Troya –1- (Başlangıç) İlk Güzellik Yarışması
Eğer Troya’yı mitolojiden çıkarırsanız, Ege mitolojisi[1]nin kalbini çıkartmış olursunuz. Mitolojinin neredeyse tamamı Troya ile ilişkilidir. Antik dünya düzenini anlamanın yolu da.
Troya’nın öyküsü, binlerce yıllık bir masal olarak bilindi. Ta ki efsanelere takmış bir adam, hayallerinin peşinde koşup, sırf bu hayali gerçekleştirmek için bütün servetini riske atana kadar.
Vilusa, İlium, Truvisa, İlyon ve Troia olarak da bilinen kent, Henrih Şiliman tarafından ortaya çıkartıldı. O güne kadar sadece efsane olarak bilinen yerleşimin ortaya çıkışıyla birlikte dünya çalkalandı[2] ve Avrupa’da Şiliman’a övgüler yağdırıldı.
Gerçekten de Troya kentinin bulunuşu, sadece ve sadece onun çabasıyla gerçekleşmiştir. Çünkü Troya, savaştan sonra ardılı gelmeyen, 19. yy’a sadece efsanesi taşınmış olan bir kentti. Hazineyi çalıp kaçması, mazeret kabul etmeyecek bir durum olsa da, eğer onun gayretleri olamasaydı, Troya bir masal ya da efsaneden öteye geçmeyecekti.
Son yapılan kazılarda, kent kapılarından birinin kemerinin sadece kilit taşının kırılarak açılmış olması da “Tahta at” efsanesini doğrulamaktadır. Ve tabi tarihin en acı öykülerinden birini de. Öyküyü sitede sunarken, Troyalıların kendi şehirlerine verdikleri orjinal adı kullanacağız; İlyon
Konuya girmek çok zor, çünkü her şeyin birbiriyle bağlantısı var. Bir noktadan başlatıp, geriye dönüşler yaparak ilerlemek gerekiyor. Bu yüzden konuya başlangıç sayılabilecek esaslı noktalardan birinden girelim; Dünyanın ilk güzellik yarışmasından.
Tanrıların yaşadığı Olimpos dağında bir düğün vardır. Gümüş Ayaklı diye anılan Thetis evlenmektedir. Nereid (deniz perisi) olan Thetis olağanüstü güzel bir kadındır. Zeus onunla birlikte olmaya niyetlenmiş fakat hevesi kursağında kalmıştır. Çünkü Thetis’in üzerinde bir hediye/bir lanet vardır. Doğuracağı çocuk babasından güçlü olacaktır. Bunun üzerine Zeus onu bir ölümlüyle evlendirmeye karar verir. Bu kişi Peleus’tur.
Tanrıların evinde muhteşem bir şölen vardır. Su perileri bile düğüne çağrılıyken, Kavga ve Karmaşa tanrıçası Eris, düğünün tadı kaçmasın diye, Zeus tarafından davet edilmemiştir.
Eris buna çok bozulur. Düğündekilere ve özellikle de Zeus’a bu saygısızlığını cezasını vermek için bir yol düşünür. Bir altın elma alarak üzerine “En güzele” yazar ve Olimpos’a fırlatır.
Elma düğünün tam ortasına düşer. Zeus daha elma düşerken, olanları anlamıştır. Eris’i davet etmediğine pişman olur ama çok geçtir. Elmanın üzerindeki yazı salonda fısıltı şeklinde dolaşmaktadır.
Bütün kadınlar elmayı kendilerine layık görmektedirler. Ama ortada güçlerin savaşı da vardır. 3 kadın elma üzerinde hak iddia etmek üzere öne çıkarlar. Hera, Athena ve Afrodit. Hiç biri geri çekilmek niyetinde değildir. Zeus’a dönerek tanrıların tanrısı olarak en adil kararı onun vereceğini, elmayı hak edene vermesini söylerler.
Zalim, bencil, çıkarcı, yalancı. Bunların hepsi Zeus için kullanılabilir sıfatlardır. Homeros da İlyada’da satır aralarında bu sıfatları ona yerleştirmiştir fakat, asla aptal değildir Zeus. Böyle bir seçimi yaptığında, başına gelebileceklerden haberdardır; İki ölümsüz tanrıçanın sonsuz kinini kazanmak.
İşten sıyrılmak için, kendisinin onları sadece fiziksel güzellikleriyle değil aynı zamanda tanrısal güzellikleriyle de bildiğini, bu yüzden seçimi başkasının yapması gerektiğini söyler. Bir ölümlünün. Gözleri fiziksel güzellikten başka hiçbir şey göremeyen bir ölümlünün.
İyi kıvırdığının farkındadır. Şimdi tanrıçaların arasında seçim yapacak bir ölümlü bulmak gereklidir. Hermes’e emir verir; Bir ölümlü bul ama ihtiyar olmasın. Onlar görmüş geçirmiş olduğundan böyle bir seçimin neye mal olacağını hissedecek kişilerdir. Tanrılar arasında hakem olmayı kabul etmezler. Genç, toy birini bul. Dikkat et, soylu biri olsun. Ne de olsa tanrıçaların içinden seçim yapacak. Ama çok önemli birini de seçme. Tanrıçalar öç aldığında, insanlar fazla isyan etmesin.
Aslında Zeus’un kimi kast ettiği bellidir. Priamos’un oğlu Paris[3].
Dünyaya gelecek prensin, Troya’nın yıkımına sebep olacağı kehaneti Priamos’a söylenince, Troya kralı, doğan çocuğun İda dağındaki çobanlara verilmesini emreder. Böylece prens kimliğini asla bilmeyecek, Troya’nın da yıkımına sebep olamayacaktır.
Yıllar geçmiş, Paris büyümüş ve genç bir delikanlı olmuştur[4]. Son derece çekici bir erkektir. Onun yakışıklılığına kapılan ormanın şifacı perisi İonone ile birlikte yaşamaktadır.
Hermes, Paris’in İonone ile birlikte yaşadığı kulübeye gelerek, ona tanrıların hakemi olma görevinin verildiğini bildirir. İonone tanrıları bildiğinden, reddetmesi için Paris’e yalvarır fakat Paris’in kendisine bahşedilen şereften gözü kamaşmıştır; Tanrıçalar arasında hakemlik yapmak hangi ölümlüye nasip olmuştur ki?
Hermes onu tanrıçaların beklediği alana götürür. Paris kendisine verilen görevin tadını çıkartmak için tanrıçaları uzun uzun süzerken kulağına onların rüşvet teklifleri gelir.
Hera, ona sonsuz zenginlik ve Asya’nın kralı olmayı,[5] Athena, komutan olarak daima zafere koşma ve çağlar boyu bilgeliğiyle anılmayı, Afrodit ise, ona dünyanın en güzel kadınını vaat eder.
Ve Paris Afrodit’i seçer[6]. Bu Troya için sona giden yolun başlangıcıdır.
(Troya 2. Bölüm)
Troya’nın öyküsü, binlerce yıllık bir masal olarak bilindi. Ta ki efsanelere takmış bir adam, hayallerinin peşinde koşup, sırf bu hayali gerçekleştirmek için bütün servetini riske atana kadar.
Vilusa, İlium, Truvisa, İlyon ve Troia olarak da bilinen kent, Henrih Şiliman tarafından ortaya çıkartıldı. O güne kadar sadece efsane olarak bilinen yerleşimin ortaya çıkışıyla birlikte dünya çalkalandı[2] ve Avrupa’da Şiliman’a övgüler yağdırıldı.
Gerçekten de Troya kentinin bulunuşu, sadece ve sadece onun çabasıyla gerçekleşmiştir. Çünkü Troya, savaştan sonra ardılı gelmeyen, 19. yy’a sadece efsanesi taşınmış olan bir kentti. Hazineyi çalıp kaçması, mazeret kabul etmeyecek bir durum olsa da, eğer onun gayretleri olamasaydı, Troya bir masal ya da efsaneden öteye geçmeyecekti.
Son yapılan kazılarda, kent kapılarından birinin kemerinin sadece kilit taşının kırılarak açılmış olması da “Tahta at” efsanesini doğrulamaktadır. Ve tabi tarihin en acı öykülerinden birini de. Öyküyü sitede sunarken, Troyalıların kendi şehirlerine verdikleri orjinal adı kullanacağız; İlyon
Konuya girmek çok zor, çünkü her şeyin birbiriyle bağlantısı var. Bir noktadan başlatıp, geriye dönüşler yaparak ilerlemek gerekiyor. Bu yüzden konuya başlangıç sayılabilecek esaslı noktalardan birinden girelim; Dünyanın ilk güzellik yarışmasından.
Tanrıların yaşadığı Olimpos dağında bir düğün vardır. Gümüş Ayaklı diye anılan Thetis evlenmektedir. Nereid (deniz perisi) olan Thetis olağanüstü güzel bir kadındır. Zeus onunla birlikte olmaya niyetlenmiş fakat hevesi kursağında kalmıştır. Çünkü Thetis’in üzerinde bir hediye/bir lanet vardır. Doğuracağı çocuk babasından güçlü olacaktır. Bunun üzerine Zeus onu bir ölümlüyle evlendirmeye karar verir. Bu kişi Peleus’tur.
Tanrıların evinde muhteşem bir şölen vardır. Su perileri bile düğüne çağrılıyken, Kavga ve Karmaşa tanrıçası Eris, düğünün tadı kaçmasın diye, Zeus tarafından davet edilmemiştir.
Eris buna çok bozulur. Düğündekilere ve özellikle de Zeus’a bu saygısızlığını cezasını vermek için bir yol düşünür. Bir altın elma alarak üzerine “En güzele” yazar ve Olimpos’a fırlatır.
Elma düğünün tam ortasına düşer. Zeus daha elma düşerken, olanları anlamıştır. Eris’i davet etmediğine pişman olur ama çok geçtir. Elmanın üzerindeki yazı salonda fısıltı şeklinde dolaşmaktadır.
Bütün kadınlar elmayı kendilerine layık görmektedirler. Ama ortada güçlerin savaşı da vardır. 3 kadın elma üzerinde hak iddia etmek üzere öne çıkarlar. Hera, Athena ve Afrodit. Hiç biri geri çekilmek niyetinde değildir. Zeus’a dönerek tanrıların tanrısı olarak en adil kararı onun vereceğini, elmayı hak edene vermesini söylerler.
Zalim, bencil, çıkarcı, yalancı. Bunların hepsi Zeus için kullanılabilir sıfatlardır. Homeros da İlyada’da satır aralarında bu sıfatları ona yerleştirmiştir fakat, asla aptal değildir Zeus. Böyle bir seçimi yaptığında, başına gelebileceklerden haberdardır; İki ölümsüz tanrıçanın sonsuz kinini kazanmak.
İşten sıyrılmak için, kendisinin onları sadece fiziksel güzellikleriyle değil aynı zamanda tanrısal güzellikleriyle de bildiğini, bu yüzden seçimi başkasının yapması gerektiğini söyler. Bir ölümlünün. Gözleri fiziksel güzellikten başka hiçbir şey göremeyen bir ölümlünün.
İyi kıvırdığının farkındadır. Şimdi tanrıçaların arasında seçim yapacak bir ölümlü bulmak gereklidir. Hermes’e emir verir; Bir ölümlü bul ama ihtiyar olmasın. Onlar görmüş geçirmiş olduğundan böyle bir seçimin neye mal olacağını hissedecek kişilerdir. Tanrılar arasında hakem olmayı kabul etmezler. Genç, toy birini bul. Dikkat et, soylu biri olsun. Ne de olsa tanrıçaların içinden seçim yapacak. Ama çok önemli birini de seçme. Tanrıçalar öç aldığında, insanlar fazla isyan etmesin.
Aslında Zeus’un kimi kast ettiği bellidir. Priamos’un oğlu Paris[3].
Dünyaya gelecek prensin, Troya’nın yıkımına sebep olacağı kehaneti Priamos’a söylenince, Troya kralı, doğan çocuğun İda dağındaki çobanlara verilmesini emreder. Böylece prens kimliğini asla bilmeyecek, Troya’nın da yıkımına sebep olamayacaktır.
Yıllar geçmiş, Paris büyümüş ve genç bir delikanlı olmuştur[4]. Son derece çekici bir erkektir. Onun yakışıklılığına kapılan ormanın şifacı perisi İonone ile birlikte yaşamaktadır.
Hermes, Paris’in İonone ile birlikte yaşadığı kulübeye gelerek, ona tanrıların hakemi olma görevinin verildiğini bildirir. İonone tanrıları bildiğinden, reddetmesi için Paris’e yalvarır fakat Paris’in kendisine bahşedilen şereften gözü kamaşmıştır; Tanrıçalar arasında hakemlik yapmak hangi ölümlüye nasip olmuştur ki?
Hermes onu tanrıçaların beklediği alana götürür. Paris kendisine verilen görevin tadını çıkartmak için tanrıçaları uzun uzun süzerken kulağına onların rüşvet teklifleri gelir.
Hera, ona sonsuz zenginlik ve Asya’nın kralı olmayı,[5] Athena, komutan olarak daima zafere koşma ve çağlar boyu bilgeliğiyle anılmayı, Afrodit ise, ona dünyanın en güzel kadınını vaat eder.
Ve Paris Afrodit’i seçer[6]. Bu Troya için sona giden yolun başlangıcıdır.
(Troya 2. Bölüm)
[1] Sadece cahiller ve art niyetliler Ege mitolojisini Yunan Mitolojisi olarak tanımlarlar. Mitolojinin öğelerinin büyük bölümü Ege’nin bu yakasının ürünüdür.
[2] Avrupa medeniyeti oldukça geç bir medeniyettir. Bu yüzden tarihsel köklerini dayayacak bir kaynak bulmaya çalışmaktadır. Avrupa, temellerini önce çok daha uygar ve gelişkin bir toplum olan Troya/İlyon’a yaslar. Ki ilerde vereceğimiz ayrıntılar dolayısıyla, bu da kısmen gerçektir. Çünkü Roma İmparatorluğunun temelleri Troya’dan kaçan insanlar tarafından atılmıştır. Troya, Avrupa’da o kadar hayranlık verecek bir efsanedir ki, Londra ilk kurulduğu zaman ismi, New Troy’dur. Ortaçağ’da yaşanan din baskısı olayın rengini değiştirmiştir. Putperest olan her şey kötüdür. Hatta putperestlerin yaptığı her şey de kötüdür. Bu yüzden Roma’dan kalan hamamlar yıkılır ve yıkanmak günah sayılır. O güne kadar derme çatma bilinen gerçek, yani Avrupa’nın kökeninde Troya kentinin olduğu da yok sayılır. Bununla birlikte Avrupa’nın kendisine tarihsel bir kök bulması gereklidir. Dini inanışına uygun tarihsel bir kök. Aranan kök, Platon’da bulunur. Neredeyse tek tanrı inancını savunan Platon, Avrupa’daki din çevrelerinin aradığı kişidir. Tabi onun ideal kişi haline gelmesinden sonra kökün tarafı da değişir ve Avrupa kendi kökeni olarak Akhaları göstermeye başlar. Dolayısıyla Yunanistan da kıymete biner. Oysa Yunanistan’da yaşayan halkın, Akhalarla hiçbir ilgisi yoktur. Akhalar yukardan inen Dorlar tarafından tamamen temizlenmiştir ama bu, Avrupa’nın kendisine ördüğü kılıfı değiştirmez. Şiliman’ın Troya kentini bulması, bu yüzden Avrupa için çok çok önemli bir keşiftir. Artık Avrupa’nın kendisi için ördüğü tarih efsaneden çıkıp, elle tutulur hale gelmiştir. İşte Yunanlıların Avrupalıların gözünde değerli evlat olma sebebi budur. Bir yalanın gerçek zeminine oturtulma çabası.
[3] Paris şehrinin dayanılmaz derecede yakışıklı olan Paris’le ilişkisiz olduğu söylense de, durum biraz farklı olabilir. Paris, bir Gal kabilesi olan Parisiiler tarafından kurulmuş ve Lutetia adıyla anılmıştır. Daha sonra İmparator Flavius Claudius Iulianus tarafından Paris ismiyle adlandırılmıştır. Roma ile Troya’nın bağını bilmeyenler bunu Gal kabilesinin adına yormuştur. Oysa Julianus, tarihsel kökenler nedeniyle daha farklı bir atıfta bulunmuştur.
[4] Buradan Paris’in en az 14 –15 yaşında olduğu ortaya çıkıyor. Yani Aşil’le aralarında en az 15 yaş fark var. Bu da Aşil’le Hektor arasında en az 16 –17 yaş olduğunu ortaya koyuyor.
[5] Burada ilginç olan Hera’nın ona Asya’nın kralı olmasını vaat etmesidir. O dönemde Ege Uygarlığının dışında bir tek Asya’da uygarlık vardır. Hera ona Asya krallığını vaat ettiğine göre Asya kıskanılacak, imrenilecek bir zenginlik ve gelişmişliğe sahiptir. Ayrıca bu o gün bile Asya topraklarının büyük kısmının bilindiğini, Ege’nin dünyanın küçük bir yeri olarak kabul edildiğini göstermektedir.
[6] Bugün Londra, National Gallery’de sergilenmekte olan Paul Rubens’in 1636 tarihli “Paris’in Kararı” tablosu bu anı resmetmektedir
http://diflek.com/1055/troya-%E2%80%931-ilk-guzellik-yarismasi/
http://diflek.com/1055/troya-%E2%80%931-ilk-guzellik-yarismasi/
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder