AGARTHA EFSANESİ
Agartha (Agartta, Agarti) dünyanın merkezinde yer aldığı söylenen efsanevi medeniyettir. “Oyuk Dünya” (Hollow Earth) teorileri de bununla bağlantılıdır ve Ezoterizm’in gözde konularından biridir. Agartha, yeraltında yaşadığı söylenen efsanevi ırklar için türetilmiş en yaygın isimlerden biridir aynı zamanda. Başşehrinin Şambala (Shambala) olduğu söylenir. Şambala’nın diğer mitolojik isimleri arasında Yasak Ülke, Beyaz Suların Ülkesi, Işıklı Ruhlar Ülkesi, Yaşayan Ateşin Ülkesi, Yaşayan Tanrılar Ülkesi ve Harikalar Ülkesi de sayılabilir. Hindular, Vedaların kaynaklandığı şehir Aryavartha olarak adlandırırlar bu şehri. Çinlilere göre ise Hsi Tien veya “Batıdaki Cennet Hsi Wang Mu” olarak bilinir. Fakat Asya’daki en çok kullanılan ismi sessizlik ve sükunetin kenti Şambala’dır. Bir zamanlar çok revaçta bir konu olmasına rağmen, 20. yüzyılda Nazileri dışarıda tutarsak daha az ilgi görmüştür. Teorinin modern bilim tarafından desteklenir bir yönü yoktur. Yeraltı dünyaları şeklindeki inanışın antik inançların bir türevi olduğu düşünülebilir. Özellikle yeraltında yaşayan Yunan Tanrısı Hades ve İbrani dinindeki ölülerin dünyası Sheol türünden motiflerin etkisi yadsınamaz. Ferdinand Antoni Ossendowski 1920 yılındaki kitabı “Canavarlar, İnsanlar ve Tanrılar” isimli kitabında Agartha’yı da işlemektedir. Yeraltı medeniyetlerine ilişkin erken kaynaklardan biri, Willis Emerson’un, Olaj Jansen adlı Norveçli bir denizcinin biyografisi olduğu iddia edilen Dumanlı Tanrı (The Smoky God) isimli romanıdır. Bilim kurgu bir kitap olmasına rağmen, gerçek olduğuna inanan pek çok insan vardır. Kitapta, Jansen’in küçük yelkenlisiyle Kuzey Kutbundaki girişi kullanarak dünyanın merkezine doğru yolculuğu anlatılmaktadır. Jansen, yeraltında yaşayan ve boyu 3,5 metreye ulaşan insanların kolonilerinde iki yıla yakın yaşamış ve bu arada bu dünyayı aydınlatan “dumanlı” bir iç güneşe de şahit olmuştur. Emerson, Agartha ismini kullanmasa da, bu konuda sonraki eserler, Jansen’in gördüğü medeniyetin Agartha olduğunu iddia etmiştir. Pek çok koloniden oluşan Agartha medeniyetinin yönetim merkezi Şambala kolonisidir. Bu insanlar, yerüstündeki savaş ve karışıklıklardan kaçarak buraya sığınmışlar ve burada birbiriyle bağlantılı şehirlerden ve kolonilerden müteşekkil medeniyetlerini oluşturmuşlardır. Atlantis ve Mu uygarlığı arasındaki yıkıcı termonükleer savaş, bu medeniyetleri ve dünyayı yok etmiş, bunun sonucu olarak bugünkü Sahra ve Gobi ile Avusrtalya ve ABD’deki çöller ortaya çıkmıştır. İşte yeraltındaki şehirler bu medeniyetlerden arta kalan insanların ve bilimsel miraslarının korunmasında faydalı olmuştur. Yeraltında yaşayan insanların Atlantis ve Mu uygarlıklarının kayıp teknolojisine sahip olduklarına inanılmaktadır. Bazı efsanelerde şu an barış içinde yaşayan yeraltı devletlerinin liderleri, Yüksek Üstadlar, Geleneğin Koruyucuları, Kamil İnsanlar, İzleyiciler, Gizli Yöneticiler ve Seth’in Çocukları gibi isimlerle anılmaktadır. Bu liderler, Antik Öğretiyi takip etmekte ve yeryüzü yaşamındaki mevcut devrenin gereği olarak yerüstünde yaşayan insanlara ilişki kurmamakta ve onlara karışmamaktadır. Fakat Agarta, dünya insanlığının tekâmülünde sorumluluk sahibidir. İlahi Hiyerarşi' ye hizmet eder. Dünyanın Efendisi ve "Kutup" olarak ifade edilen ve "Brahatma" veya "Brahitma" adıyla belirtilen Agarta'nın lideri, Dünya' yı sevk ve idare eden İlahi Hiyerarşi' nin fizik âlemdeki temsilcisidir. Fransız okültist Alexandre Saint-Yves d'Alveydre, Batı dünyasına Agartha’yı duyuran ve ününü yayan kişi olmuştur. İddiaya göre, başlarında Hardjij Scharipf adında bir prensin bulunduğu bir grup doğulu inisiye, Saint-Yves’i ziyaret etmiş ve Agartha adında bir ülkeden ve bir organizasyondan bahsetmişler ve bir yolculuğa davet etmişlerdir. Gelenekçi akımın kurucusu Rene Guenon onun (Hindistan Yolcuğu) Mission de l’Indie kitabında Agharta yolculuğuna ilişkin yazdıklarına dayanarak Agartha’yı mistik geleneğin önemli bir bileşeni olarak kabul eden yorumlar yapmıştır Rene Guenon' a göre, burası, tradisyonlarda "Kutsal Dağ" ve "Dünyanın Merkezi" olarak ifade edilen yer olup, dünyanın tüm geçmiş dinleri ve kozmik öğretiler Agharta arşivinde kayıtlıdır ve birçok peygamber bu arşivleri incelemişlerdir. Mağaralarda inzivaya çekilen bilgelerin ve inisiyatik toplulukların Agartalılar ile ilişki içinde oldukları ileri sürülür. Rene Guenon'a göre, bu durum en çok, Türkler' in yaşadığı Orta Asya'da görülmektedir. Kimi yazarlara göre, Göktürk, Uygur ve Hun masallarındaki, "ataların kutsal mağaraları" ve bir mağaradan geçilerek ulaşılan "gizli ülke" inanışında Agarta sembolizmi bulunmaktadır. Tibet tradisyonlarına göre, Agartalılar şimdiki devrenin sonunda dışarı çıkacak ve Agarta' nın lideri yeryüzündeki kötülüğü yenecektir. Agartha’ya başlıca girişin Mu uygarlığının merkezi kabul edilen Gobi Çölünde olduğu düşünülmekte, fakat inanışa göre bu giriş yüksek bir teknoloji ile gizlenmektedir. Agartha’ya girişin bulunduğuna inanılan diğer yerler şunlardır: * Kuzey Kutbu, * Güney Kutbu, * ABD’nin Kentucky eyaletindeki Mammoth Mağarası, * Brezilya’da Manaus, Matto Grosso veya Iguazu Şelaleleri, * İtalya’da Epomeo dağı, * Mısır’da Giza piramidi İddiaya göre, Tibetliler antik bilginin ve yüksek teknolojinin koruyucusu Agartha ve Şambala şehirlerinin varlığına yüzyıllardır inanmaktadırlar. Biraz daha farklı bazı doğu inançlarına göre; kıta batarken Atlantis’i terk edip Asya’ya göç edenlerden, iyi rahipler ve müritleri müspet “Agarta” ülkesini, kötüler ise şiddet kenti “Şambala”yı kurmuşlardır. Bazı komplo yazarları, Adolf Hitlerin kötü Şambala rahipleri tarafından kontrol edildiğine inanmaktadırlar. Hatta Hitler’in böyle insanların oluşturduğu Thule Topluluğunun bir üyesi olduğu kabul edilir. "Shamballa" (Şambala), "Dünyanın Kalbi", "Yüce Ülke", "Bilgeler Ülkesi" gibi çeşitli adlarla belirtilen Agarta, teozofik ve ezoterik kaynaklara göre önceki "devre" nin sonlarına doğru Mu ve Atlantis' ten göç eden bilim-rahipleri tarafından kurulmuş bir organizasyondur. Önceleri beşeriyetle açık temas halinde olan bu organizasyon, bu "devre" nin koşullarından ötürü gizlenme gereği görmüş ve ikamet yeri olarak birbirine tünellerle bağlanan, dağlar içindeki yeraltı kentlerini tercih etmiştir. Agarta, dünya insanlığının tekâmülüne sorumluluk sahibidir. İlahi Hiyerarşi' ye hizmet eder. Dünyanın Efendisi ve "Kutup" olarak ifade edilen ve "Brahatma" veya "Brahitma" adıyla belirtilen Agarta' nın lideri, Dünya' ya sevk ve idare eden İlahi Hiyerarşi' nin fizik âlemdeki temsilcisidir. Rene Guenon' a göre tradisyonlarda "Kutsal Dağ", "Dünyanın Merkezi" olarak ifade edilen yer, dünyanın tüm geçmiş, yitik kıtalara indirilmiş dinler ve kozmik öğretiler, Agarta arşivinde kayıtlıdır ve birçok peygamber (Musa, İsa), dinlerini kurmadan önce, bu arşivleri incelemişlerdir ki, bazıları burada "inisiyasyon" dan da geçmiştir. Agarta' nın yeryüzüne açılan 7 (kimi kaynaklara göre 4) ana çıkış noktası bulunmakla birlikte, mağaralarda inzivaya çekilen bilgelerin ve inisiyatik toplulukların Agartalılar ile ilişki içinde oldukları ileri sürülür. Rene Guenon' a göre, bu durum en çok, Türkler' in yaşadığı Orta Asya' da görülmektedir. Kimi yazarlara göre, Göktürk, Uygur ve Hun masallarındaki, "ataların kutsal mağaraları" ve bir mağaradan geçilerek ulaşılan "gizli ülke" inanışında Agarta' nın sembolizmi bulunmaktadır. Tibet tradisyonlarına göre, Agartalılar şimdiki devrenin sonunda dışarı çıkacak ve Agarta' nın lideri yeryüzündeki menfiliği yenecektir. Mürşitler Odağı Agarta AGARTA sözcüğü, pek belirli olmayan ve hatta bazen çelişkiler de arz edebilen kavramları içeriyor olmasına rağmen, nice okültiste yine de hayaller kurdurabilmiştir. Söz konusu ülke, Tibet ile Moğolistan' ın sınır bölgelerine isabet eden alanda kurulmuş bir yeraltı ülkesi midir, yoksa bilmecemsi bir gizli dernek merkezi midir? Her iki görüşün de yandaşları vardır, ama konuya iyice nüfuz edildiğinde bu görüşlerin her ikisinde de bir hakikat payının yattığı görülmektedir. Konuya sızmış olan ve onu geçersiz kılmayı hedefleyen bir iki bozguncu unsurun sentezini yaptığı takdirde insan, Agarta' nın (bazılarına göre de Agarti' nin), sadece kendisinin sahip bulunduğu binlerce yıllık sırları uygulamak suretiyle insanlığı büyük bir spiritüel ilhama (illumination) kavuşturmayı amaçlayan bilge ve filozoflardan oluşmuş dünya meclisi mesabesinde bir şey olabileceğini pekala düşünebilmekte ve genel merkez olarak da ona Tiyen-Şan dağlarında, yani "semavî dağlarda" yer alan bir kutsal alanı yakıştırmaktadır. Agarta ismini, geçen asırda Batıda ilk olarak Saint-Yves d' Alveydre kullanmıştır. Bu zat, sinarşi'nin habercisi diye nitelenen, değersiz metalleri sülfürasyon (kükürtleme) yoluyla altın ve gümüş haline dönüştürme formüllerini düzenlemiş bir simyacı konumunda bulunan, İbranice ve Sanskritçe'yi mükemmel denilecek seviyede bilen ki bu yanı, ona Kabala' nın ve Brahmanizm' in kaynaklarına kadar çıkma imkanını sunmuştur ve de Martinist tarikatının gözde mürşitlerinden biri olan ilginç bir okültisttir. Grötanya asıllı ve 1842 doğumlu olan AIveydre markisi, Avrupa yüksek aristokrasisi ile akraba olan ve de Saint-Petersbourg kraliyet sarayı ile ilişkilerinden ötürü kendisini kutlamış ve ona Orta Asya manastırlarına mensup inisiyeler ile görüşme imkanını sunmuş olan Weller kontesi ile evlenmiştir. Bu görüşmeler sırasında öğrenmiş olduğu bilgileri "Hind'in Misyonu" adlı kitabında bir araya getirmiştir, fakat kendisine ait olmayan sırları gözler önüne sermiş olmanın üzüntü ve pişmanlığıyla eserin tamamını imha etmiştir; ama sonuçta bu eserin bir nüshası yine de PapüSlün eline geçebilmiş ve bu zat tarafından 1910 yılında ikinci kez basılabilmiştir. Saint-Yves d' Alveydre' in ardından, Fransız konsolosu olan Jacoliot "Hint'teki Tevrat adlı eserinde, teozofinin kurucusu olan H. P. Blavatsky de "Gizli Doktrin ve Gün lşığına Çıkarılmış İsis" adlı eserinde Agarta'yı tekrar gündeme getirmişlerdir. Bir süre sonra konuyu bu kez Rene Guenon ele almış ve "Dünyanın Kralı" adlı eseriyle okurlara Agarta hakkında kucak dolusu bilgi sunmuştur. Belirttiğine göre, binlerce yıl önce cereyan etmiş olan bir tufan o sıralarda bugünkü Gobi yöresinde yer almakta olan çok gelişmiş bir uygarlığı yerle bir etmiştir. Bu yörede yaşamakta olan ve "Öteye Ait Zekâların Oğulları" diye anılan (Bu deyim dünya dışı bir kökeni mi dile getiriyor dersiniz?) spiritüel mürşitler, tufan sırasında, Himalaya’ların altında yer almakta olan muazzam bir mağara şebekesine sığınmışlardır. Çok geçmeden iki gruba ayrılmışlar ve sonuçta "sağ elin yolu diye anılan grup Agarta' ya, yani dünya hayatından uzak kalarak murakabe ve mükaşefede bulunma ülkesine, "sol elin yolu" diye anılan diğer grup ise Şamballah' a yani kaba güç ülkesine yerleşmiştir. Agarta konusuna ilişkin en eksiksiz ve en şaşırtıcı bilgileri gün ışığına çıkaran kişi Ferdinand Ossendowski olmuştur. Bolşevik ihtilaline karşı koymaya çalışmış olan Amiral Koltchak hükümetinde bakanlık yapmış olan bu Polonyalı, Kızıl ordunun bastırması üzerine Moğolistan' a ve Çin' e kaçmıştır. Serüvenlerle dolu yolculuğu sırasında birçok lama manastırında konaklamış ve oralarda ilk elden sağlamış olduğu bilgileri daha sonra yani 1924'de yayınlamış olduğu "Hayvanlar, İnsanlar ve Tanrılar" adlı eserinde bir araya getirmiştir. Kaldığı manastırlarda Ferdinand Ossendowski' ye, altı bin yıldan da fazla bir zaman önce kutsal bir insanın bütün bir oymakla birlikte muazzam bir mağarada kayıplara karıştığı ve orada, yitip gitmiş bir bilim yardımıyla, Agarti adlı bir yeraltı krallığının temelini attığı anlatılmıştır. Bu krallığın tahtında, tabiatın bütün güçlerini tanıyıp bilen, insanların gönüllerini ve yüce kader kitabını okuyabilecek kudrete sahip bulunan Dünya Kralı oturmaktadır. Gözle görülemez yapıda olan bu kral emirlerini icraya her an hazır durumda bulunan sekiz yüz milyon insana hükmetmektedir. Günlerden bir gün lama Turgut, Ferdinand Ossendowski' ye şunları söylemiştir: "Başkent Agarti' nin çevresinde, büyük rahipler ile bilim adamlarının oturduğu kentler yer almaktadır. Bu başkent, mabet ve manastırlarla dolu bir dağın zirvesinde bulunan Dalay Lama' nın sarayını, yani Potala' yı andırmaktadır. Dünya Kralı, iki milyon adet bedenli tanrı ile çevrelenmiş durumdadır. Bunlar, aziz pandit' lerdir. Sarayın çevresinde, Yerkürenin Cehennemin ve Cennetin her türlü görünür ve görünmez güçlerine sahip bulunan ve de insanların yaşamı ve ölümü konusunda elinden her şey gelen Goro' ların sarayları bulunmaktadır. Çılgın dünya insanlığı bunlarla mücadeleye kalkışacak olsa, bilin ki yeryüzü bir baştan öbür başa dümdüz edilir ve çöl hâline dönüşür." Bu haline bakılacak olursa, agarta efsanesi ile, "Sihirbazların Sabahı" adlı eserlerinde Louis Pauwels ve Jacques Bergier tarafından gerçeklikleri su yüzüne çıkarılmış olan Dokuz Meçhuller geleneği arasında pekâlâ bir ilinti var denilebilecektir. Bu geleneğin (tradition) kökeni, Hint'e Budizmi benimsetmiş olan Imparator Asoka devrine kadar çıkmaktadır. Kıtayı yakıp yıkmış olan bir dizi savaşın ardından, Asoka, insanları, bilimi kötü amaçlarla kullanmayı yasaklamış ve mevcut bütün bilim kitaplarını dokuz bilgeye teslim ve emanet etmiştir. Pauwels ve Bergier, kitapta şöyle demektedirler: "On asırdan daha fazla bir zaman boyunca üst üste yığılmış deney, çalışma ve belgelerden dolaysız bir anlamda yararlanabilmekte olan dokuz insanın sahip bulunduğu sırların kudretini bir tahayyül edin! Bu insanların amacı nedir acaba? Tahrip vasıtalarını, kutsal şeylere saygı duymaz nitelikli insanlardan korumak. İnsanlığın hayrına olan araştırmalara devam etmek. Bu insanlar, çok uzak geçmişten kaynaklanıp yığılmış olan teknik sırları muhafaza etmek üzere, yerlerini, bırakmak gerektiğinde ancak kendi seçtikleri üyelere bırakmaktadırlar." Ayrıca, Agarta yeraltı ülkesine ait sırlar ile Lobsang Rampa tarafından alınıp gözler önüne serilmiş ifşaatlar (vahiyler) arasında da bir ilişki mevcuttur. Üçüncü Göz adlı eserinde, bu lama, inisiyasyonun son aşamasına ulaştıktan sonra kendisinin üç büyük lamalık metafizikçisi tarafından, içinde Tibet'e ait gerçek sırrın saklı bulunduğu derin bir Lassa mahzenine götürüldüğünden söz etmektedir. İkinci Dünya Savaşının ertesinde, derecesi yüksek bir inisiye olan ve Kut Humi Lal Singh-Kwang adını taşıyan bir zatın bu konudaki ifşaatlarının inisiyasyon ve Bilim adlı okültist dergide yayınlandığı güne kadar Agarta' dan pek söz edilmemiştir. Bu zat, yeraltı ülkesi hakkında gerçi o güne kadar söylenmişlerin dışına çıkmamıştır, ama gizli dernek terimi üzerinde yine de ısrarla durmuştur. İfadesinde bireysel anlamda bir inisiyasyona özellikle yer vermiştir, ki bu da, uzun bir çile evresinden sonra, yani bireysel bir inisiyasyon çalışmasından sonra inisiye olunur tezini benimsemiş olan Rene Guenonlun görüşünü teyit etmektedir. Kut Humi şunları söylemektedir: "Agarta' ya girmek katılmak ve özellikle de oraya atanmak veya orası için seçilmek diye bir şey söz konusu olamaz. Ancak, spiritüel anlamda olmak üzere, bileğinin hakkıyla Agartalı olunabilmektedir; kişi, ancak ulûhiyetle tekrar bütünleşip özdeşleşebilecek seviyeye ulaştığı takdirde Agartalı olabilmektedir, ki bu seviyeye ulaşmanın yolu da tatbikat ve tahakkuk sürecinden geçmektir, çünkü beşer varlığını en tam ve en aşkın biçimde değişime uğratan ve güçlendiren tek şey ancak spiritüel bilimdir. Agartalının hali, Himalayalardaki veya Tiyen Ti Huan' daki yogilere veyahut da ilk İbranilerdeki "semavî insana" özgü halin en derini mesabesinde bir haldir. Gerçek Agartalılar kendilerini diğer Agartalılarda görmekte ve bulmakta ve de dünya sakinlerinin şuurlarında genişleme ve açılma meydana getirmek ve kendilerinin spiritüel anlamda ulaşmış bulundukları duygu ve düşünce birliğine onları da ulaştırmak amacıyla kendi aralarında işbirliği yapmaya her an hazır durumda bulunmaktadırlar. Agarta'da zaman zaman kurultay (durultay) da toplanmaktadır; ama bu kurultay, daima meskûn veya uygarlaşmış merkezlerden, tedirgin edici densizliklerden, kaba akışkanlardan ve insan kalabalıklarından uzak yerlerde gerçekleştirilmektedir. Orada kararlar hep oybirliğiyle alınmakta ve bu kozmik egregor' un majik kudreti ve yüksek seviyeli bilgeliği tarafından derhal yürürlüğe konmaktadır; bu kurultayın psişik, astral ve spiritüel gücü ile sahip bulunduğu muazzam maddi imkanlar, özellikle bir sorun söz konusu olduğunda, son derece müthiş bir hale gelmektedir." Kut Humi, söylenebilecek her şeyi gerçi açıklıkla dile getirmiştir, ama Agarta' ya ; özgü sırların birçoğundan yine de söz etmemiştir. Ancak küçük bir bölümü tercüme edilebilmiş olan bu sırlar, Tibet' teki lamalık saraylarının kutsal arşivlerinde mi muhafaza edilmektedir acaba? Bu mümkündür, ancak ne var ki, Tibet' in Çin' e ilhak ediliş tarihinden beri bu kutsal kitaplara ulaşmak bir türlü mümkün olmamaktadır. Agarta ile Dokuz Meçhuller arasında ne gibi bir ilişki vardır? Agartalılar, bazılarının ifade ettiği gibi, yitip gitmiş bir uygarlığa, yani Atlantis uygarlığına ait sırların gerçek mirasçılarımıdırlar acaba? İdeolojisi Nazi şeflerini derinden etkilemiş olan Thule grubu üyeleri ile ilgileri hangi noktaya varmıştır acaba? Bu konuda bilinmekte olanlar, bilinmeyenlerin yanında şüphesiz nokta gibi kalmaktadır. Kaynak : Agarta 1, Yazar: Ö. S. Ayçiçek Önsöz Eski çağlarda insanlar yeryüzünün düz olduğuna inanırlardı. Bu düşüncenin yanlışlığı anlaşıldıktan sonra insanlar bu defa Dünya’ nın, evrenin merkezinde bulunduğuna inanır oldular. Bilimsel gelişmenin ışığında anlaşıldı ki, Dünya; evrenin merkezinde değil, evrenin bir köşesinde bir nokta gibi kalan, bununla beraber bünyesinde milyarlarca yıldızı barındıran Samanyolu galaksisinin içinde bir yıldıza bağlı bir gezegendir. Bunlara rağmen bugün insanlık evrendeki tek akıllı yaratık olduğu düşünce ve iddiasındadır. Bu düşünce ve iddia yukarıda bahsettiğimiz diğer düşüncelerden pek farklı değildir. Çok yakın bir gelecekte insanlık evrendeki en akıllı tek yaratık olmadığını anlayacaktır. Bırakın evreni, şaşırtıcı gelse bile bugünkü yeryüzü insanlığı Dünya’ daki tek akıllı yaratık olmadığını da anlayacaktır. Bugün pek çok insan tarafından kabul edilmiş bulunan evrendeki tek ,akıllı yaratık olma düşünce ve iddiasına karşı verilebilecek iki kısa cevap vardır. Birincisi; herhangi bir konuda bilgi sahibi olunmadan o konu hakkında doğru düşünülemeyeceğidir. İkincisi ise Einstein’ ın bir cümlesidir; "Bir önyargıyı değiştirmek atomu parçalamaktan daha zordur." Kur’ an’ da cin ve iblis türü şuur sahibi yaratıklardan bahsedilir. Bu nedenle farklı boyutlarda yaşarnakla birlikte Kur’ an zaten insanın yaratılmışlık içindeki tek akıllı varlık olmadığını ortaya koymaktadır. Burada bahsedilecek bir diğer husus şudur: Peygamberimiz Hz. Muhammed on sekiz bin alem halkının şefaatini Rab’ be karşı üstlenmiş durumdadır. Dolayısıyla birbirinden farklı on sekiz bin alemde yaşayan halkları da hesaba katmak gerekir. İşte daima bir bilmezlik sınırı ile kuşatılmış bulunan insanlık bu sınırı pekçok yol ve yöntem ile zorladıkça yaratılış içindeki farklı gerçekler ile karşılaşmaktadır. Bir noktadan sonra Insanlık kendisi dışındaki şuur ve akıl sahibi varlıklar, yaratıklar ve evrenlere yayılmış insanlık ailesinin diğer üyeleri ile karşı karşıya gelecektir. Bu karşılaştıkları göz ile görünebilir varlıklar olabileceği gibi göz ile görünmeyen farklı boyut ve vibrasyonel seviyedeki varlıklar da olabilecektir. Her türlü eksikliğini gidermek, tekamül ederek dünya okulundan mezun olmak için dünyada öğrenimde bulunan ama potansiyel olarak " en güzel surette yaratılan" insan varlığı kendini keşfettikçe, kendindeki güçleri devreye sokarak, bırakınız sadece bu evrende yaşayan fizik bedenli varlıkları, farklı boyutlardaki farklı vibrasyonel seviyelerdeki bizim düşündüğümüz manada bedenlere ve formlara sahip olmayan varlıkları da tanıyacaktır. Çünkü bu evrende yaşayan varlıklar ile ilişkiye girmek mümkün olabileceği gibi üst boyutlardaki evrenlerde bulunan uygarlıklarla, nihayet manevi alemlerle ve manevi alem görevlileri ile ilişkiye girmek mümkündür. Dünyada bu tanışma ve ilişkiyi tarih boyunca gerçekleştiren insanlar olmuştur. Bugün de çeşitli yol ve yöntemler ile diğer medeniyetlerle ilişki kurrnuş bulunan insanlar yeryüzünde bulunmaktadırlar. Bütün bu bireysel ilişkiler insanlığı kendisi dışındaki medeniyetleri topyekün tanımaya doğru götürmektedir. Bu kitaptaki ilişki şeklini okuyucunun anlayabileceği şekilde açıklayabilmek için belki kabul edilebilir en uygun söz "hal ehli " olmak ile ifade edilebilir. "Dil ehli" ile "hal ehli" arasındaki derin farkı burada ifade etmek uygun değildir. Ama kısaca hal ehli olmayı ve ilişki biçiminin nasıl gerçekleştiğini İslam düşünürü İbn-ul Arabi’ nin şu sözleri ile bir parça açıklayabiliriz: Prof. Dr. İbrahim Agah Çubukçu "Türk-İslam Düşünürleri" adlı eserinde şöyle demektedir: "İbn-ul Arabi, peygamberlere vahyedilen şeriatın bilgisinin aynı kaynaktan, aynı biçimde bazı sufilere de geleceğini söylemiştir. Böylece İbn-ul Arabi mutasavvıfları bir çeşit peygamber gibi anlatmak istemişir. Ancak bunlann yeni bir şeriat getirmeyeceklerini, buna karşılık peygamberlere ait manevi hallere ulaşacaklarını, islam şeriatı hakkındaki bilgilerini Hz. Muhammed’ in aldığı kaynaktan alacaklarım ileri sürmek istemiştir. Futuhat’ ta velinin bir melek aracılığı veya içine doğuşla, kendisine iletilen bilgileri alacağını belirtmiştir. Ona göre veli, Kur’ an ve kutsi hadisle sınırlanmamış hususlarda ictihatla şeriatın bazı yönlerini neshedebilir. Velinin tasavvufi keşf yoluna dayanmayan hadisleri hükümsüz sayabileceğini de kaydetmiştir. O, Kur’ an’ ın son kutsal kitap olduğunu doğrulamıştır. Veliler, Kur’ an kadar hak olan keşfi bilgilere sahip olabilirler. Ancak Kur’ an ve kudsi hadislerle tespit edilmiş olan esasları değiştiremezler." (Türk İslam Düşünürleri, sayfa 59-60 Prof. Dr. İbrahim Agah Çubukçu, Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1989.) İşte "hal ehliyeti" ile "keşfi bilgi"ye ulaşılarak bu çalışmanın birinci kitabı ortaya konulmuştur. Haşa, kendimi "kul" olmanın ötesinde herhangi bir sıfata uygun bulmuyorum. Ve kitabın bugünkü yeryüzü insanlığı tarafından anlaşılıp anlaşılmama endişesinden bir hayli uzakta olduğumu ayrıca belirtmek istiyorum. Bu çalışmanın ilk 14 celsesi, celse sonrası notlarından oluşmuştur. Sonraki celseler doğrudan kayıttır. **************************************** Üstad Muzaffer Kınalı: Örneğin AGARTA uygarlığında bir çok şey anlaşıldığı için ve AGARTA’da dünya bilim konseptinden ayrı olarak madde hakkında bir çok şey anlaşılıp kavrandığı için onlar maddenin diğer hallerini kullanabiliyorlar.Maddede henüz dünya insanlarının bilmediği bir çok hal vardır.Sadece katı, sıvı, gaz hali değil! Başka türlü haller var.Atom içi haller var. Kuantum halleri var! kuantum fiziğine göre o halleri kullanabiliyorlar.Ama o hallerin önce soyut kurgusunu felsefesini yapmışlar.O kavramlara sahip olmuşlar.Onları somuta geçirince yeni kavramlar ortaya koymuşlar.Onlarda ‘soyut kavramlarda’ bizim gibiyken bu kavramları yok sayıp saçma diyip unutmamışlar tam tersine bunları geliştirmişler icraata geçirmişler ve şimdide kullanıyorlar.Maddenin farklı hallerini yasalarını prensiplerini kullanabilmek için önce hallerin bilgisene sahip olmamız lazım.Örneğin üst uzay yolculuğu gibi, Zaman yolculuğu gibi, maddeleri atomla elektron arasına dek küçültebilme imkanı gibi.Yani bu, bir atomu küçültüp kendisine benzer diğer atomun elektronu ile çekirdeği arasına sıkıştırmak gibi bir şey.Keza evrende sonsuz küçülme ve büyüme vardır.Dev bir uzay gemisini atomun elektronu ile proton’u arasında gezebilecek kadar küçültmek mümkün dür.Tabi bu kavram bile başlıbaşına çok farklı bir konudur.Atom içi hadiseleri ve uzay-zamanın esnek doğasını kavradıkça, anladıkça zamanla bu gibi kabul edilmesi çok zor gibi görünen şeyler kabül edilecektir.Bunu biz söylüyoruz felsefi boyutta ifade ediyoruz ama bu nasıl olur nasıl yapılır? Tabi ki o da teknik düşünen insanların yapacağı şeydir.Zaten evrende her şey enerjidir!! Mesele bir çok açıdan bu enerjiyi tanımak bu enerjiye hakim olmaktır.Bunu yapabilirseniz zaten zamanda yolculuk makinasını da yaparsınız bu makinayı atom içi kuarkların arasında bile gezebilecek boyutlara küçültebilirsiniz.Aynı boyut içinde aracı görünmez yaparsınız...vb. gibi yani teknoloji sonsuz!! Anlayış, kavrayış ve bilgi geliştikçe ortaya yeni yeni haller çıkacaktır.O haller farklı hallerin bilgisini gündeme getirecektir ve teknoloji sonsuza dek ilerleyecektir.İnsanlık ilerleyecektir. Şimdi bu gibi zamanda yolculuk yapabilen, boyutlar arasında gezebilen bir yıldız sisteminden diğerine birkaç saniyede hareket edebilen AGARTA’lılarında bu teknolojik seviyeye gelmelerinin nedeni daha henüz bizler tarafından bilinip anlaşılmayan maddenin gizemli yapısına dair bir çok bilgiyi anlamaları kavramaları ve soyut bazda meseleleri irdeleyip yeterince hazmettikten sonra somut bazda uygulamaya geçmiş olmalarıdır.Biz insanlar daha bu mevzularda bırak somut adımlar atmayı daha bu konularda bilimsel temelli soyut kurgular bile gündeme getiremiyoruz.Demek ki soyut diyip geçmeyelim hayal diyip geçmeyelim, felsefe diyip geçmeyelim.!Düşünelim araştıralım kavram olarak olayları irdeliyelim.Çünkü soyut olmadan somut olmaz!Önce soyut düşünmeyi öğreneceğiz. Peki bunu şimdiden kabül etmezsen yani bazı olaylarda akıl yürütmezsen o işin felsefesini yapmazsan –öyle değil mi?- fiziğin metafiziği olduğunu psikolojinin parapsikoloji olduğunu yani daha da ötelerinin olduğunu kavrayamazsanız daha yeniye daha mükemmele nasıl gideceksiniz? Soyut kavramlar olacak’ ki kurgular olacak’ ki o soyut kurgulardan bir yol bulup somutu o yönde değiştirip madde hakkında daha üst düzeyli bir bakış açısı ve daha üst düzeyli bir kullanma şekli elde edebilelim.İnsanlar maddenin olanaklarını ne kadar tanıyorlarsa madde hakkındaki kavramları ve bilgileri ne kadarsa o ölçüde bir teknoloji geliştirebilirler.Mesela biz uzayda yol almak için enerjiyi tepkimel bir atım ve itim maddesi olarak kullanmayı akıl edebilirken AGARTA’lılar enerjiyi bizim tam tersimize daha çok kalıcı bir güç kaynağı olarak kullanma yoluna giderek daha zarif ve hızlı sevk yasalarını gündeme getirmektedirler.Bizler elektromanyetik bir havuz olan uzay dokusunda yanmış gazları eksozdan püskürterek ters yönde bir itiş gücü elde etmeyi düşünürken AGARTA’lılar bu uzay/zaman denen hologram plakasına etkide bulunacak ve hareket sağlayacak daha farklı sevk sistemlerini geliştirmişlerdir.Çünkü bu konudaki kavrayışlarını geliştirmişlerdir. Tibet ve Kuzey Hindistan söylencelerinde Shambala adlı bir yerden bahsedilir. Efsaneler, Shambala’nın gizemli ve görkemli bir imparatorluk olduğunu söylüyorlar ve Shambala Himalaya’ların öte yanındadır. Eski yazılarda oraya gitmek için belli bir dağın çıkış noktasını bulmak gerekir. Oradan sonra geziye havadan devam edilebilir. Acaba Shambala bir iddiaya göre, dünyada değil de, uzak bir gezegende mi olabilir mi? Hindistan ve Tibet’deki eski yazıtlar, Shambala’yı antik çok eski bir krallık olarak tanımlıyorlar. Bir çok söylence orada*ki insanların olağanüstü şartlar altında yaşadıklarını da belirtiyor. Saklı krallığın varlığına dair ilk anlatıları Tibet Budizm’inin kutsal kitapları olan Kanjur ve Tandjur’da bulabiliriz. Aşağı yukarı 11. Yüzyıl‘da Shambala’dan söz eden en eski yazmalar Sanskritçe’den Tibet’ceye çevrildi. Bu tarihten sonra Tibetli ve Moğolistanlı bir çok rahip,ozan, yogi ve bilgin* bu esrarengiz imparatorluk hakkında çeşitli eserler yazdılar. Geleneksel anlayışa göre Shambala, karlı dağlardan oluşan bir çemberin içindedir. İnanılmaz güzellikte olan Shambala, zenginliklerle doludur. Modern bir yer olan “Pırlanta Sarayı”nın başkent Kalapa’da olduğu iddia edilir ve Shambala Kralı hükümdarlığını burada sürdürür. Dikkat edin eski bir inançtan söz etmiyoruz, Shambala inancı günümüzde de geçerli ve çok yaygın. Örneğin modern derken şu kasdediliyor; aydınlatmanın ve oda ısılarının isteğe göre ayarlanması gibi. Eski yazıtlar yerlerde ve tavanlarda bulunan, isteğe göre ayarlanarak sıcaklık veya soğukluk dağıtan kristalllerden söz ediyorlar. Sarayda iki şaşırtıcı şey daha vardır; “Tepe pencereleri” ve “Sihirli Ayna“. Tepe pencereleri başka dünyalardaki hayatları görme imkanını sağlarken, Sihirli Ayna ise Kral’ın uzaklarda olan olayları izleyebiliyor. Günümüzde Batı uygarlıklarıyla ilişki içinde bulunan bazı Lama’lar, Aynanın bir ekran gibi olduğunu ve Kral’ın dünya olaylarını kontrol etmesini sağladığını iddia ediyorlar. Saklı Krallığın çok daha şaşırtıcı özellikleri var*; Örneğin eski yazılarda “Rüzgar gücünde olan taşdan atlar”dan ya da “Taştan uçaklar”dan da bahsediliyor. Varolması bir yana Shambala’nın uçan araçları mı vardır? Yaşıyan Lama’lardan bazıları “Taştan atlar”ın en ileri teknikle yapılan uçanaraçlar olduğunu iddia söylüyorlar. Bu günlerde Tibet manastırlarında taş sözcüğü uzun uzun tartışılıyor, acaba uçakların yakıtı mı kasdediliyor, yoksa aletlerin yapımında kullanılan malzeme mi? Eğer öyle ise hangi malzeme? Garip ama gerçek, Sözcüğün gerçek anlamda taş olduğuna artık kimse inanmamakta. Tibet söylenceleri Shambalanın Himalaya’nın dağları arkasında ve Tibet’in kuzeyinde olduğunu iddia etmekteler. En eski yazıtlara göre Shambala, “Badh Gayaren”in (Kuzey Hindistan’da eski budist kutsal bir yer) kuzeyin*de sak*lıdır. Shambala’nın yeri Tibet manastırlarında yüzyıllardır tartışılıyor. Düşünceler o kadar farklıdır ki, bazı Lamalar Shambala’nın yerini Kuzey Tibet olarak belirlerken diğerleri Kuzey Kutbu olarak dahi gösteriyorlar, hatta New York bile aday olarak gösteriliyor. Shambala’nın normal gözle görülüp, görülemediği, en önemli tartışma noktalarından biridir. Eğer Shambala gercekten dünyada olsaydı, nasıl saklı kalabilirdi? Yeryüzüyle ilgili olan bilgilerimize göre büyüklüğü yüzünden Shambala’nın var olması ve bulunamaması inanılmazdır. 96 prensliği olduğu söylenen saklı ülke için dünyada gizli bir yer olabilir mi? Shambala’nın Lotus çiçeği şeklindeki bir dağ zinciri şeklinde olduğuna inanılıyor. Ama uydu araştırmalarına göre böyle bir yerin var olmadığı bilinmekte. Peki ama Shambala nerede? Manastırcı Budistler yani tutucular, Shambala’nın dünyada buluduğu düşüncesindeler. Buna karşı Halk Budizm’in yandaşları ise, Shambala’nın tanrıların oturduğu gökyüzünde olduğuna inanıyorlar. Bazı çağdaş Tibetliler de aynı veya benzer görüşteler, Shambala’yı dünyada değil de, yıldızların arasında aramaya başladılar, yani bir gezegende. Tibet’in ruhani lideri “Dalai Lama” bile bu konuyu düşünüyor. Shambala acaba dünyadışı bir uygarlığın merkezi mi ve Tibet’lilerin bin yıllardan beri bundan haberleri var mıydı? Yoksa Shambala, zaman ve mekan dışı bir yerde bulunan gizemli bir imparatorluk mu? Varsayımlara göre Shambala bir başka boyut veya bir paralel dünyada olabilir mi? Eğer bu düşünce doğru ise Shambala, burnumuzun dibinde olsa bile göremeyiz. Yine de Tibet’te bugün dahi Shambala’ya giden yolu tarif etmeye çalışan “Rehberler” vardır. Ama bunu öylesine anlaşılmaz bir şekilde yaparlar ki, bu tarifleri takip etmek neredeyse imkansız olur. Yol anlatımları genelde Tibet’in ve Kuzey Hindistan’ın bilinen yerlerinde başlayıp, kuzeydeki bilinmeyen bölgelere gider. Yalnız tümü şaşırtıcı ve inanılmaz bir ayrıntıda uyum sağlarlar: Sonuçta her rehber, geziyi yapanı yola sadece havadan devam edebileceği bir yere götürür. Ama nasıl? Gezi orada kalır ve sürdürülemez. 1557 de bir Tibet’li prens tarafından yazılan bir şiirde gizem doludur: “Yüceler, seni ondan sonra altın müzikle birlikte omuzlarına çıkaracaklar ve seni pamuk gibi dağ zincirlerinin üstünden taşıyacaklar. Onların mucize güçleriyle şemsiye gibi havada uçaçaksın ve kartallar bile utanacak.” Acaba bu mısraların içinde ne anlam saklıdır? Sevgili kardeşlerim bu makaleyi daha önce okudum iki farklı teoriyi tek teori gibi anlatıyor. 1 aranan güzel olan agartha dır. şanbalaya gitmek isteyen lerin sayısı daha az dır. ve dünya dışın daolduğu düşünülen yer ise SİRİUS KÜLTÜRÜNÜN yaşandığı bilinmeyen ve dünyayıda yöneten kutsal ruhlar mekanızmasının olduğu yerdir. Örneğin dikkat ederseniz Kur'an-ı Kerim de 3 farklı hitap şekli vardır. Biz, O ve Ben şöyle ki eğer inanıyorsanız 18.000 alemin hakimi olan yüce Allahın sacece 6 milyar civarında insanı tek alemde mevcut daha 18.000 alemi var. ve ben Allahın direk insanlarla muhattap olacağını düşünmüyorum ki dikkat ederseniz her cennete giden de Allahı göremez derler. Biz diye başlayan ayetlerde bir topluluktan bahseder belkide bunlar melekler olabilir yada onların daha üstü bir varlık ? O diye başlayan ayetleri söyleyenlerde bu varlıklardır. Ben ile başlayan ayetler ise bu mekanizmanın bize Allahın ağzından (Allahın isteği doğrultusunda) aktardıklarıdır. Ve şunu sakın unutmayın bu gun nasılki yasalar düzeni sağlamak için varsa ve yasaların uzanamadığı yerlerde ahlak yasaları devreye giriyorsa toplumsal huzuru ve düzeni sağlamak içinde DİNLER konulmuştur. Unuttukça güncellenmiştirler.Saygılarımla... Mesela Hitlerin ölü bulunduğunda yanında 12 tane tibetli rahibin de olduğu yazıldı. Tibetteki dağın altında seçilmişlerin girebileceği bir şehir olduğu rivayet ediliyor... Daha neler var. Ammiral Richard B. Byrd´ün Günlüğü Şubat-Mart 1947 Tek gönderi gösteriliyor. Birol Baspinar Admiral Richard B. Byrd´ün Günlüğü Şubat-Mart 1947 "Kuzey Kutbu´nda bir keşif uçuşu İç Dünya; Benim Gizli Günlüğüm" Bu günlüğü gizlilik içinde yazmalıyım. Yazdıklarım Arktik´de 1947 yılı Şubat´ının 19. gününde yaptığım uçuşla ilgili. Zamanı geldiğinde, muhakkak insanlar daha akıllı olacaklar ve kaçınılmaz gerçeği kabul edecekler. Yazdıklarımı açıklamak özgürlüğüne sahip değilim, belki de bunlar asla toplumsal bir incelemenin ışığını asla göremeyecektir ama birgün herkesin okuyabilmesi için bunları kaydetmek benim görevim. Bu açgözlü ve sömürücü dünyada kesin eminim ki, insanoğlu gerçekleri daha fazla bastıramayacaktır. "Uçuş Seyir Defteri" 19 Şubat 1947-Artrik Üssü Kampı Saat 06:00: Tüm hazırlıklar tamamlandı. Kuzeye doğru uçacağım, tüm yakıt depoları dolduruldu. Saat 06:20: Sancak motoru daha güçlü gibi. Ayarlama yaptık, şimdi daha iyi. Saat 07:30: Üsle radyo ilişkisi kontrolu yaptık. Herşey yolunda. Telsizcim memnun. Saat 07:40: Sancak motorunda zayıf bir akıntı var gibi. Yağ basıncı normal. Saat 08:00: Uçuyorum. Uçuş normal görünüyor. 7.000 metrede uçuyorum. Türbulans normal. Herşey yolunda. Saat 08:15: Üsle telsiz kontrolu normal. Saat 08:30: Türbulans oluştu. Bin metreye kadar inmeye karar verdim, uçuş koşulları yumuşak görünüyor. Saat 09:10: Çok büyük bir buz alanı, altta kar yağıyor. Görüntü muhteşem. Kırmızıdan mora kadar tüm renkleri görüyorum. Pusula olduğu yerde dönüp duruyor, üsle tekrar ilişki kurduk ve gördüklerimi anlatım. Saat 09:10: Her iki pusulam da yani manyetik ve gyro pusulalar dengelerini iyice yitirdiler, titreşip duruyorlar. Güneş pusulasını kullanıyorum. Kontrollar yavaş tepki veriyorlar ama bir buzlanma belirtisi yok. Saat 09:15: Uzakta dağlar görüyorum. Saat 09:49: Dağları gördüğümden bu yana 29 dakika geçti. Görsel bir yanılgı yok. Bunlar birer dağ ve daha hiç görmediğim bir sıradağ halindeler. Saat 09:55: Altimetre 8.900 metreyi gösteriyor; güçlü bir türbulans var. Saat 10:00: Hala kuzeye doğru uçuyorum ve altımda küçük bir dağ sırası var, bunu tanımlıyorum ve soruşturmam gerek çünkü böyle bir dağ oluşumu haritalarda yok. O da ne? Dağların arasında ve tam ortada küçük bir nehir akıyor, aşağıda yeşil bir vadi olamaz. Burada garip ve normal olmayan birşeyler var. Buz ve kar olmalıydı ama ben dağların yamaçlarında yeşil ormanlar görüyorum. Yön bulma araçlarım hala çılgınca dönüyorlar. Jiroskop hala öne ve arkaya doğru titreşip duruyor. Saat 10:05: Dörtbin metreye indim ve alttaki vadinin üzerinde sola doğru sert bir dönüş yaptım. Aşağıda yeşille örülmüş bir alan var. Burada ışık farklı, güneşi göremiyorum. Sola biraz daha döndüm ve aşağıda çok büyük garip hayvanlar gördüm. File benziyorlar ama hayır bunlar birer mamut. İnanılmaz ama oradalar. 3.000 metredeyim, dürbünle bakıyorum ve hayvanlar görüyorum; oradalar. Mamutlara çok benziyorlar. Bunu üsse bildirmemiz gerek. Saat 10:30: Yeşil renkli tepelere yaklaşıyorum. Dış ısı, termometrenin gösterdiğine göre 23 derece. Düz olarak uçmaya devam ediyorum. Göstergeler normal ama ben bir bulmacanın içindeyim. Yine üssü arıyoruz ama telsiz çalışmıyor. Saat 11:30: Eğer normal kelimesini bu ortamda kullanırsam herşey yolunda. İlerde bir yer var, sanki bir kente benziyor. Uçak çok hafifledi, bir tüy gibi dalgalanarak uçuyor, kontrollar emirlerimi dinlemiyorlar. Tanrım!, Normal tepkiler vermeyen bir araç içinde uçuyorum ve yeterince hızlı değilim ama ilerde uçan garip bir araç var. Disk şeklinde ve parlak. Bana doğru yaklaşıyor,üzerindeki işareti görüyorum; bu bir gamalı haç. Fantastik! Neredeyiz? Ne oluyor? Kontrolları geri almaya çalışıyorum. Ama olmuyor, kontroller isyan ediyorlar. Saat 11:35: Telsizden çatırdılar geliyor, İngilizce bir ses ama derinlerden geliyor. Aksan İsveç ya da Alman. Şöyle diyor; "Bölgemize hoşgeldiniz Amiral. Sizi yedi dakika içinde indireceğiz. Güvenli ellerdesiniz. Rahat olun." Uçağımın motorları durdu, garip bir gücün kontrolu altında uçmaya devam ediyorum. Şimdi uçağım kendi çevresinde dönmeye başladı. Saat 11:40: Bir diğer telsiz mesajı. İniş olayı başladı. Uçak şiddetle titriyor, aşağıya doğru iniyor, sanki görünmeyen dev bir asansörün içinde gibiyim. Artık çok rahatım, birşey umurumda değil. Hafif bir sarsıntıyla uçağım yere temas ediyor. Saat 11:45: Günceme aceleyle son cümleleri yazıyorum. Uçağıma doğru gelenler var; hepsi uzun boylu ve sarı saçlılar. Uzakta büyük ve parlak binaların bulunduğu bir kent var, gökkuşaklarına benzer renk dalgaları nabız gibi atarcasına kentin üzerinde yükseliyor. Ne olduğunu anlamış değilim ama ortada tehlikeli birşey yok, hiçbir silah görmüyorum. Kargo kapısını açarken bir sesin ismimi söylediğini duyuyorum. Herşeye razıyım.(Kaydın sonu) Kristal kente giriyorum... Bundan sonra olanları hafızama güvenerek yazdım. Hayal gücümü zorlamam gerekiyor, bütün bunlar çılgınca ve olmaması gereken şeyler. Telsizcimle beraber uçaktan çıktık, içten ve samimi bir karşılama bu. Tekerlekleri olmayan küçük bir platformun üstüne bindik. Şimdi hızla parlayan kente doğru gidiyoruz, kent sanki kristalden yapılmış gibi, içeri girerken daha önce hiç görmediğim büyüklükte binalar görüyorum. Bu yapılar Frank Lloyd Wright´ın (Dönemin ünlü sürrealist mimarı) çizimlerinin ötesinde. Ya da bir Buck Rogers filminin setindeyim (Yine dönemin sinemasında canlandırılan bir bilim kurgu kahramanı). Daha önce hiç tatmadığım sıcak içecekler ikram ediliyor, çok lezzetliler. On dakika kadar sonra iki hostes geliyor, çok güzeller ve kendileriyle beraber gelmemi söylüyorlar. Yapacak birşey yok, gidiyorum ama telsizcim kalıyor. Kısa bir yürüyüşten sonra asansöre benzer bir yere giriyor, aşağıya doğru inmeye başlıyoruz, araç duruyor ve kapı yukarıya doğru sessizce açılıyor. Uzun bir koridorda ilerliyoruz, gülkurusu renkte bir ışık heryerden yayılıyor, sanki duvarların içinden geliyor. Büyük bir kapının önünde duruyoruz. Kapının üzerinde okuyamadığım bir yazı var, kapı ses çıkarmadan açılıyor, girmem için işaret ediliyor. Hosteslerden bir tanesi; "Korkacak birşey yok Amiral, Üstad´ın huzuruna kabul edileceksiniz." diyor. Üstad´ın mesajı İçeri giriyorum, çarpıcı renkler görüyorum, oda büyüleyici ve çok etkileyici. Karşımda çok güzel bir insan var, gördüklerimi anlatamıyorum, bildiğim sözcükler buna yeterli değil. İnsan gibi ama çok daha ötesinde, huzur ve mutluluk yayıyor. Düşüncelerim kesiliyor, melodik ve sıcak bir sesle konuşuyor; "Yerimize hoş geldiniz Amiral" O, bir erkek, yüzünde çok uzun yılların izleri var, uzun bir masada oturuyor sonra kalkıp, bana oturmam için gösteriyor. Oturuyoruz, bana bakıp gülümsüyor ve yine o yumuşak ve melodik sesle konuşuyor; "Sizin buraya girmenize izin verdik çünkü siz dünyanın yüzeyinde tanınan asil birisiniz." Dünyanın yüzeyi mi? diyor ve soluğumu tutuyorum. Gülümsüyor ve; "Evet, şu anda İç Dünya´nın Arianni bölgesindesiniz. Sizi görevinizden fazla alıkoymayacağım, güvenle yüzeye geri döneceksiniz. Ama şimdi Amiral sizi neden buraya çağırdığımızı söyleyeceğim. Irkınızın Japonya´da Hiroshima ve Nagasaki´de patlattığı ilk atom bombalarıyla çok ilgiliyiz. Bu nedenle alarma geçtik ve uçan araçlarımızı yolladık, biz bunlara ´Flugelrad´ diyoruz. Sizi gözlüyorlar ve ırkınızın yüzeyde ne yaptığını araştırıyorlar. Bütün bunlar geçmişte kaldı Amiral ama biz devam etmek zorundayız. Irkınızın savaşlarına ve barbarlığına daha önce hiç karışmadık ama şimdi durum farklı. İnsanlık için uygun olmayan doğal bir gücü yani atomik enerjiyi öğrendiniz. Özel görevlilerimiz dünyanızdaki güçlere mesajlar veriyorlar ama henüz bir tepki vermediler. Şimdi sizi dünyamızın varlığını gören bir tanık olarak seçtik. Irkınızdan binlerce yıl daha eski olan kültürümüzü, bilimimizi göreceksiniz Amiral." Sözünü kesiyor ve benimle ne yapacaklarını soruyorum. Zamanı geldiğinde... Üstad delici bakışlarıyla sanki düşüncelerimi okuyor ve bir zaman sonra cevap veriyor; "Irkınız şu anda dönüşü olmayan noktaya ulaştı. Aranızda ellerindeki gücü bırakmaktansa, dünyayı yok etmeyi göze alacak olanlar var." Başımı sallıyorum ve devam ediyor; "1945´de ve sonrasında ırkınızla ilişki kurmaya çalıştık ama düşmanca davranıldı, Flugelrad´larımıza ateş açılıp, düşürüldüler. Savaş uçaklarınız, kötü amaçlarla düşmanca davranarak bizimkileri kovaladılar. Şimdi sana şunu söylüyorum oğlum; dünyanızda çok büyük bir kötülük fırtınası oluşmakta, kara bir öfke ve şiddet yıllardır hiç eksilmeden, artarak birikiyor. Silahlanmanızın bir anlamı yok, biliminizde güvenli bir yer yok. Kültürünüzde açan her çiçek, öfke ve hiddetle ezilip, yok ediliyor, tüm insan canlılar derin bir kaosun içine düştüler. Yaşadığınız son savaş daha sonra ırkınızın başına geleceklerin sadece bir başlangıcı. Biz burada her geçen saat durumu daha açık görüyoruz. Söylediklerimde bir yanlış var mı?" Hayır, bu eskiden de oldu, karanlık çağlar geldi ama beşyüz yıl önce sona erdi, diyorum. Üstad devam ediyor; "Evet, oğlum. Karanlık çağlar asıl şimdi ırkınızın üzerine geliyor, karanlık dünyayı bir örtü gibi örtecek ama inanıyorum ki ırkınızdan bazıları yaşamayı başaracaklar ama buna daha zaman var, fazlası söylenmemeli. Çok uzaklarda ırkınızın yıkıntıları arasından yeni bir dünya doğacak, kayıp efsanevi hazineleri arayacaklar ve oğlum bizim korumamızda güvenlikte olacaklar. Zamanı geldiğinde biz ırkınıza ve kültürünüze yardım edeceğiz, belki savaşın ve çekişmelerin boşyere olduğunu birgün öğreneceksiniz, ancak bundan sonra ırkınız tekrar kültürü ve bilimi elde edebilecek. Şimdi oğlum, bu mesajla beraber yüzeye dönebilirsin." Ve dönüş Bu sözlerle beraberliğimiz sona ermiş gözüküyor. Bir an için duruyorum, bu bir rüya olmalı ama ben bu gerçeği biliyordum. İki güzel hostesimin gelip "Bu yoldan Amiral" demeleriyle kendime geldim. Çıkmadan evvel bir kez daha dönüp Üstad´a bakıyorum. O mitolojik yüzde yumuşacık gülümseme var; "Elveda oğlum" diyor ve ince uzun elini kaldırarak bir barış hareketi yapıyor. Hızla geri dönüyor ve yukarı çıkıyoruz. Hosteslerimin birisi bana dönüyor ve; "Acele etmeliyiz Amiral. Üstad, sizi geciktirmememizi istedi, mutlaka geri dönmeli ve mesajı vermelisiniz." Birşey demiyorum. Olan herşey inancın ötesinde. İlk geldiğimiz yere dönüyoruz, telsizcim orada, çok gergin ve yüzünde endişeli bir ifade var. Ona herşey yolunda Howie, diyerek sakinleştiriyorum. Yine uçan platformla uçağımızın yanına götürülüyoruz. Motorlar çalışmıyor, hemen biniyoruz. Kapı kapandıktan sonra görünmeyen güç, uçağı kaldırıp bir anda 8.000 metreye çıkarıyor. Onların araçlarından iki tanesi belli bir uzaklıktan bizi izliyor. Çok hızlı gidiyoruz ama hız göstergesini okuyamıyorum, ileriye doğru gidiyoruz. Telsiz çalışıyor ve bir ses; "Şimdi sizi terk ediyoruz Amiral, kontrollar serbest. Auf Wiedersehen!!!!" diyor. Almanca bir veda. Howie ve ben flugelrad´ların soluk mavi gökte kaybolmalarını izliyoruz. Uçağım birden sarsılıyor ve aşağıya doğru dalışa geçiyor. Toparlanıyor ve kontrolu alıyoruz. Şimdi uçuş normal, kimse konuşmuyor, ikimiz de kendi düşüncelerimizle başbaşayız. Güncenin devamı Saat 22:00: Yine sonsuz buz ve kar çölündeyiz. Üsse uzaklığımız yaklaşık 27 dakika. Haberleşiyoruz, cevap geliyor. Bütün koşullar normal. Üstekiler bizden haber aldıkları için çok mutlular. Saat 22:00: Üsse yumuşak iniş yapıyoruz. Bir görevi bitirdim ama çok daha büyük bir görev şimdi beni bekliyor... Kaydın sonu 11 Mart 1947´de Pentagon´da bir toplantıda hazır bulundum. Olanları anlattım, keşfimi açıkladım ve Üstad´ın mesajını aktardım. Herşey gereğince kaydedildi. Başkan´a bilgi aktarıldı Ama geciktirildiğimi veya alıkonduğumu hissediyorum. Yüksek Güvenlik Örgütü ve bir tıb ekibi ile uzun görüşmeler yaptırdılar, bir kasıt algılıyorum. Büyük bir sıkıntı içindeyim, ABD Ulusal Güvenlik koşulları gereğince, sıkı kontrol altındayım. Ve sonunda emri aldım; bildiğim her konuda kesin olarak sessiz kalmam isteniyor, bunu insanlık adına yapacakmışım. İnanılmaz ama ben bir askerim ve emirlere uymaktan başka yapacak birşeyim yok. 30/12/56: Son sözler 1947´den bu yana yıllar geçti. Günlüğümü tamamlamam gerekiyor. Kapatırken, kendimden eminim. Bu sırrı yıllar boyunca inançla sakladım. Bu benim tüm moral değerlerime ve haklarıma karşıydı. Şimdi sonsuz gecenin geldiğini hissediyorum ve bu sır benimle beraber ölmemeli. Ama gerçek eninde sonunda galip gelecek. İnsanlığın tek umudu bu. Gerçeği görüyorum ve ruhum bir an önce serbest kalmak için çırpınıyor. Askeri canavarlığın kalbi olan endüstri için görevimi yaptım. Şimdi uzun gece başlıyor ama bu bir son olmayacak. Uzun Artrik gecesinde olduğu gibi, gerçeğin parlak güneş ışığı yine gelecek ve karanlıklardan ışık doğacak. Çünkü ben Kutbun ötesinde varolan ülkede en büyük bilinmeyeni gördüm. Amiral Richard E. Byrd ABD Deniz Kuvvetleri |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder