İki boyutlu resimleri genellikle üç boyutlu algılama eğilimindeyiz. Örneğin, Şekil 1'deki figür çoğumuzda bir kutu algısı doğuruyor. Oysa ki aynı şekli pekala 2 karenin diyagonal çizgilerle birleştirilmiş formu olarak da yorumlayabiliriz (nitekim çizerken bu yolu kullanıyoruz). Bunu bildiğimiz halde şekli kutu olarak algılamaktan vazgeçemiyoruz.
Şekil 1
İşte figürleri böyle 3 boyutlu algılama eğilimimiz kimi zaman bir takım problemlere yol açabiliyor. Şekil 2'ye göz atalım. İlk bakışta 3 boyutlu bir nesne gibi görünüyor olsa da, farklı bakış açılarından farklı özellikler kazanabiliyor. Şeklin sağ kısmını elimizle kapadığımızda 3 çatallı, sol kısmını kapadığımızdaysa 2 çatallıymış izlenimi veriyor. Bütüne baktığımızdaysa her iki form arasında gidip geldiğinden fiziksel olarak olanaksız bir nesne halini alıyor.
Şekil 2
Bu şekiller, figürün belli bölgelerinde piktoral ipucu yasalarına sadık kalınıp bütünde bunlara meydan okunarak oluşturuluyor. Peki, piktoral ipucu ne demek?
Piktoral İpuçları:
Bu ipuçlarına "resimsel (piktoral)" denmesinin nedeni tıpkı resim, fotoğraf gibi hareketsiz 2 boyutlu görüntülerde bile derinliği algılamamıza yardımcı olan tek ipuçları olmaları. Piktoral ipuçları gölgelendirmeler, perspektif, birbirini kapatan şekiller olabilir:
Bu tabloda, daha öndeki nesnelerin altlarındaki nesneleri kapatışı, arkada kalan kısımların daha "koyu" resmedilişi piktoral ipuçlarını oluşturuyor. Tüm bu ipuçları, bizlere uzaklık ve derinlik konusunda bilgi veriyor.
Herhangi bir figür piktoral yasalara uymadığında tamamen düzlemsel, uyduğundaysa 3 boyutlu algılanıyor. Bazı kısımlarında uyup bazı kısımlarında uymadığındaysa olanaksız bir şekil formunu alıyor. En güzel olanaksız şekil örneklerininse M. C. Escher tarafından verilmiş olduğunu söylememiz yanlış olmaz:
M. C. Escher - Waterfall
Hepimiz biliyoruz ki resimler doğaları gereği 2 boyutlu. Ancak çoğu zaman 3 boyutlu nesnelerin temsillerinden oluşuyorlar. 3 boyutlu algıyı uyandıran pek çok ipucu bulunuyor. Piktoral ipuçlarını anlatırken bunları halihazırda sıralamıştık. Escher'in Waterfall adlı tablosunda suyun izlediği yol perspektif ve büyüklük ipuçlarıyla katman katman değil de sanki tek bir seviyede uzaklaşıyormuş algısını uyandırıyor. Escher, suyun içinde aktığı duvarlardaki tuğlaların büyüklüğünü de değiştirerek etkiyi kuvvetlendiriyor.
Olanaksız şekillerin ardında yatan sırrı yakaladığımıza göre kendi olanaksız şekillerimizi yaratmamız da mümkün. Eğer ki çizdiğiniz olanaksız figüreleri bizlerle paylaşmak isterseniz sitemizde yayımlamaktan mutluluk duyacağız.
Eğer ki ekrandan uzaklaşma imkânınız yoksa Marilyn Monroe'yu halen görebilirsiniz! Bu resmi bir Word
sayfasına kopyalayıp, sayfayı %30 büyüklüğüne getirin. Einstein'ın resmi bir anda Monroe'nun resmine dönecektir.
sayfasına kopyalayıp, sayfayı %30 büyüklüğüne getirin. Einstein'ın resmi bir anda Monroe'nun resmine dönecektir.
Resme yakından bakınca Albert Einstein'ı, uzaktan bakıncaysa Marilyn Monroe'yu görüyoruz. Benzer algıyı yaratan resimlerin tümü sanki hayalet imgelermişçesine bakış mesafesinden kimlik değiştirebiliyorlar. Bu resimler farklı filtrelerden geçirilmiş iki resmin tek bir ortak imgede birleştirilmesinden oluşturuluyor. Oluşan bu ortak imgeye iki resmin hibridi deniyor. Bu filtrelerden biri düşük uzamsal frekansları elerken, diğeri de yüksek uzamsal frekansları süzüyor. Yakın mesafelerde yüksek uzamsal frekanslar görüntüde baskın yer kapladığından yüksek uzamsal frekanslardan oluşturulmuş resim göze çarpıyor, uzak mesafelerdeyse detay bilgisini kaybedip yalnızca ana hatları seçebildiğimizden düşük uzamsal frekanslardan oluşmuş resmi görebiliyoruz. İşte ikinci bir örnek daha... Alttaki resimde de masada oturan kişi ve masanın üstündeki eşyalar yüksek uzamsal frekans bilgisi taşıdığından resme birkaç metre uzaktan bakıldığında kayboluyorlar.
Bilim insanları görsel sistemimizde de değişik uzamsal frekanslara duyarlı filtreler (hücreler) bulunduğunu ve farklı beyin bölgelerinin farklı frekanslara daha duyarlı olabileceğini öne sürüyor. Bu filtreleri daha iyi anlayabilmek için isterseniz aşağıdaki figüre hep beraber göz atalım:
Bu figürde ilk kolonda bulunan resimler tıpkı günlük hayattaki algımız gibi. İşte bu resimler, aslında yanlarında bulunan iki farklı filtrenin birleşiminden meydana geliyor. İkinci kolonda yüksek uzamsal frekans bilgisi içeren resim, üçüncü kolondaysa düşük uzamsal frekans bilgisi içeren resim yer alıyor. Sizler de fark edeceksinizdir ki figüre uzaktan baktığınızda ikinci kolondaki görüntüler siliniyorken üçüncü kolon netleşmekte. Yakından bakıncaysa tam tersi gerçekleşmekte. İşte, beynimizde de farklı hücrelerin farklı frekansları kodladıkları, daha sonra bunların birleştirildiği ve uzamsal algının gerçekleştiği düşünülüyor.
Kaynak: Daha fazla hibrid resim için http://cvcl.mit.edu/hybrid_gallery/gallery.html adresini ziyaret edebilirsiniz.
Bu noktada dikkatin önemini vurgulamamızda da fayda olacaktır. Bazen birşeye baktığımız halde onu göremeyebiliriz. Zihnimizden bambaşka şeyler geçiyordur, dalmışızdır... Yolda yürürken arkadaşımıza rastlayıp bir süre için onu tanıyamayabiliriz.
Ya da baktığımız bir nesneyi göremiyor oluşumuzun tamamen biyolojik kaynaklı bambaşka bir nedeni vardır: Kör nokta!
Gözlerimizin anatomisini incelediğimizde ön kısmının bir kamera lensi gibi iş görerek gelen ışık ışınlarının retina tabakasında net bir görüntü oluşturacak şekilde kırılmasını sağladığını görürüz. Retina tabakasında yer alan ışık alıcı hücreler ışık ışınlarını elektrik akımına dönüştürür ve sinyaller beyne doğru yol alırlar.
Bu elektrik sinyalleri beyne görme siniri tarafından iletilir. Ancak retinada, tam da görme sinirinin üzerine karşılık gelen noktada alıcı hücre bulunmaz. İşte bu nokta kör nokta olarak adlandırılır. Bu noktada görme gerçekleşmez. Şimdi, hep beraber gözlerimizdeki kör noktanın ispatını yapalım istiyoruz.
Çevremize şöyle bir göz atalım. Görüş alanımızda hiç de öyle göremediğimiz noktalar yok gibi, ne dersiniz? Eğer ki gözümüzde ışık hücrelerinin bulunmadığı bir alan varsa bu alana düşen görüntüleri göremememiz gerekiyordu oysa. İşte bu konuda yanılıyoruz. Çünkü her iki gözümüzdeki kör noktalar farklı yerlerde bulunduklarından ve beynimiz her iki gözdeki bilgiyi birleştirerek işlemlediğinden yalnızca bu kör noktaların farkına varmıyoruz. Belki de çok küçükler, farkına varamayacağımız kadar küçükler diye düşünebilirsiniz. Hmm... Pek de öyle değiller aslında:
Sol gözümüzü elimizle kapatıp sağ gözümüzü yukarıdaki artı işaretine odaklayalım. Bu şekilde daha sonra yavaşça başımızı bilgisayar ekranına doğru ilerletelim. Bir miktar ilerledikten sonra sonra sağdaki noktayı göremediğimizi fark edeceğiz. Çünkü bu anda nokta sağ gözümüzdeki kör nokta üzerine düşmüş olacak. Daha da fazla ilerlersek noktayı yine görmeye başlayacağız. Aşağıdaki figürde noktanın kör noktaya düştüğü an gösteriliyor:
Kaynaklar: http://serendip.brynmawr.edu/bb/blindspot1.html
Nasıl gördüğümüze ilişkin daha ayrıntılı bilgi ve grafiksel canlandırmalara http://www.biltek.tubitak.gov.tr/bilgipaket/duyular/index.html sayfasından ulaşabilirsiniz.
Stuart Anstis tarafından ilk kez 2003 yılında ortaya konan bu yanılsamanın hangi fizyolojik ve algısal mekanizmalar çerçevesinde işlediğini irdeliyoruz.
Yanılsamayı görebilmek için tek yapmamız gereken mavi ve sarı dikdörtgenlerki bunlar aynı zamanda yürüyen ayaklar olarak bahsettiğimiz cisimler- görüş alanımızda kalacak şekilde düzeneğin ortasına odaklanmak. Kısa bir süre sonra bu dikdörtgenleri fiziksel olarak aynı hıza sahip olmalarına rağmen farklı hızlarda yol alıyormuş gibi algılayacağız. Diğer bir deyişle biri öne ilerlerken diğeri daha yavaş hareket ediyormuş gibi görünecek. Yanılsamayı daha iyi fark edebilmek içinse arka plandaki çizgileri ortadan kaldırmamız yeterli olacak. Bu durumda iki dikdörtgenin aynı hızda paralel olarak ilerledikleri açıkça ortaya çıkacak.
Yanılsamayı görebilmek için tek yapmamız gereken mavi ve sarı dikdörtgenlerki bunlar aynı zamanda yürüyen ayaklar olarak bahsettiğimiz cisimler- görüş alanımızda kalacak şekilde düzeneğin ortasına odaklanmak. Kısa bir süre sonra bu dikdörtgenleri fiziksel olarak aynı hıza sahip olmalarına rağmen farklı hızlarda yol alıyormuş gibi algılayacağız. Diğer bir deyişle biri öne ilerlerken diğeri daha yavaş hareket ediyormuş gibi görünecek. Yanılsamayı daha iyi fark edebilmek içinse arka plandaki çizgileri ortadan kaldırmamız yeterli olacak. Bu durumda iki dikdörtgenin aynı hızda paralel olarak ilerledikleri açıkça ortaya çıkacak.
Cisimlerin hangi hızla hareket ettiğini algılarken arka plan-cisim etkileşimi büyük önem kazanıyor. Şekilde a yatay sütunundaki cisim b yatay sütundakiyle aynı olmasına rağmen algısal olarak a'daki daha hızlı izlenimi veriyor. Stuart Anstis tarafından ilk kez 2003 yılında ortaya konan bu yanılsamanın hangi fizyolojik ve algısal mekanizmalar çerçevesinde işlediğine gelince... Düzenekteki renkleri ortadan kaldırıp yanılsamayı yalnızca siyah ve beyaz rengin varlığında gözlediğimizde beyaz dikdörtgenin yalnızca siyah çizgiden geçerken, benzer şekilde siyah dikdörtgeninse yalnızca beyaz çizgiden geçerken hareket ettiğini algılayabildiğimizi görüyoruz. Bir başka deyişle hareketi algılayabilmemiz için arka planla cismin zıtlık yaratacak renklerde olmaları gerekiyor. Bu bilgi ışığında aynı anda hareket etmeye başlayan biri beyaz diğeri siyah dikdörtgen beyaz-siyah çizgilerden oluşmuş arka planda ilerlerken arka planla aynı anda zıtlık oluşturmadıklarından sanki farklı zamanlarda yol alıyorlarmış gibi algılanıyorlar. Oysa arka plandaki çizgilerin zıtlık derecesini (kontrast) azalttığımızda dikdörtgenlerle olan bu söz konusu etkileşim ortadan kalktığından yanılsama da sona eriyor. Yanılsamayı renkli dikdörtgenlerin varlığında yine aynı şekilde açıklayabiliriz. Ancak arka planla dikdörtgenler arasındaki zıtlık mavi ve sarı renkler söz klonusu olduğunda daha azaldığından yanılsama da kuvvet yitiriyor. Yine de sarı dikdörtgenin siyah çizgi, mavininsa beyaz çizgi üzerindeyken daha hızlı ilerliyormuş gibi algılandığını fark ediyoruz.
Kaynak: http://www.michaelbach.de/ot/mot_feet_lin/index.html
Kaynak: http://www.michaelbach.de/ot/mot_feet_lin/index.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder