MAYA UYGARLIĞININ GİZEMİ
|
Binlerce yıldır gizemi
çözülemeyen Maya Uygarlığı, esrarını korumaya devam ediyor. On dokuzuncu yüzyıl
sonlarında Meksika’da yapılan araştırmalarda bölgenin gizemli uygarlığının izine
rastlayan arkeologlar, sık ormanların içinde sanki doğa tarafından saklanmış
gibi duran, dev taş anıtların ve tapınakların sırrını çözmek için
araştırmalarını yoğunlaştırdılar. Bu balta girmemiş ormanlarda, Mısır
piramitlerini andıran büyük taş tapınakların ve görkemli piramitlerin ne işi
vardı? Nasıl, ne zaman, kimler tarafından yapılmışlardı? Üstelik bu dev taş
binaları yapanlar Mısır hiyerogliflerine benzeyen yazılarla eserlerini
süslemişlerdi de… 1869 yılında Fransız din adamı Brasseur De Bourbourg’un, Madrid Kraliyet Kütüphanesinde, bölgeye ilk gelen rahip Diego De Landa’nın eski kayıtlar arasında kaybolmuş ‘Relacion De Las Cosas De Yacatan’ adlı günlüklerini bulması, Batı’nın Mayaları anlamaya başlamasındaki en önemli adımlardan biri oldu… Yucatan ise bugünkü hali ile de çok güzel… Mayaların yerleşim alanları Orta Amerika’da kendi dönemlerinin en büyük uygarlığını yaratan Mayaların yerleşim alanları, bugünkü Meksika’nın Yucatan, Campeche, Tabasco ve Chiapas eyaletlerinin yanı sıra, Gautemala’nın tamamını, Honduras’ın da büyük bir bölümünü kapsıyordu. İ.Ö.600 yıllarına kadar süren bu şaşırtıcı ve gizemli uygarlığın kültürüyle ilgili araştırmalar derinleştikçe, sahip oldukları kadim bir bilgi birikimleri olduğu ortaya çıktı. Ne yazık ki, Mayalara ait ‘codex’ adını verdiğimiz az sayıda birkaç belge dışında elimizde sadece dev tapınakları ve piramitleri var… Mayalardan bazıları, atalarından kalan tüm kültürün yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu anlar anlamaz anlatıları yazıya geçirme gereksinimi duydular. 19.YY. da kendi dilleriyle ama Latin alfabesi kullanılarak yazılan ‘Popol Vuh’ adlı büyük destanları ve ‘Jaguarlar’ adıyla bilinen bir grup rahibin yazdığı ‘Chilam Balam’ adlı eserleri bu kaygıyı taşıyordu. Olmekler Mayaların yerleşim sınırlarının bittiği bölge diyebileceğimiz Tabasco yakınlarındaki ünlü Palenque kentinin biraz batısında, Meksika Körfezi’nin güney sahilleri yakınında bulunan antik kent La Venta’da, o bölgede Mayaların öncekileri gibi gözüken, bir başka gizemli uygarlık ortaya çıktı. Günümüzde, "Olmek" adını verdiğimiz bu uygarlığı kuranların kendilerini ne adla çağırdıkları bilinmiyor. Ancak bütün veriler, Mayaların sahip olduğu şaşırtıcı matematik ve astronomi bilgilerinin ve şaşırtıcı mitolojilerinin ana kaynağının, izleri İ.Ö. 1600 yıllarına uzanan Olmek uygarlığı olduğunu gösteriyor. Körfez bölgesindeki diğer etnik grupların, yani Mikstek, Zapotek ve Mayaların, Olmek etkisiyle biçimlendikleri ve ivme kazandıkları anlayışı yaygınlaşmakta. Ancak bilgi ve belge eksikliği, Orta Amerika arkeolojisi için hala en ciddi sorunlardan biri… Garip bir biçimde, arkeologların bütün çabalarına rağmen, Meksika’nın hiçbir yerinde Olmek toplumunun gelişim aşamaları olarak adlandırılabilecek bir tek bulgu ya da işaret bile elde edilemedi. Sanatsal üsluplarının karakteristik biçimleri dev zenci başı heykellerinin yontulmasında ortaya çıkan bu insanlar, sanki hiçbir yerden gelmiyor gibiydiler. Zecharia Sitchin’in Anunnaki teorisi, And Dağları ve Meksika’da yeni kolonilerden söz ediyordu. Sitchin’e göre Enki soyundan gelen ve Mısır’da yazının ve bilgeliğin tanrısı olarak saygı gören Thoth, Afrika’dan getirdiği deneyimli bir grupla (bu grup eski Atlantisliler de olabilir) Meksika’ya ulaşmış ve Olmek kentlerinin ilk kurucusu olmuştu. Dil ve kültürler arasındaki açıklanamayan, garip benzerliklere ilişkin bir başka çalışma, 20.Yy.ın başında Meksika’da Yucatan bölgesinde araştırmalar yapan Fransız araştırmacı Eugustus Le Plongeon’a aittir. Yitik Atlantis ve Mu varlığına gönülden inanan ve iz bulma umuduyla gerçekleştiren Plongeon, 1914 yılında yayımladığı çalışmasında başta Mısır olmak üzere Meksika’nın Mayaları arasındaki benzerliklerden söz eder. Maya dili arasında hem ses hem de anlam olarak ortak olduğunu belirttiği yaklaşık 150 sözcüğü içeren bir mini sözlük vardır. İran ve Afganistan dolaylarındaki eski kent ve kabile isimlerinden 200 kadarının Maya dilinde anlamlı sözcüklere karşılık geldiği ileri sürülen bir de uzun listeye rastlarız. Yazara göre bu ilginç benzerlikler ve ortaklıklar, Atlantis’in ortadan yok olmasıyla eskiçağ uygarlıklarına ulaşan kültürel mirasın sonuçlarıdır.
Mayaların Hesap Yöntemleri Mayaların noktalarla çizgilerden oluşan
hesap yöntemlerinin atasının Olmekler olduğu ortaya
çıkmıştır çünkü bu basitçe şu anlama gelir: Dünya tarihini uzun zaman
döngülerinden oluşan, çağlar aracılığıyla bölümlere ayırma mantığı, sanıldığından çok daha eski bir uygarlığın
Mayalara bıraktığı mirastır. Bu miras sayesindedir ki o şaşırtıcı duyarlılıktaki
takvimin hesabına göre içinde bulunduğumuz son çağın, Beşinci Güneş’in, İ.Ö.
3113 yılının Ağustos ayında başladığı ve 2012 yılının aralık ayında da sona
ereceği hesaplanabilmiştir.
Mayalar sıfırı bilen toplum olarak da bilinirler. Aslına bakılırsa, bugün korunan Maya dokümanlarının çoğu, ‘hesap’ ile ilgili belge parçacıkları. Ama bunlar, astronomik hesaplar; sıradan matematik işlemleri değil. Eldeki Maya belgeleri arasında en iyi durumdakilerden biri sayılan Dresden Kodeksi de bunlardan biri. İçerdiği matematiksel hesaplar ve sayısal ifadeler, bütünüyle gökyüzüne yönelik.
Mayalarda Zaman ve takvim
Mayaların zaman hesaplama araçları arasında ilk ve belki de en gizemli döngü, ‘Tzolkin’ adı verilen ‘kutsal takvim’dir. Sözlük anlamı ‘gün sayımı’ olan Tzolkin, 260 günlük bir zaman dilimini içerir ve iki farklı dizinin elemanları arasındaki bileşimle tamamlanır. Bu dizilerden birinde 1’den 13’e kadar uzanan rakamlar, değerinde belli bir sıra izleyen 20 adet ‘isim’ vardır.
Maya
astronomisi ve Venüs Gezegeni
Venüs gezegeni, Maya astronomisinde çok özel bir öneme sahip. Kendi inanç sistemlerinde çoğu kez büyük ‘öğretici tanrı’ Kukulkan ile özdeşleştirilen Venüs’ün bir tam turunu; yani sabah yıldızı olarak gözden kaybolmasının ardından tekrar sabah yıldızı olarak belirinceye kadar geçen süreyi 584 gün olarak ölçmüşler. Modern astronomik gözlemlere göre bu periyot 583.92 gündür; yani Mayalar bu süreçte iki saatten de az bir hatayla, son derece hassas bir sonuca ulaşmışlardır. Maya antik kentlerinde piramitlerin tepesinde yer alan odalar ya da Chichen Itza’daki ‘Caracol’ benzeri, doğrudan astronomi amaçlı, inşa edilmiş gözlemevleri, rahiplerin gözlem yöntemleriyle ilgili ipuçları sunar bize. Bu yapılar çoğu kez dört yönden de ufku görecek biçimde yüksek ve düz alanlara kurulmuştur. Hassas hesaplarla, gözlem odasını çevreleyen duvarlar örülmüş; bu duvarların üzerinde yer alan pencereler, doğrudan doğruya ufukta belirecek spesifik yıldızlara hizalanmıştır. Yine Chichen Itza başta olmak üzere çoğu maya kentinde, tam tepe noktasına küçücük bir deliğin açıldığı ‘zenith gözleme odaları’ bulunmuştur arkeologlarca. Bütün bunlar, kullandıkları araçlar ne denli basit olursa olsun. Mayaların son derece dikkatli, pratik ve akıllıca gözlemlerle hem yıldızların yükseliş ve batış hareketlerini, hem de başucu (Zenith) geçişlerini izlediklerini ortaya koyar. Bu istekli ve hevesli astronomik etkinliğin onlara armağanı, olağanüstü ayrıntılı ve hassas Maya takvimidir.
Aztekler
Mayalar, dünyanın ‘dört güneş’ yaşayıp tamamladığını; halen ‘Beşinci Güneş’i yaşamakta olduğumuzu anlatırlar. Bu inanışa göre ‘Dördüncü Güneş’in sonunda su elementiyle ilgili felaketler, yani büyük seller ve sağanaklar yaşanmıştı. Tıpkı Tufan mitlerinde olduğu gibi. ‘Beşinci Güneş’in sonunu da, büyük depremler getirecekti. Atalarından Mayalara sözlü gelenekle aktarılan mitlerde hep yinelenen bu evrensel döngüden söz edilmektedir. Mayaların bütün sanat yapıtlarında, mimarilerinde, tapınak süslerinde, bilinçaltında yaşayan bu ‘yok oluş’ un getirdiği korkunun izlerini buluruz. Aynı üslup, çok daha sert biçimde Toltek ve Aztek kültürlerine de taşınmıştır. Bu nedenle, C.W.Ceram haklı olarak Orta Amerika uygarlıklarını ‘Korku İmparatorlukları’ olarak niteler.
Aztek Takvimi
Dairenin merkezinde, geride kalan dört çağ ve şu an
içinde bulunduğumuz beşinci çağı simgeleyen glifler görülüyor.
Aztek
modeline göre de, Mayalarda olduğu gibi, içinde bulunduğumuz
‘Beşinci Güneş’, son çağdır. Ama onlar, bitiş
yılını Mayalar kadar büyük bir kesinlikle bilmezlerdi ve takvimlerinde işaretli
değildi. Biçimsel olarak, Güney Amerika’daki İnka uygarlığının kozmolojisinde de
dünyanın tarihine ve evrendeki döngülere ilişkin Maya ve Azteklere oldukça
paralel bir anlayış karşımıza çıkar. And Dağları’nın bu egzotik imparatorluğunun
sakinlerinin de uzak atalarından dünyanın belli kritik tarihsel evreleri birer
birer tamamlandığına ilişkin bir geleneği teslim aldıklarını görürüz.
Mayalarda
Astronomi Mayaların çağımızı yakalayan, bizim bulgularımızla birleşen oldukça
yüksek bir astronomi bilgileri vardı. Dünya güneş çevresinde yıllık turunu
tamamlarken, bir yandan da kendi ekseni çevresindeki dönüşlerini sürdürür. Bir
güneş yılı bitinceye dek, 365,2422 kez eksen turunu tamamlayan gezegenimiz, çok
daha uzun vadeli olarak, kolay fark edilmeyen iki farklı döngüyü de izlemektedir
aslında. Bunlardan biri, ekseninin, yörünge düzlemine yaptığı açıyla ve bu
açının çok uzun zaman dilimleri içinde değişmesiyle ilgili bir döngüdür.
Astronomik anlamda, dünya ekseninin izlediği bu döngünün doğal sonuçları,
dünyadan gözlem yapan biri için, gökyüzündeki ‘sabit’ yıldızların konumlarının belli bir düzene göre değişmesidir. Bu
nedenle, sözgelimi bugün kuzey yönünü saptamakta hala yararlandığımız kutup
Yıldızı’nın, bundan 2000 yıl önce tam kuzeyi göstermediğini büyük bir rahatlıkla
söyleyebiliriz. Benzeri biçimde, kutuplardan ‘göksel ekvatora’ indikçe
de, arka planda görülen takımyıldızların bulundukları konum da zaman içinde
değişim gösterir. Bunun en tipik göstergesi, dünyanın güneş çevresinde izlediği
yörüngenin dört tipik noktası olan ve mevsimlerin başlangıcını oluşturan
ekinoks ve gündönümü noktalarının, bin yıllarla ölçülen zaman dilimleri içinde
kaymalar sergilemesidir.
Bundan 2500 yıl kadar önce, gece ve
gündüzün eşit olduğu ilkbahar ekinoksunda güneş, Koç takım yıldızlarıyla aynı
hizadaydı. Dünyadan bakıldığında güneş, ay ve gezegenler,
“ekliptik” ya
da “tutulum çemberi” adını verdiğimiz düşsel bir
çizgiyi izleyerek hareket ederler. Güneş, bu çizgi üzerindeki hareketi
süresince,12 farklı takımyıldızın her birinde yaklaşık 30 gün süreyle konaklar.
Elbette aslında ne böyle bir göksel yol vardır, ne de o yol üzerinde belli
aralıklarla oluşmuş takımyıldızlar. Ama Sümerlerin kullandığı altmışlı matematik
sistemine temel oluşturan bir yaklaşım doğrultusunda güneş, ay ve gezegenlerden
gökyüzündeki hareketlerini izlemek isteyen eskiçağ astronomları, ilkin 360
dilime bölünmüş bir çember, ardından da bu çember üzerinde 30’ar dilimi içeren
12 “istasyon” belirlemişlerdi.
Bu istasyonların gökyüzünde kolay
tanınabilmesi ve işaretlenebilmesi içinde, her bir dilimin içine yerleşen yıldız
toplulukları belli doğal biçimlere, hayvanlara benzetilerek,
“takımyıldız” dediğimiz gruplar yaratıldı. Uzayın
ve evrenin derinliği içinde aslında birbirlerinden çok uzaklarda ve aykırı
açılarda yer alan yıldızlar, gökyüzü iki boyutlu bir arka plan olarak
düşünüldüğünde bir arada gruplanabiliyor ve böylece astronomik ölçümlerde büyük
bir pratiklik sağlanıyordu. Tutulum çizgisi üzerinde otuzar derecelik 12 “istasyon” halinde saptanan
ve
“Zodyak Kuşağı” olarak bildiğimiz çemberi oluşturan
takımyıldızların adlandırılması bu nedenle son derece önemli bir astronomik
buluştur.
Mayalarda
Astroloji 12 takımyıldızı birer
“burç” olarak niteleyen
ve ortalama otuzar günlük zaman aralıklarına yerleştiren klasik astroloji, bugün
de kullanılan son biçimini eski Yunan zamanında almıştı. Bu nedenle, dönemin
“takvim ilkeleri”ne uygun olarak yılı ilkbahar ekinoksuyla başlatıyor; ilk
burcu da Koç olarak beliriyordu. Az önce de belirttiğimiz gibi bu son derece
normaldi, çünkü bundan 2500 yıl önce ilkbahar ekinoksunda güneş, Koç
takımyıldızının hizasındaydı. Aradan yaklaşık dört yüz yıl geçtikten sonra bu
durum değişti. İsa’dan önce birinci yüzyıldan başlayarak ekinoksa rastlayan
dönemde güneş, Balık takımyıldızıyla birlikte görünmeye başladı. Günümüzde söz
konusu göksel konum yeniden değişmekte ve güneşin ilkbahar ekinoksunda uğradığı
istasyon, Kova'ya doğru yaklaşmaktadır. Astroloji eski Yunan”daki popüler
biçimini hala muhafaza ettiğinden, Zodyak günümüzde de Koç ile başlatılır.
Dünya
Ekseni Dünya ekseninin izlediği
bir “yalpalama döngüsü”
olarak ortaya çıkan presesyonun görünürdeki etkileri üzerine daha
fazla örnek vermenin gereği yok. Belki buna, İ.Ö 4000 ile 2000 yılları
arasındaki imparatorluklarda boğanın kutsal kabul edilmesinin nedeninin, söz
konusu dönemde güneşin ilkbahar ekinoksu sırasında Boğa takımyıldızında olması
eklenebilir. Aynı biçimde, İ.Ö. 2000’den sonra, eski Mısır tapınaklarında
tanrısal önem atfedilen koç heykellerinin yer almasının, güneşin, ekinoks
sırasında artık, Koç’ta olmasından ileri geldiğini söyleyebiliriz. Hatta, İ.Ö.
birinci yüzyılın sonlarına doğru Kumran’da ortaya çıkan Essene mezhebinin ve
aynı dönemde “Mesihçi”
bir çizgiyi benimseyen Nasorilerin
kendilerine amblem olarak balığı seçmeleri de bir biçimde presesyonla
bağlantılıdır. İsa’nın balıkla ve balıkçılıkla bağdaştırıldığı Yeni Ahit
metinlerini de anımsatıyor bu bilgiler. Söz konusu tarihlerde, ilkbahar
ekinoksunda güneş, Balık takımyıldızıyla birlikte doğmaktaydı…
O halde, dünyanın ekseninde ortaya
çıkan presesyon hareketi, ölçülebilir ve sabit bir döngüdür. Peki nasıl bir hıza
sahiptir ve bir tam çevrim ne kadar sürede tamamlanır? Modern astronomik
hesaplara göre, presesyon çemberinin 1 derecelik bölümü, yaklaşık 71.6 güneş
yılında tamamlanmaktadır. Bu durumda, ilkbahar ekinoksunda güneşin takımyıldız
değiştirmesine neden olacak büyüklükte bir hareketi, yani çemberin 12’de birini
oluşturan 30 derecelik bölümü dünya ekseni, 2148 yılda tamamlayacaktır.
Dolayısıyla, aşağı yukarı her 2148 yılda, ilkbahar ekinoksunda güneşin aynı
hizada bulunduğu takımyıldızın değiştiğini söyleyebiliriz. Eksen çubuğunun
başladığı noktaya geri dönmesi, yani presesyon döngüsünün tamamlanmasıysa,
12x2148=25.776 yıl sürecek; bu döngü boyunca güneş, ilkbahar ekinokslarında 12
farklı “istasyonda” eşit süreler geçirecektir.
Elde ettiğimiz sonuç, Mayaların
beş çağ toplamına eşit olan 25,627 yıllık zaman dilimiyle şaşırtıcı biçimde
yakınlaşır. İster istemez akıllara takılan kritik bir soruyu, yüksek sesle
sorabiliriz şimdi: Acaba Mayalar presesyon olgusunu nereden biliyorlardı? Nasıl
öğrendiler? Kimler öğretti? Ya da nasıl fark ettiler?
Mayalar ve
2012 Güneşteki hareketliliğin ve “güneş
lekesi çevrimleri”nin dünya üzerindeki verimliliği; dolayısıyla uygarlıkların doğuş yükseliş ve çöküşlerini derinden
etkilediğini düşünen Maurice Cotterell için Maya kodeksindeki tarih, çağın başlangıcından
Mayaların gerilemesine neden olan etkenlerin ortaya çıkışına dek süren bir
çevrimi simgelemektedir. 2012 yılındaki bitiş için Cotterell’in açıklamasıysa, daha önce defalarca gerçekleşen
bir doğal olayın yineleneceği düşüncesi üzerine kuruludur: Güneşteki manyetik
alan değişimleri, bu tarihte yeryüzünün manyetik kutuplarının da değişmesi
sonucunu doğuracaktır.
Cotterell ile ortak kaleme
aldıkları kitapta, Orion Mystery’nin yazarlarından
Adrian Gilbert Orta Amerika’daki gizemli uygarlıkların
kökeninde, bin yıllar önce bir felaket sonrasında yok olduğuna inandığı Atlantis
uygarlığının yattığını yineler. Gilbert’e göre mısır
ile Maya kültürleri arasındaki benzerlikler, her ikisinin de Atlantis çıkışlı
olmasının doğal sonucudur ve bin yıllar önce Atlantis’i yok eden doğal afetlerin
2012’de yineleceğini bir biçimde bilen Mayalar, bize
çok uzaklardan, bin yıllar öncesinden bir mesaj
yollamışlardır takvimleriyle. Her iki araştırmacı da, dünyadaki uygarlığın
varlığı ve gelişimini doğrudan etkilediğine inandıkları kozmik çevrimlerden ve
bunların belli aralıklarla katastroflarla bitmesinden
söz ederler ve bir biçimde Maya uygarlığının da bundan haberdar olduğunu ileri
sürerler.
Mayalar niçin
2012 yılında “depremlerle” gelecek bir büyük afetten söz etmektedirler
? Benzeri bir jeolojik hareketlilik
dizisine ve küresel felakete, İ.Ö.1650 dolaylarında dünyanın büyük bölümünün
tanık olduğunu biliyoruz. Birbirini tetikleyen depremlerle başlayıp, son aşamada
binlerce kilometre uzakları bile etkileyecek olan The
Ra’nın patlamasına dek varan ve Eski ahitin Exodus kitabına esin kaynağı oluşturan bu afetler zinciri,
onuncu gezegen Nibiru/Marduk”un olağan yörünge periyodu içinde dünyaya tehlikeli
biçimde yakın geçişiyle ortaya çıkmıştı. Sümer
kaynaklarında yörünge periyodunun ilahi 3600 sayısıyla
ifade edildiği bu gizemli gezegen, bir dahaki yörünge geçişini 2012 yılında gerçekleştirecek olabilir mi ?
Astroset olarak diyoruz
ki, gezegenimizde binlerce yıldır kıyamet senaryoları yazılıyor, mitler ve
efsaneler anlatılıyor, kehanetler yapılıyor. İnsanlara anlatılıyor ama kıyametin
asıl anlamı üzerinde durulmuyor. Kıyamet sözcük olarak ‘Uyanış’ demek…
Geçmişle ilgili Uyanış, değişim, dönüşüm dönemleri ve yaşanan katastroflar doğru ama gelecekle ilgili kıyamet
senaryolarında ve kehanetlerde biraz dikkatli olmakta yarar var. İklim
değişikliklerinden doğacak zararlar zaten yeterince uyanış sağlayacak gibi
gözüküyor.. Bir gezegen etkisi de bazı kıtaları ilgilendiren yöresel etkiler
yaratabilir yani bazı kıtalar sulara gömülebilir ama dünyanın tümünün zarar
görmesi pek olası gözükmüyor. Özellikle bazı korunmuş bölgelerin… Yenilenmeye
hazır ve uyanmış olanlara yeni ve arınmış bir gezegen gerekecek nasıl
olsa?
|
29 Kasım 2012 Perşembe
MAYA UYGARLIĞININ GİZEMİ
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder