Mustafa Kemal Atatürk
Vikipedi, özgür ansiklopedi
Mustafa Kemal Atatürk |
|
1. Türkiye Cumhurbaşkanı |
Görev süresi
29 Ekim 1923 - 10 Kasım 1938 |
Yerine gelen | İsmet İnönü |
1. Türkiye Başbakanı |
Görev süresi
30 Nisan 1920 - 24 Ocak 1921 |
Yerine gelen | Fevzi Çakmak |
1. Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı |
Görev süresi
24 Nisan 1920 - 29 Ekim 1923 |
Yerine gelen | Ali Fethi Okyar |
1. Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı |
Görev süresi
9 Eylül 1923 - 10 Kasım 1938 |
Yerine gelen | İsmet İnönü |
Kişi bilgileri |
Doğum | Mustafa
1881
Selânik |
Ölüm | 10 Kasım 1938
İstanbul |
Yattığı yer | Anıtkabir |
Milliyeti | Türk |
Partisi | İttihat ve Terakki Partisi
Cumhuriyet Halk Partisi |
Diğer siyasi
bağlantıları | Türkçülük, Türk milliyetçiliği
Ölümünden sonra çıkan bir akım olarak: Atatürkçülük |
Eşi | Latife Hanım (1923-1925) |
İlişkileri | Babası: Ali Rıza Bey
Annesi: Zübeyde Hanım |
İmzası | |
Askeri hizmeti |
Bağlılığı | Osmanlı (1893-1919) Türkiye (1919-1927) |
Branşı | Kara Kuvvetleri |
Hizmet yılları | 1893-1927 |
Rütbesi | Mareşal |
Komutası | 19.Tümen, 16. Kolordu, 2. Ordu, 7. Ordu, Yıldırım Orduları Grubu, TBMM Orduları |
Çatışma/savaşları | Trablusgarp Savaşı, Balkan Savaşları, I. Dünya Savaşı (Çanakkale Cephesi, Kafkasya Cephesi, Sina ve Filistin Cephesi), Türk Kurtuluş Savaşı |
Ödülleri | Liste (24 madalya) |
|
Mustafa Kemal Atatürk (Nüfus kâğıdında
Kamâl Atatürk[1]) (1881,
Selânik – 10 Kasım 1938,
İstanbul),
Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk
cumhurbaşkanı olan
Türk siyasetçi ve devlet adamı. Osmanlı
mirlivası ve Türkiye'nin iki
mareşalinden biridir. 1919 yılında başlattığı
Kurtuluş Savaşı'nın önderliğini yapmış; daha sonra, modern Türkiye'yi oluşturan devrim ve reformları gerçekleştirmiştir.
[2] Mustafa Kemal Atatürk
Osmanlı Ordusu'nda subay olarak görev yapmış; 1921 tarihli
Sakarya Meydan Muharebesi'nden sonra "Gazi" unvanını almış ve
mareşalliğe yükselmiştir.
[2] Cumhuriyet Halk Partisi'ni kurmuş ve ilk genel başkanı olmuştur.
[3] 1938 yılındaki vefatına kadar arka arkaya 4 kez cumhurbaşkanı olan Atatürk, bu görevi en uzun süre yürüten cumhurbaşkanı olmuştur.
[2]
Çocukluk ve gençlik (1881-1904) [değiştir]
Harp Okulu'nda arkadaşları ile birlikte, 1901
1839'da
Kocacık'ta doğduğu sanılan
[4] babası
Ali Rıza Efendi aslen
Manastır'a bağlı
Debre-i Bâlâ'dandır.
[5] Babasının ailesi
Arnavutlar[6][7][8][9] ya da 14-15. yüzyılda Anadolu'dan bölgeye göç etmiş olan Yörüklerdendir.
[4][5][10] Daha sonradan ailesi
Selanik'e göç eden Ali Rıza Bey,
[11] burada gümrük memurluğu ve kereste ticareti yapıyordu.
[12] Ali Rıza Bey, 1871 yılında 1857 yılında Selanik'e yakın
Langaza'da doğan
[13] Zübeyde Hanım'la evlenmişti.
[14] Mustafa Kemal Atatürk, bu çiftin çocuğu olarak, Rumî 1296 olarak kayıtlı olmak ve günü belli olmamakla beraber 1881 yılında Selanik'te doğmuştur. Kendi doğum tarihini 19 Mayıs olarak ifade ve kabul etmiştir.
[15] Doğum itibarıyla Fatma, Ömer, Ahmet, Naciye ve Makbule adlı beş kardeşi olsa da Mustafa ile birlikte sadece
Makbule küçük yaşta ölmeden sağ kalabilmiştir.
[16][17]
Öğrenim çağına gelen Mustafa'nın hangi okula gideceği konusunda annesi ile babası arasında anlaşmazlık çıkmıştı. Annesi Mustafa'nın Hafız Mehmet Efendi'nin mahalle mektebine gitmesini istiyor, babası ise o dönemki yeni yöntemlerle eğitim yapan Mektebi Şemsi İbtidai'nde (
Şemsi Efendi Mektebi) okumasını istiyordu. En sonunda önce mahalle mektebine başlayan Mustafa, birkaç gün sonra Şemsi Efendi Mektebi'ne geçti.
[18] 1888 yılında babasını kaybetti.
[19] Bir süre Rapla Çiftliği'nde dayısı Hüseyin'in yanında kalıp hafif çiftlik işleriyle uğraştıktan sonra Selanik'e dönüp okulunu bitirdi.
[20] Bu arada Zübeyde Hanım, Selanik'te gümrük memuru olan Ragıp Bey ile evlendi.
[21]
Şimdi müze olan Koca Kasım Paşa Mahallesi Islahhane Caddesi'ndeki ev 1870'te Rodoslu müderris Hacı Mehmed Vakfı tarafından yaptırılmış ve 1878'de yeni evlenen Ali Rıza Bey tarafından kiralanmıştır. Ancak o öldükten sonra Mustafa ve ailesi bu evden yanındaki 2 katlı, 3 odalı ve mutfaklı daha küçük eve taşınmışlardır.
[22]
Mustafa, Selânik Mülkiye Rüştiyesi'ne kaydoldu ve 1893 yılında Selânik Askerî Rüştiyesi'ne girdi. Bu okulda Matematik Öğretmeni Yüzbaşı Üsküplü Mustafa Sabri Bey ona anlamı mükemmellik, olgunluk olan "Kemal" adını verdi.
[23] Fransızca öğretmeni Yüzbaşı Nakiyüddin Bey (Yücekök), özgürlük düşüncesiyle genç Mustafa Kemal'in düşünce yapısını etkiledi. Mustafa Kemal
Kuleli Askerî İdadisi'ne girmeyi düşündüyse de ona ağabeylik yapan Selânikli subay Hasan Bey'in tavsiyesine uyarak
Manastır Askerî İdadisi'ne kaydoldu. 1896-1899 yıllarında okuduğu
Manastır Askerî İdadisi'nde tarih öğretmeni
Kolağası Mehmet Tevfik Bey (Bilge), Mustafa Kemal'in tarihe olan merakını güçlendirdi.
[24] Bu tarihte başlayan
1897 Osmanlı-Yunan Savaşı'na gönüllü olarak katılmak istediyse de hem İdadi öğrencisi olduğu için, hem de 16 yaşında olduğundan dolayı cepheye gidememiştir. Bu okulu ikincilikle bitirdi.
[25] 13 Mart 1899'da
[26] [27] İstanbul'da
Mekteb-i Harbiye-i Şahane'ye girdi. Birinci sınıfı 27., ikinci sınıfı 11., üçüncü sınıfı 1902'de Mülazım bugünkü ismiyle
Teğmen rütbesiyle 549 kişi arasından piyade sınıf sekizincisi (1317 - P.8) olarak bitirdi.
[25] Akabinde
Erkan-ı Harbiye Mektebi'ne (Harp Akademisi) devam ederek 11 Ocak 1905'te Kurmay Yüzbaşı rütbesiyle mezun oldu.
[28]
Askerlik (1905-1918) [değiştir]
Kurmay Yüzbaşı Mustafa Kemal, mezuniyetinin ardından merkezi Şam'da bulunan
5.Ordu'ya staja gönderildi. Bu stajında piyade, süvari ve topçu sınıflarında görev aldı.1905-1907 yılları arasında
Şam'da
Lütfi Müfit Bey (Özdeş) ile birlikte 5. Ordu emrinde görev yaptı. İlk stajı 5. Ordu'ya bağlı 30'uncu Süvari Alayı'nda gerçekleşti.
[29] Bu dönemde düşük rütbeli stajer bir kurmay subay olarak Suriye'nin çeşitli bölgelerindeki isyanlarla ilgilenen Mustafa Kemal, "küçük savaş" (gerilla savaşı) üzerine tecrübe kazandı. İsyanlarla uğraştığı dört aydan sonra Şam'a döndü. 1906 Ekim ayında Binbaşı Lütfi Bey, Dr. Mahmut Bey, Lüfti Müfit (Özdeş) Bey ve askerî tabip
Mustafa Cantekin ile birlikte '
Vatan ve Hürriyet' adlı bir cemiyeti kurduktan sonra ordudan izinsiz Selânik'e gitti. Selânik Merkez Komutan Muavini Yüzbaşı
Cemil Bey (Uybadın)'in yardımıyla karaya çıktı ve orada cemiyetinin şubesini açtı. Bir süre sonra arandığını öğrendi ve ona ağabeylik yapan Albay Hasan Bey,
Yafa'ya dönüp oranın komutanı Ahmet Bey'e
Mısır sınırında Bîrüssebi'ye gönderildiğini bildirmesini önerdi. Ahmet Bey de Mustafa Kemal Bey'i Bîrüssebi'ye tayin etti ve bir süre sonra topçu staj için tekrar
Şam'a gönderildi.
[30] 20 Haziran 1907'de
Kolağası (Kıdemli Yüzbaşı) oldu ve 13 Ekim 1907'de
3.Ordu'ya kurmay olarak atandı.
[28] Ancak Selânik'e vardığında '
Vatan ve Hürriyet'in şubesinin
İttihat ve Terakki Cemiyeti'ne ilhak edildiğini öğrendi. Bu yüzden kendisi de 1908 Şubat ayında İttihat ve Terakki Cemiyeti'ne üye oldu (Üye numarası: 322)
[31]. 22 Haziran 1908'de Rumeli Doğu Bölgesi Demiryolları Müfettişliğine atandı.
[28]
23 Temmuz 1908'de
Meşrutiyet'in ilanından sonra Aralık 1908 sonlarında
[32] İttihat ve Terakki Cemiyeti tarafından toplumsal ve siyasal sorunları ve güvenlik problemlerini incelemek üzere bugünkü
Libya'nın bir parçası olan
Trablusgarp'a gönderildi. Burada
1908 Devriminin fikirlerini Libyalılara yaymaya ve buradaki nüfusun farklı kesimlerinden gelenleri Jön Türk politikasına kazanmaya çalıştı.
[33] Bu siyasi görevin yanı sıra bölge halkının güvenliği ile de ilgilendi. Kentin dışında yapılan bir savaş tatbikatında
Bingazi garnizonuna önderlik ederek askerlere modern taktikler öğretti. Bu tatbikat süresince isyana meyilli Şeyh Mansur'un evini sararak bölgede sistem karşıtı başka güçlü kişilere örnek olması amacıyla onu kontrol altına aldı. Ayrıca hem kentli, hem de kırsal bölge insanlarını korumak için bir yedek ordu planlamaya başladı.
[32][34]
13 Ocak 1909'da
3.Ordu'ya bağlı Selânik Redif Fırkası'nın Kurmay Başkanı oldu ve 13 Nisan 1909'da
Meşrutiyet'e karşı 3. Ordu'ya bağlı Taşkışla'da konuşlanmış 2. ve 4. Avcı Taburları'nın isyanıyla başlayan, diğer birliklerin katılımıyla genişleyen
31 Mart Ayaklanması'nı bastırmak üzere Selânik ve
Edirne'den yola çıkarak
Mirliva Mahmut Şevket Paşa komutasında 19 Nisan 1909'da İstanbul'a girecek olan
Hareket Ordusu'na bağlı birinci kademe birliklerinin kurmay başkanı oldu. Daha sonra
3.Ordu Kurmaylık, 3.Ordu Subay Talimgâhı Komutanlık,
5.Kolordu Kurmaylık, 38.Piyade Alay Komutanlık görevlerinde bulundu.
[28][32]
Mustafa Kemal Bey, 12 Eylül - 18 Eylül 1910'da
Fransa'da düzenlenen
Picardie Manevraları'na gönderildi. Burada uçakların deneme uçuşuna davet edildiyse de yanındaki komutanının uyarısıyla uçağa binmedi. Bineceği uçak yere çakıldı ve uçağın içinde bulunanlar öldü. Bazı yazarlar, ömrü boyunca uçağa binmeyen Atatürk'ün bu davranışını, Picardie Manevraları'nda yaşadığı olayın ardından temkinli davranmasına bağlamışlardır.
[35][36]
Mustafa Kemal Bey, dönüşünün ardından 27 Eylül 1911'de İstanbul'da Genelkurmay Karargâhında görev aldı.
[37]
Trablusgarp Savaşı [değiştir]
İtalyanların Trablusgarp'a saldırısıyla 29 Eylül 1911'de başlayan
Trablusgarp Savaşı'nda, 27 Kasım 1911'de
Binbaşı[28] olan Mustafa Kemal Bey, Binbaşı
Enver Bey,
Fuat (Bulca),
Nuri (Conker) ve
Binbaşı Fethi (Okyar) gibi diğer
İttihatçı subaylarla birlikte 18 Aralık 1911'de hareket etti.
[38] Mustafa Kemal ile grubu,
Mısır'da
Kahire[39] ve
İskenderiye üzerinden Bingazi'ye gitti. 19 ekimde İskenderiye'den yola çıktıktan bir süre sonra bir hastalık geçirdi.
[40] 22 Aralık'ta
Tobruk yakınında zafer kazandı. Derne'deki 16 - 17 Ocak 1912 taarruzunda gözünden yaralanıp bir ay hastanede tedavi gördü ve 6 Mart'ta Derne Komutanlığı'na getirildi.
[41] Aynı yılın eylülünde başlayan barış görüşmelerine rağmen çatışmalar sürerken,
Karadağ'ın 8 Ekim'de Osmanlı Devleti'ne savaş ilan etmesi ve
Balkan Savaşlarının başlaması nedeniyle barışa razı olunmasıyla Mustafa Kemal ve diğer subaylar İstanbul'a geri döndüler.
Balkan Savaşları [değiştir]
Mustafa Kemal Bey
Balkan Savaşları'nın patlak vermesiyle 24 Ekim 1912'de İstanbul'a hareket etti ve 24 Kasım 1912'de karahgâhı
Bolayır'da bulunan
Bahr-i Sefit Boğazı (Akdeniz Boğazı) Kuvayi Mürettebesi Harekât Şubesi Müdürlüğü'ne atandı. Osmanlı ordusu burada general
Stilian Georgiev Kovachev komutasındaki Bulgar 4. Ordusuna yenildi. Haziran 1913'de başlayan
İkinci Balkan Savaşı'nda komutası altındaki birliklerle
Dimetoka ve
Edirne'ye girdi.
Atatürk; Sofya Ataşemiliteri iken, verilen kostümlü baloya yeniçeri kıyafeti ile gitmiş ve etrafında derin bir hayranlık uyandırmıştır.
27 Ekim 1913'te
Sofya Askerî Ataşeliği'ne atanarak yakın arkadaşı Sofya Sefiri (Elçisi)
Fethi Bey (Okyar)'in altında çalıştı. Ek görev olarak
Belgrad ve Çetine Askerî Ataşeliğini de yürüttü. Bu görevde iken 1 Mart 1914'te
Kaymakam (Yarbay)lığa yükseldi.
Birinci Dünya Savaşı [değiştir]
Çanakkale Savaşları sırasında
Sina ve Filistin Cephesinde
Askerî Ataşe görevi Ocak 1915'te sona erdi. Bu sırada 28 Temmuz 1914'de
I. Dünya Savaşı başladı,
Osmanlı Devleti de 29 Ekim 1914'te savaşa girdi. 20 Ocak 1915'de Mustafa Kemal Bey 3.Kolordu emrinde
Tekfurdağ'da kurulacak olan 19. Fırka Komutanlığına atandı.
[28]
19. Fırka, 23 Mart 1915'te Müstahkem Mevki Komutanlığı emriyle
Eceabat bölgesinde ihtiyata alındı. 25 Nisan 1915'te
Gelibolu Yarımadası'na
İtilaf Devletleri'nin yaptığı çıkartmalarıyla
Çanakkale Savaşı başladı. 3.Kolordu komutanı
Mehmet Esat Paşa'nın emrinde savaşan Kaymakam (Yarbay) Mustafa Kemal Bey
Arıburnu'na çıkan
ANZAC (Avustralya ve Yeni Zelanda Kolordusu) birliklerinin yarımada içine ilerlemesini
Conkbayırı'nda durdurdu. Bu başarı üzerine
5.Ordu kumandanı Müşir (Mareşal)
Otto Liman von Sanders Paşa'nın takdirini kazandı ve 1 Haziran 1915'te
Miralay (Albay)lığa yükseldi.
[28] İngilizlerin Ağustos ayında Suvla Körfezi'ne yaptığı ikinci çıkartmadan sonra, 8 Ağustos akşamı
Otto Liman von Sanders Anafartalar mevkiinde bulunan birliklerinin komutasını verdi ve 9-10 Ağustos'ta
Anafartalar Zaferi'ni kazandı. Bu zaferi 17 Ağustos'ta
Kireçtepe ve 21 Ağustos'ta
II. Anafartalar Zaferi takip etti.
Miralay (Albay) Mustafa Kemal Bey,
Ruşen Eşref Bey (Ünaydın) başta olmak üzere İstanbul basını tarafından "Anafartalar Kahramanı" olarak kamuoyuna tanıtıldı.
14 Ocak 1916'da Gelibolu'dan
Edirne'ye sevkedilmiş olan 16. Kolordu komutanlığına atandı. Edirne'de bulunduğu 2 ay kadar süre boyunca 16. Kolordu'nun ikmali, toparlanması ve eğitimi ile ilgilendi. Doğu Cephesinde Rus birlikleri Osmanlı 3. Ordusunu püskürtmüş 16 Şubatta Erzurumu, 3 Martta Bitlis, Muş, Van ve Hakkari'yi işgal etmişti. Albay Mustafa Kemal 15 Mart tarihinde 3. Ordu'yu desteklemesi için emrindeki 16. Kolordu ile birlikte Diyarbakır'a gönderildi. Rütbesine göre kendisine ağır bir sorumluluk verilen 16. Kolordu Komutanı Mustafa Kemal 1 Nisan 1916'da Diyarbakırda iken Tuğgeneralliğe (
Mirliva) yükseltildi ve
Paşa unvanını aldı. Mustafa Kemal taktik bir geri çekilme emri verdi. Daha sonra beklenmedik bir saldırı ile Muş'u Ruslardan kurtararak Osmanlı birliklerine stratejik bir üstünlük sağladı. Kafkas Cephesindeki bu başarısından dolayı
Altın Kılç madalyası ile ödüllendirildi. Ağustos ayında
Muş ve
Bitlis tümüyle Rus işgalinden kurtarıldı.
7 Mart 1917'de karargâhı
Diyarbekir'de bulunan 2.Ordu Komutan Vekilliliğine atandıktan sonra Hicaz Kuuveyi Seferiyesi Komutanlığına getirilmek istendi. Ancak bunu kabul etmeyerek 5 Temmuz 1917'de
Yıldırım Orduları Grubu emrindeki
7.Ordu Komutanlığına atandı.
[28]
Mustafa Kemal Diyarbakır'dayken, İttihatçı fedailerden
Yakup Cemil bir hükûmet darbesi yapmaya karar vermiştir. Savaşın kaybedildiğini düşünmektedir. Tek kurtuluş yolunun
Bab-ı Âli'yi basıp, hükûmeti devirerek Başkomutan vekili ve Harbiye Nazırı'nı değiştirmek olduğuna inanmaktadır. Yeni Başkomutan vekili ve
Harbiye Nazırı olarak da Mustafa Kemal'i düşünmektedir. Anlaştığı arkadaşlarından biri komployu Enver Paşa'ya haber vermiştir. Bunun üzerine Yakup Cemil kurşuna dizilerek öldürülmüştür. Mustafa Kemal
Falih Rıfkı Atay'a anlattığı hatıralarında şöyle demektedir:
"O vakit tümenlerimden birine komuta eden Ali Fuad (Cebesoy)'a : Yakup Cemil asılmış. Sebebi de ben Başkomutan vekili ve Harbiye nazırı olmadıkça kurtuluş yoktur demiş. Dediğini yapmış bile olsaydı ben İstanbul'a gittiğimde ilk iş olarak Yakup Cemil'i cezalandırırdım. Eğer ben, o ve onun gibiler tarafından iktidara getirilecek bir adamsam, adam değilim!" demiştir.
[42]
15 Aralık 1917 ile 5 Ocak 1918 tarihleri arasında Veliaht
Vahdettin Efendi'nin maiyetinde
Almanya'ya giderek
Keiser II.Wilhelm, Genel Karargâhı ve
Elsass bölgesini ziyaret etti.
1918 Haziran ayında
Viyana ve (bugünkü adı
Karlovy Vary olan)
Karlsbad'a giderek tedavi gördü.
Sultan Reşat'ın vefatı ve Vahdettin'in
cülusu üzerine 2 Ağustos'ta İstanbul'a döndü. 15 Ağustos'ta
7.Ordu Komutanı olarak
Filistin Cephesi'ne atandı ve ardından
Fahri Yaver Hazreti Şehriyari (Padişahın Onursal Yaveri) unvanı verildi. Mustafa Kemal Paşa, 20 Eylül 1918 tarihinde
VI.Mehmet (Vahdettin)'in başyaveri
Naci (Eldeniz) Bey'e bir telgraf çekerek
Yıldırım Orduları Grubu'nun savaş gücünün kalmadığını bildirerek mütareke istemesini önerdi. Ayrıca yeni hükûmette kendisinin
Harbiye Nazırı ve Başkumandan Vekili olarak görevlendirilmesini istedi
[43]. Ardından 6 Ekim'de 7. Ordu komutanlığından istifa etti.
19 Eylül 1918'de
Allenby komutasındaki İtilaf kuvvetleri genel taarruza geçerek üç ordudan oluşan Yıldırım Orduları Grubu'nu ağır bir hezimete uğrattılar. 1 Ekim'de Şam, 25 Ekim'de
Halep düştü.
30 Ekim 1918'de
Mondros Mütarekesi imzalandı ve ertesi gün öğle vaktinde yürürlüğe girdi. Mondros Mütarekenamesi 19. maddesi gereğince, Yıldırım Orduları Grubu kumandanı olan
Otto Liman von Sanders Paşa'nın görevden alınması üzerine Mustafa Kemal Paşa bu göreve getirildi. Ancak 7 Kasım'da Yıldırım Orduları Grubu ile 7.Ordu lağvedildi.
[44]
10 Kasım 1918 tarihinde Yıldırım Kıt'alarının komutasını 2.Ordu Komutanı Nihat Paşa'ya bırakarak
Adana'dan İstanbul'a hareket etti ve 13 Kasım'da İstanbul'a
Haydarpaşa Garı'na ulaştı. Haydarpaşa'dan İstanbul'a geçerken boğaza demirli düşman savaş gemilerini gördüğünde ünlü
"Geldikleri gibi giderler" sözünü söyledi.
Fethi Bey (Okyar) ile birlikte
Ahmet İzzet (Furgaç) Paşa yanlısı ve
Ahmet Tevfik Paşa (Okday) karşıtı bir tavrı koyan
Minber gazetesini çıkararak siyasi girişimlerde bulundu.
Milli Mücadele (1919-1923) [değiştir]
9. Ordu Müfettişi Mustafa Kemal Paşa, 17 Nisan 1919
2 Şubat 1919 tarihinde Mersinli Cemal Paşa Doğudaki Osmanlı ordularını mütareke koşullarına göre düzenlemek için müfettiş olarak Anadolu'ya gönderilmişti. İngiliz Yüksek Komiseri
Amiral Calthorpe ve Fransız Yüksek Komiseri Amiral Amet, 1918 yılı Kasım ayında Osmanlı hükûmetine nota verdiler. Doğuda Türklerin silahlanıp Hristiyanları öldürdüğünü buna karşı önlem alınmasını talep ettiler. Mustafa Kemal Paşa, Padişah
VI.Mehmet (Vahdettin) tarafından işgal kuvvetlerinin Yüksek Komiserlerinin verdiği notalar gereğince olağanüstü yetkilerle donatılarak
Vilayet-i Sitte (Altı Vilayet)'deki Hristiyan ahaliyi korumak ve işgal kuvvetlerine karşı yapılan ufak çaplı isyanları bastırmak için görevlendirildi. Bazı çevrelerce, Samsun'a hareket etmeden önce kendisini ziyarete gelen Mustafa Kemal Paşa'ya "Paşa Paşa, şimdiye kadar devlete çok hizmet ettin, bunların hepsi artık bu kitaba girmiştir, tarihe geçmiştir. Bunları unutun, asıl şimdi yapacağın hizmet hepsinden mühim olabilir. Paşa Paşa, devleti kurtarabilirsin!" dediği iddia edilse de, ne Nutuk'ta ne de saray mabeyincilerinin kayıtlarında böyle yahut buna benzer bir görüşmeden bahsedilmemektedir.
[45] Mustafa Kemal, 19 Mayıs 1919'da
Refet Bey (Bele),
Kâzım Bey (Dirik),
'Ayıcı' Mehmet Arif Bey,
Hüsrev Bey (Gerede)lerle beraber
Samsun'a çıkmıştır.
[46]
Mondros Mütarekesi'nden sonra
Anadolu'da milisler (
Kuvayı Milliye) şeklinde örgütlenen direniş hareketleri başlamıştı. 22 Haziran 1919'da
Rauf Bey (Orbay),
Kâzım Karabekir Paşa,
Refet Bey (Bele) ve
Ali Fuat Paşa (Cebesoy) ile birlikte
Amasya'da yayımladığı genelgeyle "Milletin istiklâlini yine milletin azim ve kararının kurtaracağını" ilan etti.
Kâzım Karabekir Paşa tarafından
Erzurum'da toplanan Doğu İlleri Müdafaa-i Hukuk Kongresine (
Erzurum Kongresi) katıldı.
[47] Kongre üyelerinin ısrarıyla Osmanlı ordusundan istifa etti ve Kongre başkanlığına seçildi. 4 - 11 Eylül 1919 tarihleri arasında toplanan
Sivas Kongresi'nde alınan kararları uygulamak amacıyla bir
Temsil Heyeti oluşturulmuş ve başkanlığına da Mustafa Kemal Paşa seçilmiştir.
[48] 27 Aralık 1919'da
Ankara'da heyecanla karşılandı. Osmanlı
Meclis-i Mebusan'ın Mart 1920'de işgal güçlerince basılması ve önde gelen vatanperver mebusların tutuklanması üzerine 23 Nisan 1920'de Ankara'da
Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin açılmasını sağladı.
Erzurum mebusu sıfatıyla Meclis ve Hükûmet Başkanlığına seçildi. TBMM bir kurucu meclis gibi çalışarak Milli Mücadele'yi yürütecek olan Anadolu hükûmetinin altyapısını kurdu.
Hâkimiyetin sağlanması [değiştir]
24 Mart 1923 tarihli
Time dergisinin kapağı
Merkezi denetimden uzak bulunan
Kuva-yi Milliye örgütleri dağıtılarak düzenli bir ordu oluşturuldu. Milli Mücadele'nin en kanlı çatışmaları, düzenli orduya katılmayı kabul etmeyen
Kuva-yi Milliye gruplarına karşı verildi.
İngiltere başbakanı
Lloyd George'a göre Yunanistan büyümeli ve İngiltere ile menfaatleri birleştirilmeliydi. Yunanistan boğazları Avrupa'ya açık tutmalı, Akdeniz'de İngiltere'nin çıkarlarına uygun davranmalıydı. Eğer böyle davranmazsa İngiliz donanması onu uslandırmak için yeterdi.
Sevres Antlaşması'nın kuvvet kullanılmadan uygulanamayacağı anlaşılmıştı.
İtilaf Devletleri ise kuvvet kullanacak halde değildi. İtilaf Devletleri, Yunanlıları yalnız Türk illerini alıp kendi vatanına katmak için değil, kendi davalarını da yürütmek için Anadolu'ya çıkarmıştır. Ancak İtilaf Devletleri de Türkiye'ye karşı uygulanacak politikalarda artık beraber değildir. İtalya Yunanlıların Anadolu'ya yerleşmesini kıskanmıştır. Fransa ise
Suriye'deki toprak kazançlarını yeterli görmektedir. Artık Yunanlılar kendi ordularıyla Anadolu'ya boyun eğdirmek zorundadır. Mustafa Kemal de Yunan ordusunu yenerse, Türkiye'yi kurtarmış olacaktır.
[49] 6 Ocak 1921 günü
Bursa’dan
Eskişehir'e ve
Uşak’tan
Afyon'a doğru iki kol hâlinde ileri harekâta başlayan Yunanlılar, 9 Ocak'ta
İnönü mevzilerine kadar gelmişlerdir. Ancak Türk Ordusu karşısında direnemeyeceklerini anlayarak, 11 Ocak 1921 sabahı İnönü mevzilerinden çekilmek zorunda kalmışlardır. Birinci İnönü Muharebesi düzenli ordunun ilk zaferi olduğundan
Kuva-yi Milliye'den düzenli orduya geçiş hızlanmış, halkın yeni kurulan orduya güveni artmıştır. Bu başarı bütün dünyanın dikkatini çekmiş;
İtilaf Devletleri,
26 Ocak 1921'de Osmanlı Devleti’nin Londra’ya bir heyet göndermesini ve bu toplantıda Ankara Hükûmetinden de temsilci bulundurulmasını istemişlerdir.
[50]
Birinci İnönü zaferinden sonra İtilaf Devletleri
Sevr Antlaşması'nda Türklerin yararına bir değişiklik yapılmasını görüşmek için Londra’da bir konferans toplanmasına karar vermişlerdir.
21 Şubat –
11 Mart 1921 tarihleri arasında yapılan konferansta, Türkler yararına bir sonuç çıkmamış, mücadele devam etmiştir. Yunanistan,
Londra Konferansı bitmeden, Anadolu’da yeni bir saldırı yapmak üzere hazırlıklara başlamıştır.
23 Mart 1921 günü sabah erken saatlerde, 3. Yunan Kolordusunun Batı Cephesinden, 1. Yunan Kolordusunun da Güney Cephesinden ileri harekete geçmesiyle muharebeler başlamıştır.
23 Mart –
1 Nisan 1921 arasında meydana gelen
İkinci İnönü Muharebesi Türk Kuvvetlerinin zaferiyle sona ermiştir. Bu zaferden sonra Fransızlar
Zonguldak'tan, İtalyanlar da Güney Anadolu'dan askerlerini çekmeye başlamıştır.
[51]
İnönü Savaşları'nda savunma taktiği uygulayan Türk Ordusu, Aslıhanlar- Dumlupınar çarpışmalarında ise henüz saldırı gücüne ulaşamadığını göstermişti. Bu durumdan yararlanmaya karar veren Yunan Ordusu İnönü, Eskişehir, Afyon ve Kütahya arasındaki çizgide yer alan Türk mevzilerine yüklenerek buraları işgal etmek ve Ankara'ya kadar ilerlemek istiyordu. Takviye birliklerle iyice güçlenen Yunan Ordusu 10 Temmuz 1921'den itibaren saldırıya geçti ve 20 Temmuz'a kadar yaptıkları saldırılarla Türk Kuvvetlerini geri çekilmeye zorladılar. Mustafa Kemal Paşa Türk Ordusunun
Sakarya Irmağı'nın doğusuna kadar çekilmesini gerekli gördü. Böylece vakit kazanılacaktı. Bu savaşlar sonunda Eskişehir, Kütahya, Afyon gibi büyük stratejik bölgeler elden çıktı. TBMM'de moral bozukluğu yaşandı ve sert tartışmalar meydana geldi. Ancak Yunan Ordusu büyük ateş ve silah üstünlüğüne rağmen, Türk Ordusunu yok edememişti. Türk Ordusu, güvenli bir şekilde
Sakarya'nın doğusuna çekilmişti.
[52]
Kütahya-Eskişehir Muharebeleri sonrasında Büyük Millet Meclisi içinde iktidara yani Mustafa Kemal Paşa'ya karşı tepkiler artmaya başladı. Bu muhalefeti yöneltenler ordunun başına geçmesi için Mustafa Kemal Paşa'ya baskı yapmaya başladılar. Gerçek niyetleri ise O'nu Ankara'dan uzaklaştırmak ve
Enver Paşa'nın iktidarını sağlamaktı. Mustafa Kemal Paşa, 4 Ağustos 1921 günü
Büyük Millet Meclisi'nde yaptığı konuşmayla başkumandan olmayı kabul ettiğini ancak başkomutanlığın faydalı olabilmesi için Meclis'in ordu ile ilgili yetkilerini üç ay süreyle kendisinde toplayacak bir kanun çıkartılması gerektiğini açıkladı. Paşa'nın başkomutanlığını isteyenlerin bu şekilde hayalleri suya düşürülmüş oldu. 5 Ağustos 1921 günü oybirliği ile çıkartılan yasa ile Mustafa Kemal Paşa, TBMM Orduları Başkomutanlığıı'na getirildi.
[53]
Başkomutan Mareşal Gazi Mustafa Kemal Paşa (1922)
Mustafa Kemal Paşa, Başkomutanlığa geçmesinin hemen ardından yayınladığı
Tekalif-i Milliye Emirleri ile halkı ordunun donatılması için seferberliğe çağırdı. 12 Ağustos'ta
Polatlı'da teftiş yaparken attan düştü ve kaburga kemiği kırıldı.
[54] 23 Ağustos-13 Eylül 1921 tarihlerinde yapılan
Sakarya Meydan Muharebesi'nde Yunan Ordusu'nun hücum gücü tükendi.
[55] Bu zaferden sonra 19 Eylül 1921'de Büyük Millet Meclisi Başkomutan Mustafa Kemal Paşa'yı oybirliğiyle
Mareşal rütbesine terfi ettirdi ve
Gazi unvanı verdi.
[56] Sakarya Meydan Muharebesi sonunda Türk ordusunun zaiyatı; 5713 şehit, 18.480 yaralı, 828 esir ve 14.268 kayıp olmak üzere toplam 49.289'dur. Yunan ordusunun zararı; 3758 ölü, 18.955 yaralı, 354 kayıp olmak üzere toplam 23.007'dir.
[55]
Sakarya Meydan Muharebesi'nden sonra, 13 Ekim 1921'de Ankara Hükümeti ile Güney Kafkas Cumhuriyetleri arasında
Kars Antlaşması imzalanmıştır. Böylece Türkiye'nin doğu sınırı tamamen güvenlik altına alınmıştır. Fransa ise TBMM Hükümeti ile 20 Ekim 1921’de
Ankara Antlaşması'nı imzalamıştır. Bu antlaşma ile Fransa TBMM Hükümeti'ni tanımış ve Hatay-İskenderun dışında, Türkiye'nin bugünkü güney sınırı çizilmiştir. Antlaşma sayesinde güney cephesi güvenli duruma geldiğinden buradaki Türk birlikleri de Batı Cephesi'ne kaydırılmıştır. İtalyanlar ise, Sakarya Meydan Muharebesi'nden sonra Güney Ege ve Akdeniz bölgelerinde tutunamayacaklarını anlayarak 1921 yılı sonuna kadar işgal ettikleri yerlerden çekilmiştir. Sakarya Meydan Muharebesi sonrasında İngiltere de Ankara'yı tanımış ve İngiltere ile 23 Ekim 1921 günü tutsakların serbest bırakılması konusunda antlaşma yapılmıştır.
[55]
26 Ağustos 1922 sabahı büyük bir dikkatle hazırlanan taarruz planı uygulamaya konuldu. 26-30 Ağustos 1922’de yapılan
Büyük Taarruz, Kurtuluş Savaşı'nın son aşamasıdır. 30 Ağustos günü
Başkomutanlık Meydan Muharebesi'nde bir gün içinde Yunan ordusunun en önemli bölümü imha edildi. 31 Ağustos'ta Mustafa Kemal Paşa komutanlarını
Çalköy'deki karargahında toplayarak kaçabilen Yunan kuvvetlerinin hızlı bir şekilde takip edilmesini ve İzmir ile civarındaki kuvvetleriyle birleşmemesi için üç koldan Ege'ye doğru ilerlenmesini doğru bulduğunu dile getirdi. 1 Eylül günü Başkomutan Mustafa Kemal bir bildiri yayımlayarak ordulara şu emrini verdi:“Bütün arkadaşlarımın Anadolu'da daha başka meydan muharebeleri verileceğini göz önüne alarak ilerlemesini ve herkesin akıl gücünü, yiğitlik ve yurtseverlik kaynaklarını yarışırcasına esirgemeden vermeye devam eylemesini isterim. Ordular ilk hedefiniz Akdeniz'dir. İleri!”.
[57]
Türk Ordusu 2 Eylül’de Uşak’ı geri aldı. Burada Yunan Ordusu Başkomutanı General
Trikopis esir edildi. 9 Eylül'de Türk Süvarileri İzmir'e girdi. 18 Eylül 1922'ye kadar yapılan Takip Harekâtıyla tüm Batı Anadolu’daki Yunan birlikleri sınır dışına çıkarıldı. Türk ordusunun kazandığı bu başarı,
Mudanya Ateşkes Antlaşması’na giden süreci tetiklemiştir.
[57]
Karşıyaka'da Mustafa Kemal'in kalması için yakınları Yunanlıların elinde esir olan bir baba-oğul evlerini hazırlamıştır. Bu evde daha önce Yunan Kralı Konstantin de kalmış, eve merdivenlerde ayakları altına serilen
Türk Bayrağı'nı çiğneyerek girmiştir. Bu kez baba-oğul merdivenlere Yunan Bayrağı'nı sermiştir. Mustafa Kemal Paşa eve girecekken "Lütfedin, bu karşılıkla bu lekeyi silin!" denilmiştir. Mustafa Kemal Paşa da "O, geçmişse hata etmiş; bir milletin onuru olan bayrak çiğnenmez, ben onun hatasını tekrar etmem. Bayrağı kaldırın yerden." diyerek bayrağı kaldırtmıştır.
[58]
Başkomutan Mareşal Gazi Mustafa Kemal Paşa Kocatepe'de. (26 Ağustos 1922)
Kurtuluş Savaşı, 24 Temmuz 1923'te imzalanan
Lozan Antlaşması'yla sonuçlandı.
[59] Bu antlaşma ile
Sevr Antlaşması yürürlükten kalkmış,
Türkiye Cumhuriyeti Lozan Antlaşması temelleri üzerine kurulmuştur.
Milli Mücadele sonrasında Türkiye'de iki başlı bir yönetim ortaya çıkmıştı.
[60] TBMM 1 Kasım 1922'de Osmanlı saltanatını lağvedip Vahdettin'i tahttan indirerek İstanbul hükûmetinin hukuki varlığına son verdi. 16 Ocak 1923'te
İzmit Hünkâr Kasrı'nda
İstanbul'dan gelen gazetecilerle mülakat yapıldığında Vakit başyazarı
Ahmet Emin Bey (Yalman)'in Kürt meselesi hakkında sorusuna karşı 'Başlı başına bir Kürtlük tasavvur etmektense, bizim
Teşkilat-ı Esasiye Kanunu gereğince zaten bir tür mahalli muhtariyetler teşekkül edecektir' diyerek Kürtlere özel statü tanımamak için ihtiyatlı davrandı
[61].
8 Nisan 1923'te, yayımlanan
Dokuz Umde ile Gazi Mustafa Kemal yeni rejimin temelini oluşturacak olan
Halk Fırkası'nın temellerini attı.
[62] Nisan ayında yapılan İkinci Meclis seçimlerine sadece
Halk Fırkası'nın katılmasına izin verildi. Mebus adayları fırkanın genel başkanı sıfatıyla Gazi Mustafa Kemal tarafından belirlendi.
25 Ekim 1923 günü aynı anda hem Başbakanlık hem de İçişleri Bakanlığı görevlerini yürüten Fethi Bey,İçişleri Bakanlığını bıraktığını açıkladı. Aynı gün Meclis İkinci Başkanlığı görevini yapan
Ali Fuat Paşa'da ordu müfettişliğine atandığı için görevinden ayrıldı. Bu iki boş koltuk için yapılan seçimleri Gazi Mustafa Kemal'e muhalif olan milletvekilleri kazandı. Meclis İkinci Başkanlığına
Rauf Bey,İçişleri Bakanlığına Sabit Bey seçildiler. Bu durumdan hoşnut olmayan Gazi Mustafa Kemal, 26 Ekim 1923'te Başbakan Fethi Bey'den "Erkan-ı Harbiye Umumiye Riyaseti Vekili"
Fevzi Paşa'nın dışında hükûmetin istifa etmesini ve istifa edenlerin yeniden seçilirlerse görevi kabul etmemesini istedi. Böylece bir hükûmet krizi çıkmış oldu. Yeni bakanlar kurulu üyelerinin 29 Ekim günü seçileceği duyuruldu.
Bu gelişmeler üzerine "Cumhuriyet İlanı" ile işi kökünden çözmeye karar veren Gazi Mustafa Kemal 28 Ekim 1923 gecesi
Çankaya'da
İsmet Paşa ve bazı kimseleri toplantıya çağırdı ve "Yarın Cumhuriyeti ilan edeceğiz." diyerek kararını açıkladı. Misafirlerin ayrılmasından sonra
İsmet Paşa'yı alıkoydu ve birlikte,
Teşkilat-ı Esasiye Kanunu'nda gerekli değişikliği sağlayacak önergeyi hazırladılar. 29 Ekim 1923 Pazartesi günü
Halk Fırkası Meclis Grubunda, Bakanlar Kurulunun oluşturulması konusunda tartışıldı. Sorun çözülemeyince, Gazi Mustafa Kemal'den düşüncelerini açıklaması istendi. Gazi Mustafa Kemal, bunalımdan çıkış yolunu Anayasanın değiştirilmesi zorunluluğu ile açıkladı. Cumhuriyetin ilanını hedefleyen tasarıyı da grubun bilgisine sundu. Tasarının parti grubunda kabulünden sonra aynı akşam saat 18:45'te TBMM Genel kurul toplantısı başladı. Anayasa Komisyonu'nun değişiklik ile ilgili rapor ve önergesi genel kurulun onayına sunuldu ve 29 Ekim 1923 Pazartesi akşamı saat 20.30'da milletvekillerinin alkışları ve "Yaşasın Cumhuriyet" sesleri ile
Türkiye Cumhuriyeti ilan edildi.
[63]
Cumhurbaşkanlığı (1923-1938) [değiştir]
Cumhuriyet İlanı ardından geçilen cumhurbaşkanlığı seçiminde oylamaya katılan 158 milletvekilinin tamamının oyları ile
Balâ, Ankara milletvekili
[64][65] Gazi Mustafa Kemal,
Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk cumhurbaşkanı seçildi.
[66] Atatürk kendi deyişiyle Türkiye'yi "muasır medeniyet seviyesine çıkarmak" amacıyla bir dizi köklü değişime imza attı.
1924 Anayasası gereğince TBMM 29 Ekim 1923'teki cumhurbaşkanlığı seçiminden sonra üç defa daha (1927, 1931, 1935 yıllarında) Gazi Mustafa Kemal'i tekrar cumhurbaşkanlığına seçti.
[67] Atatürk'ün cumhurbaşkanlığı döneminde
İsmet İnönü, Fethi Okyar ve
Celâl Bayar başbakanlık yapmıştır. Bu dönem içersinde en fazla süre görevde kalan ve en fazla hükûmet kuran isim
İsmet İnönü'dür. Atatürk'ün cumhurbaşkanlığı süresince kurulan hükûmetler sırası ile
1. TC Hükûmeti,
2. TC Hükûmeti,
3. TC Hükûmeti,
4. TC Hükûmeti,
5. TC Hükûmeti,
6. TC Hükûmeti,
7. TC Hükûmeti ve
8. TC Hükûmeti'dir.
Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk cumhurbaşkanı
Mustafa Kemal Atatürk, yanında
İsmet İnönü,
Fevzi Çakmak ve kadrosunun diğer üyeleriyle birlikte TBMM'den çıkıyor. (29 Ekim 1930)
Tokat'ta bir yurttaşın derdini dinleyen Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal (21 Kasım 1930)
Atatürk sık sık yurt gezilerine çıkarak devlet çalışmalarını yerinde denetledi.
[68]
TBMM'de 3 Mart 1924 tarihinde
Tevhid-i Tedrisat Kanunu kabul edilerek, medreseler kaldırılmış ve Türkiye Cumhuriyeti sınırları içindeki bütün okullar,
Milli Eğitim Bakanlığı'na bağlanmıştır. Eğitim kurumlarının bir çatı altında toplanmasıyla eğitim millî bir nitelik kazanmıştır.
[69]
3 Mart 1924'te TBMM'de kabul edilen bir kanunla halifelik kaldırılmıştır.
[70] 3 Mart 1924 tarihinde Osmanlı hanedanı üyeleri vatandaşlıktan çıkarılarak yurt dışına sürülmüştür.
[71]
17 Şubat 1925 tarihinde
Aşar Vergisi kaldırılmıştır. Aşarın getirdiği gelir devletin giderlerinin yüzde otuzuna yaklaşmasına rağmen,köylünün rahatlatılması ve üretimin arttırılması amacıyla aşar vergisi kaldırılmıştır.
[72]
25 Kasım 1925'te
Şapka Kanunu kabul edildi. Bu kanunla TBMM üyelerine ve memurlarına şapka giyme mecburiyeti getirildi ve Türk halkı da buna aykırı bir davranıştan men edildi.
[73]
30 Kasım 1925'te
tekkelerin,
zaviyelerin ve türbelerin kapatılması kanunu TBMM'de kabul edildi ve 13 Aralık 1925 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girdi.
[74]
Osmanlı Devleti'nde kullanılan saat, takvim ve ölçüler, Avrupa'daki devletlerden değişik olduğundan, sosyal, ticari ve resmi ilişkileri zorlaştırıyordu. Osmanlı Devleti'nin son dönemlerinde farklılığı gidermek için bazı çalışmalar yapılsa da yetersizdi. Cumhuriyet döneminde bu sıkıntıları gidermek için çalışmalara başlandı.
26 Aralık 1925'te çıkarılan bir kanunla
Hicri ve
Rumi takvimlerin yerine
Miladi Takvim kabul edildi ve
1 Ocak 1926'dan bu yana kullanılmaya başlandı. Bunun yanı sıra güneşin batışına göre ayarlanan alaturka saat yerine, çağdaş dünyanın kullandığı saat sistemi örnek alındı. Bir gün 24 saate bölünerek günlük hayat düzenlendi.
[75]
1928 yılında milletlerarası rakamlar kabul edildi.
1931 yılında çıkarılan bir kanunla önceden kullanılan
arşın,
endaze,
okka gibi ölçü birimleri kaldırılarak, bu ölçülerin yerine uzunluk ölçüsü olarak metre, ağırlık ölçüsü olarak kilo kabul edildi. Yapılan değişikliklerle ülkede ölçü birliği sağlandı.
[75]
1935 yılında çıkarılan bir kanunla, cuma günü olan hafta tatili yerine cumartesi öğleden sonra ve pazar günü hafta tatili olarak belirlenmiştir.
[75]
17 Şubat 1926 tarihinde İsviçre Medeni Kanunu'ndan tercüme edilip düzenlenerek oluşturulan
Medeni Kanun kabul edilmiş ve 4 Ekim 1926'da yürürlüğe girmiştir. Bu kanunla Türk aile hayatı yeniden düzenlenmiş ; tek kadınla evlilik,resmî nikâh esası getirilmiş, miras konusunda eşitlik sağlanmıştır.
[76]
1 Mart 1926 tarihinde 1889 İtalyan Zanerdelli Kanunu örnek alınarak hazırlanan 765 sayılı Türk Ceza Kanunu TBMM tarafından kabul edilerek yürürlüğe konuldu.
[77]
1 Kasım 1928'de, Türkiye Büyük Millet Meclisi
yeni Türk harflerinin kabulüne ilişkin kanunu kabul etti. Kanunun kabulünden sonra halka okuma yazma öğretmek amacıyla
Millet Mektepleri kuruldu. 24 Kasım 1928'de de Atatürk Millet Mektepleri Başöğretmeni olarak ilan edildi.
[78]
Kadınlara
1930 yılında yerel,
1934 yılında ise genel seçimlerde seçme ve seçilme hakkı verilmiştir.
[79]
12 Temmuz 1932'de Atatürk'ün talimatıyla
Türk Dili Tetkik Cemiyeti kurulmuştur. 1934 yılında yapılan kurultayda cemiyetin adı, Türk Dili Araştırma Kurumu; 1936'daki kurultayda ise Türk Dil Kurumu olarak değiştirlmiştir.
[80]
Atatürk’ün talimatıyla kurulan kurumlardan bir diğeri
Türk Tarih Kurumu'dur. Türk tarih ve medeniyetini araştırmak amacıyla oluşturulan Türk Tarihi Tedkik Heyeti
4 Haziran 1930 tarihinde ilk toplantısını yapmış ve yönetim kurulunu seçmiştir.
29 Mart 1931 tarihinde
Türk Ocakları’nın 7. Kurultayı’nda kapatılma kararı alınmasından sonra,
12 Nisan 1931’de Türk Tarihi Tedkik Cemiyeti ismiyle yeniden örgütlenmiş ve çalışmalarına devam etmiştir. Kurumun adı
1935 yılında Türk Tarihi Araştırma Kurumu olarak daha sonra ise Türk Tarih Kurumu olarak değiştirlmiştir.
[81]
21 Haziran 1934'te çıkarılan
Soyadı Kanunu'na göre her Türk, kendi adından başka, ailesinin ortak olarak kullanacağı bir soyadına sahip olacaktı. Bu soyadları Türkçe olacak, ahlâka aykırı ve gülünç adlar soyadı olarak alınamayacaktı. Soyadı Kanunu'nun kabulünden sonra
24 Kasım 1934 tarihinde TBMM tarafından,Mustafa Kemal'e "Atatürk" soyadı verilmiştir.
[82] 26 Kasım 1934 tarihinde çıkarılan kanunla ise; Ağa, Hacı, Hafız, Hoca, Molla, Efendi, Bey, Beyefendi, Paşa, Hanım, Hanımefendi ve Hazretleri gibi lakap ve unvanlar kaldırılmıştır.
[83]
3 Aralık 1934'te çıkarılan
Bazı kisvelerin giyilemiyeceğine dair kanun ile hangi din ve mezhebe mensup olurlarsa olsunlar ruhanilerin mabet ve ayinler haricinde ruhani giysi taşımaları yasaklanmıştır. Hükümet her din ve mezhepten uygun göreceği tek bir ruhaniye mabed ve ayin haricinde ruhani kıyafetini taşıyabilmek için müsaade verebilecektir.
[84]
Siyasi Olaylar [değiştir]
Cumhuriyetin ilanından sonra, Milli Mücadeleyi başlatan beş kişilik kadronun Mustafa Kemal dışındaki dört üyesi (Rauf Bey, Kazım Karabekir Paşa, Refet Paşa ve Ali Fuat Paşa) muhalefete geçerek Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nı kurdular. 1925 Mart'ında çıkan
Genç Hâdisesi (Şeyh Sait İsyanı, Doğu İsyanı) üzerine sıkıyönetim ilan edilerek
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kapatıldı.
1927'de kabul edilen
Cumhuriyet Halk Fırkası Tüzüğü ile Atatürk partinin "değişmez genel başkanı" ilan edildi ve milletvekili adaylarını seçme yetkisi, kaydı, hayatı boyunca kendisine tanındı. 15-20 Ekim 1927 tarihleri arasında Ankara'da toplanan
CHF ikinci kurultayında Kurtuluş Savaşı'nı ve Cumhuriyet'in kuruluşunu anlatan
Nutuk'u (Söylev) okudu.
[86] Kurtuluş Savaşı'nın Gazi'nin bakış açısıyla anlatımını içeren Nutuk, Türkiye Cumhuriyeti'nin Milli Mücadeleye ilişkin resmi görüşünün esasını oluşturur ve Milli Mücadeleyi Mustafa Kemal Paşa ile birlikte başlatan ve yürüten askerî ve siyasi şeflere karşı (Rauf, Karabekir, Refet Bele, Mersinli Cemal Paşa, Cafer Tayyar Eğilmez, "Sakallı" Nurettin Paşa, Celalettin Arif Bey vb.) bir polemik niteliği de taşır.
[87] 1927 yılında askerlikten
Mareşal rütbesiyle emekli oldu.
10 Nisan 1928 tarihinde yapılan anayasa değişikliğiyle anayasadan devletin dininin
İslam olduğu hükmü ve
TBMM’nin görev ve yetkilerinden söz eden 26. maddeden dini hükümlerin yerine getirilmesi ibaresi çıkarılmıştır. Ayrıca, milletvekillerinin ve cumhurbaşkanının yeminlerinden “vallahi” sözcüğü çıkarılmıştır. Cumhuriyet Halk Partisi’nin 1931 yılındaki programında, laiklik partinin ana unsurlarından biri olarak belirtilmiştir.
[88]
12 Ağustos 1930'da
İsmet Paşa'nın hükûmetine alternatifleri sunmak amacıyla çok partili demokratik hayata kavuşmak için Gazi Mustafa Kemal Paşa'nın yakın arkadaşı
Fethi Bey (Okyar)'e
Serbest Cumhuriyet Fırkası'nı kurdurarak kız kardeşi
Makbule Hanım (Boysan, Atadan),
[89] çocukluk ve okul arkadaşı
Nuri Bey (Conker)'leri de üye yaptırdı. Ancak 17 Kasım 1930'da gericilerin partiyi kullanmaları korkusu
[90] ve partinin Mustafa Kemal'i hedef almasından
[91] dolayı partiyi fesh etti.
Bu demokrasi denemesinden biraz önce, ordunun siyasete müdahale etmesinin demokrasiye zarar verebileceğini düşünerek Askerî Ceza Kanunu (22 Mayıs 1930 tarih ve 1632 Sayılı Kanun)'nu meclisten geçirdi. Bu kanunun 148. maddesine Ordu mensubunun siyasi toplantılar ve gösterilere katılmasını siyasi partiye üyesi olmasını, siyasi maksatlarla şifahi telkinatta bulunmasını, siyasi makale yazmasını ve siyasi nutuk söylemesini yasaklanan hükmü koydurdu.
29 Ekim 1933'te Atatürk Türkiye Cumhuriyeti'nin onuncu kuruluş yıldönümü nedeniyle yaptığı
konuşmada ülkenin kuruluş temelini ve gelecek vizyonunu yalın bir dille tüm dünyaya ve Türk Milleti'ne anlatmıştır.
[92]
Atatürk, Cumhurbaşkanlığı döneminde, sadece bürokratların değil tüm vatandaşların mülkiyet hakkını tanımış ve 1923-1938 döneminde
Türkiye ekonomisi ortalama yıllık %7.5 oranında büyüyerek Türkiye'nin
GSMH'si dünya toplamının binde 3.62'sinden binde 6.52'sine yükselmiştir.
[93] Atatürk'ün Döneminde Türkiye Cumhuriyeti dünyanın en hızlı kalkınan ülkelerinden biri olmuştur.
[94]
Atatürk'ün cumhurbaşkanlığı dönemindeki dış politika konularının başlıklarını
Musul sorunu,
Türkiye-Yunanistan Nüfus Mübadelesi, Türkiye'nin
Milletler Cemiyeti'ne girişi,
Balkan Antantı,
Montrö Boğazlar Sözleşmesi,
Sadabat Paktı ve
Hatay Sorunu oluşturmaktadır.
Atatürk dış politikasında gerçekçi davranmıştır.
[95] Atatürk dış ilişkilerde dinamik ve gözü pektir; ama maceracı değildir.
[95] Atatürk dış politikada kendisini hangi ilkenin yönettiğine dair “
Biz kendimizi bilen kimseleriz. Olmayacak isteklerimiz yoktur[96]” olarak tanımlamıştır.
[95] Atatürk
İslamcılık,
Türkçülük ve
Turancılık akımlarının zararlı boyutlarına karşı Misâk-ı Millî ile çizmiş olan sınırlarda kalınmasını benimsemiştir.
[95] 24 Temmuz 1923 de imzalanan Lozan antlaşmasını Atatürk diş politikada belirleyici bir unsur olarak tutmuş bu antlaşmada çizilen Türkiye Cumhuriyeti'nin sınırları büyük ölçüde (Hatay sorunu dışında) belirleyici olarak saptanmış, ekonomi açısından Lozan'ın kaldırdığı kapitülasyonlarladan taviz verilmemiştir.
[95] Atatürk'ün Lozan'ı temel almasının önemi geçen zaman içinde bakıldığında daha iyi anlaşılmaktadır; çünkü I. Dünya Savaşı’nın mağlupları arasında yer alan bir ulusun çizdiği kavramlar o dönemden bugüne yürürlükte olan tek antlaşma olarak durmaktadır.
[95]
Atatürk’ün sağlam kişiliğinin ve kararlı mizacının damgasını vurduğu ve tamamen millî bir karakter taşıyan dış politika uygulamaları günümüz için örnek alınacak pek çok temel niteliğe sahiptir.
[97] Orta öğretimden itibaren askeri terbiye gören ve savaşlara katılan Atatürk'ün askerlik sonrası hayatında barışın idamesine uğraşmıştır. Ayrıca bu yolda örnek tutum ve davranışlar sergilemiştir. Bunları Atatürk’ün; “ Bizim kanaatimizce beynelmilel siyasi güvenliğin gelişmesi için ilk ve en mühim şart milletlerin hiç olmazsa barışı koruma fikrinde samimi olarak birleşmesidir” sözünde açıkça görebiliyoruz.
[98]
Lozan Antlaşması sırasında Türkiye-Irak sınırı çizilmemişti. Musul-Kerkük bölgesinde zengin petrol yataklarının bulunması İngiltere başta olmak üzere birçok ülkenin dikkatini çekiyordu. Zengin petrol yataklarının bulunduğu bölge,
Mondros Ateşkes Antlaşması'nın imzalanması sırasında İngiltere tarafından işgal edilmişti.
I. Dünya Savaşı'nın bitmesinden sonra Irak'ta İngilizlere bağlı bir yönetim kurulmuş,bu ülke İngiliz mandası altına alınmıştı. Musul, nüfusunun çoğunun Türk olması sebebiyle Misak-ı Milli dahilindeydi. Ancak İngilizler zengin petrol yataklarının bulunduğu bölgeyi bırakmaya yanaşmıyorlardı.
Lozan Barış Antlaşması sırasında bu konuda bir sonuç alınamamış,sorunun daha sonra Türkiye ve İngiltere arasında çözülmesine karar verilmişti.1924 yılında görüşmelere başlanmış fakat sonuç alınamamıştır. Daha sonra sorun
Milletler Cemiyeti'ne götürülmüştür.1924 yılının Ekim ayında toplanan Milletler Cemiyeti de Türkiye-Irak sınırını çizmiş ve Musul bölgesini Irak tarafında bırakmıştır. 13 Şubat 1925'te ise
Şeyh Sait İsyanı çıkmıştır.15 Nisan'da tamamen bastırılan ayaklanma İngilizlerin işine yaramıştır. Kurtuluş Savaşı'ndan yeni çıkan Türk ordusu hırpalanmış,Musul-Kerkük üzerine askeri harekat yapma imkânı ortadan kalkmıştır. Bu durumda Türkiye,
5 Haziran 1926 tarihinde İngilizlerle imzalanan
Ankara Antlaşması gereğince bazı maddi çıkarlar karşılığı,Milletler Cemiyeti'nin öngördüğü sınırı kabul etmiştir.
[99]
Türk-Yunan İlişkileri [değiştir]
Türk Yunan yakınlaşması için 1930 yılında Yunan başbakanı Elefterios
Venizelos'u Türkiye'ye davet ederek Milli Mücadele'nin düşmanı Yunanistan'la barışın temellerini attı.
Türkiye-Yunanistan Nüfus Mübadelesi 1923 yılında
Lozan Antlaşması'na ek protokol uyarınca Türkiye'deki Rumların Yunanistan'a, Yunanistan'daki Türklerin Türkiye'ye zorunlu göçüne karar verilmiştir. Türkiye'de sadece İstanbul kenti ile Gökçeada ve Bozcaada'da, Yunanistan'da ise sadece
Batı Trakya Türkleri mübadeleden muaf tutulmuşlardır
[100]. Değişimin çok büyük bir bölümü 1923-1924 yıllarında gerçekleşmiş, ancak geriye kalan az sayıda olayda 1930 İnönü-Venizelos sözleşmesine dek zorunlu göç uygulamasına devam edilmiştir. 1934'de
Venizelos tarafından
Nobel Barış Ödülü'ne aday gösterildi. Ancak Nobel Ödül Komitesi değerlendirmeye almadı.
Milletler Cemiyeti [değiştir]
Türkiye
13 Nisan 1932 tarihinde yapılan
Cenevre Silahsızlanma Konferansı’nda
Milletler Cemiyeti ile işbirliği yapmaya hazır olduğunu belirtmiştir. Bunun üzerine
İspanya ve
Yunanistan Türkiye’nin Milletler Cemiyeti'ne kabul edilmesini teklif etmiştir. Türkiye’nin barışçı siyasetini gözlemleyen Milletler Cemiyeti bu teklifi
6 Temmuz 1932'de genel kurulda oybirliği ile kabul etmiştir.Türkiye 18 Temmuz 1932'de bu cemiyete üye olmuştur.Milletler Cemiyeti'nin yerini
1945 yılından itibaren
Birleşmiş Milletler almıştır.
[101]
Balkan Antantı [değiştir]
Balkan Antantını imzalayan devletler
Balkan Anlaşma Yasası,
9 Şubat 1934 tarihinde
Atina'da
Türkiye,
Yunanistan,
Yugoslavya ve
Romanya arasında imzalanan anlaşmadır.
[102]
1933’te
Almanya’da
Nazi Partisi'nin iktidara gelmesi,
İtalya’nın
Akdeniz’de ve
Balkanlar'da genişleme çabası ve
Avrupa devletlerinin
silahlanma yarışına girmesi
dünya barışını tehdit etmeye başladı. Bu gelişmeler sonucunda Balkan devletleri arasında bir yakınlaşma meydana geldi.
14 Eylül 1933 tarihinde
Ankara'da Türkiye ile Yunanistan Arasında İçten Anlaşma Yasası
[103],
17 Ekim 1933 tarihinde Ankara'da Türkiye ile Romanya arasında Dostluk, Saldırmazlık, Hakemlik ve Uzlaştırma Andlaşması
[104],
27 Kasım 1933 tarihinde
Belgrad'da Türkiye - Yugoslavya Dostluk, Saldırmazlık, Yargısal Çözüm, Hakemlik ve Uzlaştırma Andlaşması imzalandı.
[105]
Montrö Boğazlar Sözleşmesi [değiştir]
Lozan Konferansı'nda Türkiye ve
İtilaf Devletleri arasında Boğazlar rejimiyle ilgili Boğazlar Sözleşmesi imzalanmıştı. 1923 yılında imzalanan anlaşmanın tarafları İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Bulgaristan, Yunanistan, Romanya, Yugoslavya, Sovyetler Birliği ve Türkiye’dir. Bu sözleşme sayesinde savaş ve barış zamanında ticaret ve savaş gemilerinin Boğazlardan geçişi serbest olacaktı.
[106]
İkinci Dünya Savaşı’nın yaklaşmasıyla birlikte Avrupa'da birçok siyasi değişiklik oldu. Boğazların herhangi bir saldırıya karşı korunmasını üstlenen devletlerden İtalya,
Habeşistan'a saldırdı. Japonya ise kendi isteğiyle Milletler Cemiyeti’nden ayrıldı. Dünya barışının korunması için toplanan konferanslar neticesiz kalmış,tüm devletler silahlanmaya başlamıştı.
[106]
Siyasi ortamın bozulduğunu gören Atatürk, Boğazlar meselesini kesin olarak çözmeye karar verdi. Türk Hükümeti,
Milletler Cemiyeti’ne başvurarak Lozan Antlaşması'ndaki Boğazlara ait hükümlerin değiştirilmesini talep etti. Bunun üzerine İsviçre'nin
Montreux şehrinde bir konferans toplanmış ve 20 Temmuz 1936'da Türkiye, İngiltere, Fransa, Bulgaristan, Romanya, Yugoslavya, Yunanistan, Japonya ve Sovyetler Birliği arasında Montreux Boğazlar Sözleşmesi imzalanmıştır. Konferansa katılmamış olan İtalya daha sonra 2 Mayıs 1938'de Boğazlar Sözleşmesi'ne katılmıştır. Montreux Boğazlar Sözleşmesi'nin ana maddeleri şunlardır:
[106]
- Boğazlar kayıtsız şartsız Türk hakimiyetine bırakılacak, tahkimat yapmak hakkı tanınacaktır.[106]
- Barış zamanında her devletin ticaret gemileri serbestçe geçebilecek, ancak savaşta ve barışta asker ve sivil hava kuvvetlerinin geçmesine izin verilmeyecektir.[106]
- Savaş zamanında eğer Türkiye tarafsız kalmışsa ticaret gemileri geçebilecektir.[106]
- Barış zamanında denizaltı gemileri müstesna olmak şartıyla savaş gemileri on beş gün evvel Türkiye Hükümeti'ne haber verecek, gidecekleri yer, isim, tip ve adetleri bildirilecek ve uçak kullanmamak şartıyla Boğazlardan geçebileceklerdir.[106]
- Eğer Türkiye savaşa girmişse yalnız tarafsız devletlere mensup ticaret gemileri, düşmana hiçbir surette yardımda bulunmamak şartıyla gündüzün serbestçe geçebileceklerdir.[106]
Montreux Sözleşmesi 20 yıl yürürlükte kalacaktı. Ancak bu sürenin dolmasından 2 yıl önce antlaşmanın taraflarından hiçbirisi sözleşmenin iptalini istemezse, sözleşme yürürlükte kalmaya devam edecekti. Montreux Sözleşmesi'nin 1956'da süresi dolduğu halde böyle bir iptal isteği hiçbir ülke tarafından yapılmadığı için hâlen yürürlüktedir.
[106]
İtalya'nın doğu ülkelerini hedef alan istila politikası nedeniyle Türkiye, İran, Irak ve Afganistan arasında,
8 Temmuz 1937'de Tahran'da Sadabad Sarayı'nda imzalanmıştır.Devletler antlaşma ile dostluk ilişkilerini sürdüreceklerini, Milletler Cemiyeti Paktı ve Briand-Kellog Paktı'na bağlı kalacaklarını, birbirinin iç işlerine karışmayacaklarını,birbirlerine saldırmayacaklarını, ortak çıkarlarıyla ilgili konularda birbirlerine danışacaklarını ve sınırlarının korunmasına saygı göstereceklerini belirtmişlerdir.
[107]
Mondros Ateşkes Antlaşması'ndan sonra İskenderun Sancağı, Suriye’den Anadolu’ya ilerleyen Fransızlarca işgal edilmiştir. Böylece, birçok yerde olduğu gibi, Hatay’da da bir Millî Mücadele cephesi oluşmuştur.
[108]
Yerel yasama meclisi Atatürk tarafından önerilen Hatay Devleti Bayrağı'nı kabul ettikten sonra Atatürk'ün gönderdiği telgraf
20 Ekim 1921‘de, Fransa ile imzalanan,
Ankara Antlaşması’nın 7. maddesine göre
İskenderun, Suriye sınırları içerisinde kalacak; burada özel bir idare kurulup, Türk kültürünü geliştirmek için her türlü kolaylıktan yararlanılacaktır, resmi dil Türkçe olacak ve Türk parası geçerli olacaktır.
[109]
Lozan Antlaşması’nda ise Suriye ile Türkiye arasında çizilen sınıra göre Hatay, Türk sınırları dışında kalmıştır.
[110]
1936 yılında Suriye’ye bağımsızlık veren ve Suriye ile Fransa arasında ittifak kuran anlaşmada İskenderun Sancağı hakkında hiçbir hüküm yer almıyordu. Fransa, Suriye’den çekilirken, sancak üzerindeki yetkilerini Suriye’ye terk etmekteydi. Türk Hükümeti durumu kabul etmedi. Cenevre’deki
Milletler Cemiyeti toplantısında Fransa ile yapılan görüşmeler netice vermeyince 9 Ekim 1936’da Fransa’ya resmî bir nota vererek, Suriye’ye yapıldığı gibi İskenderun Sancağı’na da bağımsızlık verilmesini istedi.
[111] Atatürk, 1 Kasım 1936 tarihinde
Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni açış konuşmasında: “... Bu sırada, milletimizi gece gündüz meşgul eden başlıca büyük bir mesele, hakiki sahibi öz Türk olan, İskenderun — Antakya ve çevresinin mukadderatıdır. Bunun üzerinde ciddiyet ve kesinlikle durmaya mecburuz. Daima kendisi ile dostluğa çok ehemmiyet verdiğimiz Fransa ile aramızda, tek ve büyük mesele budur. Bu işin hakikatini bilenler ve hakkı sevenler, alâkamızın şiddetini ve samimiyetini iyi anlarlar ve tabii görürler” diyordu.
[112] Fransız büyükelçisi ile olan bir konuşmasında ise: “Hatay benim şahsî davamdır. Şakaya gelmeyeceğini bilmelisiniz” demiştir.
[113] 27 Ocak 1937’de
Cenevre’de toplanan Milletler Cemiyeti, Hatay’ın bağımsızlığını kabul etmiş ve bir seçimle nüfus çoğunluğunun tespit edilmesine karar vermiştir.
[114] Atatürk’ün Hatay’ı silâh zoruyla alabileceğini düşünen Fransızlar askerî bir anlaşma yapmayı istediler; bu anlaşma yapıldı. Anlaşma ile Hatay’da tarafsız bir seçim kabul edilerek, bunun için de bir kısım asker gücünün Hatay’a girmesine karar verildi. Kurmay Albay,
Şükrü Kanatlı komutasındaki Türk birlikleri, Hatay’a girdi.
13 Ağustos’ta seçimler yapıldı ve Meclis çoğunluğunu Türkler kazandı. Böylece bağımsız
Hatay Cumhuriyeti 12 Eylül 1938’de kuruldu. Bu Cumhuriyet ise,
30 Haziran 1939’da Türkiye’ye katılma kararını aldı.
[115]
- Ana madde: Trakya Manevraları
1937 yılında yapılan
Trakya Manevralarını bizzat denetlemiştir.
[116]
1940 yılında Türkiye Cumhuriyeti Posta İdaresi'nce bastırılan ve Atatürk'ün doğum tarihinin 1880 olarak gözüktüğü posta pulu
Atatürk'ün kesin doğum tarihi bilinmemektedir. Kendisi de bilmiyordu.
Gregoryen takvimi 26 Aralık 1925'ten sonra Türkiye'de kullanılmaya başlanmıştır, doğum tarihi konusundaki karışıklık ise Osmanlı döneminde kullanılan iki takvimden doğmuştur. Bu dönemde kullanılan
Hicri takvim ve
Rumi takvimin ortak noktaları, Atatürk'ün kaydedilen doğum yılı olan 1296'nın yanında hicri veya rumi olduğunun belirtilmemesi, gregoryen takvimde ay ve yıla bağlı olarak 1880 veya 1881 yılından hangisine denk geldiğinin kesin olarak bulunmasını zor hale getirmiştir.
[117] Faik Reşit Ünat araştırmaları sırasında Zübeyde Hanım'ın Selanik'teki komşularını ziyaret etmiş ve bu konuda sorular sormuştur. Aldığı cevaplar çelişmektedir, bazı komşular Atatürk'ün bir ilkbahar gününde doğduğunu söylerken bazı komşular ise kış günü (Ocak veya Şubat) olduğunu iddia etmişlerdir. Atatürk'ün kendisi, annesinin ona bir bahar gününde doğduğunu söylediğini, kız kardeşi Makbule Atadan ise annesinin ona Mustafa Kemal'in fırtınalı bir gecede doğduğunu söylediğini ifade etmişlerdir.
Enver Behnan Şapolyo Zübeyde Hanım'ın 23 Kânunievvel 1296'da doğduğunu söylediğini belirterek Atatürk'ün 23 Aralık 1880'de doğduğunu öne sürmüş,
Şevket Süreyya Aydemir ise bu tarihin 4 Ocak 1881 olduğunu iddia etmiştir. Şişli Atatürk Müzesi'nde gösterimde bulunan Atatürk'ün son nüfus cüzdanının üzerinde doğum tarihi kısmında 1881 görülebilir haldedir.
[117] 1882 doğumlu olan
Ali Fuat Cebesoy Şişli'deki evinde kendisinin
"Rauf Bey'le ben senin ağabeyin sayılırız. Çünkü ikimiz de senden birer yaş büyüğüz." diye konuşmasını kaynak göstererek "1881 tevellütlü" olduğunu yazmıştır.
[118]
Kurtuluş Savaşı'nın başlangıcı kabul edilen 19 Mayıs tarihinin Atatürk'ün doğum günü olarak kabulü tarihçi Reşit Saffet Atabinen'in bir jestinin sonucudur. Atabinen'in ulusun doğuşu üzerine yaptığı bir jest 19 Mayıs'ın önemini iyi şekilde yansıttığı için Atatürk'ün takdirini kazanmıştır. İzleyen günlerde bir öğretmenin, planladıkları “Gazi” günü için Atatürk'ün doğum gününü sorması üzerine Atatürk tam tarihi bilmediğini söylemiş ve Gazi Günü için 19 Mayıs'ı önermiştir.
Tevfik Rüştü Aras, Atatürk ile yaptıkları günler süren bir araştırmadan sonra doğum tarihi aralığını 10 Mayıs ve 20 Mayıs arasına daralttıklarını söyler. Atatürk bu araştırmadan sonra “neden 19 Mayıs olmasın” demiştir. Bu tarih resmi olarak halka ve diplomatik kanallarca diğer ülkelere bildirilmiştir. Ancak bu tarih ilginç bir durum yaratmıştır, 1881 yılının 19 Mayıs günü,
Rumi takvimde 1297 yılına denk gelmektedir, ancak kaydedilmiş doğum tarihi Rumi 1296 yılıdır. Rumi 1296 yılı 13 Mart 1880 ile 12 Mart 1881 arasında sürmüştür, bu sebeple alternatif olarak Atatürk'ün doğum tarihi 19 Mayıs 1880 olabilir. Bu sebeplerle ne tarih ne de yıl genel kabul görmemiştir. Mustafa Kemal Derneği eski başkanı Muhtar Kumral 13 Mart 1958'deki bir basın konferansında Atatürk'ün doğum tarihini Atatürk'ün kız kardeşi Makbule Atadan'ın sözlerine dayanarak 13 Mart 1881 olarak belirlediklerini söylemiştir. Ancak Gregoryen 13 Mart 1881, Rumi 1 Mart 1297'ye denktir, Atatürk'ün doğum yılı ise 1296 olarak kayda geçmiştir, bu sebeple geçerlilik iddiası zan altındadır.
[117]
Atatürk'ün Rumi 1296'da doğduğuna ilişkin kayıt bulunsa da, Atatürk'ün doğum gününü net olarak söyleyebilmek için gerekli miktarda kayıt bulunmamaktadır. Atatürk'ün doğum günü Gregoryen 1880 veya 1881'e denk geliyor olabilir. Atatürk'ün doğum günü, kendi onayıyla resmi olarak 19 Mayıs olarak belirlenmiştir. Bu gün
Türk Kurtuluş Savaşı'nın başlangıcı olması sebebiyle önem verdiği bir gündür.
[117]
993.815-B seri ve 51 sıra numaralı Nüfus Hüviyet Cüzdanı'nda Kamâl adı dikkat çekmektedir.
27 Mart 1923 tarihinde Ankara Nüfus Müdürlüğünce verilen nüfus cüzdanına göre, Boy:
Orta, Saç:
Sarı, Kaş:
Sarı, Göz:
Mavi, Burun:
Adeta, Ağız:
Adeta, Bıyık:
Sarı, kesik, Sakal:
Tıraş, Çene:
Uzunca, Çehre:
Uzunca, Renk:
Beyaz, Alamet-i farika-i tabiiye:
Tam, İsim ve şöhreti:
Müşir Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri, Tarih ve mahall-i veladeti:
Selanik, 1296, Pederinin ismiyle mahall-i ikameti:
Tüccardan müteveffa Ali Rıza Efendi, Validesinin ismiyle mahall-i ikameti:
Müteveffiye Zübeyde Hanımefendi, Sanat ve sıfat ve hizmet ve intihab selahiyeti:
TBMM Reisi ve Başkumandan, Müteehhil ve zevcesi müteaddid olup olmadığı:
Bir zevcesi vardır, Derecat ve sunuf-ı askeriyesi:
Müşir, İkametgâh ise
Hacı Bayram Mahallesi 161/1 idi.
[119]
Yeni
alfabenin kabulünden sonra yenilenmiş nüfus cüzdanlarından "993.814-B seri ve 51 sıra numaralı" cüzdanda adı:
Kemal, soyadı
Atatürk, "993.815-B seri ve 51 sıra numaralı" cüzdanda adı
Kamâl, soyadı
Atatürk, Meslek ve İçtimai vaziyeti:
Reisicumhur, Medeni hali:
Evli değildir, nüfus kütüğüne yazılı olduğu yeri ise
Ankara Vilâyeti Çankaya Mahallesi Hane No. 139, Cilt: No. 56 ve Sahile No. 49 olarak yazılmıştır.
Mustafa Kemal Atatürk ölümünden 4 sene önce adını değiştirmiş ve nüfus cüzdanından "Mustafa" ismini atmış, "Kemal" ismini de Kamâl' diye değiştirmiştir.
"Mustafa Kemal Paşa'nın 54 yaşından sonra adını değiştirmesi olayı üzerinde nedense durulmamıştır. 1934 Kasım'ına kadar "Gazi Mustafa Kemal" diye imza atan ilk Cumhurbaşkanımız, çıkarılan kanunla “Mustafa”yı tamamen reddetmiş, yalnızca “Kemal” adını bırakmıştı. Yeni çıkardığı nüfus cüzdanında ise bu defa “Kemal”i kale anlamına geldiğini söylediği “Kamâl” ile değiştirmiş ve adını resmen “Kamâl Atatürk” yapmıştı.
"Atatürk'ün evi" Apostolu Pavlu Cad. No: 71, Aya Dimitriya Mah., Selanik, Yunanistan
[120]
Koca Kasım Paşa Mahallesi, Islahhane Caddesi (Bugünkü Apostolu Pavlu Caddesi No: 75, Aya Dimitriya Mahallesi, Selanik,
Yunanistan)'nde bugün müze olan 3 katlı ve 3 odalı ve pembe boyalı evde doğdu. Şerafettin Turan'ın kitabında "Ahmet Subaşı ya da Hatuniye Koca Kasımpaşa semti" olarak geçmektedir.
[121]
Ancak Atatürk'ün üvey kız kardeşi Ruhiye Hanım'ın torunu Ferhat Babür'ün aktardığına göre Atatürk'ün doğduğu ev olarak bilinen yandaki resimde gösterilen evdeki Selanik Konsolosluğu binası, Atatürk'ün doğduğu ev değildir. O ev, Zübeyde Hanım'ın ikinci kocası, yani Atatürk'ün üvey babası Ragıp Bey'in evidir.
[122]
Mustafa'ya neden "Kemal" isminin verildiğine yönelik çeşitli iddialar vardır.
Afet İnan, bu ismi ona matematik öğretmeni Üsküplü Mustafa Efendi'nin "Kemal" adının anlamında olduğu gibi onun "mükemmel ve olgun" olduğunu göstermek için verdiğini söylemiştir.
[123] Ali Fuat Cebesoy ise bu adı matematik öğretmeninin onu kendisinden ayırt etmek için koyduğunu belirtir.
[124] Atatürk'ün bir biyografisini yazmış olan yazar Andrew Mango ise Mustafa'nın bu adı
Namık Kemal'in adında "Kemal" bulunduğu için kendisi koyduğunu iddia etmektedir.
[125]
1922-1934 yılları arasında Gazi Mustafa Kemal veya sadece Gazi unvanıyla anılan Mustafa Kemal'e
Soyadı Kanunu ile birlikte TBMM tarafından çıkarılan 24 Kasım 1934 tarihli ve
2587 sayılı kanun ile kendisine "Türklerin
Atası" anlamına gelen Atatürk ismi verilmiştir.
[126] Yine aynı kanuna göre "Atatürk" soyadı veya öz adı başka kimse tarafından alınamaz, kullanılamaz.
[127]
Atatürk, "Kemal" ismini 1935'te "Kamâl" olarak değiştirdi.
[128] "Kamâl" adının
Osmanlıcada "büyük kale" anlamına geldiği iddia edilmektedir.
[129]
Kitap okumayı, müzik dinlemeyi, dans etmeyi, ata binmeyi ve yüzmeyi severdi.
Tavla ve
bilardo oynamak hoşuna giderdi.
Zeybek oyunlarına,
güreşe,
Rumeli türkülerine ilgi duyuyordu. Sakarya adını verdiği atına ve köpeği Fox'a çok değer verirdi. Zengin bir kitaplık oluşturmuştu.
Çankaya Köşkü'nde sık sık devlet adamlarının, sanatçıların, bilim adamlarının, dostların davet edildiği, ülke sorunlarının da konuşulduğu akşam yemekleri verilirdi. Temiz ve düzenli giyinmeye önem verirdi.Doğayı çok severdi. Sıkça
Atatürk Orman Çiftliği'ne gider, modern tarıma geçiş amacıyla yürütülen çalışmalara bizzat katılırdı. İleri derecede
Fransızca ve az
Almanca biliyordu.
[130]
Afet İnan; öğretmeni olan
İsviçreli antropolog Profesör
Eugène Pittard'ın, kendisine doktora tezi olarak verdiği "
Türk Milleti’nin Özellikleri" konusunda Atatürk'ten yardım istedi. Atatürk; Afet İnan'ın önce kendi görüşlerini yazmasını ve fikirlerini daha sonra belirteceğini söyledi. Afet İnan'ın uzun çalışmasına karşılık, Atatürk kurşun kalemle, iki küçük not kâğıdı üzerine kendi tanımını yaptı.
[120]
Şahsi ilişkileri [değiştir]
Sabiha Gökçen ile birlikte bir askerî tatbikatta, Metris, 28 Mayıs 1936
Ali Rıza Bey ve Zübeyde Hanım'ın Fatma (1872-1875), Ahmet (1874-1883), Ömer (1875-1883), Mustafa (Kemal Atatürk) (1881-1938), Makbule (Boysan, Atadan) (1885-1956) ve Naciye (1889-1901) adında altı çocukları oldu.
[131] Fatma dört, Ahmet dokuz, Ömer sekiz yaşlarında iken o senelerde salgın olan
difteri o zamanki adıyla kuşpalazı hastalığından öldüler. En küçük kardeş Naciye, Mustafa Kemal'in
Harp Okulu'nu bitirdiği sene, on iki yaşındayken verem hastalığına yakalanıp hayatını kaybetti.
Makbule Hanım 1956 yılına kadar yaşadı.
Makbule Atadan ve Salih Bozok'a göre, küçük Mustafa 12 yaşındayken Binbaşı Rüknettin'in 8 yaşındaki kızı Müjgân'a âşık olmuştur. Makbule Atadan'a göre ikinci aşkı Hatice olmuş ve Hatice'nin annesi müdahale ederek ilişkisini kesmiştir. Ardından Selanik Askeri komutanı Şevki Paşa'nın 12 yaşındaki kızı Emine (Emine Arık)'ye matematik dersi verirken âşık olmuştur. Bunun dışında Selanik'teyken Rum asıllı tüccar Eftim Karinte'nin kızı Eleni Kriyas'a âşık olduğu söylendiyse de kanıtlanmamıştır.
Milli Mücadele döneminde Ankara İstasyon Binası'nda ve eski Çankaya Köşkü'nde Zübeyde Hanım'ın ikinci eşi Ragıp Bey'in yeğeni
Fikriye Hanım ile birlikte yaşıyordu.
[132] Fikriye hanımı Almanya'ya gönderdikten sonra 29 Ocak 1923'te İzmir'in sayılı zenginlerinden Uşakizade Muammer Bey'in kızı
Latife Hanım'la evlendi. 1924'de yapılan Sonbahar Seyahati sırasında çift kavga etti ve Mustafa Kemal Paşa
Erzurum'dan İsmet Paşa'ya telgraf çekerek boşanacağını bildirdi. Ancak az sonra yaverleri
Salih Bey (Bozok) ve
Kılıç Ali Bey'in aracılığıyla boşanmasından vazgeçti.
[133][134] Bu evlilik 5 Ağustos 1925 tarihine dek sürdü.
[135]
Atatürk'ün manevi evlatları
Abdurrahim Tuncak, Afife, Zehra,
Rukiye Erkin,
Nebile İrdelp,
Sabiha Gökçen,
Afet İnan,
Sığırtmaç Mustafa ve
Ülkü Adatepe'dir.
[136]
1916 yılında Bitlis Rus işgalinden kurtarıldığı yıllarda 16. Kolordu Komutanı Mirliva (Tuğgeneral) Mustafa Kemal Paşa, savaşta bütün aile fertlerini kaybeden ve kimsesi kalmayan
Abdurrahim'i evlatlık edindi. Abdürrahim bakılması için İstanbul'a annesi Zübeyde Hanım ve kız kardeşi Makbule'nin yanına gönderildi.
[137][138] Zehra Aylin veya Zehra Mehmet; (Amasyalı Mehmet'in kızı), 1936 yılında
Londra'dan ekspres treniyle
Paris'e yolculuk ederken
Amiens yakınlarında trenden düşerek hayatını kaybetti. Sabiha Gökçen ise ilk Türk kadın pilot
[139] ve dünyanın ilk kadın savaş pilotu
[140] oldu.
Atatürk'ün sağlık durumu
1937 yılından itibaren bozulmaya başladı. Kendisine
1938 yılı başlarında
siroz teşhisi konuldu.
Avrupa'dan doktorlar getirildi. Türk ve yabancı doktorların tedavileri sonuç vermedi.
Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu ve ilk cumhurbaşkanı Atatürk, 10 Kasım 1938 Perşembe sabahı saat 09:05'te İstanbul
Dolmabahçe Sarayı'nda hayatını kaybetti. Cenazesi büyük bir törenle Ankara'ya uğurlandı ve Atatürk 21 Kasım 1938 günü Ankara'da yapılan büyük bir törenle
Ankara Etnografya Müzesi'ndeki geçici kabrine konuldu. Bundan 15 yıl sonra da 10 Kasım 1953'te kendisi için yaptırılan
Anıtkabir'deki ebedi istirahatgahında toprağa verildi. Vasiyetinde varlığını
Cumhuriyet Halk Fırkası'na,
Türk Tarih Kurumu'na ve
Türk Dil Kurumu'na bıraktı,
Makbule Atadan'ın Çankaya'da oturmasını istedi,
Sabiha Gökçen için ev ve para verilmesini istedi, ayrıca
İsmet İnönü'nün çocuklarına yurt dışı eğitim yardımı verdi.
[141]
Türkiye'nin her şehrinde Atatürk heykelleri dikilmiştir.İtalyan heykeltraş
Pietro Canonica tarafından İstanbul'da Taksim Meydanı'nda yapılmış olan Cumhuriyet Anıtı
Türkiye genelinde Atatürk'ün hatırasına inşa edilmiş pek çok yapıt bulunmaktadır:
Atatürk Havalimanı,
Atatürk Olimpiyat Stadı,
Atatürk Barajı,
Atatürk Köprüsü,
Atatürk Üniversitesi,
Atatürk Orman Çiftliği vb. gibi. Bunların haricinde ülke çapındaki pek çok okul, cadde, stad, hastane gibi kurum, kuruluş ve altyapıya Atatürk'ün adı veya isimlerinin varyasyonları verilmiştir: Mustafa Kemal Paşa Mahallesi, Atatürk Bulvarı, Kemaliye Sokak, Gazi Apartmanı vb. Bunun yanı sıra Atatürk'ün 100. doğum yıldönümüne (1981) ithafen 100. yıl adı da birçok kuruma verilmiştir. (Örnek: Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi)
Türkiye'nin her il ve ilçe merkezinde Atatürk anıtları ve resmi kurumlarının girişinde Atatürk heykeli, büstü veya maskı vardır. Bunun yanı sıra bütün resmi makam odalarında ve birçok resmi çalışma ofisinde Atatürk büstü, maskı, resimleri, takvimleri, kalemlikleri vb. süs eşyaları vardır. Ayrıca Türkiye'de Atatürk rozeti, Atatürk imzası bulunan sticker, kıravat iğnesi, yüzüğü vb. Atatürk temalı süs eşyası taşıyan birçok vatandaş görmek mümkündür.
Türkiye'deki bütün resmi ve özel okullarda bir Atatürk köşesi bulunmak zorundadır. Ayrıca ilköğretim ve lise kitaplarının başında ve her sınıfta da Atatürk resmi bulunmalıdır. Bunun yanı sıra örgün eğitimin bütün aşamasında Atatürk sevgisi ve inkılapları ayrı bir ders olarak ya da bazı derslerin bir bölümü olarak işlenir.
19 Mayıs tarihi Türkiye Cumhuriyeti, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ile Türkiye'nin yurdışı temsilciliklerinde
Atatürk'ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı olarak her yıl kutlanan bir millî bayramdır.
Atatürk'ün ölüm yıldönümü olan 10 Kasım tarihinde ölüm saati olan sabah 9:05'de Türkiye Cumhuriyeti, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ve Türkiye'nin yurdışı temsilciliklerinde bir dakika boyunca halkın büyük bölümü saygı duruşunda bulunur, araçlar durur ve kesintisiz korna çalarlar.
Artvin yöresine ait bir halk oyunu olan ve eskiden "Artvin Barı" olarak bilinen
Atabarı da 1936 yılında Atatürk'ün karşısında oynanan bu oyunu Atatürk'ün çok beğenmesi üzerine Atabarı olarak adlandırılmıştır.
[142][143][144]
Ayrıca Dünya'nın farklı ülkelerinde de Mustafa Kemal Atatürk anısına anıtları dikilmiştir. Avusturalya Canberra'da, Romanya Bükreş'te, Küba Havana'da ve Şili'nin başkenti Santiago'da bu anıtlar görülebilmektedir.
Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkında Kanun [değiştir]
-
5816 nolu kanun çerçevesinde Youtube'a erişim 2007'den 2010 yılına engellenmiştir
25 Temmuz 1951 tarihinde kabul edilen ve 31 Temmuz 1951 tarihinde
Resmi Gazete'de yayınlanarak yürürlüğe giren 5816 nolu
Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkında Kanun ile Atatürk'ün hatırasına alenen hakaret etmek ve Atatürk'ü temsil eden heykel, büst, abide vb. objeleri tahrip etmek veya kirletmek suç sayılmıştır.
[145] Bu
kanun, halk arasında daha çok
Atatürk'ü Koruma Kanunu olarak referans verilir.
Bu kanunun internet ortamında takibini yapmak için
Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı altında
İnternet Bilgi İhbar Merkezi görevlendirilmiştir.
[146]
Bu kanun çerçevesinde 2007 yılında
YouTube,
Geocities ve bir çok blog sitesine
Türkiye'den erişim engellenmiştir. 2010 yılının Kasım ayında bir Alman şirketinin YouTube'daki sözkonusu videolarda kendisine ait bazı telif haklarının ihlal edildiğini iddia etmesi üzerine, Google şirketi Youtube'dan bu videoları kaldırmıştır. Bunun üzerine ilgili Türk mahkemesi de erişim engelini kaldırmıştır. Ancak kısa bir süre sonra şirketin iddialarının asılsız çıkması üzerine sözkonusu videolar Youtube'da tekrar yayınlanmaya başlanmış ancak Mahkeme yeniden erişim engeli kararı almamıştır.
[147]
2010 yılında
Sınır Tanımayan Gazeteciler örgütü 5816 nolu
Atatürk'ü Koruma Kanununun
Avrupa Birliğinin temel standartlarından biri olan basında
ifade özgürlüğüne ters olduğunu iddia etmiştir.
[148]
1927'de dolaşıma çıkarılan ön yüzünde Atatürk'ün resminin yer aldığı banknot
Cumhuriyet dönemindeki ilk
kağıt paralar 1927'de İngiltere'de basılmıştır. Bu yılda basılan 1, 5 ve 10 lirada Atatürk'ün resmi filigranda gözükmekteydi. Diğer paralarda ise Atatürk hem filigranda hem de resim olarak gözükmektedir. 1937'de tedavüle giren ilk Latin harfli paraların hepsinde ise Atatürk resimleri bulunmaktaydı.
[149]
Ancak
İsmet İnönü ilk kez cumhurbaşkanı seçildiğinde paralardan Atatürk resimleri çıkarılmış yerine İnönü'nün resimleri konmuştur. 1951 yılında çıkarılan bir kanunla yaşayan kişilerin paraya resimlerinin basılması durdurulmuş ve tekrar bütün Türk paralarının önyüzüne Atatürk resmi basılmaya başlanmıştır.
[150]
Bunun yanı sıra Cumhuriyet altınlarının ön yüzünde Atatürk kabartması bulunur.
|
|
İcra Vekillleri Heyeti Reisi |
Mustafa Kemal Atatürk
|
|
Umuru Şeriye ve Evkaf (Diyanet ve Vakıflar) Vekili |
|
|
Adliye Vekili |
|
|
Erkan-ı Harbiye-i Umumiye (Genelkurmay) Vekili |
|
|
Müdafa-i Milliye Vekili |
|
|
Dahiliye (İçişleri) Vekili |
|
|
Hariciye (Dışişleri) Vekili |
|
|
İktisat Vekili |
|
|
Maliye Vekili |
|
|
Maarif Vekili |
|
|
Nafia (Bayındırlık) Vekili |
|
|
Sıhhiye ve Muavenet-i İçtimaiye (sosyal yardım) Vekili |
|
|
|
|
Osmanlı İmparatorluğu |
|
|
Türkiye Cumhuriyeti |
|
|
|
|
Osmanlı dönemi
(1838-1882) |
|
|
Kurtuluş Savaşı dönemi
(1920–1923) |
|
|
Cumhuriyet dönemi
(1923'den bu yana) |
|
|