Keşke hep çocuk kalsam, dizimdeki yarayı en büyük acı sansam…
Evdeyim… Uzun zamandan beri ilk kez günlerdir üst üste parlayan bir güneş var İstanbul’da. Ve içimde karar vermiş, dahası adım atmış olmanın huzuru. Bu adımın beni nereye götüreceğini bilmiyorum henüz. Herşeyin daha iyi daha güzel olacağına inanıyorum, inanmak istiyorum şimdilik. Pencereden vuran güneşin önünde uzanmış kitabımı okuyorum. Elimde o çok sevdiğim kahvem, hatta yanında bol çikolatalı kekim bile var. Kahvemden bir yudum alırken, aylaklık etmeyi özlediğimi düşünüyorum. Yetiştirilecek işler, yetişilecek yerler olmadan, beynimin arka kısmında planlar projeler yapmadan zaman geçirmeyi özlediğimi düşünüyorum. Ama bak şimdi bile başaramıyorum bunu diye kızıyorum kendime. Tüm gün bana aitken bile ordan oraya koşturmamı gerektiren planlarla dolu kafam. Zaman bana asla yetmiyor yada ben zamana sığamıyorum galiba diyorum.
Daha bunları kafamdan atıp kitabıma dönememişken; hafif araladığım camdan esen bahar havası ve parkta oynayan çocukların sesleri beni okuduğum kitaptan ve bu düşüncelerden koparıp bambaşka hayallere götürüyor.
Kocaman bir parkta buluyorum kendimi birden bire, ama etrafımızdaki gibi kocaman apartmanların arasına sıkışmış, zemini betondan bir park değil bu. İçinde son zamanların modası zayıflama aletleri yok. Ağaçlar var bu parkta, çiçekler, çimenler.. Çiçeklerin kokusu, çimenlerin kokusuna karışmış. Hafiften esen meltem, bunlara denizin kokusunu eklemiş. Toprak var zemininde, dokunmayı bile özlediğim. Oyuncakların etrafına dökülmüş kum, ayakkabılarımı bir yana fırlatıp üzerinde yalınayak koşmak istediğim. Hatta küreğini kovasını getirmiş kumla oynayan çocuklar bile var. Koşuşturan çocukların, birbirine kum fırlatan yaramazların sayesinde havada toprağın tozu var. Çocukların bağrışları, kahkaları, kavgaları bazende eve gitmemek için ağlamaları var…
Önce salıncağa biniyorum. Ne kadar uzun zaman olmuş salıncakta sallanmayalı hatırlamıyorum. Her piknikte ağaçlara kurulan, binmek için sıra beklediğim o salıncak sefasını özlüyorum. Daha hızlı sallanmak için, daha yükseğe çıkabilmek için bir ileri bir geri nasıl çabaladığımı hatırlıyorum. Yüzüme çarpan rüzgarı, o rüzgarın saçlarımı uçuşturmasını nasılda sevdiğimi hatırlıyorum, gülümsüyorum.
Kaydıraktan kayıyorum sonra. Küçücük boyumla, o kaydırağın bana ne kadar da yüksek geldiğini anımsıyorum. Kaymadan hemen önce, tepesinde ayakta durduğumda sanki kocaman bir dağın zirvesindeymişim ki gibi heyecanımı gururumu hatırlıyorum. Kaç kere o merdivenleri çıkıp, kaç kere kaydığımı unuttuğum, her seferinde bu son deyip, her kaydığımda mutluluktan havalara uçtuğum sonra hemen tekrar merdivenlerine koştuğum o günleri hatırlıyorum hayal meyal..
Kaydırağı bırakıp tahterevalliye koşuyorum. Tahteravalliden sıkılıp yakalamaç oynayan arkadaşlarımın arasına katılıyorum. Koşuyorum. Gülüyorum. Düşüyorum. Dizim kanıyor yada kolum belkide.. Ağlamıyorum. Kenarda oturuyorum ama gözlerim hala koşanlarda. Annem kanayan yere kolonya döküyor. Daha dökmeden üflemeye başlıyor. Sıcacık nefesi kolonyadan daha iyi geliyor. Yaralar hemen geçiyor. Hepsi kabuk tutuyor.
Keşke hep çocuk kalsaydık, dizimizdeki yarayı en büyük acı sansaydık…
Keşke hep çocuk kalsaydık, kalbimizin yerine dizimiz kanasaydı.. Annemiz üfleyince kabuk tutsaydı
http://www.hayatintakendisi.com/2010/04/keske-hep-ocuk-kalsam-dizimdeki-yarayi-en-byk-aci-sansam/
Daha bunları kafamdan atıp kitabıma dönememişken; hafif araladığım camdan esen bahar havası ve parkta oynayan çocukların sesleri beni okuduğum kitaptan ve bu düşüncelerden koparıp bambaşka hayallere götürüyor.
Kocaman bir parkta buluyorum kendimi birden bire, ama etrafımızdaki gibi kocaman apartmanların arasına sıkışmış, zemini betondan bir park değil bu. İçinde son zamanların modası zayıflama aletleri yok. Ağaçlar var bu parkta, çiçekler, çimenler.. Çiçeklerin kokusu, çimenlerin kokusuna karışmış. Hafiften esen meltem, bunlara denizin kokusunu eklemiş. Toprak var zemininde, dokunmayı bile özlediğim. Oyuncakların etrafına dökülmüş kum, ayakkabılarımı bir yana fırlatıp üzerinde yalınayak koşmak istediğim. Hatta küreğini kovasını getirmiş kumla oynayan çocuklar bile var. Koşuşturan çocukların, birbirine kum fırlatan yaramazların sayesinde havada toprağın tozu var. Çocukların bağrışları, kahkaları, kavgaları bazende eve gitmemek için ağlamaları var…
Önce salıncağa biniyorum. Ne kadar uzun zaman olmuş salıncakta sallanmayalı hatırlamıyorum. Her piknikte ağaçlara kurulan, binmek için sıra beklediğim o salıncak sefasını özlüyorum. Daha hızlı sallanmak için, daha yükseğe çıkabilmek için bir ileri bir geri nasıl çabaladığımı hatırlıyorum. Yüzüme çarpan rüzgarı, o rüzgarın saçlarımı uçuşturmasını nasılda sevdiğimi hatırlıyorum, gülümsüyorum.
Kaydıraktan kayıyorum sonra. Küçücük boyumla, o kaydırağın bana ne kadar da yüksek geldiğini anımsıyorum. Kaymadan hemen önce, tepesinde ayakta durduğumda sanki kocaman bir dağın zirvesindeymişim ki gibi heyecanımı gururumu hatırlıyorum. Kaç kere o merdivenleri çıkıp, kaç kere kaydığımı unuttuğum, her seferinde bu son deyip, her kaydığımda mutluluktan havalara uçtuğum sonra hemen tekrar merdivenlerine koştuğum o günleri hatırlıyorum hayal meyal..
Kaydırağı bırakıp tahterevalliye koşuyorum. Tahteravalliden sıkılıp yakalamaç oynayan arkadaşlarımın arasına katılıyorum. Koşuyorum. Gülüyorum. Düşüyorum. Dizim kanıyor yada kolum belkide.. Ağlamıyorum. Kenarda oturuyorum ama gözlerim hala koşanlarda. Annem kanayan yere kolonya döküyor. Daha dökmeden üflemeye başlıyor. Sıcacık nefesi kolonyadan daha iyi geliyor. Yaralar hemen geçiyor. Hepsi kabuk tutuyor.
Keşke hep çocuk kalsaydık, dizimizdeki yarayı en büyük acı sansaydık…
Keşke hep çocuk kalsaydık, kalbimizin yerine dizimiz kanasaydı.. Annemiz üfleyince kabuk tutsaydı
http://www.hayatintakendisi.com/2010/04/keske-hep-ocuk-kalsam-dizimdeki-yarayi-en-byk-aci-sansam/
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder