“Işınlanma” ölümsüzlüğün anahtarı mı?
Rastlantısal Düşünceler – 1-
Uzay Yolu televizyon tarihindeki en önemli dizilerden biri. Bugün hayatımızda var olan bir çok şeyin prototipi, bu dizide ortaya çıktı. Örneğin artık her yerde rastladığımız hisseden kapıları ilk kez Uzay Yolu’nda gördük. Motorola’nın popüler tasarımı “Startek” “Uzay Yolu”nda kullanılan iletişim cihazlarının bir kopyasıydı.
Uzay Yolu, zorluklarla başlayan bir diziydi. O güne kadar yapılan diğer uzay dizilerine göre biraz farklı bir konsept taşıyordu. Atılgan, sinema tarihinin en büyük uzay gemisi olarak tasarlanmıştı. Bilgisayar teknolojisi henüz yeterince gelişmemiş olduğundan böylesi bir uzay gemisini yere indirmek, hayli maliyetli bir plato yapımına sebep olacaktı. Bu yüzden mütevazı bir çözüm bulundu; Mekik.
Fakat çekimlere geçildiğinde, gezegenlere inmek için gerekli olan mekik de hazır olmayınca, gerçekten radikal bir çözüm imdada yetişti; Işınlanma odası.
Çekimi yetiştirmek için diziye adapte edilen ışınlanma odası, ilk anda böyle bir yanı düşünülmese, hiç bir zaman bu konudan açıkça hiç bahsedilmese bile, içinde insanlığın en iç gıcıklayıcı rüyası olan ölümsüzlüğü barındırıyordu.
Hatıralarımızı yoklayalım. “Işınla beni Skati” Kaptan Kirk bu lafı söyledikten sonra bir yerlerden bir yerlere ışınlanırdı. Madde, ışınlayıcı sayesinde enerjiye çevriliyor, bir noktaya odaklanıyor, sonra orada tekrar madde haline geliyordu. Bu kelimelerle tarif edildiğinde hayli basit olan işlem insanların hayal gücünü canlandırdı.
Saatlerce otoyolda kısılı kalmıyorsunuz, kıtalar arası uçuştan sonra jet lag yemiyorsunuz, hiç ama hiç zaman kaybetmeden istediğiniz yerde oluyorsunuz. Sevdiklerinize, kendinize ve her şeye daha fazla zaman ayırabiliyorsunuz.
Bu hayal, daha sonra “Fly” gibi filmlere de esin kaynağı oldu. Crononberg’in bu unutulmaz filminde Jeff Goldblum, Star Trek’teki gibi bir ışınlayıcı keşfetmeye çalışan bir bilgini oynar. (Buradan Serdar Akar yada Emrah Serbes’in Cronoberg hatta biraz zorlamayla Uzay Yolu hayranı olduğu çıkarımına gidebiliriz çünkü Behzat Ç’deki “Hayalet” karakterinin özelliği aslında Goldblum’un oynadığı Seth Brundle karakterinin özelliğidir. )
Gerçekleştirilen işlemi biraz irdelediğimizde, önümüzde yeni bir evren açılıyor. Bir adam platforma çıkıyor. Bilgisayar adamın vücudunu tarayarak her hücresinin hatta atomlarının yerlerini saptayarak kayıt altına alıyor ve bir patron oluşturuyor. Sonra bütün hücreler enerjiye dönüştürülüyor, bu enerji bir noktaya odaklanıyor ve orada eldeki patrona uygun olarak yeniden maddeleştiriliyor.
Buradaki sihirli kelime “Patron”. Elinizde bir patron var. Bir insan patronu.
İnsanlar yüzyıllardır hasta oluyor, yaralanıyor ve bu yüzden ölüyorlar. Elimizde adamın patronu yok mu? Var. O zaman neden onu kullanmıyoruz Eğer teknoloji ışınlanmayı keşfedecek seviyeye gelmişse, her bir organı da ayrı ayrı patronlayabilecek seviyeye gelmiştir. Bu da demektir ki apandistin patlamış olarak binersin, apandistin on yıl önceki gibi inersin. Çok mu yaşlandın, eski patronu al, yeni patrondan beyni yerleştir, iş tamamdır.
Çok iç gıcıklayıcı bir hayal, di mi? Kayıt aldığın noktadan, yeniden yaşamaya başla. Tabi iş bu kadarla da kalmıyor. Modern hayatta da önümüze bambaşka bir ufuk açıyor ışınlama.
İdam cezasının yanında olabilirsiniz ya da olmayabilirsiniz. Bu noktada biraz durup, konuyu kaynaştıracağımız ikinci noktayı analım. Toplumsal fayda sağlayan yada herkesin ortak olarak “iyi” diye belirlediği insanlar vardır. Keşke bu insanlardan daha fazla olsa deriz. Bunlar bulundukları topluluğun tamamı tarafından takdir edilen kişilerdir.
Elimizde bu toplumun üyelerinin tamamı tarafından takdir edilen birisinin patronu var. Işınlama cihazımız da var. Diğer tarafta ise 5 kişiyi planlı bir şekilde acımadan öldürmüş bir kiralık katilimiz var. Koyuyoruz cihaza katilimizi, ışınlıyoruz, dönüyor Atilla İlhan’a. Koyuyoruz sapığımızı, ışınlıyoruz, pat diye karşı tarafta Hulusi Behçet olarak ortaya çıkıyor. Teorik olarak ölüm cezası da uygulamıyorsun. Kimse fiziksel olarak yok olmuyor. Sadece dönüşüyor. Yani radikal denilebilecek bir iyileştirme yöntemi.
Daha öteye gider mi bu? Tabi ki gider. Elimizde “patron” var. Eninde sonunda bu adamı atomik düzeyde dizilişine kadar almışız. Yani neden oluştuğunu çok iyi biliyoruz. 10 üzeri 6 karbon atomu, 10 üzeri 3.3 hidrojen atomu 10 üzeri 2 oksijen atomu falan filan. Hassas terazi kullanarak koyuyoruz ışınlanma platformuna o kadar kömür, hidrojen, oksijen. Işınlıyoruz diğer platforma. Al sana Tunç, al sana Ramazan, al sana Buket, al sana Çağla.
(Not; Bir ara oturup filmini hazırlamıştım. Meraklıları http://www.youtube.com/watch?v=VdpUKMmcPdk ‘den izleyebilirler
http://diflek.com/905/isinlanma-olumsuzlugun-anahtari-mi/
Uzay Yolu televizyon tarihindeki en önemli dizilerden biri. Bugün hayatımızda var olan bir çok şeyin prototipi, bu dizide ortaya çıktı. Örneğin artık her yerde rastladığımız hisseden kapıları ilk kez Uzay Yolu’nda gördük. Motorola’nın popüler tasarımı “Startek” “Uzay Yolu”nda kullanılan iletişim cihazlarının bir kopyasıydı.
Uzay Yolu, zorluklarla başlayan bir diziydi. O güne kadar yapılan diğer uzay dizilerine göre biraz farklı bir konsept taşıyordu. Atılgan, sinema tarihinin en büyük uzay gemisi olarak tasarlanmıştı. Bilgisayar teknolojisi henüz yeterince gelişmemiş olduğundan böylesi bir uzay gemisini yere indirmek, hayli maliyetli bir plato yapımına sebep olacaktı. Bu yüzden mütevazı bir çözüm bulundu; Mekik.
Fakat çekimlere geçildiğinde, gezegenlere inmek için gerekli olan mekik de hazır olmayınca, gerçekten radikal bir çözüm imdada yetişti; Işınlanma odası.
Çekimi yetiştirmek için diziye adapte edilen ışınlanma odası, ilk anda böyle bir yanı düşünülmese, hiç bir zaman bu konudan açıkça hiç bahsedilmese bile, içinde insanlığın en iç gıcıklayıcı rüyası olan ölümsüzlüğü barındırıyordu.
Hatıralarımızı yoklayalım. “Işınla beni Skati” Kaptan Kirk bu lafı söyledikten sonra bir yerlerden bir yerlere ışınlanırdı. Madde, ışınlayıcı sayesinde enerjiye çevriliyor, bir noktaya odaklanıyor, sonra orada tekrar madde haline geliyordu. Bu kelimelerle tarif edildiğinde hayli basit olan işlem insanların hayal gücünü canlandırdı.
Saatlerce otoyolda kısılı kalmıyorsunuz, kıtalar arası uçuştan sonra jet lag yemiyorsunuz, hiç ama hiç zaman kaybetmeden istediğiniz yerde oluyorsunuz. Sevdiklerinize, kendinize ve her şeye daha fazla zaman ayırabiliyorsunuz.
Bu hayal, daha sonra “Fly” gibi filmlere de esin kaynağı oldu. Crononberg’in bu unutulmaz filminde Jeff Goldblum, Star Trek’teki gibi bir ışınlayıcı keşfetmeye çalışan bir bilgini oynar. (Buradan Serdar Akar yada Emrah Serbes’in Cronoberg hatta biraz zorlamayla Uzay Yolu hayranı olduğu çıkarımına gidebiliriz çünkü Behzat Ç’deki “Hayalet” karakterinin özelliği aslında Goldblum’un oynadığı Seth Brundle karakterinin özelliğidir. )
Gerçekleştirilen işlemi biraz irdelediğimizde, önümüzde yeni bir evren açılıyor. Bir adam platforma çıkıyor. Bilgisayar adamın vücudunu tarayarak her hücresinin hatta atomlarının yerlerini saptayarak kayıt altına alıyor ve bir patron oluşturuyor. Sonra bütün hücreler enerjiye dönüştürülüyor, bu enerji bir noktaya odaklanıyor ve orada eldeki patrona uygun olarak yeniden maddeleştiriliyor.
Buradaki sihirli kelime “Patron”. Elinizde bir patron var. Bir insan patronu.
İnsanlar yüzyıllardır hasta oluyor, yaralanıyor ve bu yüzden ölüyorlar. Elimizde adamın patronu yok mu? Var. O zaman neden onu kullanmıyoruz Eğer teknoloji ışınlanmayı keşfedecek seviyeye gelmişse, her bir organı da ayrı ayrı patronlayabilecek seviyeye gelmiştir. Bu da demektir ki apandistin patlamış olarak binersin, apandistin on yıl önceki gibi inersin. Çok mu yaşlandın, eski patronu al, yeni patrondan beyni yerleştir, iş tamamdır.
Çok iç gıcıklayıcı bir hayal, di mi? Kayıt aldığın noktadan, yeniden yaşamaya başla. Tabi iş bu kadarla da kalmıyor. Modern hayatta da önümüze bambaşka bir ufuk açıyor ışınlama.
İdam cezasının yanında olabilirsiniz ya da olmayabilirsiniz. Bu noktada biraz durup, konuyu kaynaştıracağımız ikinci noktayı analım. Toplumsal fayda sağlayan yada herkesin ortak olarak “iyi” diye belirlediği insanlar vardır. Keşke bu insanlardan daha fazla olsa deriz. Bunlar bulundukları topluluğun tamamı tarafından takdir edilen kişilerdir.
Elimizde bu toplumun üyelerinin tamamı tarafından takdir edilen birisinin patronu var. Işınlama cihazımız da var. Diğer tarafta ise 5 kişiyi planlı bir şekilde acımadan öldürmüş bir kiralık katilimiz var. Koyuyoruz cihaza katilimizi, ışınlıyoruz, dönüyor Atilla İlhan’a. Koyuyoruz sapığımızı, ışınlıyoruz, pat diye karşı tarafta Hulusi Behçet olarak ortaya çıkıyor. Teorik olarak ölüm cezası da uygulamıyorsun. Kimse fiziksel olarak yok olmuyor. Sadece dönüşüyor. Yani radikal denilebilecek bir iyileştirme yöntemi.
Daha öteye gider mi bu? Tabi ki gider. Elimizde “patron” var. Eninde sonunda bu adamı atomik düzeyde dizilişine kadar almışız. Yani neden oluştuğunu çok iyi biliyoruz. 10 üzeri 6 karbon atomu, 10 üzeri 3.3 hidrojen atomu 10 üzeri 2 oksijen atomu falan filan. Hassas terazi kullanarak koyuyoruz ışınlanma platformuna o kadar kömür, hidrojen, oksijen. Işınlıyoruz diğer platforma. Al sana Tunç, al sana Ramazan, al sana Buket, al sana Çağla.
(Not; Bir ara oturup filmini hazırlamıştım. Meraklıları http://www.youtube.com/watch?v=VdpUKMmcPdk ‘den izleyebilirler
http://diflek.com/905/isinlanma-olumsuzlugun-anahtari-mi/
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder