Türk’ün Ulu Atası: “Oğuz Kağan“
(Tanrıkut Mete Han)

Türk tarihinin kuşkusuz en büyük kağanlarından biri olan Oğuz Kağan, gerek yazılı kaynaklarda, gerekse de sözlü edebiyatta süregelen Oğuz Destanı‘nda anlatıldığı üzere, yaşamı mucizelerle dolu olan bir Türk yiğididir. Doğduğu gün onun Tanrı’nın kutuna sahip olduğu anlaşılmış ve mucizeleri görülmeye başlamıştır. Yalnızca doğduğu gün annesinden süt emmiş, daha sonra bir daha süt emmemiştir. Çok kısa sürede büyümüş ve bir yaşına girmeden konuşmaya başlamıştır. Yaşını doldurmadan okunu ve yayını alıp ava gittiği ve tüm Türk elinde ününün hızla yayıldığı, yine mitolojik ögeleri de barındıran Türk destanlarında belirtilmektedir.
Oğuz Kağan’ın adı, doğduktan bir süre sonra konulmuştur. Çünkü Türklerde ad verme geleneği böyledir. Gök sakallı ve ay yüzlü bir bilge (bu bazen de çocuğun babası – annesi olur) çocuğun özelliklerine bakarak, ona uygun bir ad verir.1 Hatta bir rivayete göre, Oğuz Kağan kendisine “Oğuz” adının verilmesini kendisi istemiştir. Burada belirtilmesi gereken başka bir konu da, Oğuz Kağan ile Mete Han‘ın aynı kişi olduklarıdır. Oğuz adı, babası Teoman tarafından verilen addır. Mete ise, Çin kaynaklarında Oğuz Kağan’ı belirtmek için kullanılan addır. Orta Asya Türk tarihi hakkında, Türkler tarafından yazılmış yazılı kaynaklar olmadığı veya henüz bulunamadığı için, Türklerin çevresindeki ulusların tarihi kaynaklarına bakarak bilgi edinilir. Bu kaynaklar içinde kuşkusuz en önemli olanları, Çin kaynaklarıdır. Çin kaynaklarında Oğuz Kağan için “Mao-tun” (Mete) diye seslendirilen bir ad kullanılmıştır. Bu sesletim, bugünkü Çinceye göre yapılmaktadır. Eski Çinceye göre sesletim yapılacak olursa, “Bak-tut” biçiminde bir ad karşımıza çıkar. Bu adın da, Eski Türkçedeki “Bağatur” adını karşıladığı düşünülmektedir. Bu bilgiler göz önünde bulundurulursa, Oğuz Kağan’ın adının Bahadır’dan başka bir ad olmadığı da söylenebilir. Fakat Türklerce yaygın olarak kullanılan ve benimsenenler Oğuz ve Mete adlarıdır
Mete Han‘ın acuna gelişi, Oğuz Destanı‘nda şöyle dile getirilir:
[...] Aydın oldu gözleri, renklendi, ışık doldu,Oğuz Kağan’ın betimlemelerinden hareketle çizilen farklı resimler:
Ay Kağan’ın o gündü, bir erkek oğlu oldu.
Gömgök, gök mavisiydi, bu oğlanın yüz rengi,
Kıpkızıl ağzıyla, ateş gibiydi benzi.
Al al idi gözleri, saçları da kapkara!
Perilerden de güzel, kaşları var ne kara!
Geldi ana göğsünde, aldı emdi sütünü,
İstemedi bir daha, içmek kendi sütünü.
Pişmemiş etler ister, aş, yemek ister oldu.
Etraftan şarap ister, eğlenmek ister oldu.
Ansızın dile geldi, söyler konuşur oldu.
Kırk gün geçtikten sonra, yürür oynaşır oldu. [...] 2



Oğuz Kağan’ın babası, Teoman’dır.3 Bu ad da Çin kaynaklarından alınmıştır. Teoman adı, bu hâliyle yabancı kökenli bir sözcük gibi durmaktadır. Fakat bu adın aslı, Eski Türkçedeki “Tuman” (duman) adıdır. O dönemde Tuman, Türkler arasında sıkça kullanılan bir addır. Mete’nin babası olan Tuman’ın iki oğlu vardır. Teoman’ın büyük oğlu olan Mete Han, küçük yaşta kahraman bir savaşçı gibi ava gitmeye başlamıştır. Yine Oğuzname’de geçen bir olay şöyledir:4 Türk yurdunda Türk budununa musallat olan; koyunları, geyikleri ve insanları yiyen bir gergedana kimsenin gücü yetmiyormuş. Oğuz Kağan resimlerde tek boynuzlu, gergedana benzeyen bu hayvanla yiğitçe mücadele etmiş ve sonunda onu öldürmüştür. Bu olaydan sonra Mete’nin kahramanlığı tüm Türk eline yayılmaya başlamıştır.
İkinci rivayete göre ise Teoman, tahtını küçük oğluna bırakmak istediği için, Mete’yi ortadan kaldırmayı düşünmektedir. Bunun için Mete’yi, Tanrı Dağları’nın kuzeybatısında yerleşmiş bir topluluk olan Yüe-çi’lerin yanına göndermiştir. Bir süre sonra da nedensiz olarak Yüe-çi’lere akın başlatmıştır. Bunun üzerine Yüe-çi’ler Mete’yi öldürmek veya tutsak etmek için yakalamak istemişler; fakat Mete Han, atı hızlı koştuğu için kaçmayı başarmıştır. Mete’nin gösterdiği bu yiğitlik üzerine Teoman, Mete’yi ödüllendirmiş ve 10.000 kişilik bir tümeni oğluna armağan etmiştir.
Mete Han, babasının armağan ettiği 10 bin çerilik orduyu kendi yöntemine göre eğitmiş ve tarihin en disiplinli ordularından birini kurmuştur. Askeri dehası ile onluk sistemi kurmuş ve vızlayan okları icat etmiştir.6 Kemik okların ucuna açılan deliklerin vızıldaması ile gittiği yere işaret eden bu oklar, Mete’nin çerilerini (askerlerini) eğitmesinde çokça işe yaramıştır. Çerilerini çok disiplinli olarak yetiştirmek isteyen Mete Han, buyruklarını yerine getirmeyen çerilerinin başını kesmiştir. Çerilere, nereye ok atarsa bütün erlerin oraya ok yağdırmasını emretmiştir. Dağın eteğindeki bir taşa ok atan Mete’nin tüm askerleri, taşı ok yağmuruna tutmuşlardır. Daha sonra okunu, üzerindeki atın gövdesine doğru atan Mete’nin çerilerinin bir kısmı, Mete’nin atına ok atmaktan çekinince, ok atmayanların başını kesmiştir. Hatta bir gün Mete, sevgilisine ok atmış, bunun üzerine Hatun’a ok atmaya cesaret edemeyenlerin yine başını kestirmiştir.7
Mete Han‘ın Türklerin büyük kağanı oluşu, Oğuzname‘de şöyle anlatılmaktadır:
Emir verdi Oğuz Han, kendinin iç iline,
Toplandı halk, sözleşti, koştu onun eline,
Oğuz kırk masa ile, sıra dizdirmiş idi,
Türlü şaraplar ile, aşlar pişirtmiş idi.
Halk oturdu sofraya, ne kımızlar içtiler,
Ne şaraplar içildi, ne tatlılar yediler.
Toy bitince Oğuz Han, verdi şu buyruğunu:
Ey benim beğlerimle, ilimin ey budunu!
Sizlerin başınıza, ben oldum artık kağan.
Elimizden düşmesin, ne yayımız ne kalkan!
Damgamız olsun bize, yol gösteren bir buyan.
Alpler olun savaşta, Bozkurt gibi uluyan! [...]
Yurdumuz ırmaklarla denizler ile dolsun.
Gökteki güneş ise, yurdun bayrağı olsun!
İlimizin çadırı, yukardaki gök olsun,
Dünya devletim olsun, halkımız da çok olsun!

Mete Han ile babasının arasının açılmasına neden olan ikinci rivayette belirtildiği üzere, Oğuz Kağan eski Türk inancında bulunan bazı kutsal değerlere karşı çıkmıştır. O dönemde Türkler, Gök Tanrı dinini benimsemişlerdi. Bu dinde, tek Tanrı bulunuyordu. Fakat yeri, göğü ve tüm evreni yaratan Gök Tanrı‘nın yardımcıları sayılabilecek Ongunlar ve Çalaplar da bulunmaktaydı.8 Oğuz, bu düşünceye karşı çıkmış ve bunu yanlış bulmuştur. Ona göre acunun tek yaratıcısı ve yöneticisi vardır, o da Gök Tanrı‘dır. İşte bu baş kaldırış, Türkler arasında çok Tanrılı bir dine karşı, tek Tanrı’nın varlığını ispata benzeyen bir durum almıştır. Oğuz, çevresindeki herkesi kendi düşüncesine çekmeye çalışmıştır. Önce annesinden ve sevgilisinden başlamıştır. Kuşkusuz Oğuz Kağan’ın bu düşünceleri, sıradan insanların inançlarından değildir. O, güçlü düşünme ve sezgi yeteneğiyle Tanrısal bir görevi yerine getiriyordu ve kutsal ülküsü (inancı) uğruna savaşan bir alperendi.
Acundaki her ulusa bir peygamber gönderilmiştir. Mete’nin yaşadığı döneme kadar Türklere gönderilen peygamber hakkında kesin bir bilgi yoktur.9 Oğuz Kağan’ın büyük bir komutan ve lider olmasının yanında, Tanrı’nın elçisi olduğu da söylenir. Oğuzname’nin (Oğuz Destanı‘nın) birçok bölümünde, Oğuz Kağan‘ın mucizelerle dolu yaşamında Tanrısal bir gücü olduğuna da dikkat çekilir. Ayrıca Eski Türkçenin Orhun Yazıtları‘ndan sonra yazılan bazı kaynaklarda, “peygamber” anlamına gelen “yalavaç” sözcüğü bulunmaktadır. Bir ulus, bilmediği – tanımadığı bir nesne veya varlığa ad vermeyeceğine göre, Türklere o zamana kadar bir elçi gönderildiği düşünülebilir.10 Bu bilgilere dayanarak, Oğuz Kağan’ın Gök Tanrı dinini sistemleştiren bir yalavaç (peygamber) olduğu söylenebilir.
Oğuz Kağan, yaşamı boyunca iki kız ile evlenmiştir. Bunların birisini, bir gün Tanrı’ya yakarışta bulunurken tanımıştır. Bir anda karanlık çökmüş ve gökten bir ışık ile bir kız inmiştir. Oğuz bu kıza aşık olmuş ve onunla evlenmiştir. Oğuz’un bu evliliğinden üç tane oğlu olmuştur. Bunların adları Gök, Dağ ve Deniz’dir. İkinci evliliği ise, ava gittiği bir gün gölün ortasındaki bir adada, ağacın kovuğunda oturan bir kız ile yapmıştır. Bu evlilikten de Gün, Ay ve Yıldız adında üç oğlu olmuştur. Oğuz Ata’nın bu altı oğlunun da, dörder oğlu olmuş ve bugünkü 24 Oğuz Boyu, böylece oluşmuştur. Oğuz Kağan‘a göre ilk evliliğini “göğün kızı“; ikinci evliliğini ise “yerin kızı” ile yapmıştı. Gök Tanrı inancında “yer” ve “gök” kutluydu; fakat acunun yüce Gök Tanrı’sı, gökte bulunduğu için ilk evliliği daha kutsaldı. Ondan olan üç çocuk da, son evliliğinden olan üç çocuğa göre daha kutlu ve üstündü.
Hun devletine altın çağını yaşatan Oğuz Kağan, artık kendisinden sonra devletin başına geçecek kişiyi belirleme zamanının geldiğini düşündüğü için, bir gün çocuklarını ava göndermiştir. Gök, Dağ ve Deniz Han’ı bir yöne; Gün, Ay ve Yıldız Han’ı da öteki yöne göndermiştir. Göğün kızından olan üç oğlu, avlanıp da dönerken bir altın yay bulmuştur. Yerin kızından olan üç oğlu ise yine avlanıp dönerken üç altın ok bulmuştur. Bunları babalarına getirince, Oğuz Kağan şöyle buyurmuştur: “Kutlu altın yayı bulan Gök, Dağ ve Deniz Han oğullarım, bu yayı aranızda bölüşünüz.” Bunun üzerine yayı üç parçaya ayırarak -‘boz’arak- böldükleri için bu üç oğluna “Boz-Ok” adını vermiştir. Üç tane altın ok bulan oğullarına ise, “Sizler de o okları paylaşınız.” demiş ve yerin kızından olan üç oğluna “Üç-Ok” adını vermiştir. Oğuz’un altı oğlu, böylece Boz-Ok ve Üç-Ok olarak iki kola ayrılmıştır. Oğuz Kağan, çocukları içinde en büyüğü ve kutlusu olarak kabul ettiği Gök Han’a da, kendisinden sonra tahta geçmesini buyurmuştur.
Acundaki görevini başarıyla yaptığını düşünen Oğuz Ata, son akınından ordusu ve çocuklarıyla birlikte sağ ve esen döndüğü için, büyük bir toy (şölen) hazırlatmak için çerilerine emir vermiştir. Kağan için, direkleri altından kaplı, bir saray kadar büyük otağ yapılmıştır. Otağ’ın çevresi yakut, safir, zümrüt ve firuze gibi değerli taşlarla süslenmiştir. Dokuz yüz tane yılkı (at) ile dokuz bin tane koyun kesilmiş; doksan dokuz tane havuz içine kımız doldurulmuştur. Toy sırasında oğullarına yararlı bilgiler öğretmiş, öğütlerde bulunmuştur. Bazı illeri oğulları arasında paylaştırmış ve Büyük Hun İmparatorluğu‘nun kendisinden sonra da aynı güçte kalması için oğullarına uyarılarda bulunmuştur. Bu hâlde M.Ö. 174 yılında uçmağa varmıştır.
Yavuz TANYERİ
1. Dede Korkut, Boğaç Han’ın bir boğa ile mücadele edip, onu boğduğunu görünce o yiğide “Boğaç” adını vermiştir.
2. Oğuz’un yüzüne “gök mavisi“, gözlerine ise “al al” betimlemelerinin yapılması, şöyle açıklanabilir: Gök adı, o zamanlar hem Tanrı’yı, hem gök maviliğini hem de gün görmüşlüğü, bilgeliği ifade etmektedir. Burada Oğuz’un yüzüne “gök” benzetmesinin yapılmasının amacı, onun Tanrı kutuyla acuna geldiğini belirtmektir. Yani burada Oğuz’un bilgeliği dile getirilmiştir. Gözlerinin “al al” oluşu ise, Türk mitolojisine ait bir durumdur. Türk destan ve efsanelerinde, gözlerinden ışık – alev saçan olağanüstü kişiler hep var olmuştur. Oğuz Kağan da, insan üstü bir kişi olarak görüldüğü için, bu şekilde betimlenmiştir.
3. Teoman’ın kaynaklarda geçen diğer adı, “Kara Han“dır. Uygur kaynaklarında ise Kara Han, “Ay Kağan” olarak geçmektedir. Uygurların benimsediği Mani inancına göre, “Ay” kutludur. Gök Tanrı inancına göre ise, Gök ve Güneş kutlu iki nesnedir. Uygurların Kara Han’a “Ay Kağan” demelerinin nedeni de, işte bu inancın etkisidir.
4. ÖGEL, Bahaeddin, “Türk Mitolojisi”, 1. Cilt, s. 115, TTK Yay., Ankara, 2003.
5. Mete’nin tahta geçtiği tarih olan M.Ö. 209, Kara Kuvvetleri Komutanlığı’nın kuruluş tarihi olarak kabul edilmektedir. Bunda, Mete’nin onluk sistemle ilk büyük sistemli Türk kara ordusunu kurmuş olması etkili olmuştur.
6. Bu oklar, Osmanlı döneminde bile “çavuş oku” adıyla kullanılmıştır.
7. Bu olayın şu biçimi de vardır: Mete askerlerinin karşısına sevgililerini koymuştur. Hepsine birden, sevgililerine ok atmalarını emretmiştir. Ok atmayanlar, Kağan buyruğuna uymadığı için oklanarak öldürülmüşlerdir. Bu konu, büyük Türkçü Nihal ATSIZ‘ın

8. Ulusların kendisinden türediği düşünüldüğü için kutsal saydığı hayvan, ağaç veya türlü nesnelere “ongun” denilmektedir. Türkler, bozkurdu ongun olarak kabul etmiştir. Çalap ise, Türklerde Tanrı karşılığı kullanılan bir addır. Fakat bu adın bazen, belli ongun veya totemlerin yerine de kullanıldığı görülmektedir.
9. Nuh peygamberin Türk soyundan olduğu ve Nuh’un oğlu Yafes’in Türk adlı oğlunun, Türklerin atası olabileceği düşünülmektedir. Fakat bu bilgi, Tevrat kaynaklı olup, kesin değildir.
10. Yalavaç adının, farklı bir ulustan alınmış olduğu düşünülebilir; fakat bu ad, Gök Tanrı inancı içinde var olan ve komşu uluslarda olmayan bir addır. Kaldı ki o dönemde Türklerin komşusu olan Çin, İran ve Hindistan’dan etkilenilseydi, yine de “peygamber” (yalavaç) kavramına ulaşılamazdı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder