Elektriğin varlığı ile ilgili en eski bilgiler M.Ö. 2750 yıllarına ait Eski Mısır metinlerinde yer almaktadır. Eski Mısır metinlerinde “Nil Şimşek Tanrısı” olarak adlandırılıan Elektrikli Yayın Balığı, Pliny ve Scribonius Largus gibi birçok antik yazar tarafından diğer tüm balıkların “koruyucusu” olarak nitelendirmiştir. Yayın balığının elektrik şokunun uyuşturma etkisi Antik Yunan, Roma ve Arap şifacılar ve doktorlar tarafından kullanılmıştır. Özellikle gut veya baş ağrısı gibi rahatsızlıkların şok ile tedavisinde elektrikli balık dokunuşları kullanılmıştır. Elektriğin cisimler arasında atlaması sonucunda meydana gelen ışığı “raad” adı vererek ilk tanımlayanlar ise Araplar olmuştur.
Elektriğin bulunuşu ile ilgili daha sonraki kayıtlar ise yunanlı filozof ve bilgin Thales‘i (M.Ö. 640-546) göstermektedir. Thales kehribarın, kumaşa sürtünmesinden sonra toz ve kıl gibi hafif cisimleri kendisine çekmesi olayını keşfetmiş fakat bu çekimin kehribardan kaynaklandığını düşünerek elektron adını kullanmıştır.
Elektriğin çok eski zamanlardan beri bilindiği gerçeğine rağmen, 1672 yılına kadar elektrik konusuda kayda değer bir gelişme olmamıştır. 1672 yılında, Otto von Guericke adında bir adam, elini hızla dönen bir sülfür (kükürt) kürenin karşısına tutarak, sürtünmeden doğan elektrik akımından daha güçlü elektrik üretmeyi başarmıştır.
1729 yılında ise, Stephen Gray, metallerin bir yerden başka bir yere elektrik ilettiklerini keşfetmiştir. Bu tür maddeler “iletken” diye tanımlandılar. Cam, kükürt, amber, balmumu gibi diğer bazı maddelerde elektriği taşımıyor, bir yerden bir yere iletmiyorlardı. Bunlara da genel olarak “yalıtkan” adı verildi.
Elektrik ile ilgili son derece önemli bir başka adım, 1733 yılında du Fay adında bir Fransızın negatif ve pozitif elektrik yüklerini bulması ile atılmıştır. Du Fay, negatif ve pozitif elektrik yüklerinin, iki ayrı tür elektrik olduğunu sanmıştı. Yine de, elektriğin gerçeğe en yakın tanımlamasını yapan kişi Benjamin Franklin‘dir. Benjamin Franklin’in tanımalasına göre, tabiattaki bütün maddelerin bünyesinde elektriksel bir akış vardı. Belirli iki madde arasındaki sürtünme, bu akıştan bir kısmının, miktar bakımından fazlalık meydana getirecek şekilde öteki maddeye geçmesine sebep oluyordu. Bugün, bu akışın negatif yüklü elektronlardan oluştuğunu söyleyebiliyoruz.
Sürtme ile meydana gelen statik yani durgun elektrikten başka akan elektriğin bulunuşu İtalyan bilimadamı Alessandro Volta’nın 1800 yılında yaptığı deneylerle başlar. Alessandro Volta ilk elektrik pilini icat etmiş ve bundan da ilk elektrik akımını elde etmeyi başarmıştır.
Elektrik konusunda en önemli gelişmelerin, 1800 yılında Alessandro Volta tarafından ilk pilin keşfiyle başladığı tartışmasız bir gerçektir. Söz konusu batarya, ilk devamlı ve güvenilir elektrik kaynağı olma niteliğiyle, öteki buluşlar ve uygulamalar yolunda dünyaya kılavuzluk etmiştir.
Humphry Davy, 1808 de elektrik akımı taşıyan iki kömür elektrotu birbirinden ayırarak bir ark oluşturmayı başardı. Ve böylece elektriğin ışık ya da ısı enerjisine dönüşebileceğini gösterdi. 1820 yılında Hans Christian Orsted, içinden elektrik akımı geçen bir iletkenin yakınındaki bir mıknatıs iğnesinin saptığını gözlemleyerek, elektrik akımının iletken çevresinde bir magnetik alan oluşturduğu sonucuna vardı.
Elektriğin laboratuar ortamından çıkıp sanayideki ve günlük yaşamdaki yerini alması süreci 19. yüzyılın ikinci yarısında başladı. Zénobe-Théopline Gramme, elektrik enerjisinin iletken kablolar ile yapılacak hatlar aracılığıyla etkin bir biçimde iletilebileceğini gösterdi. Thomas Alva Edison ‘un 1881′ de ilk elektrik üretim merkeziyle dağıtım şebekesini New York’ta kurması, elektrik enerjisinin evlerde ve sanayide yaygın olarak kullanılmasının başlangıcı oldu .
Elektriğin enerji olarak kullanılması 1880’lerde başlamıştır. Bundan önce bu safhaya gelmeye zemin hazırlayan pekçok çalışmalar yapılmıştır. M.Ö. Thales’in elektrostatikle ilgili buluşları, 1800’lerde İtalyan fizikçi Volta’nın yaptığı pil, fizikçi Hans Christian Orsted’in elektrik ve mağnetizma ile ilgili çalışmaları, elektrik akımının meydana getirdiği mağnetik alanla ilgili fizikçi Arago ve Ampére’in tesbitleri, mekanik enerjiyi elektrik enerjisine çeviren dinamoyu geliştiren Michael Faraday’ın incelemeleri bunların başlıcalarındandır. Faraday’dan sonra Fransız Hippolyte Pixli alternatif akım jeneratörünü yaptı. 1866’da Alman Weiner von Siemens’in jeneratörlerde mıknatıs yerine elektromıknatısı geliştirmesiyle yüksek güçte jeneratörlerin kullanılması sağlandı. 1880’lerde Thomas Edison’un ampulü keşfiyle elektrik enerjisi aydınlatmada kullanılmaya başlanmıştır.
Çok eski bir geçmişi bulunmasına rağmen 1890’ların fizikçileri bile “Elektrik nedir?” sorusunu kendilerine sormaktaydılar. Çeşitli teorilerle cevaplanmaya çalışılan bu soru, nihâyet modern atom teorisinin ortaya atılmasından sonra bugünkü anlamda cevaplanabildi. Bohr ve Rutherford’un atom modeline göre her atom pozitif yüklü protonlar ile yüksüz nötronlardan meydana gelen bir çekirdek ve bunun etrâfında dönen negatif elektrikle yüklü elektronlardan oluşmaktadır. Atom normal halde nötr, yâni yüksüzdür. Çünkü proton sayısı ile elektron sayısı eşittir. Elektrik akımı bugünkü bilgilerle şu şekilde açıklanabilir; İletkenler dediğimiz maddeler grubunda atomların dış yörüngelerindeki elektronlar, bir atomdan diğer komşu bir atoma rastgele ve serbestçe hareket ederler. Bu elektronlara serbest elektronlar denir. işte bu serbest elektronların dolaşımı elektriği meydana getirmektedir
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder