Hepimiz kulaktan kulağa aktarılan ve eşik altında kalan uyaranların algımızı hangi şekillerde etkileyebileceğine dair anlatılagelen bir takım hikâyelere tanık olmuşuzdur. Örneğin, sinema salonlarında film karelerinin aralarına yerleştirilen ve bilinçli duyumun eşik sınırı altında kalan kimi içecek ürünlerine dair hızlı karelerin, izleyiciyi film aralarında o ürünü almaya yönelik tüketim davranışlarına sürüklediğini ve bunun bir reklâm aracı olarak kullanıldığını duymuşuzdur.
Eşik altında kalan bir duyusal uyaran örneği. Bu kare, filmin herhangi bir yerinde izleyicilerin fark edemeyecekleri bir süre içerisinde yanıp sönüyor. Üzerinde "Aç mısınız? Öyleyse patlamış mısır alın." yazan bu kareden etkilenen kimi izleyiciler, film arasında patlamış mısır alma davranışı sergiliyorlar.
"Takistoskop" adı verilen aygıtlarla bilinç eşiğinin altında kalacak şekilde hızlıca yansıtılan bu görsel imgelerin hızları, eş zamanlı olarak bilinç dışında beyne kaydedilmeye yetecek kadar da yavaş olarak ayarlanıyor. Bilim insanları tam 30 yıldır bilimsel platformlarda tartışmalara yol açan bu spekülâsyonların doğru olduğunu ve bilinç eşiği altında kalan duyusal uyarıcıların algı ve duygularda değişim yapabileceğini açıklıyor. Örneğin, yapılan deneylerde yeni bir görsel uyarana maruz kalmadan önce mutlu ya da üzgün insan figürleri bilinç eşiği altında kalacak şekilde gösterilen kişiler daha sonra söz konusu yeni uyarana maruz bırakıldıklarında, bu uyaranı sevip sevmeyecekleri önceden gösterilen görüntülerce şekillenmiş oluyor.
Biyolojik Saatlerimize Yeni Ayar
"Bir gün kaç saattir?" diye sorsam vereceğiniz yanıt büyük olasılıkla "24 saat" olurdu. Çünkü toplumların üzerinde söz birliği ettikleri sistem 24 saatlik zaman dilimlerini kapsıyor. Bizler de randevularımızı, okul ve iş saatlerini, spora ayıracağımız süreyi ve en önemlisi de uyku düzenimizi bu sisteme göre ayarlıyoruz. Peki ama ya içsel saatimiz? Gün içinde zihinsel ve fiziksel durumlarımızda beliren düzenli değişimler de uyuyor mu bu 24 saatlik sisteme? Aslına bakacak olursak pek değil. Çünkü bugün biliyoruz ki çoğu kişinin biyolojik saati 25 saatlik döngü düzeni çerçevesinde işliyor. Bu noktada akıllara gelen soru şu: Biyolojik saatin işleyişinden kim sorumlu? Biyolojik saatlerimizin "ayar merkezleri" olarak kabul edebileceğimiz bölge beyinlerimizdeki yaklaşık 20.000 sinir barındıran " Suprakiazmatik çekirdek" bölgesi. Suprakiazmatik kelimesinin kelime anlamını irdeleyecek olursak yukarı (supra) görme sinirleri birleşim noktası (chiasma) gibi bir tanıma ulaşıyoruz. Ulaştığımız bu tanım çekirdek bölgenin görme sinirlerinin birleştiği noktanın hemen üzerindeki yeri hakkında bizi aydınlatıyor.
Fotoğrafın büyük hali için üzerine tıklayınız
En önemli biyolojik döngü elemanlarımızdan birinin de uyku döngüsü olduğunu düşününce, "ışığı görme" ile "biyolojik ritim" arasındaki ilişki daha da dikkat çekiyor, ne dersiniz? Zira görüntünün gözümüze düştüğü bölge olan retinadan beynimize ulaşan özel bir sinir yolu bulunuyor. Bu sinir yolu ışığa duyarlı. Karanlıkta ise, beynimizin ortasında bulunan pineal bezi adına melatonin denilen bir hormon salgılıyor. Bu da uykumuzun gelmesine neden oluyor ve uyarılmışlık seviyemiz azalıyor. Öyleyse tüm bu bilgileri sentezlediğimizde ulaşacağımız çıkarım açık: Gün ışığı gözümüzde ışığa duyarlı alıcı sinirleri uyararak sinyallerin suprakiazmatik çekirdek bölgesine ulaşmasını tetikliyor ve bu bölgeden pineal salgı bezine ulaşan sinyaller melatonin salgısının kesilmesine neden oluyor.
Bizler de sabah saatlerindeki uyarılmışlık düzeyimize ulaşmış oluyoruz. Daha sonra, güneş battığında pineal bezinin salgısı melatonin devreye giriyor ve hareketlerimiz yavaşlayıp, uykumuz geliyor. Ancak yapılan deneyler gösteriyor ki, görme kaybına sahip kişilerden bir kısmı da uyku döngülerini rahatlıkla düzenleyebiliyorlar. Eğer ki döngüde etkili olan " gün ışığı " ise nasıl oluyor da gün ışığını göremeyen bu kişiler biyolojik saatlerini kusursuzca ayarlayabiliyorlar? İşte bu noktada, filmi geri almak ve bilgileri tekrar gözden geçirmek gerekiyor.
Çalışmalarını North Carolina Üniversitesi'nde yürüten ve bu sorunun uyandırdığı merakla yol alan Dr. Aziz Sancar ve ekip arkadaşları konu hakkında yaptıkları çalışmalarla bugüne dek kabul gören "gün ışığına duyarlı görme alıcı sinirlerinin etkin olduğu döngüsel ritimler" fikrini çürüterek farklı bir gerçeğe kapı açıyorlar: Mavi ışığa duyarlı cryptochrome pigmentleri. Önceden görme ile döngüsel ritimleri düzenleyenin aynı pigment olduğu düşünülüyorken Dr. Sancar ve ekibi işlevini buldukları bu yeni pigmentle retinanın farklı bölgelerinde koğuşlanan farklı pigmentlerin görme ile döngüsel ritmi ayrı ayrı düzenlediklerinden söz ediyor. İşleyişlerinde B-2 vitamininin devreye girdiği "cryptochrome"lar CRY 1 ve CRY 2 olmak üzere iki formda görülüyorlar ve görmeden sorumlu opsin pigmentlerinden farklı olarak retinanın iç çekirdek tabakasında bulunuyorlar.
Haliyle optik sinirlerdeki herhangi bir hasar hem görme yetisine hem de döngüsel ritim bozukluğuna neden olurken retinalarında yalnızca opsin pigmentinin bulunduğu bölgenin zarar gördüğü kişiler görme duyularını kaybetseler de döngüsel ritimlerini halen düzenleyebiliyorlar.
Döngüsel ritimler ve biyolojik saat konusuna apayrı bir bakış açısı kazandıran bu keşfin olası uygulama alanlarıysa oldukça geniş. Örneğin, mevsimsel duygudurum bozukluğuna sahip hastalar kış aylarında gün ışığına maruz kalınan süre kısaldığından depresyona giriyorlar. Dr. Sancar, bu hastaların cryptochrome pigmentinin üretiminden sorumlu genlerinde herhangi bir sorun olabileceğinden ya da basit olarak yalnızca B-2 vitamini eksikliği gösteriyor olabileceklerinden bahsediyor. Bir diğer konuysa uçakla kısa zamanda uzun mesafeler alınınca ortaya çıkan jetlag sendromu . Bu sendromda yolcunun yaşadığı coğrafi saatine adapte olan içsel (biyolojik) saati, gidilen ülkenin coğrafi saatine uyum sağlamakta zorlanıyor ve uyumsuzluk belirtileri çıkıyor.
Kısacası artık biliyoruz ki, görmeden sorumlu pigmentlerle döngüsel ritimleri düzenleyen pigmentler birbirlerinden farklı. Haliyle de ışığını göremeyen biri, eğer ki cryptochrome pigmenti bulunduran retina bölgesi zarara uğramamışsa döngüsel ritimlerini ayarlamakta sorun yaşamıyor. Bu bulguysa biyolojik ritimlerle ilişkili pek çok alanda yeni uygulama çalışmalarına ışık tutacağa benziyor.
http://healthlink.mcw.edu/article/922567322.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder