İNSAN AİLESİNİN BİYOKÜLTÜREL
EVRİMİ (C)
Ukrayna'da bulunan uzun hayvan kemiğinden yapılmış, delikleri olan
kaval, üflemeli ve vurmalı çalgıların tarihinin orinyasiyen çağa kadar gittiğini
göstermektedir. Alimen, Jelinek ve Kottak'ın tespitlerine göre, kromanyonlar
muska ya da kolye olarak kullanmak üzere obsidiyenden ya da çakmak taşından
yapılmış kalemlerle, fildişi, kemik, boynuz ya da çakıl taşlan üzerine ayrıntılı
hayvan resimleri de yapmışlardır. Jelinek ve Howell, kromanyonların heykel de
yaptıklarını ortaya çıkarmışlardır. Genellikle kadınların dişilik ve doğurganlık
özelliklerini ön plâna çıkaran ve boyutları 10 ile 23 cm. arasında değişen bu
heykeller, topraktan, pişmiş kilden, fildişinden ya da limonit, hematit ve
kalsit gibi çeşitli minerallerden yontularak yapılmışlardır. Kromanyonlar,
çanak, çömlek yapmasını bilmiyorlardı. Ancak, Vandiver ve arkadaşlarının Çek
Cumhuriyeti'nde Dolni Vestonice'de buldukları 26.000 yıl öncesine ait, düşük
ateşte pişirilmiş kil ve topraktan yapılmış, çoğu şekilsiz ve ne amaçla
yapıldıkları anlaşılamayan nesneler, kromanyonların seramik teknolojisine sahip
olduklarını göstermektedir.
İğneyi bulan kromanyonlar, hayvan postlarından değişik giysiler,
kazaklar, botlar dikmişlerdir. Giyime ve süslenmeye oldukça önem verdiklerini
kadın heykellerinden anlıyoruz. Örneğin, Sibirya'da bulunan heykel kapüşon ve
kabanıyla, Dolni Vestonice'de bulunan heykelcik ise başında bonesiyle
yontulmuştur. 12.000 yıl öncesinden itibaren Batı ve Kuzey Avrupa'yı saran
buzulların erimesi hayvan türlerini ve bitki örtüsünü önemli derecede
değiştirir. Kromanyonların besin ve model kaynaklan olan mamut, mağara ayısı,
bizon, kıllı gergeden, step atı, mavi tilki ve ren geyiği gibi hayvanlar,
pleistosenin sonlarına doğru yavaş yavaş kaybolurken, mağara resim sanatı da
giderek tarihe karışır.
Paleolitik çağın sona ermesiyle başlayan ve oldukça kısa süren Mezolitik
çağla beraber, insan toplulukları eriyen buzulların boşalttığı topraklara ve ilk
defa İskandinav bölgelerine yayılırlar. Bu arada bitki örtüsü de önemli ölçüde
değişir. Tundra görünümlü bodur ağaçların ve steplerin yerlerini ormanlık
alanlar alır. Bitki ve hayvan türleri bakımından oldukça zengin Yakındoğu'ya
orta boylu, narin yapılı, dolikosefal na-tufiyen insanları göç eder ve sabit köy
yerleşimlerini başlatırlar. Sıcak ve yağışlı iklimin Anadolu'ya ve Ortadoğu'ya
yayılmasıyla, başta arpa ve buğday olmak üzere birçok yabanıl bitki bol miktarda
yetişmeye başlar. Mezolitik insanları, zamanımızdan 11.000-12.000 yıl önce, taş,
toprak, kil ve ağaçtan yaptıkları evlerinin basit de olsa fırınlarında, taş
dibeklerde ezip, öğütme taşlarında öğüttükleri yabani tahılları pişiriyorlardı.
Bu toplulukların yaşadığı en eski yerleşim köylerinden biri Cauvin'e göre
Suriye'de Fırat kıyısındaki Tel Mureybet Köyüdür.
Bordes'e göre, Mezolitik çağ, zıpkın, balık oltası ve orak yapımında
kullanılan, obsidiyen ve çakmaktaşından yapılmış çeşitli geometrik şekillerdeki
minik aletlerle (mikrolitlerle) bilinir. Bu çağdaki diğer bir yenilik de köpeğin
evcilleştirilmesidir. Mezolitik çağ insanları ölülerini, evlerinin belirli bir
yerine, çömelmiş pozisyonda gömmüşler, aynı mezarı daha sonra ölen yakınları
için de kullanmışlardır. Zamanımızdan 11.000 yıl önce Mezolitik çağın sonlarına
doğru, ılıman ve yağışlı iklimin yerini alan kurak iklim nedeniyle yer yer
çöller oluşmaya başlar. Hayvan türleri de değişen iklime ayak
uydurur.
Mezolitik çağla başlayan köy yaşantısı, Yeni Taş çağı anlamına gelen
Neolitik çağla beraber daha da gelişir. Çiftçi köy topluluklarının ortaya
çıktığı bu kültür evresi Protoneolitik, akeramik (çanak çömleksiz) ve keramik
(çanak çömlekli) olmak üzere üç ana gruba ayrılır. Kottak'a göre, zamanımızdan
10.000 yıl Önce Yakındoğu ve Anadolu'da değişen ve kuraklaşan iklim ve buna
bağlı olarak ortaya çıkan geniş ovalar, avcı-toplayıcı köy topluluklarının
bazılarını yeni ekolojik koşullara uyum sağlamaya yönlendirmiştir. Yakındoğu bu
gelişimi yaşarken, Avrupa hâlâ avcı-toplayıcı yaşam biçimini devam ettirmekte,
bir kısmı da mağara yaşamını sürdürmekte idi. Orta ve Güney Amerika'da tarım
aşağı yukarı 6.000 yıl önce başlamış, mısır, kabak, fasulye ve bazı bitkiler
evcilleştirilmiştir. 8,000 yıl önce Güney Doğu Asya, 5.000 yıl önce Doğu Afrika
tarıma geçmiş, 3.000 yıl önce ise Japonya ve Kore'de pirinç ağırlıklı tarım
başlamıştır. Braidwood ve Reed'e göre, zamanımızdan 10.000 yıl önceki Yakındoğu,
bir yanda yüksek platolar ve dağlar, diğer yanda ağaçsız stepler ya da Fırat ve
Dicle'nin bereketli alüvyonlu ovaları gibi değişik coğrafi görünümlerle
karşımıza çıkar. Bu çok geniş coğrafi yelpazede insanoğlu, kendi istek ve
ihtiyacı doğrultusunda yabanıl tahılları seleksiyona tâbi tutmuştur, ilk
evcilleştirilen tahıllar buğday ve arpa olmuş, bunları mercimek, nohut ve bakla
izlemiştir. Suriye'deki Tel Mureybet, Anadolu'daki Çayönü ve Aşıklı gibi yabanıl
tahılların toplandığı ve yendiği köy yerleşmeleri zamanla tarıma geçmişlerdir.
Cauvin, uygun toprak, yeterli su ve bilgi birikimiyle söyler, Taylor'a göre
besin üretimi, uygarlığın gelişmesine ve kültürel değişmeye ortam hazırlamıştır.
Bilinçli tarıma geçilmesiyle, beslenme alışkanlığı değişmiş, insanoğlu ilk kez
ekmeğini yapmaya başlamıştır. İrak'ta Jarmo, Anadolu'da Cafer Höyük ve Tel
Mureybet'te yapılan arkeolojik kazılarda bulunan çanak çömlek öncesi döneme ait
fırınlar, dünyada en eski ekmeğin Yakındoğu'da yapıldığını göstermektedir.
Tarımın başlamasıyla birlikte köylerin nüfusu da artmaya başlamıştır.
Mellaart'dan öğrendiğimize göre, İsrail'deki Jericho'nun nüfusu 3.000, Konya'nın
güneydoğusundaki Çatalhöyük'ün ise 10,000 idi. Tarım döneminde araç ve gereçler
daha da çeşitlenmiş ve Orak, havan, bazalt öğütme taşları ve obsidiyenden
yapılmış çeşitli aletlerin yanı sıra, Neolitik insanı ağacı da yoğun şekilde
kullanmış, bakır madenini keşfetmiş ve bakırdan süs eşyaları çanak, çömlek
yapmasını bilmeyen Neolitik insanı, aşağı yukarı 7.000 yıl öncesinden itibaren
besinlerini pişirdiği, sakladığı ve taşıdığı kaplar başlamıştır. Yine
zamanımızdan 7.000 yıl önce, Neolitik insanı yaklaşık 2.000 yıldır eti, sütü ve
postundan yararlanmak için yavaş yavaş kendine alıştırdığı yabanıl sığır ve
keçileri, seleksiyon yoluyla evcilleştirerek, daha çok süt, et ve daha kaliteli
yün veren dayanıklı ırklar elde etmeyi başarmıştır. Evcilleştirme süreci her
hayvan için aynı olmamıştır. Örneğin Hallan Çemi'de önce domuz
evcilleştirilmiştir. Başlangıçta evcil hayvanı, yabanisinden ayırt etmek
imkânsızken, evcil hayvanların iskelet ve dış yapılarında oluşan bariz
değişmeler neticesinde, günümüzde bu ayrım çok netleşmiştir.
Başlangıçta, toprağa yarı yarıya gömülü dairesel evler inşa eden
Neolitik insanı, kalabalık ailelerin yaşamasına imkân veren oda ve avlu anlayışı
ile birlikte dikdörtgen plânı bulmakta gecikmemiştir. Mellaart'a göre, taş veya
kerpiç temeller üzerine, kerpiç duvarlar çıkılarak yapılan evler bitişik nizamda
olup, çatıları ağaç dalları ve hayvan postları ile kapatılıyordu. Evler arasında
sokak yoktu ve avlular çöplük olarak kullanılıyordu. Kapının olmadığı evlere
merdivenle damdan giriliyordu. Yapılan kazılar sonucunda, Malatya Cafer Höyük
köyünde iki katlı, Çayönü'nde ise ızgara ya da hücre plânlı evlerle
karşılaşılmıştır. Çayönü ve Aşıklı yerleşimlerinde ise kanalizasyon sistemi ve
çöplerin toplanıp yakıldığı mekânlar bulunmuştur.
Neolitik çağdaki, evlerin tabanları altına çömelmiş konumda ölü gömme
âdeti, tüm Neolitik çağ boyunca izlenir. Bu çağda çok tuhaf gömme âdetleri
vardı. Çatalhöyük'te ölüler bir platform altına gömülüyor, bu divanların üstünde
de insanlar uyuyorlardı. Bir kafatası kültü olan, insan başının gövdeden ayrı
olarak özel odalarda saklanması geleneğini ise Çayönü, Jericho ve Ürdün Ain
Ghazal'da görürüz. Anadolu'da bilinen en eski ölü yakma âdeti, Aşıklı'da bazı
ölülerde uygulanmıştır. Daha sonra gelen Kalkolitik çağdan itibaren ölüler
metropol dışındaki nekropol adı verilen kent dışı mezarlıklara gömülmeye
başlamıştır. Mellaart, Çatalhöyük insanının çok sayıda Tanrı ve Tanrıça'ya sahip
olduğunu söyler. Bu bağlamda Çatalhöyük'de içlerinde fresk ve kabartmalarla,
küçük heykellerin bulunduğu 40 kadar tapınak bulunmuş, Urfa Nevali Çori'de ise
zemini mozaikle kaplı görkemli bir tapınak ortaya
çıkarılmıştır.
Başlangıçtan Neolitik çağa kadar incelemeye çalıştığımız insan türünün
en belirgin yanı, olağanüstü çeşitliliğidir. Coon, insan cinsinin, yeryüzünde
görüldüğü çağlardan bu yana çeşitli ırklar şeklinde farklılaştığını,
Rensenberger, ırk kavramının geçerli ve işlevsel olduğunu söyler. 30.000 yıldan
bu yana insan gruplarının göçü neticesinde, yoğun bir gen alışverişi yaşanmakta
ve insanların biyolojik çeşitliliği kesinti olmaksızın sürmektedir. Günümüzde
Amazon Ormanlarının ve Okyanusya'daki bazı izole adaların yerlileri dışında
dünyamızda hemen hemen karışmayan toplum kalmamıştır. Örneğin 1800-1924 yıllan
arasında 36 milyon Avrupa'lı 1845-1854 yılları arasında da 3 milyon Sarı, Beyaz
ve Siyah insan Amerika'ya göç etmişlerdir. Yapılan bir değerlendirmeye göre
Amerika'lı Zencilerin gen havuzunda % 20'ye yakın beyaz gen vardır. Amerikalı
Beyazların gen havuzlarında ise Afrika, Avrupa ve Asya'dan gelen çeşitli
toplulukların genleri vardır.
Antropologlara ve biyologlara göre ırk, aynı genetik mirası paylaşan ve
aralarında üreyip çoğalan bireylerin oluşturduğu bir bütündür. Dil, din, kültür
ve etnik unsurlarla ırk sınıflaması yapılamaz. Irk, milyonlarca yıl süren bir
sürecin sonucunda insanoğlunun gösterdiği biyolojik ve kültürel zenginliğidir.
Irksal özelliklerin önemli bir bölümü insanın içinde yaşadığı doğal çevreye
yapmış olduğu biyolojik uyumun sonucudur, iklim, güneş ışınlan, deniz seviyesi
ile olan yükseklik farkları ve beslenme alışkanlıkları gibi faktörler bir
toplumun en az uyum sağlayan bireylerini elerken, üreyip çoğalmada ortaya çıkan
farklı genlerin çoğalması o koşullara en iyi uyum sağlayan bireylerin o toplum
içinde çoğalmasına ortam hazırlar.
Weiner, genetik çeşitliliğe yol açan evrimsel mekanizmaları Mutasyon,
Doğal Ayıklama, Karışma ve Genetik Kayma olmak üzere 4 ana grup altında toplar.
Mutasyon, tek bir genin DNA molekülündeki azot kökenli 4 bazdan birinin ya da
birkaçının yer değiştirmesi, birinin diğerine eklenmesi veya ayrılması sonucu
ortaya çıkar. Değişime uğrayan kromozon parçası ya da gen, yeni bir kalıtsal
özelliğin kodlanmasına ve yeni genetik özelliğin gen havuzunda devam etmesine
sebep olur. Üreme hücrelerinde ortaya çıkan mutasyonlar kalıtsaldır, genomdan
tüm organizmaya kadar çeşitli düzeyde ortaya çıkarlar ve büyük bir bölümü
organizmanın işlevine olumsuz etkide bulunur. Her kuşakta belirli bir hızda
ortaya çıkan mutasyon hızı 1/100.000 gibi çok düşük orandadır.
Doğal ayıklanma sürecinin temel malzemesi mutasyonla ortaya çıkan
genetik çeşitliliktir. Seçilimci avantajı olan genin, topluluk içindeki sıklığı
giderek artar ve o genin belirlediği biyolojik özellik o toplumun genotipinde
korunur, gen akışı yoluyla da bu genetik özellik başka yörelere yayılabilir.
Ancak bu genetik özellik, bir coğrafi bölgede birey için avantajlı, bir başka
bölgede yararsız ya da zararlı olabilir, her genetik özellik, her coğrafi
ortamda uyumsal bir avantaj sağlamaz. Uyum sağlayamayanlar, gelecek kuşağa daha
az döl bırakır, böylece giderek elenip yok olurlar.
İnsanoğlunun birbirinden farklı, son derece değişik coğrafi ortamlarda
yaşayabilmesinde kültürel unsurların yanı sıra, organizmanın adaptasyon ve
uyarlanma mekanizmasının da önemli payı vardır. Weiner, Relethford ve Kottak'a
göre, adaptasyon, çevre koşullarının bir toplum üzerinde yarattığı seçilimci
baskıdan kaynağını alan gen sıklıklarındaki değişmelerle yakından ilgilidir,
insanoğlunun, çevre koşullarına kültürel açıdan yaptığı uyum davranış uyumudur.
Biyolojik uyum ise fiziksel ve fizyolojik uyumdur. Örneğin, uzun zamandan beri
kutup bölgelerinde yaşayan toplumların bazal metabolizma hızlarında görülen
yükselme vücut için ek bir enerji kaynağıdır. Soğuğa karşı insan organizmasının
gösterdiği uyumsal tepki, yüksek enerji sağlayan besin maddelerinin fazlaca
tüketilmesiyle mümkün olan fizyolojik değişimin sonucudur. Soğuğa karşı
koyabilen insanoğlu, sıcak ve kurak bölgelere daha da iyi uyum sağlamıştır,
insan vücudundaki kıl sisteminin çok az gelişmiş olması ve yaklaşık 2 milyonu
bulan ter bezleri sayesinde insan herhangi bir memeliden çok daha fazla terleme
kapasitesine ve en iyi ısı ayarlama mekanizmasına sahiptir. Fizyolojik düzeyde
devreye giren bu uyumsal tepki tüm insan ırkları için
geçerlidir.
Kottak'a göre, çok yüksek dağlık yörelerde yaşayan insanlar, zamanla
bazı morfolojik ve fizyolojik uyumlar geliştirmişlerdir. Dünya nüfusunun sadece
% 1'inin yaşadığı bu yörelerde oksijen basıncı az, güneş ışınlan daha etkili,
soğuk daha fazla ve rüzgârlar çok daha şiddetlidir. Bu bölgelerde sürekli
yaşayan toplumların daha geniş bir akciğer kapasiteleri vardır ve alyuvarlarının
sayısı ile hemoglobin miktarları oldukça yüksektir. Bu fizyolojik özellikler
nedeni ile bu toplumlarda düşük ve bebek ölümleri sıkça görülür. Büyüme ve
gelişme daha yavaştır. Bu yöre insanları daha kısa
boyludurlar.
İklim ve yüz yapısı arasında ilişki olduğunu ileri süren araştırmacılar
tarafından, Mongoloid yüz tipi sert ve soğuk iklime bünyenin yapmış olduğu en
iyi uyum olarak gösterilir. Göz çukurları altında ve elmacık kemikleri üzerinde
deri altı yağ tabakasının aşın gelişmesi ve çekik gözler, kar fırtınalarına ve
çok soğuk iklime karşı Eskimolara önemli avantajlar kazandıran uyumsal
morfolojik değişimlerdir. İklim ve deri rengi arasında da çok yakın bir ilişki
bulunmaktadır. Deri rengini belirleyen unsurlar; deri yüzeyine yakın kısımlarda
kan damarları içinde bulunan hemeglobin, ölü hücrelerin içindeki karoten ve en
önemlisi de epidermdeki melanindir. Melanin, kızıl saç hariç saçlara da renk
verir. Melaninin üretim hızını, hormonlann işlevi, beslenme ya da ulturaviyole
ışınları etkiler. Güneş spektrumundaki ultraviyole ışınları derinin renginin
koyulaşmasına neden olur. UV ışınlarının şiddeti ekvatora yaklaştıkça artar,
uzaklaştıkça azalır. Bu yüzden Doğu Afrika'nın savanlık bölgelerinde yaşayan
Nilotik Zencileri ve Avustralya'nın çöl bölgelerinde yaşayan yerliler çok koyu
deri rengine sahiptirler. Yeryüzünün yüksek dağlık kesimleri de UV ışınlarını
şiddetli alır. Öte yandan sis, duman ve kalın bulut katmanları bu ışınlan
tamamen tutarlar. UV ışınlarına, derinin boynuzumsu tabakasının kalınlaşması ve
renginin koyulaşması şeklinde gösterdiği uyumsal tepki neticesi, bu ışınlar
derinin daha iç kısımlarına inemezler. Bu nedenle, Zencilerde deri yanıklarına
ve deri kanserlerine çok az rastlanır.
Irksal farklılıklarla hastalıklar arasındaki ilişkileri yorumlayan
araştırmacılara göre, bazı ırklar belirli hastalıklara daha yatkındır. Örneğin,
Beyazlar çeşitli kanserlere Siyahlardan daha çok yakalanmaktadır. Gene
Beyazlarda ve Sarılarda sıkça görülen trahom. Siyahlarda çok az görülmektedir.
Difteri, hemofili, anjin ve mide ülseri Beyazlarda, kansızlık, nefrit ve
hipertansiyon ise Siyahlarda daha yaygındır. Kanserlerin, kalp ve damar
hastalıklarının ortaya çıkışında kalıtımın yanı sıra, kötü beslenme ve stresli
yaşam da önemli rol oynar. Nitekim, balık ağırlıklı beslenen Eskimolarda ve
Güney Afrika'lı Bantularda kalp ve damar hastalıkları çok az görülür. Arizona'da
yaşayan Pima Yerlilerinde ise ABD'nin diğer bölgelerine göre dokuz kat daha
fazla şeker hastalığı tespit edilmiştir.
Twiesselmann ve Harrison'a göre, büyüme ve gelişme, genetik faktörler
ile doğal ve kültürel çevrenin arasındaki etkileşimle belirlenen karmaşık bir
süreçtir. Örneğin, belirli bir boy uzunluğu için genetik bir potansiyele sahip
olan kişi, malnütrisyon ya da bir enfeksiyon nedeniyle genomunda belirlenmiş
boya ulaşamayabilir. İnsanın tüm bedensel yapısı, çevre ve genotipinin ortak
ürünüdür. Çevrenin geliştirici etkisi geno-tipin kapasitesinin üzerinde bir
gelişme göstermesine yol açmaz, başka bir deyişle, beslenmenin belirli ölçüde
iyileşmesi, bütün topluluklarda aynı hızda bir boy artışını getirmez. Vallois'a
göre, beslenme ve yaşam koşullarının iyileşmesi, tıp alanındaki gelişmeler,
çalışmaya başlama yaşının ileriye alınması, toplumlararası töresel engellerin ve
içevlilik alışkanlığının giderek azalması insanoğlunun biyolojik gelişmesinde
son yüzyıl içinde genel bir boy ve ağırlık artışına neden olmuştur. Tanner'a
göre, büyüme hızında mevsimlerin de etkisi vardır. Ağırlık artışı sonbaharda
daha belirgindir, boy ise genellikle ilkbaharda daha hızlı
artar.
Stratigrafi Biliminin ortaya koyduğu jeolojik bilgilere göre doğa ve
dünya sürekli bir değişim ve dönüşüm içindedir. O halde canlılar da, kendilerini
bu değişim ve dönüşümlere uyarlamak zorundadırlar. Canlıları oluşturan hücreler
ortaklık sistemi içinde örgütlenirken genetik kodlanmaların gereğini yerine
getirmek, enerjiyi en ekonomik sekliyle depolayıp aktarmak ve yeni ortam
koşullarına uygun bir yapıya ulaşmak için ard arda bir takım biyo-fizikokimyasal
tepkimelerden geçerler. Örneğin, anne karnındaki insan yavrusunun parmakları
arasında, önce yüzmeye alışık bir atanın parmaklan arasındaki gibi zarlar
bulunurken, bu perdeyi oluşturan hücreler, daha sonra kendi-duyulmayacağından
apoptoz kuralı gereğince gönüllü intihara giderler ve o perdeler ortadan kalkar.
Duyu organlarının dış ortamdaki verileri algılayıp, aktardıkları beyin
hücrelerinin ise ortaklıktaki diğer hücrelerden bir farkları vardır, Beyin
hücreleri doğumda maksimum sayıda olup, soylarından genetik olarak aktarılan
bilgilere örgütlenmişlerdir, diğer hücreler gibi yenilenemezler yani ölenlerin
yerine yenileri konulamaz.
İnsan beynindeki hücrelerin örgütlenip, program devreleri
oluşturmasında, gelenek ve görenekler, okullardaki öğretimlerden daha baskındır.
Yaklaşık iki asırdır, beyin hücrelerinin özgür bırakılması ve dogmatik eğitim
sisteminden, bilimsel eğitim sistemine geçilmesi neticesindedir ki, insanlık baş
döndürücü bir bilimsel ve teknik ilerleme hızına ulaşmıştır. 2.5 milyon yıllık
tarihinin ilk onda dokuzluk evresinde taş yontmaktan ileri gidemeyen insanlık,
son onda birlik dilimde ateşi kontrol etmeye ve ölülerini gömmeye başlamış, son
yüzde birlik dilimde mızrak, kemikten iğne, hayvan postundan çadır ve giysi
yapmayı başarabilmiştir. En son beş binde birlik yani 500 yıllık zaman diliminde
ise, mikroskop ve teleskoptan, elektrik ve nükleer enerjiye kadar, sayısız
bilimsel buluşa imzasını atan insanoğlu büyük bir gelişim sürecine girmiştir.
Kısacası, insanlığın bilgi ve beceri dağarcığı eksponansiyel şekilde artmaya
başlamıştır.
Kaynaklar
-
Prof. Dr.Metin Özbek; Dünden Bugüne İnsan
-
Prof. Dr.Nedret Gürsoy: Ortodontinin Biyolojik Temelleri
-
Prof. Dr.İbrahim Veli ODAR: Anatomi
-
Prof. Dr. Filiz PERKÜN: Çene Ortopedisi
-
Prof. Dr. İlter UZEL: DişhekimliğiTarihi
-
Charles DARWIN: Darwin Kuramı (Çeviren: Cem TAYLAN)
-
Benjamin FARRINGTON: Darwin Gerçeği (Çevirenler: Prof. Dr. Bozkurt GÜVENÇ, Doç. Dr. Yalçın İZBUL)
-
Prof. Dr. İsmet GEDİK: Dünyanın Oluşumundan İnsanlığın Gelişmesine: Gelişimler ve Dönüşümler (TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odası Yayını Mayıs 1998 sayı 52)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder