ANKARA’DA “AHİLER YÖNETİMİ (1290-1354)“ MESELESİ* |
Türkiye Cumhuriyeti’nin başkenti olan Ankara, jeopolitik konumu gereği önemli bir ticaret, ziraat ve askeri üs olarak uzun bir tarihi geçmişe sahiptir. Osmanlı yönetimi boyunca bu özelliğinin bir kısmını yitirmiş olsa da Ankara, yine de önemli bir Osmanlı şehri olarak Cumhuriyete intikal etmiştir. Milli Mücadelenin merkezi olan ve tekrar ön plana çıkan Ankara, Yeni Türk devletinin başkenti olmuş, Anadolu şehir geleneği ile modern çizgileri birleştirmiş ve Türkiye’de modern şehirleşmenin öncülüğünü yapmıştır. 1071 Malazgirt Meydan Savaşından kısa bir süre sonra, Anadolu’nun büyük çoğunluğu gibi Ankarada Türklerin eline geçmiş; bu durum bir-iki el değiştirmeden sonra kalıcı olmuştur. XIII. ve XIV. yüzyıllar boyunca Anadolu’nun Türkleşmesine paralel olarak Ankarada bir Türk şehri özelliğini kazanmıştır. Selçuklu, Moğol- İlhanlı ve Osmanlı el değiştirme tarihi sürecinde Ankara zamanın anarşi döneminde, sosyo-ekonomik nitelikli dini bir örgütlenme olan ahiliğin etkisi altında kalmış ve ahi ileri gelenlerince yönetim ve idaresi en azından bir dönem üstlenilmiştir. Bu çalışmamız, 1290- 1354 yılları arasında Ankara’daki ahi örgütlenmesinin ne olduğunu ve bu ahi örgütünün şehir yönetimini üstlenmesinin bir “cumhuriyet” olup olmadığının tartışılmasını içine almaktadır. Konu çerçevesinde dönemin siyasal olaylarına, Ankara’nın tarihi konumuna, ahiliğin içeriğine değinilecek ve bu konuyu çeşitli nedenlerle tartışan araştırmacıların görüşlerine göndermeler yapılacaktır. Moğol İstilası Sonrası Anadolu: Bozkır kabileler federasyonu örgütlenmesine dayanan ve bu örgütlenmenin en büyük temsilcisi olan Moğol İmparatorluğu, çevresindeki tüm toplulukları askeri gücü ile egemenliği altına almıştır. Moğollar, doğuda Çin içlerine, batıda Mısır sınırlarına kadar tüm Orta Asya, Kafkaslar, Ön Asya ve Orta Doğuyu içine alan geniş bir coğrafyaya hakim olmuştur. XIII. yüzyılda tarihin en büyük ve en hızlı istila hareketini gerçekleştiren Moğollar bu hızlı genişlemeye paralel olarak yönetim ve askeri zorluklardan dolayı bölünmüş ve İran’da bir Moğol devleti olan İlhanlı yönetimi kurulmuştur. İlhanlılar büyük Moğol üst otoritesini tanımışlar ve Suriye, İran, Ermenistan ve Selçuklu ülkesine hakim olan bölgesel bir güç oluşturmuşlardır. XIII. yüzyılın ikinci ve XIV. yüzyılın ilk yarısı içinde hüküm süren İlhanlılar, kurumlaşmış ve egemen bir devlet otoritesinden çok askeri nitelikli korumacılığa dayanan bir yönetimi benimsemişlerdir.[1] İlhanlıların bu korumacı yönetimi boyunca egemenlikleri altındaki bölgelerde çatışma ve isyanlar eksik olmamıştır. Moğol İstilalarının Türk-İslam dünyasındaki yıkımı ve yarattığı tedirgin ortam birçok bölgede üretim , ticaret ve posta örgütlenmelerini bozmuştur. Kültür, sanat ve ticaret yönünden Asya’da birçok şehrin yıldızı sönerken göçebe unsurların yanında şehirli esnaf ve zanaatkar da bulundukları şehir ve kasabaları terk ederek kitleler halinde daha güvenli bölgelere göç etmişlerdir. Bu gelişmelerle doğrudan bir ilişkisi bulunan Anadolu’nun Türkleşmesi, tarihin bir dönemine yön vermesi bakımından önemlidir.[2] XI. yüzyılın ikinci yarısından itibaren etnik yapısı hızla büyük bir değişime uğrayan Anadolu, Türklerin bu coğrafyayı yağmalamaktan çok sahiplenmeye ve yerleşmeye yönelik eğilimlerinden dolayı batılıların deyimi ile Turchia olmaya başlamıştır.[3] Bizans halklarının Batıya ve Karadeniz kıyılarına çekilmeleri; Ermenilerin Kafkas ve Kilikya yönündeki göçleri ve mahalli toplulukların çeşitli nedenlerle (düşman saldırıları, salgın hastalıklar, siyasi rekabetler...vb.) insan kayıpları, Doğu ve İç Anadolu’nun boş denecek kadar insansızlaşmasına yol açtı.[4] Türkleşme ağırlıklı olarak nüfus kaybı olan bölgelerde gerçekleşmiştir. Büyük Selçuklu İmparatorluğunun bir uzantısı olarak şekillenen Anadolu Selçuklu Devleti , Sinop’tan Boğaziçi’ne, İznik’ten Alanya’ya kadar Anadolu’nun büyük kısmını egemenliği altına aldı. Haçlı Seferlerine başarıyla karşı koyan ve Bizans aleyhine genişleyen Anadolu Selçuklu Devleti, 1243’te bir Moğol ordusuna Kösedağ’da yenilmesi ile siyasal birliğini kaybetti. Taht kavgalarını ve devlet adamlarının kendi aralarındaki rekabeti körükleyen Moğolların Selçuklu devletine iç ve dış müdahaleleri, askeri işgalleri ve ağır vergileri önemli sonuçlar doğurdu. Ekonomik çöküntü, toplumsal sarsıntılar ve Türkmen babalarının başkaldırıları ile Anadolu Selçuklu Devleti bir daha toparlanamayacak biçimde dağıldı. XIV. yüzyılın başında Anadolu İlhanlıların ve uç beyliklerinin egemenliğinde çeşitli nüfus bölgelerine ayrılmıştı. Ankara, Kırşehir, Amasya, Kayseri, Konya, Sivas, Diyarbakır ve Erzincan gibi şehirler doğrudan doğruya İlhanlıların Anadolu genel valisinin egemenliğinde idi.[5] İlhanlı hakimiyeti uzun sürmedi ve İlhanlı hakimiyet bölgesinin çoğunluğu İlhanlı genel valisi olan Eratna Beyin eline geçti.[6] Eratna Devletinin yanı sıra Anadolu’da Germiyan, Karaman, Aydın Oğulları gibi irili-ufaklı birçok devletçik/ beylik ortaya çıktı. İleride büyük bir imparatorluk olarak ortaya çıkacak olan Osmanlı Oğulları da Bursa-Bilecik bölgesini ellerinde bulunduruyorlardı. 1344 yılına gelindiğinde artık İlhanlı hakimiyeti kesinlikle çökmüştü ve Anadolu Türkmen beyliklerine kalmıştı. Moğol istilaları sonrasında bozulan ya da altüst olan tüm dengelerin ardından serbest ticaret, ziraat ve çalışma ortamının olmamasından dolayı halkın yoksullaşmasının yanı sıra devamlı iç savaşlar, isyanlar ve yönetim değişiklikleri, huzursuz ve tedirgin olan toplumları bir arada tutan ve bir iç barışa kavuşturan dini nitelikli sosyal örgütlerin biçimlenmesine ve gelişmesine zemin hazırladı. Kolonizatör tekkelerin, vakıfların, ahi dergahlarının ve kale-şehir devletçiklerin varlığı dirlik ve düzenin kısmen de olsa sağlanmasına ve bu anarşi ve fetret döneminin en az zararla atlatılmasına yardımcı oldu. Güven ve otorite bunalımlarının atlatılmasında çok önemli görevler üstlenen kurumlardan biri de Anadolu da her kesimde çok yaygın bir örgütlenme olanağı bulan Ahiliktir. Anadolu’da Ahiliğin Ortaya Çıkışı: Ahilik,[7] XIII. yüzyılda Anadolu’da esnaf ve sanatkarlar arasında yaygın olarak ortaya çıkan sosyo-ekonomik bir örgütlenmenin adıdır. Anlamını “kardeşim” demek olan ahi ya da “cömert”, “eli açık “demek olan akı sözcüğünden aldığı sanılmaktadır.[8] Kökü Orta Asya’ya, Horasanlı esnaf ve sanatkarlara kadar uzanan ahiliği, bir kurum olarak, ilk kez XIII. yüzyılda Kırşehir’de, Ahi Evran’ın örgütlediği sanılmaktadır. Ahi Evran, Anadolu’ya gelen esnaf ve sanatkarları bir araya getirmiş ve “sanatta ustalık ve mesleki birlik” fikri ile “sosyal yardım ve dayanışma” duygusunu güçlendirmeye çalışmıştır. Bazı araştırmacılar ahiliği, Abbasi Halifesi Nasırilidinillah (1180-1225) tarafından kurulan fütüvvet[9] örgütünün uzantısı olarak görmektedirler. Her ne kadar ahiliğin ilke, kural, tören ve öğütlerini bir araya getiren kitaplara da “fütüvvetname” deniliyorsa da, ortaya çıkış şartları, ön planda tuttukları moral değerler, örgütlenme biçimleri ve başka farklılıklardan dolayı, fütüvvet ile ahilik arasında tarihi ve organik bir bağ olduğu, henüz kesin olarak kanıtlanamamıştır.[10] Ahilik konusunda çeşitli çalışmaları bulunan Çağatay, Anadolu’da ahiliğin ortaya çıkışını hazırlayan etkenleri şöyle özetlemektedir: “Doğudan Asya’daki büyük ve uygar Türk şehirlerinden gelen çok sayıdaki sanatkarlara kolayca iş bulmak, yerli Bizans sanatkarları ile rekabet edebilmek, tutunabilmek için yaptıkları malların kalitesini korumak, üretimi ihtiyaca göre ayarlamak, sanatkarlara sanat ahlakını yerleştirmek, Türk halkını ekonomik yönden bağımsız hale getirmek, ihtiyaç sahibi olanlara her alanda yardım etmek, ülkeye yapılacak yabancı saldırılarda devletin silahlı kuvvetleri yanında savaşmak, Türklük şuurunu sanatta, dilde, edebiyatta, müzikte, gelenek ve görenekte milli heyecanı yaratıp ayakta tutmak.”[11] XIII. yüzyıl Anadolu sosyo- ekonomik hayatında önemli bir yeri olan ahilik, Çağatay’ın spekülasyon nitelikli tanımlamaları hariç tutulursa, esnafın ahlaki- sosyal disiplininin sağlanması, fiyat istikrarı, ihtiyacı olanların gözetilmesi, yönetim boşluklarında asayişin sağlanması, düşmana karşı savaşta devlet güçlerinin yanında yer alınması ve özellikle Moğol istilası sırasında, işgalcilere ve onlarla işbirliği yapanlara karşı tutumları ile milli, dini ve sosyal bir örgüt olduğu düşüncesini uyandırmaktadır.[12] Ancak sosyo-ekonomik temelli bir dayanışma ve birlik şuurundan çıkan ahiliğin, Çağatay’ın düşüncesinin aksine, ideolojik ve siyasal yönü çok açık değildir.[13] XIII. ve XIV. yüzyılın karışık ortamında bezgin ve yılgın Anadolu insanını, Yunus Emre, Hacı Bektaşi Veli, Mevlana, Ahi Evran gibi Türk büyükleri, her biri bir başka yönden, halkın maneviyatını ayakta tutmak ve birlik-beraberliğini sağlamak için yoğun çaba harcayarak etkilediler. Bunlardan Ahi Evran, esnaf ve zanaatkarları bir araya getirerek, zanaat ve ticaret ahlakını üretici-tüketici çıkarlarını güven altına almak suretiyle, bu kötü politik atmosfer içinde, halka yaşama ve direnme gücü verdi.[14] XIII. yüzyılda ortaya çıkan Anadolu ahiliği , Ahi Evranın yoğun çabaları ile gelişip yayılmıştır. Ahi Evran, örgütün sürekliliğini sağlamak için, ahiliği tekke ve zaviyelere bağlamış[15] ancak buralarda yaşayanlara alın teri ile geçinme ilkesini öğretmiştir. Bu yönü ile “Melamilik” ile karıştırılan ve dönemin tekkeleşme ve kendi dini görüşünü cazip kılan Bektaşilikle örtüşen ahilik, uzun süre anlaşılamamıştır.[16] Ekonomik ve sosyal yönünden dolayı halk arasında destek bulan ahilik, köylere kadar yayılmıştır. Ahilik yalnızca bir esnaf örgütlenmesi değildir ama esnaf arasında çok yaygın örgütlenmiş olmaları bu tür yanlışlara yol açmaktadır. Bazı Batılı araştırmacılara göre Halife Nasırilidinillah’ın bir şeyhi olan Şühreverdi (1145-1234)’nin telkinleri ile fütüvvetçiliğe olumlu yaklaşan Konya Selçuklu hükümdarı I. İzzettin Keykubatla[17] güçlenen ahilik, üstlendiği bir takım kolluk görevlerine bağlı olarak düzenin sağlanmasına katkıda bulunmuştur.[18] XIII. yüzyılda Anadolu ile sıkı bağlantıları bulunan Azerbaycan ve Kırım gibi Kafkas bölgelerinde de yayılmış olan ahilik hakkında en ayrıntılı bilgileri ünlü Faslı bilgin Tancalı İbni Batuta’nın “Seyahatname”sinde bulmaktayız. Batuta, Anadolu’ya 1330’dan kısa bir süre sonra gelmiş ve gittiği bütün şehirlerde ahilerin ne denli etkin olduklarını görmüş ve şaşkınlığa düşmüştür. Anadolu ahilerinin canlı tasvirlerini yapan Batuta, ahilerin dayanışma ve konukseverliğinden çok etkilenmiştir. Bir yabancı olarak onların ortaklaşa kullandıkları mekanlarda kalan ve onlardan sıcak bir ilgi ve cömertlik gören Batuta, şükran duygusunun yanı sıra onların yaşantısını inceleme, onlarla ilgili ayrıntılı bilgi edinme imkanı bulmuştur.[19] İbni Batuta gördüklerini ve yaşadıklarını anlatırken bazı yanılgılara; yorumlama ve genelleştirme yaparken hatalara düşmüştür. Bu yanlışların bir kısmını farklı ahi tekkelerinde gördükleri ile tekzip etmiştir.[20] Örneğin , Batuta’nın “ahiler tüm kazançlarını öndere verirler” bilgisi, birçok araştırmacı tarafından kabul görmemiştir.[21] Ahiler kazançlarının bir kısmını önderlerine vererek ortak kullandıkları mekanların masraflarını karşıladıkları daha doğrudur. Bütün bunların dışında Batuta Milas’taki ahilerden bahsederken ahilerin tarikat kütüğünde kendilerini Hazreti Ali’ye dayandırdıklarını[22] ve şalvar giyme töresini devam ettirdiklerini belirterek ahi-fütüvvet ilişkisine dikkat çekecek bir bilgi sunmaktadır.[23] Claude Cahen, “İbni Batuta tarafından XIII. yüzyılla ilgili olarak verilen bu betimlemelerin, bir önceki yüzyıl için de geçerli olup olmadığını bilebilmek isterdik. Eğer o yüzyıl içinde geçerli iseler, bu öteki Müslüman ülkelerinde görülmeyen özgün bir nitelik olacaktır ve bunun nedenlerini saptamak gerekecektir. Şimdilik bu konuda bir şey söylemek mümkün değildir ama burada bu sorunu açıkça belirtmemiz gerekir...”[24] diyerek, ahi-fütüvvet benzetilmesinde tereddüdü olduğunu ancak özgün bir Türk kurumu olduğu konusunda kesin bir şey söylemenin mümkün olmadığını ve bunu da eldeki bilgilerin yetersizliğine bağlamaktadır. Bütün bunların yanında ahilik, tekkeler etrafında örgütlenerek dini bir nitelik kazanmıştır. Herhangi bir meslekte çalışabilmek için o mesleğin ahi tekkesine bağlanmak gerekti. Ahi tekkesi dışında kalan kişinin mesleki etkinlikte bulunması çok zordu. Bir meslekte çalışabilmek için alınan, önce çırak sonra kalfa ve en sonunda usta olarak sanatında ilerlerdi. Çırak meslekte ilerlemiş bir ustayı “ata ahi”, kalfalardan ikisini de “yol kardeşi” seçer ve böylece tekkeden üç kişinin gözetiminde yetiştirilirdi. Ahi tekkelerinde müderris ve kadılar tarafından düzenli olarak dersler verilirdi. Okuma-yazma öğretilir; yeteneğine göre herkes hat, tezhip, müzik...vb öğrenirdi. Kalfalar ayrıca kılıç kullanma, ata binme, ok atma gibi askerlikle ilgili beceriler de edinirlerdi.[25] Ahiler, hırka üstüne sarık sarılı beyaz yünden külah takar, mesh biçimi ayakkabı giyer, kemerlerinde saldırma taşırlardı.[26] Birçok araştırmacı tarafından ortaya konulduğu gibi ahilik, dini, siyasi ve sosyo-ekonomik bir kurum olarak, Osmanlı Devleti’nin kuruluş ve gelişmesinde önemli katkılarda bulunmuştur. XV. yüzyıldan sonra ekonomik yönü ağır basan ahilik, lonca, gedik, yaran ve imece türü dayanışma biçiminde günümüze kadar Anadolu halkı ve esnafı arasında yaşamıştır. Konumuzun ana teması olan ahiliğin XIII. ve XIV. yüzyıllar arasında ne gibi bir rol oynadığı kaynaklarda tam anlamı ile belirtilmemektedir. Ekonomik açıdan olduğu kadar siyasi açıdan da etkin olduğu dönemlerin, hükümetlerin zayıfladığı dönemler olacağı ortadadır. İbni Batuta’nın ayrıntı vermeden geçiştirdiği “ Bu ülkedeki törelerden biri de, bir şehirde hükümdar bulunmadığı takdirde ahilerin hükümeti yönetmeleridir. Ahi, kudreti ölçüsünde geleni-gideni ağırlar, giydirir, altına binek çeker, davranışları- buyrukları, binişleri ile aynı bir hükümdarı andırırlar...” [27] ifadeleri bize ahilerin dönemin karışık siyasal ortamında askeri ve hükümet etme yönünde belirleyici etkileri olduğu izlenimini vermektedir. Ankara’nın Tarihi Konumu: Anadolu’nun en eski şehirlerinden biri olan Ankara, kuruluşundan XIV. yüzyıla kadar bazı önemli kültürel, ekonomik ve siyasal dönüşümler geçirmiştir. Romalılaşma, Bizanslaşma, İslamlaşma ve Türkleşme gibi dönüşümler Ankara’nın sosyo-ekonomik yapısını ve kentleşmesini önemli ölçüde etkilemiş-değiştirmiştir.[28] Ankara, kuruluşundan itibaren ya hiç ara verilmeden ya da kısa bir ara verilmesinden hemen sonra yeniden oturulur duruma getirilmiştir. Şehrin adı çeşitli dönemlerde, benzer sesler üzerinden, “Ancyra”, “Ankuriya”, “Angora”, “Engürü”, “Engüriye” gibi değişmelere uğrayarak bugünkü “Ankara” adını almıştır.[29] Ankara şehrinin kuruluşundan bugüne sürekli iskan görmüş olmasının temel nedeni ise hiç kuşkusuz ilkçağdan başlayarak Anadolu yarımadasında, doğu-batı doğrultusunda geçen, ordu, posta ve ticaret yolu özelliği taşıyan ana ulaşım bağlantılarından birinin üzerinde olmasıdır.[30] Kimler tarafından ne zaman kurulduğu kesin olarak bilinmemekle birlikte, Hititlerin Anadolu’da ilk siyasal birliği kurması ile Ankara, sırası ile, Hitit, Frigya, Lidya, Pers, Galat ve Roma egemenliği altında bulunmuştur. Roma İmparatorluğunun ikiye ayrılması ile Doğu Roma’nın egemenliğinde üç yüzyıl sakin bir dönem geçiren Ankara, XI. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Türk akınlarına tanık olmuştur. Bizans kentlerine Türklerin yerleşmesi, ağırlıklı olarak XII. yüzyıl içinde olmuştur. Önceliği askeri yöneticilerin aldığı[31] bu yerleşme XIII. Ve XIV. yüzyıllar boyunca tüccar, esnaf, zanaatkar, ziraatçı gibi çeşitli grupların katılımı ile arttı. Yine de Türkleşme her yerde aynı yoğunlukta olmamasına rağmen Türk göçlerinin yoğun olduğu Ankara[32], kent merkezinin coğrafi konumu, ticari ve askeri önemine rağmen göçer Türkmenler için cazip değildi. Bu yüzden şehir merkezinin Türkleşmesi yerleşik Türk unsurlarının gelmesi ve göçebelerden yerleşikliğe geçişlere bağlı olarak arttı. Anadolu Selçuklularının yönetiminde Anadolu’da ticari güvenliğin sağlanması ile tekrar canlanan Ankara, XV. yüzyıldan itibaren değişen ticaret yolları ile ikinci derecedeki bir ticaret şehri durumuna düştü.[33] Bununla beraber kalesinin konumundan dolayı önemli bir askeri üs olan Ankara, Anadolu Selçukluların taht kavgalarında da adından epey söz ettirdi. Moğol istilası başlamadan az önce Ankara, Türkleşmenin az olduğu bir kale-kenti görünümündedir. Anadolu Selçuklu yönetiminin dağılma dönemi olan XIV. yüzyıl ilk çeyreğinden Osmanlı yönetimine geçinceye kadar, bir sınır kenti olarak iki defa el değiştirmiştir. Bu, İlhanlıların yönetimine girdiği o dönemde basılmış paralardan[34] ve Hisarın kapısındaki vergi alınmasına ilişkin Farsça kitabeden[35] anlaşılmaktadır. İlhanlı yönetiminin ne zaman son bulduğunu bilmiyorsak da Ankara’nın, Osmanlıların yönetimine geçmeden bir süre önce, ahilerin elinde kaldığı çeşitli kaynaklarda belirtilmektedir. Osmanlılar, Ankara’yı iki defa fethetmiştir. İlk fetih, 1354’te, Orhan Bey zamanında gerçekleşmiş;[36] kısa bir süre sonra şehir tekrar ahilerin eline geçmiştir. Ankara’nın Orhan Bey zamanında alınmış olduğunu şu kayıt teyit etmektedir: “Ayaş’ta Ahi Beyazıd Çiftliği kadimü’l- eyyamdan vakıf olagelmiş. Elinde merhum Orhan Beğ ve Gazi Hüdavendigar ve Sultan Mehmet bitileri vardır. El- halet –ü hazihi Ahi Beyazıd oğlu –oğlu Ahi Elvan vakfiyat üzerine mutasarrıftır.” [37] Daha sonra I. Murat, Rumeli’ne sefere çıkmadan önce, Doğu sınırında emniyeti sağlamak için, stratejik mevkiinden dolayı Ankara’yı 1360’da tekrar Osmanlı ülkesine katmıştır. Osmanlı kaynaklarında bu ikinci alınış geçmekte ve hepside ahilerden alındığını tekrarlamaktadır.[38] Örneğin Mehmet Neşri’nin Kitabı Cihannümasında,”...Serhaddı Rumda, kaleyi selasile geldi, imdi oraya Engürü derler ol diyarın müfsitleri kam etti, ol vakit kaleyi Engürüye ahiler elinde idi. Ahiler istiklal edüp kaleyi teslim ettiler.”[39] biçiminde kaydedilmiştir. Şunu da belirtelim ki Tac’üt-Tevarih’te Ankara’nın ekonomik ve askeri yönüne dikkat çekilmesi onun önemi konusundaki düşüncelerimizi doğrulamaktadır.[40] Ankara’nın 1354’te Süleyman Paşa tarafından alındığı ve bir süre otonom yönetildiği ve daha sonra I. Murat zamanında şehrin kesin olarak Osmanlı topraklarına katıldığını görüyoruz. Ankara’nın bu ikinci alınışı değişik kaynaklarda 1360, 1361 ve 1362 olarak üç ayrı tarihe denk düşmektedir. Dönemin siyasi gelişmeleri göz önünde tutulduğunda bu tarihin 1360 olması daha kuvvetlidir. Ankara’da Ahi Örgütlenmesi: Ahi Evran’ın XIII. yüzyıl ortalarında Kırşehir’de kurduğu ve önce deri işçilerini örgütlediği[41] ahilik, Ankara şehrinde de hızla yayıldı. Ankara’nın çevresi hayvancılığa çok elverişli olduğundan dericilik ile ilgili ekonomik eylemler kentin sosyo-ekonomik yaşantısında önemli bir yer tutuyordu. Derici esnafı kentte topluca, bugünkü Bent Deresi semtinde “Debbağlar” mahallesinde oturuyorlardı. Dere boyunca bu debbağların işyerleri ve atölyeleri vardı.[42] Dericiliğin yanı sıra daha sonraki yüzyıllarda Ankara’nın tarım dışı temel üretim kolu, Asya içlerinden ve Tibet yaylalarından Anadolu’ya Selçuklu Türklerince getirilen tiftik keçilerinden elde edilen soft üretimidir. Birçok yazar “Ankara softunun dünyaca tanındığını” söylemektedir.[43] Ankara’daki ahi büyükleri hakkında çok fazla bilgiye sahip değiliz. Sahip olduklarımız ise Ankara ahilerinin etkinliği konusunda fazla bir şey söylememekte, söylediklerini ise doğrulayamamaktayız. Birçok yönü karanlıkta kalmasına rağmen Ankara ahilerinin önde gelenlerinin bazılarının şecerelerinden ve bıraktıkları eserlerinden bilgiler elde edebilmekteyiz. Bu bilgiler ışığında ahi ileri gelenlerinin en ünlüleri, 1296’da ölen Ahi Hüsamettin[44] ile 1350’de ölen oğlu Ahi Şerafeddin’dir. Şerafeddin’in mezar taşında şu kayıt bulunmaktadır.:”Sultan ahl al-futuvva va’l- muruvva ahi muazzam”.[45] Ahmed Tevhid, Ankara’nın bu en ünlü ahileri hakkında bilgi verirken Ahi Şerafeddin Camii’nde bulunan bir şecereden söz etmektedir.[46] Ona göre Ahi Şerafeddin “meşahiazami”dendir. Bu şecerenin daha sonraları kaybolduğu sanılmaktadır. Bu şecereye göre Ahi Şerafeddin, Hz. Ali’ye uzanan bir silsileye sahiptir. Bu şecerede aynı zamanda Ahi Şerafeddin’in çocukları olan Hüseyin, Hasan ve Yusuf’un adı geçmektedir. Sonunda Ahmed Tevhid şu soruları sormaktadır.: ”....Ankara’da hükümet eden ahiler bunlardan mı idi?Yahut diğer zevat mı idi? Bu bab da bir kaydı tarih bulamadım...”[47] diyerek tamamen dini söylentilere gömülmüş bu Ankara’nın en ünlü ahileri hakkında kesin bir şey söylemenin imkansızlığını vurgulamaktadır. Bu Ahi Şerafeddin Camiindeki şecereye dikkat çeken Halil Edhem, önde gelen ahilerin silsilenamelerini düzenlemenin mümkün olduğunu ama eylemleri hakkında bir şey söylemenin zor olduğunu belirtmektedir.[48] Yine de silsilenamelerden bazı bilgiler çıkarabilmenin mümkün olduğunu söyleyen Halil Edhem, Ahi Hüsameddin için düşülen şu kaydı göstermektedir: “ O, fütüvvet ve mürüvvet sahibi ve cömertlik ve cesaret ve züht ve ibadetle ve fakir-fukaraya yemek yedirmekle bilinir....Künyesi Rum halkının tabiri ile efendidir, anlamı büyüğümüz demektir.”[49] Bu kayıttan da anlaşılacağı gibi Ankara’nın bu ileri gelen ahi ailesi, geniş ve güçlü bir ailedir. Aynı zamanda dini otoriteye de sahip olan bu ahiler, fakir-fukarayı gözetmek, çevresine cömert davranmak ve Ankara’yı korumakla mükelleftir. “Orta Zamanlarda Ankara” makalesinde Wittek[50], Anadolu şehirlerindeki ahi örgütlenmesi hakkında bilgi verirken ahilerin yönetim nezdinde şehrin kumandanı, kaymakamı olabildiklerini kabul ederek yönetimde söz sahibi olduklarını belirtmektedir. O ahiler arasındaki zengin tüccarların reis olduğu ve nüfuzlarının çok artığını söylemektedir. Ayrıca ahiler arasında yabancı oldukları isimlerinden anlaşılan Seyyidlerin bulunması, ahiliğin yabancı ve dini nitelikli bir kurumun uzantısı olabileceğine dikkat çekmektedir.[51] Wittek, Ankara’daki ahiler içinde, yine Ahi Şerafeddin ailesine dikkat çekmekte ve “diğer şehirlerdeki ahiler gibi, aynı surette hükümdarane bir rol oynamışlardır”[52] diyerek yönetimde söz sahibi olduklarını kabul etmektedir. Ayrıca Wittek, Aslanhane Camii’nin yanlış olarak Ahi Şerafeddin tarafından yapıldığının gösterilmekte olduğunu öne sürmüştür. Ona göre Ahi Şerafeddin’den çok önce yapılmış olan bu camii onun tarafından tamir ettirilmesi ile yeni yapılmış gibi onun adı ile anılmıştır.[53] Aslanhane Camiinin yapımı ile ilgili şüphelere Mübarek Galip, Wittek’ten çok önce dikkat çekmiş ancak kesin bir yargıda bulunmamıştır.[54]Aslanhane Camiinin yanı sıra bu dönemde Cuma Camii, Ahi Elvan Camii, Ahi Şerafeddin Çeşmesi...vb. yapılar ve küçük çapta çok sayıda mescid ve imaretler yapılmıştır.[55] Ankara’daki ahiler hakkında görüş bildirenlerin hemen hepsi bu Ahi Şerafeddin’in şeceresi ve camii ile türbesindeki kitabelerde yazılanlar dışında bir şey söyleyememektedir. Bu da bize Ankara ahilerinin örgüt yapısı , faaliyetleri, yönetime katkıları ve üretim-tüketim ilişkilerindeki rolleri konusunda somut hiçbir bilgiye sahip olmadığımızı göstermektedir. Dericilik, soft üretimi ve ticaretle iktisadi; askeri üs ve posta yolu üzerinde olması ile stratejik önemi büyük olan Ankara’da XIV. yüzyılın başında yönetimi bile üstlenecek kadar etkin bir ahi örgütlenmesi olduğunu hissettirmekte ama bunu kabul ettirecek yeterli bilgi ve ayrıntı bulunmamaktadır. “Ankara’da Ahiler Yönetimi” Meselesi: 1290’lardan itibaren devlet otoritesinden yoksun kalan Ankara’nın yönetim, asayiş ve güvenliği ile ekonomik düzeni bir şehir cumhuriyeti biçiminde ahiler tarafından sağlandığı meselesi , Wittek’in de belirttiği gibi, II. Meşrutiyet sonrasında tartışma ortamı bulmuştur. Yine Wittek’in belirttiğine göre “bir şehir cumhuriyeti hayaline” Edhem ve Köprülü karşı çıkmışlarsa da Avrupa'da ve Türkiye’de çoğunlukla bu cumhuriyet fikri benimsenmiştir.[56] Ancak daha sonraları Edhem’in bu fikri benimser bir görüş bildirmesi Wittek’in gözünden kaçmıştır.[57] Köprülü ise ahilerin Osmanlı Devletinin kuruluşunda oynadıkları önemli rolü teslim etmekle birlikte yönetimi doğrudan üstlenmelerine ve hele hele “cumhuriyet” kurduklarına şiddetle karşı çıkmıştır. Köprülü, Anadolu Selçukluları sonrasında, şehir hayatında faal, siyasette göz önünde tutulan ahilerin gücünü kabul etmekte ama yönetimi üstlenmelerinin pek mümkün olamayacağını belirtmektedir.[58] Meseleye ilk yaklaşan ve konu hakkında ilk ciddi çalışmayı yapan Ahmed Tevhid’dir. Onun “Ankara Ahiler Hükümeti” ve “Ankara’da Basılmış Paralar” adlı çalışmalarında Ankara’da bir ahiler yönetimi olduğu , “zan-ı acizaneme göre Ankara şehri idareyi dahiliyesi ahilerin yadlarında idi.”[59] ifadesiyle bir kanaat olarak karşımıza çıkmaktadır. Bir başka yerde Ahmed Tevhid, “...Ahiler hükümetinin tarz-ı idaresi ne vechile idi? Şayan-ı tefehhüs ve tetkik olan bu mesele hakkında erbabı vukufun diriğ-i himmet etmeleri ve malumatlarını neşr eylemeleri niyaz olunur”[60] diyerek kendisinin de ahiler yönetiminin ayrıntılarına inemediğini, dahası bu konuda söylenecek fazla bir bilgiye sahip olmadığını belirterek, bu konuda bilgi sahibi olanlara çağrıda bulunarak ellerindeki bilgileri yayınlamalarını istemektedir. İkdam’da Ahmed Refik imzası ile çıkan “Ankara Ahilerine Dair”[61] adlı bir makalede “Ahiler hükümet etmezlerdi, bununla beraber hükümdarın bulunmadığı yerlerde hakim onlardı. Ankara’da da hükümdar bulunmadığı için memleket ahilerin ellerinde idi. Ahilerin saltanatla alakaları yoktu; bu sebepten, Selçuki devletinin hakimiyet ve inkırazı, ahilik üzerinde hiçbir tesir icra edememişti. Ankara, Selçukilerin inkırazından sonra, İlhanilerin eline geçtiği zaman, ahilik Ankara’da yine hakimdi...” denilmekte ve ahilerin zorunlu olarak yönetim boşluklarında yönetimi üstlendiklerini kabul etmektedir. Refik, bir tür cumhuriyetten çok o döneme özgü bir hakimin bulunduğu kale-şehir devletçiğine gönderme yapmaktadır. Açıkça Refik ahilerin bu dönemde Ankara’nın kesin hakimi olduğunu kabul etmektedir. “Mecelleyi Umur-u Belediye” adlı geniş hacimli eserinde Osman Nuri Ergin, ahilerin yönetim sevdasına düşüp Sivas ve Ankara’da hükümet ettiklerini ama bunun dışında bir bilgimiz olmadığını belirtmektedir.[62] O da Tevhid’in söylediklerinden daha fazla bir şey söyleyememektedir. Mufassal Osmanlı Tarihi’nde bu konuda şunlar yazılıdır: “Osmanlı tarihleri Ankara’nın ahilerden alındığını yazar. Fakat Selçuklular ile Osmanlılar arasında Ankara’da şehir cumhuriyetini andırır bir teşekkülün bulunup bulunmadığı hayli münakaşalıdır. Osmanlı kaynaklarının kifayetsizliği dolayısıyla bu münakaşayı kati bir neticeye bağlamak şüphesiz kolay değildir. Osmanlılar Ankara’yı aldıkları sıra da şehir Eratna Beyliği’ne bağlı bulunmakla beraber Ankara’nın fiili hakimler şehirde belediye vazifelerini ifa ederler ve bir mezhep ve sanat teşekkülü olan Ahilerdi...” [63] Cumhuriyet sonrası yayınlanmış bir “Ankara Rehberi”nde[64] bu konu basitçe geçiştirilmiştir. Türk Ansiklopedisinde [65] konu hakkında kesin bir yargı vardır. İlhanlılardan Osmanlılara geçişte Ankara’da, 1290- 1354 arasında, bir devlet otoritesinin yok olduğu zamanda ahiler idareyi ele almışlardır. Aynı yerde, ahiliğin ekonomik, sosyal ve siyasal yönlerine dikkat çekilerek bunun gayet doğal bir durum olduğu öne sürülmüştür. Ankara’da bir “Ahi Cumhuriyeti” fikrine şiddetle karşı çıkan Paul Wittek, ahiliğin Anadolu’da oynadığı rolü kabul etmekte ve yönetimi üstlenmelerine de bir itirazı olmadığını söylemektedir. Wittek’in itirazı, “cumhuriyet” fikrinin Anadolu’daki Türklerce bilinmediği üzerinedir. Ayrıca Wittek, çok kısa sürmüş bir yönetimin mahiyeti hakkında kesin ve bütünlüklü bir şey söylemenin imkanı olmadığını belirtmektedir. Wittek, “...Aynı zamanda, muharip camiaların reislerinin hakim olduğu bir memleket ortasında bir şehir cumhuriyeti mevcudiyeti gibi yabancı bir tezahürün tasavvuruna imkan yoktur.”[66] diyerek konu hakkındaki görüşünü, “savaşçı toplumların ortasında halk yönetimine yönelik bir cumhuriyet olamaz” noktasında toplamaktadır. İslam Ansiklopedisi’nde “Ankara” maddesini yazan Besim Darkot[67], bu konuda oldukça kararsız bir tutum izlemekte, Wittek’e dayanan görüşünü yanlışlar bir yorumla “.. fütüvvet tarikatına bağlı olması muhtemel bulunan ahilerin, Anadolu’ya geldikten sonra, sanayi ve ticarette rol oynadıkları ve bu sıfatla bazen mahalli sergerdeler nüfuzuna faik bir iktidar kazanmış olmaları mümkündür.” diyerek bir “ahi yönetimi” olgusunun şartlara bağlı olarak mümkün olabileceğini dile getirmektedir. Ahiler hakkında küçük, fakat değerli bir çalışması bulunan İlhan Tarus, ahilerin güç ve otoritesini kabul etmekte ama başlı başına bir yönetim sorunu olan “Ankara Ahi Hükümeti” hakkında hiçbir şey söyleyememektedir. Tarus’un eserinde , Yıldırım Beyazıt döneminde Ankara’da büyük bir “ahi isyanı” çıktığını ve devleti epey uğraştırdığını belirtmektedir. Bu bize Osmanlı Devletinin ilk döneminde bile Ankara ahilerinin güçlerinden henüz bir şey kaybetmediklerini göstermektedir.[68] Franz Taeschner “fütüvvet” üzerine bir çalışmasında Ankara’da bir ahi ailesinin iktidarı ele geçirdiğinden bahsetmektedir. Ona göre Ankara ahileri, nüfuzlu ve zengin beylerdi. İlhanlılardan Osmanlılara uzanan egemenliğin geçiş sürecinde şehrin kendi haline terk edildiği için yönetim boşluğunu ahilerin doldurduğunu kabul etmektedir.[69] Ortaçağ Türk tarihi ile ilgili değerli çalışmaları olan Claude Cahen’e göre “Ankara’da bir ahi cumhuriyeti varmıydı?” sorusuna“ Anadolu’da Floransa gibi bir cumhuriyetin hiçbir zaman kurulmamış olduğu doğrudur. Fakat, bir kentin ve dolaylarının sınırları içinde, kuramsal olarak bir beyin üstünlüğünü kabul etmekle beraber, özel durumlarda bir ahi başkanının gerçek otorite sahibi kimse olduğu görülmektedir. Bunun en belirgin örneğini Ankara’da görüyoruz...”[70] diyerek konuyu olabilirlik noktasında bırakmaktadır.İlk kapsamlı Türkiye Tarihi denemesinin yazarı olan Yılmaz Öztuna’ya göre Ankara’da gücü ellerine geçiren ahiler, 1290-1354 yılları arasında bir cumhuriyet idaresi kurmuşlardır. Ankara’da hükümet eden ahi reislerinin aynı aileden gelmeleri bir hanedan fikri uyandırması tezadına rağmen Öztuna, Atatürk’ün Ankara’da 570 yıl sonra tekrar cumhuriyet idaresini kurduğunu öne sürmekte ve “ Türklerde cumhuriyet idaresi Atatürk’ten önce meçhul olduğu için, Ahi Cumhuriyeti(nin) dikkate değer” olduğunu belirtmektedir. Böylece yazar “ahi cumhuriyeti” tartışmalarında, kitabındaki “Ankara Ahi Cumhuriyeti(1290-1354)” alt başlığı ile safını belirlemektedir.[71]Ahilik üzerine birçok çalışması bulunan Neşet Çağatay, ahiliğin Anadolu’da oynadığı role paralel olarak Ankara’da da hükümet etmiş olmasının çok muhtemel olduğunu belirtmektedir. Onun tezi, zaten yönetim ve beledi işlerde birçok görevi üstlenen ahilerin kendi başlarına bir yönetim oluşturmalarının zor olmadığı üzerinedir.[72] Değerlendirme: Selçuklu-İlhanlı otoritesinin çökmesi ile siyasi belirsizlik, çeşitli oluşumlarla çözülmeye çalışılmıştır. Bu oluşumlardan biri de şehirlerdeki ahi kurumları idi. İbni Batuta’nın verdiği bilgiler ışığında, üretimin yanı sıra şehirlerin düzeni ile de yakından ilişkili olan ve gücü yönetici sınıflarca kabul edilmiş olan ahiler, Anadolu Selçuklu Devletinin dağılması ile meydana gelen anarşi ve fetret döneminde siyasal alanda da etkili olmuşlardır. Bu siyasal etkinliğe verilebilecek en iyi örneklerden biri de XIV. Yüzyılın ilk yarısındaki Ankara şehridir. Kaynaklara göre Osmanlı yönetimine girmeden hemen öncesine kadar, ahilerin şehirde bir yönetim kurdukları ve şehri bir “şehir devleti” gibi yönettikleri yönünde bir eğilim vardır. Osmanlı kaynaklarının yetersizliğine rağmen başka kaynaklara göre Ankara ahi örgütünün ileri gelenlerinden olan Ahi Hüsameddin ve oğlu Ahi Şerafeddin’in geniş mal varlığı olduğu sabittir. Kendi adlarına camiler, aşevleri, çeşmeler, hamamlar yaptıran bu ahiler hakkında sahip oldukları vakıflar, yaptırdıkları yapılar ve şecereleri dışında fazla bir bilgimiz yoktur. “Nasıl bir yönetim uyguladıkları? Ne tür etkinlikleri ve eylemleri vardı?” yönünde kesin bir şey söyleyecek durumda değiliz. Bu yetersiz kaynaklara rağmen II. Meşrutiyetle birlikte “ Ankara’da bir şehir cumhuriyeti kuran ahiler” fikri, hem ahiler hem de Ankara’daki eylemleri hakkında araştırmalar yapılmasına yol açtı. “Ankara’da Ahi Yönetimi” tartışması, çeşitli araştırmacılar tarafından gündeme getirilmiştir. Kimileri bu “cumhuriyet” fikrine sıcak bakmış, kimileri de itiraz etmiştir. Bu fikri hararetle savunanların başında Ahmed Tevhid; bu fikre şiddetle itiraz edenlerin başında ise Paul Wittek gelmektedir. Bizim düşüncemize göre “Ankara’da bir ahi cumhuriyeti” fikri eldeki kaynaklar ışığında doğru değildir. Fakat, İbni Batuta’nın da genelleştirerek söylediği gibi, Anadolu şehirlerindeki ahilerin etkin pozisyonları ve yönetici kesimlerce varlıklarının kabulü doğrultusunda, olağanüstü siyasi şartların dayatması sonucu ahiler, yönetime ya ortakçı olmuşlar ya da bütünüyle üstlenmişlerdir. Bu yönetimi üstlenme olgusu, sanıldığı kadar özel bir durum değildir. Çünkü bu dönemdeki Anadolu şehirlerindeki ahiler, şehirdeki asayişi sağlamak, savunmasına katkıda bulunmak, fakir ve kimsesizleri kollamak, şehre gelen konukları ağırlamak gibi dönemin yöneticileri tarafından yapılması gereken görevleri zaten üstlenmişlerdi. Diğer görevlerinde eklenmesi ile bu durum, zaten varolanın fiiliyata geçmesidir. Bu yönetimi üstlenme, batılı anlamda bir cumhuriyet olup olmadığı düşüncesi hakkında elimizde yeterli ve somut bilgilerin olmaması yüzünden kesin bir şey söylemek mümkün değildir. Yine de ahiliğin dini ve sosyo-ekonomik kurumlaşmasındaki hiyerarşik yapılanma, cumhuriyete anlam katan demokratik katılımı olanaksızlaştırmaktadır. Ankara’daki Ahi Şerafeddin hakkındaki bir kitabede[73] de belirtildiği gibi, ahi yönetimi ahi şeyhinin ve çevresindeki ahi ileri gelenlerinin bazı özelliklerine bağlı olarak, belli yetenekler gerektirmektedir. Dini ve ahlaki erdemlerle şekillenen ahi önderlerinin “yönetim müessesesi”, bir cumhuriyetten çok dönemin şartlarına uygun bir şehir beyliği düzeyindedir. “Ankara’da Ahi Yönetimi” meselesi, elimizde yeterli bilgiler olmaması yüzünden tam bir açıklıkla ortaya konulamamaktadır. Osmanlı kaynakları, Osmanlıların Ankara’yı bir bey elinden almayıp genel bir söyleyişle ahilerden aldığını söylemesi, ahilerin şehrin yönetimine hakim olduğunu göstermektedir. Özellikle dönemin geçerli meslek gruplarından biri olan debbağların hakim olduğu bir ahi örgütünün yönetimi elinde tutması, sosyo-ekonomik yapılanma ile siyasi yetkinin bütünleşmesine yol açmıştır. Ankara’nın güçlü savunması ile dışarıdan gelebilecek saldırıları, eğer çok şiddetli değilse, bertaraf edebilecek güçte olması ve dönemin Ankara’sının çevresinde o güçte bir devlet veya beyliğin olmaması, bizim düşüncemize göre bir ahiler yönetiminin varlığını mümkün kılmaktadır. Ancak bu yönetimin sanıldığı gibi bir cumhuriyet olup olmadığı tartışmaya açıktır. BİBLİYOĞRAFYA: “Ahiler” -Çerçeve Yazı-, Yurt Ansiklopedisi, C.: I, İstanbul: Ana Yayıncılık, 1981, s.533-535. “Ahilik”, Ana Britanica, C.:I, s.200. “Ankara”, Türk Ansiklopedisi, Cilt:III, Ankara: MEB Basımevi, 1949, s.51-54. AKDAĞ, Mustafa; Türkiye’nin İktisadi ve İçtimai Tarihi, C.: I, İstanbul: Cem Yayınevi, 1995. AKTÜRE, Sevgi; “On Altıncı Yüzyıl Öncesi Ankara’sı Üzerine Bilinenler”, Tarih İçinde Ankara- ODTÜ Eylül 1981 Seminer Bildirileri,(Yay. Haz.: Erdal Yavuz- E. Nevzat Uğurluer), Ankara: ODTÜ Yayınları, 1984, s. 1-19. BABİNGER, Franz - KÖPRÜLÜ, Fuad; Anadolu’da İslamiyet, İstanbul: İnsan Yayınları, 1996. BAYRAM, Mikail; Ahi Evren ve Ahi Teşkilatının Kuruluşu, Konya: Damla Matbaacılık ve Ticaret, 1991 BEAR, Gabriel; “The Administrave, Economic and Social Functions of Turkish Guilds”, International Journal Middle Eastern Studies, No.: I(1970), s. 28-50. BODUR, Hüsnü Ezber; “ Ahilik ve Türk Girişimcilik Kültürünün Oluşumuna Katkıları”, II. Uluslararası Ahilik Kültürü Sempozyumu Bildirileri, Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları, 1999 CAHEN, Claude; Anadolu’da Türkler, İstanbul: E yayınları ,1979. ÇAĞATAY, Neşet; Bir Türk Kurumu Olarak Ahilik, Ankara: TTK Basımevi, 1989. DARKOT, Besim; “Ankara”, İslam Ansiklopedisi, Cilt:I, İstanbul, 191950. EDHEM, Halil; “Ankara Ahilerine Ait İki Kitabe”, TOEM, Cilt: 7, Cüz: 41(1332). ERGİN, Osman N.; Mecelle-i Umur-i Belediye-I, İstanbul: Matbaa-yı Osmaniye,1338 (1922). GALİB, Mübarek; Ankara, Cilt: I, İstanbul: Matbaa-yı Amire, 1341. GORDLEWSKİ, Anadolu Selçuklu Devleti, Ankara: Onur Yayınları,1988. GÖLPINARLI, Abdülkadir; “İslam ve Türk İllerinde Fütüvvet Teşkilatı ve Kaynakları”, İ.Ü. İktisat Fakültesi Mecmuası, C: XI(Ekim 1949- Temmuz 1950), no:1-4, s.1-102. GÜLER, N Can; Ankara Rehberi, İstanbul: Ankara Klubü Yayınları, 1949. GÜLERMAN, Adnan - TAŞTEKİL, Sevda; Ahi Teşkilatının Türk Toplumunun Sosyal ve Ekonomik Yapısı Üzerine Etkileri, Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları, 1993 GÜLLÜLÜ, Sebahattin; Ahi Birlikleri, İstanbul: Ötüken Yayınları, 1977. HAMMER, Joseph von; Osmanlı Devleti Tarihi, ( Çev. :Mehmet Ata- Sadeleştiren: Abdülkadir Karahan), C.: I, İstanbul, 1966. HINZ, Walter; “Ortaçağ Yakın Şarkına Ait Vergi Kitabeleri”, Belleten, C.: XIII , S.: 46-52( 1949), s.776-777 HOCA SAADETTİN; Tac’üt-Tevarih,(Yay. Haz.: İsmet Parmaksızoğlu),4. Baskı, C.:I, Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları,1999. İNALCIK, Halil; “Ahilik, Toplum, Devlet”, II.Uluslararası Ahilik Kültürü Sempozyumu Bildirileri, Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları, 1999. KESKİN, Mustafa; “Osmanlı Devleti’nin Sosyal ve Ekonomik Hayatının Tanziminde Ahiliğin Oynadığı Rol”, II. Uluslararası Ahilik Kültürü Sempozyumu Bildirileri, Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları, 1999. KÖPRÜLÜ, Fuad; “Ankara ve Ahiler”, Hayat Mecmuası, I/21(1926). KÖPRÜLÜ, Fuad; Osmanlı Devletinin Kuruluşu, 2.basım, Ankara: TTK Basımevi, 1959. MUSTAFA NURİ PAŞA; Netayic’ül Vukuat, C.:I/II, Ankara: Türk TTK Basımevi, 1989. NEŞRİ, Mehmet; Kitabi Cihannüma, (Yay. Haz.: Faik Reşat Unat- Mehmet Altay Köymen), 2.Baskı, C.: I, Ankara: TTK Basımevi, 1987. OCAK, Ahmet Yaşar; “Fütüvvet”, TDV İslam Ansiklopedisi, XIII, s.261-263 ÖZTUNA, Yılmaz; Türkiye Tarihi, Cilt: II, İstanbul: Hayat Kitapları, 1964. PARMAKSIZOĞLU, İsmet (Yay. Haz.); İbni Batuta Seyahatnamesinden Seçmeler, İstanbul: 1000 Temel Eser Milli Eğitim Basımevi, 1971. REFİK, Ahmed; “Ankara Ahilerine Dair”, İkdam, no: 8892(17 Kanunusani 1337). ŞERİFGİL, Enver M.; “Kuruluşundan Cumhuriyete Kadar Ankara”, Türk Dünyası Araştırmaları, Sayı: 17(1982), s. 44-85. TARUS, İlhan; Ahiler, Ankara: T. C. Çalışma Bakanlığı Yayınları, 1947 TEVHİD, Ahmed; “Ankara’da Ahiler Hükümeti”, TOEM, cilt: 4, Cüz: 19(1331). TEVHİD, Ahmed; “Ankara’da Basılmış Paralar”, Türk Yurdu, C.:4(1340-1341), s. 265-267. UZUNÇARŞILI, İsmail Hakkı; Büyük Osmanlı Tarihi, 7.Baskı, İstanbul: Hürriyet Yayınları, 1999. ÜLGENER, Sabri F.; Zihniyet ve Din- İslam, Tasavvuf ve Çözülme Devri İktisat Ahlakı, İstanbul: Der Yayınları, 1981 WİTTEK, Paul; “ Orta Zamanlarda Ankara”, Çığır Mecmuası, c.: 4/49(1946). YÜCEL, Yaşar - SEVİM, Ali; Türkiye Tarihi, cilt: I, Ankara: TTK Basımevi, 1989. Kaynak:Araş. Gör. Celal METİN** |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder