13 Ekim 2012 Cumartesi

ŞAHMERAN EFSANESİNİ BİLİYORMUSUNUZ ?




Şahmeran Efsanesi ve Mitolojik Kaynakları

Dr.Fulya Tüşümel
Müze Arş.Gülnaz Savran
Anadolu’ nun sadece sözlü halk edebiyatında değil, el sanatlarında da etkisini sürdüren bir efsanedir Şahmaran yada Şahmeran. Özellikle genç kızların çeyizlerinde ki işlemelerde ve duvar resimlerinde kem gözlerden korunmak için kullanılmaktadır. Kimilerine göre Ceyhan ile Misis arasında Ortaçağda yapılan Yılankalede yaşamıştır. Bu söylencenin izleri Adana’nın selle, Ceyhan’ın yelle, Misis’in yılanla gideceği şeklindeki bir tekerlemeyle bütün canlılığını korumaktadır. Bu tekerlemede Yılankalenin koruyucu yılanlarının efendileri Şahmeran’ın öldürüldüğünü bilmedikleri ve bunu duydukları gün insanlardan intikam almak için Misis’e inerek insanları öldüreceklerine inanılır. Evliya Çelebi Seyahatnamesinde Yılankaleden bahsederken ”Evsafı Kal’ai şah Maran” yani Şahmaran Kalesi olarak söz eder ve bu kalede sürü sürü yılanın yanında boynuzlu ve ensesi tüylü bir yılanın görüldüğünü yazar. (Evliya Çelebi,1935:340)

Misis’te, Tarsus’ta ya da herhangi bir yerde anlatılan efsanelerde yoksul bir ailenin oğlu olan Lokman’ın odunculuk yaparak geçimini sağlarken Şahmeran’la tesadüfi karşılaşması anlatılır. Bu karşılaşmadan sonra Lokman uzunca bir süre Şahmeran’ın himayesinde yaşar. Daha sonra Lokman Şahmeran’ın yaşadığı yeri kimseye söylemeyeceği sözünü vererek evine döner. Ülkenin hükümdarının bir gün amansız bir hastalığa yakalanması ve hastalığın tek çaresinin Şahmeranın etinde olması üzerine Lokman’dan zorla Şahmeran’ın yeri öğrenilir. Şahmeran Lokman’ın ihanetine karşılık yine de ona iyilik yapar. Kesildikten sonra etinin kaynatılan ilk suyunun zehirli, ikinci suyunun ise şifalı ve iksirli olduğunu söyler. İkinci suyu içen Lokman bütün hastalıkların çaresini de bulmaya başlar.

Şahmeran’ın ölümü Medusa’nın ölümüne benzer. Her iki ölümle ele geçen sihirli güç insanlığın sağlık ve şifa bulması için kullanılmıştır. Yunan mitolojisinde geçen Gorgo canavarlarının mı Şahmeran’a mı yoksa Şahmeranın mı Gorgolara kaynak olduğu düşüncesi tartışılmaktadır. Özellikle Hesiodos’un Tanrıların Doğuşu adlı eserinde anlatılan Ekhidna Şahmerana çok benzerlik göstermektedir.

Hesiodos eserinde “ Ne ölümlülere, ne de ölümsüzlere benzeyen.

Bir mağarada doğdu bu azgın yürekli Ekhidna.

Yarı bedeni bir genç kızdı onun,

Güzel yanakları ve gözleri fıldır fıldır,

Yarı bedeniyse koskoca bir yılandı, korkunç,

Her yanı benek benek amansız bir yılan

Yerin gizli deliklerinde kaybolan;

Mağarasında otururdu Ekhidna,” diyerek tanımlamıştır Ekhidna’yı (Eyuboğlu, Erhat,1977:114). Mitolojiye göre Ekhidna’nın ini Arima dağları denen Kilikya’da yerin altındadır. Yani efsanenin kaynağı Kilikya bölgesi olsun ya da olmasın yaşadığı yer burasıdır.

Efsanelerin çoğunda Şahmeran erkek olarak ifade edilir. Fakat özellikle Tarsus dahil olmak üzere Anadolunun her yerinde kullanılan Şahmeran motifinde Şahmeran kadın olarak resmedilir. Öykülerdeki bu cinsiyet değişikliği belki adının başındaki Şah kelimesinden kaynaklanmaktadır.

Efsanenin Hatti ve Hurrilerin etkisindeki Hitit mitolojisinden de izler taşıdığı düşünülmektedir. Hatti kökenli olan gök tanrısı Telepinu’nun Illuyanka ejderi ile savaşı Hitit mitolojisinin bir parçasıdır. Telepinu mitosunun ele geçen iki anlatısının birinde Illuyanka adlı ejdere yenilen gök tanrısı, ejderi yenmek için tanrıça İnar’ın Hupasiya adlı bir ölümlüye aşkını vaat etmesini kullanır. Aşka karşılık bu ölümlü, Illuyankayla yer içer, onu sarhoş eder. Bu fırsattan yararlanan gök tanrısı gelir, ejderi öldürür. Diğer hikayede ise gök tanrısını yenen Illuyanka gök tanrısının yüreğini ve gözlerini alır. Gök tanrısı öç almak için Arm adlı bir ölümlünün kızıyla evlenir ve ondan bir oğlu olur. Oğul büyüyünce ejderin kızıyla evlenir ve babasının yüreğiyle gözlerini geri alır. Gök tanrısı eski gücüne kavuşunca ejderi öldürmeye gider. oğlu araya girerek “Ejderi öldüreceksen beni de öldür ” der ve babası oğluyla beraber ejderi öldürür. Bu efsanenin benzeri Yunan mitolojisinde de vardır. Zeus ile Typhon arasında geçen savaşta, Illuyanka efsanesinin ana öğeleri bulunur (Akurgal,1993:107).

Typon omuzlarından yüz yılan başının yükseldiği, korkunç bir tanrı olarak ifade edilir. Yanardağ tanrısı olarak da tanımlanır. Ekhidnayla birleşerek korkunç canavarlar üretmişlerdir (Erhat,1989:316). Helen anlatısında Typhon tanrı Zeus’un yüreğini ve gözlerini değil, kollarının ve bacaklarının kas lifini almıştır.Bu örnekte ejderin gözcülüğünü yapan kızını Aigipan adlı bir kadın oyalarken Zeus’un kas liflerini tanrı Hermes geri alır. Efsanenin Kilikya bölgesinden geldiğini de yer adları açığa vurur. Helen anlatısında Typhon’un oturduğu yer Mersin civarınaki Korykos mağarasıdır. Adı geçen Casius Dağı ise Antakya yakınlarındadır. Efsanelerin hepsinde bir ölümlünün ihaneti söz konusudur.

Kimilerine göre Typhon’la Ekidna’nın kızı olan ve Odyseia’da sözü geçen mitolojik deniz canavarı Skylla da Şahmeran’a benzerlik gösterir. Skylla M.S. III. yüzyılda Tarsus sikkelerinin üzerine de basılmıştır. Sikkenin ön yüzünde Şua taçlı PUPIENUS arka yüzünde cepheden duran SCYLLA vardır. (SNG Levante 1633 ) Kaynağı ne olursa olsun bu gün hala Misis yakınında Çokçapınar köyünde Şahmeran Mağarası adı altında bilinen kutsal bir mekan vardır.


Efsaneye göre Şahmaran yüzlerce yıl önce Tarsus'ta yaşayan yılan vücutlu kadın başlı bir kahraman. Bahçesinde insanoğlunu cezbedecek her türlü yiyecek ve ziynet eşyası bulunan Şahmaran kimsenin bilmediği bir yerde insanoğlundan uzakta yerin altında yaşamış, ta ki insanoğlu Camsab tarafından bulunana kadar.

Yoksul bir ailenin oğlu olan Camsab bir gün ormanda bir kuyu dolusu bal bulmuş. Balı çıkarmak üzere kuyuya inen Camsab'ı, bütün balı yukarı çeken arkadaşları aç gözlülükleri yüzünden kuyuda bırakmış. Yalnız başına feryat eden Camsab tam da ümidini kesmişken topraktan iğne deliği büyüklüğünde ışık sızdığını farketmiş. Cebindeki bıçak ile ışığın geldiği deliği büyüten Camsab, ömründe görmediği kadar güzel bir bahçeye girmiş. Bu bahçede dünyada eşi benzeri olmayan çiçekler, ortasında bir havuz ve çevresinde oturaklar ile bir yığın yılan bulunuyormuş. Havuzun başındaki taht üzerinde insan başlı, süt beyaz vücutlu bir yılan Camsab'a kendi diliyle hitap etmiş; 'Hoşgeldin insanoğlu, çevrendekilerden korkma sen bizim misafirimizsin'

Şahmaran Camsab'a türlü türlü yiyecekler ikram edip kendi ülkesine nasıl ve neden geldiğini sormuş. Camsab hikayesini uzun uzun anlatmış... Camsab'ı dinleyen Şahmaran başını sallayıp 'İnsanoğlu nankördür, hilekardır. Küçücük menfaatleri karşısında muazzam zararlarına razı olur' demiş.

Şahmaran'ın güvenini kazanan Camsab uzun yıllar bu bahçede yaşamış. Yıllar sonra bir gün Şahmaran'a yaklaşan Camsab, ailesini çok özlediğini söyleyip 'Nolur beni aileme kavuştur' diye yalvarmış. Bunun üzerine Şahmaran kendisini salıvereceğini, ancak yerini kimseye söylemeyeceğine ve asla hamama girmeyeceğine dair söz vermesini istemiş. Çünkü Şahmaran'la karşılaşan her kim olursa hamama gittiğinde vücudu pullarla kaplanırmış. Şahmaran'a söz verip ailesine kavuşan Camsab uzun yıllar verdiği sözde durarak Şahmaran'ın yerini kimseye söylememiş ve hiç hamama gitmemiş.

Derken bir gün Camsab'ın yaşadığı ülkenin hükümdarı Keyhüsrev hastalanmış. Vezir, hastalığın çaresinin Şahmaran'ın etini yemek olduğunu söylemiş ve herkesin hamama getirilmesini istemiş. Önceleri direnen sonra zorla hamama gotürülen Camsab'ın vücudu hamama girince pullarla kaplanmış. Sonunda da yapılan işkenceye dayanamayarak canını kurtarmak için kuyuyu göstermiş. Hemen kuyunun başına gidilmiş ve Şahmaran dışarı çıkarılmış. Camsab'ı gören Şahmaran 'İşte Camsab nihayet kanıma girdin. Ben insanoğluna itimat edilmeyeceğini biliyordum. Fakat ne çare ki yine aldandım' demiş. Ölüme giderken de Camsab'a 'Beni toprak çanakta kaynatıp ilk suyumu sana içirecekler sakın içme zehirlidir. İkinci suyumu iç gövdemi de hükümdara yedir' demiş Şahmaran'ın söylediklerini harfiyen yerine getiren Camsab ilk suyu vezire içirip ikincisini kendisi içmiş. Etini de hükümdara yedirmiş. Vezir ölmüş hükümdar da kısa sürede iyileşip Camsab'ı veziri yapmış.

Efsaneye göre Şahmaran'ın öldürüldüğünü yılanlar bilmemekte. Tarsus'un Şahmaran'ın öldürüldüğünü öğrenen yılanlar tarafından basılacağı rivayet edilir..




AHMERAN EFASENESİ İLE İLGİLİ BAŞKA ANLATI DA AŞAĞIDAKİ GİBİ TARSUS HALKININ DİLİNDE DOLAŞMAKTADIR;
İran Hükümdarı Sardanapal'ın Tarsus'u işgalinden sonra Arap ülkelerinden gelen kervanların Anadolu'ya geçmesi için ilk büyük konak yeri Tarsus idi. İpek Yolu Tarsus'tan Antakya'ya, oradan da İran ve Mısır'a uzanıyordu.
İran Hükümdarı Sardarıapal Tarsus'u serbest bölge ilan etmişti. Mısırlı tüccarlar büyük kervanlarla Tarsus'a geliyorlardı. Bu tüccar¬ların Tarsus'ta kalabilecekleri çok sayıda konaklama yeri, hamamlar ve açıkhava plajları bulunuyordu. Tarsus'tan akan Kydnos Nehrinin Toroslardan kar sulan ile birlikte kükürt getirdiği yine bili¬nen gerçeklerdendi. Tarsuslular ırmağın kenarındaki plajlardan ya¬rarlanırlar ve bu suların mafsal ağrılarına iyi geldiğini söylerlerdi. Kydnos Nehri'nde banyo yapanlar Sardanapal'ın vergi memurlarına vergi ödemek zorunda idiler.

Mısırlı tüccarlardan birisi olan ve çok zengin olduğu bilinen Melikiya isimli bir kişi, her sene karlar erirken Mısır'dan yola çıkar, Bağdat, Antakya ve Tarsus'a gelir, buradaki plajlarda yıkanırdı. O seneki baharda Mısırlı Melikiya'yı Amanoslardan geçerken haramiler soydular. Melikiya'nın kervanı dağıldı, kendilerini zorlukla Tarsus'a atabildiler.

Melikiya yiyecek alabilmesi için hizmetkârını şehre gönderdi. Kendisi de rahatlamak için açıkhava plajına, ırmak kenarına gitti. Yıkandı. Plajdan çıktı, elbiselerini giyinirken, bir subayla iki er gelerek Sardanapal'ın yıkanma hakkını istediler. Melikiya telaşa düştü. "Param yok, soyuldum" dediyse de kimseyi inandıramadı. O sırada yine imdadına hizmetkârı yetişti; "gemilerinin Sayda açıklarında battığını, gelecek sefere borcumuzu öderiz" dedi. Subay durumu Sardanapal'a anlatacağını söyleyerek giderken Melikiya subayın ar¬kasından seslendi. Sardanapal'a dünyada bir eşi, benzeri bulunma¬yan güzel bir armağan getireceğini de söylemesini subaydan istedi. Melikiya'yı iyi ve dürüst bir tüccar olarak bilirlerdi. Çünkü her sene vergisini ilk Melikiya öderdi.

Melikiya Sardanapal'ın yardımı ile Mısır'a geri döndü. Yolda ben¬zersiz armağanı nasıl bulacağını düşündü durdu. Kendisine yapılan iyiliği asla unutmuyordu.
Melikiya Mısır'a geldikten sonra akıl küpü hizmetkârı ile konuştu, tanıdıkları ile görüştü. Ama değerli bir armağan bu¬lamıyordu. Bir gün Melikiya'mn hizmetkârı koşa koşa geldi, sevinç ve telaş içinde idi. Hemen söze başladı:
Efendim, ben eşsiz armağanı buldum.
Hani nerede?
Nil vadisinde ...
Canlı mı?
Hem canlı, hem de konuşuyor, yedi yılan başı var ve insan.
Sen deli misin? Öyle bir yaratık olur mu?
Olur efendim. İnsan gibi de konuşuyor.
İsmi de var mı?
Var efendim. Adı Şahmeran. Yılanların hükümdarıdır.
Yılanlar bizi öldürür...l
Efendim, biz onu kurtaracağız. Bir büyücünün elinde esir. O da bizimle birlikte Tarsus'a gelecektir. Sardanapal'dan azat edilme¬ sini ve memleketine gen gönderilmesini isteriz.

Sardanapal kabul eder mi bu armağanı?
Elbette edecektir. Dünyada bir eşi olmayan bir armağanı nasıl red edebilir ki?
Melikiya ile hizmetkârı anlaştılar. Hizmetkâr gitti. Üç gece sonra bir devenin üzerine bindirilmiş büyük bir tahta sandıkla geri döndü. Sandık evin bahçesine konuldu, kapılar iyice kapatıldı. Sandık hiz¬metkârlar tarafından büyük bir dikkatle açıldı. Melikiya gördüğü manzara ve güzellik karşısında şaşkına döndü. Gözlerine ina-naınıyordu. Karşısında yere konulan ipek minderin üzerinde, dünya gözeli, san saçlı bir genç kız duruyordu ve kızın vücudunun, kol¬larının altından ve omuz başlanndan yedi yılan insana saldırıyordu.
Melikiya hizmetkarına sordu:
Şahmeran bu mudur?

Evet efendim.
Melikiya Şahmeran'a sordu:
Sen Şahmeran mısın?
Ben Şahmeran'ım. Beni bırakın yurduma gideyim. Yoksa bütün dünyadaki yılanlar sizi rahat bırakmazlar.
Biz sizi kurtarmak için büyücüden kaçırdık. Ülken nerede? Benim ülken Nil Vadisi'nde ve Afrika'da kimsenin bilmediği bir yerdedir. Beni bırakın sizi ve yedinizi zengin edeyim.

-'Biz seni bırakacağız. Ancak yolculuğu beraber yapacağız ve bu yolculuk sonunda seni azat edeceğiz.
- Eğer beni azat etmezseniz, dünya durdukça yeryüzündeki bütün yılanlar insanlara düşman olacaklardır. Size son defa söylüyorum, beni azat edin!
Melikiya Şahmeran'a söz verdi. Şahmeran yere serilmiş bulunan ipek minderin üzerinde uyudu. Ertesi gün yol hazırlıklarına başlandı.
Şahmeran, ülkesine dönme vaadine inanmıştı. Yolculuk için içerisi özel olarak döşenen sandığın içerisine girmişti. Kervan yola çıktı. Melikiya sevincinden uçuyordu. Önden haberciler göndererek, Sardanapal'a eşsiz bir armağan ile yola çıktığını bildirmek istedi. Bağdat'a geldiklerinde Şabmeran'ı ülkesinden kaçıran büyücünün binlerce yılan tarafından sokularak öldürüldüğünü duydular.
Şahmeran olayı duymuştu. Melikiya'ya seslendi:
- Yalan söylerseniz sizin de sonunuz böyle olacaktır.
Kervan Birecik yakınlarında Sardanapal'ın askerleri tarafından karşılandı. Kafile ve kervan kazasız belasız önce Antakya'ya, sonra da Tarsus'a vardı. Kervanı Sardanapal'ın Valisi İmadetîîn karşıladı. Birlikte Bahçesaray denilen, ortasından Kydnos'un aktığı saraya ge¬lindi. Kervan sarayın ortasında yıkıldı. Armağan sandığım büyük bir dikkatle taşıdılar. Taşıyıcılar uzaklaştıktan sonra sandığın kapağı açıldı ve Şahmeran'a

seslenildi:
- Sen de yıkanıp serinlemek ister misin? dedi Melikiya. Evet isterim, diyen Şahmeran sandıktan çıktı, ipek gibi sarı saçlarını dalgalandırarak plaj odasına gitti. Suya giren Şahmeran dinî inanışları başka olan insanlarla yaşamayı hiç sevmiyordu. Fakat katlanmak zorunda olduğunu da biliyordu.

Şahmeran odanın ortasındaki şifalı suya girmişti ki, içeriye önce askerler, sonra da İri yan bir subay girdi. Bu Tarsus Valisi İmadettin idi. Cüssesine rağmen korkak, cinlere, şeytanlara ve büyücülere inanırdı. Vali İmadettlıı Şahmeran'ı görünce, önce güzelliğine ve saçlarına hayran kaldı. Sonra da bu güzel gövdeden çıkarı korkunç yılan başlarını gördü.

Eyvah! Bu armağan değil büyüdür, dedi. Sonra da askerlere:
Öldürün! diye emir verdi.
Şahmeran tehlikeyi sezmişti. Bir sıçrayışta havuzdan çıktı. Kendini öldürmek isteyen askerlere doğru saldırdı. Bu sırada bîr mızrak göğsüne saplandı. Acı ile inledi. Gürültüye Melikiya koştu. Fakat geç kalmıştı. Yılanlar yakaladıkları askerleri hemen öldürüyor¬lardı. Korkunç bir savaş başlamıştı. Şahmeran'ın yılan başları teker teker düşmeye başlamıştı- Son bir sıçrama ile haykırdı ve Vali İmadettin'i yakaladı Şahmeran.
Sizin dîninizde bir armağana böyle mi yaparlar? dedi. Vali İmadettin onu dinlemedi ve askerlere bağırdı:
Öldürün!

Askerler tekrar saldırdılar. Şahmeran'ın son yılan başı yeni bir hamle yaparak Vali İnıadettin'in üzerine saldırdı. Onu yere çarptı. Askerler perişan olarak kaçarlarken birisi baltasını Şahmeran'a savurdu. Şahmeran'ın ağzından "Allah!" kelimesi çıktı. Melikaya Şahmeran'a doğru koştu. Şahmeran'dan fışkıran kan hamamın duvarını kana boyadı.

Şahmeran ağlıyarak Melikaya'ya bağırdı:
- Bana yapacağın bu mu idi? Allah cezanı versin! dedi.
Fakat o sırada inanılması güç bir olay meydana geldi. Yüzbinlerce irili ufaklı yılan Tarsus'a saldırmaya başladı. Aynı za¬manda da yer sarsılmaya, evler, saraylar yıkılmaya başladı. Nehir köpürerek şehre saldırdı. Halk dağlara kaçışıyordu. Yer yanlıyor, insanlar gömülüyordu. Melikiya düştüğü yerden kalkarak "su su" diye inleyen Şahmeran'ın yanına koştu ve ona su verdi. O anda yedi büyük yılan ortaya çıktı ve Şahmeran'ı alarak denire doğru akıp gittiler.

Olaylar yatışıpta Sardanapal Tarsus'a girdiğinde, Tarsus'un yılanlar tarafından istilaya uğramış olduğunu öğrendi. Melikiya'yı arattı, bulduramadı. Anlatılanlara inanmak istemedi. Kendisini ha¬mama götürdüler. Şahmeran'm kanı hâlâ duvarda idi. Göz açıp ka¬payıncaya kadar süre içerisinde olanlara Sardanapal halâ inanamıyordu. Dudaklarından tarihe geçecek bir kaç sözcük döküldü:

Tarsus yılanlardan batmış!
ŞAHMERAN EFSANESİNİN TÜRK EDEBİYATINDAKİ YERİ
Şahmeran tanınmış bir hikâyenin kahramanıdır. Türk Edebiyatında bu konuyu ilk defa 15. yüzyılda 2. Murat devri şairlerinden Abdi Musa yazdığı "Camasbname" adlı mesnevide işlemiştir. Şairi hakkında fazla bilgimizin olmadığı bu eser. 1429 yılında tamamlanmıştır. Mesnevi adını hikâyenin kahraman¬larından biri olan Camasb'dan almıştır. Eserin bilinen on nüshası vardır. Camasbname'deki biçimiyle hikâye, aslında birbirinin içine yerleştirilmiş üç ayn hikâyeden meydana gelmiştir, a- Canıasb ve Şahmeran Hikâyesi b- Bulukiya Hikâyesi c- Cihanşah Hikâyesi. Mesnevideki biçimiyle hikaye Arap hikâye geleneğine has bir nitelik olarak bilinen "çerçeveli hikâye" örneğidir. Abdi'nin bu mesnevisin¬den başka 1780 tarihinde istinsali edilmiş ünlü bir Camasbname daha vardır. Bu eser daha sonra kısaltılarak Mümtazetü'l-emasil, Şahmeran Hikâyesi adıyla yayınlanmıştır.

Camasbname, zamanla basitleştirilerek halk hikâyesi biçimine getirilmiştir. Şahmeran hikâyesi adıyla yapılmış birçok modern baskılan vardır. Son baskısı Hakiki Şahmeran Hikâyesi adı altında İstanbul'da yapılmıştır (1973).
Bir epizodu da Dattalname'de bulunan Şahmeran hikâyesi za¬manla sözlü geleneğe geçerek bir halk masalına dönüşmüştür. Masalın Ankara, Niğde, Gönen ve Kırşehir'den yedi varyantı tesbit edilmiştir.
Şahmeran Hikâyesi Türk sözlü geleneğinde halk efsanesi olarak da yaşamaktadır. Daha 19. yüzyılda, Tarsus'a uğrayan Alman sey¬yahı Fürst Püekler-Muakau duyduğu bir Şahmeran Efsanesf'ni seya¬hatnamesine almıştır. Bu efsanenin günümüzde Ankara ve Mudurnu'dan da tesbit edilmiş varyantları vardır.

Türk edebiyatında karşılaştığımız Şahmeran Hikâyesi'nin kaynağı hakkında değişik görüşler ileri sürülmüştür. E.,J.W. Oibb, hikâyenin kaynağının Binbir Gece Masalları olduğunu, hatta bu¬nun Bİnbir Gece Masallarından biri olan "Hasib Kerlmeddin ve Şahmaran Hikâyesinin manzum çevirisi olduğunu yazmıştır. [A History of Ottoman Peetry, I^ondon 1904.1.432) buna karşılık İrene Melikof-Sayar. Tabarl tarihini kaynak olarak göstermişlir. "Gibb'in belirttiği gibi Şahmeran hikâyesi Binbir Gere Masallan'ndan biridir."

Enno Littmann, Bulukiya hikâyesinin Yahudi kökenli olduğunu, Hasib Kerimeddin ve Şahmcran hikâyesinin de büyük bir ihtimalle Mısır kökenli olduğunu İleri sürmüştür. Buna karşılık Jan rtypka, Şahmeran Hikâyesi'nin kaynağının muhtemel olarak İran'da aranması gerektiğini söylemektedir.

İran Hükümdarı Sardanapal'ın Tarsus'u işgalinden sonra Arap ülkelerinden gelen kervanların Anadolu'ya geçmesi için ilk büyük konak yeri Tarsus idi. İpek Yolu Tarsus'tan Antakya'ya, oradan da İran ve Mısır'a uzanıyordu.
İran Hükümdarı Sardanapal Tarsus'u serbest bölge ilan etmişti. Mısırlı tüccarlar büyük kervanlarla Tarsus'a geliyorlardı. Bu tüccar­ların Tarsus'ta kalabilecekleri çok sayıda konaklama yeri, hamamlar ve açıkhava plajları bulunuyordu. Tarsus'tan akan Kydnos Nehrinin Toroslardan kar sulan ile birlikte kükürt getirdiği yine bili­nen gerçeklerdendi. Tarsuslular ırmağın kenarındaki plajlardan ya­rarlanırlar ve bu suların mafsal ağrılarına iyi geldiğini söylerlerdi. Kydnos Nehri'nde banyo yapanlar Sardanapal'ın vergi memurlarına vergi ödemek zorunda idiler.
Mısırlı tüccarlardan birisi olan ve çok zengin olduğu bilinen Melikiya isimli bir kişi, her sene karlar erirken Mısır'dan yola çıkar, Bağdat, Antakya ve Tarsus'a gelir, buradaki plajlarda yıkanırdı. O seneki baharda Mısırlı Melikiya'yı Amanoslardan geçerken haramiler soydular. Melikiya'nın kervanı dağıldı, kendilerini zorlukla Tarsus'a atabildiler.
Melikiya yiyecek alabilmesi için hizmetkârını şehre gönderdi. Kendisi de rahatlamak için açıkhava plajına, ırmak kenarına gitti. Yıkandı. Plajdan çıktı, elbiselerini giyinirken, bir subayla iki er gelerek Sardanapal'ın yıkanma hakkını istediler. Melikiya telaşa düştü. "Param yok, soyuldum" dediyse de kimseyi inandıramadı. O sırada yine imdadına hizmetkârı yetişti; "gemilerinin Sayda açıklarında battığını, gelecek sefere borcumuzu öderiz" dedi. Subay durumu Sardanapal'a anlatacağını söyleyerek giderken Melikiya subayın ar­kasından seslendi. Sardanapal'a dünyada bir eşi, benzeri bulunma­ yan güzel bir armağan getireceğini de söylemesini subaydan istedi. Melikiya'yı iyi ve dürüst bir tüccar olarak bilirlerdi. Çünkü her sene vergisini ilk Melikiya öderdi.
Melikiya Sardanapal'ın yardımı ile Mısır'a geri döndü. Yolda benzersiz armağanı nasıl bulacağını düşündü durdu. Kendisine yapılan iyiliği asla unutmuyordu.
Melikiya Mısır'a geldikten sonra akıl küpü hizmetkârı ile konuştu, tanıdıkları ile görüştü. Ama değerli bir armağan bu­lamıyordu. Bir gün Melikiya'mn hizmetkârı koşa koşa geldi, sevinç ve telaş içinde idi. Hemen söze başladı:
Efendim, ben eşsiz armağanı buldum.
Hani nerede?
Nil vadisinde ...
Canlı mı?
Hem canlı, hem de konuşuyor, yedi yılan başı var ve insan.
Sen deli misin? Öyle bir yaratık olur mu?
Olur efendim. İnsan gibi de konuşuyor.
İsmi de var mı?
Var efendim. Adı Şahmeran. Yılanların hükümdarıdır.
Yılanlar bizi öldürür...l
Efendim, biz onu kurtaracağız. Bir büyücünün elinde esir. O da bizimle birlikte Tarsus'a gelecektir. Sardanapal'dan azat edilme­sini ve memleketine gen gönderilmesini isteriz.
Sardanapal kabul eder mi bu armağanı?
Elbette edecektir. Dünyada bir eşi olmayan bir armağanı nasıl red edebilir ki?
Melikiya ile hizmetkârı anlaştılar. Hizmetkâr gitti. Üç gece sonra bir devenin üzerine bindirilmiş büyük bir tahta sandıkla geri döndü. Sandık evin bahçesine konuldu, kapılar iyice kapatıldı. Sandık hizmetkârlar tarafından büyük bir dikkatle açıldı. Melikiya gördüğü manzara ve güzellik karşısında şaşkına döndü. Gözlerine inanamıyordu. Karşısında yere konulan ipek minderin üzerinde, dünya güzeli, san saçlı bir genç kız duruyordu ve kızın vücudunun, kol­larının altından ve omuz başlanndan yedi yılan insana saldırıyordu.
Melikiya hizmetkarına sordu:
Şahmeran bu mudur?
Evet efendim.
Melikiya Şahmeran'a sordu:
Sen Şahmeran mısın?
Ben Şahmeran'ım. Beni bırakın yurduma gideyim. Yoksa bütün dünyadaki yılanlar sizi rahat bırakmazlar.
Biz sizi kurtarmak için büyücüden kaçırdık. Ülken nerede? Benim ülken Nil Vadisi'nde ve Afrika'da kimsenin bilmediği bir yerdedir. Beni bırakın sizi ve yedi sülalenizi zengin edeyim.
-'Biz seni bırakacağız. Ancak yolculuğu beraber yapacağız ve bu yolculuk sonunda seni azat edeceğiz.
-Eğer beni azat etmezseniz, dünya durdukça yeryüzündeki bütün yılanlar insanlara düşman olacaklardır. Size son defa söylüyorum, beni azat edin!
Melikiya Şahmeran'a söz verdi. Şahmeran yere serilmiş bulunan ipek minderin üzerinde uyudu. Ertesi gün yol hazırlıklarına başlandı.
Şahmeran, ülkesine dönme vaadine inanmıştı. Yolculuk için içerisi özel olarak döşenen sandığın içerisine girmişti. Kervan yola çıktı. Melikiya sevincinden uçuyordu. Önden haberciler göndererek, Sardanapal'a eşsiz bir armağan ile yola çıktığını bildirmek istedi. Bağdat'a geldiklerinde Şabmeran'ı ülkesinden kaçıran büyücünün binlerce yılan tarafından sokularak öldürüldüğünü duydular.
Şahmeran olayı duymuştu. Melikiya'ya seslendi:
- Yalan söylerseniz sizin de sonunuz böyle olacaktır.
Kervan Birecik yakınlarında Sardanapal'ın askerleri tarafından karşılandı. Kafile ve kervan kazasız belasız önce Antakya'ya, sonra da Tarsus'a vardı. Kervanı Sardanapal'ın Valisi İmadetîîn karşıladı. Birlikte Bahçesaray denilen, ortasından Kydnos'un aktığı saraya ge­lindi. Kervan sarayın ortasında yıkıldı. Armağan sandığım büyük bir dikkatle taşıdılar. Taşıyıcılar uzaklaştıktan sonra sandığın kapağı açıldı ve Şahmeran'a seslenildi:
- Sen de yıkanıp serinlemek ister misin? dedi Melikiya. Evet isterim, diyen Şahmeran sandıktan çıktı, ipek gibi sarı saçlarını dalgalandırarak plaj odasına gitti. Suya giren Şahmeran dinî inanışları başka olan insanlarla yaşamayı hiç sevmiyordu. Fakat katlanmak zorunda olduğunu da biliyordu.
Şahmeran odanın ortasındaki şifalı suya girmişti ki, içeriye önce askerler, sonra da İri yan bir subay girdi. Bu Tarsus Valisi İmadettin idi. Cüssesine rağmen korkak, cinlere, şeytanlara ve büyücülere inanırdı. Vali İmadettlıı Şahmeran'ı görünce, önce güzelliğine ve saçlarına hayran kaldı. Sonra da bu güzel gövdeden çıkan korkunç yılan başlarını gördü.
Eyvah! Bu armağan değil büyüdür, dedi. Sonra da askerlere:
Öldürün! diye emir verdi.
Şahmeran tehlikeyi sezmişti. Bir sıçrayışta havuzdan çıktı. Kendini öldürmek isteyen askerlere doğru saldırdı. Bu sırada bîr mızrak göğsüne saplandı. Acı ile inledi. Gürültüye Melikiya koştu. Fakat geç kalmıştı. Yılanlar yakaladıkları askerleri hemen öldürüyor­lardı. Korkunç bir savaş başlamıştı. Şahmeran'ın yılan başları teker teker düşmeye başlamıştı- Son bir sıçrama ile haykırdı ve Vali İmadettin'i yakaladı Şahmeran.
Sizin dîninizde bir armağana böyle mi yaparlar? dedi. Vali İmadettin onu dinlemedi ve askerlere bağırdı:
Öldürün!
Askerler tekrar saldırdılar. Şahmeran'ın son yılan başı yeni bir hamle yaparak Vali İnıadettin'in üzerine saldırdı. Onu yere çarptı. Askerler perişan olarak kaçarlarken birisi baltasını Şahmeran'a savurdu. Şahmeran'ın ağzından "Allah!" kelimesi çıktı. Melikaya Şahmeran'a doğru koştu. Şahmeran'dan fışkıran kan hamamın duvarını kana boyadı. Şahmeran ağlı***** Melikaya'ya bağırdı:
- Bana yapacağın bu mu idi? Allah cezanı versin! dedi.
Fakat o sırada inanılması güç bir olay meydana geldi. Yüzbinlerce irili ufaklı yılan Tarsus'a saldırmaya başladı. Aynı za­manda da yer sarsılmaya, evler, saraylar yıkılmaya başladı. Nehir köpürerek şehre saldırdı. Halk dağlara kaçışıyordu. Yer yanlıyor, insanlar gömülüyordu. Melikiya düştüğü yerden kalkarak "su su" diye inleyen Şahmeran'ın yanına koştu ve ona su verdi. O anda yedi büyük yılan ortaya çıktı ve Şahmeran'ı alarak denire doğru akıp gittiler.
Olaylar yatışıp ta Sardanapal Tarsus'a girdiğinde, Tarsus'un yılanlar tarafından istilaya uğramış olduğunu öğrendi. Melikiya'yı arattı, bulduramadı. Anlatılanlara inanmak istemedi. Kendisini ha­mama götürdüler. Şahmeran'm kanı hâlâ duvarda idi. Göz açıp ka­ payıncaya kadar süre içerisinde olanlara Sardanapal halâ inanamıyordu. Dudaklarından tarihe geçecek bir kaç sözcük döküldü:
- Tarsus yılanlardan batmış!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder