Hekabe, doğurup büyütemediği oğlunun yanından ayrılmıyor, Priamos yıllarca içinde taşıdığı vicdan azabından kurtulmuş olmanın rahatlığını yaşıyordu.
Paris, orman perisi olan sevgilisini babasının sarayına davet etmiş, İonone ormandan ayrılamayacağını söylediğinde önce onu ormanda ziyaret etmeye başlamış, daha sonra bu ziyaretler gittikçe azalmıştı.
Genç Paris, yakın kentlere yaptığı gezilerde aradığını bulamamıştı. Tanrıçanın kendisine vaat ettiği kadın, ortalarda yoktu. Bir müddet sonra Priamos, gezmeye meraklı olan etkileyici oğlunu, politik misyonlarda kullanmaya karar verdi. Onu, Troya’nın gelecekteki kralı Hektor’un yanına katarak, komşularla yapacakları anlaşmaların onaylanması için göndermeye başladı.
Bir gün, saraya gelen bir konuk, artık rutine girmiş sayılabilecek gidişi değiştirdi. Yunanistan’dan gelen tüccar, yaptığı alışverişlerden çok, Helen’in güzelliğini konuşuyordu. Menelaos’un karısı Helen’in. Helen’in güzelliği Yunanistan sınırlarını aşmakla birlikte, her şehir, kendi kadınlarının ve özellikle en güzel sayılan kadınının güzelliğini abartarak yaymaya çalıştığından, Paris bu söylentiyi de ciddiye almamıştı. O ana kadar. Tüccar, zor beğenmekle tanınmış biriydi. Abartmayı sevmeyen bu adam, Helen’in güzelliğini anlata anlata bitiremiyordu. Bu güzellik elbette ki nedensiz değildi. Zeus, tanrısal hediyesini, güzellik olarak vermişti Helen’e.
Priamos’un, uzun süredir gerginlik yaşadığı Yunanistan’a bir iyi niyet elçisi gönderme kararı, Paris’i heyecanlandırmıştı. Belki de tanrıçanın vaat ettiği kadın Helen’di ve onu görmeye gitmeliydi.
Paris’in Yunanistan’a giden heyetin içinde olmasına karar verildiği gece, Kassandra rüyasında Paris’i gördü. Geziden dönen kardeşi, bir ateş topu getirmişti. Sahile indikten sonra, Paris’in elindeki ateş topu büyüyerek, bütün Troya’yı içine aldı. İlyon şehri alevler içinde kalmıştı. Haykırarak uyanan Kassandra babasına gitti.
Gördüklerini Priamos’a söylediyse de, Priamos zaten daha önceden bildiği bir kehaneti tekrarladığı için Kassandra’nın sözlerini kulak ardı etmeyi yeğledi.
Gemi limandan ayrılırken, Kassandra’nın Paris’e yalvarmaları sonuç vermemişti. Genç prens büyük bir kararlılıkla binmişti gemiye. Onlar ufukta yavaş yavaş yok olurken, limandaki insanlar, fark ettirmemeye çalışarak, sinir krizleri geçiren Kassandra’ya gülüyordu.
İlk kez akşamleyin, konukların onuruna verilen yemekte karşılaştılar Helen ile Paris. Hektor kardeşinin ne kadar etkilendiğini sezmişti. Onun kadınlara olan düşkünlüğünü bildiğinden, kardeşini uyardı. Paris gülümseyerek, asla görevlerini tehlikeye atacak bir şey yapmayacağını söyledi.
Helen de, Paris’i gördüğünde, içinde bir ürperme hissetti. Karşı kıyıdan gelen bu delikanlı, onda farklı hisler yaratmıştı[1]. Kendisinden genç olmasına rağmen, onunla birlikte olma isteği doğmuştu içinde.
Afrodit’in dokunduğu Helen, karşı koyma gücünü yitirmişti. Şölendekiler, dağıtılan şarapların etkisiyle kafalarını kaldıramayacak duruma geldikleri sırada, Helen ile Paris ıssız bir köşede sevişiyordu.
Paris ve Hektor’un konuk olduğu süre içinde, Helen ve Paris bir çok kez buluşmuş ama birbirlerine doyamamışlardı. Gitme günü gelip çattığında Paris, Helen’e, kendisi ile birlikte Troya’ya gelmesini teklif etti.
Helen, tanrıçanın etkisiyle, kızını bile unutarak, Paris’le birlikte gitmek için hazırlandı ve aşığı ile birlikte gizlice gemiye bindi[2]
Paris, ağabeyi Hektor’a, olanları, iş işten geçtikten sonra, gemi neredeyse yolun ortasına gelmişken haber verdi. Hektor öfkesinden çıldırmış, ne yapacağını şaşırmıştı. Kadın budalası kardeşi, barışı güçlendirmek için yapılan bir seferi, savaş nedenine çevirmişti. Artık geri dönmek için de çok geçti. Kraliçelerinin Troyalılar tarafından kaçırıldığını herkes konuşuyor olmalıydı. Artık bu noktadan sonra babası karar vermeliydi. Zaten Paris’i yanına o vermişti. İtiraz ettiği halde. Durumu çözmek de onun işiydi.
Gemi limana bağlandıktan sonra kısa bir süre içinde, haber bütün İlyon’da duyulmuştu. Prens Paris, Yunanistan’dan dünyanın en güzel kadınını kaçırıp, Troya’ya getirmişti. Zaten Hesione yüzünden yıllardır diş bileyen İlyon için bu, inanılmaz bir gurur kaynağıydı.
Priamos, Helen’i kabul etti. Gerçekten tüccarın dediği kadar güzeldi Helen. Böyle bir kadının gelini olması ona gurur verirken, Helen’i görmek için bütün Anadolu’dan akacak insanların şehre sağlayacağı gelir de cabasıydı. Evet, Akhalarla zaten iyi olmayan durumu daha da kötüleştirebilirdi bu olay ama, bir savaş nedeni olacağını zannetmiyordu Priamos. Olsa bile, Menelaos küçük bir bölgenin kralıydı. Ağabeyi Agamemnon ve birkaç kralı daha kendisiyle gelmeye ikna etse bile Troya’nın tanrılar tarafından yapılmış surlarını aşabilmelerine olanak yoktu[3]. Ya da en azından Helen için bütün adayların ettiği yemini bilmeyen Priamos, böyle düşünüyordu.
http://diflek.com/1163/troya-4-atesi-getiren-gemi/
Paris, orman perisi olan sevgilisini babasının sarayına davet etmiş, İonone ormandan ayrılamayacağını söylediğinde önce onu ormanda ziyaret etmeye başlamış, daha sonra bu ziyaretler gittikçe azalmıştı.
Genç Paris, yakın kentlere yaptığı gezilerde aradığını bulamamıştı. Tanrıçanın kendisine vaat ettiği kadın, ortalarda yoktu. Bir müddet sonra Priamos, gezmeye meraklı olan etkileyici oğlunu, politik misyonlarda kullanmaya karar verdi. Onu, Troya’nın gelecekteki kralı Hektor’un yanına katarak, komşularla yapacakları anlaşmaların onaylanması için göndermeye başladı.
Bir gün, saraya gelen bir konuk, artık rutine girmiş sayılabilecek gidişi değiştirdi. Yunanistan’dan gelen tüccar, yaptığı alışverişlerden çok, Helen’in güzelliğini konuşuyordu. Menelaos’un karısı Helen’in. Helen’in güzelliği Yunanistan sınırlarını aşmakla birlikte, her şehir, kendi kadınlarının ve özellikle en güzel sayılan kadınının güzelliğini abartarak yaymaya çalıştığından, Paris bu söylentiyi de ciddiye almamıştı. O ana kadar. Tüccar, zor beğenmekle tanınmış biriydi. Abartmayı sevmeyen bu adam, Helen’in güzelliğini anlata anlata bitiremiyordu. Bu güzellik elbette ki nedensiz değildi. Zeus, tanrısal hediyesini, güzellik olarak vermişti Helen’e.
Priamos’un, uzun süredir gerginlik yaşadığı Yunanistan’a bir iyi niyet elçisi gönderme kararı, Paris’i heyecanlandırmıştı. Belki de tanrıçanın vaat ettiği kadın Helen’di ve onu görmeye gitmeliydi.
Paris’in Yunanistan’a giden heyetin içinde olmasına karar verildiği gece, Kassandra rüyasında Paris’i gördü. Geziden dönen kardeşi, bir ateş topu getirmişti. Sahile indikten sonra, Paris’in elindeki ateş topu büyüyerek, bütün Troya’yı içine aldı. İlyon şehri alevler içinde kalmıştı. Haykırarak uyanan Kassandra babasına gitti.
Gördüklerini Priamos’a söylediyse de, Priamos zaten daha önceden bildiği bir kehaneti tekrarladığı için Kassandra’nın sözlerini kulak ardı etmeyi yeğledi.
Gemi limandan ayrılırken, Kassandra’nın Paris’e yalvarmaları sonuç vermemişti. Genç prens büyük bir kararlılıkla binmişti gemiye. Onlar ufukta yavaş yavaş yok olurken, limandaki insanlar, fark ettirmemeye çalışarak, sinir krizleri geçiren Kassandra’ya gülüyordu.
İlk kez akşamleyin, konukların onuruna verilen yemekte karşılaştılar Helen ile Paris. Hektor kardeşinin ne kadar etkilendiğini sezmişti. Onun kadınlara olan düşkünlüğünü bildiğinden, kardeşini uyardı. Paris gülümseyerek, asla görevlerini tehlikeye atacak bir şey yapmayacağını söyledi.
Helen de, Paris’i gördüğünde, içinde bir ürperme hissetti. Karşı kıyıdan gelen bu delikanlı, onda farklı hisler yaratmıştı[1]. Kendisinden genç olmasına rağmen, onunla birlikte olma isteği doğmuştu içinde.
Afrodit’in dokunduğu Helen, karşı koyma gücünü yitirmişti. Şölendekiler, dağıtılan şarapların etkisiyle kafalarını kaldıramayacak duruma geldikleri sırada, Helen ile Paris ıssız bir köşede sevişiyordu.
Paris ve Hektor’un konuk olduğu süre içinde, Helen ve Paris bir çok kez buluşmuş ama birbirlerine doyamamışlardı. Gitme günü gelip çattığında Paris, Helen’e, kendisi ile birlikte Troya’ya gelmesini teklif etti.
Helen, tanrıçanın etkisiyle, kızını bile unutarak, Paris’le birlikte gitmek için hazırlandı ve aşığı ile birlikte gizlice gemiye bindi[2]
Paris, ağabeyi Hektor’a, olanları, iş işten geçtikten sonra, gemi neredeyse yolun ortasına gelmişken haber verdi. Hektor öfkesinden çıldırmış, ne yapacağını şaşırmıştı. Kadın budalası kardeşi, barışı güçlendirmek için yapılan bir seferi, savaş nedenine çevirmişti. Artık geri dönmek için de çok geçti. Kraliçelerinin Troyalılar tarafından kaçırıldığını herkes konuşuyor olmalıydı. Artık bu noktadan sonra babası karar vermeliydi. Zaten Paris’i yanına o vermişti. İtiraz ettiği halde. Durumu çözmek de onun işiydi.
Gemi limana bağlandıktan sonra kısa bir süre içinde, haber bütün İlyon’da duyulmuştu. Prens Paris, Yunanistan’dan dünyanın en güzel kadınını kaçırıp, Troya’ya getirmişti. Zaten Hesione yüzünden yıllardır diş bileyen İlyon için bu, inanılmaz bir gurur kaynağıydı.
Priamos, Helen’i kabul etti. Gerçekten tüccarın dediği kadar güzeldi Helen. Böyle bir kadının gelini olması ona gurur verirken, Helen’i görmek için bütün Anadolu’dan akacak insanların şehre sağlayacağı gelir de cabasıydı. Evet, Akhalarla zaten iyi olmayan durumu daha da kötüleştirebilirdi bu olay ama, bir savaş nedeni olacağını zannetmiyordu Priamos. Olsa bile, Menelaos küçük bir bölgenin kralıydı. Ağabeyi Agamemnon ve birkaç kralı daha kendisiyle gelmeye ikna etse bile Troya’nın tanrılar tarafından yapılmış surlarını aşabilmelerine olanak yoktu[3]. Ya da en azından Helen için bütün adayların ettiği yemini bilmeyen Priamos, böyle düşünüyordu.
http://diflek.com/1163/troya-4-atesi-getiren-gemi/
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder