Her sağlıklı insan gibi psikolojik rahatsızlıkları olan hastalar da rüya görüyorlar. Ancak yapılan çalışmalar öyle gösteriyor ki, bu hastaların gördükleri rüyalar farklı özellikler barındırabiliyorlar. Bu özelliklere birkaç örnek derledik; şimdi gelin hep beraber bu örneklere göz atalım:
1) Sanrılar
Uyku sırasındaki zihinsel aktivite beyinde genetik olarak miras alınan ya da yaşam süresince deneyimlenen anıların saklandığı beyin bölgelerinin uyarılmışlık durumuyla ilişkili. Kişi yaşlandıkça ya da radyasyon gibi dış etkilere maruz kaldıkça sinaptik bağlantılar zayıflıyor ve bu durum uyanıklık durumunda da rüya benzeri bazı sanrıların görülmesine neden oluyor. (Kavanau, 2002)
2) Madde Kullanımı
Beyindeki ventral tegmentum bölgesi hem rüya görmede hem de madde bağımlılığında söz sahibi. Çoğu bağımlılığın tedavisi sırasında hastalar madde kullandıklarına dair rüyalar görüyor. Bir grup hasta üzerinde yapılan bir çalışma (Christo & Francy, 1996), tedavi gören hastalardan maddeye dair rüyalar görenlerinin tekrar bağımlı hale gelme olasılıklarının daha yüksek olduğunu gösteriyor. Bunun nedeni ise, çoğu bağımlılık yapan maddenin ventral tegmentumdaki dopaminerjik aktiviteyi arttırmasıyla açıklanıyor. Bu aktivite, rüyaları da etkiliyor.
3) Şizofreni
Yapılan çalışmalar, şizofreni hastalarının rüyalarının normal gruba göre daha basit ve garip öğelerden arınmış olduğuna dair. Ancak sık sık, içeriklerinde hoş olmayan duygular barındırabiliyorlar. Şizofreni hastaları rüyalara fazla ilgi duymuyorlar. Rüyalarında genellikle gerçek üstülüklerdense normal ancak şiddet yönelimli öğelere rastlanıyor.
Manik depresif hastalar mani dönemlerine girmeden önce ölüm ve yaralanma konuları içeren garip rüyalar görüyorlar. Bir başka bulguysa rüyalarının depresyon hastalarına göre daha fazla kaygı öğesi taşıyor olması (Beauchemin & Hays, 1995)
5) Depresyon
Depresyonda rüya görme sıklığı düşüyor (Kramer, 2000)Bu hastaların rüyalarında mazoşist öğelere, başarısızlık ve felaket senaryolarına rastlanabiliyor. Yine bir başka çalışma (Cartwright, 1984) depresyon hastalarının rüyalarının kendi geçmişlerine yönelik pek çok anı barındırdığını ortaya koyuyor.
Hastalar genellikle basit rüyalar görüyorlar ve içeriklerinde sıkça ev ve ev ortamına dair olaylara rastlanıyor. Erkekler daha saldırgan içerikli rüyalar görüyorken kadınların rüyaları daha renkli oluyor. Bir yerlerden düşme öğesine sık rastlanıyor. (Kramer & Roth, 1979).
7) Travma Sonrası Stres Bozukluğu
Hastalar sürekli bir seyir gösteren ve aynı tipte rüyalar görüyorlar. Bu rüyalar genellikle canlı, sanki rüyanın içinde yaşanıyormuşçasına, rahatsız edici ve kolay hatırlanabilir oluyor. Sıkça uyanmalar, motor aktivitesindeki yükselme ve terleme, hastaların rüyalarındaki huzursuzluğun göstergeleri olarak ele alınıyor (Wilmer, 1996).
Ben "düşünce duyguyu yönetir" diyorum, bu ne kadar doğrudur?
Genellikle günlük hayatımızda deneyimlediğimiz olayların doğrudan doğruya o olayla ilgili duyguların oluşumuna yol açtığı yanılgısına düşüyoruz. İşe geç kaldığımızda kaygılanıp iltifat aldığımızda mutlu olmamız gibi. Oysaki bilim insanları, bu olayın bize ne ifade ettiğine dair zihnimizde oluşturduğumuz yorumların da en az olayın kendisi kadar önemli olduğunu söylüyorlar:
Olay (Bizde herhangi bir duyguya yol açması beklenen durum)
v
Zihinsel yorum (O olayın bizim için ne ifade ettiği, önemi)
v
Duygu (Olayla ilgili olarak hissettiklerimiz)
v
Zihinsel yorum (O olayın bizim için ne ifade ettiği, önemi)
v
Duygu (Olayla ilgili olarak hissettiklerimiz)
Sorunuza bu çerçeveden bakacak olursak, düşüncelerimizin duygularımızın oluşumunda önemli bir paya sahip olduğunu söyleyebiliriz. Ancak araştırmacılar, burada bahsettiğimiz düşüncelerin farkında olduğumuz ve bilinçli bir düşünme süreci sonrasında ortaya çıkan düşüncelerden ziyade adına " otomatik düşünceler " denilen tarzda olduğunu da ekliyorlar. Otomatik düşünceler günlük hayatımızda karşılaştığımız olaylar karşısında öyle çabuk oluşturuluyorlar ki, çoğu zaman bilincinde olmamız imkânsızlaşabiliyor.
Bir diğer önemli nokta ise duyguların " birincil " ve " ikincil " olarak ikiye ayrılıyor oluşu. Birincil duyguların bir olay karşısında reflekssel olarak verdiğimiz yanıtlar olduğunu söyleyebiliriz. Örneğin bir tehlike durumunda korkmamız gibi -ki bilim insanlarınca bu yanıtın güçlü evrimsel kökenlere dayandığı düşünülmekte. Korku, kaçma davranışı esnasında bizi daha hızlı ve güçlü kılacak bir takım hormonların salgılanmasına neden oluyor örneğin, hayatta kalabilmek açısından oldukça önemli. Haliyle bu denli "temel" bir mekanizmanın üst düzey zihinsel işleyişlerin kontrolüne girebileceğini söylememiz oldukça zor.
Bir diğer önemli nokta ise duyguların " birincil " ve " ikincil " olarak ikiye ayrılıyor oluşu. Birincil duyguların bir olay karşısında reflekssel olarak verdiğimiz yanıtlar olduğunu söyleyebiliriz. Örneğin bir tehlike durumunda korkmamız gibi -ki bilim insanlarınca bu yanıtın güçlü evrimsel kökenlere dayandığı düşünülmekte. Korku, kaçma davranışı esnasında bizi daha hızlı ve güçlü kılacak bir takım hormonların salgılanmasına neden oluyor örneğin, hayatta kalabilmek açısından oldukça önemli. Haliyle bu denli "temel" bir mekanizmanın üst düzey zihinsel işleyişlerin kontrolüne girebileceğini söylememiz oldukça zor.
İkincil duygularsa birincileri takiben, onlar üzerinden yürütülen zihinsel işleyişlerle ortaya çıkıyor. Bunlar kimi zaman birkaç duygunun karışımından da oluşabilmekte. Daha açık bir ifadeyle, zihinsel işleyişler etkin bir biçimde bu noktada devreye girebiliyor.
Öyleyse diyebiliriz ki, duygularımızın evrimsel gelişimi takiben "reflekssel" bir içeriği bulunmakta. Ancak bu reflekssel duygusal yanıtların ardından gelen zihinsel işleyişler de söz konusu. Haliyle sorunuzun yanıtı hem evet hem de hayır oluyor. Duygularımız üzerindeki düşünsel kontrolün tamamıyla yok olduğunu söyleyemeyiz ancak sınırlı.
Öyleyse diyebiliriz ki, duygularımızın evrimsel gelişimi takiben "reflekssel" bir içeriği bulunmakta. Ancak bu reflekssel duygusal yanıtların ardından gelen zihinsel işleyişler de söz konusu. Haliyle sorunuzun yanıtı hem evet hem de hayır oluyor. Duygularımız üzerindeki düşünsel kontrolün tamamıyla yok olduğunu söyleyemeyiz ancak sınırlı.
Uykusuz geçirdiğimiz geceler arttıkça, uykusuzluğun üzerimizdeki psikolojik ve biyolojik etkileri de değişiyor:
1 gece uykusuzluk: Kişi kendisini rahat hissedemese de, bünye bir gece uykusuz kalmayı tolore edebiliyor.
2 gece uykusuzluk: Kişinin vücut ısısı ritmi düşüyor ve uykuya dalabilmek için büyük bir dürtü hissediyor.
3 gece uykusuzluk: Özellikle de sıkıcı şeylere odaklanmak oldukça güçleşiyor ve bilişsel işleyişler yavaşlıyor. Bu sayılanlar, özellikle de sabahın erken vakitlerinde şiddetli oluyor.
4 gece uykusuzluk: Yaklaşık üç saniye süren mikro-uyuma davranışı gözlemleniyor. Bu mikro-uyumalar sırasında kişi anlamsızca boşluğa bakıyor ve bilincini yitiriyor. Oldukça huzursuz ve aklı karışık oluyor.
5 gece uykusuzluk: Kişi her ne kadar bilişsel yetilerini halen kullanabiliyor olsa da yukarıda anlatılanlara ek olarak hayaller görmeye başlıyor.
6 gece uykusuzluk: Kişi kim olduğu bilgisini kaybediyor. Buna uyku mahrumiyeti psikozu adı veriliyor.
(Bentley, 2000
2 gece uykusuzluk: Kişinin vücut ısısı ritmi düşüyor ve uykuya dalabilmek için büyük bir dürtü hissediyor.
3 gece uykusuzluk: Özellikle de sıkıcı şeylere odaklanmak oldukça güçleşiyor ve bilişsel işleyişler yavaşlıyor. Bu sayılanlar, özellikle de sabahın erken vakitlerinde şiddetli oluyor.
4 gece uykusuzluk: Yaklaşık üç saniye süren mikro-uyuma davranışı gözlemleniyor. Bu mikro-uyumalar sırasında kişi anlamsızca boşluğa bakıyor ve bilincini yitiriyor. Oldukça huzursuz ve aklı karışık oluyor.
5 gece uykusuzluk: Kişi her ne kadar bilişsel yetilerini halen kullanabiliyor olsa da yukarıda anlatılanlara ek olarak hayaller görmeye başlıyor.
6 gece uykusuzluk: Kişi kim olduğu bilgisini kaybediyor. Buna uyku mahrumiyeti psikozu adı veriliyor.
(Bentley, 2000
http://www.biltek.tubitak.gov.tr/gelisim/psikoloji/biliyormusunuz.htm
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder