Şizofreni tedavisinde kullanılan
antipsikotik ilaçlar ilk olarak 1950 yıllarında ortaya çıkmıştır. Bu ilaçlar
hastalarda ortaya çıkan belirtileri yatıştırmakta hastanın günlük yaşama uyumunu
artırmakta, iş verimini yükseltmekte ve hastalığın tekrar ortaya çıkışını
önlemektedir ancak hastalığın tam olarak ortadan kalkmasına yardımcı
olamamaktadır.
İlacın seçimi ve doz ayarlaması hastaya
ve hastanın belirtilerine göre değişir. Hangi ilacın, ne dozda kullanılacağı
ancak deneme ve yanılma yolu ile anlaşılmaktadır. Her ilaç her hastaya
yaramamakta, bazı hastalarda bazı ilaçlar ufak dozlarda bile şiddetli yan
etkiler çıkarabilmektedir. Bazı hastalarda yüksek doz ilaç kullanımına rağmen
belirtiler azalarak devam etmekte, nadir de olsa bazı hastalar halen var olan
hiçbir ilaç tedavisinden faydalanamamaktadır.
Son on yılda atipik antipsikotikler
olarak adlandırılan yeni bir grup ilaç şizofreni tedavisinde kullanılmaktadır.
Bu grup ilaçlardan ilki ve en etkili olanı Clozapine’dir. Etkinliği yanında
kandaki beyaz hücrelerde ani düşme gibi hayatı önemi olan bir yan etkisi olması
dolayısıyla doktor kontrolünde ve dikkatli kullanılması gerekir. Bu grupta
yurdumuzda halen kullanılan diğer ilaçlar Risperidone, Olanzapine ve
Quetiapine’dir. Bu ilaçların yan etkileri Clozapine göre daha az olmasına rağmen
yine de değişik yan etkiler görülebilmektedir. Bu grup ilaçlar klasik ilaçlara
göre oldukça pahalıdır. Bunlar dışında halen yeni ilaçlar geliştirilmeye
çalışılmaktadır.
Şizofreni tedavisinde kullanılan
ilaçlar özellikle ses işitme, hayal görme, şüphecilik gibi bazı belirtileri
kolayca ortadan kaldırabilirken, ilgi, istek azlığı ve duygulanımda azalma gibi
bazı belirtilere fazlaca etkili olamamaktadır.
Haloperidol gibi klasik
antipsikotiklerin uygulanmasında ilave ilaç kullanımını gerektirecek yan etkiler
sıkça görülürken atipik antipsikotiklerle bu yan etkiler çok nadirdir.
Hastaları ve yakınlarını en çok
kaygılandıran konu hastalarda bu ilaçlara bağımlılık gelişmesidir. Ancak bu
ilaçların bağımlılık yapıcı yan etkisi kesinlikle yoktur.
İlaçların Etki Mekanizması
Nedir?
Şizofrenide beyinde varolan ve
düzenleyici, haberci gibi işlevleri olan dopamin, serotonin ve glutamat gibi
nörotransmitterlerde işlev bozukluğu olduğu ve hastalığın bu nedenle ortaya
çıktığı düşünülmektedir. Her hastada bu maddelerle ilgili ortaya çıkan işlev
bozukluğu farklı şekillerdedir ve buna bağlı olarak ortaya çıkan belirtilerde
hastadan hastaya değişir. Bazı hastalarda sorun ağırlıklı olarak dopamin
sistemindedir ve bu hastalar dopamin sistemini etkileyen klasik nöroleptiklerden
daha çok faydalanır. Bazı hastalarda ise sorun daha çok serotonin sistemindedir
ve bu hastaların klasik ilaçlara yanıtı azdır ve yeni grup ilaçlar bu hastalarda
oldukça etkili olmaktadır.
Her hastaya uygun ilaç, uygun doz ve
kullanım şekli farklıdır. Hastalığın belirtilerinin ani ortaya çıktığı ve
şiddetli olduğu vakalarda kas içine verilen iğne formları kullanılabilir. Yine
hastanın durumuna göre ağızdan damla, şurup veya hap şeklinde uygulama yapılır.
İlaçlara ne kadar devam etmek
gerekir?
Bu ilaçlar hastalığı kontrol altına
aldığı gibi tekrarlama şansını da düşürürler. Bazı hastalarda ilaç kullanımının
devam etmesine rağmen hastalık tekrarlayabilir. Ancak ilaçların kısa süreli
kullanılıp kesilmesi ile hastalığın tekrarlama şansı daha fazladır. Hastalığın
alevli olduğu dönemde ilacı daha yüksek dozda kullanılmalı, belirtiler yatışınca
doz azaltılmalıdır. Bazı hastalarda dozun azaltılması ile hastalık
tekrarlayabilir, bu durumda dozun tekrar artırılması gerekir. İlaçların uygun
dozda uygun sürede kullanılması, düzenli doktora gitme hastalığın kontrol
altında tutulması yönünden önemlidir. Bu hastalar tedavilerini düzenli sürdürme
konusunda genelde güçlük çekerler. Hasta yakınlarının bu konuda hastalara
yardımcı olması önemlidir.
Hastaların düzenli ilaç kullanmamasının
çeşitli nedenleri vardır:
-
Bazıları hasta olduğunu kabul etmez ve
ilaç kullanmaya ihtiyacının olmadığını düşünür
-
Düşüncelerinde dağınıklık olduğu için
düzenli ilaç alamayabilir
-
Hasta yakınları hastalığın tam
bilincinde olmadığı için hastayı ilaç kullanımı konusunda olumsuz yönde
etkileyebilir
-
Yan etkiler nedeni ile hasta ilaç
kullanmak istemeyebilir, tedavi eden hekim bu konuyu dikkate almaz ise hastanın
tedaviye uyumu bozulabilir
-
İlaç kullanımı uzun süreli olduğunda
hastanın ekonomik gücü dikkate alınmalıdır. Alım güçlüğü içinde olan hastalara
pahalı ilaçların başlanması tedaviye devamı güçleştirebilir
-
Tedavinin kolay uygulanabilir olması
önemlidir. Çok sayıda ve gün içinde değişik zamanlarda uygulanan çok sayıda
ilacın kullanılması tedaviye uyumu bozabilir
Tedavide uyum güçlüğü olan hastalarda
uyumu artırıcı önlemler alınabilir: Yan etkisi çok olan ilaçtan az yan etkili
ilaca geçme, ilacın en etki ve en düşük dozda kullanımı, ağızdan alınan ilaçlar
yerine iğne ile kas içine vurulan depo ilaçların kullanımı
v.b.
Bazı hastalar bir günde kullanacağı
ilaçları bir kutuya koymakta ve oradan alarak ilaç alıp almadıklarını kontrol
etmektedir. Hasta yakınlarının da bu konuda hastalara yardımcı olmaları
önemlidir.
İlaçların yan etkileri
nelerdir?
Klasik nöroleptiklerin en sık görülen
yan etkisi kaslarda kasılma, sertlik hissetme, ayakları sürekli hareket ettirme
ihtiyacı, hareketlerde yavaşlamadır. Daha seyrek olarak ağız kuruluğu, bulanık
görme,kabızlık, sersemlik hissi, kadınlarda adet düzensizliği ve memelerden süt
gelmesi, erkeklerde ejakülasyon güçlüğü görülebilir. Daha çok sakinleştirici ve
uyutucu etkisi olan ilaçlarla ağız kuruluğu, tansiyon düşmesi, bulanık görme,
kabızlık gibi yan etkiler daha fazla görülürken, sakinleştirici ve uyutucu
etkisi az olan belirtileri daha iyi kontrol altına alan haloperidol gibi
ilaçlarda kaslarda kasılma, yerinde duramama gibi yan etkiler daha fazladır.
İlaçların uzun süre kullanımı ile
kalıcı yan etkiler ortaya çıkabilir. Bu yan etkilerin başında ağız, dudak, yüz
ve beden kaslarında görülen istemsiz hareketler gelir.
Atipik antipsikotikler olarak
adlandırılan yeni grup ilaçlarla bu tip kalıcı yan etkiler çok nadiren ortaya
çıkmaktadır. Özellikle genç hastalarda daha az yan etkisi olan ve kalıcı yan
etkiler ortaya çıkarma olasılığı düşük olan ilaçlar tercih
edilmektedir.
Atipik antipsikotiklerden clozapine
kullanan hastaların %1’inde kandaki beyaz kürelerde düşme olabilmektedir. Bu
durumda ilacı kesmek gerekir. Bu yan etkiyi kontrol edebilmek için hastaların
düzenli kan kontrollerine gelmeleri uygundur. Bunun dışında sersemlik, uyku
hali, yorgunluk, tansiyon düşmesi, salya artışı gibi yan etkiler görülebilir.
Risperidon, ketiapin ve olanzapin de
kan beyaz küresinde düşme gösterilmemiştir. Ancak bu ilaçlarla da tedavinin
başında sersemlik, yorgunluk, tansiyon düşmesi olabilir. Hastanın tolere
edemeyeceği kadar yan etki ortaya çıktığında dozun yavaş yavaş artırılması
uygundur. Bu ilaçlar içinde en az yan etki çıkaran olanzapindir. Risperidon ile
kas kasılması gibi yan etkiler olabilir. Bu durumda klasik ilaçlarda olduğu gibi
antiparkinson ilaç kullanımı gerekebilir. Özellikle clozapin ve ketiapinde doz
yavaş yavaş artırılmalıdır.
İlaçların yan etkilerinin ortaya çıkışı
hastaların duyarlılığına da bağlıdır. Aynı ilacın aynı dozu bir hastada hiçbir
yan etki ortaya çıkarmazken başka bir hastada şiddetli yan etkiler görülebilir.
Hastanın tolere edemeyeceği yan etkiler ortaya çıktığında ilaç dozunu azaltmak,
ilacı değiştirmek veya yan etkileri gidermeye yönelik başka ilaçlar başlamak
uygundur. Bu ilaçların kullanımı genelde uzun sürelidir, bazen ömür boyu ilaç
kullanmak gerekebilir. Hastalığın alevli olduğu dönemde yüksek doz ilaç
kullanımı gerekirken belirtiler kontrol altına alındıktan sonra doz
azaltılmalıdır. Doz azaltılmasını doktor kontrolünde yapılması gerekir. Bazen
doz azaltılması sırasında hastalık belirtileri tekrar alevlenebilir. Bu durumda
tekrar doz artışı yapılmalıdır.
Kas kasılmasını önlemeye yönelik
antiparkinson ilaçlar kullanılmaktadır. Bu ilaçların ne amaçla kullanıldığını
bilmeyen hastalarda bu ilaçlar bazen yanlış anlaşılmalara yol açmaktadır.
Psikozlarda bu ilaçların kullanımı sadece yan etkiyi önlemeye yöneliktir.
Yine yan etkileri kontrol altına almak
amacı ile anksiyete giderici ilaçlar, antihistaminikler,duygu durum
düzenleyicileri kullanılabilir. Bazen hastalığın belirtilerinin yatışmasının
ardından depresyon görülebilir veya yeni grup ilaçların kullanımı sırasında
obsesif belirtiler görülebilir, bu durumda antidepresan ilaç kullanımı
gerekebilir.
Şizofrenide Kullanımı Önerilmeyen
İlaçlar Neledir?
Şizofreni hastaları ve diğer
psikozlarda hastalar ilaç tedavisi altında iken bazı ilaç ve maddelerin
kullanımı önerilmez. Bunlar tedavi amacıyla kullanılan ilaçların etkisine ters
etkide bulunarak tedaviyi olumsuz etkiler.
-
Madde kullanımı: LSD, kokain, amfetamin
gibi bağımlılık yapan bazı maddelerin kullanımı sırasında şizofeniye benzer
belirtiler ortaya çıkar. Psikiyatrik hastalığı olan kişilerde bu durum
istenmeyen sonuçlara yol açabilir. Marihuana gibi bilinci bulandıran ilaçlarda
antipsikotik ilaçlarla etkileşir ve hastalığın tekrar alevlenmesine yol
açabilir.
-
Alkol kullanımı: Uzun süre alkol
kullanımı da şizofreniye benzer belirtiler ortaya çıkarabilir. Ayrıca alkol
ilaçlarla etkileşerek ilaçların beyin üzerindeki etkisini artırır ve bu bazen
tehlikeli sonuçlara yol açabilir.
-
Kafein: Kahve, kola, çay gibi kafein
içeren içecekler kişide kaygıyı artırıcı yönde etki eder. Yerinde duramama,
sinirlilik ve gerginlik gibi belirtilerde artışa yol açar. Akşamları fazla
alındığında uykuya geçmeyi güçleştirebilir. Bu nedenle fazla miktarda
tüketiminden kaçınılmalıdır.
-
Antiasitler: mide asidini gidermeye
yönelik kullanılan ilaçlar veya şuruplar nöroleptiklerin emilimini
güçleştirebilir. Bu nedenle aynı zamanda alınmaması uygundur.
Psikososyal tedaviler
nelerdir?
Şizofreni yoğun olarak 18-35 yaşları
arasında görülür. Bu yaşlar aynı zamanda okul yaşamı, meslek edinme ve evlenme
gibi yaşamı önemli ölçüde etkileyen olayların geliştiği evredir. İlaçlar
hastalardaki belirtileri ortadan kaldırmakta ancak hastanın toplumsal uyumuna
yardımcı olamamaktadır. Hastalar kendi bakımını üstlenme, insanlarla ilişki
kurma ve ve bu ilişkiyi sürdürmede güçlükler yaşamaktadır. Bütün bu güçlükleri
ortadan kaldırabilmek için psikososyal tedaviler şarttır. Ailenin hastalık
konusunda bilgilendirilmesi ve eğitilmesi gerekir. Hastaların dayanışma içine
girdiği destek grupları bu açıdan oldukça faydalıdır. Bireysel psikoterapilerle
hastanın ilişkilerini düzenlemesine ve sosyal ilişkilerini geliştirmesine
yardımcı olunabilir.
İstanbul’da hastalara ve ailelerine
destek amacıyla kurulmuş olan “Şizofreni Dostları Derneği” bu alanda aktif
olarak hizmet vermektedir. Şizofreni hastaları bu dernek yardımı ile grup
çalışmalarına katılabilmektedir. Derneğin çıkardığı yayınlarla hasta
yakınlarının bilgilendirilmeleri amaçlanmaktadır.
Aile ve çevrenin yardımı nasıl
olur?
Hastalara en büyük destek aileden
gelmektedir. Bunun yanında akrabalar, arkadaşlar, komşular ve sosyal yardım
kurumlarının desteği göz ardı edilemez.
Bazı durumlarda şizofreni hastalarının
sosyal destek ihtiyacı artmaktadır. Örneğin tedavi olmak istemeyen ve tedavi
olmayı reddeden hastaları doktora gitmeye razı etmek gerekir. Hastalığın doğası
gereği başlangıçta hastalar hasta olduklarını kabul etmeyebilirler. Bazen de
hastalar kendilerine veya çevreye zarar verecek ölçüde saldırgan olabilirler. Bu
durumda hasta doktora gitmeyi kabul etmiyorsa doktora götürebilmek için emniyet
güçlerinden yardım istenebilir.
Muayene sırasında hastalar bazen
belirtileri doktorla paylaşmak istemeyebilirler. Doğru tanının konup, tedavi
takibinin iyi yapılabilmesi için hasta ile bir arada yaşayan hasta yakınlarının
hastanın durumu konusunda doktoru bilgilendirmeleri önemlidir.
Tanının erken dönemde konup tedavinin
erken başlanması tedavide başarı şansını artırmaktadır. Tedavi olmayan
hastaların kendine bakımı azalmakta, sosyal uyumu bozulmakta yalnız başına
kaldığında çoğu kendi bakımını üstlenemez hale gelmektedir. Ailesi yakını
olmayan ve düzenli tedavi göremeyen hastalar ya suç işleyerek hapishaneye
düşmekte veya açlık ve yoksulluk içinde sokaklarda yaşamaya mahkum olmaktadır.
Hastalarda olmayan sesleri işitme veya
olmayan hayaller görme gibi belirtiler olabilir. Bazen de “bana kötülük
yapacaklar, beni zehirleyecekler” gibi yanlış inanışlar gelişebilir. Bu algılar
ve inanışlar hasta tarafından kesinlikle doğru kabul edilir, tartışma ile
bunları değiştirmeye çalışmak pek fayda etmez. Bazen hastalar yakınlarına ses
işitip işitmedikleri veya hayal görüp görmediklerini sorar bu durumda
duymadığını veya görmediğini, bu belirtilerin hastanın hastalığının bir parçası
olduğunu söylemek gerekir.
İyileşmiş hastalarda hastalığın
tekrarlaması durumunda belirtilerin ortaya çıkışı hasta yakınları tarafında
gözlenebilir. Bu durumu fark edip tedaviye erken başlamak hastalığın kısa sürede
kontrol altına alınmasını kolaylaştırır. Hastanın daha önce faydalandığı
ilaçları kaydetmek ve yeni atakta bunu doktora iletmek, günlük hayatta ortaya
çıkan değişimleri aktarmak doktorun tedavi planı yapmasında oldukça faydalıdır.
Hasta ailesi ve çevresinin bu
desteklerinin yanında hastanın daha önce var olan yeteneklerini tekrar ortaya
çıkarmasına yardımcı olması gerekir. Hastanın hastalıklı yönlerini vurgulamak
yerine sağlıklı yönlerinin ele alınması hastanın kendine olan güvenini kazanması
açısından önemlidir. Örneğin yazma veya resim yeteneği olan bir hastanın bu
yönlerinin desteklenmesi ve yeteneklerini geliştirmesi amacıyla ortam sağlanması
sürekli hastalığı üzerinde durulmasından daha olumlu bir etki yapar
|
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder