Shipton Ana´nın tüm kehanetleri ve inanılmaz yaşamı "Kehanet Yerine Gelecek"
"Kadınlar pantalon giyince; demirler suda yüzünce, insanlar suyun içinde yürüyüp, konuşunca; düşünceler havada uçunca; bu kehanetler yerine gelecek." Bu yazıda bir garip kadının sırrının aslında annesinden geldiğini hayretle okurken, kehanet sisteminin ardında bir başka, bir tuhaf, korkunç bir gücün bulunduğunu göreceksiniz. Gelecek görülebiliyor ama anlaşılamıyor, geleeceği görenler yaşamadıkları gerçekleri ve görüntüleri anlamıyorlar, anlamayınca da kendi çağlarındaki algı ve anlayış içersinde kalarak, öngörülerini iyice anlaşılmaz hale getiriyorlar. Bir düşünün, 1000 yıl sonrasını görsek acaba ne anlar, nasıl tarif eder veya tanımlardık... İngiltere Kralı 7. Henry´nin saltanat sürdüğü dönemde, 1486´da Yorkshire, Knaresborough´da yaşayan yetim Agatha Southeil adlı 16 yaşında bir kız vardı, tek başına sarp kayalıklarda dolaşır, kentteki Katolik cemaatinin yardımıyla karnını doyururdu. Bir gece, yıllar önce göç etmiş olan Mağribiler´in yaşadığı kulübenin yakınında uyumaya çalışıyordu. Kulübeden çıkan pelerinli ve şapkalı bir yabancı yanına geldi, genç kız adamın farkında değildi, görmeyen gözlerle karanlıklara bakıyor ve belki de günlerden beri süren açlığın acısından kurtulmaya çalışıyordu. Adam yanına gelip, burada ne yaptığını sorunca kendine geldi ve ağlamaya başladı. Yüzü belli olmayan pelerinli adam kolundan tutup kızı yerden kaldırdı, eli buz gibi soğuktu, karanlıkta görünen gözleri alev alevdi. Genç kız karşısındaki adamın yörede sık sık korkuyla sözü edilen Karanlıklar Prensi olduğunu düşünerek, dehşete düştü ve kaçmak istedi. Ama tam o anda Ay ışığı adamın yüzünü aydınlattı, karşısında çok yakışıklı bir genç bir delikanlı duruyordu. Yabancı gülümsedi; "Gözyaşlarını sil, artık talihin değişecek. Artık yoksulluk ve ümitsizlik çekmeyeceksin, ödülün zenginlik olacak, ağlama " dedi, sesi yumuşak, yankılı ve hipnotikti. Agatha içinin geçtiğini hissetti, uykusu gelmişti, garip adamın ne kadar yanında kaldığını bir daha hiç hatırlamadı. Gün doğarken uyandığında yanında kimse yoktu, olanların bir rüya olduğunu düşünürken yerde bir kese içine konulmuş altın ve bakır paralar buldu.
Engizisyonun Şefkatini Hangi Güç Sağladı?
Söylencelere göre, sonraki aylarda o garip delikanlı, Agatha´yı defalarca ziyaret etti, aklında hep onun gizemli tebessümü, uyuşturucu gözleri vardı, böylece kalbinde ilk kez aşk ateşi tutuştu, bir kadın olduğunu hissediyordu. Garip hayaller görüyordu, yıllar sonra yakınlarına şimşeklerin çaktığı bulutların içinde uçtuğundan, kasırgalardan, pencerelerinin güneş gibi parladığı dev bir şatodan, sayısız hizmetçinin koşuşturduğu dev ziyafet sofralarından söz etti. Karanlıklar Prensi onun hiç yaşlanmayacağını söyledi ama dünyadaki insanlar bunu farkedemeyeceklerdi, gerçekten de kaynaklarda gözlerinin her zaman garip bir şekilde parladığı, yüzünün solgunluğu ve yaşının hiç anlaşılamadığı yazıyor. Onu sevenler dahi Agatha´nın Şeytan´ın sevgilisi olduğundan emindiler. Zaman içersinde yakın çevresindekiler ondan korkmaya başladılar, nasıl yaşadığını anlayamıyorlardı, gerçekten de bir daha açlık, yoksulluk çekmedi, her zaman karnı doyuyor, ateşi yanıyordu. Soygun amacıyla gelen birkaç kişi, dehşet içinde bir daha dönmemek üzere kaçtılar, dipsiz karanlık bir çukura düştüklerini söylüyorlardı. Genç büyücünün ünü gittikçe yayılıyordu ve sonunda yetkililerin dikkatini çekti, hemen iki görevli Agatha´yı tutuklamak için yollandı, engizisyon tarafından sorguya çekilen ve tıbbi kontroldan geçirilen Agatha´nın hamile olduğu anlaşıldı. Agatha korkusuzdu, çocuğunun babasının ölümsüz ve sınırsız olduğunu, insanlığı elinde tuttuğunu ve kendisine ve çocuğuna kötülük etmek isteyenlerin kalplerine korku üfleyeceğini söyledi. Yargıçlar onu cahil, akılsız, duygusal yönden dengesiz ve kolay baştan çıkarılabilecek bir kız olarak düşünüyorlardı ve inanılmaz birşey oldu; mahkeme olayı bir isteri krizi olarak değerlendirerek Agatha´yı serbest bıraktı, bu bir şefkat gösterisiydi. İnsanların en küçük bir kuşkuda, çok kolay yakıldıkları ve acımasızca işkence edildikleri bir dönemde böylesine bir şefkat hiç görülmemişti.
Garip Bir Kız Çocuğu Doğuyor
Köylüler bu olaya müsamaha göstermek niyetinde değildiler, kıza zulmetmeye başladılar, onlara göre karar doğru değildi. Üzerine köpekleri saldılar, taşladılar, küfrettiler. Sonunda Agatha kaçarak, gizemli aşkıyla ilk kez tanıştığı Mağribiler´in kulübesine sığındı. 40 hafta sonra, Agatha Southeil´in güç yaşamı sona erdi, 1488´de çocuğunu doğururken yaşamını yitirdi, doğurduğu mağarayı çınlatan çığlıkları birden durduğunda yanındaki birkaç Mağribi kadını son nefesini verirken yüzündeki gülümsemeyi ve mutluluğu gördüler, Prens gelip Agatha´yı ebediyen almıştı. Daha 18 yaşındaydı. Agatha orada bir yere gömüldü ve doğan kız çocuğu saklandı fakat çocuk normal değildi, başı orantısızdı, gözleri şaşı ama bakışları yakıcıydı yanakları içeri çökük, ağzı dişlerini gösteren bir delik gibiydi, azı dişleri dışarı fırlak ve fildişi rengindeydi, kolları ve bacakları sanki vücuduna öylesine takılmış gibi uyumsuzdu. Bu garip çocuk fazla saklanamadı, köyün dini heyeti ona bir vasi bulunmasına karar verdi. Sonunda iyi bir kadın, bebeği aldı ve ona Ursula adını verdi. Ursula garip bir çocuktu, günde birkaç saat uyuyor sonra uyanıp saatlerce sabit bakışlarla bakıyordu. Geceleri evin perdeleri uçuşuyor, kapılar vuruyor ve pencere kepenkleri gıcırdıyordu, evin dışında sürekli yaban kedilerinin sesleri geliyordu. Bir gün eve dönen kadın, bebeğin beşiğini boş buldu, mobilyalar kırılmış, şöminenin ateşleri saçılmıştı. Kadın korku içindeydi, olanları komşularına anlattı, çocuğun yaşamından endişeliydiler, herkes kötü cinlerin bebeği kaçırdıklarını söylüyordu ama Ursula bacanın içindeydi, oraya nasıl girdiğini kimse açıklayamadı. Zaman içinde Ursula benzer olaylar içinde büyüdü, o dönemlerde bu tür olaylar yaşamın bir parçasıydı ve yadırganmıyor, doğal karşılanıyordu. Yüzüne bakılmaz bir genç kız olduğunda iyice korku uyandırıyordu, yanından hiç ayrılmayan ve nereden geldiği bilinmeyen koca gözlü dev bir köpek yüzünden kimse ona yaklaşamıyordu. Yaşadığı evden geceleri nabız sesine benzer bir ses geliyordu, görünmeyen eller analığının elini yüzünü tırmalıyor, bazen sırtında buz gibi bir elin temasını hissediyordu. Kadının korkusuna Ursula gülüyor ve; "Niçin korkuyorsun, burada sana ve bana zarar verecek birşey yok." diyordu. Yaşı gelince analığı Ursula´yı okula yollayarak, okuma ve yazma öğrenmesini izledi. Öğretmen çocuğun öğrenme hızına ve hayal gücüne şaşmıştı, onun çirkinliği ile alay eden çocukların hiçbirisi intikamından kurtulamadı. Elbiseleri tutuştu, başlarına nereden geldiği belli olmayan taşlar yağdı, geceleri korkunç kabuslar gördüler. Ebeveynler öfkeliydiler, Ursula´nın kötü olduğunu söylüyorlardı ve sonunda Ursula´nın okuldan uzaklaştırılmasına neden oldular.
O gün yattı ve ölümünü bekledi
Yıllar geçiyordu, artık Ursula genç bir kadındı, kehanet yeteneği sayesinde adı duyulurken, yanısıra da saygı görmeye başlanmıştı. Uzaklardan gelenler ona danışıyorlardı, Ursula´ya "Knaresborough´nun Bir Bileni" adı takıldı. Özellikle gizli aşk olaylarında ve sevgililerin geleceği konusunda geleceği kesinlikle biliyordu. 1512´de Ursula 24 yaşındayken, Toby Shipton adlı bir adamla evlendi, annesi Agatha´nın Karanlıklar Prensi ile tanışmasından bu yana 26 yıl geçmişti, tarihler Tony hakkında başka birşey yazmıyorlar. Bu sıralarda "Mother Shipton-Shipton Ana" adını aldığı sanılıyor, artık tüm eyalette tanınıyordu. Geleceği bilme yeteneğinin gücü onun gittikçe büyücü olarak ünlenmesine yol açtı. Yine o sıralarda, kehanet kronolojilerini yapmaya başladığı sanılıyor. Kralların, kraliçelerin ölümlerini ve İngiltere´nin geleceğini öngördü, savaşlardan ve tarihi olaylardan bahsetti, onun zamanında atlı arabalarla yolculuk yapılırdı, atsız giden arabaları, yelkensiz giden gemileri anlattı ve demirin suyun üstünde tahta gibi batmadan yüzeceğini söyledi. 17. Yüzyıl´ın en büyük felaketlerinden birisi olan Ekim 1666´daki Londra veba salgınını ve yangınını öngördü. Tarihçi Pepys´in 1666 yılı günlüğünde Shipton Ana´nın öngörüsü açıkça yazmaktadır. Kehanetlerini nasıl yaptığı bilinmiyor, Kardinal Wolsey´in ölümünden sonra, sessiz ve sakin bir yaşam sürdürdüğü sanılıyor, zaten kaynaklarda nedense Wolsey olayından sonra ayrıntılı bilgilere artık rastlanmıyor, sanki o andan sonra Shipton Ana´dan söz etmek yasaklanmış gibi... Shipton Ana, 1561 yılında Knaresborough´da Dropping Well yakınlarında öldü, öldüğünde tüm Britanya´da tanınan ve sayılan bir kahineydi. Ölümünün zamanını ve nasıl olacağını önceden söylemişti, bu nedenle yaşamı boyunca engizisyondan hiç korkmadı, meslekdaşlarının peşpeşe öldürüldükleri Orta Çağ´da Shipton Ana kendisine dokunamayacaklarını biliyordu. Öleceği günün sabahında yatağına yattı, uyudu ve bir daha uyanmadı. Kendi sözüyle üç yirmi ve bir onüç yıl yaşamıştı. Mezar taşına bir şair şöyle yazmıştı; "Burada yatıyor, o hiç yalan söylemedi, Hünerini daima gösterdi, Kehanetleri daima yaşayacak, Ve onun adı hiç unutulmayacak."
http://www.bilinmeyen.com/node/233
"Kadınlar pantalon giyince; demirler suda yüzünce, insanlar suyun içinde yürüyüp, konuşunca; düşünceler havada uçunca; bu kehanetler yerine gelecek." Bu yazıda bir garip kadının sırrının aslında annesinden geldiğini hayretle okurken, kehanet sisteminin ardında bir başka, bir tuhaf, korkunç bir gücün bulunduğunu göreceksiniz. Gelecek görülebiliyor ama anlaşılamıyor, geleeceği görenler yaşamadıkları gerçekleri ve görüntüleri anlamıyorlar, anlamayınca da kendi çağlarındaki algı ve anlayış içersinde kalarak, öngörülerini iyice anlaşılmaz hale getiriyorlar. Bir düşünün, 1000 yıl sonrasını görsek acaba ne anlar, nasıl tarif eder veya tanımlardık... İngiltere Kralı 7. Henry´nin saltanat sürdüğü dönemde, 1486´da Yorkshire, Knaresborough´da yaşayan yetim Agatha Southeil adlı 16 yaşında bir kız vardı, tek başına sarp kayalıklarda dolaşır, kentteki Katolik cemaatinin yardımıyla karnını doyururdu. Bir gece, yıllar önce göç etmiş olan Mağribiler´in yaşadığı kulübenin yakınında uyumaya çalışıyordu. Kulübeden çıkan pelerinli ve şapkalı bir yabancı yanına geldi, genç kız adamın farkında değildi, görmeyen gözlerle karanlıklara bakıyor ve belki de günlerden beri süren açlığın acısından kurtulmaya çalışıyordu. Adam yanına gelip, burada ne yaptığını sorunca kendine geldi ve ağlamaya başladı. Yüzü belli olmayan pelerinli adam kolundan tutup kızı yerden kaldırdı, eli buz gibi soğuktu, karanlıkta görünen gözleri alev alevdi. Genç kız karşısındaki adamın yörede sık sık korkuyla sözü edilen Karanlıklar Prensi olduğunu düşünerek, dehşete düştü ve kaçmak istedi. Ama tam o anda Ay ışığı adamın yüzünü aydınlattı, karşısında çok yakışıklı bir genç bir delikanlı duruyordu. Yabancı gülümsedi; "Gözyaşlarını sil, artık talihin değişecek. Artık yoksulluk ve ümitsizlik çekmeyeceksin, ödülün zenginlik olacak, ağlama " dedi, sesi yumuşak, yankılı ve hipnotikti. Agatha içinin geçtiğini hissetti, uykusu gelmişti, garip adamın ne kadar yanında kaldığını bir daha hiç hatırlamadı. Gün doğarken uyandığında yanında kimse yoktu, olanların bir rüya olduğunu düşünürken yerde bir kese içine konulmuş altın ve bakır paralar buldu.
Engizisyonun Şefkatini Hangi Güç Sağladı?
Söylencelere göre, sonraki aylarda o garip delikanlı, Agatha´yı defalarca ziyaret etti, aklında hep onun gizemli tebessümü, uyuşturucu gözleri vardı, böylece kalbinde ilk kez aşk ateşi tutuştu, bir kadın olduğunu hissediyordu. Garip hayaller görüyordu, yıllar sonra yakınlarına şimşeklerin çaktığı bulutların içinde uçtuğundan, kasırgalardan, pencerelerinin güneş gibi parladığı dev bir şatodan, sayısız hizmetçinin koşuşturduğu dev ziyafet sofralarından söz etti. Karanlıklar Prensi onun hiç yaşlanmayacağını söyledi ama dünyadaki insanlar bunu farkedemeyeceklerdi, gerçekten de kaynaklarda gözlerinin her zaman garip bir şekilde parladığı, yüzünün solgunluğu ve yaşının hiç anlaşılamadığı yazıyor. Onu sevenler dahi Agatha´nın Şeytan´ın sevgilisi olduğundan emindiler. Zaman içersinde yakın çevresindekiler ondan korkmaya başladılar, nasıl yaşadığını anlayamıyorlardı, gerçekten de bir daha açlık, yoksulluk çekmedi, her zaman karnı doyuyor, ateşi yanıyordu. Soygun amacıyla gelen birkaç kişi, dehşet içinde bir daha dönmemek üzere kaçtılar, dipsiz karanlık bir çukura düştüklerini söylüyorlardı. Genç büyücünün ünü gittikçe yayılıyordu ve sonunda yetkililerin dikkatini çekti, hemen iki görevli Agatha´yı tutuklamak için yollandı, engizisyon tarafından sorguya çekilen ve tıbbi kontroldan geçirilen Agatha´nın hamile olduğu anlaşıldı. Agatha korkusuzdu, çocuğunun babasının ölümsüz ve sınırsız olduğunu, insanlığı elinde tuttuğunu ve kendisine ve çocuğuna kötülük etmek isteyenlerin kalplerine korku üfleyeceğini söyledi. Yargıçlar onu cahil, akılsız, duygusal yönden dengesiz ve kolay baştan çıkarılabilecek bir kız olarak düşünüyorlardı ve inanılmaz birşey oldu; mahkeme olayı bir isteri krizi olarak değerlendirerek Agatha´yı serbest bıraktı, bu bir şefkat gösterisiydi. İnsanların en küçük bir kuşkuda, çok kolay yakıldıkları ve acımasızca işkence edildikleri bir dönemde böylesine bir şefkat hiç görülmemişti.
Garip Bir Kız Çocuğu Doğuyor
Köylüler bu olaya müsamaha göstermek niyetinde değildiler, kıza zulmetmeye başladılar, onlara göre karar doğru değildi. Üzerine köpekleri saldılar, taşladılar, küfrettiler. Sonunda Agatha kaçarak, gizemli aşkıyla ilk kez tanıştığı Mağribiler´in kulübesine sığındı. 40 hafta sonra, Agatha Southeil´in güç yaşamı sona erdi, 1488´de çocuğunu doğururken yaşamını yitirdi, doğurduğu mağarayı çınlatan çığlıkları birden durduğunda yanındaki birkaç Mağribi kadını son nefesini verirken yüzündeki gülümsemeyi ve mutluluğu gördüler, Prens gelip Agatha´yı ebediyen almıştı. Daha 18 yaşındaydı. Agatha orada bir yere gömüldü ve doğan kız çocuğu saklandı fakat çocuk normal değildi, başı orantısızdı, gözleri şaşı ama bakışları yakıcıydı yanakları içeri çökük, ağzı dişlerini gösteren bir delik gibiydi, azı dişleri dışarı fırlak ve fildişi rengindeydi, kolları ve bacakları sanki vücuduna öylesine takılmış gibi uyumsuzdu. Bu garip çocuk fazla saklanamadı, köyün dini heyeti ona bir vasi bulunmasına karar verdi. Sonunda iyi bir kadın, bebeği aldı ve ona Ursula adını verdi. Ursula garip bir çocuktu, günde birkaç saat uyuyor sonra uyanıp saatlerce sabit bakışlarla bakıyordu. Geceleri evin perdeleri uçuşuyor, kapılar vuruyor ve pencere kepenkleri gıcırdıyordu, evin dışında sürekli yaban kedilerinin sesleri geliyordu. Bir gün eve dönen kadın, bebeğin beşiğini boş buldu, mobilyalar kırılmış, şöminenin ateşleri saçılmıştı. Kadın korku içindeydi, olanları komşularına anlattı, çocuğun yaşamından endişeliydiler, herkes kötü cinlerin bebeği kaçırdıklarını söylüyordu ama Ursula bacanın içindeydi, oraya nasıl girdiğini kimse açıklayamadı. Zaman içinde Ursula benzer olaylar içinde büyüdü, o dönemlerde bu tür olaylar yaşamın bir parçasıydı ve yadırganmıyor, doğal karşılanıyordu. Yüzüne bakılmaz bir genç kız olduğunda iyice korku uyandırıyordu, yanından hiç ayrılmayan ve nereden geldiği bilinmeyen koca gözlü dev bir köpek yüzünden kimse ona yaklaşamıyordu. Yaşadığı evden geceleri nabız sesine benzer bir ses geliyordu, görünmeyen eller analığının elini yüzünü tırmalıyor, bazen sırtında buz gibi bir elin temasını hissediyordu. Kadının korkusuna Ursula gülüyor ve; "Niçin korkuyorsun, burada sana ve bana zarar verecek birşey yok." diyordu. Yaşı gelince analığı Ursula´yı okula yollayarak, okuma ve yazma öğrenmesini izledi. Öğretmen çocuğun öğrenme hızına ve hayal gücüne şaşmıştı, onun çirkinliği ile alay eden çocukların hiçbirisi intikamından kurtulamadı. Elbiseleri tutuştu, başlarına nereden geldiği belli olmayan taşlar yağdı, geceleri korkunç kabuslar gördüler. Ebeveynler öfkeliydiler, Ursula´nın kötü olduğunu söylüyorlardı ve sonunda Ursula´nın okuldan uzaklaştırılmasına neden oldular.
O gün yattı ve ölümünü bekledi
Yıllar geçiyordu, artık Ursula genç bir kadındı, kehanet yeteneği sayesinde adı duyulurken, yanısıra da saygı görmeye başlanmıştı. Uzaklardan gelenler ona danışıyorlardı, Ursula´ya "Knaresborough´nun Bir Bileni" adı takıldı. Özellikle gizli aşk olaylarında ve sevgililerin geleceği konusunda geleceği kesinlikle biliyordu. 1512´de Ursula 24 yaşındayken, Toby Shipton adlı bir adamla evlendi, annesi Agatha´nın Karanlıklar Prensi ile tanışmasından bu yana 26 yıl geçmişti, tarihler Tony hakkında başka birşey yazmıyorlar. Bu sıralarda "Mother Shipton-Shipton Ana" adını aldığı sanılıyor, artık tüm eyalette tanınıyordu. Geleceği bilme yeteneğinin gücü onun gittikçe büyücü olarak ünlenmesine yol açtı. Yine o sıralarda, kehanet kronolojilerini yapmaya başladığı sanılıyor. Kralların, kraliçelerin ölümlerini ve İngiltere´nin geleceğini öngördü, savaşlardan ve tarihi olaylardan bahsetti, onun zamanında atlı arabalarla yolculuk yapılırdı, atsız giden arabaları, yelkensiz giden gemileri anlattı ve demirin suyun üstünde tahta gibi batmadan yüzeceğini söyledi. 17. Yüzyıl´ın en büyük felaketlerinden birisi olan Ekim 1666´daki Londra veba salgınını ve yangınını öngördü. Tarihçi Pepys´in 1666 yılı günlüğünde Shipton Ana´nın öngörüsü açıkça yazmaktadır. Kehanetlerini nasıl yaptığı bilinmiyor, Kardinal Wolsey´in ölümünden sonra, sessiz ve sakin bir yaşam sürdürdüğü sanılıyor, zaten kaynaklarda nedense Wolsey olayından sonra ayrıntılı bilgilere artık rastlanmıyor, sanki o andan sonra Shipton Ana´dan söz etmek yasaklanmış gibi... Shipton Ana, 1561 yılında Knaresborough´da Dropping Well yakınlarında öldü, öldüğünde tüm Britanya´da tanınan ve sayılan bir kahineydi. Ölümünün zamanını ve nasıl olacağını önceden söylemişti, bu nedenle yaşamı boyunca engizisyondan hiç korkmadı, meslekdaşlarının peşpeşe öldürüldükleri Orta Çağ´da Shipton Ana kendisine dokunamayacaklarını biliyordu. Öleceği günün sabahında yatağına yattı, uyudu ve bir daha uyanmadı. Kendi sözüyle üç yirmi ve bir onüç yıl yaşamıştı. Mezar taşına bir şair şöyle yazmıştı; "Burada yatıyor, o hiç yalan söylemedi, Hünerini daima gösterdi, Kehanetleri daima yaşayacak, Ve onun adı hiç unutulmayacak."
http://www.bilinmeyen.com/node/233
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder