28 Mayıs 2013 Salı

PIRLANTA

PIRLANTA
 

Vaktiyle zengin bir kuyumcu, yıllarca yanında yetiştirdiği çalışanını imtihan etmek ister.
Onun eline iri bir pırlanta verip: “Oğlum” der “Bunu al, önüne gelen esnafa göster,
kaç para verdiklerini sor, en sonra da başka bir kuyumcuya göster.
Hiç kimseye satmadan sadece fiyatlarını ve ne dediklerini öğren, gel bana bildir.
” Çalışan elinde pırlanta bir bakkal dükkanına girer ve “Şunu alır mısınız?” diye sorar .
Bakkal parlak bir boncuğa benzettiği mücevheri alır; elinde evirir çevirir; sonra:
“Buna bir tek lira veririm. Bizim çocuk oynasın” der. Çalışan, teşekkür edip çıkar.
Bir manifaturacıya gider. O da parlak bir taşa benzettiği mücevhere ancak bir beş lira
vermeye razı olur. Üçüncü olarak semerciye gidir: Buna ne verirsiniz?” diye sorar
Semerci şöyle bir bakar, “Bu der “benim semerlere iyi süs olur.
Bundan “kaş dediğimiz süslerden yaparım. Buna bir on lira veririm.”
Çalışan en son olarak kuyumcuya gider. Kuyumcu mücevheri görünce yerinden fırlar.
“Bu kadar büyük pırlantıya nereden buldun?” diye hayretle bağırır ve hemen ilâve eder.
“Buna kaç lira istiyorsun?” çalışan sorar: Siz ne veriyorsunuz?” “Ne istiyorsan veririm.”
Çalışan, “Hayır veremem.” diye taşı almak için uzanınca kuyumcu yalvarmaya başlar:
Ne olur bunu bana sat.
Dükkânımı, evimi, hatta arsalarımı vereyim.”
Çalışan emanet olduğunu,
satmaya yetkili olmadığını, ancak fiyat öğrenmesini
istediklerini anlatıncaya
kadar bir hayli dil döker.
Patronun yanına dönen Çalışan büyük bir şaşkınlık
içinde macerasını anlatır.
Kuyumcu Patron sorar: “Bundan ne anladın?”
çalışanın verdiği cevap çok doğrudur:
“Bir şey ancak değerini bilenin yanında kıymetlidir.”

http://www.denizplaza.net/?op=hikaye&no=47

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder