23 Ekim 2012 Salı

BEDDUA NEDİR NE İÇİN EDİLİR ?

BEDDUA NEDİR?
Dost-düşman kime karşı olursa olsun, beddua etmek; tel’in etmek, lânetlemek, ilenmek, birisine kötü olması ve başına kötülük gelmesi için dua etmek ve hakkında kötülük istemek demektir.
Beddua yapan kişi, eğer haksız ise, beddua yapmakla haddini aşmış ve hattâ zulüm yapmış olur.
Bu haramdır. Çünkü haksız beddua ancak “sû-i zan”dan, yani kötü zandan beslenir. Sû-i zan ise, haramdır.1
Laf aramızda, aslında toplum olarak, zanlarımızın çoğu kötü cinstendir. Yani kulağımıza gelen bilgi ve haberlerde, ya da içimize düşen şüphelerde muhatabımız lehine delil varsa, ancak o zaman hüsn-ü zanna, yani iyi zanna gidiyoruz. Hâlbuki delil varken iyi zan sahibi olmak marifet değildir, faziletten de sayılmaz. Çünkü zaten muhatabımızın delili, kötü zan kapısını kapamıştır.

BİZ HÜSN-Ü ZANNA MEMURUZ
Biz; muhatabımızın elinde delil varken değil, delil yokken; göstergeler muhatabımızın aleyhine işliyorken; muhatabımızı içimizde mahkûm etmeye meyletmişken; kulağımıza muhatabımız aleyhine sözler gelmeye başlamışken; muhatabımızı yargısız infaza kurban etmeye değil, hüsn-ü zanna, yani muhatabımız hakkındaki iyi zannımızı bozmamakla mükellefiz. Kulağımıza gelen veya içimize doğan kötülük düşüncesini muhatabımız lehine tevil etmekle yükümlüyüz.
Biz hüsn-ü zanna memuruz.
Yüce dinimiz zanna dayalı bilgilerde muhatabımızı bizim şerrimizden korumuştur.
Ki, sû-i zannın bir basamak ilerisi, çoğu zaman bedduadır.

BEDDUALAR SU-İ ZANDAN BESLENİYOR
Bedduaları araştıralım, inceleyelim: Esefle göreceğiz ki, büyük çoğunluğu haksızdır, yani sû-i zandan beslenmektedir.
Böyle haksız yere yapılan beddualar, ilenmeler, tel’inler, lânetlemeler, Allah nezdinde makbul de değildir.
Çünkü haklılık yoktur, çünkü sû-i zanna dayanmaktadır, çünkü gerçeklerden uzaktır.

KİŞİ HAKLI OLSA BEDDUA YAPMALI MIDIR?
Kişi haklı olsa bile, eğer insaf sahibi ise bedduaya yol vermez. Ya ıslahı için dua eder. Ya da, çok incinmiş ise, sabrı ve insafı kalmamış ise, onu, Allah’ın adaletine, cezasına, celâline, kahrına ve kibriyasına havale etmekle, yani Allah’a ısmarlamakla yetinir.
Haklı olan kişinin böyle bir havalesini ise Cenab-ı Hak çoğu zaman makbule şayan bulur, kabul eder ve onun hakkını ondan mislî bir ceza ile alır.
Fakat buradaki havalenin dil ile, çok galiz tabirlerle, sövüp saymakla, bağırıp çağırmakla, beddua etmekle yapılmasına gerek yoktur. Esasen, böyle galiz tabirler, sövmek ve saymaklar kişiyi, Allah nezdinde haklı iken, haksız duruma da düşürebilir. Çünkü karşı tarafın el ile verdiği zararı, kendisi de dil ile vermiştir, hakkını dili ile kendisi almıştır, Allah’ın adaletine bırakmamıştır.

BEDDUANIN FITRÎ DİLİ
Bir kişinin haksız yere kalbinin incitilmesi, gönlünün kırılması, gözlerinin yaşarması esasen fıtrî bir beddua hâlidir. Ve asıl beddua dili de budur. Dilinin hiçbir biçimde tel’in ifadesi okumasına, yani beddua etmesine gerek yoktur.
Çünkü Allah, Ahkemü’l-Hâkimîn’dir; hâkimlerin Hâkim’idir. Erhamü’r-Râhimîn’dir; merhametlilerin en merhametlisidir. Masumların, mazlumların, dilsizlerin, yavruların, çaresizlerin, kimsesizlerin, hayvanların hâl dili ile çâresizlik içinde yaptıkları beddualar Allah katında çoğu kez makbule şayandır.
Haklı konumda olduğumuz hâlde beddua yapmamak ve muhatabımızın ıslâhını dilemek, hidayeti için dua etmek, ahlâkımızın güzelliğini gösterir.

HATASIZ DOST ARAMAMALIYIZ
Sünnet olan budur. Yani zarar gördüğümüz birisinin, ıslâhı için dua etmek sünnettir.
Çünkü insanların beşeriyet gereği hatalarının olabileceğini hep hesap etmeli ve hatasız dost ve insan aramamalıyız. Bir bahçeye girdiğimizde bahçenin dikenleri de bulunduğunu önceden hesap etmeli ve dikenlerinden rahatsız olmamalıyız.
Kötümser olmamalıyız.
Gül beklediğimiz bahçenin dikeni de olabilir. Hatta diken gülün dallarında ve kollarında da olabilir. Bedîüzzaman Hazretlerinin ifadesiyle, “Her şeyin iyisine bak” kaidesiyle amel etmeli, murdar ve hoşumuza gitmeyen şeylere hiç bakmamalı, iyi şeylerden iyi istifade etmeliyiz. Böylece kalbimiz istirahat edecek, gönlümüz huzur bulacaktır.2

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder