Dervişin Kabağı
“Vaktiyle ‘Kalenderîyye’ tarikatine meyleden bir derviş,
zamanla nefisle mücahede ede ede makamının sonuna gelir. Meşrebin usûlünce bu
yoldaki en son makam olan ‘Kalenderîlik’ makamına ulaşır. Yani her türlü süsten,
gösterişten arınacak, varlıktan vazgeçecektir. Fakat iş yamalı bir hırka
giymekten ibaret değildir. Her türlü görünür süslerden arınması
gereklidir...
“Saç, sakal, bıyık, kaş… Ne varsa hepsinden... Derviş, usûle uygun hareket eder, soluğu berberde alır.
“- Vur usturayı berber efendi, der.
“Berber, dervişin saçlarını kazımaya başlar. Derviş aynada kendini takip etmektedir. Başının sağ kısmı tamamen kazınmıştır. Berber tam diğer tarafa usturayı vuracakken, yağız mı yağız, bıçkın mı bıçkın bir kabadayı girer içeri. Doğruca dervişin yanına gider, başının kazınmış kısmına okkalı bir tokat atarak:
“- Kalk bakalım kabak, kalk da tıraşımızı olalım, diye kükrer.
“Dervişlik bu... Sövene dilsiz, vurana elsiz gerek. Kaideyi bozmaz derviş. Ses çıkarmaz, usulca kalkar yerinden. Berber mahcup, fakat korkmuştur. Ses çıkaramaz.
“Kabadayı koltuğa oturur, berber tıraşa başlar. Fakat küstah kabadayı tıraş esnasında da sürekli aşağılar dervişi, alay eder: ‘Kabak aşağı, kabak yukarı…’
“Nihayet tıraş biter, kabadayı dükkândan çıkar. Henüz birkaç metre gitmiştir ki, gemden boşanmış bir at arabası yokuştan aşağı hızla üzerine gelir. Kabadayı şaşkınlıkla yol ortasında kalakalır. Derken, iki atın ortasına denge için yerleştirilmiş uzun sivri demir karnına dalıverir. Kabadayı oracığa yığılır, kalır. Ölmüştür. Görenler çığlığı basar. Berber ise şaşkın, bir manzaraya, bir dervişe bakar, gayr-i ihtiyarî sorar:
“- Biraz ağır olmadı mı derviş efendi?
“Derviş mahzun, düşünceli cevap verir:
“- Vallahi gücenmedim ona. Hakkımı da helâl etmiştim. Gel gör ki kabağın bir sahibi var. O gücenmiş olmalı!..”
“Saç, sakal, bıyık, kaş… Ne varsa hepsinden... Derviş, usûle uygun hareket eder, soluğu berberde alır.
“- Vur usturayı berber efendi, der.
“Berber, dervişin saçlarını kazımaya başlar. Derviş aynada kendini takip etmektedir. Başının sağ kısmı tamamen kazınmıştır. Berber tam diğer tarafa usturayı vuracakken, yağız mı yağız, bıçkın mı bıçkın bir kabadayı girer içeri. Doğruca dervişin yanına gider, başının kazınmış kısmına okkalı bir tokat atarak:
“- Kalk bakalım kabak, kalk da tıraşımızı olalım, diye kükrer.
“Dervişlik bu... Sövene dilsiz, vurana elsiz gerek. Kaideyi bozmaz derviş. Ses çıkarmaz, usulca kalkar yerinden. Berber mahcup, fakat korkmuştur. Ses çıkaramaz.
“Kabadayı koltuğa oturur, berber tıraşa başlar. Fakat küstah kabadayı tıraş esnasında da sürekli aşağılar dervişi, alay eder: ‘Kabak aşağı, kabak yukarı…’
“Nihayet tıraş biter, kabadayı dükkândan çıkar. Henüz birkaç metre gitmiştir ki, gemden boşanmış bir at arabası yokuştan aşağı hızla üzerine gelir. Kabadayı şaşkınlıkla yol ortasında kalakalır. Derken, iki atın ortasına denge için yerleştirilmiş uzun sivri demir karnına dalıverir. Kabadayı oracığa yığılır, kalır. Ölmüştür. Görenler çığlığı basar. Berber ise şaşkın, bir manzaraya, bir dervişe bakar, gayr-i ihtiyarî sorar:
“- Biraz ağır olmadı mı derviş efendi?
“Derviş mahzun, düşünceli cevap verir:
“- Vallahi gücenmedim ona. Hakkımı da helâl etmiştim. Gel gör ki kabağın bir sahibi var. O gücenmiş olmalı!..”
http://www.muhabbetfedaileri.com/kıssadan-hisseler-ibretli-öyküler/16347-dervişin-kabağı/
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder