1 Nisan 2013 Pazartesi

Avrupa Sevdasına Yitip Giden Hayatlar

Avrupa Sevdasına Yitip Giden Hayatlar
        
 
 Anadolumuzun çeşitli yörelerinden kalkıp kültürüne, inancına, diline yabancı olduğu Avrupa’nın farklı ülkelerine iş ve aş için gelen insanlarımızın, yıllar içerisinde yaşadıkları dramları yine genel hatları ile ele almaya çalışacağız.
Avrupa’nın kapıları iş için açılınca, yaşadığı köyünden ve kasabasından 40-50 yıl önce gurbet kervanına katılan insanlarımız, çoğunlukla tek başlarına misafir işçi olarak gelirken zaman içerisinde neler yaşayacağını, başından neler geçeceğini elbette bilmiyordu. Herkesin kendine göre bir hikayesi vardı. Çocukluktan itibaren belli bir yaşa gelinceye kadar alınan dini ve yöresel kültür, adab, yol ve yöntem elbette yeni gelinen yerin kültürü ile büyük bir oranda örtüşmüyordu.
Aile birleşimi yoluyla 70’li yıllardan itibaren Türk aileleri Avrupa’da çoğalınca, Türkiye’den yapılan evliliklerden dolayı ithal damat, ithal gelin gibi kavramlar ortaya çıkmaya başlamıştır. Türkiye’den eş olarak seçilen bazı kişiler (daha çok hanımlar), daha iyi bir hayat yaşama hayali ile başladıkları hayat yolculuğunda, bir çok kötü muamelelere maruz kalmışlar ve çok büyük sıkıntılar çekmişlerdir. Tatilden tatile Türkiye’ye gelip biriktirdikleri paraları her zaman öyleymiş gibi rahatlıkla harcayan, iyi-kötü bir arabaya binen ve dilinden hiç düşürmediği Avrupa propagandası ile iştahları kabaratanlara eş olmak isteyenler çoğalmıştır. Bazen evladını verip Avrupa’da çalışan biriyle dünür olma hevesi veya evladının daha iyi bir yaşama kavuşacağı inancı ve niyetiyle, bazen de zorla yaptırılan evlilikler, çoğu zaman muhataplarına sıkıntı olarak geri dönmüştür. Genelde aynı yörenin insanını oğluna eş olarak seçen bazı gurbetçi aileleri, evlatlarına iyi bir eş seçmekten ziyade kendileri için iyi bir hizmetkar seçme düşüncesi ile hareket etmişlerdir. Berlin’e, Zürih’e, Viyana’ya, Paris’e, Rotterdam’a veya Avrupa’nın başka bir şehrine Türkiye’deki köyünden, kasabasından getirilen, halk tabiri ile “gözü açılmamış”, dünyayı fazlaca tanımayan, çok genç yaştaki insanlar bir kısmı hayalini kurdukları Avrupa’da, iyi yaşam yerine kendilerini dış dünyadan tecrit edilmiş olarak bulmuşlardır. Zamanlarının çoğunu yatakodası, mutfak, banyo arasında gidip gelen bir hizmetkar olarak geçirmişlerdir. Bu durumda olanlar, bir çok sıkıntılar çekmelerine rağmen aldıkları aile terbiyesi nedeniyle, telli-duvaklı gidilen yerden ancak kefenle çıkılır düşüncesiyle yaşadıklarına sabretmişlerdir.
Özellikle “ithal damatlar”, Anadolu’nun yiğit delikanlıları, argo tabirle “karı!” tarafını fazlaca önemsemeyen, içgüveysi gibi olaylara şiddetle karşı, tabiri caizse “burnundan kıl aldırmayan” pek çok delikanlı kardeşimiz, yine Avrupa ve iyi yaşam hayali ile ithal oldukları memleketlerde şartların zorlamasından dolayı bazı düşüncelerini geçici olarak rafa kaldırmışlardır. Damatların bir kısmı mecburiyetten dolayı kendi ayaklarının üstünde duruncaya kadar, eşinin ailesi ile birlikte yıllarca oturmak zorunda kalmıştır. Bir yere olan muhaçlıktan dolayı kendisine ve aldığı kültüre ters bir çok şey yaşamasına rağmen bunları sineye çekmiş, otoritesini kaybetmiş ve kendi yöresinde asla katlanamayacağı şeylere burada katlanmıştır. Ve bu durumda olanlar hâlâ vardır.
Yerimiz uzun hayat hikayelerini anlatmak için yeterli olmadığından bazı dramları genel hatları ile kısa kısa geçmek istiyorum. Sanırım anlattıklarım sizlere de pek yabancı gelmeyecek. Aşağı-yukarı benzer olayları yaşamış veya çevrenizde bu tür olayları yaşayanlara şahit olmuşsunuzdur.
Bir gün bir hanım bizi aradı ve kızının evden kaçtığını söyleyip yardımcı olmamızı istedi. İnsanlık vazifesi olarak yardımcı olabileceğimizi söyledik. Olayı etraflıca dinledikten sonra şaşırdık. Bu hanım, kızını kardeşinin oğluna zorla nişanlamış. Kız Hollanda’da polis okulunda okuyor. Mal yabancıya gitmesin, yeğenim Hollanda’ya gelebilsin gibi sebeplerden dolayı gönül rızası olmadan, kızını kendi köylerinden yeğenleri ile zorla evlilik yaptırmaya zorlamışlar. Kızcağız Türkiye’de bir şey yapamıyor ama Hollanda’ya dönünce kaçıp polise sığınıyor. Bu durum karşısında aile deliye dönüyor. Kızlarının evden kaçmasından ziyade akrabalarına rezil olmanın verdiği sıkıntıyı yaşıyor aile. Kız ile konuştuk ve tüm olayı bir kez de ondan dinledik. Kızcağız “eve dönersem ya istemediğim kişiyle evlenmeliyim ya da beni öldürürler” diyordu. Kızın annesine durumu anlattık. Kızınız eve dönerse bu evlilik işinden vazgeçeceksin misiniz? dedik. Kadın iki göz, iki çeşme ağlarken dahi, “biz söz verdik muhakkak yeğenimle evlenecek” diyordu. Olay zaten buradan itibaren koptu. Yapacak bir şey kalmamıştı. Kız evine dönmedi ve polis olup hayatını devam ettirdi. Böylece aile de bir evladından oldu. Bir vakitler gençlerin sorunlarının tartışıldığı bir programa katılmıştım. Genç kızlar benzer sorunlardan bahsetmişlerdi ve “Artık izine gitmek istemiyoruz, çünkü kahve içmeye gelen-giden bitmiyor” diyorlardı. İş sağlıklı bir evlilik yapmaktan çıkmış Türkiye’deki hayat şartlarının zorluğundan dolayı maalesef her şey çıkara dökülmüştü. Bir de mal başkasına gitmesin düşüncesi, gönül vicdan dinlemiyor zorunlu evliliklere yol açıyordu. Sağlıksız ve çıkar üzerine kurulan aile yuvaları kısa bir zamanda dağılıyordu. Hiç kuşkusuz burada en çok mağdur olanlar çocuklardı.
Yine bir başka olayda, aileler memleketten tanışıyorlar ve yıllardır komşular. Ailenin biri Avrupa’ya göç etmiş. Sadece izinden izine memlekette görüşüyorlar. Babalar iyi anlaşıyor, eski arkadaş diye çocuklarını evlendiriyorlar. Kız Türkiye’de ve yaşı evlenmek için çok küçük. Ama söz hakkı yok. Baba uygun gördüğü için arkadaşının oğlu ile evlendiriyor. Babalar iyi tanışıyor ama oğlan Avrupa’da ne işle meşgul, nasıl yaşar? Huyu-suyu nasıldır? Bilmiyorlar. Babası ölçü olarak yeterli görülüyor. Herhangi bir araştırma yapmadan nikah kıyılıyor. Burada tipik bir yanlış yaklaşım sözkonusu “Ben kızımı, oğlandan ziyade arkadaşım olan babasına güvendiğim için veriyorum” mantığı. Sonuç: küçük yaşta gelin olan kız, kendisine son derece yabancı olan bir ülkede, anasından, babasından, kardeşlerinden uzakta gurbetlik çekiyor ve kendisini sürekli yalnız hissediyor. Bununla birlikte büyükler, kayınlar, görümcelerden oluşan kalabalık bir aile içerisinde dışarı ile neredeyse yok denecek kadar az bir temas halinde mutfaktan, banyoya, tuvaletten, oturma odasına evin bir çok işini sırtına yüklenmiş olarak buluyor. Kocası olan evin oğlu ise gece sabaha kadar kumarda, kadın peşinde, gündüz uykuda vakit geçiriyor. Kızcağız sabahlara kadar gözü yaşlı pencerenin kenarında kocasını bekliyor. Üstüne üstlük kadıncağız pek çok kez ameliyatlar geçiriyor ve çocuklarının iyi yetişmesi için de tek başına çırpınıp duruyor. Bir de zaman içerisinde öğreniyorki meğerse eşinin ailesi, belki düzelir diye oğullarını kendisi ile evlendirmiş!
Buna benzer hadiseler, Avrupa’nın çeşitli yerlerinde yaşayan insanlarımız arasında eskiye oranla azalmış olsa da hâlâ yaşanmaktadır. Daha iyi bir yaşam hayaliyle, izinden izine gözlemlenebilen bir hayatın peşine takılıp, evlilik yoluyla Avrupa’ya yerleşmeye niyet eden bir çok insan hayal kırıklığına uğramaktadır.
Bir başka hikaye ise daha vahim. Memleketten gelin olarak getirilen bir kızcağız kayınvalidesinin baskılarına maruz kalıyor. Herhangi bir hata yapar veya baskılara baş kaldırırsa ceza olarak kocasına yaklaşmasın diye banyoya hapsediliyor. Baskılar sonuç vermeyince doğru havalanına ve Türkiye’ye gönderilme süreçleri yaşanıyor. Kadın polise başvuruyor ve sığınma evine yerleşiyor.
Benzeri olaylarla, azımsanmayacak kadar çok sayıda aile, çocuklarını Avrupa macerasında katı tutumları veya önceliklerinin yanlışlığından dolayı kaybettiler. Çevrenin ortalama bir İslam ülkesindeki kadar koruyucu olmaması da bu kayıpların yaşanmasında etkili oldu. Sosyal çevre baskısı olmayan, tehlikelere açık bu ülkelerde, her türlü günahın cazip bir şekilde insanların önüne serilmesi de bir başka olumsuz etken olarak karşımıza çıkmaktadır.
Damat olarak getirilen gençlerin bir kısmı da, sürekli oturumlarını alana kadar beklediler ve daha sonra eşlerinden ayrılarak çoluk-çocuklarını yüzüstü bıraktılar. Birçoğuda Avrupa’nın renkli gece hayatına kendilerini kaptırıp kayboldular. Kumar makinaları, kumar salonları, içki alemleri derken, nice hayatlar söndü ve sönmeye devam etmektedir.
Rızık Allah’tandır inancında zaafiyet gösterenler, üç günlük dünya imtihanlarını maalesef kaybetmektedirler. İnsanımızın binbir türlü oyunlarla inancından uzaklaştırılması karşısında, dini hizmetlerin kaliteli ve etkin bir şekilde artırılması zorunludur. İnsanların şuurlandırılması ve Peygamber’in yolundan giderek, doğru bir ahlak anlayışının toplumda yerleştirilmesi için çalışmalara hız verilmesi, sorunların azalmasına ve sağlıklı yuvaların kurulmasına katkı sağlayacaktır
Kaynak:http://www.sunitus.nl/

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder