YEMEN DE OSMANLI ASKERLERİNİN AKİBETİ VE DIRAMI
TÜRKİYE – YEMEN Parlementoları arasında oluşturulan dostluk gurubu üyesi
olduğum için Yemen Parlementosu tarafından yapılan
davete dört milletvekili olarak oluşturduğumuz bir heyetle icabet ettik. 21-27
Haziran 2002 tarihleri arasında gerçekleşen bu seyahat esnasında, ön bilgi
sahibi olmak için YEMEN hakkında yazılmış birkaç kitap okudum. Gerek okuduğum
kitaplar ve gerekse bizzat görerek müşahade ettiğim
şeyler karşısında hayretler içerisine düştüm.
Türk tarihinde kanayan ve hiç
kapanmayan bir yarayı anlatan bu sayfalar bu asil milletin evlatlarının
devletine olan bağlılığının, muhabbet ve sevgisinin, zamanın devlet yöneticileri
tarafından nasıl istismar edildiği ve Yemen macerasının nasıl bir faciaya
dönüştüğünü anlatmaktadır.
Edindiğim bilgilerden sonra bu
millete mensub olmanın Allah’ ın insana bahşettiği büyük bir lütuf olduğu düşüncesiyle, o
masum anadolu evlatlarına vicdanen duyduğum aşk,
muhabbet ve hicranın bir tezahürü olarak bu satırları kaleme alıyor ve bu
hicranı, yeisi, elemi sizlerle paylaşıyorum.
Millet olarak bizler, milli ve
mukaddes değerlerimiz uğrunda en aziz varlığımız olan hayatımızı dahi fedadan
imtina etmeyecek bir inanç doğrultusunda yetiştirildik. Bu milli ve mukaddes
değerleri korumak için elzem olan yegane materyalin insan olduğu düşünülecek
olursa, insanımız üzerinde devlet ve yöneticileri olarak göstereceğimiz
hassasiyet ve şefkatin fevkalade yüksek olması lazım gelir diye düşünmekteyim.
Fakat ne hazin bir tecellidir ki tarih boyunca hovardaca harcanan, israf edilen,
yegane kaynağımızın, insanımız olduğu görülmektedir.
Şimdi gelelim
konumuza...
Yemen denilince Arap yarımadasının
güney batısında kahvesiyle meşhur, eskiden Osmanlı mülkü içinde yer alan, sıcak
iklimi, çöllerle kaplı dümdüz arazisi olan bir ülke aklıma
gelirdi.
Gerçekte sadece sahil ve ülkenin
doğu kesimleri düzlük olup iç ve kuzey kesimleri dağlık ve çok engebelik,
asırlarca süregelen erozyon neticesinde kayaların ve kayalardan oluşan sarp
dağların bulunduğu, rakım ortalamasının 2500 metrenin üzerinde olduğu bir arazi
yapısına sahiptir. Başşehri olan Sana’ nın deniz
seviyesinden 2350 metre yüksekte olması bilgisi, Yemen arazisini hayalinizde
tecessüm ettirmenizi kolaylaştıracaktır.
Ahalisinin tamamı müslüman olup irili ufaklı aşiretlerden oluşan bir sosyal
yapıya sahiptir. Kişi başına milli gelir 450 $ dır. İhracatını ham petrol, ham
deri, balık ve deniz ürünleri teşkil etmektedir.
Hangi ülkede yaşamak istersin
sualine karşılık, hiçbir karı ve zenginliği olmayan, çilenin hakim olduğu,
hayatta kalmanın sanat sayıldığı bir mekan olarak görüleceğinden ve kimse
tarafından tercih edilmeyeceğinden emin olabilirsiniz.
İşte böyle bir belde için müslüman Türk evladının başına gelen felaketi tarihi
seyri içinde anlatmaya
çalışacağım.
Türkçe karşılığı ile imam; önder
demek olduğundan kendine güvenen herkes bir kabilenin başına imam kesiliyor ve
Yemen’ in her tarafında kavgalar savaşlar devam edip
gidiyordu.
Diğer taraftan Mısır, bilhassa
Portekizlilerin baskısına maruz kaldığından Mısır Sultanları şayet ülkeleri
istilaya uğrarsa kendilerine kaçacak ve barınacak bir yer hazırlamak maksadıyla
Yemen’ i ele geçirmeye çalışıyorlardı.
Hacı Raşit
Paşa’ nın yazdığı tarihe göre Yemen’i Aden’e kadar
hükmü altına alarak yıllardan beri kasıp kavurmakta olan Sultan Amir isminde ki
imam Mısırlılarla savaşa savaşa Aden’den Sana’ ya
kadar çekiliyor. Sana’ da Mısır askerleri tarafından yakalanan Sultan Amir ‘ in
kafası kesiliyor. Sultan Amir’ in zulmünden kurtulduğuna sevinen Yemenliler
Kölemen askerlerinin yağmada ve mezalimde Sultan Amir’ i aratmadıkları ve ondan
aşağı kalmadıklarını anlamakta gecikmiyorlar. Sana ahalisinden 1500 kişinin
kafasını kestikleri gibi zengin fakir demeden herkesin malını yağmalayıp halka
çeşitli zulüm yapıyorlardı.
Mısır Sultan’ ı Emir İskender’ i
Yemen Valisi olarak atamıştı. Yavuz Sultan Selim’ in 1517 de Mısır’ı
fethettiğini duyan Emir İskender Sanalıları Camii
Kebir’ de toplayarak Mısır’ ın Osmanlı tarafından
fethedildiğini dolayısıyla Yemen’inde Osmanlı mülkü olduğunu ve Yemen halkının
da Osmanlı tebasına geçtiğini söyleyip biat ettirmiş
ve Yavuz Sultan Selim için camilerde hutbe okutmuştu. İşte Türklerle Yemen
arasında ilmikli bir bağ yaratan ilk tarihi hadise bu hutbe
olmuştur.
Yavuz Sultan Selim Han Emir
İskender’e paşalık ünvanı vererek 1517’ de Yemen’e
vali tayin etmiş. Bu tarihten itibaren Osmanlı İmparatorluğunun bir parçası
haline gelen Yemen’ i artık ne pahasına olursa olsun muhafaza etmek, asileri
itaata zorlamak bunun içinde anayurttan ordular
yollamak lüzumu hasıl olmuştur.
1520 de Yavuz’ un ölümü neticesi
tahta geçen Kanuni tarafından Yemen tekrar feth
olunmuştur.
Ancak şu da bilinmelidir ki; Yemen
tarihin hiçbir kesiminde fethedilememiştir. Şehare
mıntıkası denilen ve imamlara isyan karargahı olan bu yerler hiçbir ordu
tarafından zaptedilmemiş yerlerdir. Bundan başka Yemen tamamen zapt
olunsa bile ordunun çiğneyip geçtiği yerlerde ilk fırsatta isyan ve savaş tekrar
başlardı. Yemen’in tabiat ve hasleti böyle olunca Osmanlı İmparatorluğu ömrünün
sonuna kadar Yemenle uğraşmıştı. Kanuni zamanında imam Mutahhar Yemen Fatihi ÖZDEMİR paşaya kök söktürmüş Kanuni de
Özdemir Paşa ya takviye kuvvet gönderdiği gibi imam
Mutahhara da 4-5 sayfalık bir ferman yazmıştır. İmam
Mutahhar Kanuni’ nin
fermanına ve akıbetinin ölüm olacağını bildiren kati ifadeli bu tehdide
ehemmiyet vermemiş, devleti uzun yıllar uğraştırmıştır.
Osmanlı ordusu ile imam emrindeki
kuvvetler arasında geçmiş savaşlar Yemen arazisinin her dağı ve her yamacı bir
müstahkem mevkii denilecek kadar sarp ve çetin oluşu, Türk askerinin yılmayan
sebatı, en korkunç yerde bile irkilmeyen kahramanlığı, Yemen halkının da
yaşadıkları yer kadar çetin savaşçı olması yüzünden çok kanlı
geçmiştir.
Süveyş kanalının açılışından sonra
1870 de Asir’ de
Mehmet bin Ayz adı ile türeyen bir emir’ in
Yemen de ki Türk hakimiyetini söküp atmak için harekete geçmesi üzerine İstanbul
işi ciddiye alarak Redif paşa
komutasında 17 tabur ve Mısır’ dan yirmi bin kişilik bir kuvvet gönderdi. Sonra
Gazi Muhtar Paşa komutayı alıp isyanı bastırmıştı.
Hiç bitmeyen isyanları bastırmak
için 1870-1919 arasında yüz binlerce Anadolu çocuğu yemen ellerine
gönderilmişti.
Tarihçi diyor ki: “ Bizler son
kafile olarak 1919 da Yemen den ayrıldığımıza göre Türkler Yemen de tam 400 sene
kalmışlardır. Bu dört yüz sene içinde mücadele, isyan,kıtal (saldırı) devam
etmiş ne Yemenlilerin huyu değişmiş ne de biz bu inattan vazgeçmişiz. Yemen’in
en sakin görünen zamanları bile mevzi vakalarla ve hastalıklarla Türk askerinin
ölümüne sebep olmuştur. Hani geçmişte yüz yıl muharebeleri meşhurdur ya, tarihin
en uzun süren savaşı olarak gösterilir. Yemen harbi yüz yıl savaşlarından dört
misli daha uzun yani 400 sene sürmüştür. Çölü, suyu, dağı, taşı askere düşman
olan bu ülkede ne gayeyle 400 sene harp edildi? Neden iç tarafları olsun kendi
haline bırakmadıkta Türk Milletine tarihin en büyük felaketini yükledik.
Yemen’den ne bekliyorduk? Oralarda ne
yapmak istiyorduk?
Yemen’ e gönderildikten sonra öz
yurtlarıyla alakası kesilmiş gibi bir duruma düşen Türk Askeri, boyna ölüyor,
halkın dilinde Yemen’e giden dönmez sözü yalanlanamaz bir hakikat şekline
dönüşüyordu. Yemende Osmanlı idaresi silaha davranıyor, silahı kullanan asker
ise orada ancak ölüyordu.
Yemen e asker göndermekte çok güçlük
çekiliyordu. Bundan dolayı Zeydi’ ler güç kazandılar ve 1905 de 7. orduyu yenerek Sana’ yı aldılar. Bunun üzerine İttihat ve Terakki Hükümeti Yemen’
e kuvvetli bir ordu yolladı. Aynı zamanda imam Yahya ile müzakereye girişti.
Sonunda imamın muayyen bir mıntıkada
hükümet etme hakkını tanıyarak 1910’ da muahade
imzalandı. Tarihler vakaları, savaşları yazıyorlar. Fakat hastalıklardan nerede,
ne kadar asker öldü? Bunu hiçbir kitap yazmıyor. Şunu diyebiliriz ki: Yemen’ de
harplerde ölen asker mevcudu, hastalıklardan ölenlerin onda biri dahi
yoktu.”
Yine tarihçi diyor
ki:
“ Yemen vilayetinin teşkilatından bu
güne kadar her gün askerden ve ahaliden bir seylap-ı hun akmaktadır ki Şap Denizi bir derya-yı sürahsar-ı hunine tahvil
eyledi. Arapların da onu bahr-i ahmer namıyla tevsim etmeleri
hakikate munkalip oldu.”
Yani Yemen’ de bir kan seli
akmaktadır ki Şap Denizini kızıl bir kan deryasına çevirdi. Arapların onu Kızıl
Deniz diye isimlendirmesi hakikat haline geldi anlamına gelmektedir.
Hiçbir Osmanlı sultanının ve
sadrazamının görmediği, elimizde tutmakla hangi menfaati temin ettiğimizi
bilmediğimiz Yemen için tarihçi Ahmet Raşit Paşa 1872
yılında ki Yemen gelir gider hesabını kayıtlardan çıkartıp şöyle
göstermiştir.
Bütün Yemen’ in senelik
varidatı Yıllık
Masraf
Açık
Kise ( 5
altın sikkeye tekabül eden Kise Kise
para
birimi)
50,000
85,000
35,000
Çok vahim olan tarihi
vakaları bir makalelik sayfalara sığdırmak imkansız olduğundan ben burada
tarihçinin yorumunu alarak sizlere intikal ettirdim. Sizler muhayyilenizde bu
vehameti ne kadar büyütecek olursanız abartmış
olmazsınız diye düşünüyorum.
İşte böyle kuru bir inat
uğruna elde tutulmak için asırlarca mücadele verilen ve bu mücadele de başarı
göstermek için hayatının baharında yurtlarından, yuvalarından alınarak binlerce
kilometre uzaklıktaki Yemen Çöllerine getirilip katlettirilen veya hastalıklara
yenik düşürülen anadolu evlatlarının dramı bağrımı
yaktı.
Yemen reis-i cumhurunun
emriyle restore ettirilen Osmanlı Kışlasını gezerken; anadoludan yeni gelmiş, vatanına hizmet heyecanıyla yanıp
tutuşan, kırmızı yanaklı, burma bıyıklı, her birisi bir sıhhat ve kuvvet kaynağı
olup bir fazilet abidesi gibi duran nöbetçileri, talimgahlarda talim eden
askerleri görür, aynı aşk ve heyecanı duyar gibi oldum. Biraz ötede ki şimdi
Askeri Müze olarak kullanılan Osmanlı Hastanesini gezerken de ranzalarda
vatanının, görmediği hatta mevcudiyetinden bile bihaber olduğu yavrusunun,
simasını dahi güçlükle hatırladığı karısının hasretiyle solgun dudağından
Şu Yemen
elleri
Ne de
yamandır
Burası Buş’tur
Yolu
yokuştur
Giden gelmiyor
Acep ne
iştir.
Diye dökülen hicran dolu
nameleri duyar gibi oldum. Göz pınarlarıma dolan damlaları göstermemek için
tenhalara kaçtım.
Cenab-ı Hak bu necip milleti bir
daha böyle acılara garketmez diye dua ederek dört yüz
elli binle bir milyon arasında muhtelif rakamların söylendiği şehitlerimizin
ruhlarına Fatiha okudum.
Bu mübarek insanların
hepsini rahmetle anıyor, aziz hatıraları önünde hürmetle eğiliyorum
Kaynak: H.Hüseyin BALAK
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder