Çevre Edinmek Şart mı?
.
Facebook, Twitter, Linkedin gibi uygulamalar insanların kaç kişiyle bağlantısı olduğunu belgeleyen yerler haline geldi. İnsan kaynakları departmanları kendilerine başvuran adayların kaç kişiyle ilişkisi olduğunu hatta arkadaşlarının kim olduğunu, ilgi alanlarını bu sitelerden öğrenebiliyor. Artık özel ilişkilerimiz bile belgeli.
İçinde yaşadığımız toplum bize dışa dönük olmayı, çok sayıda insanla bağlantıda olmayı dayattığı için, neredeyse hepimiz cep telefonlarımızın rehberlerini, Facebook, Twitter hesaplarımızı görsek bile tanımayacağımız insanların isimleriyle dolduruyoruz. Üstelik bunun sayısıyla övünüyoruz. Kimin daha çok bağlantısı varsa o daha popüler oluyor.
Eskiden tarikatların, masonların, köklü okulların sağladığı “çevre sahibi olma” işlevini şimdi sosyal ağların üstlendiği görünüyor.
Fakat sosyal ağların hiç zahmete katlanmadan insana sağladığı network (çevre), oldukça sığ ve yapay. Üstelik hiç de sağlam değil. Bir camianın bağlarına kıyasla sosyal ağlardaki insanların bağları pamuk ipliği kadar zayıf.
İnsanın kendini gerçek ortamda bir çevreye kabul ettirmesi çok zahmetli ve zaman isteyen bir çabayken sanal ortamda yüksek sayıda bağlantı elde etmek hem çok kolay hem de çok kısa zamanda ulaşılabilir bir hedef. Ne var ki sosyal ağlarda elde edilen skorun inandırıcılığı biraz şüpheli. Herkes kendi listesine kattığı kişilerin ne kadar arkadaş ve dost olduğunu bildiği için başkalarının bağlantılarının da ne kadar sağlam olduğunu tahmin edebiliyor. Ama tuhaf bir şekilde bu sanal bağlantıların sayısı kişinin gururunu okşuyor.
Hepimizin bir çevreye ihtiyacı var. Kederimizi ve sevincimizi paylaşacak, başımız derde girdiğinde bize yardım edecek, başarılarımızı bizimle kutlayacak, başarısız olduğumuzda bize umut verecek insanlara, dostlara ihtiyacımız var. Fakat insanın gerçek bir çevre edinmesi keşke Facebook’ta “Sen beni like et, ben de seni.” kadar kolay olsaydı! Bizler için de şirketler için de Facebook’taki “hayran” sayısı gerçek bir değer ifadesi değil maalesef. Keşke olsaydı, hayat ne kadar kolay olurdu.
İster gerçek ister sanal ortamda olsun insanın sahip olduğu ilişkilerin gerçek değeri bunların ne kadar sahici olduğuyla ilgilidir. Bu ilişkilerin niceliğinden çok niteliğidir değerli olan.
Hepimiz güçlü ve kalıcı ilişkiler isteriz. Bir ortama, bir çevreye, bir gruba “bağlanma” ihtiyacımız en önemli motivasyonumuzdur. Hepimiz “büyük bir kümenin” parçası olmak isteriz.
İnternet bizim bağlantı kurma içgüdümüzü tatmin ediyor. İnternet, insanlık tarihinin gördüğü, belki de en güçlü toplumsal devrimi sosyal ağlar kurarak yarattı. İnternetin gelişmesine pararlel olarak paylaşan, öğrenen, eğlenen, işbirliği yapan ve istediği anda istediğiyle iletişime geçebilen bir insanlık türü ortaya çıktı. Mark Zuckerberg “İnsanların Facebook’ta bulduğu en önemli şey eski ya da yeni arkadaşları değil, onlarla bağlantı kurabilmenin pratikliğidir.” der.
Hepimiz çevremizin bizim hakkımızdaki değerlendirmeleri doğrultusunda bir “benlik algısı” geliştiririz. Sosyalleştikçe kişiliğimizi, anlayışlarımızı geliştirerek “kendimiz” oluruz. (Harry Stack Sullivan “Interpersonal Theory”)
Bağlanma ihtiyacımız en ilkel ve en hayati ihtiyaçlarımızdan bir tanesidir. Anne ve bebek arasında kurulan o ilk bağ, yaş ilerledikçe insanın başkalarıyla da anlamlı ve güçlü bağlar kurmasını sağlar. Bizim ihtiyacımız bizim gibi düşünen, benzer davranan, aynı deneyimleri paylaşan, ortak bir dil kullanan bir topluluğa ait olmaktır. Bu ihtiyacımızı tatmin ettiğimizde dünyada var olmak daha anlamlı olur. Bu sebeple bir gruba girmek, bir çevreye ait olmak ve kabul görmek için derin bir ihtiyaç duyarız. Varlığımızın anlamını böyle elde ederiz.
Yakın arkadaşlarımızın arkadaşları aracılığıyla bağlantılar oluştururuz. Çevremizdeki insanlar bizi tanımadığımız insanlara ulaştıran halkalar oluştururlar. Bu bağlantılar aracılığıyla bir fikri yaymaktan yeni bir iş bulmaya kadar birçok konuda yardım alırız. Tanıdıklarımız tanıdıkları -ilk bakışta zayıf bağlantılar gibi dursalar da- aslında bizim dış dünyaya açılan köprülerimiz olurlar.
Stanford Üniversitesi profesörlerinden Sosyolog Mark Granovetter kendisini ünlü yapan “Zayıf Bağların Gücü” makalesinde, insanları birbirine bağlayan zayıf bağların (tanıdıklarının) önemi üzerinde durur. Hepimizin hayatında bu “tanıdıklarının” katkısı vardır. Şu an yaptığımız işi bulmaktan, kız/erkek arkadaşımızı tanımaktan, eşimizle karşılaşmamıza kadar çoğu ilişkimizde “tanıdıklarımızın” payı vardır. Zayıf gibi görünen sosyal bağlar hayatımızı derinden etkiler.
Hepimiz ilişkilerin ne kadar önemli olduğunu biliriz. İş bulmak için önce bir “tanıdık” bulmak gerekir. Bir işe girdikten sonra ise bu kez yükselmek, daha fazla güç sahibi olmak, bazı projeleri gerçekleştirmek için “çevre edinmek” gerekir. Birçok girişimcinin hayali, sahip olduğu ilişkileri sayesinde hayata geçmiştir.
Ancak önemli olan, tanıdığımız insanların sayısından çok onlarla nasıl bir ilişkide olduğumuzdur. Mesele Facebook’ta ne kadar çok arkadaşımız olduğu değildir. Bu insanları ne kadar ve nasıl tanındığınız ve bu ilişkilerinizde ne derece samimi olduğunuz çok daha önemlidir. Sahici ilişkilere sahip olmak Facebook ya da Linkedin listemize yeni arkadaşlar katmaktan çok daha fazla emek ve özen gerektiriyor.
İlişkilerimizin gücü adres defterimizdeki sayıdan değil, bu insanlarla ister iş isterse arkadaşlık çerçevesinde olsun gerçekten nasıl bir bağlantı içinde olduğumuzdur. Gerçek güç bu ilişkilere ne kadar emek verdiğimiz, onlara ne kadar yatırım yaptığımızda yatar. Pozitif bilimciler bizi tüm ilişkileri bir “kâr-zarar cetveli” çerçevesinde değerlendirmeye zorlamış olabilirler. Oysa insan analitik düşünebildiği kadar, aynı zamanda yardımlaşan, ihtimam gösteren, başkasının acısını paylaşan, hisseden, muhabbet eden bir varlıktır. Beynimiz bildiği kadar da “hisseder”. Bu anlamda bağlantı sahibi olmak, sadece işimiz düştüğünde onların kapısını çalmak için yapılacak bir yatırım değildir. Böyle bir gayretin samimiyetsiz olduğu her halinden belli olur ve konu gerçekten yardım istemeye gelince hiç getirisi olmayan bir yatırım olduğu ortaya çıkar. Çevre sahibi olmak, bir gün işim düşer mantığıyla onlarla “networking” yapmak değildir. Çevre edinmek ancak sahici ilişkiler kurarak mümkün olur.
Ben sosyal ağlardan vazgeçelim ya da bu kanallarda bağlantılar kurmayı tümden boşlayalım demiyorum. Demek istediğim kendimizi adres defterimizin, Twitter ya da Facebook’taki arkadaş sayımızın çokluğuyla kandırmayalım.
http://www.temelaksoy.com/yazilar/bu-zamanin-ruhu/Cevre-Edinmek-Sart-Mi.aspx
Facebook, Twitter, Linkedin gibi uygulamalar insanların kaç kişiyle bağlantısı olduğunu belgeleyen yerler haline geldi. İnsan kaynakları departmanları kendilerine başvuran adayların kaç kişiyle ilişkisi olduğunu hatta arkadaşlarının kim olduğunu, ilgi alanlarını bu sitelerden öğrenebiliyor. Artık özel ilişkilerimiz bile belgeli.
İçinde yaşadığımız toplum bize dışa dönük olmayı, çok sayıda insanla bağlantıda olmayı dayattığı için, neredeyse hepimiz cep telefonlarımızın rehberlerini, Facebook, Twitter hesaplarımızı görsek bile tanımayacağımız insanların isimleriyle dolduruyoruz. Üstelik bunun sayısıyla övünüyoruz. Kimin daha çok bağlantısı varsa o daha popüler oluyor.
Eskiden tarikatların, masonların, köklü okulların sağladığı “çevre sahibi olma” işlevini şimdi sosyal ağların üstlendiği görünüyor.
Fakat sosyal ağların hiç zahmete katlanmadan insana sağladığı network (çevre), oldukça sığ ve yapay. Üstelik hiç de sağlam değil. Bir camianın bağlarına kıyasla sosyal ağlardaki insanların bağları pamuk ipliği kadar zayıf.
İnsanın kendini gerçek ortamda bir çevreye kabul ettirmesi çok zahmetli ve zaman isteyen bir çabayken sanal ortamda yüksek sayıda bağlantı elde etmek hem çok kolay hem de çok kısa zamanda ulaşılabilir bir hedef. Ne var ki sosyal ağlarda elde edilen skorun inandırıcılığı biraz şüpheli. Herkes kendi listesine kattığı kişilerin ne kadar arkadaş ve dost olduğunu bildiği için başkalarının bağlantılarının da ne kadar sağlam olduğunu tahmin edebiliyor. Ama tuhaf bir şekilde bu sanal bağlantıların sayısı kişinin gururunu okşuyor.
Hepimizin bir çevreye ihtiyacı var. Kederimizi ve sevincimizi paylaşacak, başımız derde girdiğinde bize yardım edecek, başarılarımızı bizimle kutlayacak, başarısız olduğumuzda bize umut verecek insanlara, dostlara ihtiyacımız var. Fakat insanın gerçek bir çevre edinmesi keşke Facebook’ta “Sen beni like et, ben de seni.” kadar kolay olsaydı! Bizler için de şirketler için de Facebook’taki “hayran” sayısı gerçek bir değer ifadesi değil maalesef. Keşke olsaydı, hayat ne kadar kolay olurdu.
İster gerçek ister sanal ortamda olsun insanın sahip olduğu ilişkilerin gerçek değeri bunların ne kadar sahici olduğuyla ilgilidir. Bu ilişkilerin niceliğinden çok niteliğidir değerli olan.
Hepimiz güçlü ve kalıcı ilişkiler isteriz. Bir ortama, bir çevreye, bir gruba “bağlanma” ihtiyacımız en önemli motivasyonumuzdur. Hepimiz “büyük bir kümenin” parçası olmak isteriz.
İnternet bizim bağlantı kurma içgüdümüzü tatmin ediyor. İnternet, insanlık tarihinin gördüğü, belki de en güçlü toplumsal devrimi sosyal ağlar kurarak yarattı. İnternetin gelişmesine pararlel olarak paylaşan, öğrenen, eğlenen, işbirliği yapan ve istediği anda istediğiyle iletişime geçebilen bir insanlık türü ortaya çıktı. Mark Zuckerberg “İnsanların Facebook’ta bulduğu en önemli şey eski ya da yeni arkadaşları değil, onlarla bağlantı kurabilmenin pratikliğidir.” der.
Hepimiz çevremizin bizim hakkımızdaki değerlendirmeleri doğrultusunda bir “benlik algısı” geliştiririz. Sosyalleştikçe kişiliğimizi, anlayışlarımızı geliştirerek “kendimiz” oluruz. (Harry Stack Sullivan “Interpersonal Theory”)
Bağlanma ihtiyacımız en ilkel ve en hayati ihtiyaçlarımızdan bir tanesidir. Anne ve bebek arasında kurulan o ilk bağ, yaş ilerledikçe insanın başkalarıyla da anlamlı ve güçlü bağlar kurmasını sağlar. Bizim ihtiyacımız bizim gibi düşünen, benzer davranan, aynı deneyimleri paylaşan, ortak bir dil kullanan bir topluluğa ait olmaktır. Bu ihtiyacımızı tatmin ettiğimizde dünyada var olmak daha anlamlı olur. Bu sebeple bir gruba girmek, bir çevreye ait olmak ve kabul görmek için derin bir ihtiyaç duyarız. Varlığımızın anlamını böyle elde ederiz.
Yakın arkadaşlarımızın arkadaşları aracılığıyla bağlantılar oluştururuz. Çevremizdeki insanlar bizi tanımadığımız insanlara ulaştıran halkalar oluştururlar. Bu bağlantılar aracılığıyla bir fikri yaymaktan yeni bir iş bulmaya kadar birçok konuda yardım alırız. Tanıdıklarımız tanıdıkları -ilk bakışta zayıf bağlantılar gibi dursalar da- aslında bizim dış dünyaya açılan köprülerimiz olurlar.
Stanford Üniversitesi profesörlerinden Sosyolog Mark Granovetter kendisini ünlü yapan “Zayıf Bağların Gücü” makalesinde, insanları birbirine bağlayan zayıf bağların (tanıdıklarının) önemi üzerinde durur. Hepimizin hayatında bu “tanıdıklarının” katkısı vardır. Şu an yaptığımız işi bulmaktan, kız/erkek arkadaşımızı tanımaktan, eşimizle karşılaşmamıza kadar çoğu ilişkimizde “tanıdıklarımızın” payı vardır. Zayıf gibi görünen sosyal bağlar hayatımızı derinden etkiler.
Hepimiz ilişkilerin ne kadar önemli olduğunu biliriz. İş bulmak için önce bir “tanıdık” bulmak gerekir. Bir işe girdikten sonra ise bu kez yükselmek, daha fazla güç sahibi olmak, bazı projeleri gerçekleştirmek için “çevre edinmek” gerekir. Birçok girişimcinin hayali, sahip olduğu ilişkileri sayesinde hayata geçmiştir.
Ancak önemli olan, tanıdığımız insanların sayısından çok onlarla nasıl bir ilişkide olduğumuzdur. Mesele Facebook’ta ne kadar çok arkadaşımız olduğu değildir. Bu insanları ne kadar ve nasıl tanındığınız ve bu ilişkilerinizde ne derece samimi olduğunuz çok daha önemlidir. Sahici ilişkilere sahip olmak Facebook ya da Linkedin listemize yeni arkadaşlar katmaktan çok daha fazla emek ve özen gerektiriyor.
İlişkilerimizin gücü adres defterimizdeki sayıdan değil, bu insanlarla ister iş isterse arkadaşlık çerçevesinde olsun gerçekten nasıl bir bağlantı içinde olduğumuzdur. Gerçek güç bu ilişkilere ne kadar emek verdiğimiz, onlara ne kadar yatırım yaptığımızda yatar. Pozitif bilimciler bizi tüm ilişkileri bir “kâr-zarar cetveli” çerçevesinde değerlendirmeye zorlamış olabilirler. Oysa insan analitik düşünebildiği kadar, aynı zamanda yardımlaşan, ihtimam gösteren, başkasının acısını paylaşan, hisseden, muhabbet eden bir varlıktır. Beynimiz bildiği kadar da “hisseder”. Bu anlamda bağlantı sahibi olmak, sadece işimiz düştüğünde onların kapısını çalmak için yapılacak bir yatırım değildir. Böyle bir gayretin samimiyetsiz olduğu her halinden belli olur ve konu gerçekten yardım istemeye gelince hiç getirisi olmayan bir yatırım olduğu ortaya çıkar. Çevre sahibi olmak, bir gün işim düşer mantığıyla onlarla “networking” yapmak değildir. Çevre edinmek ancak sahici ilişkiler kurarak mümkün olur.
Ben sosyal ağlardan vazgeçelim ya da bu kanallarda bağlantılar kurmayı tümden boşlayalım demiyorum. Demek istediğim kendimizi adres defterimizin, Twitter ya da Facebook’taki arkadaş sayımızın çokluğuyla kandırmayalım.
http://www.temelaksoy.com/yazilar/bu-zamanin-ruhu/Cevre-Edinmek-Sart-Mi.aspx
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder