Dinin ve Manevi Değerlerin Özgüven Oluşumuna Etkileri
“Değer; arzu edilen, ihtiyaç duyulan şeye karşı
beslenen amaçtır. Değerlerin işlevi, insanın aklını müsbet yönde,iyilikler
yönünde kullanılmasını sağlamaktır. Bu bakımdan değerler, insan davranışına
ölçü getirdiği gibi sınır da getirir.”
Manevi değerler ise; “insanın ruhunda
özünde var olan ve evrensel ruhun sunduğu ilkeledir.Sevgi, adalet,
sabır, hoşgörü insan doğasında var olan değerlerdir.” Manevi değerler insan
hayatı için önemli anlam referansları arasında yer alır.Sağlıklı bir toplum
yapısı oluşturmakta ve insanlar arası ilişkilerin geliştirilmesinde manevi
değerler belirleyici özelliğe sahiptir. Manevi değerler insanı
olgunlaştırır ve diğer insanlar karşısında saygınlığa götürür.
Günümüzde bir değerler dizgesine sahip olmamanın,
psikolojik olarak sağlığı bozucu olduğunu görüyoruz. İnsan nasıl gün ışığına
kalsiyuma ya da sevgiye ihtiyaç duyuyorsa, aynı şekilde anlayacağı ve o
doğrultuda yaşamını sürdürmekten zevk alacağı bir dine ya da yaşam
felsefesine ihtiyaç duyar.
İnsanın değerlerden yoksun olması pek çok
ruhsal hastalığı beraberinde getirdiği gibi bunları bedensel
rahatsızlıklara da dönüştürebiliyor. Birtakım değerlerden yoksun olmak
ilk önce insanın yaşamdan zevk alma, hayatının amacını belirleme
duygularına büyük bir darbe indirecektir. Daha sonra pek çok şeye ve pek çok
kişiye karşı, ilgisizlik, ilkesizlik, ümitsizlik, aşırı kuşkuculuk gibi
rahatsızlıklara dönüşebilecektir. Bütün bunların yaşandığı bir durumda
bireyin özgüvenin oluşmasından ve gelişmesinden bahsetmek mümkün
değildir.Özgüven ancak,değerlerin olduğu ortamda oluşur ve gelişir.
Bugün refah düzeyi yüksek toplumların büyük
bölümünün değerler yoksunu olduğu tespit edilmiştir. Bu durumu yüzeysel
sebeplerle açıklamak mümkün değildir.Pek çok insan durumunun farkına
varmaksızın değer yoksunluğu içinde mutsuz yaşam sürdürmeye devam
etmektedir.Böyle bir durumda birçok insan dine dönüş yaşayacaktır.
Manevi değerler bütünü olan din, sağlıklı
toplum yapısı oluşturmakta belirleyici özelliğe sahip olmuştur. İnsanın
kendini çoğu zaman gerçekleştirmesi ahlak ile maneviyat ile dinle
olabilmektedir.Einstein’a göre üstün ahlaka ulaşabilmek insanın en
önemli çabalardandır.İnsan var oluşunu ahlak ilkelerine bağlı olarak
gerçekleştirebilir. Sadece ahlaklı davranmak yaşama güzellik ve onur
verebilir. Katlanabilir bir hayat ölümsüz ahlaki ilkelere sarılmaya
bağlıdır (Einstein, 1998, s. 97 – 98).
Pek çok insan böyle düşünüyor olmalı ki
yirminci yüzyılın başında ahlak ilkeleri ve din göz ardı edilirken,
sonlarına doğru dinin ve ahlak ilkelerinin hızlı bir yükselişini görmek
mümkündür.Bütün tecrübeler ve yaşanan olaylar, insanın kendini anlaması ve
mutluluğu yakalaması konusunda bilimsel verilerin ve psikolojik bulguların
büyük ölçüde dini gerçeklere uygun düştüğünü gösterdi. Bu
gerçeklerle yüzleşen pek çok insan dinlerin ve dini öğretilerin tekrar
gözden geçirilmesi gerektiğini düşünerek araştırmaya başlamıştır. Birçok insan
dinine dönüşün gereğine inanmış ve hayatını dini esaslar doğrultusunda
yaşamayı tercih etmiştir.
Özgüven penceresinden din insan ilişkisine
baktığımızda da evrensel değerler her zaman rehberdir. İnsanlar hangi
dinden olurlarsa olsunlar yüksek değerler arasında daima dinsel değerler
en baştandır. İnsan bu değerlerden ve dinden yoksun oluğu zaman hayatına
hakim olan anlamsızlık ve amaçsızlık duygularıyla baş edemeyecektir.
Yaşamına bir anlam ve amaç veremediği takdirde bireyin özgüveni zayıf ya
da çok zayıf düzeyde olacaktır. Bir takım değerlere sahip olan insanlarla
bu değerleri yaşam felsefesinin en üst noktasına koyan insanlar
arasında bile özgüven düzeyi açısından anlamlı farklılıklar olduğu
bilinmektedir.
Bu anlamda yüksek değerleri arasında daima en
başta yer alan dinsel değerler ile özgüven arasında olumlu bir ilişki vardır.Pek
çok ruh hastalıklarında, hastanın rahatsızlığının sebebi, ruhsal
ihtiyaçların ihmal edilmiş olmasıdır (Fromm, 1982, s. 19). Bunu için menşei
manevi sahada olan şizofreni gibi bir akıl hastalığının düzeltilebilme
ihtimali manevi temelin güçlendirilmesine bağlıdır.Mademki her türlü
ruhsal hastalığın temelinde maneviyat eksikliği yatmaktadır.Öyleyse her
türlü psikolojik tedavide maneviyata yönelik olmalıdır.
Dinamik psikiyatrlerinin en büyük ekol
sahiplerinden Jung, bu hususu bizzat müşahede etmiş bir psikiyatristir. “Çağdaş
insanın ruh araması” adlı kitabında tecrübi gözlemlerini aktararak, dinin
insanın ruh sağlığı üzerindeki olumlu etkilerine işaret etmekte ve
şöyle demektedir. “Son otuz sene içinde dünyanın bütün
medeni memleketlerinden bana başvuranlar oldu. Yüzlerce hasta tedavi ettim.
Hastalarımdan hayatın ikinci yarısına erişenler yani otuz beş yaşını geçmiş
olanlardan hiçbir kimse yoktur ki,problemini halletmek için son başvurduğu
çare hayatına dini bir bakış bulmaktan ibaret olmasın.
Kaynak:http://pdrgunlugu.net/dinin-ve-manevi-degerlerin-ozguven-olusumuna-etkileri/
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder