarında yer alır. 1952'de hayata veda eden ve "Bir Yoginin otobiyografisi" adlı kitabıyla tanınan Paramahansa Yogananda'nın aktardığı üzere, Kali döneminin son periyoduna tekabül eden bu dönemin özellikleri şöyledir:
"Sürekli maddeleşme (herşeyin/düşüncelerin madde olarak ifadesi) olacak.
Dünyada hüküm süren Hükümdarlar, şiddet kullanmaya meyilli olacaklar.
Kamunun malını zimmetlerine geçirecekler.
Köleler ve kastsız sınıflar (iktidar) üstünlüğünü ele geçirecekler ve herkese emir verebilecek durumda olacaklar ama ömürleri kısa olacak, acıma duyguları pek olmayacak.
Mülk sahibi olanlar toprakla uğraşmayı ve ticareti bırakacaklar, onlar köle olacaklar ve başka meslekler seçecekler.
Hükümdarlar, vergi bahanesiyle, halklarını soyacaklar ve talan edecekler, özel mülkiyeti yok edecekler.
Ahlaki/etik sağlık ve adalet, günden güne azalacak -ta ki bütün dünya bozuluncaya ve nançsızlık hakim oluncaya kadar. İnançla ilgili uygulamaların tek nedeni fiziksel 'sağlık' haline gelecek.
Kadınla erkek arasındaki tek bağ, cinsel çekim olacak.
Başarıya giden tek yol, sahtecilik haline gelecek.
Yeryüzü, sadece yeraltı/yerüstü kaynakları nedeniyle değerli sayılacak. Din adamı giyimkuşamı, din adamı özelliklerinin yerine geçecek.
Sıradan bir yıkanma, arınma sayılacak, insan ırkı, Tanrısal/kutsal insanlar doğuramayacak hale gelecek.
İnsanlar soracak: "Bize kadar gelmiş eski yazıtları ne yapalım?"
Evlilik törenleri tören olmaktan çıkacak.
Dinin uygulanması da etkisizleşecek.
Hayat şekli, herkes için aynı olacak.
En fazla paraya sahip olan, halk arasında en çok para dağıtabilen, insanlara hükmedecek. Çünkü isteği zenginlik olacak -adil birşekilde sahip olsun veya olmasın.
Herkes kendini Brahman sayacak (en üst dindar kast).
İnsanlar ölümden ve aç kalmaktan korkacaklar, bu nedenle dini sadece bir gösteriş şeklinde uygulayacaklar."
Eski kehanetlerde yarının dünyası hakkında ipuçları
12'inci Yüzyıl başında hayata veda eden Kudüslü Yuhanna'nın kehanetine göre, karanlık dönemin sonunda insanların kalp gözü açılacak, insanlar dünyadaki her canlının Tanrı'nın nurunu taşıdığını doğrudan anlayacaklar, bir hayatın içinde birden fazla hayat yaşamış olacaklar ve artık ölümden korkmamaya başlayacaklar. Maya söylenceleri, yeryüzünün spiritüel merkezlerinin Aktif hale geleceğini ve bunun uyandırıcı/uyarıcı etkisinden bahsederler. Bunu kısaca, insanın güzel bir keşif yaptığı anda yaşadığı o sevinçli bilinç yükselmesine benzetebiliriz. Tabii bu yükselişin daha farklı ve mistik kaliteye sahip bir durum olacağı belli olmakla birlikte, nasıl/hangi vesileyle yaşanacağı, biraz da insanın/toplumun kendi özel/özgün yaşamıyla ilgili bir durum. Aztekler, 2012'de başlayan geçiş döneminin ardından, insanların kazanacağını tahmin ettikleri bu yeni yüce özelliklerin daha sonra kalıcı hale geleceğinden yola çıkarak, 2024'den itibaren başlayacak çağın insanını, 'Yeni bir insan ırkı' sayarlar. Buradan, oldukça büyük bir değişiklik beklediklerini anlıyoruz. Samanyolunun merkezinden geçecek olan Dünya arınacaktır. İnka'lara göre 2012'de Altın Çağ başlayacaktır. 2013 yılında hayatta olanlardan itibaren, yeni insan ırkı oluşturulacaktır. Maorilerin söylencelerine göre, insanları yüce duygulardan ve kutsallıktan koparan maddiyatçı aşırı tutkular ve savaşlar sona erecektir. Bunu bir olgunlaşma olarak da okuyabiliriz. Tektanrılı dinlerin kutsal kitaplarındaki söylenceleri belki ayrı bir yazıda ele almak gekir. Ama Başmelek İsrafil'in Kıyamet borusunu üç kez çalması, 2012'nin Mayıs ve Eylül aylarındaki (Eylül'de iki kere) üç güne tekabül eder. Uyanışın bu dönemde başlayacağı, bunun işaretlerinin görülebileceği düşünülebilir. Tabii burada Kıyamet sözcüğünün anlamı, ille de herşeyin yok olması ve herkesin ölümü falan demek değildir. Buna dikkat etmek gerekiyor. Tibet kehanetleri de, İyi ile Kötünün savaşının 2026 sonunda İyinin zaferiyle sonuçlanacağını söylerken, insanların 2014 yılının Temmuz ayından itibaren spiritüel bir aydınlanma yaşayacaklarından bahseder. Tabii bu yeni yükseliş halinin, coğrafi yerlerle de ilgisi olmalıdır ve Tibet, anlaşıldığı kadarıyla bu yerlerden biridir. Türkiye'de spiritüel etkilerin görülebileceği (coğrafi) yerler arasında Bursa/Uludağ, İstanbul/Sultanahmet, Denizli bölgesi, Kazdağlarını vd. sayabiliriz. Tibetliler, gelişmelerin seyri hakkında oldukça ayrıntılı tahminlerde bulunmuşlardır. Bunlara göre dünyanın milletlerinin birbiriyle savaştığı çok büyük bir kapışmanın ardından (böyle öfkeli anlaşmazlıkların savaşla değil diplomasiyle çözülmesi için çalışmak, her insan evladının görevi olmalıdır) eski öğretilere yeniden kulak kabartılmaya başlanacak ve samimi/sahici inanç geri dönecektir. 'Gerçeğin Savaşçıları' geri dönecektir. Onlara yardım edenler ödüllendirileceklerdir. Onların dünyaya dönüşlerinden birkaç yıl sonra, 'En Yüce Olan'ın başlatacağı yeni çağın ilk işatleri de görülecektir. Bu işaretler, O'nun vereceği mucizevi işaretler ve olağanüstü insanlar şeklinde zuhur edecektir. Bu insanlar (Gerçeğin Savaşçıları), büyük yeni ruhsal/spiritüel ilimlerin kapılarını insanlara açacaklardır. Tibet kehanetleri böyle.
Nisbeten yeni sayılabilecek kehanetlerde, sıklıkla, "Üçgün sürecek bir karanlık"tan bahsedilir. Bu kararmanın, 21 Aralık 2012'nin hemen öncesi veya sonrasında başlayacağı, o üç karanlık günde kesinlikle sokağa çıkılmaması gerektiği söylenir. 1929'da ölen İsveçli bir balıkçı, 2012 dönemiyle ilgili bir dizi felaket haberi verdikten sonra, ardından bazı siyasi değişikliklerin olacağından da bahseder, bunları ayrıntısıyla anlatır ve mesela İran ile Türkiye'nin Ruslar tarafından işgal edileceğini söyler. (Tabii böyle olmak zorunda değildir!)
Anna Taigi'nin gördüğü bir vizyon sonrasında 1818'de Roma'da dikte ettirdiği kehanetlere göre, kötülük, insanın elinden iktidar gücünü alınca, Tanrı'nın güçleri bizzat müdahale edecek ve düzeni yeniden kuracaklardır. Ama üç günlük bir karanlık olacak ve bunun nedeni, atmosferin kirlenmesi olacaktır. O uzun gecede şimşekler çakacak, kim camlarını açarsa ve dışarı çıkarsa ölecektir. Taigi, bu süre zarfında kutsanmış mumların sönmeyeceğini ve herkesin dua etmesi gektiğini söylüyor. Daha sonra Tektanrılı dinlerin birleşeceği kehanetinde bulunuyor.
Ülkeler astrolojisiyle ilgilenenler, 26 bin yılda bir yaşanan özel bir yıldızlar kombinasyonuna dikkat çekiyorlar. Bu, çok özel bir Neptün-Uranus-Plüton kombinasyonudur ve bu denklemde Neptün spiritüel uyanışı ve yaratıcı düşünceleri, Uranus köklü değişimleri, Plüton ise geri dönüşü olmayan dönüşümü temsil etmektedir. Bu üç etkinin birbirini desteklediği bir atmosferde değişim/dönüşüm adına herşeyin olabileceğini söylüyorlar. Eski kehanetlerde her ne kadar (genellikle) falaketlerle birlikte anılsa da, bu dönemin muazzam bir değişim/dönüşüm potansiyelini temsil ettiği söylenebilir. (Peki neden ille de falaketlerden ve savaşlardan bahsedilmektedir? Bunu anlatmak/anlamak zorundayız).
Bu dönemin, herşeyden önce bir Bilinçlenme/uyanma döneminin başlangıcı olduğu sık sık vurgulanırken, "bilinçlenme"nin anlamına örnekler de verilir. Mesela Hopi kızılderilileri, 2012'de baslayacak 25 yllık dönemin sonunda aydınlanarak oluşacak insana, "Yeniden yaratılmış" diyorlar. Hintlilerin Vedik yazıtlarında, 2012'den itibaren insanın ışığa yükseltileceği yazılıdır. (Hintliler, bu dönemde giderek bilinçlenen insanlardan birinin, Vishnu'nun son enkarnasyonu Kalki olduğunu anlayacağına inanırlar. Bu da, aydınlanmanın türüne bir örnek sayılabilir)
Eski kehanetlerde neden ille de büyük felaketler ve savaşlardan bahsedilir?
Bu konu, tayin edici önemde...
Benzeri zaman kalitelerinin yaşandığı eski dönemlerde büyük değişimler hep savaşlarla gelmiştir, çünkü insanların -iktidar olmak ve "güç" kayması anlamında- değişikliklerde savaşlara başvurmaları 'normal' bir durum sayılıyordu, kehanetleri yapanlar da söze döktükleri vizyonlarını böyle dillendiriyorlardı. Burada dikkat çekici nokta, 2012'ye "benzer" zaman kalitelerinin hiç birinin bugünkü yoğunlukta yaşanmamış olmasıdır.
Karşı karşıya olduğumuz durum, insanlığın yeni bir bilinç seviyesine yükselmesiyle ilgilidir. Belki şöyle de ifade edebiliriz: En geç 2030'ların başında, yaşayan tüm insanların kalp gözü açılmış olacaktır. Bunun anlamı, bir gün gelip herkesin aniden "Aha!" diye uyanması falan değildir elbette. Bu süreçte, adına şimdilik 'Bilinçlenme' diyebileceğimiz durum, ilk etkilerini muhtemelen Hazirandan itibaren gösterecektir. Asıl sonuç bir tür yükselme olacağından, insanların makul davranıp savaşa mahal verMEme ihtimalleri yüksektir. Gelişmeler, gerektirdiği kadar yoğunlukla, tevekkülle, akılla, sevgiyle, karşılıklı toleransla karşılanırsa, kehanetleri eski zaman mantalitesiyle yorumlayanların söyledikleri yıkım/savaş olmayabilir. Ama bu, durumu aynen şimdiki gibi muhafaza etmekte kararlı olanların direncine bağlıdır. Muhafazakar (ve maddiyatçı) zihniyetin direnci yüksek olursa, yani eski zaman mantalitesine uygun bir insan tipinin hakimiyeti değiştirilecekse, sonuç eski kehanetlere benzeyebilir. Bu, günümüz insanının tercih meselesidir -ama ben makul insanların galebe çalacağına ve onların sayesinde yükselişin daha az sancıyla yaşanacağına inanıyorum (inanmak istiyorum).
Burada en çok güvendiğim kişiler kadınlar...
Haziran ayında yeni bir ivme kazanacak ruh hali, gücün dişi yanının yükselmesidir. 'Eril' (Yang) gücünün hakim olduğu ruhsal atmosfer, 2003'den beri 'Dişi' (Yin) gücün mütemadiyen yükselişiyle etkileniyor. Bu yıl 'Dişi' gücün 'Eril' güç ile eşitlenmeye başladığı önemli bir süreç yaşanıyor. Kadınların toplumsal gücünün daha da artacağı bir süreç bu. Ve kadının mücadele biçiminin de erkeklerden farklı olduğu ve savaş anlayışından uzak olduğunu biliyoruz. Eşitlenme, bu yıl sağlanmasa bile, 'Dişi' gücün etki ivmesinin oldukça yükseleceğini ve erkeklere oldukça yaklaşacağını söyleyebiliriz. (Bu vesileyle tekrarlayalım: Türkiye'nin yeni Cumhurbaşkanı veya Başbakanı kadın olmalıdır.)
Türkiye'nin Şubat 2012'de başlayan yeni süreçte
yaşayabileceği kırılmalar
Geçen yılın Aralık ayından beri, Şubat ayında
yaşanabilecek önemli olaylara dikkat çekiyoruz. Bunun nedeni, İktidarın bu
tarihten itibaren çok zor durumda kalabileceği bir tarafa, nitel bir değişim
sürecine girilme ihtimaliydi. Önce bir tekrar. 2013 ortasına kadar yaşanabilecek
olayların -zaman kalitesiyle ilintili- genel karakterini şöyle
özetleyebiliriz:1. Ülkenin şimdiye kadarki haliyle varlığını değiştirecek olaylar -ve onlara karşı kitlesel olaylar...
(Türkiye'nin hayat-memat meselesi haline gelebilecek bir takım olaylar...)
2. Şimdiki yönetici elitin bütünüyle değişmesine yol açacak bir dizi olay...
3. Olayların askeri bir boyuta sahip olması...
(Bunun anlamı 'savaş', ayaklanmalara 'asker müdahalesi' ve/veya 'darbe' olabilir)
4. Türkiye'nin kendi karakterine ters hareket eder hale gelmesi...
(Türkiye'nin komşularıyla ve dünyanın yarısıyla papaz olması ve bunu çok düşük bir seviyeden yapması, buna örnek gösterilebilir)
5. Hükümet demokrasiyi kıstıkça ve baskılar arttıkça, şiddet potansiyeli katlanarak artabilecek bir durum...
Türkiye'de baskı ve diktatörlük eğilimlerine karşı, keyfi diktatoryal idareye karşı tepki, baskıların boyutu arttığı ölçüde katlanarak artabilir; muhalefet yetersiz kalırsa veya susturulursa, tepki devletin/hükümetin içinden gelebilir demiştik. Bunun en genal anlamı, 'Değişimi zorlayan gücü engellemenin mümkün olmadığı'dır.
Önce, Şubat ayının ikinci haftasında ortaya çıkan ve MİT üzerinden Başbakan'ı hedefleyen hukuk darbesini -zaman kalitesi açısından- incelemeyi deneyelim.
Sözkonusu durum Şubat ayı ortasında başlamıştır ve etkisini 2012 Aralık ayına kadar sürdürecektir. Geçiş döneminden hemen öncesinde yaşandığı için, bir tür 'Temizlik' ve/veya, 'Yeni Çağa Hazırlık' dönemi sayılabilir. Bu etki, daha çok ikili yakın ilişkileri belirleyen bir durumdur. İktidarın hem düşmanlarıyla, hem de yakın dostlarıyla ilişkilerini belirler ve burada gerginlik ortamı sözkonusudur (hem dostlarla hem düşmanlarla).
Eskiden beri olan ve geçiştşirilen gerginliklerin ve anlaşmazlıkların ateş olup yağdığı bir durum. Burada açıklık/şeffaflık yoksa -ki yok- gerginlik bir kopma/kırılma yaşanana kadar sürebilir. Açık/dürüst olunmayıp gerginliğin tırmanması halinde, çatışmanın iki tarafı arasındaki ortaklık sona erecektir.
Bu denklemde ilginç olan, devreye üçüncü bir aktörün/faktörün girmesi olasılığıdır. Bu yeni faktör, varolan durumu tamamen değiştirecek ve geleceğe uzanan doğru kapıyı açacak faktör olabilir, veya o istikamette ilerleyecek olanların işini oldukça kolaylaştırabilir. Üçüncü Faktör'ün, Türkiye'yi tamamen dönüştürecek faktör olma ihtimali oldukça yüksektir. Bu faktörün, iktidarla savaşarak Türkiye'yi değiştiren güçlü bir aktör olma ihtimali yüksek.
Türkiye, savaşla da ilgili olabilecek ve askeri yana sahip bu dönemden geçerek 2013 yılına geçtikten sonra, çok önemli bir çağın başlangıcını yaşayacaktır. Bu döneme kısaca, 'Yeni İstanbul/Anadolu Uygarlığı Devri' (veya 'Yeni Türk Uygarlığı Devri') diyebiliriz (Adı elbette sonra bu toprakların insanları veya dünya tarafından konacaktır). Biz burada belki, en genel çizgileriyle, bu yeni dönemin -bu topraklardaki- özelliklerinden bahsedebiliriz.
Yeni bir Anadolu/İstanbul Türk Uygarlığına doğru
Türkler, 1912'den beri, "Osmanlı İmparatorluğunun yıkılmasının verdiği eziklik" diye nitelenen bir düşük ruk halinin etkiside. Bu etki, aynı zamanda bilinçaltındaki suçluluk psikololojisiyle ve "kendine lâyık görmemek" gibi (burada açıklayacağımız) bir ruh haliyle ilgili. 1908-1922 Anadolu kıyameti ve Anadolunun kapitalizme özgü kültürel homojenlesmesi sırasında yaşananlar, Türklerin kabul ettiğinden daha derin bir ruhsal tahribat yapmıştır. Bu cinnetten sonra kurulan Türkiye Cumhuriyeti, bir "beklemek" devridir. Bu dönemde ülkenin yönetimi, hızla vasatizmin eline geçmiştir ve esasen 60 yıldır da muhafazakar vasat kesim tarafından yönetilmektedir. Bu durum, "Kendini birinci sınıf ülkelerden/halklardan sayamayan" bir düşük bilinç seviyesiyle ilgiliydi. Malum "Aşağılık kompleksi", kaba-saba böbürlenmelerle değil, sağlam/somut bir ruh haliyle (mantalite ile) aşılacaktır (şimdiki Hükümetin ekonomisiyle göbekten bağlı olduğu ülkelere kaba-saba böbürlenmeleri, aşağılık kompleksinin en bariz durumunu teşkil etmektedir) Yaşanan/yaşanacak yeni Bilinç Yükselmesi, Cumhuriyet döneminin bu eski "idare-i maslahatçı vasat müteahhit muhafazakar" zihniyeti aşmaktadır.
Dönemin sonunda (yani 2013'ün ikinci yarısından itibaren), Türkiye Cumhuriyeti ve Halkı, kaderini belirleyen bu ezik/kompleksli durumdan kurtulacaktır -öyle görünmektedir. Bunun somut ifadesi, ülke içinde birbirine "uzlaşmaz" düşmanlıkla "bağlı" kesimlerin, bu düşmanlıklarına son vermesi olacaktır. Bu durum, "Üçüncü Faktör" dediğimiz faktörün yapıcı ve uzlaşıcı/uzlaştırıcı tavrıyla yakından ilgili olabilir. Her hal-u kârda, büyük bir rahatlama ve feraha çıkma duygusu yaşanacağı kesindir.
Bu durumun yaşanmasında, 'Dişi Güç' (Yin) diye özetlediğim -ve ayrı bir yazı gerektiren- durumun önemli bir payı olabilir, çünkü Türkiye'de 'Dişi' özelliklere sahip siyasi gücün yükselişi, olası yeni uygarlığın kurulması aşamasında önemli bir rol oynayabilir. Bu aşamada kadınlar, kendi güçlerinin farkına varacaklardır ve eski muhafazakar mantaliteyi önemli ölçüde sınırlayıp zayıflatacaklardır.
Türkler, T.C. üzerinden edindikleri ve yaşadıkları, kabaca "Biz Avrupalılar/Amerikalılar gibi olamayız" şeklinde karikatürize edebileceğimiz durumdan, bu aşamada kurtulacaklardır, çünkü bu durumu bilinç altında yeniden üreten (1912 sonrasından kaynaklanan) suçluluk/yetersizlik kompleksi ve ona bağlı "Kürt/Ermeni/Rum/Süryani/Alevi vs. sorunları", kimlikçilikler/ayrımcılıklar ötesi bir yerden aşılmış olacaktır. Bu konuların "sorun" olmaktan çıkışı, Türkiye'nin etrafında yaşanacakdeğişimlerle de ilgilidir. Oralar da değişeceklerdir elbette (özellikle Ermenileri yiyip bitiren 'Soykırım' konusu, Türklerin yapıcı/olumlu tavrıyla yakından ilgilidir. Ermenilerin huzura kavuşması için çok önemlidir).
Türkiye Cumhuriyeti, 2013 yılının ikinci yarısından itibaren, geçmişi nedeniyle (bilinçsizce) çekmekte olduğu ruhsal acılardan, engelleyici kötü (kader) etkilerinden kurtularak, dünyada (Atatürk dönemindeki gibi) tam anlamıyla önyargısızca kabul edilen ve hayranlık duyulan bir yer olmak sürecine girecektir. Cumhuriyet döneminin engelleyici bütün bagajlarının önemsizleştiği bu dönemde, 'Türk Değerleri' diye bir damarın canlanabileceğini söyleyebiliriz. Bunu kısaca, 'Bu topraklara özgü değerler'in, Türk kültürel renkleriyle birlikte globalleşmesi/evrenselleşmesi gibi de anlayabiliriz (20'inci Yüzyıl'ın ikinci yarısında Japon Kültürünün evrenselleşmesi konusu, bu duruma bir örnektir. Ama bu kez, daha derin bir durum sözkonusudur).
Sözkonusu negatif etkilerin aşılması ve rahatlamayla birlikte, Türkiye'nin önünde büyük bir yükselme dönemi açılabilir. Yaratıcılık, ülkenin yeni tip yüksek ekonomik refahı, kültürel/sanatsal patlama, Türkiye'yi hızla bir çekim merkezi haline getirebilir. Bu çekiciliğin, yeni çağın kalitelerine uygun olarak kültür/sanat, yeni alternatif ekonomi/düşünceler ve bilgi/iletişim alanında başı çekeceği ve bunda kadınların önemli bir rol oynayabilecekleri söylenebilir.
Yaratıcı alanlarla meşgul sanatçılara hep sorulur: "Fikirlerinizi nereden alıyorsunuz?" diye. Buna yanıt vermek zordur, çünkü açıklaması zordur, rasyonel bir cevabı da yoktur zaten. Ama burada "hayalimizi" zorlayarak, bu soruyu şöyle bir "tasavvur" ile yanıtlayabiliriz belki:
Anadolu, dünyanın en eski üç uygarlık merkezinden en eski olanıdır. Bu süre zarfında o eski uygarlıkların bir tür spiritüel enerji ürettiklerini, ama bu enerjinin -maddeci modern uygarlık etkisiyle- yeraltına hapsedildiğini düşünün. Şimdi, şişeye kapatılmış bütün bu ve benzeri spiritüel güçlerin önündeki kapakların açıldığını düşünün. En büyük güçlerden biri, Anadolu ve İstanbul'da olacaktır. Ama radyo yayınlarını dinleyebilmek için nasıl aynı frekansta olan bir radyo alıcısı gerekiyorsa, bu muazzam yaratıcı enerjiden yararlanabilmek için, onun dalga boyunda olmak gerekir. O dalga boyunun ilk şartı da evrensel değerlerdir ve iyi bir insan olmaktır. Bu ilk şarta sadık kalanların (özellikle kadınların), önümüzdeki dönemde, 'Uyanan İnsanlar'ın ilk dalgasına dahil olacaklarını düşünebiliriz (Elbette bunun spiritüel boyutu çok daha önemlidir ve bu yazının konusu değildir). Yeni Uygarlık, coğrafi etkiden ziyade muhtemelen global etkide bulunan bir özelliğe sahip olacaktır. En genel özellikleri bakımından -şimdilik- bunlar söylenebilir.
(alıntı)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder