Hermes, Hermesçilik ve Kökeni
Ne yazık ki kimi tarihçiler bu olayları, içerdikleri Hıristiyan etkisini görmezden gelerek, Helen akılcılığına karşı Doğu fanatizminin birer baş kaldırışı olarak yorumladılar. Oysa olayları çıkaranlar, Mısırlı Hıristiyanlardı ve Mısır o günlerde Roma İmparatorluğunun uzun zamandan beri Hıristiyanlaşmış bir eyaletiydi.
Mısır dini, İ.S. II. ve III. yüz yıllarda olağanüstü bir hızla yok olmuş; Mısır, diğer Roma eyaletlerinden önce Hıristiyanlığı ateşli bir biçimde kabullenmişti. Aslında Mısır dininin hızlı çöküşünün, firavunlar devletinin ve Mısır ulusunun erimesi ile oluştuğunu saptamak olanaklıdır. Mısır, İ.Ö. 700′den beri çoğunlukla yabancı uluslar tarafından yönetilmişti. Etiyopyalılar, Persler, Yunanlılar ve Roma İmparatorluğu Mısır topraklarını her zaman özel bir eyalet olarak görmüşlerdi. Bu yabancı yöneticiler, Mısır dini ile iyi ilişkiler içinde olmayı ülkenin denetimi için bir önkoşul olarak saymışlardı. Mısır inançları tüm bu dönemler boyunca da gelişip yayılmasını sürdürmüştü. Ancak, bu olumlu dönem Mısır dininin sonraki yıllarda ortaya çıkan hızlı çöküşünü daha ilginç biçime getirmektedir. Zira Mısır dininin çöküşü, yabancıların baskıcı yönetimine bağlanabilseydi, çöküşün çok daha önceleri, örneğin Pers yönetimi altındaki İ.S. VI. ve IV. yüz yıllar arasında gerçekleşmesi gerekirdi.
Mısır’ı yöneten Makedonya kökenli Ptolemiler, bir taraftan kendilerini Mısır uygarlığını koruyucusu gibi gösterirken, diğer taraftan Mısır uygarlığı tarafından özümsenme tehlikesinin bilincindeydiler. Bu bakımdan Ptolemiler, kendi kültürlerini korumaya ve Mısır’ı Yunanlılar eliyle yönetmeye kararlıydılar. Mısırlı rahipler ise, her ne kadar yabancı yöneticiler ile iyi geçinmeye çabalasalar da, kişisel düzeyde yönetimden uzak kalmaya ve bir ölçüde Mısır ulusçuluğunu korumaya gayret etmişlerdi. Ancak, İ.S. II. yüz yıla gelindiği zaman, dört yüz yıl süren Yunan yönetiminden sonra, Mısırlı ve Makedonyalı üst sınıflar ortak bir Helen uygarlığı içinde Mısır dini ile kaynaşmışlardı. Roma yönetimi ise, Mısır dinini coşku ile “uluslararası” niteliğe kavuşturmaya çabalamış, oysa bu yaklaşım Mısır ulusçuluğunu savunan rahiplerin konumunu zayıflatmıştı.
Helenleşmiş kozmopolit üst sınıfların sürdürdüğü Mısır dinine karşı, Filistin’den gelmiş olmasına karşın uluslararası bir nitelik taşıyan Hıristiyanlık yoksulları yanına çekmeyi başarmıştı.
Bu toplumsal ve siyasal etkenlerin Mısır dininin yıkılmasında önemli bir pay sahibi oldukları konusunda kuşkuya yer yoktur. Ancak, bu etkenler hızla gelişen acil sorunlar olmaktansa, yavaş yavaş büyüyen, uzun vadeli gerilimlerdi. Yine de Mısır dininin çöküşünde baş rolü oynayan, şaşırtıcı bir örgütlenme yeteneğine ve coşkusuna sahip olan, tektanrıcı ve evrensel Hıristiyan inancının herkese kolaylıkla ulaşabilmesiydi.
Hıristiyanlığın giderek daha güçlü bir biçimde yerleştiği İ.S. 150 ile 450 yılları arasında Mısır büyük bir siyasal ve dinsel belirsizlikler ve çeşitlilikler döneminden geçmekteydi. Antik Mısır inançlarının bir ölçüde mirasçısı konumunda bulunan Hermesçiler, Neo-Platoncular ve Gnostikler, Tanrı’ya bireysel olarak ya da ezoterik örgütlenmeler sayesinde ulaşılabileceği inancına eğilim göstermekteydiler. Bu yollara girebilmek içinse, gizemli ve çetin bir inisiyasyon sürecinden geçmek zorunluydu. Bu yöntemin kilit unsurlarından biri, her adayın içmek zorunda olduğu gizlilik andıydı. Söz konusu gruplar her türlü açıklığa düşmandılar; zira gerçek bilgelik ancak ezoterik bir dizge içinde ve uzun bir süreç sonunda elde edilebileceğine inanıyorlardı. Bu örgütler için en önemli unsur inançlarının içerdiği gizemlerdi. Bu gizemleri, başkalarına açıklamak inançlara kökten ihanet etmek anlamını taşırdı. Tüm bu gizlilik örtüsüne rağmen, kimi inanç modellerinin ana çizgilerini belirlemek olanaklıdır.
Daha yaygın olan ikinci üçlübirlik ise, yaratıcı gücün yani “Demiurgos”un ardında bir “Gizli Tanrı” olduğu inancına dayanıyor; bu iki Tanrı ya birbirinde tümüyle ayrı ya da gizemli bir biçimde birleşmiş olarak görülüyordu. “Gizli Tanrı” yani Platoncu düşüncedeki “İyilik” ilkesi ya da “İlk İlke” yaratma eyleminin karşısındaki saf düşünce idi. Üçlübirliğin üçüncü üyesi büyük bir çeşitlilik gösteriyor, “Dünyanın Ruhu”, “Tanrısal Akıl” olarak adlandırılıyordu. Ancak temel işlevi, bir yandan üçlübirliğin diğer iki unsuru arasında köprü görevi görmek, diğer yandan da onları birbirinden ayırmak gibi diyalektik bir işlev idi.
Aslında Hermesçilik, Neo-Platonculuk ve Gnostisizm “iki katlı” felsefeler idi. Bir katında kitleler için inançlar, öteki katında seçilmişler için bilgi yani “Gnosis” vardı. Ne var ki, Gnosis akılsal bir bilgi olmayıp, insanın kendini bilmesi gibi sezgisel ve bilinçsel bir süreci kapsamaktaydı.
Aydınlanmış azınlık olarak seçkinler eğitim ile, etik ve dinsel uygulamalar sayesinde Tanrı’ya, kitleler için gizli olan İlk Neden’e yaklaşabilirlerdi. Kitleler ise Demiurgos’un ötesinde hiç bir şeyi göremezdi. İnsanın kendi içine dönüşü, ezoterizm ve seçkincilik, insanın fiilen ya da potansiyel olarak Tanrısal olduğu inancını da birlikte getiriyordu. Bunun kaynağı, ölen firavunun Osiris’e dönüştüğü biçimindeki Mısır inancı olabilir. Mısır dininin geç dönemlerinde bu inanç bir biçimde demokratikleşmiş ve halka açılmıştı. Her insan, kendini adama, iyi bir eğitim ve doğru bilgi sahibi olmakla, Osiris’e dönüşme ve böylece ölümsüzlüğü elde etme şansına kavuşmuştu. Mısır inancında Tanrı, insan da dahil olmak üzere, herşeyde var olabilirdi.
Sözünü ettiğimiz üç akım arasında en eskisinin Hermesçilik olduğuna ve diğer iki akımın oluşması üzerinde doğrudan etkisi bulunduğuna kuşku yoktur. Öte yandan, Hermesçilik de Helen, Yahudi, Pers, Mezopotamya ve Mısır dinlerinden etkilenmiştir. Ancak din tarihçileri arasında bu etkilerden hangisinin en büyük ağırlığa sahip olduğu konusunda pek ateşli tartışmalar sürmektedir. Elbette bu tartışmalar Hermesçiliğin yaşı sorununu da gündeme getirmektedir. Hermesçiliğin ve Hermesçi literatürün (Corpus Hermetica) Mısır kökenli olduğunu savunanlar akımın tarihini de geriye doğru götürme eğilimini taşımaktadırlar.
Aslına bakılırsa, Mısırlılarca Demotik yazıyla ve Kıpti dilinde yazılmış olan Hermetica’nın üzerinde önemli ölçüde eski Mısır inanç ve uygulamalarının etkisi olduğunu kabul etmek mantıklıdır. Üstelik Roma döneminde hiç kimse Hermesçiliğin Mısırlı olduğu düşüncesine karşı çıkmamıştır.
Ancak, Hermesçiliğin kökeni sorunu göründüğünden daha büyük öneme sahiptir. Sorun, Hermesçiliğin yalnızca Gnostisizm ve Neo-Platonculukla bütünsel bağlantısında değil, aynı zamanda bir bütün olarak Platonculukla yani doğrudan Helen felsefesi ile ilişki içinde olup olmamasındadır. Zira, Hermesçilik ile “Yuhanna İncili” ve “Aziz Pavlus’un Mektupları” arasında yakın bir benzerlik bulunmakta, Hermesçiliğin Hıristiyan teolojisini doğrudan etkilemiş olduğu belirlenmektedir. Eğer Hermetik metinler (Hermetica) Hıristiyanlık öncesine ait ve Mısır kökenli ise, o zaman Hıristiyan teolojisinde, bugüne kadar ileri sürülen Helen ve Platon etkisinin dışında, Mısır etkisinin olduğunu kabul etmek gerekecektir. Üstelik, Platon ile Pythagoras’ın fikirlerini Mısır’dan aldığı yolundaki görüşü reddetmek iyice güç olacaktır.
Genellikle Thot kültünün en çok Ptolemiler döneminde yayıldığına inanılmaktadır. Oysa, bin yıl önceki döneme ait “Ölüler Kitabı”nda Thot son derece önemli bir konuma sahip olan ve en çok dua edilen tanrıydı. Fakat, eski Thot kültü ile Hermesçilik arasında kesin bir ayrım çizgisi çekilmesinin nedeni, Hermesçiliğin soyut Platoncu felsefesidir. Önceki dönemlerde Mısırlıların soyut din kavramları oluşturabilmesi olanaklı görülmemiştir. Oysa bu kanı da yanlıştır. İ.Ö. II. Bin yıla tarihlendirilen “Memfis Teolojisi” adlı metinler bu kanının yanlışlığına kanıttır. Bu metinlerde, tanrı Ptah evreni önce kalbinde yaratmakta, sonra konuşma eylemiyle gerçeğe dönüştürmektedir. Bu anlayış, Platoncu ve Hıristiyan “Logos” (Kelam) anlayışına dikkat çekecek ölçüde benzemektedir. Mısır dininde Thot yazının mucidi, matematiğin başlatıcısı, tılsımlı sözlerin ustası, Tanrısal konuşma eyleminin ve hatta evrenin yaratıcısı olarak görülüyordu. Bu son iki özelliğiyle Thot, “Memfis Teolojisi” metinlerindeki Ptah ile özdeşleşiyor ve sonradan gelişen Platon felsefesi ve Hıristiyan teolojisindeki “Logos” kavramına da uygun düşüyor.
Thot ya da Hermes Trimegistos, tüm farklı yönleriyle, “iki katlı” felsefelerdeki bütün önemli rolleri üstlenebilir. Tanrıların babası ve yüce akıl olarak “Gizli Tanrı” olabilir. Harekete geçiren güç ve “Logos” olarak “Demiurgos” rolünü alabilir ve nihayet Tanrı’nın iki unsurunu birleştiren ve ayıran “Kutsal Ruh” olabilir. Ancak, sonraları baskın duruma çıkan gelenek Hermes’i bir filozof ya da ahlak eğitmeni olarak yorumlamaktaydı.
Bu durumda, Hermes’in tanrılıktan bilgeliğe dönüştürülmesi ile karşılaşıyoruz. İ.Ö. III. yüz yılda Platon yazının, sayıların, astronominin kurucusu olarak Thot’tan söz etmiş, Thot’u hem bir tanrı, hem de bir bilge olarak görmüştür. Abdera’lı Hekaistos ise, Hermes-Thot’u büyük bir bilge olarak tanımlamıştır. Tanrıların zaman içinde ölümlü bilgeler durumuna dönüştürülmesi tüm dünya inanç sistemlerinde görülen bir olgudur. En önemli tanrıları, Mısır’ın ilk firavunları olarak gören gelenek İ.Ö. XIII. yüz yıla kadar geri gitmektedir. Ancak çoğunlukla bu gelenek, tektanrıcılığın ya da tektapımcılığın (Monolatria) ortaya çıkmasıyla ilişkilendirilmektedir. Bunun nedeni, tekel savına dayanan inançların, diğer tanrılara hoşgörü ile bakamamasıdır. Özetlemek gerekirse; Neo-Platonculuk ve Gnostisizm öncelikle Mısır’da, büyük ölçüde Helenleşmiş Mısırlılar arasında, kurumsallaşmış Mısır dininin yıkılmasından sonra yayılmışlardır. Bu akımların ve müritlerinin oluşmasında Hermesçi düşünceler önemli bir rol oynamış ve merkezi bir yer tutmaya devam etmiştir. Thot-Hermes kültü Mısır dininde her zaman önemli olmuştur; fakat özellikle İ.Ö. II. bin yılın ikinci yarısında gittikçe daha önemli duruma yükselmiştir.
Hermetik yazılar yani “Thot’un Yazıları” kavramı oldukça eskidir. Ne var ki, günümüze kalmış haliyle bu metinler, bunalım içindeki Mısır dinini temsil etmekte ve Mısır dışından aktarılmış düşünceleri de içermektedir. Büyük olasılıkla Hermetica’nın kapsamında İ.Ö. VI. yüz yıldan İ.S. II. yüz yıla kadar uzanan bir süre boyunca yazılmış yazılar mevcuttur. Yine de, göreceli olarak geç bir dönemde yazılmış olmasına karşın Hermetik metinler, çok daha eski dönemlere ait birçok dinsel ve felsefi düşünceler içermektedir ve esas olarak Mısır kökenlidir. Son dönemde kaleme alınmış yazılarda Helen etkisinin olduğu kuşkusuzdur. Ancak, Hermetizmin kökeninin Yunan’da aranması anlamsızdır. Zira Pythagorasçı ve Platoncu Helen felsefesi Mısır dinine ve düşüncesine çok fazla bağımlıdır. Bu da, Hıristiyan teolojisinin kökenini, Ari ırktan Helen düşüncesine değil, Mısır’a bağlamaktadır
http://insanveevren.wordpress.com/2011/07/01/hermes-hermescilik-ve-kokeni/
Bu durumda, Hermes’in tanrılıktan bilgeliğe dönüştürülmesi ile karşılaşıyoruz. İ.Ö. III. yüz yılda Platon yazının, sayıların, astronominin kurucusu olarak Thot’tan söz etmiş, Thot’u hem bir tanrı, hem de bir bilge olarak görmüştür. Abdera’lı Hekaistos ise, Hermes-Thot’u büyük bir bilge olarak tanımlamıştır. Tanrıların zaman içinde ölümlü bilgeler durumuna dönüştürülmesi tüm dünya inanç sistemlerinde görülen bir olgudur. En önemli tanrıları, Mısır’ın ilk firavunları olarak gören gelenek İ.Ö. XIII. yüz yıla kadar geri gitmektedir. Ancak çoğunlukla bu gelenek, tektanrıcılığın ya da tektapımcılığın (Monolatria) ortaya çıkmasıyla ilişkilendirilmektedir. Bunun nedeni, tekel savına dayanan inançların, diğer tanrılara hoşgörü ile bakamamasıdır. Özetlemek gerekirse; Neo-Platonculuk ve Gnostisizm öncelikle Mısır’da, büyük ölçüde Helenleşmiş Mısırlılar arasında, kurumsallaşmış Mısır dininin yıkılmasından sonra yayılmışlardır. Bu akımların ve müritlerinin oluşmasında Hermesçi düşünceler önemli bir rol oynamış ve merkezi bir yer tutmaya devam etmiştir. Thot-Hermes kültü Mısır dininde her zaman önemli olmuştur; fakat özellikle İ.Ö. II. bin yılın ikinci yarısında gittikçe daha önemli duruma yükselmiştir.
Hermetik yazılar yani “Thot’un Yazıları” kavramı oldukça eskidir. Ne var ki, günümüze kalmış haliyle bu metinler, bunalım içindeki Mısır dinini temsil etmekte ve Mısır dışından aktarılmış düşünceleri de içermektedir. Büyük olasılıkla Hermetica’nın kapsamında İ.Ö. VI. yüz yıldan İ.S. II. yüz yıla kadar uzanan bir süre boyunca yazılmış yazılar mevcuttur. Yine de, göreceli olarak geç bir dönemde yazılmış olmasına karşın Hermetik metinler, çok daha eski dönemlere ait birçok dinsel ve felsefi düşünceler içermektedir ve esas olarak Mısır kökenlidir. Son dönemde kaleme alınmış yazılarda Helen etkisinin olduğu kuşkusuzdur. Ancak, Hermetizmin kökeninin Yunan’da aranması anlamsızdır. Zira Pythagorasçı ve Platoncu Helen felsefesi Mısır dinine ve düşüncesine çok fazla bağımlıdır. Bu da, Hıristiyan teolojisinin kökenini, Ari ırktan Helen düşüncesine değil, Mısır’a bağlamaktadır
http://insanveevren.wordpress.com/2011/07/01/hermes-hermescilik-ve-kokeni/
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder