Kıyamet Nasıl ve Ne zaman Kopacak, İnsanlığa Ne Olacak? İşte 4 Bilimsel Teori
Bilim adamları kıyametin kopacağından emin. Ancak olacak olan tüm felaketlerin ne zaman ve nasıl olacağından çok emin değiller. Bu konuda her bilim insanının yaptığı gibi kuramlar, teoremler, tez ve anti tezler ileri sürüyorlar. Kıyamet teorileri sadece dünyanın yok olmasına odaklanmıyorlar. Evrenin değişimi ile beraber yaşanacak olan geniş bir yıkımdan bahsediyorlar. Bunu kelebek etkisi olarak görmek de mümkün.
Geçtiğimiz hafta kıyamet teorileri yeniden gözden geçirildi. Bu teoriler dünyanın ve evrenin nasıl yok olacağı hakkında ilginç ancak bir o kadar da ürkütücü sonuçları göz önüne seriyorlar. İnsan ırkının ve bilinen tüm evrenin yok oluşuna dair teoriler şöyle sıralanıyorlar.
Büyük Donma
Teorilerden biri şöyle; evrenin sonu ile ilgili ilk ipucu termodinamiğe, yani ısı devinim bilimine dayanıyor. Ancak dünyanın ısıya dayalı yok oluşundan, ateşte yanıp kavrulmasından, dev patlamalardan bahsedilmiyor. Yani bu teoriden Hollywoodvari bir kıyamet anlaşılmamalı. Tersine ısı farklarının ölümü olarak teorilendirilmiş. Bu kulağa daha az korkunç gelse de, aslında ısı ölümü yanıp kül olmaktan çok daha kötü. Çünkü hayattaki her şey ısı farklılığına ihtiyaç duyuyor. Örneğin arabanın çalışması için motorun içinin dışından daha sıcak olması gerekiyor. Yediğimiz besinler güneş ile evrenin diğer kısımları arasındaki büyük ısı farkı nedeniyle var olabiliyorlar. Evrende ısı ölümü baş gösterdiğinde her yerde, her şey aynı ısıda olacak. Tüm yıldızlar ölecek, her madde çürüyecek, geriye parçacıklardan ve radyasyondan oluşan seyrek bir çökelti kalacak. Hatta bu kalıntılar da evrenin genişlemesi nedeniyle zamanla son bulacaklar, her şey hemen hemen sıfıra indirgenmiş olacak."Büyük Donma" sonunda evren, her yanı soğumuş, ölü ve boş bir hale gelecek. 1800’lerde termodinamik bilimi geliştikten sonra, evrenin ancak bu şekilde sona ereceği düşünülüyordu. Fakat 100 yıl önce Albert Einstein’in geliştirdiği genel izafiyet teorisi evren için daha kötü bir son öngörüyor.
İzafiyet teorisine göre Büyük Çöküş
Einstein’ın genel izafiyet teorisi, madde ve enerjinin uzayı ve zamanı yamultup çarpıttığını ifade eder. Uzay-zaman ve madde-enerji arasındaki bu ilişki tüm evren için geçerlidir. Birbirlerinden zincirleme reaksiyonlarla etkilenirler. Einstein’a göre evrendeki tüm maddeler, evrenin kaderini belirleyecek tek unsur.
Bu teoriye göre evren bir bütün olarak ya genişliyor ya da daralıyor; aynı büyüklükte kalmıyor. 1917’de bu sonuca varan Einstein, kendi teorisine inanmakta aslında zorluk çekiyordu. Ancak, 1929’da Amerikan gökbilimci Edwin Hubble, evrenin genişlediğine dair delilleri ortaya koydu. Eğer evren genişliyorsa aslında bir zamanlar daha küçük olmalıydı. Buna dayanarak Büyük Patlama teorisi ortaya çıktı. Bu teoriye göre, bir zamanlar inanılmaz küçük olan evren kısa sürede büyümüştü. Büyük Patlamadan geriye kalan parıltıyı bugün bile kozmik mikrodalgalarla arka planda görmek mümkün olabiliyor. Bu noktada evrenin sonu basit bir soruya bağlı, "Evren genişlemeye devam ediyor. Peki ama, bu genişleme ne kadar hızlı gerçekleşiyor?" Teorisyenler cevabı şöyle veriyorlar. Evren ışık ve maddelerle dolu. Bunlara "şey" adı veriliyor. Bunlar yıldızlar, gök taşları, galaksiler ve everni oluşturan her şey olarak açıklanabilir. Bu şeylerin miktarı kritik eşiği geçmediği sürece evren sonsuza kadar genişlemeye devam edecek ve sonunda ısı ölümüyle donma noktasına gelip yok olacak.
Fakat evrende bilinenden daha çok "şey" varsa, bu genişleme yavaşlayacak ve son bulacak. Sonra evren aksi istikamette, giderek küçülmeye başlayacak, ısınacak, yoğunlaşacak ve kendi içine çökecek, yani Büyük Patlamanın tersine Büyük Çöküş yaşanacak.
Evrende şaşırtıcı değişiklik
20. yüzyılın büyük bölümünde astrofizikçiler bu senaryoların hangisinin gerçekleşebileceğini bir türlü kestiremiyorlardı. Bunun için uzayda ne kadar şey olduğunu tespit etmeye çalıştılar. O kritik eşiğe çok yakın olduğumuz sonucuna vardılar. Yani evrenin sonu belirsizliğini koruyordu.
Ancak, 20. yüzyıl sonunda durum değişti. 1998’de birbiriyle rekabet halinde olan iki ayrı astrofizik ekibi şaşırtıcı bir açıklama yaptılar. Onlara göre evrenin genişlemesi hızlanıyordu. Normal madde ve enerji evrenin bu şekilde davranmasına yol açmamalıydı. Bu durum "karanlık madde" (dark matter) olarak ifade edilen yeni bir enerji türünün varlığını bilim kitaplarına soktu.
Karanlık madde, yayılabilen sübjektif bir enerji yoğunluğuydu ve evreni sürekli genişletiyordu. Karanlık maddenin ne olduğu konusunda henüz fazla bir şey bilinmiyor, ama evrendeki şeylerin yüzde 70’inin karanlık madde olduğu ve bu oranın giderek arttığı ölçümlenebiliyor. Bilim adamları karanlık maddenin tüm evreni kapsadığını ve giderek büyüdüğünü keşfettiler. Karanlık maddenin varlığı, evrendeki şeylerin miktarının onun nihai kaderini belirlemeyeceğini gösteriyor. Çünkü sanılan akine evreni bu karanlık madde ve yaydığı enerji kontrol ediyor ve genişlemesini sürekli hızlandırıyor. Bu durum Büyük Çöküş senaryosunu devre dışı bırakıyor.
Fakat bu teori hala Büyük Donmanın kaçınılmaz olması anlamına gelmiyor. Başka olasılıklar da mümkün.
Büyük Değişim
Evrenin sonu ile ilgili ileri sürülen bir başka teori ise evrenin değil de atom altı parçacıkların incelenmesiyle ortaya atıldı. Yani işin çekirdeğine iniildi ve evren ile empati kurulmaya çalışıldı. Daha çok bilim kurgu hikayelerini andıran bu teori evrenin sonuna dair en tuhaf öngörülerden biri olarak nitelendiriliyor.
Teori şöyle açıklanabilir; saf suyu tertemiz bir cam bardağa koyup, santrifüj makinasında döndürerek sıfırın altı bir dereceye kadar soğutursanız, su donma noktasının altında bile süper soğuk bir halde sıvı olarak kalmaya devam eder. Suda herhangi bir parçacık olmadığı ve bardakta da pürüz bulunmadığı için buzun oluşması da mümkün olmaz. Fakat bu bardağa bir tane buz kristali bıraktığınızda su hızla donar. Hareketinin manası kalmaz.
Aynı şey uzayda da olabilir. Kuantum fiziğine göre, tümüyle bol bir vakumda az da olsa bir miktar enerji bulunabiliyor. Fakat daha az enerjisi olan başka bir vakum ile karşılaştığında sonuç felaket olabiliyor. Yani evren örnekte anlattığımız bir bardak süper soğuk su gibi, ancak daha az enerjili vakum ortaya çıkana kadar varlığını sürdürebiliyor.
Yine kuantum fiziğine göre, daha düşük enerjili bir vakum evrende var ise, bir gün evrende bir yerde ortaya çıkabilir ve aynı su deneyinde olduğu gibi doğal oluşumu yok edebilir. Bu Büyük Değişimde insanlar, gezegenler ve hatta yıldızlar yok olacaklar. Bu değişimin ardından karanlık enerji de muhtemelen farklı hareket ederek, evrenin genişlemesini hızlandırma yerine evreni kendi içine doğru emerek Büyük Çöküşe yol açacak.
Büyük Parçalanma
Dördüncü ihtimal ise yine karanlık madde ve enerjiyle ilgili. Bu teori biraz ihtimal dışı görülse de henüz tümüyle bir antitez oluşturulmuş değil. Büyük Parçalanma teorisine göre karanlık madde sandığımızdan daha güçlü bir enerjiye sahip olabilir ve Büyük Değişim, Büyük Donma ya da Büyük Çökme olmadan da kendi başına evrene son verebilir.
Karanlık maddenin ilginç bir özelliği var. Evren genişledikçe yoğunluğu sabit kalıyor. Yani hacmi artan evrende aynı yoğunluğu korumak için zamanla daha fazla karanlık enerji ortaya çıkıyor. Bu durum herhangi bir fizik kuralına aykırı değil.
Peki, evren genişledikçe karanlık enerjinin yoğunluğu da artsa, yani karanlık enerjinin artış miktarı evrenin genişlemesinden daha hızlı olsa ne olurdu? Bugün karanlık enerjinin yoğunluğu dünyanın yoğunluğundan, hatta dünyadan daha az yoğun olan Samanyolu galaksisinin yoğunluğundan daha düşük olarak ölçümlenmiş. Fakat zamanla artan bu karanlık yoğunluk evreni parçalayabilir. Bu teoriye göre yoğunluğu artan karanlık enerji Samanyolu galaksisini parçalayıp içindeki yıldızları savuracak, sonra da karanlık enerjinin çekim gücü, güneşin dünya üzerindeki çekim gücünden fazla olduğu için güneş sistemini bozacak Bunun kaçınılmaz sonucu olarak da ardından dünya patlayacak. Bu teoriye de Büyük Parçalanma adı verilmiş.
Son teori
Bütün bu teorilerden yola çıkarak evrenin sonunu muhtemelen bir Büyük Donma, ardından gelen Büyük Değişim ve son noktayı koyacak olan bir Büyük Çöküşe bağlamak mümkün. Yani bir kombo kıyamet söz konusu olabilir.
Ama sakin olalım. Bilimsel temellere ve fizik kurallarına dayalı bu teoriler trilyonlarca yıl sonrasında yaşanabilecek türden olaylar. İnsan ırkının endişelenmesi gerekmiyor. Zaten o tarih gelmeden önce insanın yaşayacağı genetik değişim muhtemelen onu tanınmaz kılacak, ya da bütün bunlar olmadan biz birbirimizi çoktan yok etmiş olacağız.
Ama kısaca anlıyoruz ki, fizikçiler karanlık enerjinin keşfinden sonra evrenin sonu sorusunun cevabına biraz daha kötümser bakıyor. Evrenin genişlemesi hızlanıyorsa, diğer galaksilerden uzaklaşacağımız ve alabileceğimiz enerji miktarının azalmasıyla bir sona yaklaşıyor olacağımız kesin gibi.