Ruh hakkında neler biliyoruz?Ruhun kendisini
bilemiyoruz. Ancak bazı özelliklerinden söz edebiliriz. Beden, anne karnında
belli bir olgunluğa erişince, ruh verilir.
Bedenin sultanı olan ruh, nurani, şuurlu, diri ve
harici vücut sahibi bir varlıktır. Sonradan yaratılmıştır, ama ebedidir. Birdir,
bölünmez, parçalara ayrılmaz. Tesirleriyle bedenin her yerinde bulunur, fakat
mekanı yoktur. Bedenin içinde olmadığı gibi, dışında da değildir. Ona ne
uzaktır, ne de yakın. Bütün işleri aynı anda idare eder, bir iş diğerine mani
olmaz. O, tabiattaki kanunlara benzer. Eğer kanun şuurlu olsaydı ve harici vücut
giyseydi ruh özelliği kazanırdı. Ruh, kendisinin ve diğer varlıkların
farkındadır.
Ruh,
sahip olduğu maddi ve manevi cihazlarıyla işler yapar. Şuuruyla fark eder,
aklıyla anlar, vicdanıyla tartar, karar verir, hayaliyle planlar yapar,
hafızasıyla bilgi depolar, kalbiyle sever. Onun sayılamayacak kadar çok
kabiliyeti vardır. Bunların bir kısmı da maddi uzuvlarla ortaya çıkar. Ruh,
eliyle tutar, gözüyle görür, kulağıyla işitir, ayağıyla yürür... Bedende
bulunduğu sürece bedene muhtaçtır. Faaliyetleri bedenle sınırlıdır. Ölüm, onun
beden zindanından kurtulup, hürriyetine kavuşmasıdır. O zaman bedene ihtiyacı
kalmaz. Gözsüz görür, kulaksız işitir, beyinsiz düşünür. Mahşere kadar bedensiz
bekler. Ahirette yeniden ve yeni bir bedene kavuşur.
Dostlarımız soruyorlar,
“ruh nasıl bir şey?” Diye. “bilmiyorum”, diyor ve devam ediyorum: böyle demekle
sorunuzun gerçek cevabını vermiş oluyorum.
Mahiyeti bilinmezler hakkında en ileri ilim,
“bilmiyorum,” kelimesinde ifadesini bulur. Böyle demeyip de, onun hakkında bir
takım tahminlerde bulunsam, “uzundur veya kısadır”, desem, “bedenin şurasında
veya burasındadır”, “şu veya bu renktedir”, gibi lâflar etsem aldanmış ve
aldatmış olurum. Çünkü ruh, beden cinsinden değil. Biri hane ise diğeri misafir,
biri tezgâh ise beriki usta.
Ne bir evin bölmeleri, insanın organlarına benzer, ne
de tezgâhın aksamı ustanın azalarına.
Beden ve kâinat... Her ikisi de kesif ve maddî. Ruh
ise lâtif ve nurânî. O halde ne beden, ne de şu âlem bize ruhun mahiyeti
hakkında bir bilgi verir. Onlara dayanarak yapacağımız bütün tahminler yanıltıcı
olmaya mahkûm... Toprağa bakıp yerçekimi hakkında tahminler yürütmek gibi bir
şey.
Nur
külliyatında, ruhun bekası ifade edilirken şöyle buyrulur:
“ruh ise tahrib ve
inhilâle maruz değil. Çünki: basittir, vahdeti var.”
Buradaki “basit”
kelimesi, terkip olmama demektir. Gerçekten de, insanın ruh dünyası ayrı bir
âlem. Terkip değil, fakat nelere sahip değil ki!.. Ama, bu çokluk onun
vahdetini, birliğini bozmuyor. Ondaki akıl, hafıza, duygular ve his dünyası ne
bedenin organlarına benziyor, ne de kimyevî bir bileşimin unsurlarına...
Bunların müstakil bir şahsiyetleri yok. Tek başına bir akıl, yalnız kalmış bir
irade, sahipsiz bir hafıza düşünebiliyor muyuz?
Ruhun bu harika yaratılışı insan için büyük bir irşat
kapısı... İnsan bu sayede, cenâb-ı hakk’ın kudsî sıfatlarının, zâtından ayrı
düşünülemeyeceği hakikatine bir derece bakabilir.
Kaynak :sorularlaislamiyet.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder