1 Mart 2014 Cumartesi

ESKİ KAVİMLER

ESKİ KAVİMLER
MU VE ATLANTİS NUH KAVMİ VE "TUFAN"AD KAVMİSEMUD KAVMİ
İBRAHİM KAVMİ LUT KAVMİMEDYEN KAVMİ İSRAİLOĞULLARI
YAKLAŞAN SAAT   
   


İNSANLIK TARİHİ
İnsanlık tarihi, bilindiği gibi Adem'in yeryüzüne gönderilmesiyle başlamıştır. İlk insan ve ilk peygamber Adem, kendisine saygı gösterilmesi emrini tereddütle karşılayan Azazel'in tuzağına düşmüş ve cennetten çıkarılmıştır. Böylece Adem ve Havva, tek yeşil gezegen olan Dünya'da; cinlerle ve Sonsuz Yüce'nin lanetiyle iblisleşen Azazel'le birlikte yaşamaya başlamıştır.

Dünya'da çok uzun zamandan beri İblis'in de mensubu bulunduğu cinler yaşamaktaydı. Cinlerin ne zaman yaratıldığını ve Dünya'dan önce nerelerde; hangi gezegenlerde yaşadıklarını bilmiyoruz. Ancak çağın gelişen ilmi verilerine ve İslam kaynaklarına dayanarak bazı tahminlerde bulunabiliriz. Cin toplumlarının da insan toplumları gibi imtihan edildiklerini, İslam'dan saparak zalimleştikleri vakit uyarıcı gönderildiğini; uyarıcı Hak Elçilerini öldürmeye kalkışarak, aynen müşrik-zalim insan kavimleri gibi helak olduklarını biliyoruz.

Bu nedenledir ki içlerinden iman edenlerin kurtarılarak; Güneş sisteminde başka bir gezegene yerleştirildiklerini söyleyebiliriz. Bu şekilde "Güneş sistemi"ndeki birçok gezegenin yaşanmaz hale geldiğini; sonunda muhtemelen Mars'tan, Dünya gezegenine geçtikleri konusunda yeterli olmasa da işaretler bulunduğunu söyleyebiliriz.

İşte Güneş sisteminin bu son ve adeta yaşam için hazırlanmış Dünya gezegeninde, bir taraftan Ademoğulları çoğalıp-yayılırken; diğer taraftan cinler ve İblisoğulları ve yandaşları olan cin-şeytanlar çoğalmıştır. Dünya, tüm canlı yaşamı, bitki örtüsü, yiyecek- içecek su kaynaklarıyla; tüm yer altı-yer üstü kaynaklarıyla cin ve insanoğlu için yaşam-ölüm yeri ve yurt olarak hazırlanmış olup; eceline kadar yaşamını sürdürecektir.

KUR'AN'A GÖRE "İNSANLIK TARİHİ"
İnsanlık tarihini; yahut kavimler tarihini genel olarak iki döneme(periyoda) ayırabiliriz. Birincisi Adem'den, Nuh'a kadar; ikincisi Nuh'tan, Dünya'nın sonuna yahut fiili kıyamete kadar olan dönem. Kur'an'a baktığımızda insanoğlunun, Nuh'a kadar devam eden serüveninden adeta söz edilmediğini görürüz. Nuh'tan sonraki insanoğlunun; yani Nuhoğullarının kavimleri, peygamberlerin bu kavimlerle mücadeleleri ve kavimlerin helakları; açıkça ve ibretli bir şekilde anlatılmıştır. Ancak Adem- Nuh arası Ademoğlu'nun, kavimleri, elçileri ve mücadelelerinden söz edilmemiştir. Ayrıca Nuh tufanının, Dünya ölçeğinde Ademoğullarını yok etmesi oldukça anlamlıdır ve bize bazı ipuçları sunmaktadır. Nuh tufanının evrensel bir tufan olduğunu, Kur'an'dan ve Peygamber sünnetinden biliyoruz ve bunun delillerini inşallah "Küresel Yok Oluş: Nuh Tufanı" konulu çalışmamızda ortaya koyacağız.

Sonsuz Yüce'nin insanoğluna indirdiği son kitap Kur'an'da; sadece Adem'in iki oğlu Habil ve Kabil'in mücadelesinden ve peygamber olarak da İdris'ten bahsedilmektedir. Adem'in diğer bir oğlu Şit'in peygamberliğini ise hadis kaynaklarından ve Tevrat'tan bilmekteyiz. Bu gerçeği, evrensel Nuh tufanıyla birlikte göz önüne aldığımızda vardığımız sonuç; Sonsuz Yüce Rabb'imizin insanoğlunun bu dönemini "sessiz karanlığa" mahkum etmiş olmasıdır. Ayrıca, Tevrat'ın Tekvin bölümü de bizim bu hükmümüzü teyit etmektedir.

Demek ki; bu birinci insanlık periyodu içinde ademoğulları öyle yoldan çıkmış; o derece sapkın hale gelmişler ki; ya peygamberlerini öldürmüşler ya da peygamber gönderilemeyecek derecede Yüce Rabb'imizin gazabını üzerlerine çekmişler ve böylece Yüce Rabb'imiz de bu dönemi "sessiz karanlığa" mahkum etmiştir. Bu sebepledir ki Kur'an'ın bu konudaki sessizliği, bizce oldukça anlamlıdır ve bu periyodu değerlendirirken bazı sonuçlar tahsil etmemize imkan vermektedir.
Bu çağrışımlar, insanlığın "birinci periyodu"nda ortaya çıkan ve insanoğlunun "şirk"e; oradan da şeytanlaşma sürecine girişini bize hatırlatmaktadır. Bu insanlık tarihinin "birinci periyodu"nda ortaya çıkan sapkınlık, öyle bir sapkınlıktır ki; Sonsuz Yüce Rabb'imizin gazabını üzerine çekmiş ve bu dönem "karanlığa" mahkum edilmiştir.

Sünnetullah şudur: İnsanoğlu önce Sonsuz Yüce Allah'a teslim olur; sonra kısa bir zaman periyodunda "şirk"e kayar; gönderilmiş uyarıcı-elçileri dinlemez, öldürmeye kalkar ve giderek adeta şeytanlaşır ve helak çukuruna yuvarlanır.
Dr. Halil Bayraktar
 


"TEVHİD", PUTPERESTLİĞE NASIL DÖNÜŞÜYOR?

Nasıl oluyor da insanlık; tarihinin "Tevhid"(İslam) dönemlerini, kısa sürede şirke dönüştürmekle kalmıyor, hızla “akıl-dışı putperestliğe” kayıyor? Bu sebepleri şöyle özetleyebiliriz:

  1. İnsanoğlu, gerçekte kutsal olan varlıkları ve şahısları, müşahhaslaştırmak; tasvir ederek nesnelleştirmek ve ona dokunma-yakın olma gibi bir zaaf taşıyor. Bu nedenledir ki, sevdiği şeyleri cisimleştirmekten hoşlanıyor. Böylece kendisiyle, sevdiği şey arasında, ‘nesnel-maddi bir bağ’ oluşturmaya meyilli görünüyor.
  2. Bireysel veya toplumsal olarak yaşanan acılar, hastalıklar, çaresizlikler, doğal felaketler ve korkular sebebiyle; insanoğlu sığınacak bir şey arar. Son derece mantıksız ve duygusal bir sarılışla nesnelere yönelir. Bu yöneliş, zamanla ‘değişip-dönüşerek’; insanlar için inanç veya kutsallık içeren ‘kült’ haline gelebilir. Buna sayısız örnekler verebiliriz. Bir kısım manevi anlam yüklenerek, yarar umulan ‘kabirler-yatırlar’ ve yine bu tarz anlam yüklenen ağaçlara bağlanan çaputlar ve dilekler v.s. gibi.
  3. İnsanla, Allah arasında bulunan ve amacı, insanlığı “Allaha teslim olmaya ve O’na ortak koşmaksızın iman etmeye çağırmak olan” Peygamberler ve onlara tabi olanları, ilahlaştırmak; Allah’a ait sıfatları veya bir kısmını, bu Hakka çağıran önderlere, atfetmek-taksim etmek. İnsanlık tarihi, sürekli bu tarzda Hak’tan, Batıl’a kayışlara şahit olmaktadır. Bu hastalık, bugün, bilim ve teknoloji çağında da, maalesef insanlığın içinde bulunduğu trajik bir durumdur. İnsanın, insanı en yaygın bir şekilde ilah edindiği, bir çağda yaşamaktayız.
  4. İnsanoğlunun, “nefsi arzuları”, “kendisini sevme-beğenme zaafı” ve bu nedenle de “dünyevi-ticari menfaat” sağlayarak; “güçlü-hükmedici” olma hevesi. Ki, bu oldukça güçlü bir hevestir. İnsan sürekli bu dürtüyle hareket ederek, iktidar ve güç peşinde koşmuştur. Bu amacı gerçekleştirmek içinde, özellikle toplumu kolayca etkileyebilecek olan “dini ve kutsal değerleri kullanmak”, en etkili bir yol olmuştur.

    Dinlerin tarihsel bozulma süreci ve bu çağın gözlemi, bu yöntemin, sık sık kullanıldığının en açık şahitleridir. Güç ve iktidar sahipleri, bu amacı gerçekleştirmek ve gücü elde tutmak için, dini kendi emellerine hizmet ettirerek; ruhbanları, tarikatları ve mabetleri kullanmaktadırlar. Bu ise dini, gerçek din(Hak) olmaktan çıkararak; ruhbanların ve özelliklede kralların yahut hâkimlerin dini haline getirmiştir.
    İSLAM'DAN PUTPERESTLİĞE KAYIŞTA: "CİN-ŞEYTANLAR FAKTÖRÜ"
  5. Allah’ın tek ilahlığına dayanan ve Âdemle başlayan Tevhid(İslam) dininin, kısa bir zaman periyodun da bozularak şirke ve giderek çok ilahlı putperestliğe dönüşmesinde; en etkili faktör, cin-şeytanlardır. İnsandan önce yaratılmış, insan gibi sorumlu ve nefis sahibi bu varlıkların temel amacı, insanları saptırmaktır. Adeta var oluş amaçları budur.

    Liderleri ise, fiili kıyamete kadar yaşama iznine sahip; yani bu anlamda ölümsüz olan cin-İblistir. Kendisi melek boyutuna çıkarılmış-ödüllendirilmiş olan bu şahıs, meleklerin saflığı karşısında, kendi aklını beğenerek, kibirlenmiş ve böylece “Âdem’e saygı emri”ne muhalefet ederek; insanoğlunun ve Allah’ın düşmanı olmuştur. Cennetten kovulmuş, yeryüzünde icra-i faaliyete başlamıştır.

    Âdem’in zürriyeti yeryüzünde çoğalıp yayılırken; o da her bir âdemin peşine bir şeytan takmak için, çoğalmış ve cin-şeytan toplumunu(ordusunu) kurmuştur. Şeytan'ın nüfusu ve ordusu, üç yolla artmaktadır: Birincisi, kendi zürriyeti. İkincisi, cinlerden saptırdığı kimselerdir. Şeytan'a(İblise) köle olan her cin de şeytandır. Üçüncüsü de, insanlardan saptırdığı-yular taktığı; yani “kendilerine vahyederek yönettiği” şeytanlaşmış insanlardır.

    İblisin ve bugün “ruhsal hiyerarşi” dediği ordusunun, insanlık tarihi kadar eski “kutsal planı!”; insanlığı Hak’tan saptırmak; böylece kendi yönetimi altına almaktır. Bu planı nasıl gerçekleştireceğini, Kur’an’dan biliyoruz.
    İblis şöyle diyor: “Tuzak kuracağım”, “Sağlarından, sollarından, önlerinden ve arkalarından geleceğim”, “Yular takacağım”, “
    Senin(Allah'a hitap ediyor) muhlis kölelerin hariç, onların hepsini saptıracağım”.
     Allah(c.c.), şöyle buyuruyor: “Şeytan insanın düşmanıdır”, "Şeytan insanların kalplerine vesvese verir
    , “Şeytan dostlarını korkutur”, “Şeytan fakirlikle korkutur”, “Şeytan, hayâsızlığı emreder”, “Şeytan isyanı emreder”, “Şeytanlar aldatmak için yaldızlı laflar ederler”, “İnsanların bir kısmı cinlere sığınırlar”.
    Bu temel bilgi ve bakıştan sonra, insanlık tarihine putperestliğin nasıl damgasını vurduğunu anlamaya çalışabiliriz. Neden Atlantis, Mu, Nuh Kavmi, Mısır, Babil,  Ad, Semud, Eski Yunan, Roma, Pers, Hint dinleri; o toplumların bilimsel-teknolojik birikimleriyle ters orantılı bir şekilde, bu kadar akıldışı, mantık dışı ve traji-komiktir? Bunu maddeler halinde şöyle analiz etmekteyiz:

    a) Cin-şeytanlar, bizden bir üst boyutta yaşamaktadırlar. İnsanoğlu 4- boyutlu ise onlar 5-boyutludur. Dolayısıyla, Kur’an diliyle; “onlar bizi görüp-gözetir, biz onları göremeyiz.” Bu boyut farkından dolayı, bazı üstün yeteneklere sahiptirler: Işık hızına yakın hızları ve buna bağlı zaman ve olay farkları söz konusudur. Sizin için bilinmeyenler, onlar için bilinenler veya olanlardır. Sizin bilemediğinizi, cin-şeytan dostları(medyumlar-kâhinler) bilebilirler. İşte size ruhbanların avantajı!

    b) Bu boyut farkından dolayı, yerçekiminden etkilenmezler. Yine Kur’an diliyle, “dumansız ateşten yaratıldıkları”; yani elektron gibi hareket edebildikleri için, bir manyetik güçleri vardır. İblisin büyüklenmesine sebep olan da bu değil miydi? İblis, “Ben ateşten yaratıldım, topraktan üstünüm!” dememiş miydi? İnsanları etkileyecek bir takım olağanüstü; ses, ışık, görüntü(vizyon) v.s. gösterme yetenekleri vardır. İnsanları etkilemek için bunları çokça kullanırlar ve insanlar da, bu gösterilerden tarih boyunca etkilenmişlerdir.

    c) Yine bu boyut farkının kendilerine sağladığı önemli bir yetenek de; bir alt boyuta inebilmeleri; yani insan veya başka bir canlının formuna girebilmeleridir. İnsanları, tarih boyunca, bu yeteneklerini kullanarak etkilemişler ve korkutmuşlardır. İşte insanların tanrıcılık oyununda, bu korkunun büyük rolü vardır.

    d) Cin-şeytanlarla aynı gezegeni paylaşıyoruz. Gerçi cinler, diğer gezegenleri; özellikle Mars’ı yaşanmaz hale getirince, biz insanoğlundan önce Dünya’da yaşamaya başlamışlardır. Bugünün bilim çağında bile insanları, uzaylı, başka gezegen veya yıldızlı diye kandırmaya çalışıyorlar. Maalesef başarılıda oluyorlar. İnsanların bir kısmına da, kendilerini, ruh ya da melek diye pazarlıyorlar. Yahut da insanların, kendilerinin de tanrı olduğu yalanıyla beyin yıkıyorlar.

    e) Tarihe dönüp baktığınız zaman, o kaba, akıldışı putperestliğin, her çeşidinin arkasında, cin-şeytanlarının, aldatıcı ve yalancı oyunlarının yattığını artık açıkça görebilirsiniz. Gök cisimlerinin; Güneş, Ay, gezegenler, yıldızlar, sayısız nesne-obje putlar, mabetler ve türlü türlü büyücülük oyunları. Hepsinin arkasında saklanan aynı “varlıklar”! Bu oyun o derece komik ki; "put maskeli tanrılar", kendilerine ve hizmetkarları olan ruhbanlara, kurbanlar boğazlatıyor ve yemekler ikram ettiriyorlar. Babil putları, yemek yerse, Hint putları, niçin süt içmesin! Tıpkı İsa ve Meryem heykellerinin ağlaması gibi!

    Sonuç olarak diyebiliriz ki; insanoğlu, Allah’tan gelen gerçek vahyi(uyarıyı-bilgiyi), arkasına atarsa, olacağı budur. Tarih boyunca da böyle olagelmiştir.

    İnsanoğlu, hep şu iki hatayı yapıyor: Ya kibirlenerek, Allah’ı ve vahyini reddediyor. Bunun sonucunda, cin- şeytanların varlığına inanmıyor. Dolayısıyla onların, boyut farkıyla ortaya koyduğu olağanüstü şarlatanlıkları karşısında şaşırıyor ve etkileniyor. Ya da yine gerçek vahyi bozuyor.Gerçek dinin içine felsefi-tasavvufi kavramlar karıştırarak, kendini yüceltme yolunu seçiyor. Böylece cin-şeytanlar, melek postuna bürünerek kolayca kendisini aldatıyor. Uyanıkken ve uykudaki " yaldızlı şeytani övgüler"i, kendi kerameti ve fazileti sanıyor. İki durumda da sonuç aynıdır: Aldanma!

    Bugün, aynı “varlıklar”,tarih boyunca kendi "sahte tanrılıkları" veya arkasına saklandıkları putlar yerine; bu çağ insanının "kendisinin tanrı olduğu yalanı"nı pompalıyorlar. Bugünün rahipleri ise, yine medyumlar yahut sözde “ruhsal varlıklarla” iletişim kuran çağdaş elitlerdir. Oyun aynı oyun! Cehalet ise bilim çağına ve bunca gelişmişliğe rağmen aynı cehalet! Tarih, sanki hiç durmadan tekerrür ediyor!
    Dr. Halil Bayraktar
    Kaynak: Kur'an-ı Kerim
http://www.yaklasansaat.com/kavimler.asp
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder