Dünyanın en gizemli adasında yatan sır
Dünyanın en gizemli adası olarak kabul edilen Paskalya Adası, araştırmacıların yüzyıllardır süren çalışmalarına rağmen sırlarını saklamaya devam ediyor. Adanın tarihi ve barındırdığı medeniyetler hakkında çok sayıda teori ortaya atılıyor. Ancak, kıyı şeridi dev antik heykellerle kaplı adanın on bin yıl öncesine uzanan karanlık tarihi hala aydınlanmış değil. Eski çağlarda “Dünyanın Merkezi” olarak adlandırılan ve antik uygarlıkların nasıl yok olduğuna ait sırlar barındıran adanın gizemi çözülemeyecek gibi görünüyor.
Paskalya Adası, bugün üzerinde ağaç
kalmamış volkanik bir kara parçası. Tahitili denizcilerin 1860’lı yıllarda Rapa
Nui adını verdikleri ada, Şili kıyılarından 3 bin 600 km açıkta bulunuyor. Bu
özelliğiyle, dünyanın karaya en uzak noktası unvanına sahip.
Paskalya Adası’nın gövdesini 507 metre
uzunluğundaki Terevaka yanardağı oluşturuyor. Doğusundaki Poike ve güneyindeki Rano Kau
yanardağlarıyla üçgen şeklini alan ada, okyanus tabanından yükselen 3000 metre
yüksekliğindeki bir yanardağdan farksız.
Paskalya bayramı arifesine denk gelen 5
Mayıs 1722’de, Hollandalı denizci Jacob Roggeveen Paskalya Adası’na ayak basan
ilk Avrupalı oldu. Ada modern günümüzdeki ismini böyle aldı. Roggeveen ve
denizcileri, dört bir yanı dev insan heykelleriyle dolu adada yaşayan yerlilerin
neredeyse çıplak olduğunu gördü. Akıllarına gelen ilk şey, yüzlerce heykeli bu ilkel insanların yapmış ve
kıyıya dizmesinin imkansız olduğuydu.
GİZEMLİ HEYKELLERİN ÖYKÜSÜ
Norveçli kaşif Thor Heyerdahl, 1950’lerde
Paskalya Adası’nda Güney Amerikalı yerlilerin yaşamış olduğu iddiasını ortaya
attı. Ancak, adada bulunan kemikler üzerinde yapılan DNA analizleri, halkın
Pasifik Okyanusu’ndaki adalardan gelen Polinezyalılara ait olduğunu gösterdi.
Bir mezarda yapılan karbon testi ise adaya
ilk olarak 318 yılında ayak basıldığını ortaya koydu. O yıllarda, Paskalya
Adası’nın çok sayıda kuşun yaşadığı gür ormanlara ve verimli topraklara sahip
olduğuna inanılıyor. Gıda kaynaklarının bol olduğu adanın nüfusu artınca, halk
kendine özgü din ve sanat kültürünü oluşturdu.
Adanın temel kültürü moai
heykelleriydi. Bu heykeller, adanın
çevresini yaklaşık 1.5 km aralıklarla çeviren “ahu” adındaki taş platformlara
dikildi. İlk zamanlarda, adanın çevresini saran yaklaşık 250 ahu üzerinde 288
moai bulunuyordu. Ayrıca, 600 moai adanın dört bir yanına dağılmış bir halde
tamamlanmadan bırakıldı. Ortalama bir moai’nin 4,5 metre uzunluğunda ve 14 ton
ağırlığında olduğu düşünüldüğünde, bu heykelleri kıyı şeridine çekebilmek için
50 ile 150 kişinin çalışması ve çok sayıda ağaç gövdesi kullanılması
gerekiyordu.
ADA MEDENİYETİNİN SONU
Tamamlanmadan bırakılan
moailer.
|
Tarımın çökmesi, balıkçıların tekne
yapacak ağaç bulamaması ve vahşi hayvanların telef olması, ilk önce kıtlığın,
ardından yamyamlığın ortaya çıkmasına neden oldu. Sonuç olarak Paskalya Adası
toplumunu bir arada tutan liderler ve dini sınıf aç kalan halkın üzerindeki
kontrolünü yitirdi. 17 ve 18’inci yüzyıllarda yaşanan klan savaşları ada
nüfusunu iyice azalttı, moai’ler hasar gördü. Son olarak, Avrupalıların suçiçeği
ve dizanteri getirdiği adada, halk hastalıklardan öldü, bir kısmı öldürüldü,
diğerleri ise köle edildi ve medeniyet çöktü.
“CENNETE BAKAN GÖZLER”
Ortodoks arkeologlar, Paskalya Adası’na
ilk kez denizde kaybolan Polinezyalıların 318 yılında ayak bastığını kabul etti.
Ancak gizemli ada üzerinde yapılan araştırma sayısı arttıkça, yeni teoriler
ortaya atıldı. Bunlardan bir tanesi, Paskalya Adası’nın çok daha büyük bir
toprak parçasının geride kalan kısmı olduğu ve binlerce yıl öncesine uzanan bir
tarih sakladığı.
Üç araştırmacı, Graham Hancock, Colin
Wilson ve Rand Flem-Ath, Paskalya Adası’nın Dünya’da kutsal bir coğrafyayı
temsil ettiğini öne sürdü. Onlara göre, gizemli adanın tarihi eski çağlarda
yaşanan büyük sel felaketlerinin öncesine rastlıyor.
Hancock, “12 bin yıl önce buzullar henüz
erimemişken, okyanuslardaki su seviyesinin 100 metre daha alçak olduğunu ve
Pasifik bölgesinde And Dağları kadar uzun adalar zinciri bulunduğunu” iddia
etti. Hancock ve meslektaşlarına göre, Paskalya Adası aslında büyük kısmı sular
altında kalmış bir kara parçasının tepesi.
Rapa Nui isminin yanı sıra, Paskalya
Adası’nın antik isimlerinden biri “Te-Pito-O-Te-Henua”. Anlamı, “Dünyanın Merkezi”. Bir diğer ismi de “Mata-Ki-Te-Rani”, yani
“Cennete Bakan Gözler”. Bazıları, günümüz araştırmacıların göz ardı ettiği
mitolojik bilgiler dikkate alındığında, Paskalya Adası’nın binlerce yıl önce var
olan ve gözlemevleriyle gökyüzünü araştıran antik bir uygarlığa ev sahipliği
yaptığını öne sürüyor.
Hancock, “Cennetin Aynası” adlı kitabında,
Paskalya Adası’nın büyük tufanlardan önce yaşamış bir uygarlığın evi olduğunu ve
çok önemli bir konuma sahip olduğunu belirtti. Bu özel konum, dünyadaki kutsal
yerlerin matematiksel yerlerini mükemmel bir şekilde
gösteriyordu.
ANTİK GÖZLEMEVİ AĞI
İki diğer araştırmacı, Christopher Knight
ve Robert Lomes, Paskalya Adası’nın konumunun neyi ifade edebileceğini
araştırdı. “Uriel’in Makinesi” adlı kitaplarında, Paskalya Adası’nın “küresel
bir gözlemevi ağının parçası olduğunu” belirttiler. Onlara göre, bu gözlemevleri
gelecekte yaşanacak meteor çarpmaları ve yer tabakalarının hareketiyle
gerçekleşecek felaketleri önceden tespit etmek için kullanılıyordu.
Efsanevi Atlantis uygarlığı.
|
1- Atlantis’in sular altında kalmasına
neden olduğu düşünülen sel felaketinin yaşandığı M.Ö 9600’da, kozmik bir cismin
Güneş Sistemi’nden geçmesi Dünya’da çok büyük depremlere neden oldu.
2- M.Ö 7640 yılında Dünya’ya yedi kuyruklu
yıldız çarptı. Çarpmanın etkisiyle hızı saatte 700 km’yi bulan, 5-8 km
uzunluğunda dalgalar, yanardağ patlamaları ve depremler tüm Dünya’yı sarstı.
Sonuç olarak, Yontma Taş Devri’nin
öncesine rastlayan bu iki olay, bir zamanlar kıyı bölgelerine kurulu
şehirleriyle Pasifik Okyanusu’nda var olmuş bir ada uygarlığını da yok etmiş
olabilir. Yani Rapa Nui’yi.
Tüm bu bilgiler, 12 bin yıldan daha eski
bir tarihte sel sularıyla yok olduğu düşünülen Mu ve aynı kaderi paylaşan
Atlantis’in yanı sıra, her ikisine benzeyen bir diğer önemli medeniyetin daha
var olmuş olabileceğini gösteriyor.
Birçok antik uygarlık gibi, gökyüzünü anlamaya çalışmak için astronomi
alanında çok gelişmiş olduğunu tahmin edebileceğimiz bu uygarlık, Pasifik
Okyanusu’nun binlerce metre derinliğinde saklı olabilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder