26 Mart 2014 Çarşamba

Kol Kaslarını Geliştirmek

IMG Ust

Kol Kaslarını Geliştirmek Bu Kadar Kolay

Kol kaslarınızı çalıştırmak için dambıl kullanarak son derece formda ve güçlü kollara sahip olabilirsiniz.

Kol kaslarınızı çalıştırırken iki yöntem çok önemlidir, ön kol kaslarınızı çalıştırma ve arka kol kaslarınızı çalıştırma.

Ön kol kası çalıştırma

Ön kol kaslarınızı çalıştırmak için dambılı kavramada en doğru yöntem avuç içleriniz yukarıya bakacak şekilde ve çok sıkmadan tutuştur. Baş parmaklarınız dambılın dışında kalmamalı diğer parmaklarınızın üzerine koymalısınız.


Duruş şeklinize çok dikkat etmeniz gerekir. Omurganız dik olacak şekilde kamburunuzu çıkarmadan ve aynı zamanda başınızı da dik tutarak harekete başlayabilirsiniz.


Nefes ayarınızı iyi yapmanız hem tempolu çalışmanız için önemlidir hemde çalışmayı daha aktif hale getirir. Dambılları yukarı kaldırdığınızda nefes alıp, yarım saniye gibi bir süre tutup tekrar indirebilirsiniz.

İndirme sırasında nefes vererek kollarınızı ve vücudunuzu mutlaka rahatlatın. Bu hareketi günde iki kere en az 10 tekrar yaptığınızda kollarınızdaki sertleşmenin farkına varacaksınız. Belirli bir zaman sonra adetleri artırmanız kollarınızda gelişim için etkili olacaktır.


Arka kol kası çalıştırma


Kolunuzu yukarı doğru dik bir şekilde kaldırdığınızda dambıl karşıya bakacak şekilde, kolunuzu bükerek başınızın arkasından ensenize kadar indirin ve kaldırın.

Bu hareketi de her kol için 10 tekrar yaptığınızda kaslarınızda etkili bir geri dönüş alacaksınız. Hareketlerin arasında mutlaka dinleme sürenizi ayarlamalısınız. Minumum 40 saniye maksimum 60 saniye çalışmalarınızın arasında dinlenme süresi olmalı.

25 Mart 2014 Salı

Yürüyüş Yapmak

IMG Ust

Yürüyüş Yapmak

Düzenli olarak yürüş yaparak zayıflayabilir, kondisyon kazanabilir ve daha sağlıklı olabilirsiniz. Nerede yaptığınız hiç farketmez ister spor salonunda isterse evinizdeki koridorda, isterseniz de dışarıda. Biz elbette açık havada bol oksijen alabileceğiniz bir ortamda yürüyüş yapmanızı öneriyoruz. Düzenli yürüyüş yapmanın sizin hayatınıza getireceği değişiklikleri gördükten sonra yürüyüş yapmaktan kopamayacaksınız.

Kalbiniz için yararlıdır:


Düzenli olarak yürüyüş yapmak kan basıncınızı ve yüksek kolestrolünüzü düşürür ki bu ikisi sizin kalp sağlığınız açısından çok önemlidir
• 72.000 kadın üzerinde yapılan çalışmalara göre hergün yarım saat düzenli olarak yürüyüş yapmak kalp hastalıkları riskini %30 ile %40 oranında düşürüyor.
• 11.000 erkek üzerinde yapılan bir araştırma ise hergün bir saatlik yürüyüş yapan erkeklerin kalp krizi geçirme risklerinin %43 azaldığını gösteriyor

Kemiklerinizi ve eklemlerinizi güçlendirir:


Yürümek, koşmak ve aerobik yapmak gibi egzersizlere oranla eklemlerinize daha az zarar verir ve sizi kemik erimesinden korur.
• Yaşları 20 ile 90 arası değişen 30.000 kadın ve erkek üzerinde yapılan araştırmaya göre hergün yarım saat yürüyüş yapan kişilerin kemikleri ve eklemleri yapmayanlardan %22 oranında daha dayanıklıdır.

Kilo vermenizi sağlar:


Yürümek size kolay bir egzersiz gibi gelebilir ancak nabzınızı yükseltir ve ciddi anlamda zayıflamanızı sağlar. Düzenli olarak yürüyüş yaptıkça kilolarınızdan kurtulduğunuzu göreceksiniz. Hergün yarım saat yürümek sizin bir yılda 6-10 kilo vermenizi sağlayabilir
• Colorado Üniversitesi Center for Human Nutrition Sciences Center’daki araştırmacılar,  günde sadece 15 dakika ekstra yürüyüş yapmak ve normal öğünlerde yediğiniz yemekleri sadece 2 lokma azaltmak bile sizin yılda 3 kilo vermenizi sağlayabilir

Depresyon ve uyku kalitesi:


Düzenli olarak yürüyüş yapmak sizin beyin fonksiyonlarınız açısından da çok yararlı. Yürümek depresyon ve strese iyi gelmesi dışında aynı zamanda uyku kalitenizin de artmasını sağlıyor.

6 ay boyunca haftada 3 kere 45 dakikalık yürüyüşler yapan kadınların yapmayanlara göre zeka ve düşünsel beceri gerektiren işlerde %11 daha başarılı oldukları görüldü.

24 Mart 2014 Pazartesi

Meyvelerin Faydaları

IMG Ust

Meyvelerin Faydaları: Hangi Meyve Ne Fayda Sağlıyor?

Meyvelerin Faydaları Nelerdir? Hangi Meyve Ne Fayda Sağlar? Meyvelerin Sağlığa Yararları Nelerdir? Meyvelerin hangi sağlık faydalarını içerdiğini öğrenin…

Eski insanların neden 100 yıl gibi uzun süreler yaşadıklarını hiç merak ettiniz mi? Neden kanser ve diğer kronik hastalıkları yoktu? Bunların cevabı eski insanların yedikleri meyvelerin faydalarını bilmelerinden kaynaklanıyor diyebiliriz.


Sağlığı korumak ve kanseri önlemek için gerekli olan antioksidan kullanımı günümüzde gayet popüler. Meyvenin bunun için en iyi kaynak olduğu kanıtlanmış bir gerçek. Meyveler, vitamin ve mineral bakımından oldukça zengin, fizik ve ruh sağlığınızı korumak için de ideal bir çözümdür.


Meyveler ve Yararları
Meyvelerin, sağlığa olan yararları ve farklı hastalıkların önlenmesi için en iyi kaynak olduğu kanıtlanmıştır. Meyvelerin çoğu, kandaki hemoglobin sayısını artırmak için gerekli olan oksijeni barındırır, içerdiği demir ile bağışıklık sistemini güçlendirmede yardımcı olur. Meyvelerde bulunan diğer mineraller potasyum, sodyum ve magnezyumdur.
Ayrıca vücudun çeşitli fonksiyonları üstlenerek önemli bir rol oynamaktadır. Meyvenin yararları sayılamayacak kadar çok fakat yine de aşağıda bazı meyveler ile ilgili bilinmesi gereken faydaları sıraladık:

Mango

Mango, demir bakımından zengin bir kaynak ve anemik hastalar için de bir panzehir niteliği taşımaktadır. Hamilelik ve menopoz sonrası zayıflamak için ideal bir meyvedir. Ayrıca mango, A vitamini açısından zengin ve aynı zamanda cildin yaşlanma sürecini azaltmaya yardımcı olmaktadır.

Çilek

Çilek, zengin bir C vitamini kaynağıdır ve içerdiği antioksidanlar sayesinde bağışıklık sistemini geliştirmeye yardımcı olur. Folik asit aynı zamanda DNA ve RNA yapma ve kanserle mücadele için önemlidir. Farklı bir yöntem olarak, çileği kesip lekeli dişler için kullandığınızda görünür bir fark elde edeceksiniz. Ayrıca çilek; manganez, potasyum, bakır ve vitamin B kompleks bakımından da zengindir.

Muz

Bir dahaki sefere doktorunuz size bir anti-depresan önerdiğinde, yanında muz yemeyi de deneyin. Muz, triptofan adı verilen bir kimyasal içeriği sayesinde depresyonu azaltmaya yardımcı olur. Ayrıca muz karbonhidratlar, yağlar, proteinler, demir, potasyum ve fosfor bakımından önemli bir kaynaktır. Muz içerisinde yer alan fosfor miktarı, beyin gelişimi için oldukça yararlıdır. Muz yemek, mide ekşimesi gibi durumlar için de hızlı ve kolay bir çözüm olarak uygulanabilir.

Portakal

Turuncu narenciye meyve ailesine ait bu sulu meyve, genç görünümlü bir cilde fayda sağlayan kollajen içerir. Portakal kabuklarını çiğnemek ağız kokusunu ortadan kaldıracağı gibi uzun süreli taze bir nefeste sağlar. Ayrıca ağız PH seviyesini korur ve diş çürümesi ve çürükleri önler.

Ananas

Ananas, cilt için çok sayıda faydası olan bir başka muhteşem meyvedir. Ananas yaralar, deri enfeksiyonlarının tedavisinde etkili olduğu gibi cilt esnekliğine yardımcı olan ve cildi yumuşak tutan enzimler içerir. Ayrıca kemikleri sağlamlaştırır ve sindirim sisteminizi güçlendirmenize yardımcı olur.

Elma

Alzheimer, osteoporoz (kemik erimesi) ve astım gibi önemli hastalıkların tedavisinde yararlı olduğu gibi dünya çapında en yüksek ekili meyve oranına (Çin’de yetiştirilmekte olan %35) sahiptir. Elma, içerisinde bulunan %16 pektin miktarı sayesinde kötü kolesterolü azaltmaya yardımcı olmakla birlikte, bağırsaK sağlığını geliştirir ve vücuttan toksik maddelerin atılmasına yardımcı olur. Ayrıca, içerisinde bulunan potasyum sayesinde böbreklerin işleyişine yardımcı olur.

Üzüm

“Meyve Kraliçesi” olarak bilinen üzüm, A vitamini, C vitamini ve B6 vitamini gibi çok önemli vitaminler içerir. Üzümde kalsiyum, potasyum, demir, fosfor, selenyum ve magnezyum gibi bazı önemli mineraller vardır. Buna ek olarak, üzüm suyu içmek migren için iyi gelmektedir. Üzüm, kan içindeki nitrik oksit seviyelerini arttırarak kalp hastalıklarını önler. Ayrıca üzüm astım, kabızlık, hazımsızlık, böbrek hastalıkları, meme kanseri ve Alzheimer tedavisinde de faydalıdır.

Limon 

Limon, sonsuz faydaları olan bir meyvedir. Antik çağlardan beri bu meyveyle ilgili sayısız araştırma yapılmış ve tedavi yöntemleri türetilmiştir. C vitamini bakımından zengin içeriği cilt sağlığınızı korumaya yardımcı olur. Kalsiyum, magnezyum, biyoflavonoid, limonen ve pektin limonun içerisinde bulunan diğer faydalı besin kaynaklarıdır. Limon, bağışıklığı artırması, anti-bakteriyel ve anti-viral özellikleri ile tanınır. Ayrıca, kilo kaybı için kolay ve ucuz bir çözümdür. Bir bardak limon suyu içmek kötü nefesi gidermede yardımcı olacaktır.

Karpuz

Karpuz, yazın kavurucu sıcaklarda içerdiği elektrolit bakımından tercih edilebilecek en iyi meyvedir. Karpuzun 100 gramı sadece 30 kalori gibi çok düşük bir kalori miktarı içerir. Karpuz, potasyum içeriği yardımıyla inme ve diğer kronik kalp hastalıklarını önler. Karpuz, mevcut likopen miktarı ile ultraviyole ışınlarının zararlı etkilerinden cildinizi korumaya yardımcı olur. Aynı zamanda vitamin B-1, vitamin B6, C vitamini ve manganez içermektedir.

Günde 5 porsiyondan fazla meyve almamanız tavsiye edilir. Yukarıda belirtilen faydalar sadece hastalıkları iyileştirmede yan etken olarak rol oynamakta ve ciddi bir sağlık probleminiz var ise en yakın sağlık kuruluşuna veya bir doktora danışmanız gerekmektedir.

Ayvalık ve Tarihi Yerleri

IMG Ust

Ayvalık ve Tarihi Yerleri

Yüzlerce yıllık köklü bir tarihi günümüze taşıyan Ayvalık, tarihi mekanlarının yanı sıra doğal güzellikleri ile de gezginlere birbirinden keyifli rotalar sunuyor...

Ege Denizi'nin kıyısında, imbat ve meltem rüzgarlarının keyifle dolaştığı, tarihi Rum evlerinin yüzlerce yıllık bir geçmişi bugüne taşıdığı bir yer Ayvalık. Bir gidenin bir daha unutamadığı, huzur dolu bir köşe...
 
Bu şirin Balıkesir ilçesinde neler yapılır, gezilecek yerler neresi diye merak edenler için hazırlanmış listeye bir göz atın...
 
Şeytan Sofrası: Muhteşem bir günbatımı mı izlemek istiyorsunuz? Belki de Ege'deki en güzel gün batımının izlendiği yerdir Şeytan Sofrası. Efsaneye göre şeytanın ayak izini bıraktığı bu eşsiz güzellikteki yer Ayvalık Merkez'e yalnzıca 2 km uzaklıkta bulunuyor ve tatiliniz sırasında mutlaka görmeniz gereken yerlerin başında geliyor.
 
Cunda Adası: Ayvalık'ın en gözde yerlerinden biri olan Cunda Adası, tarihi evleri, balık lokantaları, sevimli mekanları ile Ayvalık'ın gezilecek yerleri arasında yer alıyor. Ayvalık'tan kısa bir araç yolculuğu ile Cunda'ya ulaşmanız mümkün. Cunda'yı gezerken Cennet Ada Koyu'nu, Taksiyarhis Kilisesi'ni, Cunda Adası Aşıklar Tepesi'ni de gezilecek yerler listenize ekleyin.
 
Ayvalık Evleri: Ayvalık'ın tarihi dokusunu ve ruhunu en yakından hissedebileceğiniz yerler Ayvalık sokaklarıdır. Dar ve arnavut kaldırımlı sokaklarda yürürken gezinize tarihi Ayvalık evleri eşlik edecek. Çoğu Rumlar'dan kalan ve orjinal hali bozulmamış olan Ayvalık evleri, gezinizin en güzel anlarına dahil olacak.
 
Camiler: Ayvalık'ta gezilecek yerler listenizde olması gereken tarihi yapılardan biri de Ayvalık'ın tarihi camileridir. Saatli Camii, Hacı Bayram Camii, Ayvalık Hamidiye Camii bu yapıların en önemlileri.
 
Sarımsaklı Plajları: Balıkesir Ayvalık'ta denize girmek için en çok tercih edilen yerdir Sarımsaklı Plajları. Tertemiz bir deniz, uzun kumsallar, şirin mekanlar... Ayvalık tatilinizde Sarımsaklı en keyifli duraklarınızdan biri olacak...
 
Kozak Yaylası: Ege'nin en muhteşem doğal varlıklarından olan Kozak Yaylası, 5 milyona yakın ağaca ev sahipliği yapıyor. Balıkesir'den İzmir'e uzanan bu yayla Ayvalık'ta doğa ile bütünleşmek isteyenlerin vazgeçilmez adresi.

23 Mart 2014 Pazar

Dünyanın En Büyük ilk 10 Gemisi

Dünyanın En Büyük 10 Gemisi
Her yıl daha büyük gemiler inşa edildiğinden en uzun gemilerin listesi de yıldan yıla değişkenlik gösteriyor. Eski gemiler söküm tersanelerine gönderilirken listeye her yıl yenileri ekleniyor ve deniz taşımacılığı sektörü günden güne daha büyük ve donanımlı gemilere kavuşuyor.
Aşağıda 2012 yılı itibariyle dünyanın en büyük gemilerinin detaylı bir listesi bulunuyor. Bu liste sadece uzunluk göz önünde bulundurularak hazırlanmış.
  1. E Sınıfı Konteyner Gemileri
Deniz taşımacılığı devi Moller-Maersk’e ait olan E Sınıfı konteyner gemileri 400 metrelik boyları ve 60 metrelik genişlikleri ile 2012 yılında da dünyanın en büyük gemileri olma ünvanını koruyorlar. Maersk taşıma kapasiteleri 15.000 TEU (20 foot ünite) olan bu gemilerden sekiz adetlik bir filoya sahip. E Sınıfı serisinin en büyüğü Emma Maersk adını taşıyor. Maersk’in 2013’te suya indireceği Triple-E serisi E Sınıfı serisinden dünyanın en büyük gemileri olma ünvanını devralacak.
  1. Marco Polo
10.000 TEU kapasitesi ile Marco Polo Konteyner gemisi 2012 yılında dünyanın ikinci en büyük gemisi ünvanına sahip. Geminin boyu 396 metre, eni ise 54 metre. Fransız deniz taşıma firması CMA CGM tarafından işletilen gemi Güney Kore’de Daewoo tersanesi tarafından inşa edilmiş.
  1. ESO Asia ve Africa
TI Asia ve TI Africa olarak da bilinen bu tanker gemileri listenin üçüncü sırasında yer alıyorlar. Bu gemiler 380 metre uzunluğa ve 440.000 ton yük kapasitesine sahip ve TI Sınıfı süper tankerler arasında yer alıyorlar.
  1. TI Europe ve TI Oceania
10 yıla yakın zaman önce inşa edilen bu gemilerin orijinal isimleri Hellespont Fairfax ve Hellespont Tara idi. TI Sınıfı tankerler arasında yer alan bu gemilerin boyları 380 metre ve 69.000 ton deplasmana sahipler.
  1. Valemax
Maden cevheri taşımacılığında kullanılan bu gemiler önümüzdeki yıl tamamı hizmete girecek olan 35 gemilik bir filo oluşturuyorlar ve adlarını ait oldukları firmadan alıyorlar. Teknik olarak Chinamax kategorisinde yer alan Valemax filosuna ait gemiler 360 metre uzunluğa, 60 metre ene ve 15 knot’a ulaşan seyir süratine sahip.
  1. Allure of the Seas
Oasis of the Seas yolcu gemisinin kardeşi olan Allure of the Seas 2010 yılında inşa edilmiş. Dünyanın en büyük gemileri arasında altıncı sıraya giren gemi 362 metre boya sahip.
  1. Oasis of the Seas
Royal Caribbean cruise firmasına ait olan dünyaca ünlü yolcu gemisi Oasis of the Seas 360 metre boyu, 50 metre eni ve 70 metreyi aşan yüksekliği ile listenin yedinci sırasında yer alıyor. Gemi 9 metre su kesimine ve 22 knot seyir süratine sahip.
  1. Queen Mary 2
Dünyanın en büyük cruise şirketlerinden Carnival’e ait olan gemi 2003 yılında inşa edilmiş. Queen Mary 345 metre boya, 41 metre ene ve 30 knot seyir süratine sahip.
  1. Berge Stahl
Güney Kore’de Hyundai tersanesi tarafından inşa edilen ve Norveçli taşımacılık şirketi Bergesen’e ait olan kuru yük gemisi Berge Stahl 343 metre boyu ve 64 metre eniyle listeye dokuzuncu sıradan giriyor.
  1. USS Enterprise
Listedeki tek askeri gemi olan uçak gemisi USS Enterprise 342 metre uzunluğunda ve 40 metre eninde. Gemi 33 knot’un üzerinde seyir süratine sahip.


Yatvitrini.com/marineinsight.com

20 Mart 2014 Perşembe

NOSTRADAMUS

NOSTRADAMUS TÜRKİYE İÇİN NE DEDİ?

Nostradamus''un kehanetleri gerçek mi oluyor? Son depremler Fransız kâhinin işaret ettiği 2012''deki kıyametin alameti mi? Fransız kahin, Türkiye için neler gördü?

Nostradamus''un kehanetleri gerçek mi oluyor? Son depremler Fransız kâhinin işaret ettiği 2012''deki kıyametin alameti mi? Beş yüzyıl önce Türkiye için neler gördü? Tek solukta okunacak gizemlerle dolu bir dosya... Kehanetleri Üçüncü Dünya Savaşı 2076''da, dördüncüsü ise 2106''da çıkacak. Dördüncü Dünya Savaşı sonrasında bin yıllık barış çağı yaşanacak. Hayat 3797 yılında sona erecek. Nostradamus''a göre sadece insanlık bitecek, dünya hiç yok olmayacak. Güney Asya''dan sonra Türkiye''de deprem olacak. Centuries kitabını yorumlayan İngiliz uzmanlara göre Endonezya depremleri sonrası Yunanistan ve Türkiye''de karışıklık (yer sarsıntıları) olacak. Fransız uzman Fontbrune ise karşı: O ciltteki kehanet Gölcük depremiydi. Yeni deprem yok. Fransız uzmanlara göre Nostradamus 2015''e kadar dünya için ''karanlık bir dönem'' görüyor. Kahine göre dünyada iklim değişiklikleri olacak. Büyük bir kuraklık yaşanacak. İnsanoğlunu bu uzun kuraklık döneminden sonra bir felaket daha bekliyor: Boyutu bilinmeyen dev sel suları... ''Gökten taşlar inecek başına'' Nostradamus dünyaya çarpacak dev göktaşları ve kuyruklu yıldızlar hakkında sayısız kehanette bulundu Yorumculara göre kâhin muhtemelen 2126 yılında görülecek olan Swift-Tuttle kuyruklu yıldızından bahsediyor. Mehdi gelecek, altın çağ başlayacak Nostradamus, Ortadoğu kökenli bir Mehdi''nin Asya''da belireceğini ve onun gelişiyle, Dünya''nın 2016-2020 yılları arasında Altın Çağ''a gireceğini söylüyor. Ünlü Alman edebiyatçı Goethe''nin, ''''Sürekli yaşamın sırrının izlerini süren, zamanın ardındakileri görebilen, o zamana kadar akıl edilememiş bağlantıları çözümleyen kişi...'''' satırlarıyla tasvir ettiği Nostradamus için uzmanlar, sadece savaş, kan, gözyaşı ve felaketleri gördüğü gerekçesiyle ''karamsar kahin'' yakıştırması yapıyor. Ve hemen ardından da ''Altın Çağ'' denen 1000 yıllık barış dönemi başlayacak. Alametler 2007''de başlayacak Nostradamus''a göre 2006''da yağmur ormanları yok olacak. Bir yıl sonra da kuraklık başgösterecek. Ardından Dünya''yı depremlerle dolu bir 18 yıl bekliyor. 2025''te ise Dünya''nın ekseni değişecek. Salgın hastalıklar ise cabası. En ölümcül salgın da ''Büyük Neptün'' yani Amerika''da baş gösterecek İşin ilginç tarafı, kâhinin 1555''te yazdıkları, BM''nin küresel ısınma raporuyla ciddi benzerlikler taşıyor. 2025''e kadar Dünya ekseni değişecek Dünya’yı büyük çevre felaketlerinin beklediğini öne süren Nostradamus, depremler sonucu 2025 yılına kadar Dünya ekseninin değişeceğini söylüyor. New York''lu şifre çözücü Peter Lorie, ''gelecek mühendisi'' olarak tanımladığı Nostradamus''un dörtlüklerinden hareketle, bir çok uzmanın kahinin dörtlüklerinde 2012 yılına dikkat çektiğini, ama insanoğlunun ilk önce 2007 yılına önem vermesi gerektiğinin altını çiziyor. ''''Nostradamus''un kehanetlerine göre 21''inci yüzyılın başı yeni olaylara gebe'''' diyen Lorie kahinin ''Yüzyıllar'' eserinden örnekler veriyor. ''Dünya karanlığa gömülecek'' Nostradamus, çevre felaketlerine ilişkin kehanetlerinde, güneş ve ayın bir bulutla örtüleceğini ve dünyanın karanlık içinde kalacağını öne sürüyor. Tüm zamanların en tanınmış kahini Nostradamus''un deprem, sel ve diğer doğal felaketlerle ilgili kehanetleri olduğu da bilinmekte. Kehanetlerin şifrelerini okuyan uzmanlardan Fransız Peter Lemesurier, küresel ısınmaya ve kahinin birinci cilt 17''inci dörtlüğüne dikkat çekiyor: Kırk yıl hiç gökkuşağı görülmeyecek Sonra kırk yıl boyunca her gün görülecek Kurak topraklar daha da kuraklaşacak Ardından dev su baskınları gelecek. Kendi ölümünü gördü Nostradamus ''''İyi geceler'''' diyen papaza ''''Sabah öleceğim'''' dedi. Mezarının da hangi tarihte açılacağını bilmesi herkesi şaşırttı. Gut romatizması ve su toplaması nedeniyle durumu ağırlaşan Nostradamus, 1 Haziran 1566 gecesi kendisine ''''İyi geceler'''' diyen bir papaza şu cevabı verir: ''''Bu son gecem. Sabaha ölmüş olacağım...'''' Nostradamus, 2 Temmuz 1566 sabahı, 62 yaşındayken odasında ölü bulundu. Böylece Nostradamus''un son kehaneti kendi ölümü oldu. Nostradamus''un ölümü, 141''inci kehanetindeki gibi oldu: ''''Kralın armağanını aldıktan sonra, bir saray dönüşü, verecek son soluğunu. En sevgili dostları, yakınları yatağının ve sedirin başında, ölmüş bulacaklar onu...'''' Türkiye kehaneti deprem ve savaş Nostradamus''un haber verdiği depremin 1999''da olduğunu iddia edenlerin yanı sıra kimilerine göre büyük bir deprem daha bekleniyor. Astrolojiden faydalanarak kehanetlerinde kesin zamanlama verileri kullanan ilk kahin Nostradamus, öngörülerinde Türkiye''ye de yer ayırıyor. Türkiye ile ünlü kahinin iki kehaneti bulunuyor: Deprem ve savaş Fransız şifre çözücü Jean-Charles De Fontbrune''ye göre, Türkiye ilk olarak ikinci cildin 52''nci dörtlüğünde geçiyor: Atina ile savaş Geceler boyunca yeryüzü sallanacak, Sonraki baharda iki kez daha olacak Korent, Efes boğulacak denizde Yiğit şampiyonlar savaşa girecek... Üçüncü satırdaki Korint Yunanistan''ı, Efes ise bazılarına göre İzmir''i bazılarına göre Türkiye''yi temsil ediyorFontbrune''ye göre, ilk satırda bahsedilen depremler Güney Asya''da oluyor. Depremler ''sonraki bahar''da da devam ediyor. Bu tarihin 2005 ya da 2007 olduğuna inanılıyor. Fontbrune''un ismini veremediği bir ülke iki deniz (Ege ve Karadeniz) arasından geçerek Yunanistan ve Türkiye''ye karşı yola çıkacak. Ardından iki ülke askeri savaşa girecek Türkiye ile ilgili ikinci kehanet üçüncü cildin üçüncü dörtlüğünde geçiyor: Mars, Merkür ve Ay biraraya gelecek, Güney''de korkunç bir kuraklık görülecek Asya''nın dibindeki toprak sarsılacak Korent ve Efes''te karışıklık... Güney Asya''daki 26 Aralık ve 28 Mart depremleri sonrası İngiliz bilimadamları bu dörtlükteki üç satırı ''Endonezya depremleri''ni temsil ettiğini açıklamış ancak ''Yunanistan ve Türkiye''de karışıklık'' satırını yorumlamamıştı. Endonezya depremi sonun başlangıcı mı? Nostradamus''un, ''kesin'' kehanetlerinin 2012 yılında son bulması ve kıyamet öncesinde afet ve savaşların yaşanacağını iddia etmesi, akıllara ''Endonezya depremi sonun başlangıcı mı?'' sorusunu getirdi. 2050''YE KADAR SAVAŞLAR 3797 yılındaki sonla ilgili en detaylı araştırma da Peter McHoll tarafından yapılmıştır. McHoll''a göre, 3797 rakamı, son günün tarihini vermektedir. Kahinin hesap sistemine göre bu tarihle beraber insanlığın dördüncü büyük çağı biter ve ''saat'' durur. McHall, Nostradamus''un astrolojik takvimine şöyle dikkat çeker: ''''Hz. İbrahim ile birlikte Koç Çağı başladı. İnsanoğlu Yaratıcısı''nın bilincine vardı. Hz. İsa ile birlikte Balık Çağı başladı. Şu anda ise Kova Çağı''nda bulunmaktayız. Ve bu çağda doğal afetler dünyanın kapısını çalacak. Bu da insanoğlunun yeteneklerinin koşullara uyum sağlamasını sağlayacak.'''' McHall''a göre, Nostradamus Kova Çağı sonrası 1000 yıllık bir dönem görüyor. Sona doğru girilecek bu 1000 yıllık dönemde ''barış çağı'' yaşanacak. McHall''un yorumlarına göre, 2050 yılına kadar büyüksavaşlar olacak. Avrupa büyük acılara gebe kalacak ve Almanya tekrar ikiye bölünecek... İran Şahı''nın devrilmesiyle başlayan ve 2050 yılına kadar sürecek olan 73 yıl 7 aylık ''Arap egemenliği'' de 2050''de sona erecek. (McHall, Nostradamus ''Arap egemenliği'' kelimesi ile neyi kastettiğini açıklayamıyor) Almanya''nın yeniden birleşeceği 2050 yılına kadar savaş ve hastalıklarla boğuşacak olan yaşlı dünya, bu tarihten sonra 26 yıl sürecek bir huzur dönemine giriyor. Nostradamus''a göre III. Dünya Savaşı 2076''da meydana geliyor. (Bir kısım şifre çözücüler III. Dünya Savaşı''nın tarihi için 1987''yi gösterirken McHall, Nostradamus''un ne kadar süreceği belli olmayan bu savaşın tarihini 2076 olarak gördüğünü iddia ediyor) Fransız kahin, ''büyük kaos'' dönemi dediği IV. Dünya Savaşı''nın tarihini de belirliyor: 2106!.. Kahinin hesabına göre, üç kuşak sonramız ''en kanlı dünya savaşı'' ile tanışıyor ve bu savaş 25 yıl sürüyor. Nostradamus, Kuzey-Güney çekişmesi diye adlandırdığı bu kanlı savaşı şöyle anlatıyor: Fas''tan çıkıp gelecek kralları Avrupa''ya Ruhları parçalayıp, kentleri yakıp yıkmaya. Asya''nın büyüğü dev ordularla aşacak karayı, suyu, Mavileri, babayı ve haçı kovalamaya... Sabah

Kahin vanga

Kahin vanga, obama’nın başkan olacağını önceden bilmiş



ABD’ye 11 Eylül 2001′deki terör saldırısını 12 yıl öncesinden bilen Bulgar kâhin Vanga ölümünden iki yıl önce “Rusya bir gün dünyaya hâkim olacak” demişti.
11 Eylül saldırıları, Kursk faciası, ve Rusya’nın Gürcistan’ı işgal edeceğini bilen Baba Vanga Amerika’ya dair şu kehanetlerde bulundu:
“Amerika Birleşik Devletleri’nin 44’üncü başkanı (Yani George Bush’tan sonraki başkan) siyah olacak. Bu Amerika’nın göreceği son lider olacak. Çünkü siyahi liderin göreve gelmesinden kısa bir süre sonra ülke büyük bir ekonomik krize girecek.
Kuzey ve güney eyaletler arasında anlaşmazlık çıkacak. Endonezya karışacak. Tüm bunlar Üçüncü Dünya Savaşı’nı başlatacak… Üçüncü Dünya Savaşı’nda ilk kez atom bombası kullanılacak.
BİRÇOK ŞEYİ BİLMİŞTİ
Hayattayken kehanetleri Bulgar hükümeti tarafından kaleme alınarak saklanan Baba Vanga’nın kehanetlerinin yüzde 80’i doğru çıktı. 1989’da Rus televizyonuna “İki çelik kuş kulelere çarpacak gökyüzü aydınlanacak, (11 Eylül saldırıları) Kursk (2000 yılında 118 Rus askerine mezar olan denizaltının adı) su altında kalacak bütün dünya arkasından ağlayacak, dedi. Kahin 1994 yılında da ” Vladimir’in zaferi dünyada herşeyi eritecek. (Gürcistan savaşı). İklimler değişecek (küresel ısınma). Rusya ayakta kalacak ve dünyaya hakim olacak” demişti.

BUNDAN SONRAKİ YILLAR İÇİN KEHANETLERİ
2008 – 4 ülkenin 4 devlet başkanına suikast girişiminde bulunulacak. Bu 3. Dünya Savaşı’nın başlama sebeplerinden biri olacak.
2010 – 3. Dünya Savaşı Kasım 2010′da başlayacak ve 2014′e kadar sürecek.
2011 – Radyoaktif dalgaların yoğunlaşması nedeniyle hayvan ve bitkiler yok olma noktasına gelecek. Müslüman ülkeler kimyasal savaşla Avrupalıları yok edecek.
2014 – İnsanlığın yarısı kanserle boğuşacak.
2016 -Avrupa’nın nüfusu azalacak
2018 – Dünyanın yeni hakimi Çin olacak. Çin ekonomik olarak güçlenecek.
2043 – Müslüman bir devlet yeniden Avrupa’nın tek hükümdarı olacak.
2046 – Tedavi edilmeyecek organ kalmayacak. Hastalıklı organın yerine yenisi yapılacak.
2076 – Bütün dünyada “sınıfsız” komünizm sistemi yerleşecek.
2088 – Bütün hastalıklar bir kaç saniyede tedavi edilecek.
2097 – Çabuk yaşlanmanın önüne geçilecek.
2167 – Yeni bir di,n
2304 – Ay’ın sırrı, gizemi çözülecek.
3797 – End of the world – Dünyanın sonu…  Başka bir gezegende insan yapımı yeni bir hayat başlayacak.
http://www.mailce.com/kahin-vanga-obamanin-baskan-olacagini-onceden-bilmis.html

19 Mart 2014 Çarşamba

EVLİYA ÇELEBİ

EVLİYA ÇELEBİ
 Sesi de güzel olan Evliya Çelebi, 1630'da, bir Kadir Gecesi, Ayasofya Camii'nde mukabele okurken, Sultan IV. Murat'ın, dikkatini çekmişti. Maiyetiyle camiye gelen Sultan, sesine hayran kaldığı bu genci sormuş, hakkında bilgi almıştı. Silâhdar Melek Ahmed Paşa'nın da aracılığıyla musahip olarak sarayda hizmete alınmasına irade buyrulmuştur. Evliya Çelebi'ye devlet kapısında memuriyet verilmesine aracılık eden Silâhdar Melek Ahmed Paşa, Evliya’nın teyzesinin kocasıydı.O günden sonra dört yıl süreyle sarayda padişah musahibi olarak kalmış, sonunda sipahiler zümresine katılarak, 1640 yılında meşhur seyahatlerine başlamıştı. Kendi ifadesine göre, bir gece düşünde, Ahî Çelebi Camiine gitmiştir. Burada Hazret-i Peygamberi sahabesiyle birlikte görmüş, Peygambere hayran kalarak mübarek ellerini öpmüş: “Şefaat Ya Resulûllah!.” diyeceği yerde, heyecandan dili dolaşmış: “Seyahat Ya Resulûllah!.” diyerek ondan seyahat dilemiştir. Şefkatli ulu Peygamber, onun her iki dileğini de yerine getirmiştir. Bu mutlu rüyadan sonra, gezilerine başlayan Evliya Çelebi, önce İstanbul'un bütün cami ve türbelerini, kahvehane ve divanlarını dolaşmış, gördüklerini, öğrendiklerini bir bir defterine geçirmiştir. Daha sonra Bursa ve İzmir'e gitmiş, ardından Trabzon'a yolcu olmuştur.Evliya Çelebi, kendi anlattığına göre, daha 19 yaşındayken, İstanbul civarında, yürüyerek dolaşmadık yer bırakmamıştır. Gezip gördüklerini, o tatlı sohbetinde anlatırken, oturup bunları yazmak aklına gelmiş ve o günden sonra bütün hâtıralarını kaleme almaya başlamıştır. İşte, ünlü Seyahatname’si böylece doğmuştur.Artık, Evliya Çelebi için bütün kapılar açılmıştır. Askerî seferler, resmî görevler, elçilikler onun için tam bir fırsattır. 1650 yılında, büyük saygı beslediği, aynı zamanda akrabası olan Melek Ahmed Paşa'nın sadrazam oluşu, daha sonra onun azledilerek Rumeli Beylerbeyliğine tayin edilişi ile birlikte gezmek, görmek imkânını bulmuş, gezileri Osmanlı Devleti sınırlarını da aşmıştır.Kendisini (Seyyah-ı âlem ve nedim-i beni âdem Evliya-yı bî-riyâ) yani (Dünya gezgini, insanoğlunun dostu, riyâsız Evliya) diye takdim eden Evliya, gördüklerini tatlı üslûbu içinde, biraz da abartarak yazmış, seyahat edebiyatımıza ölümsüz bir eser kazandırmıştır. Ziyaret ettiği yerlerin tarihçesi, eski eserleri, halkının yaşayış tarzı, folkloru, gelenekleri, giyimleri, sanatları, inançları, ne varsa seyahatnâmesinde dile getirilmekte, bu arada günlük, olaylar, bu olayların yorumu da yer almaktadır. On büyük ciltte toplanan Evliya Çelebi Seyahatnâmesi bir kültür, sanat ve inceleme hazinesi olarak büyük önem taşır.Evliya Çelebi'nin soyu, Kütahya'ya uzanır. Seyahatnâme'sinin altıncı cildinde, aile kökünün Germiyanoğulları'ndan Yakup Bey'e, onun sülâlesinin de Ahmet Yesevî'ye ulaştığını yazar.Evliya Çelebi 70 yılı aşkın bir hayat yaşamış ve bu ömrünün 50 yılını seyahatlerde geçirmiştir. Üç yüz yıl önceki Osmanlı İmparatorluğunun hemen bütün şehirlerini ve kasabalarını gezen Çelebi'nin, yabancı ülkelere de bol bol seyahat ettiği, ünlü Seyahatname’ sinden öğrenilmektedir. Gittiği başlıca yerler şunlardır: Anadolu, Rumeli, Suriye, Irak, Mısır, Girit, Hicaz, Macaristan, Transilvanya, Moldavya, Polonya, Avusturya-Almanya, Hollanda, Bosna-Hersek, Dalmaçya, Güney Rusya, Kırım, Kafkasya ve İran.Dolaştığı yerlerin âdetlerini, yaşayışlarını, çarşı-pazar bütün binalarını, ünlü kişilerini, tarihçelerini ve lisanlarını kendine has, samimî üslubuyla ve pek meraklı bir biçimde incelemiş olan Evliya Çelebi'nin zaman zaman hurafe, efsane ve mübalâğalara da geniş bir şekilde yer verdiği görülür. Zaten bunlar, onun eşsiz eserine bambaşka bir renk katmıştır.Evliya Çelebi Seyahatnâmesi, bu üslûp üzerine köy, kasaba, şehir devam eder, bazen at üstünde, bazen gemiyle, ülkeler aşılır. Bir macera romanı gibi, okuyucuyu sürükler. XVII. yüzyıl tüm yaşantısıyla Evliya Çelebi'nin ekranında görünür. Bu büyük eser, başka milletlerin de dikkatini çekmiş, üzerinde birçok incelemeler yapılmış, 10 dan fazla yabancı dile çevrilmiştir.Evliya Çelebi'nin ne zaman öldüğü, nerede gömülü olduğu belli değildir. Araştırıcılar onun 71 yaşlarında, 1682 yıllarına doğru İstanbul'da öldüğünü kaydederler.
 

PRUT HARBİ

PRUT HARBİ
 Rus çarlarından Birinci Petro(1682-1725), İsveç kralının Lehistan’da harp etmesinden faydalanarak, 1702 yılında ilk defâ Fin Körfezine çıkarak Petersburg (Leningrad) şehrinin bulun duğu kıyıyı, zaptetti. 1703’te bu kıyıda Deli Petro’nun adı ile Petersburg diye anılan şehir kurulmaya başlandı. Lehistan Seferini bitirdikten sonra, Rusya’ya harp îlân eden İsveç Kralı Demir baş lakaplı XII. Şarl (1697-1718), 1709’da Poltava Muhârebesinde yenilince, ric’at yolu kesil miş olduğundan maiyetiyle berâber Osmanlı topraklarına en yakın olan Bender Kalesine sığındı. XII. Şarl’ı tâkip eden Çar Petro’nun ordusu da Osmanlı sınırını geçerek tahrîbâtta bulundu.Gerek bu tecâvüze karşılık vermek, gerekse İsveç Kralının Bender Kalesinden İstanbul’a gönderdiği yardım dileyen mektupları ve Rusya’nın emellerine set çekmek için Sultan Ahmed Han, Rusya’ya sefer açtırdı. Vezîriâzam Baltacı Mehmed Paşa, sefere Serdâr-ı ekrem (Başkumandan) tâyin edildi. Yüz bin kişilik Osmanlı ordusu, 9 Nisan 1711’de sefere çıktı. Osmanlı donanması da üç yüz altmış gemiyle Karadeniz’e açılarak, Azak Denizindeki Rus donanmasını imhâ ve Azak Kalesini zaptetmek vazîfesiyle denizden sefere katıldı. Osmanlı ordusu, Prut adındaki Kıpçak boyunun adını taşıyan Prut Nehri kıyısında Rus ordusuyla karşılaştı. Çar Deli Petro kumandasındaki Rus ordusunun mevcudu altmış bin kadardı. Osmanlı ordusunun öncüleriyle, Rus öncü kuvvetleri Prut Nehri karşı kıyısında nehir geçiş hazırlıkları içinde karşılaştılar. Osmanlı öncü kuvvetleri karşı kıyıda bir köprü başı ele geçirdi. Emniyetle nehrin karşı tarafına geçti. Bu sırada düşman öncülerinin geri çekilme hareketini sezen Baltacı Mehmed Paşa, kuvvetli bir süvârî kolunu ileri göndererek Ruslara ağır kayıplar verdirdi. Diğer taraftan Kırım Hanı Devlet Giray da, 20 Temmuz günü Rus nakliye kollarını basarak epeyce kayıp verdirdi. Ayrıca çeşitli eşyâ ile dolu 600 arabayı da ele geçirdi. Bu sûretle Rus ordusu ağırlıklarını tamâmen kaybetti. Öğleden sonra Rus askerine verilen istirâhatten faydalanan Devlet Giray, Tatar birlikleriyle Yaş yolunu kesince, Rus ordusu çok kötü duruma düşürüldü. Kuzey, yâni ric’at hattı, Kırım atlıları; sağ kanat da Çerkez Mehmed ve Sâlih paşaların emrindeki sipâhîler tarafından tutulunca, Rus ordusu artık tamâmen sıkıştırılmış bulunuyordu. Ruslar ilk gün yalnız topçu desteği olmadan açıktan yapılan yürüyüşü yeniçerilerin gayretsizliği sebebiyle durdurmaya muvaffak oldular. Fakat bu çarpışmalar sonunda, çarın hareket imkânları da tamâmen önlendi. Prut Irmağının karşı kıyısına da Cin Ali Paşa komutasındaki Bender askerleri yerleştirilince, çevirme işi tamamlan mış ve Osmanlı topçusunun mevzîlere girmesiyle Ruslar büyük zâyiât vermeye başlamıştı.Ordusunun gıdâsızlık yüzünden fenâ bir durumda olduğunu, çemberden kurtulmanın imkânsızlığını ve zâyiâtının da git gide artmakta olduğunu gören Petro, bir meclis topladı ve bu mecliste Türklere sulh teklifinde bulunmayı kararlaştırdı. Çarın müsâdesiyle Mareşal Şeremitiyev bir mektup yazarak, resmen sulh teklif etti. Baltacı Mehmed Paşa mektubu getiren Rus subaylarının karnını doyurup tevkif ettirdi ve Rus ordusunun bombardıman edilmesini, top ateşine fâsıla verilmemesini emretti.Bunun üzerine Şeremitiyev, ikinci bir mektup yazarak daha ziyâde kan dökülmeksizin sulh için bir karar vermesini Baltacı Mehmed Paşaya tekrar ricâ edip, aksi taktirde canla başla tekrar harp edeceklerini bildirdi. Serdâr-ı ekrem 21 Temmuz’da Şeremitiyev’den ikinci mektubu aldıktan sonra bu husûsu görüşmek için Kırım Hanı ve ordu erkânını toplayıp, sulh yapılıp yapılmaması hakkında görüştü. Topladığı hey’ete; “Rus çarı sulh istiyor ve her ne talep edilirse vermeyi kabul ediyor, ne dersiniz? Arzumuz gibi hareket ederse sulhe mi müsâade edelim, yoksa amanına bakmayıp harbe mi devâm edelim?” diye sordu. Kırım Hanı sulhe muhâlif olmasına rağmen, ordu erkânının ekserisinin; “Eğer istediğimiz kaleleri bize teslim eder ve tekliflerimize râzı olursa, sulh yapmak kazançtır. Ayrıca yeniçeriler arasında savaşa karşı bir isteksizlik sezilmesi ve mâzallah fenâ bir durumda savaşın bozgunla netîcelenme ihtimâli vardır.” diye mukâbele ettiğinden sulhe karar verildi. Ertesi gün ordugâha dâvet edilen Rus murahhası Petro Şafirov ile görüşmelere başlandı ve 22 Temmuz 1711’de antlaşma imzâlandı.Bu antlaşma sırasında Rus Çariçesi Katherina ile Baltacı Mehmed Paşanın buluşmaları tamâmen hayâl mahsûlüdür. Devrin hiçbir Türk ve Avrupa kaynağında böyle bir iddiâ yoktur. Prut Seferinden hemen sonra Baltacı’yı sadâretten düşürmek için çalışan devlet adamları dahi böyle bir iddiâda bulunmamışlardır. Bu nevi iftirâlar edeb, ahlâk ve vatanperverliğin nümûnesi olan bâzı Osmanlı paşalarını gözden düşürmek isteyen veya onları da kendileri gibi zanneden romancıların kaleminden çıkmış uydurma hikâyelerden öte gidemez.
http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Osmanli-Hikayeleri-Detay-PRUT_HARBI_-521.aspx

FATİH VE KAZIKLI VOYVODA (DRAKULA)

FATİH VE KAZIKLI VOYVODA (DRAKULA)
 1456 yılında Fâtih, Wlad'i Eflâk prensligine tayin etmişti. Wlad, kardesi Radul ile birlikte Osmanlı sarayında rehine olarak bulunmuştu. Hüküm sürdüğü memlekete Fâtih'in yardımı ile sahip olmasına ve Pâdişaha karşı dost kalacağına dair yemin etmiş bulunmasına rağmen Wlad, sözünde durmayarak Osmanlılar aleyhine Macarlarla anlasma yapacaktır.Fâtih'in, Karadeniz ve Trabzon'da bulundugu sıralarda, Eflâk'ta bazı hadiseler olmaktaydı. Burada Türklerin "Kazıklı Voyvoda", Macarlarin "Drakula" (Şeytan), Ulahların "Çepelpuç" (Cellad) dedikleri Wlad adında zulüm delisi bir adam, halka idarenin en korkuncunu tattırmaktadır. Bu çılgın adam, vahşi ve insanlık dışı birtakım zevklere sahipti. O, kazıklara vurulmuş ve işkence içinde can vermekte olan Türklerin meydana getirdigi büyük halkanın ortasında, saray halkı ile birlikte yemek yemekten zevk alırdı. Eline Türk esirleri geçince ayaklarındaki derinin yüzülmesini ve meydana çıkan kırmızı etlere tuz ekilmesini, sonra da bunları keçilere yalatmasını emrederdi. Böylece, diri diri ayaklarının derisi yüzülen esirlerin işkencesi, daha büyük olurdu. O, kendisine gönderilen Osmanlı elçilerinin sarıklarını başlarına çiviletmiştir. Fâtih Sultan Mehmed, onu İstanbul'a davet eder. Ancak Wlad, düşmanlarının çokluğundan ve memlekette bulunmadığı bir sırada tac ve tahtının Macarlara verileceğinden korktuğundan, Eflâk'ı düşmanlarına karşı muhafaza edecek bir kuvvetin gönderilmesini rica eder. Bunun üzerine Pâdişah, Silistre Beyi Yunus Bey ile Çakırcıbaşı Hamza Bey'i Eflâk'i beklemek üzere görevlendirir. Yunus Bey ile ÇakırcIbaşı Hamza Bey, Tuna kenarına geldikleri vakit, nehrin donmuş olduğunu görürler. Bununla beraber Tuna'yı geçmek hazırlıkları yaptıkları ve dostluktan başka bir şey ümid etmedikleri, hatta itibar göreceklerini sandıkları bir sırada Wlad'ın büyük bir saldırısına uğrarlar. Bu baskında Yunus Bey şehid, Hamza Bey de esir edilmişti. Wlad, daha sonra Hamza Bey'i öldürerek başını Macar kralına gönderir. Kan dökücü Wlad, aldığı esirlerin tamamını kazığa vurduktan sonra, Osmanlılara ait bazı sehir ve kasabaları tahrip etmekten de çekinmez.Bütün bu olanları haber alan Fâtih Sultan Mehmed, hiddetinden ve üzüntüsünden yerinde duramayarak 150 bin kişilik bir ordu ve 25 büyük, 150 küçük parça deniz kuvveti (nehir donanması) hazırlayarak, Allah'ın kullarına zulm eden bu zâlimi ortadan kaldırmak için Eflâk seferine çıkar (H. 866/1462 M.) Fâtih, Eflâk ortalarına kadar gittiği halde, Wlad'in kuvvetleri ortalarda görünmüyorlardı. Wlad, Fâtih'in, casusları vasıtasiyle önceden haber aldığı bir gece baskını düzenleyerek Pâdişahı öldürmek ister. Fakat bunda muvaffak olamadığı gibi, perişan bir halde canını zor kurtarıp kaçabilir. Osmanlı akıncıları onu bulmak için bütün Eflâk’ı tararlar. Pâdişah da ordusuyla prensliğin başkentine yürür. Şehrin yakınında kazıklanmış 15 bin adamdan kurulu korkunç bir orman görünce nefretle "Devlet kuvvetini böyle kullanmış, tebeasına ve Allah'a karşı bu denlü cinayetler islemiş bir adam, asla itibara layık değildir" der.Yaralı olarak kaçıp Macarlara sığınan Wlad, onlardan yardım ister. Fakat Macar Kralı, hiç yoktan Osmanlılarla bir anlaşmazlığa düşmek istemediğinden bu yardımı yapmamış, hatta Wlad'i yakalayarak haps etmişti. Öte taraftan Osmanlılar, Wlad'in kardeşi Radul'u oniki bin duka yıllık vergiye bağlayarak Eflâk prensliğinin başına getirdiler. Böylece Eflâk, mümtaz bir eyâlet haline getirilerek, Osmanlılara sıkıca bağlanmış oldu. Wlad, Radul'un ölümü üzerine zindandan kaçıp tekrar idareyi ele almak istediyse de öldürülerek kesik başı memleket memleket dolaştırılır.

http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/

18 Mart 2014 Salı

Kas Yapmayı Önleyen 10 Etken

IMG Ust

Kas Yapmayı Önleyen 10 Etken


Kas Yapmayı Önleyen Etken 1: Yağı Kesmek

Düşük yağ oranına sahip bir diyet ile kas elde edemezsiniz. Medicine & Science in Sports & Exercise dergisinde yayınlanan bir yazıya göre, yapılan bir araştırmada sıradan diyet yapan insanların, düşük yağ oranlı bir diyet yapanlara nazaran 2,2 kilogram daha fazla kas kütlesi inşa ettiği bulundu. Burada sözü geçen yağlar kuruyemişlerden sağlananlar gibi sağlıklı yağlar.

Kas Yapmayı Önleyen Etken 2: Dehidrasyon

Susuzluktan kurumuş bir ağız, kaslarınızın da kurumasına yol açar. American College of Sports Medicine dergisinde yayınlanan bir yazıya göre; yapılan bir araştırmada, dehidrasyon omuz ve kol kasları gibi küçük kaslarda güç azalmasına yol açıyor. Unutmayın, bir vücutçu çok su içmelidir çünkü spor, su ihtiyacını arttırır. Günlük kaç litre su ihtiyacınız olduğunu öğrenmek için vücut ağırlığınızı kilo cinsinden 30'a bölünüz, bu size ihtiyacınız olan su miktarını tespit etmede ortalama bir değer verecektir.
Kas Yapmayı Önleyen Etken 3: Çok Fazla Karbonhidrat Almak
Çok fazla karbonhidrat almak: Eğer bir hız koşucusu (sprinter) gibi görünmek istiyorsanız, karbonhidratları maraton koşucusu gibi abartılı bir şekilde mideye indirmeyin. Aminoasit Dergisinde yayınlanan bir yazıda, yapılan bir çalışmaya göre antrenmandan önce ve sonra 20 gram protein alan sporcunun, antrenman öncesi ve sonrası sadece karbonhidrat alan bir sporcuya göre daha fazla kas ve daha az yağ kazandığı ortaya çıktı. Karbonhidratların, sporcu beslenmesindeki yerini bilin ama abartmayın.


Kas Yapmayı Önleyen Etken 4: Kardiyoyu Hepten Zararlı Sanmak

Kardiyovasküler çalışmanın kas kütlesi inşa etmeyi yavaşlattığı ve hatta durdurduğunu düşünüyorsanız şunu bilin: Kardiyovasküler çalışmalar, kas kütlenizin gelişimini durdurmaktan çok çok uzak. Kardiyovasküler çalışmaların yararlarından bir tanesi de solunum sistemine olan olumlu etkileridir, solunum sistemi geliştikçe sizin kaslarınıza besin taşıma ve dolaylı olarak onları yenileme süreniz artar. Haftada 2-3 kere 20 dakika kardiyo çalışmanızın, kas inşa etmenize faydası olacaktır.

Kas Yapmayı Önleyen Etken 5: Aşırı Çalışmak

Evet, gece kulübünde tek ihtiyacınız olan şey tişört altından belli olan kaslardır, ama aşırı kas çalışması yapmak sakatlıklara yol açabilir. Vücudunuzdaki kasların %60'ı bacaklarınızda ve sırtınızdadır. Bu bölgelerdeki kasları çalıştırmak testosteron seviyenizde artışa neden olacaktır ve böylece sizin önemsediğiniz diğer kas grupları da daha iyi gelişecektir.

Kas Yapmayı Önleyen Etken 6: Uyku Eksikliği

Geç saatlere kadar oyalanmak; sadece spor salonunda cansız hissetmenize neden olmaz, sizi daha da zayıf ve güçsüz kılar! John Moores Üniversitesi'ndeki bir araştırmaya göre; bitkin sporcular bench press'te ve deadlift'te, dinlenmiş hâllerine göre daha az ağırlık kaldırabildiler. Kaldırışlardaki ağırlık azalması ise dolaylı yoldan daha az kas inşa etmek anlamına gelir.

Kas Yapmayı Önleyen Etken 7: İleri Seviye Olmadığınız Halde Bitim Noktanıza Kadar Çalışmak

Tek bir ağırlık kaldırışı tekrarını dahi yapamayacak kadar çalışmanız size faydalı olacaktır, fakat her sette değil. Bir kas grubu için, her sette on beş tekrardan fazla olmak kaydıyla yirmi setten fazla idman yapmak iltihaplanmaya yol açabilir. Zaten bir kas grubu için yirmi set veya on beş tekrar üstü çalışmanıza izin verecek olan ağırlık, zaten çok hafiftir ve antrenman için -özel bir sebebiniz olmadıkça- doğru ağırlık değildir.


Kas Yapmayı Önleyen Etken 8: Tuz Kullanmayı Bırakmak

Yüksek yoğunluk (high intensity) antrenmanları yapıyorsanız -ki bu durumda kas yapıyor olmanız gerekir- terleyerek sodyum kaybedersiniz ve bunun tuz ile yerine konması gerekir. Ross Sherman'a göre; tuz alımı, karbonhidratları enerji için depolamanıza ve amino asitlerin kas yapmak için vücut tarafından kullanılmasına yardımcı oluyor. Fakat günlük dört gram olan limiti geçmemelisiniz. Bu da yaklaşık bir çay kaşığına denk gelir.


Kas Yapmayı Önleyen Etken 9: Hiç Dinlenmemek

4 ila 6 haftalık bir antrenman programından sonra birkaç gün ara vermeli ve dinlenmelisiniz. Eğer hiç ara vermezseniz bu, antrenmandan aldığınız verimi düşürecektir. Kaslarınızın yenilenmesi ve hipertrofinin (kas büyümesinin) tetiklenmesi için dinlenmeniz gerekir.


Kas Yapmayı Önleyen Etken 10: Sindirimi Uzun Süren Gıdalarla Beslenmek

Antrenmandan sonra kaslarınızı çabucak beslemelisiniz! Katı gıdaların sindirimi saatler sürer ve sadece saatte 4 ila 7 gram arasında protein bırakırlar. Kaslarınızın açlıktan ölmesini istemiyorsanız, antrenmandan hemen sonra onları besleyin. Protein tozları, kaslarınızı beslemek için en kolay sindirilebilen protein çeşididir. (Protein tozlarının kısa vadede kas gelişimi için yararlı olduğu doğruysa da sürekli kullanımının uzun vadede ne tür etkilere sahip olduğu bilinmemektedir.

Güleryüzlü Olmanın Önemi

IMG Ust

Güleryüzlü Olmanın Önemi

Neşeli düşünme, eğitime ve kültüre dayalı önemli bir meziyet olup öğrenilebilen ve çaba gerektiren bir özelliktir. Bu nedenle her yöneticinin, neşeli düşünme sanatını öğrenmesi gerekir. Okullar, kişiye mesleki bilgiler verir. Ancak neşeli düşünmek gibi spesifik bir özellik kazanmak, kişinin kendini geliştirmesine bağlıdır. Ve bu konudaki yöntemleri öğrenmesiyle mümkündür.

Neşeli düşünme, konusunda birçok yöntem bulunabilir. Eğitim, psikoloji ve mizah alanın kesiştiği bir özel alandır bu.

Neşeli Düşünme Metotları

1- İnsanın Kendine Dışarıdan Bakması: Yazarın biri, “Hayat yakından bakıldığında trajedi, uzaktan bakıldığında komedidir” diyor. Yani hayata, hayatın aktörü gibi değil seyircisi gibi bakmak önemlidir. Geçmişte yaşadığımız kaygılı, korkulu bir anıyı daha sonra kahkahalarla anlatıp neşeleniyoruz. Çünkü onu yaşarken, olayın aktörüyüz. Zaman geçtikten sonra seyircisi durumuna düşeriz ve artık olay ne kadar acı bile olsa ona gülebiliriz. Burada önemli olan, olayı yaşarken bile olayın seyircisiymiş gibi insanın kendine bakabilmesidir. Mizahçılar, şovmenler kendilerine dışarıdan bakarak bir sıkıntıyı neşeye çevirebilirler. Diyelim ki bir mizahçı bir fıkra anlattı. Ama istediği gülmeyi sağlayamadı. Hemen kendine dışarıdan bakıp “Böyle bayat fıkra anlatılır mı aptal adam” diyerek fıkrasıyla alay ederek istediği tepkiyi elde edebilir. Ben bir yöneticinin de zaman zaman kendine dışarıdan bakarak sıkıntılı anları neşeye çevirebileceğini düşünüyorum. Bu aynı zamanda yöneticinin, yerini ,yönünü belirlemesinde ve empati ile davranmasında önemli bir adımdır.


2- İnsanın Dışıyla İçini Etkilemesi: İnsanın içi dışını, dışı da içini etkiler. Biz genellikle içimizin dışımızı etkilemesini biliriz. Yani gamlı kederliysek bu yüzümüze ve bakışlarımıza yansır. Ya da neşeliysek gözlerimiz ışıl ışıldır. Oysa dış yapımızda içimizi etkiler. Yazarın biri “Neşeli olmak istiyorsanız neşeli görünün” der. Bu durum garibinize gidebilir. Ama hayatın birçok kesitinde, dış yapının iç yapımızı doğrudan etkilediğini bizzat yaşarız. Mesela sizi sarsan bir olayın etkisiyle gam keder içinde dolaşırken, çok sevdiğiniz bir arkadaşınızla karşılaştınız. Biraz zor olsa da hemen yedekte bulunan tebessümünüz, yüzünüzde parlamaya başladı. O tebessüm ve arkasından gelen bir iki hoş hatıranın yad edilmesiyle, bir anda keder bulutlarının kaybolduğunu hissedersiniz. Neşeli görüntünüz içinize yansımıştır. Günlük hayatta bunun birçok örneği vardır. Korkak biri cesurmuş gibi davranarak, gerçekten korkusunu cesarete dönüşür. Çünkü insan uzun süre rol yapamaz ve bir müddet sonra rolünün adamı olur.


Diğer yandan neşe neşenin, kederde kederin mayasını içinde taşır. Nasıl ki uyudukça uyuşur ve daha çok uyuyasınız gelir, hareketlendikçe enerjiniz artar daha çok hareketlenirsiniz. Aynen neşeli düşündükçe, neşeli düşünmenin yörüngesine daha çok girmek mümkün olur.


Yönetici dış görünüşündeki, düzgün kılık kıyafeti ve neşeli görüntüsüyle başarının anahtarını elde etmiş olur.


3- İnsanın Yeri Geldiğinde Kendine de Gülebilmesi: İnsan yeri geldiğinde, kendi defolarına gülebilmelidir. İnsan hep kendini bilgili, kültürlü, güçlü ve mükemmel göstermek ister. Oysa insan mükemmel değildir. Birçok zayıflıkları bünyesinde barındırır. İnsanın yeri geldiğinde, kendi yanlışlarına gülebilmesi hem kendini rahatlatır hem de diğer insanlara insani bir tarafını göstermiş olur. İnsanın kendine katı ve mükemmel bir rol biçmesi onu gergin yapar. Büyük adamlara, düşünürlerin hayatlarına yakından bakıldığında, onların kendi zaafları üzerine ne kadar alaycı olduklarını görürsünüz. Bu durum sıkıntıyı bertaraf eder, onu neşeye çevirir. Başkalarının size gülmeleri de bu şekilde engellenmiş en azından zararsız hale getirilmiş olur.


4- Zihne Sürekli Olumlu Veriler Yüklenmesi: İnsan beynine giren hiçbir verinin kaybolmadığını düşünüyorum. Bir şeyi unutmamız, onu beynimizden sildiğimiz anlamına gelmez. Bilinçaltına depolarız onları. Hayatın olağan akışı içinde zaten birçok beklemediğimiz olumsuz sürprizler vardır. Kötü deneyimler, bizim hayata karamsar bakmamızı sağlar. İyimser ve neşeli olmak, beynimizdeki hoş verilerin yoğunluğuna bağlı olarak gelişir. Bu nedenle beyne neşeli veriler yükleyip, olumsuz verilerin oranını azaltarak, hayata iyimser ve neşeli bakmamız mümkün olabilir.


Bu bağlamda insana iyimserlik veren kitapların okunması, filmlerin izlenmesi, hoşsohbet arkadaşların olması vb. neşeli düşünmenin altyapısını oluşturmada önemli yer tutar.


5- Mizah Yeteneğinin Geliştirilmesi: Mizah güldürme kadar düşündürme sanatıdır aynı zamanda. Hayata değişik pencereden bakmamızı sağlar. Zihnimize esneklik kazandırır. Hayatı ve olayları sorgulamamızda neşeli bir araçtır. Mizah yeteneği gelişmiş bir yönetici, sorunlara çözüm bulmakta da yeteneklidir. Personeli motive etmeyi de iyi bilir. Bu nedenle mizah yeteneğinin geliştirilmesi önemlidir. Yapılan deneylerde, komedi filmi izleyen deneklerin izlemeyenlere oranla yaratıcılık yeteneklerinin daha fazla arttığı görülmüştür. Mizah yeteneğinin geliştirilmesinde, mizah kitaplarının okunması, komedi filmlerinin izlenmesi ve  mizah kahramanlarının hayat öykülerinin okunması önemlidir.

Akıllı Telefonlar, Miyop Hastalığını Tetikliyor

IMG Ust

Akıllı Telefonlar, Miyop Hastalığını Tetikliyor

Akıllı telefonlar, standart okuma mesafesi olan 40-50 santimetreden daha yakında tutuluyor ve miyopinin ortaya çıkmasında ve ilerlemesinde risk faktörü olabiliyor.
Göz Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. Uğur Emrah Altıparmak, halk arasında uzağı görememe olarak bilinen "miyop"un toplumda en sık görülen görme kusurlarından biri olduğunu söyledi. Anne veya babası miyop olan çocuk ve gençlerde daha yüksek miyopi numaraları ile sık karşılaşıldığına dikkati çeken Altıparmak, ailesel yatkınlığın yanı sıra çevresel faktörlerin de göz hastalıklarına neden olduğunu vurguladı.

Altıparmak, "Günümüzde, çocuklarımız zaten yoğun biçimde okul, ders ve proje gibi aktiviteler nedeniyle bilgisayar kullanıyor ve okuyorlar. Buna son yıllarda akıllı telefonlar da eklendi. Özellikle akıllı telefonlar, çocuğun gözlerini bozabiliyor ve miyopiyi hızlandırabiliyor. Bu nedenle ailelerin, akıllı telefon kullanan çocuklarına kullanım süresiyle ilgili sınırlamalar getirmesi gerekiyor" uyarısında bulundu.
"Akıllı Telefonlar Uzağı Görme Yeteneğini Bozabiliyor"
Bazı çalışmalarda "bir kuşaktan sonrakine daha sık miyoplaşma görüldüğü, hatta ülkedeki eğitim düzeyinin artması, sanayileşme ve teknolojik ilerlemenin yaygınlaşmasına bağlı olarak da miyopinin daha sık ortaya çıktığının gösterildiğini" anlatan Altıparmak, şunları kaydetti: "Bu da miyopinin gelişmesi ile artan eğitim düzeyinin ve  uzayan yakın çalışma (okuma, bilgisayar) saatlerinin artmasının etkisi olabileceğini düşündürüyor.

Son yıllarda giderek daha yaygın kullanılan, hatta herkesin günlük hayatının parçası haline gelen akıllı telefonların da miyopinin tetiklenmesinde ve artmasında etken olabilir. Günlük yaşamdaki mevcut yakın çalışma yüküne ek olarak, gözlerimizi daha da yakın bir faaliyete zorlayan bu cihazlar, genellikle standart okuma mesafesi olan 40-50 santimetreden daha yakında tutuluyor, sıklıkla da daha küçük cisimleri görmek için bizleri zorluyor. Bu da miyopinin ortaya çıkmasında ve ilerlemesinde yepyeni bir risk faktörü olabiliyor. Akıllı telefon kullanıcıları sürekli cihazlarının ekranına bakınca uzak görme yetenekleri bozulabiliyor."

"Çocuklara Sınırlama Getirin"
Altıparmak, özellikle göz numarasının aktif olarak değiştiği ve gözde "emetropizasyon" adı verilen numaranın, doğal gelişim süresi içinde düzene girdiği ilk 9-18 aylık sürede bebekleri, bu tür cihazlardan uzak tutmanın yararlı olacağının altını çizerek, şöyle devam etti:"Emetropizasyonun azalarak da olsa sürdüğü ilk 8-10 yaş ve hatta sonrası döneminde de çocuklarımızı bu tür cihazlardan mümkün olduğunca belli kurallar koyarak ve süre sınırları getirerek faydalandırmak önemli olabilir. Miyop olmayan çocuğun miyoplaşma riskini bu şekilde azaltabilir, miyop olan çocuğun da numara artış hızını bu şekilde yavaşlatabiliriz."

17 Mart 2014 Pazartesi

5 Çayı Geleneğinin İlginç Öyküsü

IMG Ust

5 Çayı Geleneğinin İlginç Öyküsü

Tahmin etmek çok da zor değil belki ama Türkiye en çok çay tüketen ülkelerden biri. Kahvaltıda, ofiste çalışırken ve her yemekten sonra çay içmeyi severiz biz. Çay içmek her daim keyiflidir ama yanındaki atıştırmalıklarıyla 5 çayının keyfi bir başkadır. Dost sohbetleriyle, dertleşmeleriyle hem sosyal boyutu vardır 5 çayının, hem de aslında bir ara öğün olduğundan sağlık açısından önemi vardır.
Peki ne zaman, neden doğmuştur 5 çayı geleneği, hiç merak ettiniz mi?
5 çayı geleneğinin doğuşu İngiltere’de Kraliçe Victoria dönemine rastlar. 1800’lü yıllarda İngiltere’de kahvaltı ve akşam yemeği olmak üzere iki öğün yenirmiş. Zamanla akşam yemeği önem kazanarak daha geç saatlerde ve daha ağır bir öğün olarak yenmeye başlamış. Bir rivayete göre 7. Bedford düşesi Anna, kahvaltı ile akşam yemekleri arasındaki saatlerin uzaması ile birlikte diyabeti olduğundan ötürü ikindi saatlerinde iyice bitkin düşüyor, zaman zaman bayılıyormuş. İşte bu yüzden saat 5 civarında odasına bir bardak çay ve atıştırmalık yiyecekler söylüyormuş. Bu alışkanlığından gittikçe daha fazla zevk almaya başlayan Anna, zamanla arkadaşlarını da odasına çağırarak bu etkinliği bir davete dönüştürmeye başlamış. Bu davetler Kral Edward’ın da hoşuna gitmiş olacak ki bir süre sonra o da çay partileri düzenlemeye başlamış. Sarayda doğan bu davetler önce tüm İngiltere’ye, ardından da tüm dünyaya yayılmış.

Görünen o ki çayın Osmanlı’ya gelmesi 1900’lü yılların başına denk gelse de, Türk Milleti bu geleneğe adapte olmakta pek zorlanmamış. Bugün hala ev hanımları, öğlenden sonraları evlerinde 5 çayı davetleri veriyorlar. Birbirlerini en güzel şekilde ağırlayarak hem mutfaktaki hünerlerini sergiliyorlar hem de keyifli bir sohbet ortamı yaratıyorlar.

Gaziantep

IMG Ust

Gaziantep

Büyük şehir Gaziantep gidilip görülmeyi, anlatılmayı kesinlikle hak ediyor.

Gaziantep’te Mutlaka Görülmesi Gereken Yerler:


Gaziantep Arkeoloji Müzesi

Anadolu’da pekçok yerde görebileceğiniz arkeoloji müzelerinden biri Gaziantep Arkeoloji Müzesi. Düllük antik şehri ve Zeugma‘dan gelen pek çok değerli parça burada görülebilir.

Zeugma Mozaik Müzesi

Zeugma Mozaik Müzesi, en güzel müzelerden biri, muhakkak görülmeli. Zeugma antik şehrinden kurtarılan dev mozaikler, harika bir şekilde müzeye yerleştirilmiş. Antep’e gittiğinizde, mutlaka birkaç saatinizi ayırıp görmelisiniz. Şehir merkezine uzak Halil Usta’ya da çok yakın. Gitmişken çıkışta da Halil Usta’da küşneme yiyebilirsiniz. Müze kart sahibiyseniz giriş ücretsiz.

Bayazhan Kent Müzesi

Beyazhan ya da Bayazhan Kent Müzesi, Antep kültürünün her yönünü görebileceğiniz bir müze. Oldukça detaylı hazırlanmış, Gaziantep’in tarihi kültürü yemekleri hakkında detaylı bilgi edinebilirsiniz. Müze kart sahibiyseniz giriş ücretsiz.

Gaziantep Kahramanlık Panaroması Müzesi

Kahramanlık Panaroması Müzesi kalenin içine yapılmış, Kurtuluş Savaşı’nda Antep’in kahramanlıklarını anlatan bir müze.  Eğer Cumhuriyet tarihine ilginiz varsa mutlaka ziyaret edin. Müze kart sahibiyseniz giriş ücretsiz.

Emine Göğüş Mutfak Müzesi

Gaziantep yemeklerini tanımak için ziyaret edilebilir. 300′den fazla yemek çeşidinin olduğu Gaziantep mutfağı, incelenmeye değer.

Elmacı Pazarı ya da Almacı Pazarı

Almacı Pazarı, Antep’e özgü çeşit çeşit baharat ve fıstık bulabileceğiniz aynı zamanda  fotoğraf çekebileceğiniz güzel bir mekandır.

Bakırcılar Çarşısı:

Adı üstünde Bakırcılar Çarşısı. Çeşit çeşit bakır işlerini görebileceğiniz bir çarşı. Ekonomik fiyata bakır işlerini alabilirsiniz.

Tahmis Kahvesi

Menengiç kahvesi içmek ya da otantik bir ortamda vakit geçirmek için ideal bir kahve. Antep’teki eski kahve kültürünü yaşamak ve menengiç kahvesi içmek için Tahmis Kahvesi’ne mutlaka uğramalısınız.

Zincirli Bedesten

Zincirli Bedesten, hem bakırcılar hem de baharatçıların bir arada bulunduğu eski bir bedesten. Oldukça turistik ve renkli bir han. Gaziantep’e özgü dokuma işlerini de buradan alabilirsiniz.

Gaziantep Tarih ve Kültür Yolu

Gaziantep Kalesi ile Bakırcılar Çarşısının ana sınırlarını oluşturduğu Gaziantep Tarih ve Kültür Yolu, restore edilerek yaklaşık 5 km’lik yürüyüş alanında hanları, camiileri ve müzeleriyle  fotoğraf çekmek ve Antep kültürünü tanımak için eşşiz bir alandır.

15 Mart 2014 Cumartesi

ÇANAKKALE ZAFERİ KINALI KUZULAR


Büyük İslam Alimleri ve Çeşitli Görüşleri

Büyük İslam Alimleri ve Çeşitli Görüşleri

Ehl-i Sünnet konusunda görüşlerine başvurulacak kişilerin başında, eserleri "Kütüb-i Sitte" adıyla anılan altı büyük hadis kitabının yazarı olan İslam alimleri gelir:

İmam Buhari

Hicri 194 yılında Buhara'da doğdu. Dönemin büyük din alimi olan babası Eb'ül Hasan İsmail'in vefatı üzerine, annesinin koruması altında çocukluk dönemini geçirdi. Yedi yaşında hadis eğitimi almaya başlamış ve on yaşına geldiğinde ezberlediği hadis sayısı 70 bini bulmuştur. Mekke, Medine, Nişabur ve Basra'daki ünlü alimlerden dersler almış, bu yüzden adı Buhara'nın dışında da duyulmaya başlanmıştır. Aralarında Müslim, Ebu Davud, Tirmizi, İbni Said'in de bulunduğu birçok ünlü İslam alimi O'nun eserlerini güvenilir kaynak olarak kabul etmiş ve fikirlerinden istifade etmiştir. Hadis konusunda gelmiş geçmiş en büyük üstad olduğu herkes tarafından kabul görmüştür.
İmam Buhari 600 bin hadis üzerinde çalışma yapmış, eserinde ise bunun sadece 7.275 tanesine yer vermiştir. 16 yıl süren bu çalışması kendi alanında en güvenilir kaynak eser olarak kabul edilir.
"El-Camiu's Sahih" adlı eseri daha sonra Ahmed Zehidi tarafından " Sahih-i Buhari Muhtasarı (Tecrid-i Sarih)" adı altında kısaltılmış olup, 2.000'den fazla hadis bu eserde yer almıştır.
İmam Buhari, ardında yüzyıllar boyu Müslümanlara yol gösterecek bir eser bırakarak Hicri 256 yılında vefat etmiştir.

İmam Müslim

İmam Müslim, Hicri 204 yılında Nişabur'da doğdu. 14 yaşında hadis dersleri almaya başladı. Irak, Hicaz, Mısır ve şam'a giderek hadis konusunda yapılan çalışmaları inceledi. Gezdiği yerlerdeki hadis kaynaklarından ve bu konudaki çeşitli çalışmalardan yararlanmış ve bunların içerisinde en çok İmam Buhari'nin eserlerinden etkilendiğini söylemiştir.
Hadis konusunda yapmış olduğu çalışmalarda, hadisleri nakledildiği şekilde kullanmış, yanlış anlaşılmaya neden olmamak için bunların bir harfine dahi dokunmamıştır. "Camiu's Sahih" ya da "Sahih-i Müslim" adı verilen eserinde 300 bin sahih hadisten faydalanmış ve bunun sadece 3.030 tanesini Sahihine almıştır. Bu çalışması Sahih-i Buhari'den sonra en güvenilir hadis kitabı olarak kabul edilmektedir. O'nun tertiplediği es-Sahih adlı hadis külliyatı, ünlü altı hadis kitabı (Kütüb-i Sitte)'nin ikincisi olarak asırlardır İslam dünyasına hizmet vermektedir.
İmam Müslim'in hocası Abdülvehhab El-Ferra'nın onun hakkında şöyle dediği rivayet edilir:
"Müslim, halkın alimlerinden ve ilim dağarcıklarından birisidir. O'nun hakkında hayırdan başka bir şey bilmiyorum."

İmam Tirmizi

İmam Tirmizi, Hicri 209 tarihinde Maveraünnehir'de Tirmiz denilen bölgede dünyaya gelmiştir. Horasan, Irak ve Hicaz'da eğitim gördüyse de asıl tahsilini Buhara'da yapmıştır. Hadis konusundaki eğitimi, Buhari ve Müslim'den almıştır.
Tirmizi sadece hadisleri toplamakla kalmamış aynı zamanda hadis ilminin gelişmesine katkıda bulunmuştur. " Sahih-i Tirmizi" adlı eserinde 3.962 hadis mevcuttur. Bu eser, sahasında güvenilir kaynaklar arasında gösterilmektedir.
Sahih-i Tirmizi'nin diğer hadis kitaplarından en bariz farklılığı konu düzenidir. Küçüklü büyüklü her konu birbirine karışmayacak şekilde ayrı ayrı ele alınmıştır. Sahabelerin hayatına dair yazılmış ilk eser Tirmizi'ye aittir.

Ebu Davud

Hicri 202 tarihinde dünyaya gelmiştir. Tıpkı Buhari ve Müslim gibi, o devir İslam dünyasının hemen tamamını dolaımış ve 50'den fazla bilginden ders almıştır. Buhari ve Müslim'in çalışmalarından faydalanmıştır. Hadis konusunda çalışma yapanlar da Ebu Davud'un eserlerinden faydalanmışlardır. İslam uleması tarafından birçok konuda takdir edilmiş ve ilmi ile amel eden alimler arasında gösterilmiştir.
"Sünen-i Ebu Davud" isimli eserinde 500 bin hadis arasından 4.800 hadise yer vermiştir. Hadis seçiminde özellikle hükümlerle ilgili olanlara öncelik göstermiştir. Eserleri farklı mezheplere mensup araştırmacılar tarafından kabul görmüştür.

İmam Nesai

Hicri 225 yılında Horasan'da dünyaya gelmiştir. İslam ilim merkezlerini gezip dolaşmış ve birçok alimden hadis dersleri almıştır. Eserleri günümüze kadar gelmiş olup hala kaynak olarak kullanılmaktadır.
Mısır'dan Şam'a geldiğinde Emevi iktidarının baskısına uğrar ve işkence sonucu öldürülür. Kabrinin Safa ile Merve arasında olduğu söylenmekle birlikte kesin bir bilgi yoktur.
El-Mücteba adlı eseri hadis konusunda diğer eserlere nazaran daha hassas bir çalışmadır. Kütüb-i Sitte'nin üçüncü kitabıdır.

İbn-i Mace

Hicri 209 yılında Kazvin'de doğmuştur. Hadis sahasında belli bir seviyeye gelmek isteyen diğer alimler gibi o da Horasan, Basra, Mekke, Şam ve Mısır'ı ziyaret etmiştir. "İbn-i Mace Sunen"den başka tarih ve tefsir kitapları da yazmıştır. Ünlü eseri, Kütüb-i Sitte'nin altıncı eseri olarak kabul edilmiştir. Bazı alimler ise İmam Malik'in "Muvatta" isimli eserini altıncı eser olarak düşünmüşlerdir.
"İbn-i Mace Sunen" isimli eserinde geçen 4.341 hadisten 1.339'u diğer hadis kitaplarında kullanılmayan hadislerdir.

İmam Gazali

Hüccetül-İslam ebu Hamid bin Muhammed Gazali, İslam dünyasının fıkıh ve tasavvuf yolundaki en büyük simalarından birisidir. Hicri 450 (miladi 1058) yılında İran'ın Tus şehrinde dünyaya gelmiştir. Babası dar gelirli olmasına rağmen Gazali'nin iyi yetiştirilmesine büyük özen göstermişti.
Tus'daki eğitimini tamamlayan Gazali, Gurcun'a geçerek tahsiline devam etti. Anadolu'daki siyasi otoritenin sarsılması Gazali'yi etkiledi. Bu yüzden Nişabur'a geçerek en ünlü alimlerden Ebü'l Meali el Cüveyni'nin talebesi oldu. Hocasının ölümünden sonra, Nizamül Mülk tarafından nizamiye medresesine atandı. Kısa süre içerisinde geniş bir halk kitlesine sesini duyurma imkanı buldu. Talebelerinin sayısı her geçen gün artıyordu.
Hicri 488'te geçirdiği bir rahatsızlık sonucunda medresedeki görevinden ayrılarak on sene insanlardan uzak bir hayat geçirdi. Bu dönemin hemen ardından Bağdat'a talebelerinin yanına dönerek, "İhyau Ulumi'd Din" isimli eserini talebelerine okutmaya başladı. Bu esnada Anadolu'daki İslami birlik bozulunca Selçuklu veziri tarafından tekrar Tus'a çağırıldı. Sultan Sencer tarafından korunarak kendisine 12 yıl boyunca bütün imkanlar seferber edildi. Hicri 505 (Miladi 1111)'de sona eren ömrünün son gününe kadar ilim ve tebliği bırakmadı.
İmam Gazali'nin fikirleri İslam düşünce tarihinde bir dönüm noktası olmuştur. Özellikle ömrünün son yıllarında Ehl-i Sünnet'e muhalif fırkalarla mücadele etmiş ve birçok sapkın insanı bu yoldan çevirmiştir. İmam Gazali bir eserinde şöyle söylemektedir:
Müslümanlık ünvanında dediğimiz gibi, marifetin hakikatında bir numune ve nişan vardır, bunu ehli olan anlar. Dünya ile alakası olmayanlar, onunla uğraşmayanlar ve ömründe Allah'ı aramak ve istemekten başka bir şeyle uğraşmayanlar hariç, bunun hakikatını kimse arayamaz. Bu da zor ve uzun bir iştir. O halde herkesin gıdası olana işaret edelim. Bu da Ehl-i Sünnet itikadıdır. Bu itikadı kalbinde bulunduranlar için bu itikat, saadet ve kurtuluş tohumu olacaktır. (Kimya-i Saadet, Ehl-i Sünnet İtikadını Doğru Öğrenmek)
İmam-ı Gazali'nin başlıca eserleri:
1- İhyau Ulumi'd Din (Dini İlimlerin İhyası), Gazali'nin en meşhur ve en büyük eseridir. Bu kitapta fıkıh ve tasavvuf konuları ele alınmıştır. Her kısım 4 kitap olmak üzere, toplam 40 kitaptan oluşmaktadır. ıhya, yazılışından bu yana ıslam aleminin en çok okunan kitapları arasındadır.
2- El Iktisad fi'l-ıtikat (ıtikatta ıktisat), itikat konularını ele alır.
3- Tehafütü'l Felasife (Filozofların Tutarsızlıkları), Aristo'nun felsefesine yaptığı eleştirileri derlediği kitaptır.
4- Kimya-i Saadet (Mutluluk Kimyası), iman, amel, ahlak ve tasavuftan bahseder. İhya'nın Farsça yazılmış bir özeti mahiyetindedir.
5- Bidayetü'l Hidaye (Hidayetin Başlangıcı), halkın anlayacağı tarzda yazılmış, din ve ahlak bilgilerinin anlatıldığı bir kitaptır.
ımamı Gazali'nin küçüklü büyüklü tüm eserlerinin toplamı 75'i bulmaktadır.

Seyyid Erzurumlu İbrahim Hakkı

Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri 1703'te Erzurum'a bağlı Hasankale kasabasında dünyaya gelmiştir. Dedesi peygamber soyundan olması dolayısıyla ıbrahim Hakkı Hazretleri anne tarafından "seyyid"dir.
ıbrahim Hakkı Hazretleri babası ile birlikte gittiği Siirt'in Tillo ilçesinde ısmail Fakirullah'la tanışarak bir süre orada yaşar. Babası derviş Osman Efendi vefat edince tekrar Erzurum'a döner. Burada tahsiline kaldığı yerden devam eder. Erzurum müftüsü Muhammed Hazık'tan Arapça ve Farsça dersleri alır. Türkçe, Arapça ve Farsçayı ilerleterek bu dillerde şiir yazabilecek seviyeye gelir.
1728'de tekrar Siirt'e dönerek ısmail Fakirullah'ın sohbetlerine devam eder ve kızı ile evlenerek damadı olur. 1728 yılında Hac dönüşü büyük ıslam alimlerinin eserlerinden alıntılarla oluşturduğu "Lubbül Kutup"u yazar.
1747 yılında Sultan I. Mahmud tarafından saraya davet edilince saray kütüphanesinden istifade etme imkanı bulur. İstanbul dönüşü Erzurum'da küçük risaleler yazmaya başlar. İkinci İstanbul seyahatinden sonra kendisini tamamen kitap çalışmalarına vererek Hasankale'deki evine çekilir.
Hacca ikinci gidişinde Halep, Şam, Mekke, Medine ve Kudüs'teki ünlü İslam alimleriyle temaslar kurarak bilgi alışverişinde bulunur.
Seyahatten dönüşünde Marifetname adlı ünlü eserini kaleme alır. Bu eserinin dışında 54 tane daha önemli eseri bulunmaktadır. 1780'de Siirt'te vefat eder. Cenazesi Şeyhi İsmail Fakirullah için yaptırdığı türbeye defnedilir.
Seyyid İbrahim Hakkı'nın bazı sözleri şunlardır:
Güzel ahlakın en güzeli, sana gelmeyene senin gitmendir. Sana zulmedeni senin affetmendir. Konuşursan doğruyu söyle. Söz verirsen tut. İyilik yaparsan gizle. Başkasından kötü huy gördünse onun emsallerinden sakın. Herkese selam vermek en güzel haslettir. Tevazunun semeresi yükselmektir. Hikmetin başı insanlarla iyi geçinmektir. Halkın ayıplarını arayanın ayıpları duyulur. Nasihat kabul eden yüz karasından kurtulur.
Allah Katında günah olan şeyde kullara itaat olmaz. Yalan söyleyen kimseden hayır umulmaz. Halkın seninle konuşmasından haz duyuyorsan sen de onlarla öyle konuş. Özür dileyenin özrünü kabul eyle. Sen büyüklerine saygılı ol ki senden küçükler de seni saysınlar. En faydalı hazine gönüllerdeki sevgidir. (Marifetname)

İmam-ı Rabbani

Asıl adı Ahmet Faruk-i Serhendi'dir.
1564 yılında Hindistan'a bağlı Serhend'de doğdu. Baba tarafından Hz. Ömer'in soyuna dayandığı için el-Faruki lakabı ile tanınır.
Ehl-i Sünnet çizgisindeki tasavvufun büyük simalarından birisidir. Tasavvufta Nakşibendi şeyhlerinden Muhammed Baki Billah hazretlerine intisab etti. Dönemin Hint-Türk hükümdarı Ekber Şah ile dinin özünü bozduğu gerekçesiyle bazı konularda çatışmış ve 1619 yılında Guvalyar'da bir kaleye hapsedilmiştir.
Her türlü sapkın akımlara karşı Ehl-i Sünnet itikadını desteklediği için, "ikibin yılın yenileyicisi" unvanına layık görülmüştür. Dostları ve talebelerine yazdığı mektupların biraraya getirildiği " Mektubat", İslam tasavvufunun en önemli kaynaklarından birisidir. İmam-ı Rabbani'nin bazı sözleri şöyledir:
İnsanın öncelikle itikadını düzeltmesi gerekir. Bu düzeltme de, fırka-i naciye olan Ehl-i Sünnet ve'l Cemaatin görüşlerine uygun olarak yapılmalıdır. Amelde gevşekliğin bir mağfiret ümidi vardır, itikadde gevşekliğin asla mağfirette yeri yoktur.
Bilinsin ki; iki cihanın saadetini kazanmak ancak Resulullah'a tabi olmaya bağlıdır. O'na tabi olmak şu şekilde olur: İnsanlar arasında İslam'ın hükümlerini yerine getirip icra etmek, havastan ve avamdan, küfür adetlerini kaldırmak, havastan ve avamdan, küfür alametlerini kaldırıp iptal etmek.
Amel işlemenin zamanı gençliktir. Aklı olan bu fırsatı kaçırmaz ve fırsatı ganimet bilir. Zira insan yaşlılık zamanına kalmayabilir. Kaldığını farzedelim, derlenip toparlanmaya müyesser olmayabilir. Böyle bir derlenip toparlanmanın olduğunu farzedelim; bir amel işlemeye gücü yetmez. Zira o zaman zaafın ve aczin bastırdığı zamandır...
... Yetmiş üç fırkadan her biri tek tek, dine tabi olduklarını iddia edip kendilerini necat bulan zümreden sayarlar."... Her fırka ellerindeki ile böbürlenir (Mü'minun Suresi, 53) mealindeki ayet onların halini doğrular. Resulullah Efendimizin beyan buyurduğu, fırka-i naciyeyi diğerlerinden ayırteden özelliği Peygamberimiz şöyle açıklıyor: "... Onlar, ben ve ashabımın üzerinde bulunduğumuz hal üzerinde olanlardır." Resulullah Efendimiz'in kendisini anlatması yeterli iken, ashabını da zikretmesi şu manaya gelmektedir: "Benim yolum ashabımın gittiği yoldur. Kurtuluş yolu, onların yoluna tabi olmaya bağlıdır."
Resulullah Efendimiz'e tabi olmak iddiası; ashabının yoluna tabi olmadan boş bir iddiadır. Hiç şüphe yoktur ki Peygamber Efendimizin ashabının yolunda devam edenler, Ehl-i Sünnet ve'l Cemaat'tir. Allah bunların sa'yini meşkur eylesin. İşte, fırka-i naciye bunlardır. şia ve Hariciler gibi, Resulullah Efendimizin ashabına taa'n edenler, onların yoluna tabi olmaktan elbette mahrumdur.
Mutezile için dahi aynı hüküm verilir. Bu, sonradan çıkan bir yoldur. Ehl-i Sünnet olmayan diğer fırkalar aynı kıyasa tabidir. (Mektubat-ı Rabbani)

Seyyid Abdulkadir Geylani

Abdulkadir Geylani; Muhyiddîn, Kutb-i Rabbânî, Kutb-i a'zam, Gavs, Gavs-ül a'zam, Sultân-ul-evliyâ (evliyaların sultanı) olarak da anılır. Künyesi Ebu Muhammed'dir. Abdulkadir Geylani, hem seyyid, hem şerifdir. 1078 yılında İran'ın Geylan şehrinde dünyaya geldi. Din eğitimine burada başladı. Daha sonra Geylan'dan Bağdat'a geçerek eğitimine burada devam etti. Hanbeli mezhebini seçerek fıkıhta bu mezhep üzerinde yoğunlaştı. Ebu Said medresesinde dersler verdiği sıralarda tasavvufla tanıştı. Tasavvuftaki yoluna onun ismine izafeten "Kadiriyye" adı verildi.
Çoğunluğu vaaz ve nasihatlerinden oluşan El-Gunye, El-Fethü'r Rabbani, El Fütühül Gayb bize kadar ulaşan kitapları arasındadır. Abdulkadir Geylani Hazretleri 1166 yılında Bağdat'ta vefat etti. Her yıl milyonlarca kişi tarafından ziyaret edilen kabri, şu anda Bağdat'ta geniş bir külliye içerisindedir.
Abdulkadir Geylani Hazretlerinin bazı sözleri şöyledir:

Kuran ile amel etmek seni Kuran'ın mevkiine yükseltir, oraya oturtur. Sünnet (Peygamberimizin hadisleri) ile amel etmek seni Allah'ın Resulü Peygamber Efendimize yükseltir. Resulullah, kalbi ile ve manevi himmetiyle, Allah dostlarının kalbi çevresinden bir an bile ayrılmaz. Allah dostlarının kalplerini güzelleştiren, kokulayıp buharlayan odur. Onların özlerini tasviye eden, menfi duygulardan temizleyen ve tezyin eden odur.
Sen Allah'ı zikret ki, O'da seni zikretsin. Allah'ı zikret ki o zikir günahlarını döksün. Günahsız olarak kalasın. Günahsız itaatkar bir mümin olasın. İşte o zaman o seni zikreder. O zikir seni öyle sarar ve meşgul eder ki, bir şey isteyecek vakit bulamazsın. Bütün gayen ve maksudun o olur.
Ey ahali! İslam ağlıyor. Elini başına koymuş; şu facirlerden, şu fasıklardan, şu bid'at ehlinden, şu zalimlerden, şu yalancı şahidlik libası giymişlerden, sahip bulunmadıkları faziletleri kendilerinde var gösteren şu kuru iddiacılardan, yaka silkiyor. Onlara karşı ihlas sahibi müslümanlardan yardım talep ediyor.
Yiyip içmen, veda yiyip içmesi olsun. Aile arasında bulunuşun veda bulunuşu olsun. Mümin kardeşinle buluşman veda buluşması olsun. Kalbine hep emanet olduğunu, daima veda etme halinde bulunduğunu nakşet. Kaderi başkasının elinde bulunan kimse nasıl emanet ve veda etme halinde olmaz ki? Zira yarın ne olacağını, işlerin nereye varacağını, kaderinin kendisine neler getireceğini bilmemektedir. Öyleyse hemen tövbe et, bir daha işlememeye azmeyle. Onlardan sıyrıl, seri adımlarla Mevla'na koş. Tevbe ettiğin zaman hem zahirin hem batının tevbe etmiş olsun. Tevbe, Allah Katında makbul kul olmanın temelidir. Halis bir tevbe ile ve Allah'tan hakikattan haya etmek suretiyle üzerindeki günah elbiseni çıkar, at. Ey Allah'ın yolunu arkasına atıp dünya işlerine itina gösteren kişi! Seni insanları memnun eden, fakat Allah'ı kendisine öfkelendiren kişi olarak görüyorum. Hiç şüphe yok ki yakında sen o dünyadan alınacaksın. Ölüm seni oradan ayıracak. Seni yakalaması pek elemli, pek şiddetli ve pek çeşitli olan zat yakalar ve oradan alır. Bir anda herşeyini kaybeder ve herşeyinden ayrılırsın. (Fethü'r-Rabbani)

Şah-ı Nakşibend Hazretleri

Asıl adı Muhammed Bahauddin'dir. 1318 yılında Buhara yakınlarında doğdu. Hacegan Tarikatı Şeyhi Muhammed Baba Semmasi'nin manevi terbiyesi altında yetişti. Gençliğinde Semerkand'a giden Şah-ı Nakşibend Hazretleri Hanefi mezhebindendir. Ahlak ve ilim üzerine çalışmaları ve sohbetleri ile büyük kitleleri peşinden sürüklemiştir.
Kurucusu olduğu Nakşibendi tarikatı, İmam Rabbani zamanında Hindistan'a yayıldı. Tarikat İstanbul'un fethinden sonra Osmanlılar tarafından benimsendi. İstanbul'da çok fazla sayıda Nakşibendi dergahı bulunması fikirlerinin halk arasında ne kadar yaygınlaştığının göstergesiydi.
Şah-ı Nakşibend Hazretleri'nin hayatı boyunca savunduğu hakikat, İslam'ın temeli yani Allah (cc)'ın kitabına sarılmayanların ve Peygamber Efendimiz (sav)'in emirlerini yerine getirmeyenlerin kurtuluşa erişemeyecekleridir. Ona göre Kitap ve sünnetin çizdiği daireden çıkmamalıdır. Bu çizgiye uymayan kişiye uymak doğru değildir. Çünkü tarikat Kuran ve Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)'in sünneti ile hayat bulur. Şah-ı Nakşibend Hazretleri bir eserinde Resulullah (sav)'a bağlılığını şöyle ifade ediyor:
"Bir iş ki Resulullah yapmıştır, aynen ben de öyle amel ettim ve hiç bir sünneti ihmal etmedim. Hepsini yerine getirdim ve neticesini buldum. Kendimde onun eserini gördüm."

Mevlana Halid-i Bağdadi Hazretleri

1778'de Bağdat yakınlarındaki Zur şehrinde doğdu. Bir çok ünlü alimden tefsir, hadis, fıkıh ve tasavvuf dersi aldı. Hocası vefat edince onun yerine ders vermeye başladı. Derslerine tüm İslam aleminden binlerce kişi katıldı. Sekiz sene ders verdikten sonra önce Şam'a sonra Hicaz'a gitti.
1809 yılında Şeyh Muhammed Dehlevi'den davet alan Mevlana Halid, bu çağrıya uyarak Hindistan'a gitti. Buradaki eğitimini tamamladıktan sonra tekrar Bağdat'a döndü. 1826 yılında Şam'da vefat etti. Cenaze namazını Hanefi mezhebinin büyük alimlerinden İbn-i Abidin kıldırdı.
Mevlana Halid Hazretleri bir eserinin başlangıç bölümüne, Mektubat-ı Rabbani'den şu alıntıyı yapmıştı:
İyice düşünmeli ve anlamalıdır ki, herkese her nimeti gönderen, yalnız Allah'dır. Her şeyi vareden ancak O'dur. Her varlığı her an varlıkta durduran hep odur. Kullardaki üstün ve iyi sıfatlar, O'nun lütfu ve ihsanıdır. Allah cennetteki sonsuz nimetlere, bitmez tükenmez zevklere ve kendi rızasına, sevgisine kavuşabilmemiz için, sevgili peygambere uymamızı emrediyor."
Varolduğun müddetçe, Allah'ın emir ve yasaklarına iyi yapış. Size Allah'ı çok anmanızı, O'na sığınmanızı geçici dünyaya gönül vermemenizi devamlı ve sonsuz olan ahirete çok rağbet etmenizi, ölümü, kabirdeki yalnızlığı, hesap gününe tam olarak hazırlanmayı, Sünnet-i Seniyyeye yapışmayı, bid'atlardan yüz çevirmeyi, müslümanların başarısı, din düşmanlarının ve mürtedlerin hezimeti için dua etmeyi tavsiye ederim. (Mevlana Halid'in Diyarbakırlı bir yakınına yazdığı mektuptan)

Ahmed Ziyaeddin Gümüşhanevi

1813 tarihinde Gümüşhane'de doğdu. 10 yaşında Trabzon'a gelerek alimlerden ders almaya başladı. Ağabeyinin askere gitmesi sebebiyle bir süre babası ile birlikte ticaretle uğraştı. Ailesinin muhalefetine rağmen 1831 yılında İstanbul'a yerleşerek tahsiline orada devam etti. Devrin ileri gelenlerinden birçoğu onun sohbetlerinden etkilendi. Bunlar arasında Sultan II. Abdulhamid Han da vardı.
Ömrünün 28 senesini kitap çalışmalarına ayıran Gümüşhanevi, 16 yıl bizzat tebliğ faaliyetinde bulunmuştur. Sayıları bir milyonu aşan talebelerinin atıl duran servetlerini bir araya getirerek ortak bir "yardımlaşma ve yatırım fonu" kurdurmuştur. Bu yatırımlar sayesinde bir matbaa, yayınevi, içinde 18.000 kitabın bulunduğu 4 ayrı kütüphane ve çeşitli vakıflar kurdurmuştur.
Sünnet-i Seniyye'ye büyük önem verdiği bilinen Gümüşhanevi Hazretleri sürekli olarak talebelerine hadis konusunda dersler vermiştir.
Gümüşhanevi Hazretleri, döneminin en önde gelen İslam alimlerindendi. Ülke çapında kütüphaneler kurdurarak ve eğitim faaliyetine bizzat kendisi katılarak Müslümanların ilerleyebilmesi için elinden gelen bütün gayreti göstermiştir. 93 harbi olarak bilinen 1877-78 Osmanlı-Rus savaşında cephede savaşmış ve askerimize moral desteği vermiştir
1880 yılında Mısır seyahati dönüşünde Gümüşhanevi dergahını Halifesi Hasan Hilmi Efendi'ye bırakarak sadece Cuma sohbetlerinde bulunmuştur. 13 Mayıs 1893 yılında yaz aylarını çadır kurarak geçirdiği Beykoz'daki Yuşa tepesinde vefat etmiştir.
Hoca Efendi'nin eserlerinden bazıları:
Cami'ul Usul, özellikle Nakşibendi tarikatının inceliklerinin anlatıldığı bir kitaptır. İçerisinde Ehl-i Sünnet'e uygun bütün tasavvuf akımlarının itibar ettiği kitaplardan derlemeler bulunmaktadır.
Ruhu'l-arifin, Tasavvuf içerisindeki makamlar anlatılmıştır.
Mecmu'atü'l-ahzab, Tasavvuf ehlinin günlük ibadetlerinin anlatıldığı bir kitaptır.
Kitabü'l-arifin, Bu kitapta dua konusu anlatılmıştır.

Bediüzzaman Said Nursi

1873 Yılında Bitlis'in Hizan kasabasının Nurs köyünde dünyaya gelir. 9 yaşında dini eğitime başlamasına rağmen mizacı sebebiyle medrese eğitimine alışamayarak ayrılır. 12 yaşında Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)'in rüyasında ona bazı tavsiyelerde bulunması üzerine tahsil hayatına devam eder. 21 yaşında Doğu illerinde adını duyurur ve kendisi Bediüzzaman (çağın güzelliği) olarak anılır. Hayatındaki en büyük ideallerinden birisi Van'da açılmasını istediği Medresetü'z Zehra Üniversitesi'ydi. 1907 yılında İstanbul'a gelerek Sultan II. Abdulhamid'e projesini anlatır fakat kendisini ikna edemez. Bunun üzerine Fatih'teki şekerci Han'da bir oda tutarak buraya yerleşir.
31 Mart olayları ile bağlantısı olmadığı halde olaylar sırasında tutuklanır ve mahkemede beraat eder. 31 Mart olaylarından sonra İstanbul'dan ayrılarak, Van, Tiflis, Şam, Beyrut ve İzmir'de çalışmalarına devam eder.
Birinci Dünya Savaşı'nın başlaması ile birlikte Teşkilat-ı Mahsusa'da görev alır. 1916 yılında milis komutanı olarak Pasinler'de savaşır ve esir düşer. Bolşevik Devrimi sırasındaki kargaşa döneminden istifade ederek kaçar ve büyük zorluklarla İstanbul'a gelmeyi başarır.
Said Nursi'nin hayatı, aslında kendisine destek vermediği Şeyh Said isyanı ile değişti. Said Nursi isyana niçin destek vermediğini şöyle anlatıyor:
"Türk milleti asırlardan beri İslam'ın bayraktarlığını yapmıştır. Çok veliler ve şehidler yetiştirmiştir. Böyle bir milletin torunlarına kılıç çekilmez. Biz müslümanız, onlarla kardeşiz, kardeşi kardeşle çarpıştırmayınız. Bu şer'an caiz değildir. Kılıç harici düşmana çekilir, dahilde kılıç kullanılmaz. Bu zamanda yegane kurtuluş çaremiz, Kuran ve iman hakikatleriyle tenvir (nurlanma) ve irşad etmektir. En büyük düşmanımız olan cehli izale etmektir. Teşebbüsünüzden vazgeçiniz, zira akim kalır. Birkaç cani yüzünden binlerce masum erkek ve kadın telef olabilir."
Herşeye rağmen yörenin birçok önde geleni ile birlikte Bediüzzaman hakkında da soruşturma açılarak İstanbul'a getirildi. Oradan Eğridir ilçesinin Barla köyüne sürgün edildi. Bu köyde Kuran'ı tefsir ettiği Risale-i Nur Külliyatı'nın dörtte üçünü kaleme aldı.
Talebelerinin sayısının artmasıyla birlikte Eskişehir'e gönderilerek Bediüzzaman'ın yargılanmasına orada devam edildi. Burada 11 ay hapse mahkum oldu. Üzerindeki baskılar da artmaya başladı. 1934 yılında Barla'dan Isparta'ya nakledildi. Oradan 120 arkadaşıyla cezasını tamamladıktan sonra Kastamonu'ya sürgün edildi.
1943 yılında yeniden tutuklanarak Ankara'ya gönderildi. Ardından Isparta ve Denizli'de hakkında soruşturmalar açıldı. 126 arkadaşıyla birlikte dokuz ay tutuklu kaldıktan sonra soruşturmaların hepsinden beraat etti. Hakkındaki beraat kararlarına rağmen baskılar bir türlü bitmedi. Afyon'da sonuçlanan 20 aylık mahkumiyet kararı üst mahkeme tarafından bozuldu.
1951 yılında bir dergide yayınlanan yazısı üzerine hakkında dava açılınca 27 sene uzak kaldığı İstanbul'a gelme imkanı buldu. Bediüzzaman bu mahkemeden de beraat etti.
1956 yılında Risale-i Nur külliyatında suç unsuru bulunamadığı için külliyatın yayınlanmasına izin verildi. Ömrünün son günlerinde bütün yurdu dolaşan Bediüzzaman Said Nursi, İstanbul'dan Urfa'ya yaptığı uzun yolculuktan sonra 1960 yılında vefat etti. 27 Mayıs Darbesi'nin hemen ardından cenazesi Urfa'dan alınarak uçakla Isparta'ya getirilerek bilinmeyen bir yere defnedildi.
Eserleri:
- Sözler
- Mektubat
- Lem'alar
- Şualar
- Mesnevi-i Nuriye
- Asa-yı Musa
- Kastamonu Lahikası
- Barla Lahikası
- Emirdağ Lahikası
- İşaretü'l İcaz
- Sikke-i Tasdik-i Gaybi
- Hutbe-i Şamiye
- Münazarat
- İki Mekteb-i Musibetin şehadetnamesi
Eserlerinden bazı alıntılar:
"Sünnet-i Seniyye'ye tabi olmak mutlaka çok kıymetlidir. Özellikle bid'atların çoğaldığı zamanda sünnete tabi olmak çok kıymetlidir. Özellikle ümmetin fesadı zamanında Sünnet-i Seniyye'nin adabına uymak mühim bir takvayı ve kuvvetli bir imanı oluşturuyor." (Lemalar, s.48)
"Sünnetleri sanki gökten sarkan ve uzanan ipler gibi gördüm ki onlara yapışan yükselir ve saadete kavuşur. Muhalefet edip de akla dayananlar ise, uzun bir minare ile göğe çıkmak ahmaklığında bulunan firavun gibi bir firavun olur." (Mesnevi-i Nuriye, s. 72) "Yaratıcımız bize en büyük öğretmen ve en mükemmel üstad ve şaşırmaz ve şaşırtmaz en doğru rehber olarak Hz. Muhammed'i tayin etmiştir. Ve son elçi olarak göndermiştir." (Asa-yı Musa, s. 34)
"Hz. Muhammed'in özelliği, İslam aleminin büyük ağacının kaynağı, çekirdeği, hayatı, medarıdır." (Lemalar, s.311)
"Velayet yolları içinde en güzeli, en doğru yolu, en parlağı, en zengini, Sünnet-i Senniye'ye tabi olmaktır." (Mektubat, s.495)
İslam dini için dışarıdan gelen zararlı akımlar ne kadar tehlikeli ise kendi bünyesinden gelen sapkın ve zararlı akımlar o derece tehlikelidir. Bediüzzaman Said Nursi işte bu içeriden gelen tehlikelere şöyle işaret etmiştir:
"Bana ızdırap veren, yalnız İslam'ın maruz kaldığı tehlikelerdir. Eskiden tehlikeler hariçten gelirdi; onun için mukavemet kolaydı. Şimdi tehlikeler içeriden geliyor. Kurt gövdenin içine girdi. Şimdi mukavemet güçleşti. Korkarım cemiyetin bünyesi buna dayanmaz; çünkü düşmanı sezmez. Can damarını koparan, kanını içen en büyük hasmını dost zanneder. Cemiyetin basiret gözü körleşirse, iman kalesi tehlikededir. İşte benim ızdırabım, yegane ızdırabım budur. Yoksa şahsımın maruz kaldığı zahmet ve meşakkatleri düşünmeye bile vaktim yoktur. Keşke bundan bin kat meşakkate maruz kalsam da, iman kalesinin istikbali selamette olsa..."
(Bütün alıntılar sadeleştirilerek verilmiştir)

Süleyman Hilmi Tunahan

Süleyman Hilmi Tunahan, 1888 yılında Silistire'de dünyaya geldi. İstanbul medreselerinde dönemin en ünlü hocalarından eğitim alarak üstün derecelerle mezun oldu. 1930 yılından itibaren Diyanet'in kadrosundan Sultanahmet, Yenicami, Şehzadebaşı, Kasımpaşa camilerinde vaizlik yaptı.
Hayatı boyunca hakkında çeşitli soruşturmalar açılmış ve hepsinden beraat etmiştir. Kuran'ın unutulmaya başladığı bir dönemde kendisini gençlerin dini eğitimine adamıştır. Bütün çalışmaları Hoca Efendinin Kuran öğrenimine verdiği önemin belirgin göstergelerindendir.
Talebelerine devamlı olarak Kuran ve Peygamberimiz (sav)'in çizgisinden ayrılmamalarını ve gençleri bu çizginin dışındaki sapkın akımlardan korumalarını tavsiye eden Süleyman Hilmi Tunahan, 1959 yılında şeker hastalığından vefat etti.
Hoca Efendi ve talebeleri, itikatta İmam Maturidi Hazretlerine, amelde ise İmam Hanife'ye bağlıdır. Süleyman Efendi İmam Rabbani Hazretlerinin çizdiği tasavvuf çizgisi içerisindedir.
Damadı ve talebesi Kemal Kaçar, Süleyman Efendi'nin üstün şahsiyetini şöyle anlatıyor:
"Süleyman Efendi'nin batın ilminde, yani tasavvuftaki manevi cephesi, şüphesiz ehline malumdur. Zahiri akıl ve zeka ile mümkün olmaz. Öyle ki, bir insan müslüman olabilir, tahsilli ve akıllı olabilir, hatta iç hayatı münkir olmaz da yine tasavvuf ve irşada ehil bir zat ile karşılaştığı halde, o zat ilahi irade ile kendisini ona bildirmezse dünyalar bir araya gelse onun feyzlerinden haberdar olamaz. Bizim ise kendisinin manevi cephesi üzerinde zerrece tereddütümüz yoktur. Biz bu noktayı ülme'l yakin değil hakke'l yakin bi'l fiil yaşamış olarak biliyoruz." (Hızır Yılmaz, Süleymancılık Hakkında Bir İnceleme, s. 11)

Seyyid Abdülhakim Arvasi

1865 yılında Van'ın Başkale ilçesinde dünyaya geldi. Babası Mustafa Efendi kendisini İslami eğitime adamış bir tasavvuf adamıdır. Abdülhakim Arvasi Efendi, Rüşdiye tahsilinden sonra Irak'ın çeşitli bölgelerinde tefsir, hadis, fıkıh, kelam eğitimi gördü.
14 yaşına geldiğinde Fehim Efendi'den tasavvuf eğitimi almaya başlar ve onun maiyetine girer. Belli bir olgunluğa eriştikten sonra 20 yaşında memleketine geri döner. Burada bütün varını yoğunu bir medrese ve bir kütüphane yapımına harcar. Burada talebelerinin her türlü ihtiyacını ücretsiz olarak karşılar. Fakat Abdülhakim Hazretlerinin kurduğu medrese Birinci Dünya Savaşı sırasında Ermeni ve Rus birlikler tarafından yağmalanır, sonunda Van'dan hicret etmek zorunda kalır. Ancak beraber hicret ettiği 150 yakınından sadece 29'u sağ olarak İstanbul'a ulaşabilmiştir.
Abdülhakim Efendi 1919 yılında kendisi ve yakınları için tahsis edilen İstanbul, Eyüp'te bir medreseye yerleşir. Yine bu dönemde Süleymaniye Medresesinde tasavvuf hocalığına başlar.  1924-25 yıllarında tekke ve zaviyelerin kapatılması üzerine Abdülhakim Efendinin görevine son verilir.
1930 yılında Menemen Olaylarından sonra tutuklanır ve beraat eder. Ardından Beyoğlu Ağa Camii ve Beyazıd Camiinde vaaz vermeye başlar. Ömrünün son yıllarında çeşitli tutuklama ve sürgünlere maruz kalır. Yine bu yıllarda İslam şairi Necip Fazıl Kısakürek'in hidayetine vesile olur.
1943 yılında Ankara'da vefat eder. Hoca Efendi'nin cenazesi de yaşantısı gibi sade ve mütevazi olmuştur.
Abdülhakim Efendi ardında Er-Riyazü't-Tasavvufiyye ve Rabıta-i şerife adlı iki eser bırakmıştır. Bunun dışında mektupla verdiği cevaplar ve sohbetlerinden derlenen fikirleri de yayınlanmıştır.

Mahmud Sami Ramazanoğlu

Erenköy Cemaati'nin şeyhi olarak bilinen M. Sami Ramazanoğlu 1892 yılında Adana'da dünyaya geldi. Daru'l Fünun Hukuk Mektebini birincilikle bitirdikten sonra tasavvuf üzerine yoğunlaştı. Bir süre camilerde vaazlar verdi ve ticaretle ilgilendi. Bir süre Şam'da ikamet ettikten sonra faaliyetlerine İstanbul Erenköy'deki Zihni Paşa Camiinde devam etti. Burada yoğun bir irşad faaliyetinde bulunan Sami Ramazanoğlu 1979 yılında Suudi Arabistan'a hicret etti. Yaşamını insanlara İslam dinini tebliğ etmeye vakfeden Sami Efendi ömrünün kalan kısmını geçirdiği Suudi Arabistan'da vefat etti.

Mehmet Zahid Kotku

Mehmet Zahid Efendi 1897'de Bursa'da doğdu. Ailesi Kafkas kökenlidir. Birinci Dünya Savaşı sırasında 18 yaşında olan Kotku askere alındı. Üç yıl cephede üç yıl İstanbul'da geri hizmette olmak üzere toplam altı yıl orduya hizmet etti. Ordudaki görevinden sonra Gümüşhane Tekkesine giderek 27 yaşında icazet aldı. Tekkelerin kapatılmasından sonra evlendi ve Bursa'da imamlık görevine başladı. Son görev yeri olan Fatih'teki İskenderpaşa Camiinde 22 sene boyunca talebe yetiştirdi. 1980 yılında vefat etti. Cenaze namazı İstanbul Süleymaniye Camiinde Anadolu'nun en uzak şehirlerinden ve Avrupa'dan gelenlerle birlikte muazzam bir kalabalık tarafından kılındı.
İrşad çalışmaları yıllarca süren Mehmet Zahid Efendi'nin cemaatinin sayısı vefatından sonra da artmaya devam etti. En uzak illerde hatta Türkiye'nin dışında da kendisini seven bir kitle oluştu.
Mehmet Zahid Kotku'nun camiden yaptığı hizmetlerin ağırlığını sohbetleri oluşturmaktaydı. İlmihal bilgilerinin yanısıra Müslümanları ilgilendiren gündelik konularda talebelerini aydınlatırdı. Cami hutbelerinde vermiş olduğu vaazlar, yazdığı kitaplar ve yapmış olduğu sohbetlerle Türk gençliğinin mukaddesatçı yetişmesinde önemli bir rol oynamıştır. Kendisine gösterilen büyük ilginin temelinde, ilminden istifade edilmesinin yanısıra hoşgörülü ve tevazulu bir insan olmasının büyük etkisi vardır.
Hoca Efendi, Müslüman ülkelerin en önemli meselelerinden biri olan sanayide geri kalmışlığın çözülebilmesi için büyük çaba sarf etmiştir. Gümüş Motor Fabrikasının kurulmasına öncü olmuş ancak bu teşebbüs, tecrübe eksikliği ve teknik yetersizlikler sonucu başarısızlıkla sonuçlanmıştır.
Mehmed Zahid Kotku'nun bir sözü şöyledir:
Bütün işlerde Sünnet-i Seniyye'ye son derece riayetkar olmalı. Zaruret olmadıkça sünnetlerden hiçbirisi terk edilmemelidir. Gerek yemekte, gerek giyimde, gerekse görüşüp konuşmalarda ve bahusus namazlardaki sünnetlere ve abdestteki taharetteki sünnetlere bir de adab-ı muaşerete çok dikkat etmeliyiz. (Tevbe adlı eserinden)

Necip Fazıl Kısakürek

Büyük mütefekkir Necip Fazıl Kısakürek, 1904 yılında Kahramanmaraşlı köklü bir ailenin çocuğu olarak İstanbul Çemberlitaş'ta dünyaya geldi. 1912'de Gedikpaşa'da bir Fransız okuluna yazıldı. Sonra yine aynı semtte bulunan Amerikan Koleji'ni bitirdi. Annesinin hastalığı sebebiyle taşındıkları Heybeliada'daki Bahriye Mektebine girdi. 1917 yılında Darülfünun'da Felsefe eğitimine başladı. 1924 yılında Paris, Sorbon Üniversitesi'ne gönderildi ve bir yıl sonra eğitimini yarıda bırakarak geri döndü.
Mizacı onun bir işte sürekli olarak çalışmasını engelliyordu. Bu yüzden Paris dönüşü başladığı görevinden 1938 yılında ayrıldı. 1941 yılında Devlet Güzel Sanatlar Akademisi ve Robert Kolej'de hocalık yaptı. Yine bu tarihlerde yazar ve şair olarak Babıali'de görev almaya başladı.
İslam'ın özünü anlaması yine bu yıllara rastlamaktadır. Büyük Doğu Hareketi adı ile başlattığı hareket kısa süre içerisinde din düşmanlarının korkulu rüyası haline geldi. 1943-1972 yılları arasında Anadolu'nun bütün illerini karış karış gezerek konferanslar verdi. Hakkında sekiz dava açıldı. Bu davalar sonucunda üç yıl altı ay cezaevinde kaldı. 1984 yılında vefat edene kadar fikri mücadelesine devam etti.
Mücadelesi sadece din düşmanları ile olmamış, din adına ortaya çıkarak dine isteyerek ya da istemeyerek büyük zararlar veren sapkın akımlarla da mücadele etmiştir. "Doğru Yolun Sapık Kolları" adındaki kitabı bir çok insanı bu sapkın akımların etkisinden kurtarmıştır.
Necip Fazıl, bu önemli eserinde bütün sapkın fırkaların görüşlerini anlatmış ve doğru yol olarak Resulullah (sav)'ın ve sahabenin yolu olan "Ehl-i Sünnet ve'l Cemaat"i göstermiştir.
Necip Fazıl Kısakürek'in bazı sözleri şöyledir:
"Sapık kolların yelpazevari açıldığı, modalaştığı ve bir cümbüş havası içerisinde tepindiği ikinci ve üçüncü hicri asırlar, sünnet ve cemaat ehl-i caddesinde yolun bütün ölçülerini abideleştiren iki zafer takına şahid oldu.
İslami itikad esaslarıyla beraber iş ve amel kanunlarını istikametlendiren dört geçitli bir tak ile, doğrudan doğruya iman ve itikat yönlerini perçinleyen iki geçitli başka bir tak... Biri iş ve amelde diğeri iman ve itikatta...
İş ve amelde: İmam Malik, İmam Azam, İmam Şafii, İmam Ahmed Bin Hanbel;
İman ve itikatta: İmam Maturidi, İmam Eş'ari.
Bunlar doğru yolun hudut bekçisi karakollarını temsil ve sünnet ve cemaat ehl-i zabıtasını teşkil ederler.
Kitap, Kuran, sünnet ise Allah'ın Resulü'nün her sözü, her emri, her hareketi...
İcma-i ümmetin, yani ümmetlik vasfına en layık ve en üstün derece sahabilerin, üzerinde birleştikleri toplu hükümler...
Kıyas belli başlı din alimlerinin nisbet yoluyla buluşları...
Dereceler yukarıya doğru birbirinde erir ve nihayet tek mutlakta toplanır. Allah'ın kitabında ve yanı başında Peygamberin sünneti...
İşte sünnet ve cemaat ehlinin yolu, bu kahramanların binbir fesad çizgisi arasında düpedüz meydana çıkardığı caddedir. Bu caddede hem itikat, hem amel, dört geçitli zafer takını yükseltenler, kendilerinden sonra itikat mimarlarının da çekirdeğini getirmiş olarak dış cephenin en büyük mühendisleri..." (Necip Fazıl Kısakürek, Doğru Yolun Sapık Kolları: Arınma Çağında İslam, s. 95)
http://www.hyahya.org/tr/Kitaplar/638/ehli-sunnetin-onemi/chapter/5386