30 Haziran 2014 Pazartesi

DİYARBAKIR'I TANIYORMUYUZ

IMG Ust

DİYARBAKIR ANLAT ANLAT BİTMEZ

Güllü Sokak’tan çıktık yola. Şarıldayan limonla kıvam bulan, Güzel İş Lokantası’nda tülbentle esrimiş mercimek aşı yeter, artar bile. Her mevsim açık güllerle Otel Gül, Gül Oteli ve Güllü Sokak’taki diğer otelleri geçtik. Manav Sokak, sonra Gazi Caddesi gelir. Fakat durun hemen yürümeyin! Manav Sokak labirent gibi döner. Telgrafhane Sokak yakın. Yaş otuz beş, yolun yarısı diye ruhunu yakan Cahit Sıtkı Tarancı orada. Ruh eşi olan müze, sizi yanık bir Anadolu bozlağı gibi melankolik bir havaya sokar. Doğum ölüm ikilemi ile çıktınız müzeden. Hasretten pranga eskiten şiiriyle Ahmed Arif Müzesi de orada.

GAZİ CADDESİ, GEZİ CADDESİ

Yorulmadan üç adım atın. Ulu Cami - Camii Kebir karşınıza gelir, yürüyün. Bu çevre, konaklar ve temelleriyle farklı çağların altında kalan saraylarla, Camii Kebir Mahallesi’dir. O da hemen karşıda Dabanoğlu Mahallesi’nde kayıtlı olan Hasan Paşa Hanı gibi, Gazi Caddesi’ne açılır.

Evliya Çelebi’nin de kaldığı Hasan Paşa Hanı özenle gezilmelidir. Üzerinde, bir çerçeveye alınmış Küfi yazılı Batı Kapı, içe dönük eyvan (sundurma), tılsımlı bir estetikle zamana karşı durmakta. Basık kemerli kapıdan geçin. Beşik tonozlu avluya açılan bir geçit öne çıkacak. Avlunun ortasında altı sütunlu şadırvan karşınızda duruyor şimdi. Alt kat odaları sivri kemerlerle avluya açılır. Revaklar revak değil, beşik tonozlu büyücülükle orayı örtünmüş.

Gezgin sanatı tutkunlarına bu ilk izlenim yeter. Diyarbakır’da Gazi Caddesi, gezi caddesidir. Sonuna dek yürüyün. Gazi Caddesi’ni eski Mardin Yolu’na kadar sakin bir yürüyüşle sürdürün.

Ayn Minare Camii ile Keldani ve Surp Sargis kiliseleri de karşınıza çıkar. ‘Dinler arası barış tedavülde’dir. Dilediğinizi seçin. Ayva mevsiminde Küfi yazısı ile surları ünlü Diyarbakır’da güz değil, gül vakti diye çıktık yola, Ayn Minareli Camii geldi. Burada Türk kahvesi içeceğiz.

Surp Giragos Kilisesi yakındır. Bir yanda, 35 bin takipçisini yüzyıl başında yitirdiği için çöken ve Ermeni Vakfı ve Büyükkent Belediyesince onarılan en büyük Ortadoğu kilisesi. Moskova’da imal yüz kiloluk bronz çan sesleriyle kilise kutsanmış ve açılmış. Öte yanda kibritsiz kandil yakan yar: “Diyarbekir şad akar hele yar zalim yar. Urfa Mardin’e bakar kız severem ben seni. Diyarbekir kızları hele yar zalim yar, fitilsiz kandil yakar...”, Cemil Cankat’ın ezgisi de var burada. Gönül gözü tok üç beş gezgin, şimdi buraya dek yaptığımız bu kısa fakat zevkli güz gezisine bir Türk kahvesi ile ara verelim, kallavi fincanların telvesinde kahve falı açalım. Yaşayan kent hangi ölçütle betimlenebilir? Tek tek çocuklar, kadınlar, gençler, evler, araçlar, tarih ve şalvar ve çarşaf gibi giyitler ve olgularla betimlenebilir mi kent? Önceleri Dikranagerd, (Grekçe Tigranocerta)  sonraları Tigranakert olan Diyarbakır; bakır diyarı diye çeviriyle yetinebilir mi?

CIVIL CIVIL ÇOCUKLAR

Mayıs ayında, kaldırımda beştaş oynayarak, bahçelerinden getirdikleri dut sepetlerinin satışını bekleyen sevimli çocukları göreceğiz. Kasım ayında yine aynı çocuklar, kendi bahçelerinden getirdikleri dolu dolu ayva ve ceviz sepetleriyle kar yağmadan önce güz esintisi altında oradadır. Her yerde gördüğümüz renkli, cıvıl cıvıl çocuklar cep harçlıklarını çıkaracak, okul defterleri ve ilerde ‘gerçeğin vicdanı’ olmak için kalem alacak, güzde üşüyen parmaklarıyla. Belki de ablalarının giydikleri modern bir blucin görmüşlerdir vitrinde. Her yerde birbirlerine benzeyen cıvıl cıvıl çocuklar. İnsan olmanın; ortak insan tarihinin renk renk kalıtlarıdır! Çocuklar. Geçen çocuklara bakıp onların evrensel ortak payda altındaki devinimlerini unutmadan, aynı minare altındaki kahvede, üç beş kafadar kahvemizi yudumluyoruz. Ayva sergilerine baka baka, kar yağmadan, güz yeliyle geriye dönüp, Güzel İş Lokantası’nda bizleri bekleyen mercimek çorbasına hazırlanıyoruz. Kalkan balığı diye anılan kalesiyle gururlu Diyarbakır. Anlat anlat sona ermez...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder