22 Kasım 2013 Cuma

İlk İnsanın Yaşam Biçimi

İlk İnsanın Yaşam Biçimi

insanın yaşayışı değiştikçe evi de değişiyordu. Evlerin tarihi yazılsaydı mağaradan başlamak gerekirdi. Doğa yapısı olan bu evi, insan hazır olarak bulmuştu.
Doğa, kötü bir mimardır. Dağları ve dağlardaki mağaraları yaparken bunlarla insanın yaşayacağını kesinlikle önemsememiştir. Bu nedenle insanlar barınacak mağara ararlarken kendilerine her bakımdan uygun olanına pek sık rastlamıyorlardı. Evin ya tabanı çok alçaktı, ya duvarları çökmek üzereydi; ya da kapısı alabildiğine dardı ve içeriye emekleye emek-leye girmek zorundaydı.
Evi, içinde yaşanabilecek duruma getirmek için bütün topluluk kolları sıvar, mağaranın tavanıyla duvarlarını taş âletlerle hazır ve ağaç kazıklarla da düzeltirdi.
Giriş yerinde ocak açılır ve çevresine de taş dizilirdi. Anneler yavrularına özenle “yalaklar” hazırlarlardı.
Yerde bir çukur kazılır ve döşek yerine de ocaktan ılık kül koyarlardı.
Mağaranın bir köşesinde ayı eti ve her türlü yiyecek için bir ambar yapılırdı.
Böylece insan, doğanın yaratmış olduğu mağaraya bir çeki düzen veriyor, kendi gücüyle bunu insan evi'-ne çeviriyordu.
İnsan; kaya diplerinde hazır ça-tımsı yerler bulduğunda altına duvar örüyor, hazır duvar bulunca da üzerini çatıp ev yapıyordu.

Fransa'nın güneyindeki dağlarda ilk insanlardan kalma böyle bir ev bulunmuştur. Yerli halk bu eve “Şeytan Ocağı” gibi yadırgatıcı bir ad vermiştir. Çünkü, büyük taş- parçalarından yapılmış bu inin ocağında yalnız şeytan ısınabilir sanmışlardır. Atalarının tarihini daha iyi bilselerdi, “Şeytan OcağY'mn şeytan tarafından değil, insan eliyle yapılmış olduğunu anlarlardı.
İlk avcılar bir zamanlar burada kayalık bir çatı altında ve dağdan kopmuş taş parçalarından meydana gelen iki duvar bulmuşlar. Bu hazır İki duvara, dikey iki duvar da İnsanlar Örmüş… Duvarların biri büyük taş levhalardan, öbürü de kazıklar arasına dallar örülüp üzeri hayvan deri-siyle kaplanarak yapılmış…
Bu sonuncu duvann böyle yapıldığını yalnızca var sayıyoruz, çünkü zamanla yıkılıp gitmiştir.
Duvarlarla çevrili geniş bir çukur olan zeminliğin dibinde çakmaktaşı parçaları, kemik âletler ve boynuzlar da bulunmuştur.
“Şeytan Ocağı” yarı ev, yarı mağaradır. Artık buradan gerçek eve geçiş pek uzak değildir.
Böylece, mağaralarla hazır kaya çatılan altında değil, açık havada kurulmuş ilk evler belirdi.
Daha sonraları her türlü bulguda arkeologlar, arkeoloji biliminin tüm kurallarına uyarak bazı işlerini süır-dürüyorlardı. Gözlerinin önünde ilk avcıların evi gittikçe daha iyi beli-riyordu.
Avcı evi, duvar dipleri boyunca taş bloklar, mamut kellesi ve dişleri bulunan bir zeminlikti. Duvarlar, ağaç kazıklar arasına dallar örülerek
ve hayvan derileriyle kaplanarak yapılırdı. Kazıkların uçları da yukarıda birleşerek çatıyı meydana getirirlerdi. Duvarların berkiltiimesi İçin de diplerine taşlar ve mamut kemikleri yı-ğıhrdı.
Böyle bir ev dışarıdan büyük bir kulübeye benzerdi. Bir duvarın dibinde mamut dişinden yapılmış kadın heykelcikleri bulunmuştu. Bir tom-
20
bul, öbürü de zayıf bir kadındı. Sanatçının, bu heykelcikleri doğadan kopya ettiği anlaşılıyordu. Kadınların saçları üzerinde Özellikle durulmuş olup özene bezene işlenmişti.
Kulübenin ortasında ve yerde sandık ödevini gören dairesel bir çukur vardı. Bulunan kemik iğne, mavi tilki dişlerinden gerdanlık ve bir mamut kuyruğu anlaşılan burada korunmak istenmişti.
Evin en aydınlık yeri olan ocak başında yassı taş levhalardan iş tezgâhı yapılırdı. Böyle tezgâhlar üzerinde âletlere, malzeme parçalarına ve kalıntılarına, yarım kalmış eşyalara şimdi bile rastlanır. İşte tezgâh üzerinde serpilmiş kemik boncuklar… Bazıları hazır, cilâlı ve delik. Bazıları daha hazır değil… Usta, uzunca bir kemiği birkaç yerinden çentmişse de, ayrı ayrı boncuklar halinde doğraya-mamtş… Bir şey engel olmuş; belki de insanlar evlerini bırakmak zorunda kalmışlar. Bu beceriyle yapılmış mızrak uçlarını, delikli kemik iğneleri, çeşitli işlerde kullanılan taş keskileri bırakıp gittiklerine göre, herhalde büyük bir tehlikeyle karşılaşmışlardı.
Bu eşyaları yapmak pek kolay de-ğildİ. Her birine saatlarca emek verilmişti. Tarihte İlk İğne olan kemik iğneyi eie alalım: İğne büyük bir şey değil gibi görünür ama, bunu yapabilmek büyük ustalık ister.
İnsan konutlarından birinde hammaddesi ve yapılması yanm kalmış eşyalarıyla, tam donatımlı bir kemik iğne işliği bulunmuştu. Burada her şey olduğu gibi kalmıştı.
O kadar ki, eğer bugün kemik iğne işe yarasaydı, bu işlikte hemen ertesi gün iğne yapımına başlanabilirdi.
iğne şöyle yapılırdı: Önce keskiyle tavşan kemiğinden bir kıymık çıkarılıp ucu pürtüktü bîr taşla sivriltilir,
sonra taş bizle delik açılır ve yine bir taş levhayla perdahlanırdı.
İğne ustaları her toplulukta bulunmazdı. Kemik iğne en değerli eşyalardan biriydi.
1853 yılında İsviçre'de şiddetli bir kuraklık olmuştu. Vadilerde ırmakların suyu azalmış, göllerin suları çekilerek çamurlu dipleri meydana çıkmıştı. Zürihgölü kıyısındaki Ober-mailen kasabasının halkr sudan bir parça toprak koparabilmek için kuraklıktan faydalanmaya karar vermişlerdi.
Bunun için suyu çekilen araziyi bîr bentle gölden ayırmak gerekti.
işe başlandı. Arabacılar atlarını dehleyerek bende toprak taşıyorlardı. Toprak hemen oradan, kurumuş gölün dibinden alınıyordu. Birdenbire kazmacılardan birinin küreği yan çürümüş bîr kazığa çarptı, derken ük kazığın ardından bir ikincisi, üçüncüsü bulundu. Bir zamanlar insanların burada yaşamış ve çalışmış oldukları anlaşılıyordu. Küreğin toprağa hemen her vuruşunda yeni taş baltalar, olta iğneleri, çanak çömlek kırıkları çıkıyordu. Arkeologfar olaya el koydular. Bulunan her kazığı, gölün dibin-! den çıkan her şeyi inceleyerek vaktiyle Zürih gölündeki göl-evlerinden yapılma kasabayı olduğu gibi kitap sayfalarına geçirdiler.
Arkeologlar, İsviçre'de Neuchatel gölünü de incelediler. Yapılan incelemeler gölün dibinin birkaç kat olud-ğunu göstermiştir.
Börekte hamur, peynirden kolayca ayrıldığı gibi gölün dibinde de bir katı öbüründen ayırmak kolaydı. Altta bir kat kum, onun üzerinde, ev; kapkacak ve alet kalıntılarıyla çamur katı, sonra yeniden kum tabakası… Bu, böylece birkaç kez tekrar ediyordu. Yalnız bir yerde, iki kum tabakasıarasında kalın bir kömür tabakası vardı.
Bu tabakalar nasıl meydana gelmişti?
Kumu su getirebilirdi, kömür nereden çıkmıştı?
Burada ateş yakılmış olduğu da belliydi.
Bilimadamlan tabakaları inceleyerek gölün tüm tarihim öğrendiler. Çok eski zamanlarda gölün kıyılarına gelen insanlar köylerini burada kurmuşlardı. Yıllarca sonra göl suları kabara kabara kıyıyı basmıştı.
İnsanlar su altında kalan köylerini bırakıp gitmişlerdi. Yapılan suda çürümüş, yıkılıp gitmiş. Önceleri kırlangıçların cıvıldaştığı damların üzerinde küçük balık sürüleri yüzmeye başlamıştı. Evin ardına kadar açık kapılarından yüzgeçlerini oynata oyna-ta turna balıkları çıkıyordu. Sobanın yanındaki kanepenin altında yengeçler kollarını kımıldatıyordu. Yıkıntıların üzerini yavaş yavaş çamurlar ve bunları da kumlar kaplıyordu.
Çok daha sonraları, su yavaş yavaş çekilerek gölün dibi görünmeye başladı. Öncelereri köyün bulunduğu kumluk alandan çekildi… Köy artık görünmüyordu. Çünkü kumların altında kalmıştı.
insanlar yeniden gölün kıyısına göç ettiler. Baltalar işlemeye, sarı kumların üzerine yongalar saçılmaya başladı. Gö! kenarında birbiri ardınca yeni ve sağlam evler yükseldi.
İnsanla gölün savaşı böylece sürüp gidiyordu. Bu savaşta talih bir insanlara, bir göle gülüyordu. İnsan yapıyor, göl yıkıyordu.
Bu sonu gelmeyen savsatan usanan insanlar, gölün kenarını bıra-kıp,dibine kazıklar çıkarak bunların üzerinde ve gölün ortasında yaşamaya başladılar. Döşemenin aralıklarından görünen su, artık insanlar için
tehlikeli değildi. Ne kadar yükselirse yükselsin, döşemeye kadar çıkamazdı.
Ama insanın sudanjbaşka bir düşmanı daha vardı: Ateş…
tik ahşap evlerle birlikte ilk yangınlar da başladı. Binlerce yıldır insanın hep isteğine boyun eğen ateş, şimdi bir yırtıcı hayvan gibi tırnaklarını göstermişti.
İşte Neuchatel gölünün dibinde bulunan kalın kömür tabakası, eski bir yangın kahntısıydı.
Evleri kül eden ateş, bize müzelerimize çok değerli şeyler; yeni ağaç kap, balıkçı ağları, hatta buğdaytane-leri ve bitki saplan gibi şeyler bırakmıştır.
Ateş kolay yakabileceği şeyleri nasıl olmuş da, “mucize” türünden korumuştur?
Eşyalar tutuşarak suya düşüyordu. Su onları söndürüyor; yani, bir bakıma koruyordu da. Böylece zedelemeden gölündibine çöküyorlardı. Orada eşyaları başka bir belâ bekliyordu; çürüme tehlikesi. Fakat yanarak kömürleşmeleri onları bu tehlikeden kurtarmıştı, incecik bir kömür kabuğu, eşyaları çürümekten kor rumuştu.
Eşyalar ateşten ayrı, sudan ayrı et-kilenselerdi, yok olup giderlerdi. Fakat ateşle su birlikte işliyordu. Bu yolla binlerce yıl önce dokunmuş ve çok dayanıklı olmayan bir keten parçası bile korunabilmiştir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder