14 Temmuz 2013 Pazar

TELEVİZYON, ŞİDDET VE TOPLUM

TELEVİZYON, ŞİDDET VE TOPLUM
Uzman psikolog Serap Altekin televizyonun çocuklar ve toplum üzerindeki zararlı etkilerinden, medyanın ve ebeveynlerin üstüne düşen görevlerden bahsediyor.
Medyadaki şiddet içeren yayınların olumsuz etkileriyle ilgili gözlem ve araştırmalar uzun yıllardır süregelmektedir. Yapılan araştırmalar, medyada yayınlanan, özellikle de televizyonda yer alan şiddet olaylarının, toplum genelindeki saldırganlık oranları üzerinde istatistiksel olarak anlamlı düzeyde bir artışı tetiklediğini ortaya koymaktadır.
Bu olumsuz etki özellikle, işsizlik, ekonomik kriz ve politik belirsizliklerin olduğu az gelişmiş veya gelişmekte olan ülkelerde daha belirgindir. Bireysel boyutta ise, 0-6 yaşlar arası çocuklar ve 13-21 yaşları arasındaki ergenler bu yayınlardan ve olumsuz modellerden en fazla etkilenen, yüksek risk grubunda yer almaktadırlar. Gerek bireysel gerekse toplumsal boyutta, söz konusu olumsuz etkileri minimuma indirgeyebilmek adına; medya mensupları, aileler ve uzmanların bilinçli ve sağduyulu bir işbirliği içinde olabilmesi önemlidir.
Medyanın değerlerimizi, tutum ve davranışlarımızı şekillendirmede ne denli bir etkileyici güç olduğunu, son yıllarda basına ve klinik ortamlarımıza yansıyan birçok vaka örneği ile daha da net bir biçimde gördük. İçinde "bu akşam ölürüm, beni kimse tutamaz" sözleri geçen bir şarkının ardından köprüden atlayan ergenleri, "temel içgüdü" ve "testere" filmlerinin ardından gördüklerinin aynısını uygulayan genç insanları, tecavüz sahnelerini oyun zannedip arkadaşları üzerinde uygulamaya kalkan çocukları, "erkekliğin kitabını yeniden yazan" delikanlıları ve onlara hayranlık duymayı öğrenen, adeta tokat yemeyi hayal eden genç kızları, ve tabii ki "kurtlar vadisi" ile birlikta mafya olmaya iyiden iyiye öykünen "Polat"ları, "Çakır"ları sanırım hepimiz farkediyoruz.
Günümüzde televizyon, tüm kitle iletişim araçları içerisinde belki de en kolay erişilen ve en yaygın kullanılan araç olması nedeniyle, en etkili öğrenme kanalı olarak da dikkat çeker. Çocuklar ve ergenler gittikçe daha fazla vakitlerini televizyon ve bilgisayar karşısında geçirmeye başladılar. Başta televizyon programları, filmler, çizgifilmler, diziler ve bilgisayar oyunları olmak üzere, tüm kitle iletişim araçlarında yer alan şiddet, vahşet ve saldırganlık son yıllarda dikkat çekici ve düşündürücü bir hal almıştır. Buna paralel artan ve özellikle çocuklar ve gençler arasında yaygınlaşan, öldürme, yaralama, kavga, taciz, tecavüz ve tehdit gibi şiddet olayları; medyada yer alan şiddetin çocuklar ve ergenler üzerindeki etkisini araştırmanın gerekliliğinin altını çizmiştir. Doğrudan nedensel bir ilişkiden söz etmek zor olmakla birlikte, yapılan bilimsel araştırmalar; televizyon ve medyada izlenen şiddetin, gerek kısa gerekse uzun vadede, çocukların duygu, düşünce, değer, tutum ve davranışları üzerinde, tetikleyici, hızlandırıcı ve özendirici bir etki gösterdiğini açıkça ortaya koymaktadır.
Söz konusu bu etki 5 ana boyutta tanımlanabilir ;
1. Çocuklar ve ergenler, model alma ve sosyal öğrenme yolu ile televizyonda izledikleri diyalogları, sözleri, tutum ve davranışları taklit eder ve öğrenirler. Televizyondaki program ve dizilerdeki kahramanlarla özdeşleşerek, onlar gibi konuşmaya, onlar gibi davranmaya, onlar gibi varolmaya öykünürler.
. Şiddeti ve saldırganlığı bir "problem çözme" yöntemi, bir "varolma" şekli ve bir "kendini ifade etme" yolu olarak benimsemeye başlarlar.
3. Şiddete, saldırganlığa, ölüme, acıya vb. karşı duyarsızlaşmaya, tepkisizleşmeye, adeta bağışıklık kazanmaya başlarlar. Bu kavramlar, bu görüntüler ve bu davranışlar gittikçe normalleşmeye ve kabul görmeye başlar. Kurbanla, yani acı çekenle empati kurma yetilerini yavaş yavaş kaybederler.
4. Kızgınlık, öfke, kin, nefret, hiddet, intikam gibi duyguları hem daha sık hem de daha yoğun hissetmeye, yaşamaya ve dışavurmaya başlarlar.
5. Dünyayı ve hayatı tanımaya anlamaya ve öğrenmeye çalıştıkları bu gelişim dönemlerinde; algıları ve düşünce kalıpları "iyiler - kötüler", "kahramanlar - antikahramanlar" olarak katı ve çarpık bir şekilde bölünmüş bir hal alır; gerçekçi ve işlevsel olmaktan uzaklaşır. Tv izleme süreleri arttıkça; doğru ile yanlışı, gerçek ile kurguyu, olası ile imkansızı, uygun ile uygunsuzu ayırt etmekte zorlanmaya başlarlar.
Şiddet ne demektir ?
Şiddetin tanımı ve kapsamı ;
Şiddet; güç, zorlama ve baskı uygulama yoluyla, bedensel ya da ruhsal zarara neden olan söz, yaklaşım, tutum ve hareketlerin tümüdür. Dolayısıyla, sadece saldırganlık ve kaba kuvvet içeren tutum ve davranışlar değil; hakaret etmek, aşağılamak, tehdit etmek, ekonomik özgürlüğünü kısıtlamak ve zorla bir şey yaptırmak gibi, kişinin kendisine olan saygısını, kendisine ve çevresine olan güvenini azaltan; korku, kaygı ve rahatsızlık hissetmesine sebep olan söz, tutum ve davranışlar da şiddet tanımının kapsamı içinde yer alır. Şiddetin; fiziksel, cinsel, duygusal, sözel, ekonomik ve politik olmak üzere birçok çeşidinden söz etmek mümkündür.
Televizyondaki şiddet 4 açıdan dikkat çeker ;
1. Şiddetin sıklığı ve süresi
2. Şiddetin ayrıntıları, canlılığı
3. Şiddetin sunuluş biçimi, hikaye örüntüsü
4. Şiddetin sonuç ve etkilerinin gösterilip gösterilmediği

Şiddet içeren olaylar, sahneler ve görüntüler ne kadar sık, ne kadar fazla ve ne kadar uzun ekrana gelirse, zararlı etkileri o oranda artar. Aynı şekilde bu şiddet sahnelerinin ayrıntıları arttıkça ve tekrar tekrar ekrana gelen canlandırmalar ve yakın çekimlerle pekiştirildikçe etkinin boyutları daha da tehlikeli bir hal alır. Filmin, dizinin ya da programın esas kahramanı şiddet uyguluyorsa ya da filmin ana örüntüsü şiddet üzerine kurulu ise, izleyiciler üzerindeki özendirici ve tetikleyici etkisi o derece artar. Buna paralel ortaya çıkan şiddete karşı duyarsızlaşma ise sağlıksız bir diğer boyuttur. Yine televizyon dizilerinde, haber programlarında ve filmlerde sıklıkla karşımıza çıkan diğer unsur ise şiddetin neden olduğu etki ve sonuçları, duygu ve sorumlulukları gösterilmemesidir. Bu da şiddetin, bir problem çözme yöntemi olarak benimsenmesine zemin hazırlar ve insanları gerçek dünyadan, duygulardan, değerlerden ve insan faktöründen uzaklaştırma riskini barındırır.
Katarsis etkisinden söz etmek mümkün değil !
Şiddet ve saldırganlık izlemek ya da sergilemek, rahatlama veya boşalmaya neden olmaz; bilakis şiddet şiddeti, öfke öfkeyi doğurur.
Araştırmalara göre ;
- Çocuk televizyon kanallarında yayınlanan program ve çizgifilmler, saatte ortalama 20 şiddet eylemi içeriyor.
- 800'ün üstünde çocukla yapılan uzun süreli bir araştırmaya göre, günde 2 saatten fazla tv seyreden çocukların; evde, okulda, sınıfta ve sosyal oyun alanlarında açık ara daha fazla saldırgan tutum ve davranışlar sergilediği saptanmıştır. Aynı çocukların 19 - 30 yaşları arasında ise yaşıtlarına göre daha fazla aile içi şiddet sergiledikleri, daha fazla trafik cezası aldıkları, daha fazla kaza, kavga, yaralama ve yaralanma vakası yaşadıkları, işten ayrılma oranlarının daha yüksek olduğu gözlenmiştir.

- 1998-2002 yılları arasında dünya genelinde yapılan bir çalışmaya göre, en çok izlenen saatler olan primetime kuşağında şiddet içeren tv dizi, film ve programları % 81 oranında artış sergilemiştir.
- Televizyon yayınlarının % 61'i şiddet içeriyor. Bunun % 54'ünün ölüm içerdiği; % 51'inde ise şiddetin sonuçları ve etkilerinin gösterilmediği dikkat çekmiştir.
- Çocuklar ve ergenlerin televizyon izleme süreleri arttıkça; kabuslarının, korku ve kaygılarının, gerginliklerinin de doğru orantılı olarak arttığı kaydedilmiştir. Aynı zamanda tv izleme süreleri ile depresyon, post-travmatik stres bozukluğu, uyku ve yeme bozuklukları arasında da bir paralellik saptanmıştır.
- Özellikle odasında televizyon olan ve/veya yatmadan önce televizyon seyreden çocukların belirgin derecede daha fazla kabus ve gece korkuları sergiledikleri gözlenmiştir. Klinik ortamda korku, kaygı ya da kabuslar nedeniyle başvuran çocuk ve ergenlerin % 92'sinin korkularının temeli televizyonda izledikleri şeylere dair.
Medyanın sorumlulukları ;
Araştırmaların ortaya koyduğu gerçekler ışığında, medya mensuplarıyla, ailelerin ve uzmanların yapıcı bir işbirliği içinde olması gerek bireysel gerekse toplumsal açıdan olumlu sonuçlar vermektedir.
Örnekse, İsviçre ve Avusturya´da medya ile işbirliği, hem şiddet içeren yayınların azalmasını hem de yayınların içeriklerinin olumlu ve yapıcı yönde değişimini sağlamıştır.
Öncelikle şiddet içeren yayınların etkileri konusunda başta medya mensupları olmak üzere; anne ve babaların, eğitimcilerin, çocukların, ergenlerin ve genç erişkinlerin bilgilendirilmesi gereklidir. Ebeveynlerin, bu konuda bilinçlendirilmesi ile çocuk ve ergenlerin bu tür yayın veya filmleri izlemesi sınırlandırılmalıdır.
Yayınlanan film, dizi, çizgifilm, haber bültenleri ya da şov programlarında, şiddetin yöntemiyle ilgili tanımlardan, detaylı görüntüler ve canlandırmalardan mümkün olduğunca kaçınılmalıdır. Şiddet içeren olay, kurgu, haber veya intihar sahnelerinin, çocuklar ve ergenlerin seyretmesini engelleyecek ölçüde, yayın öncesinde uyarılara yer verilmelidir. Bu uyarılar anne babalar tarafından hassasiyetle dikkate alınmalıdır.
Şiddet içeren durum, olay ve temaları mümkün olduğunca görselleştirmemek ve tekrar tekrar vermemek oldukça önemlidir. Bu tür görüntüler, başta çocukları, ergenleri ve genç erişkinleri olmak üzere tüm insanları travmatize edici özellikte olup, kaygı, korku ve gerilim yaratmakta, buna paralel olarak da insanları şiddete, ölüme, acıya, kana ve kayıplara karşı duyarsızlaştırmaktadır. Aynı zamanda yine bu görüntüler, çocuklar ve gençler için çarpık ve yanlış davranış modelleri oluşturarak, sağlıksız değer, tutum ve davranışlar benimsemelerine zemin hazırlamaktadır.
Anne-babalara öneriler ;
  1. Televizyonu, evin ya da salonunuzun merkezine, odak noktasına koymayın.
  2. Televizyonu, çocuk bakıcısı ya da uyku ilacı olarak kullanmayın !
  3. Yemekler sırasında televizyon kesinlikle kapalı olsun !
  4. Çocuğunuzun ne seyrettiğinden haberdar olun.
  5. Çocuğun yaşı ne kadar küçükse, televizyondaki materyalden etkilenme oranı ve şiddeti o kadar fazla olur. Maruz kaldığı sahneler, iştahını ve uykularını etkileyebileceği gibi, bilindiği üzere değer, tutum ve davranışlarını da şekillendirmede büyük rol oynar.

  6. Çocuğunuzun odasında televizyon olmasın !
  7. Çocuğunuzun televizyon seyretmesi konusunda limitleriniz net olsun. Ne zamanlar, na kadar süre, ne tür programlar seyredebileceği konusunda sınır ve limitler olsun. Anne baba olaraka bu konuda kararlı ve tutarlı bir işbirliği sergilemeye özen gösterin.
  8. Çocuğunuzun seyrettiği şeyleri onunla konuşun, tartışın; hangi gözlükle bakması gerektiği, neleri süzüp neleri alması gerektiği konusunda ona eşlik ve rehberlik edin, onu bilinçlendirin.
  9. Ailece seçerek seyredebileceğiniz televizyon programları da olsun ve bunu keyifli bir eğlence zaman dilimi olarak geçirin.
  10. Anne baba olarak çocuklarınıza örnek olun. Siz bütün bir gün ve gece televizyon seyrederken, çocuklarınızı bu konuda bilinçlendirmeye çalışmak nafile bir çaba olacaktır. Zira çocuklar, söylediklerinizi değil, yaptıklarınızı yaparlar !
Kaynaklar
Akarcalı, S.," Televizyon ve Şiddet", Yeni Türkiye, Eylül-Ekim 1996, sayı 11, yıl 2, 553-560

Ay, T., Rock ve Şiddet, İ.B. İstanbul, Korsan Yayıncılık, 1994, s.106

Aziz, A., "Radyo ve Televizyon Yasal Düzenlemeler", Ankara Üni. İletişim F. Basın Yayın Araştırma ve Uygulama Merkezi Yayıncılığı, No:1, Ankara, 1995
Barker, M., & Petley, J. (2001). Introduction: From bad research to good-a guide to the perplexed (pp. 1-26). In M. Barker & J. Petley (Eds.), Ill Effects: The media/violence debates (pp. v-xxx).
New York : Routledge.
Brett and Bzostek, Sharon. Violence in the Lives of Children. Cross Currents , Issue 1, August 2003. Child Trends DataBank
Comstock, G., "Television and Human Behaviour", Understanding Television, Richard P. Adler (der.), New York, 1981, s.48

Çaplı, B., "Çocuk ve Televizyon", Yeni Türkiye, Kasım-Aralık 1996, sayı 12, 1334-1337

Çetin, Z., "Kitle İletişim Araçları ve Şiddet", Marmara İletişim Dergisi, Ekim 1999

Erdoğan İ. & Alemdar, K. Televizyon : Dünyaya Açılan Pencere
Fishman, J., & Marvin, C. (2003). Portrayals of violence and group difference in newspaper photographs: Nationalism and media. Journal of Communication, 53 , 32-44.
Hardt, H. (1992). Critical communication studies: Communication, history, and theory in America .
New York : Routledge.
Juluri, V. (2005). Nonviolence and Media Studies, Communication Theory, May, Pages 196-215.
Kaiser Family Foundation. Kids and Media Fact Sheet . Revised November, 2001
Karaca, F., "Radyo ve Televizyon Yayıncılığında İlkeler ve Sorumluluk", Yeni Türkiye, Eylül-Ekim 1996, Yıl 2, sayı 11, 372-373
Mutlu, E., "Televizyon, Çocuklar ve Şiddet", İletişim Fakültesi Dergisi, 1997, s. 41-75
Navarro, J. & Riddle, K. Violent Media Effects
Öksüz, S., "Çocuk ve Etik", RTÜK İletişim Dergisi, Sorumlu Yayıncılık, Kasım-Aralık 2000, Yıl 4, Sayı 20

Özal, Ö., "Medya ve Şiddet", Yeni Türkiye, Eylül-Ekim 1996, Yıl 2, Sayı 11, 550-552
Sheehan , H., (1987). Irish Television Drama : A Society and its S tories, Dublin .
Turan, E., Ekranaltı Çocukları, İrfan Yayıncılık, İstanbul, 1996

Ulus, S., "Çocuk Televizyonları ve Kamusal Sorumluluk", İletişim Fakültesi Dergisi, 1998
UTANGAÇLIK VE SOSYAL KAYGI
"İnsanlarla iletişime geçmemi gerektirecek yerlere gitmekten korkuyorum. Daha henüz evden çıkmadan önce neler söyleyeceğimi düşünüyor; sürekli insanların benimle alay edebilecekleri bir şeyler yapacağımın kaygısını taşıyorum. Çevremdeki kimse böyle değil. Kendimle ilişkili bir takım sorunlar olduğunu düşünmeye başladım. İnsanlarla yüz yüze gelebildiğim tek zamanlar eşimin de yanımda bulunduğu zamanlar. Onun kendine bu denli güveniyor oluşu büyük haksızlık!"
"Gelecekte herhangi bir seminerde konuşmam gerekirse bunu asla yapamayacağım. Çünkü çok iyi tanımadığım arkadaşlarımla sohbet sırasında bile bacaklarım titriyor, ter içinde kalıyorum. Özellikle de ikili konuşmalarda, karşımdaki kişinin tüm dikkati benim üzerimdeyken. Bu nedenle de iş görüşmelerimde büyük sıkıntılar yaşıyorum. Patronlarımın işe uygun olmadığımı düşüneceklerinden çok korkuyorum."
Yukarıdakiler, utangaçlık ve sosyal kaygı barındıran binlerce kişiden yalnızca ikisinin his ve düşünceleri. Her ne kadar kişiler bu problemlerini açığa vurmaktan çekinseler de, aslında toplumumuzda pek çok kişi öyle ya da böyle benzer sorunlarla yüz yüze kalıyor. Utangaçlık ve sosyal kaygı hem erkekleri hem de kadınları eşit derecede etkileyebiliyor. Hepimiz günlük hayatımızda utangaçlık ya da sosyal kaygı içeren düşüncelerle boğuşabiliyoruz. Ancak bazı kişiler için bu sorun çok daha büyüyüp iş ya da sosyal ilişkilerine zarar verecek boyutlara ulaşabiliyor.
Sosyal Kaygı Belirtileri
• Sosyal durumlarda bir türlü geçmek bilmeyen korku hisleri duymak.
• Diğer kişilerin önünde kendini küçük düşürecek şeyler yapabileceğini düşünmek.
• İnsan içine çıkıldığında kalp atışlarının hızlanması.
• Ağrılı göğüs ağrısı.
• Ayak ve el parmaklarında sızlama ve uyuşukluk.
• Karın ağrısı.
• Huzursuz ve diken üstünde hissetme.
• Kasların gerilmesi.
• Terleme.
• Nefes alış verişlerinin değişmesi.
• Baş dönmesi.
• Yüz kızarması.
• Verilen korku tepkisinin çok fazla olduğunun bilincinde olma.
• Diğerlerinin hakkında kötü düşündüğüne inanma.
Sosyal kaygı iş yaşamını da etkileyebiliyor. Örneğin, kaygı belirtisi olan el terlemesi sosyal ilişkilere ket vurabiliyor.
• Diğerlerinin kendisini yargıladığına inanma.
• "Aptal" görünmekten korkma.
• Diğerlerinin içinde "sıkıcı" ya da "yabancı" olmaktan korkma.
• Yanlış bir şey yapıldığında diğerlerinin sevgisinin azalacağını düşünme.
• İnsan içine çıkmaktan kaçınma. Sırf bu nedenle daha az tercih edilebilecek kararlar alma (Örneğin, kantinden bir tost almayı, kalabalık bir mekânda oturarak yemek yemeye tercih etme).
• Telefonda konuşmaktan kaçınma.
• Sosyal durumlardaki gerginliği azaltabilmek adına daha fazla içki, sigara içme; sokakta hızlıca yürüyerek insanlarla göz temasını önleme.
Utangaçlık ya da Sosyal Kaygı Nedir?
Utangaç ya da sosyal kaygılı kişiler genellikle sosyal çevrenin kendileri için olumsuz düşünceler besleyip onları yargılayacağına inanıyor. Diğerleri tarafından sürekli yakından incelendiklerini düşünüp; hiçbir zaman onlara layık olacak kadar iyi bir seviyeye ulaşamayacaklarından korkuyorlar. Bu kişiler, sosyal ortamlarda gerginlik, hızlı kalp atışı, terleme gibi kaygı belirtileri gösteriyorlar. Yüzleri kızarıp, kekelemeye başlayabiliyorlar. Bazı durumlar diğerlerine nazaran çok daha zor olabiliyor. Örneğin, yakın bir arkadaşla konuşurken kendini daha rahat hisseden kişi, yabancılarla yüz yüze geldiğinde iyice gerilebiliyor. Kantin, bar, kuyruk, restoran gibi kalabalık durumlarda başa çıkabilmek çok daha zor oluyor.
Kişiler kimi zaman sosyal ilişkileri azaltabilmek uğruna kariyerlerinden bile ödün verebiliyorlar. Dikkat çekmemek adına insanlarla göz göze gelmekten kaçınmak, bir şeylerle uğraşıyormuş gibi yapmak, sosyal ortamlara (illa ki) bir dostla katılmak, bir konuşmadan diğerine çabucak geçiş yapmak en sık gözlemlenen davranışlar arasında geliyor. Tüm bu saydıklarımız, sosyal ilişkileri zor hatta imkânsız hale getirebiliyor.
Sosyal Kaygının Nedenleri Nelerdir?
Sosyal kaygı aslında herkesin az da olsa deneyimlediği bir durum. Ancak bazılarımız için çok daha yüksek seviyelerde seyredebiliyor. Her ne kadar daha ciddi bir fiziksel ya da akıl hastalığının habercisi olmasa da, kişi için oldukça rahatsız edici olabiliyor.
Sosyal kaygı genellikle çocukluk döneminden itibaren kendine güven eksikliği ve kendini yeteri kadar tanıyamama durumlarıyla özdeşleştiriliyor. Kimi kişilerin kaygı bozukluğuna daha yatkın oluşuysa bir başka nedeni oluşturuyor. Kişisel geçmişteki bazı stres verici olaylar da sosyal kaygıyı doğurabiliyor.
Sosyal Kaygıyı Besleyen Etmenler Neler?
Bazen kişiler gençliklerinde yoğun sosyal kaygı hisleriyle boğuşup büyüdükçe bu his ve düşüncelerden sıyrılabiliyorlar. Bazense belirtiler aynı yoğunlukta devam edebiliyor. Kişiler arasında bu farkı yaratan sebepler şöyle sıralanıyor:
  1. Eğer ki kişi kişilik olarak kaygıya daha eğilimliyse, sosyal durumların üstesinden gelemeyeceğine inancı daha kuvvetli oluyor.
  2. Sosyal ortamlardan kaçınan birinin sosyal ilişkileri düzenleyen kuralları öğrenmesi de zaman alıyor. Sürekli yakın bir arkadaşla vakit geçirip yabancılardan kaçınan biri, böyle ortamlarda kaygısını nasıl kontrol altına alabileceğini bilemediğinden ileride de aynı sorunlar devam ediyor.
  3. Sosyal kaygıya sahip kişiler, sürekli olarak diğerlerinin gözünde olumsuz bir izlenime sahip olduklarına inanıyorlar. Diğerlerinin kendileri hakkındaki gerçek düşüncelerini anlamaları imkânsızlaşıyor. Zihinlerindeki imaja körü körüne inandıklarından, bu inanca iyiden iyiye bağlanıyorlar.
  4. Kişi yüzüm yine kızaracak, terleyeceğim, ellerim titreyecek diye düşünmekten kendini alamadığı için sürekli bir korku duymaya başlıyor. Bu korku, belirtilerin ortaya çıkmasını iyice tetikliyor.
Sosyal Fobide Kaçınma Davranışını Belirleyen Olumsuz Düşünceler Nelerdir?*
Bunlar,
• Kişinin iç diyalogunda yer alan kendini küçümseyen ve aşağılayan ifadeler
• Kişisel performansı değerlendirmede mükemmeliyetçi beklentiler
• Kişisel performansı değerlendirmede sadece olumsuz örneklere odaklanma
• Sosyal başarı ve başarısızlıklarının nedenlerini belirlemede patolojik bir örüntü geliştirme. Negatif sosyal durumları (beceriksizlik, zayıflık, vs.) pozitif sosyal durumları (şans, kader, diğerlerinin olumlu tutumu, vs.)

*Psk. Mine İnceler'in Hacettepe Üniversitesi internet sitesindeki yazısından alıntıdır.
( http://www.sagmer.hacettepe.edu.tr/ubsportal/dosyalar/Sosyal Fobi (Sosyal Kaygi Bozuklugu).doc)

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder