31 Aralık 2012 Pazartesi


YEMEN DE OSMANLI ASKERLERİNİN AKİBETİ VE DIRAMI

 H.Hüseyin BALAK (ESKİ MİLLET VEKİLİ) kaleminden,

TÜRKİYE – YEMEN Parlementoları arasında oluşturulan dostluk gurubu üyesi olduğum için Yemen Parlementosu tarafından yapılan davete dört milletvekili olarak oluşturduğumuz bir heyetle icabet ettik. 21-27 Haziran 2002 tarihleri arasında gerçekleşen bu seyahat esnasında, ön bilgi sahibi olmak için YEMEN hakkında yazılmış birkaç kitap okudum. Gerek okuduğum kitaplar ve gerekse bizzat görerek müşahade ettiğim şeyler karşısında hayretler içerisine düştüm.

Türk tarihinde kanayan ve hiç kapanmayan bir yarayı anlatan bu sayfalar bu asil milletin evlatlarının devletine olan bağlılığının, muhabbet ve sevgisinin, zamanın devlet yöneticileri tarafından nasıl istismar edildiği ve Yemen macerasının nasıl bir faciaya dönüştüğünü anlatmaktadır.

Edindiğim bilgilerden sonra bu millete mensub olmanın Allah’ ın insana bahşettiği büyük bir lütuf olduğu düşüncesiyle, o masum anadolu evlatlarına vicdanen duyduğum aşk, muhabbet ve hicranın bir tezahürü olarak bu satırları kaleme alıyor ve bu hicranı, yeisi, elemi sizlerle paylaşıyorum.

Millet olarak bizler, milli ve mukaddes değerlerimiz uğrunda en aziz varlığımız olan hayatımızı dahi fedadan imtina etmeyecek bir inanç doğrultusunda yetiştirildik. Bu milli ve mukaddes değerleri korumak için elzem olan yegane materyalin insan olduğu düşünülecek olursa, insanımız üzerinde devlet ve yöneticileri olarak göstereceğimiz hassasiyet ve şefkatin fevkalade yüksek olması lazım gelir diye düşünmekteyim. Fakat ne hazin bir tecellidir ki tarih boyunca hovardaca harcanan, israf edilen, yegane kaynağımızın, insanımız olduğu görülmektedir.

Şimdi gelelim konumuza...

Yemen denilince Arap yarımadasının güney batısında kahvesiyle meşhur, eskiden Osmanlı mülkü içinde yer alan, sıcak iklimi, çöllerle kaplı dümdüz arazisi olan bir ülke aklıma gelirdi.

Gerçekte sadece sahil ve ülkenin doğu kesimleri düzlük olup iç ve kuzey kesimleri dağlık ve çok engebelik, asırlarca süregelen erozyon neticesinde kayaların ve kayalardan oluşan sarp dağların bulunduğu, rakım ortalamasının 2500 metrenin üzerinde olduğu bir arazi yapısına sahiptir. Başşehri olan Sana’ nın deniz seviyesinden 2350 metre yüksekte olması bilgisi, Yemen arazisini hayalinizde tecessüm ettirmenizi kolaylaştıracaktır.

Ahalisinin tamamı müslüman olup irili ufaklı aşiretlerden oluşan bir sosyal yapıya sahiptir. Kişi başına milli gelir 450 $ dır. İhracatını ham petrol, ham deri, balık ve deniz ürünleri teşkil etmektedir.

Hangi ülkede yaşamak istersin sualine karşılık, hiçbir karı ve zenginliği olmayan, çilenin hakim olduğu, hayatta kalmanın sanat sayıldığı bir mekan olarak görüleceğinden ve kimse tarafından tercih edilmeyeceğinden emin olabilirsiniz.

İşte böyle bir belde için müslüman Türk evladının başına gelen felaketi tarihi seyri içinde anlatmaya çalışacağım.

Türkçe karşılığı ile imam; önder demek olduğundan kendine güvenen herkes bir kabilenin başına imam kesiliyor ve Yemen’ in her tarafında kavgalar savaşlar devam edip gidiyordu.

Diğer taraftan Mısır, bilhassa Portekizlilerin baskısına maruz kaldığından Mısır Sultanları şayet ülkeleri istilaya uğrarsa kendilerine kaçacak ve barınacak bir yer hazırlamak maksadıyla Yemen’ i ele geçirmeye çalışıyorlardı.

Hacı Raşit Paşa’ nın yazdığı tarihe göre Yemen’i Aden’e kadar hükmü altına alarak yıllardan beri kasıp kavurmakta olan Sultan Amir isminde ki imam Mısırlılarla savaşa savaşa Aden’den Sana’ ya kadar çekiliyor. Sana’ da Mısır askerleri tarafından yakalanan Sultan Amir ‘ in kafası kesiliyor. Sultan Amir’ in zulmünden kurtulduğuna sevinen Yemenliler Kölemen askerlerinin yağmada ve mezalimde Sultan Amir’ i aratmadıkları ve ondan aşağı kalmadıklarını anlamakta gecikmiyorlar. Sana ahalisinden 1500 kişinin kafasını kestikleri gibi zengin fakir demeden herkesin malını yağmalayıp halka çeşitli zulüm yapıyorlardı.

Mısır Sultan’ ı Emir İskender’ i Yemen Valisi olarak atamıştı. Yavuz Sultan Selim’ in 1517 de Mısır’ı fethettiğini duyan Emir İskender Sanalıları Camii Kebir’ de toplayarak Mısır’ ın Osmanlı tarafından fethedildiğini dolayısıyla Yemen’inde Osmanlı mülkü olduğunu ve Yemen halkının da Osmanlı tebasına geçtiğini söyleyip biat ettirmiş ve Yavuz Sultan Selim için camilerde hutbe okutmuştu. İşte Türklerle Yemen arasında ilmikli bir bağ yaratan ilk tarihi hadise bu hutbe olmuştur.

Yavuz Sultan Selim Han Emir İskender’e paşalık ünvanı vererek 1517’ de Yemen’e vali tayin etmiş. Bu tarihten itibaren Osmanlı İmparatorluğunun bir parçası haline gelen Yemen’ i artık ne pahasına olursa olsun muhafaza etmek, asileri itaata zorlamak bunun içinde anayurttan ordular yollamak lüzumu hasıl olmuştur.

1520 de Yavuz’ un ölümü neticesi tahta geçen Kanuni tarafından Yemen tekrar feth olunmuştur.

Ancak şu da bilinmelidir ki; Yemen tarihin hiçbir kesiminde fethedilememiştir. Şehare mıntıkası denilen ve imamlara isyan karargahı olan bu yerler hiçbir ordu tarafından zaptedilmemiş yerlerdir. Bundan başka Yemen tamamen zapt olunsa bile ordunun çiğneyip geçtiği yerlerde ilk fırsatta isyan ve savaş tekrar başlardı. Yemen’in tabiat ve hasleti böyle olunca Osmanlı İmparatorluğu ömrünün sonuna kadar Yemenle uğraşmıştı. Kanuni zamanında imam Mutahhar Yemen Fatihi ÖZDEMİR paşaya kök söktürmüş Kanuni de Özdemir Paşa ya takviye kuvvet gönderdiği gibi imam Mutahhara da 4-5 sayfalık bir ferman yazmıştır. İmam Mutahhar Kanuni’ nin fermanına ve akıbetinin ölüm olacağını bildiren kati ifadeli bu tehdide ehemmiyet vermemiş, devleti uzun yıllar uğraştırmıştır.

Osmanlı ordusu ile imam emrindeki kuvvetler arasında geçmiş savaşlar Yemen arazisinin her dağı ve her yamacı bir müstahkem mevkii denilecek kadar sarp ve çetin oluşu, Türk askerinin yılmayan sebatı, en korkunç yerde bile irkilmeyen kahramanlığı, Yemen halkının da yaşadıkları yer kadar çetin savaşçı olması yüzünden çok kanlı geçmiştir.

Süveyş kanalının açılışından sonra 1870 de Asir’ de Mehmet bin Ayz adı ile türeyen bir emir’ in Yemen de ki Türk hakimiyetini söküp atmak için harekete geçmesi üzerine İstanbul işi ciddiye alarak Redif paşa komutasında 17 tabur ve Mısır’ dan yirmi bin kişilik bir kuvvet gönderdi. Sonra Gazi Muhtar Paşa komutayı alıp isyanı bastırmıştı.

Hiç bitmeyen isyanları bastırmak için 1870-1919 arasında yüz binlerce Anadolu çocuğu yemen ellerine gönderilmişti.

Tarihçi diyor ki: “ Bizler son kafile olarak 1919 da Yemen den ayrıldığımıza göre Türkler Yemen de tam 400 sene kalmışlardır. Bu dört yüz sene içinde mücadele, isyan,kıtal (saldırı) devam etmiş ne Yemenlilerin huyu değişmiş ne de biz bu inattan vazgeçmişiz. Yemen’in en sakin görünen zamanları bile mevzi vakalarla ve hastalıklarla Türk askerinin ölümüne sebep olmuştur. Hani geçmişte yüz yıl muharebeleri meşhurdur ya, tarihin en uzun süren savaşı olarak gösterilir. Yemen harbi yüz yıl savaşlarından dört misli daha uzun yani 400 sene sürmüştür. Çölü, suyu, dağı, taşı askere düşman olan bu ülkede ne gayeyle 400 sene harp edildi? Neden iç tarafları olsun kendi haline bırakmadıkta Türk Milletine tarihin en büyük felaketini yükledik. Yemen’den ne bekliyorduk? Oralarda ne yapmak istiyorduk?

Yemen’ e gönderildikten sonra öz yurtlarıyla alakası kesilmiş gibi bir duruma düşen Türk Askeri, boyna ölüyor, halkın dilinde Yemen’e giden dönmez sözü yalanlanamaz bir hakikat şekline dönüşüyordu. Yemende Osmanlı idaresi silaha davranıyor, silahı kullanan asker ise orada ancak ölüyordu.

Yemen e asker göndermekte çok güçlük çekiliyordu. Bundan dolayı Zeydiler güç kazandılar ve 1905 de 7. orduyu yenerek Sana’ aldılar. Bunun üzerine İttihat ve Terakki Hükümeti Yemen’ e kuvvetli bir ordu yolladı. Aynı zamanda imam Yahya ile müzakereye girişti. Sonunda imamın muayyen bir mıntıkada hükümet etme hakkını tanıyarak 1910’ da muahade imzalandı. Tarihler vakaları, savaşları yazıyorlar. Fakat hastalıklardan nerede, ne kadar asker öldü? Bunu hiçbir kitap yazmıyor. Şunu diyebiliriz ki: Yemen’ de harplerde ölen asker mevcudu, hastalıklardan ölenlerin onda biri dahi yoktu.”

Yine tarihçi diyor ki:

“ Yemen vilayetinin teşkilatından bu güne kadar her gün askerden ve ahaliden bir seylap-ı hun akmaktadır ki Şap Denizi bir derya- sürahsar-ı hunine tahvil eyledi. Arapların da onu bahr-i ahmer namıyla tevsim etmeleri hakikate munkalip oldu.”

Yani Yemen’ de bir kan seli akmaktadır ki Şap Denizini kızıl bir kan deryasına çevirdi. Arapların onu Kızıl Deniz diye isimlendirmesi hakikat haline geldi anlamına gelmektedir.

Hiçbir Osmanlı sultanının ve sadrazamının görmediği, elimizde tutmakla hangi menfaati temin ettiğimizi bilmediğimiz Yemen için tarihçi Ahmet Raşit Paşa 1872 yılında ki Yemen gelir gider hesabını kayıtlardan çıkartıp şöyle göstermiştir.

Bütün Yemen’ in senelik varidatı Yıllık Masraf Açık

Kise ( 5 altın sikkeye tekabül eden Kise Kise

para birimi)

50,000 85,000 35,000

Çok vahim olan tarihi vakaları bir makalelik sayfalara sığdırmak imkansız olduğundan ben burada tarihçinin yorumunu alarak sizlere intikal ettirdim. Sizler muhayyilenizde bu vehameti ne kadar büyütecek olursanız abartmış olmazsınız diye düşünüyorum.

İşte böyle kuru bir inat uğruna elde tutulmak için asırlarca mücadele verilen ve bu mücadele de başarı göstermek için hayatının baharında yurtlarından, yuvalarından alınarak binlerce kilometre uzaklıktaki Yemen Çöllerine getirilip katlettirilen veya hastalıklara yenik düşürülen anadolu evlatlarının dramı bağrımı yaktı.

Yemen reis-i cumhurunun emriyle restore ettirilen Osmanlı Kışlasını gezerken; anadoludan yeni gelmiş, vatanına hizmet heyecanıyla yanıp tutuşan, kırmızı yanaklı, burma bıyıklı, her birisi bir sıhhat ve kuvvet kaynağı olup bir fazilet abidesi gibi duran nöbetçileri, talimgahlarda talim eden askerleri görür, aynı aşk ve heyecanı duyar gibi oldum. Biraz ötede ki şimdi Askeri Müze olarak kullanılan Osmanlı Hastanesini gezerken de ranzalarda vatanının, görmediği hatta mevcudiyetinden bile bihaber olduğu yavrusunun, simasını dahi güçlükle hatırladığı karısının hasretiyle solgun dudağından

Şu Yemen elleri

Ne de yamandır

Burası Buş’tur

Yolu yokuştur

Giden gelmiyor


Acep ne iştir.

Diye dökülen hicran dolu nameleri duyar gibi oldum. Göz pınarlarıma dolan damlaları göstermemek için tenhalara kaçtım.

Cenab-ı Hak bu necip milleti bir daha böyle acılara garketmez diye dua ederek dört yüz elli binle bir milyon arasında muhtelif rakamların söylendiği şehitlerimizin ruhlarına Fatiha okudum.

Bu mübarek insanların hepsini rahmetle anıyor, aziz hatıraları önünde hürmetle eğiliyorum
 
Kaynak: H.Hüseyin BALAK
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder