10 Temmuz 2013 Çarşamba

Yeni Nesil Efendiler (A)

Yeni Nesil Efendiler (A)

Dünyada, bizim bulunduğumuz yerden pek de fark edilmeyen bir savaş yaşanıyor. İnsan biyolojisi üzerinde bir savaş. Tarafları Klonlama ve Seçici dölleme. Bunun kendisini ilgilendirmeyen bilimsel bir konu olduğunu düşünenleriniz çok yanılıyorlar. Çünkü doğrudan doğruya çocuklarımıza ve torunlarımıza kimin, nasıl hükmedeceğine karar vermek için yapılan bir savaş bu.


Klon, Tdk kılavuzunda “kopya” olarak geçiyor. Pek doğru bir tanım değil. Çünkü kopya bir şekilde orijinali ile farkı konulabilen şeydir. Klonda ise bilinçli olarak konulmadığı sürece hiçbir fiziksel fark yoktur. Bu yüzden ben “tıpkılama” diye bir kelime uydurdum. Uygun gören kullanılır. Seçici dölleme ise, özel vericiden alınan spermin, yine özel bir yumurtayı döllemesi ile gerçekleştirilir.
Bilimkurgu meraklıları hatırlayacaklardır. 1980’lere kadar bilim kurgularda gerçekleşeceği söylenen büyük buluşlardan ikisi “Serbest Bilgi Akışı” ve “İnsan Genlerindeki Şifrelerin Çözülmesi” idi. Bugün bu ikisi de gerçekleşti. İlk başlığı yani “Serbest Bilgi Akışı”nı, bu yazının okunduğu internet sayesinde yaşıyoruz. Her ne kadar zaman zaman o da sansürleniyorsa da, bir şey hakkında istediğimiz bilgiyi aradığımız an bulabilmek için, kütüphaneler dolusu ansiklopedi sakladığımız günleri hatırlayın lütfen.
İkincisi yani “İnsan Genlerinin Şifresinin Çözülmesi” de gerçekleşti. İngiltere’deki Sanger Enstitüsü, Aralık 1999’da “Human Genome Project” araştırmasını tamamladığını açıkladı. Araştırma (en azından bir kısmı) 2001 yılında yayınlandı. Neyin ne olduğunu ise daha sonra öğrenebileceğiz. Yani mükemmel sonuçlara ulaşıldıktan, kısaca “Atı alan Üsküdar’ı geçtikten” sonra.
Hiçbir doktor kabul etmek istemez ama, tıpta yaşanan inanılmaz gelişmenin kökeninde, Alman toplama kamplarında kobay olarak kullanılan zavallı Musevilerin büyük rolü vardır. Kabul etmek istemez çünkü öyle iğrenç bir gerçektir ki, bu gerçeği kabul etmek, insana o pislikten bir parçanın sıçrayıp, üstüne yapışmasını kabul etmek gibi gelir. Bu yüzden bu gerçek görmezden gelinir, hiç olmamış gibi varsayılır.
2. Dünya Savaşı’nda eldeki malzemeyi mümkün olduğunca iyi değerlendirmeye çalışan Nazi doktorları, toplama kamplarında, insan limitleri ve tedavi teknikleri konusunda bolca deney yaptılar. Bu deneylerden en fazla önemsenenleri ise, genetik konusunda gerçekleştirilenlerdi. Çünkü onlar “Üstün Irk”ın yaratılması için yol gösterici olacaktı.
Almanların genetik ve üstün ırk konusundaki çalışmaları bu kadarla sona ermiyordu. Hitler’in emriyle kurulan çiftliklerde, sağlıklı, zeki, üstün ırkın fizik özelliklerini taşıyan Alman kadınları yine üstün ırkın fiziksel özelliklerini taşıyan, sağlıklı ve üstün zekalı Alman erkekleri tarafından döllendiler. Temiz havada, mükemmel gıdalar ile beslenen, kendini adamış bu Alman kadınları, Hitler’in “Yeni Nesil” diye adlandırdığı Alman çocuklarını doğurdular. Sonra Almanya savaşı kaybetti ve çiftlikler dağıldı. Çocukların ne olduğu ise hiç bilinemedi. Bu çocukları yıllar sonra araştırmaya başlayan gazeteciler ise sonu ölümle biten aksiliklerle karşılaştılar yada ansızın araştırmalarına son verip, başka konularla ilgilenmeye başladılar. Ölen gazetecilerden birinin, bu çocukların bazılarının izinin şu anda Alman ekonomisine yön veren şirketlerin sahipleri yada önemli görevlilerine gittiği yolundaki bulguları, rivayetten öteye gitmedi.
Diğer dala geri dönelim. 2. Dünya Savaşı’nda Almanların üzerinde çalıştığı konu, genetik zenginleştirme ve genetik dönüştürme ile ilgiliydi. Özellikle Doktor Josef Mengele’nin bu konudaki kapsamlı ve derin araştırmalardan bahsediliyor. Göz renginden ırksal özelliklerin değiştirilmesine dek bir çok başarısız deney yapmış. Belki başarılı olduğu deneyler de olmuştur. Bilemiyoruz, fakat bu konuda pek çok söylenti dolaştı yine. “Boys from Brazil” filminin ana teması da buydu. İra Levin’in romanından uyarlanan filmde 3. Reich’i hayata geçirmek için yapılan bir dizi çalışma anlatılıyordu (Belki seyretmek isteyenler çıkar diye filmin konusuna girmiyorum).
Mendel bezelyeleriyle başlayan zincirin halkaları 2. Dünya Savaşı Sırasında oldukça güçlendi. Savaştan sonra Amerikalılar ve Avrupa’lılar bu konuda çalışmayı sürdürürken Ruslar, bir süre için, bu konuya hiç eğilmediler. Çünkü onlar, insanların üstünlüğü değil, eşitliği ilkesine göre bir ideoloji benimsediklerinden, bunun yanlış olduğuna karar vermişlerdi.
Zaman içinde deneyler gizli gizli yürütülerek günümüze kadar gelindi. Amerikalıların “İnsan Genlerinin Şifrelerini Çözme” çalışmaları sanki “Üstün İnsan Yaratma Projesi” ile hiç ilgisizmiş gibi yürütüldü. Hastalıklara çare bulmak yada en kötü ihtimalle silah yapmak ve gereğinde özgürlükler savunucusu Amerika’nın savaştığı yabancı ırkın genetik kodlarına göre uyarlanmış biyolojik silahlar yaratmak üzere gerçekleştirildiği ileri sürüldü. Gerçi öne sürülen savlar da gerçekti. Bu bilgilerin silah olarak kullanılacağının bilinmesi, öyle büyük bir korku yaratıyordu ki, ardındaki diğer amaç akla getirilmiyordu bile.
Zaman içinde araştırmaların yan etkileri yaşanmaya başlandı. Aids konusunda çalışan bir doktor arkadaşım bana, Aids’in kesinlikle laboratuarda üretildiğine inandığını, hastalığın yayılma şekli ve hızı göz önüne alındığında ilk ortaya çıkışını 2. Dünya Savaşı’nın gerisine tarihleyebilmenin, olasılık hesabına göre imkansız olduğunu söylemişti.
Bu gibi konulara ilgi gösterdiğimden Sağlık Bakanlığı sırasında Sayın Osman Durmuş’un Oktar Babuna kampanyası ile toplanan örneklerin Amerika’ya gidişine itiraz etmesini haklı bulmuş ve kendisini bu konudaki tavrından dolayı takdir etmiştim. Yapılan savunma şuydu. “Örnekler barkodla gönderiliyor. İsimler İstanbul’da kasada tutuluyor.” Sanki o örneğin bakkal Hasan yada bankacı Hüseyin’den alınmış olması bu araştırmacılar için çok önemliymiş gibi. Zaten Oktar Babuna’da mucizevi şekilde iyileşti. “Cehenneme giden yol, iyi niyet taşlarıyla örülüdür “ sözünün anlamını bir kez daha anladım.


Ağır ağır büyüyen sivilce bir gün patladı. 1997 yılında İskoçya – Edinburg’daki Roslin Enstitüsünde yetişkin bir koyundan alınan hücreyle hayata getirilen Dolly, basına tanıtıldı. Bu aynı zamanda “Nesep”i, yani babaya ait bir soyu olmayan bir koyundu. Aslında alarm çanları çalınıp, tüm dini çevreler ayağa kalkabilirdi ama bunu kimse bir koyun için bunu yapmadı.
Şimdi iki elde terazinin iki tarafı da dolmuştu. Hem tıpkılama (klonlama), hem de seçici döllenme kefelerdeki yerlerini aldılar. Genetik olarak üretilenler mi, seçerek üretimine geçilenler mi daha başarılı olacaktı? Kökünü Mendel’den alıp Nazi Almanya’sında doktrinin alt metnini oluşturan bu mantık için, “insanlarda kullanılamaz yada en azından kullanılmıyordur” diyecek kadar iyi niyetli olanlar varsa, yazının ikinci kısmını da okumalarını tavsiye ederim.

http://diflek.com/703/yeni-nesil-efendiler-1/

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder