31 Ocak 2013 Perşembe

Aztlan ve Aztek Göçü Efsanesi

Aztlan ve Aztek Göçü Efsanesi


http://www.hope-of-israel.org/img/img0010.jpg
Ülkenin sakinleri olan diğerleri gibi bu insanlar da, Aztlân adlı ve yaşadıkları yerdeki Yedi Mağaralar’dan ayrıldılar. Aztlân, “Beyazlık” ya da “Balıkçılların Ülkesi” demektir. [FRAY DIEGO DURAN, 16. YÜZYIL.]
Aztekler ve müttefikleri 15. yüzyılda ve 16. yüzyıl başlarında orta ve güney Meksika’da bir imparatorluk kurdular, imparatorluk, Hernân Cortes’in İspanyol Seferi sonunda, ancak yüz yıl yaşadıktan sonra yıkıldı. Günümüz Meksika ulusal efsanelerinde, Aztekler, kahraman yerli geçmişi ve yabancı istilasının trajedisini temsil edecek biçimde popüler hayal gücünde idealleştirilmiştir.
Aztek başkenti Tenochtitlan’ın İspanyol sömürgesi Mexico City’ye dönüştürülmesi ve çağdaş milletin başkenti olmaya devam etmesi Aztekler’i İspanyol öncesi kolektif 3000 yıllık kültürel mirasın en önemli temsilcileri olarak diğer kızılderililerin üzerine çıkarmaktadır.

EFSANENİN KÖKENİ
Aztekler nereden gelmişlerdir? Aztek kaynaklarına dayanılarak hazırlanan ilk sömürge tarihçeleri, resimli belgeler ve arkeolojik kazılar Aztekler’i tarihsel bir kesinlikle ancak 13. yüzyılda Meksika Vadisi’ne kadar izleyebilmiştir. Kökenlerinin coğrafi bölgesi hâlâ çözümlenmemiş bir muammadır.
Aztekler’in, 13. yüzyılda kuzey çöllerinden Meksika Merkez Yaylaları’na göçen göçebe avcı ve kısmen çiftçi kabilelerden biri oldukları anlaşılmaktadır. Efsanelerde çıkış yerleri olarak kuzeyde Aztlân’dan, “Balıkçıl kuşlarının yeri”nden söz edilmektedir. Aztlân bir göldeki bir ada tepe olarak tanımlanmaktadır.
Aztekler yaratılış zamanında orada topraktan ve mağaralardan çıkmışlardır. Bir gün gelmiş oradan ayrılmaya karar vermişler, kanolarına binip karaya çıkmışlar ve uzun göçlerine başlamışlardır. Çok geçmeden Meksika “ay insanları” diye bir grup kendilerine katılmıştı (ondan sonra Meksika-Aztekleri adını almışlardır). Başlarında reisleri Huitzilopochtli (“Soldaki Sinekkuşu”) vardı. Bu daha sonra, rahipler tarafından taşınan kutsal bir simge olarak görülmektedir. Göç devam ederken rahipler Huitzilopochtli’nin kabilenin ne yöne gideceği hakkındaki kehanetlerini sözlü olarak ifade etmekteydiler.
Huitzilopochtli’nin mucizevi doğumu, göçten önce gerçekleşmişti. Efsaneye göre yaşlı rahibe Coatlicue, Coatepetl (“Yılan Dağ”) tepesinde bir tapınağı süpürürken gökten bir tüy topu düşmüş ve kendisini Huitzilopochtli’ye hamile bırakmıştı.
Coatlicue’nin oğulları Centzonhuitznaua (“dört yüz” yani çok) ve büyük kızı Coyolxauhqui annelerinin hamileliğini öğrenince kızmışlar ve onu öldürmeye karar vermişlerdi.
Silahlı düşman dağa tırmanmaya başlamıştı. Huitzilopochtli birden yüreklere korku salan, doğaüstü güçlü bir savaşçı olarak doğmuştu. Bir “Ateş yılanı” atarak Coyolxauhqui’yi delmiş ve başını kesmiş, gövdesini dağdan aşağı atıp parçalamıştı. Sonra Centzonhuitznaua’yı kovalamış, hiç acımadan hepsini öldürmüştü.
Kabile göçe devam ederken bazı yerlerde yıllarca kaldığı oluyordu. Yine konakladıkları bir yerde muhalif bir grup kabileden koptu. Kabile, 10. yüzyıl Tolteca-Chichimecaları’nm daha önceki göç hikâyesinde de yer alan Culhuacan-Chicomoztoc Dağı’nda da durakladı. Aztekler Meksika Vadisi’ne gelince, Chapultepec pınarları yakınlarına yerleşmek istediler.
Burada bir savaş daha yapıldı ve Huitzilopochtli düşman reisini öldürüp kalbini göl kıyısındaki bataklığa attırdı. Ama bataklığa atılan kalp, göçebe kabilenin daha sonra büyük piramitlerini yapıp başkentleri Tenochtitlan’ı kuracakları yere düştü. Burası efsanelerde, beyaz ardıçlarla ve söğütlerle kaplı bir alan olarak tarif edilir.
Anlatılanlara göre, bir derede beyaz yılanlar, kurbağalar ve balıklar yüzüyordu. Bir başka hikâyede suları kara ve sarı renklerde olan iki dereden söz edilir. Aslında bu görüntüler Historia Tolteca-Chichimeca’da yer aldığından, daha eski kaynaklardan alınmadır.
Aztekler sonunda bir kaya üzerindeki kaktüsün üstüne konmuş bir kartal gördüler. Bu, Huitzilopochtli’nin, kabilenin yerleşeceği kehanetinde bulunduğu ve uzun zamandır aradıkları noktaydı. Bu olay, Aztek takvimine göre “2 ev” yılında gerçekleşmişti ki, bu da Hıristiyan takviminde 1325′e tekabül ediyordu.
GERÇEĞİ GERÇEK OLMAYANDAN AYIRMAK
Bu efsanevi olaylardan ne anlam çıkarabiliriz? Aslında Aztekler’in Meksika Vadisindeki ilk yılları çok farklı bir tablo çizmektedir. Aristokrat bir hükümdar ailesi olmayan barbarlar olarak aşağılanan ve diğer eski kentli topluluklar tarafından yenilgiye uğratılan kabile, sazlıklar arasına kaçmak zorunda kalmıştı. Ancak dirençli ve girişimci insanlardı.
1428 yılı geldiğinde kentli hayat biçimini benimsemişler ve Tetzcoco ile Tlacopanlar’la ittifak kurmuşlardı. Güçler dengesini ustaca dengeleyerek yaptıkları fetihlerle Tenochtitlan’ı Meksika’nın en korkulan ve en zengin kentine dönüştürmeyi başardılar. Hükümdar Itzcoatl çok geçmeden yeni bir tarihi kimlik belirleme ihtiyacını gördü. Toplanan meclis karanlıkta kalmış geçmişlerini, varolan kabile göç hikâyelerini, katlanılan aşağılanmaları ve saygın ataların eksikliğini gözden geçirdi: Bütün bunlar yeni imparatorluk statüsü için kabul edilemez şeylerdi. Eski belgeler yakıldı. Çok tanınmış efsanevi olayları içeren yeni ve “resmi” bir tarih hazırlandı, Huitzilopochtli tanrılaştırılmış Aztek koruyuculuğuna yükselti
Bu “resmi” metinleri inceleyen araştırmacılar Aztlân’daki başlangıcın Guatemala, Meksika’nın içleri kuzeybatıdaki Michoacan ve kuzeyde New Mexico’ya yayılmış göç hikayeleriyle uyumlu olduğuna dikkat etmişlerdir. Olay uzak bir ülkede ya da kuzeyde bir gölde yeni bir çağ ile başlar. İnsanlar genellikle toprağın altından ya da sudan çıkarlar. Bir anlaşmazlık ya da savaş sonunda bir Tanrı ya da Tanrıça’nın önderliğinde göçe çıkılır. Göçen gruba başkaları katılır ve doğaüstü bir lider ya da ulak göç yolunu gösterir.
Böylece resmi Aztek göç hikâyesi de varolan örnekleri yansıtmaktaydı ve Aztlân da belirli bir coğrafi mekândan çok Aztekler’in yarattığı bir efsane mekânıydı. Bu neden Aztlân’ı bulma çağdaş çabalan hep başarısızlıkla sonuçlanmıştır.
Huitzilopochtli’nin “babasız” doğumu ve düşmanlarını öldürmesi, Aztekler’in “yasal” bir aristokrat soyun eksikliğini kapamak için konulan bir efsane olarak görülmektedir. Huitzilopochtli’nin zaferini kutlamak için Büyük Tenochtitlan Piramiti, efsanevi Coatepetl Dağı’nın simgesi olarak inşa edilmiştir. En tepede Mezoamerikan tarımsal Yağmur Tanrısı Tlaloc’un tapınağının yanında Huitzilopochtli’nin tapınağı vardı, aşağıda da Coyolxauhqui’nin parçalanmış cesedinin heykeli duruyordu. Aztekler böylece cesaret, gurur ve yıkıma odaklanan savaşçı kültürleri için bir esin kaynağı yaratmışlardı.
 
Ancak eski Meksika’da en azından İÖ l. binyılda orta yayla havzalarının kentli insanlarıyla kuzeyin kurak bölgelerinin kavimleri arasında ilişkiler olduğu gerçeği vardır. Aztekler’in bu geniş bölgeden oldukları düşünülebilir ve Aztekler kent hayat biçimine ne kadar alışmış olsalar da, geçmişlerini tümüyle unutacak insanlar değillerdi.
Bu nedenle Aztlân’ın araştırılması, bir zamanlar Birleşik Devletler’in güneybatı çölleri ile Meksika yaylaları arasında yaşayan pek çok toplum arasındaki kültür tipinin araştırması ve bu insanların eski ve çağdaş Meksika tarihine nasıl biçim verdikleri sorununun araştırılması olarak görülebilir.
http://www.ufonet.be

İç Dünya İle İlgili Mit ve Efsaneler

İç Dünya İle İlgili Mit ve Efsaneler


http://img03.blogcu.com/images/n/o/t/not-for-sheeples/93b9f458aa789c8c3d8a9d29d3b82739_1265642596.jpg
Birçok dini yazılar, efsaneler ve mitolojilerde dünya kabuğunun altında bir dünya olduğundan bahsedilir. Örneğin, Sümer ve Babil dönemi efsanevi kahramanı Gılgamış, atası Utnapiştim’i aramak için dünyanın içine gider. Orfeus, Eurydike’nin ruhunu ararken yer altı dünyasına inmişti. Dyonisos bir mağarada beslenmişti. Jüpiter bir mağarada doğmuştu, Hermes veya Adonis de aynı şekilde bir mağarada dünyaya gelmişlerdi.
“Boş dünya” ile ilgili eski efsaneler, dünyanın içinde muhtelif dev yaratıklar, cinler, küçük insanlar ve barışçı insanımsı yaratıkların yaşadıklarından söz eder.

Bazı araştırmacılar, dünyanın içinde (Lemurya (Mu) ve Atlantis kıtasından sağ kalanların yaşadığına inanmışlardır. Birçok eski yazılarda “Yer altı dünyasının”, dinlerde ve efsanelerde “Cehennem” olarak belirtilmesine rağmen, gerçekte mevcut bir yaşam alanı olduğu belirtilir.
Eski Yunanlılar ve Romalılar, tanrı ve tanrıçalarının iç dünyadaki bir medeniyetin temsilcisi olduklarına inanmışlardı. Doğuda, ilk insanın yeraltındaki bir dünyadan geldiğine ilişkin bir efsane vardır. Adem’in yurdu “Dünyanın merkezinde” idi ve misyonu bunu yerüstüne açıklamaktı. Bir Hint söylencesinde, Adem büyük bir felaketten sonra dünyanın içine kaçan bir grup insanın kralı olarak belirtilir. Adem daha sonra dünyanın üzerine çıkarak, insan ırkını yeniden başlatmıştı.
Çok eski bir efsaneye göre, güçlü İnka imparatorluğu, Peru’daki Cuzco şehrinin doğusunda bulunan Pacari-Tmbo’daki bir tünelden çıkan küçük bir grup insan tarafından kurulmuştu. İlginçtir ki bu uzun boylu ve beyaz tenli insanlar, kendilerinin çok eski bir tanrılar ırkından geldiğini ileri sürüyordu.
Güney Amerika efsanelerinde Mexico’nun kuzeyinden Peru’ya giden tünellerden” ve orada yaşayanlardan söz eder. “Timaeus” adlı eserinde şunları söylemektedir;
“Apollo’nun gerçek vatanı ebedi yaşamın olduğu uzak-kuzeydeki Hyperborea’dır. O, merkezde, dünyanın göbeğinde oturur ve insanlığın bütün dinlerinin yorumcusudur.”
“Dünyanın Göbeği” ifadesi, boş dünya teorisi yandaşları tarafından, bu büyük düşünürün yeraltında bir dünyaya inandığı şeklinde yorumlanmıştır.
Hecataeus’a göre, Apollo’nun annesi Leto, Arktik Okyanus’taki bir adada, kuzey rüzgarlarının çok ötesinde doğmuştu. İrlanda efsanelerinde adı geçen iki düşman ırk, dev Fomorian’lar ve Tuatha Dé Danann’lar boş dünya efsaneleri ile bağlantılıdır.
Hindistan’daki eski Konkan Krallığının hüküm sürdüğü yerlerde yapılan araştırmacılarda bir dizi mağara işaretlerin rastlanmıştı. Bu işaretler bir grup insanın “Boş Dünya”dan dünyanın yüzeyine çıktıklarını anlatmaktadır. Efsaneye göre, dünya yüzeyinde ortaya çıkan ilk insanlar yer altı dünyasından gelmişlerdi.
Amerikan eski yerli kabilelerinden ikisinde insanların kökenin yer altı dünyası olduğuna dair efsaneler mevcuttur. Mandan yerlileri atalarının bir zamanlar bir yer altı köyünde yaşadığına inanırlar. Sioux yerlileri arasında yaygın bir efsaneye göre, onlar dünya yüzeyine çıkmadan önce bir yer altı bölgesinde yaşıyorlardı.
İsviçreli matematikçi Leonhard Euler’in (1707-1783) inancına göre, dünya boştu ve iç dünya merkezi bir güneş tarafından aydınlatılıyordu.
• Viktor Farkas, “Geheimsache Zukunft” (Von Atlantis zur hohlen Erde) Michaels Verlag, 2002.
• Turgut GÜRSAN, Yeraltındaki Gizli Dünyalar, s. 67-68

El Dorado Efsanesi

El Dorado Efsanesi


http://publispain.com/wallpapers_peliculas/La_Ruta_Hacia_El_Dorado.jpg
Eldorado (İspanyolca: Altın kaplı, altından), Güney Amerikalı bir kabile reisinin vücüduna altın tozu dökerek göldeki ritüel yıkanmalarının yarattığı bir efsanedir.
Efsanenin kökeni
Mit, 1530’lu yıllarda conquistador (İspanyolca: fatih) Gonzalo Jiménez de Quesada’nın günümüzdeki Kolombiya’nın And Dağları’nda karşılaştığı Muiska yerlilerinden edindiği duyumlarla başlar. İspanyollar yerlilerin köylerini ve hazinelerini çok çabuk ele geçirdiler. Zaman içinde Muiskaların altınları madenlerden çıkarmadıklarını, dağlardan kazandıkları tuz karşılığında başka kabilelerle yaptıkları ticaret sayesinde elde ettiklerinin farkına vardılar.
Daha sonra Sebastian de Belalcazar’in adamları, Muiska ritüelleri ile ilgili hikâyeyi diğer söylentilerle de karıştırarak ağızdan ağıza Quito’ya kadar taşıyıp efsaneyi yarattılar. El Dorado’nun bir yer olduğu sanılarak, efsane zamanla gittikçe büyüyerek, içinde altından bir kralın yaşadığı imparoturluğa kadar vardı.

Gonzalo Pizarro ve Francisco Orellana 1541 yılında Quito’dan yola çıkarak Amazon Nehri’nin havzasına kadar hiç bulamıyacakları mistik yeri aradılar. Orellano, Rio Napo Nehri’ni Amazon Nehri’ne kadar takip ederek, bu sayede koca nehri çatalağızınına kadar boydan boya aşan ilk Avrupalı oldu.
Kutsal Şölen
Hikayenin aslına Juan Rodriguez Freyle’nin 1636 yılı tarihli ’El Carnero’ adındaki günlüğünde rastlanıyor. Freyle’den arkadaşı Don Juan’a yazdığından alıntılar: Anlatılanlara göre dini şölen yeni liderin ilan edilmesiyle başlıyordu. Muiska kralı ya da başrahibi, göreve başlamadan önce bir süre için kadınsız, tuz yemeden, bir mağarada inzivaya çekilirdi. Sonra ilk yaptığı, Guatavita Gölü’ne gidip ilah diye taptıkları iblise hediyeler ve kurbanlar sunmaktı. Gölün etrafındaki şölen esnasında tahtın yeni varisinin derisi yüzülüp, yapışkan çirişle kutsal yağlama sonrası üstüne boydan boya bütün vücudunu kaplayana dek altın tozu dökülürdü. Bunun ardından kral ve çıplak halde dört önde gelen reis çeşitli altın eşyalarla ve mücevherlerle bir sala yerleştirildi. Gölün ortasına yaklaşıldıktan sonra saldakiler tarafından kıyıdakilere sessiz olunması için işaret verilirdi ve yanında getirdikleri hediye olarak göle atılırdı. Sonra kralın kendisi suya atlardı ve üstündeki altın tozu diğer mücevherlerle birlikte dibe gömülürdü. Kıyıya tekrar dönerken şarkıcıların ve dansözlerin bağrışmaları yeniden başlardı.
Arama Seferleri
1541-1545 yıllarında Philipp von Hutten, 1569’da Bogota’dan yola çıkarak Gonzalo Jiménez de Quesada ve 1595’de Sir Walter Raleigh efsanevi ülkeyi bulmak için seferler yürüttüler.
1969 yılında, yörede, anlatılanların doğru olduğunu kanıtlayan altından bir sal bulundu (Eldorado salı).
Efsane
Altın yaldızlı hükümdarın yaşadığı altın şehir El Dorado efsanesi kulaklara belki çok masalsı gelebilir. Hatta yüzyıllardır kulaktan kulağa anlatılanlar Kolombiyalı bir yerlinin Avrupalı istilacı ve yağmacılardan uygarlığının son kalıntılarını kurtarmak için uydurduğu etnik ve metruk bir masal dahi olabilir.
Güney Amerika yerlileri altına nasıl ulaştıklarının ve büyük uygarlıklarını nasıl adeta altından döşediklerinin mantıklı bir açıklamasını hiçbir zaman yapamamışlardır.
Tanrılarının teri ve gözyaşlarıydı onlara göre altın…
Büyük tapınaklarının inşasında, çiçekleri ve yaprakları bile altından yapılma bahçelerinde gökselliği işaret eden sütunlarda, seremoni eşyalarının tamamında, giysi ve aksesuarlarında kullandıkları altın için atalarına çok minnettar olduklarını sessizce fısıldarlardı.
Tanrılarının bir armağanı olan altının kozmik bir anlamı ve mesajı vardı onlar için.
Kaşiflerdeki istila ve sahiplenme hısrının doruğa çıkaran tek gerekçe yeni dünyanın altın efsaneleridir.
Ve altının bulunduğu yer elbette cennet olmalıydı.
Ama kaşifler yeni dünyaya silahları ve dini ön yargıları ile yelken açtıklarında doğrusu hiç de cennetkil niyetlerle donanmamışlardı.
Başta Kristof Kolomb olmak üzere Güney Amerika’nın yerli kültürü ile buluşan kaşifler, onların kurduğu büyük uygarlıkları anlamaya çalışmadılar bile.
Oysa yerlilerin sahip olduğu altın, uygarlıklarının en doğal parçası sayılıyordu. Ve en önemlisi, bu madene Avrupalılar gibi bir anlam yüklemedikleri açıkca belli oluyordu. Onlar altını ilahi bir simge olarak benimsemişlerdi.
Uygarlıklarının ilahi saflığını ve kozmik bütünlüğünü bu maden ile teşhir ediyorlardı dış dünyaya. Altın bu insanların Tanrıyla olan bağlantılarının bir belirtisiydi.
Tanrılarıyla, ölen atalarıyla ve doğayla ve doğayla konuşan dini liderleri (şamanlar) başlarına altından bir halka takarlar ve bu altın halkanın gücü sayesinde bilme güçlerinin arttığına inanırlardı. Evrenin söylediklerini duyabilmek için doğayla insan arasında aracılık eden altın madenin saf tınısına gereksinimleri vardı.
Şamanlar, halklarını her türlü dünyasal ve kozmik olaylar hakkında bilgilendirirken bu madenden yararlanıyorlardı. Bu yüzden Güney Amerika yerlileri için altın madeni, bir süs eşyası ya da kişisel bir güç temsilciliğinden çok bilimsel bir kimliğe sahipti.
Kuşkusuz Güney Amerika yerlilerinin doğayla altın madeni arasında kurdukları ilişki Avrupalı birinin madeni arasında kurdukları ilişki Avrupalı birinin anlayacağı türden bir ilişki biçimi değildi.
Avrupalı için altın tek bşr şey ifade ediyordu:
“Diğerlerinden güçlü olmak.
Özellikle dini otoriteler ve Avrupa’nın kraliyet sahipleri himayelerindeki kaşiflerin bu altınlara ulaşabilmeri için her türlü zorluğu ve zorbalığı açıkca yasak olarak ilan etmişlerdi. Ünlü El Dorado efsanesi Avrupalının keşif arzusunun en tozu dumana kattığı yıllarda zuhur etmişti.
Kristof Kolomb yeni dünya yerine, Hindistan’a ulaştığını zannededursun, ülkesine bu yeni diyarların haberlerini götürmek için geri döndüğündeyanında pek çok ağız sulandıran hikaye de getirmişti.
Dedikodular çabuk yayıldı ve çok geçmeden nerdeyse bütün bir İspanya halkı Kolomb’un gözler,yle gördüğü, altından yapılmış şehirleri konuşur oldu.
Onunla başlayan altın şehir söylenceleri sonradan Francisco Pizarro ve Hernan Cortes ile ayyuka çıktı.
Bu insanlar marifetiyle, Aztek ve İnka uygarlıklarının altından yapılmış güzide eserlerinin neredeyse tamamına yakını eritilip yüz milyonlarca dükalık servete dönüştürüldü.
Bununla yetinmeyen kaşifler ve yanlarındaki gemiciler hala tatmin olamamışlardı. El Dorado’nun izni bulamadıkların inanıyorlardı. Tanık oldukları altın imparatorlukları onların hırsını frenlemek yerine, daha da çoğaltmıştı.
Altınlar ele geçirildikçe büyüyen El Dorado efsanesi, günün birinde yerlinin gemicilerinden birine Kolombiya’da yaygın bir hikayeyi anlatmasıyla iyice alevlendi.
Hikayeye göre; bir zamanlar Kolombiya’da yaşayan bir kral vardı. Bu kral altın şehirin altın hükümdarıydı ve her sabah vücuduna sürdüğü bir yağın üzerine altın tozu serper, bütün gün bununla dolaşırdı. Güneşin ilk ışıkları ile birlikte sarayının yakınındaki göle gider, orada yıkanır ve birkaç saat geçmeden yeniden altınlaşırdı.
İşte bu fantastik hikaye Avrupalı gemicilerin amazonun daha da içlerine doğru hareket etmelerine neden oldu. Hastalık ve açlığa razı olarak isterik bir ruh hali içinde El Dorado’nun altın kapılarıyla karşılaşmayı ve orayı yağmalamayı hayal etmeye başladılar.
kaynak:insan ve evren

Bir müzik dinletisi





GÜNÜN KARİKATÜRLERİ

Şanslı















Thor ve Loki

Thor ve Loki


http://www.scenicreflections.com/files/Thor_vs_Loki_Wallpaper_JxHy.jpg
Şu sıralar Hollywood’da bir Thor modası aldı başını gidiyor, üstüste filmler yapılıyor. Bu filmleri izleyip “kim bu Thor ve Loki” diyenler için buyrun İskandinav Mitolojisi’nin iki önemli şahsiyetinin mitolojideki hikayeleri:
THOR
Thor; İskandinav Mitolojisinin en güçlü tanrısıdır. İngilizcedeki “Thursday” (Perşembe) kelimesinin kökeni, Thor’a dayanır [Thursday -> Thor's day (Thor'un günü)]
En Güçlü Tanrı
Thor – veya Donnar – İskandinav mitolojisinde en güçlü tanrıdır.
İki sihirli nesneye sahiptir. bu nesnelerden biri Mjöllnir’dir. Mjöllnir, adının anlamı “parçalayıcı” olan kocaman bir çekiçtir. Çekici Brokk ve Eitri isimli iki cüce kardeş yapmışlardır. Çekiç yapılırken Loki sinek kılığına girip cüceleri ısırarak rahatsız edince bir kaza olmuş, çekicin sapı kısalmıştır.

Bu iki cüce ayrıca bu çekice birçok farklı özellik vermiştir. Çekiç, Thor’un onu kolayca saklayabilmesi için küçülebilir. Ayrıca bir bumerang gibi, bir düşmana atılınca düşmana tüm gücüyle çarpar ve sahibinin ellerine geri döner. Thor kılık değiştireceği zaman çekici ile kendi yörüngesinde hızlıca döner. Fırtınaları çekici ile kontrol eder, yağmurları onunla yağdırır. Çekici ile evlilikleri ve nesneleri de kutsayabilir.
Onun güçlü olmasını sağlayan bir diğer sihirli nesne de altın bir kemerdir. Bu kemeri takar takmaz gücü ikiye, hatta üçe katlanır.
Ayrıca Thor’un iki tane keçisi vardır. Bu keçilerden birinin adı Tanngniost (Diş Çatırdatan) diğerinin adı da Tanngrisnir (Diş Gıcırdatan)dır. Bu keçilerin çektiği arabası yerde de gökte de gidebilir.
http://www.csicon.org/wp-content/uploads/Thor-Comic.jpg
Özel Hayatı
Thor, Odin ve Frigga’nın oğludur. Odin’den sonra gelen en önemli tanrı olarak kabul edilir. “Altın saçlı tanrıça” Sif ile evlidir.
İskandinav tanrıları arasında en kurnaz, en kötü tanrı Loki’dir. Loki, Sif’e “Seni seviyorum, benimle evlen” der. Sif, namuslu bir tanrıça olduğu için kabul etmez. Fakat Loki çok sinirlenir ve bir gece Sif uyurken yanına gidip güzelim uzun saçlarını keser, kestiklerini de yakar. Artık Sif hiç çekici değildir. Thor da uyanınca bunu görür ve Sif’ten boşanmak yerine onun intikamını almaya karar verir. Bu işi ancak Loki yapar diye düşünüp Loki’nin yakasına sarılır. Loki de can korkusundan (Evet, İskandinav tanrıları tamamen ölümsüz değiller) özür diler ve cüce İvaldi’nin oğullarına girder. Bu ünlü cüce demirciler Sif için altından saç telleri yaparlar, Loki de bu saçları bizzat Thor’a kendi elleri ile verir. Thor altın saçları eşine takınca (Ki “Altın saçlı tanrıça” lakabı bu olaydan sonra denmeye başlanmış) onun daha da çekici olduğunu düşünür ve onunla birlikte olur. Bu birleşmeden sonra da Thrud aldı bir kızı, Lorride adlı da bir oğlu olur, dördü beraber Thrudheim’deki 540 odalı Bilskirnir isimli saraylarında yaşarlar.
http://www.jpedro.com/OnlineSB/jpedroAugust09/thor-vs-loki5wip.jpg
Thor’un maceraları
Bir efsaneye göre; tanrıların evlerini yapan dev Thrym, aşk tanrıçası Freyja’yı çok beğenir ve ona evlenme teklif eder. Freyja bu teklifi sert bir şekilde reddedince Thrym Thor’un Mjöllnir’ini kaçırır, fidye olarak da Freyja’yı ister. Thor çekicini geri almak için bir plan yapıp tanrılara açıklar. Gelinlik giyip Freyja’nın mücevherlerini takar ve devler ülkesine gider. Thrym onu görr görmez çekici bir yana koyup Freyja sandığı Thor’a koşar. Thor da hemen çekicini kapıp Thrym’in üstüne indirir. Thrym o anda yere yıkılıverir.
Bir başka gün, yoksul köylülere yardım etmek için bir köye iner ve iki keçisini onlar için kesip pişirmiştir. Eğer keçilerin postları güzel yüzülürse ve bütün kemikleri bu postların içine doldurulursa Mjöllnir’in kerameti ile keçiler canlanır. Köylüler ziyafet çekerken hiçbir kemiğe zarar vermemeye dikkat ederler. Bir delikanlı, kemiklere dikkat edilmesi gerektiği uyarısını duymaz ve bir incik kemiğini parçalayıp iliğini emmeye başlar. Tam bu sırada Thor onu görür ve kırık kemiği onun elinden alıp bütün kemikleri toplar ve keçileri canlandırır. Fakat ne çare, keçilerden biri kırık kemiği olduğu için topallamaktadır. Bunun üzerine Thor, delikanlıyı kendine köle yapmak şartı ile o ailenin kökünü kurutmamaya karar verdiğini söyler, aile de delikanlıyı seve seve Thor’a verir.
“Hiç kimse ama hiç kimse, onun büyük kahramanlıklarını aklında tutup ezbere söyleyecek kadar bilge değildir.”
THOR’UN ADLARI
THORN;órr heitir Atli
ok Ásabragr,
sá es Ennilangr
ok Eindriði,
Björn, Hlórriði
ok Harðvéorr,
Vingþórr, Sönnungr,
Véoðr ok Rymr.
LOKİ
Loki Laufeyjarson veya Loki İskandinav mitolojisinde Kötülük tanrısıdır. Loki, İskandinav tanrılarının savaşıp yendiği Buz Devlerin’den biridir. Babası Farbauti annesi ise Laufeydir. Savaş sırasında Buz Devlerine ihanet ederek Aesir Tanrılarına önemli bilgiler vermiştir. Bu hareketi Odin’in onu kan kardeşi olarak kabul etmesini sağlamıştır.
Loki karmaşık bir karaktere sahibtir. Diğer Aesir Tanrıların’a oyunlar oynayarak eğlenir. En onemli tuzaklarından biri kör tanrı Hodr’i kandırarak, Odinin oğlu Balder’in öldürülmesini sağlamak olmuştur. Bu hareketinden sonra Odin’in kan kardeşlik bağından cıkarılmış, dünyanın derinliklerindeki bir mağaraya hapsedilmiştir. Ayrıca şekil değiştirme yeteneğine sahiptir.
Loki’nin, Angrboda ile evliliğinden Jormungandr, Fenris/Fenrir ve Hel adında cocukları vardır. Sigyn ile olan evliliğinden ise Narfi ve Vali adlı iki cocuğu bulunmaktadır.
Loki mağarada öldürülen oğlu Narfi nin bagırsaklarıyla bir taşa bağlanmış olarak yatmaktadır. Tepesindeki sarkıtlara dolanmış dev yılanın ağzından akan zehir gözlerine damlamakta ama eşi Sigyn elindeki tahta kapla Loki’yi korumaya calışmaktadır. Ancak kap doldugu zaman, boşaltmak icin uzaklastığında Loki zehirden etkilenmekte ve bu da İskandinav inançlarına göre depremlere sebep olmaktadir. Bu ceza İskandinav mitolojisinde mahşer günü olarak adlandırılan Ragnarok’a kadar devam edecektir.
Ragnarok geldiğinde Loki, Odin’in oglu Heimdall ile dövüsecek, bu dövüşün galibi olmayacak ve her ikisi de savasta ölecektir.
Marvel’in hazırladığı Thor ve Loki konulu animasyonun kısa tanıtımları, buyrun izleyelim:


kaynak:insan ve evren

Kadın Savaşçılar Efsanesi: Amazonlar

Kadın Savaşçılar Efsanesi: Amazonlar


http://www.niandji.com/assets/images/db_images/db_amazons2pst7.jpg
Amazonlar hakkında en geniş bilgiyi haklarında anlatılan öykülerden biliyoruz. Bir rivayete göre Libya ’da başkasına göreyse Kafkasya ’da ortaya çıkmıştı Amazonlar. Ne var ki öykülerin geçtiği asıl yer Anadolu’dur. Anadolu Amazonlarının erken tarihi neredeyse yaşadıkları söylenen bölgelerin tarihi kadar karanlıktır. Bir söylenceye göre soyları zalimlikleri yüzünden tahttan indirilen iki İskit prensesi Scolopotus ve Hylinos ile başladı. Bu iki prenses aileleri takipçileri ve takipçilerinin aileleriyle birlikte yurtlarından ayrılarak Kafkasların eteklerinde bir devlet kurdular.Yeni bir ülke arayışındaki tüm göçebe kavimler gibi önceleri öldürdüler ve yağmaladılar. Fakat ele geçirilen halklar öç almak için gizlice silahlandılar. Bunu izleyen ayaklanmada İskit efendilerini yenmeyi başardılar. İskitlerin bütün erkekleri öldürüldü. İskitlerde savaş eğitimi kadın erkek ayrımı yapılmadan herkese verilirdi. Savaş eğitimi almış olan İskit kadınları kaçmayı başardılar. Peşlerinden gönderilmiş bir birliği de yenmeyi başarmış takipçilerinden kurtulmuşlardı.

http://popartmachine.com/artwork/FASF-FASF.67754/0/Nathaniel-Currier-Queen-of-the-Amazons-Attacked-by-a-Lion-19th-Century-painting-artwork-print.jpg
Erkekleri olmayan ve eskiden hükmettikleri insanlar tarafından esir edilmenin aşağılayıcılığına katlanmayı reddeden kadınlar Meotis Gölü (Azak Denizi) bölgesinde tamamen kadınlardan oluşan bir devlet kurdular. Biri devlet işlerini biri de orduyu yönetecek iki kraliçe seçtiler. Güçlü bir ordu oluşturduktan sonra savaşçılıklarını denemek üzere savunmayı bırakıp saldırıya geçtiler. Buna rağmen başarılı olmaktan uzaktılar; nüfuslarının artmaması onlar için bir dezavantajdı. Yeni kazandıkları özgürlükle evliliğin kölelik olduğuna inandıkları halde soylarının tükenmesi tehlikesi yakın topluluklarla anlaşma yapmalarını gerektirdi. Bu geçici birlikteliklerden doğan erkek bebekler babalarına geri verildi; kızlarsa yaya ve at üzerinde dövüşebilmek üzere çocukluktan itibaren eğitim gördüler.
Başlangıçta genç kabile Don Nehri kıyısında yaşardı. Nehrin adıda ordu kraliçesi olan Lysippe ’nin oğlu Tanais ’ten gelir. Tanais savaşa olan tutkusu ve evliliğe değer vermeyişi yüzünden Afrodit ’i kızdırır ve annesine aşık olmakla cezalandırılır. Tanais ensest ilişkiye girmektense kendisini nehre atıp boğar. Nehir o günden sonra onun adıyla anılır. Lysippe Amazonları Anadolu’ya getiren kraliçedir. Onun zamanında Amazonlar Karadeniz’e geldi ve güney kıyısına yerleşmeye krallıklarının batı sınırını belirlemek için ormanların arasında bir kent kurmaya karar verdiler. Bu kente kraliçelerinden birinin adını verdiler: Sinope. Hakimiyetlerini Kolkhis ’e (Eskiden Karadeniz ’le Kafkasya ’nın güneyi arasındaki bölgeye verilen ad) kadar genişlettiler. Bölgedeki dağlara Amazon dağları adı verildi. Amazon Dağları’ndaki derelerin birleşmesiyle oluşan geniş ve kısa bir nehir olan ve Karadeniz ’e dökülen Thermodon Nehri ’nin ağzındaki güzel bir burnun üzerine başkentleri Themiserya’yı (Bugünkü Terme) kurdular.
http://www.lessing-photo.com/p3/100101/10010168.jpg
Amazon savaşçılarının en mağrurları barışta kendilerini avlanmaya ve savaş talimlerine verirdi. Bununla birlikte Anadolu Amazonları’nın tarımlada uğraştıkları sanılıyor. Savaşçılar her yıl iki aylarını çocuk sahibi olmaya ayırırlardı.Yalnızca savaşta adam öldürenlerin çiftleşmesine izin vardı. Başarılı olan savaşçılar kendilerini komşuları Gargarianlardan ayıran dağa gider bekarlıklarının özgürlüğünü simgeleyen kemerlerini çıkarırlardı. Bir Amazon hamile kaldığında eve dönerdi. Doğan kızlar Amazonlarla kalır savaşçı olarak yetiştirilirlerdi. Oğlan çocuklar Gargarianlara geri verilirdi.
Gargarianlarla geçirilen ya da tarımla uğraşılan birkaç ayın dışında Amazon ülkesi bir ordu devleti görünümündeydi. Ekonomik politik ve sosyal yapılanmalar savaş temelliydi. Savaşa giden ordu gençliklerinin en seçkin dönemindeki savaşçıları kapsardı. Bu savaşçıların ata binmedeki üstünlükleri anlatılırdı hep. Çıplak ata biner çoğunlukla sadece yular kullanırlardı. Bir rivayete göre Anadolu ’ya biniciliği ilk onlar tanıtmıştı. Savaşlarda hızlı ve yenilmez olmalarını ata bu denli hakim olmalarına borçluydular. Bir Amazon daha küçük yaşta erkeklerin egemen olduğu bir toplumla alay etmeyi öğrenirdi. Amazonların savaşçı yetenekleri üst düzeydeydi. Okçulukları çok başarılıydı.Kalkanlar ve zırhlar oklarına karşı korunmaya yetmiyordu. Kargılar ve “bigennis ”denilen çift ağızlı baltalarıyla savaşlarda çevrelerine dehşet saçarlardı. Darbelerden korunmak içinse ana tanrıçanın simgelerinden biri olan Ay biçimli kalkanlar kullanırlardı.
Amazonlar yüzyıllar boyunca Karadeniz ’deki üslerinden çok uzaklara akınlar düzenlediler. Kraliçeler Efes ve Thiba gibi kentler kurdular. Üç kraliçe tarafından yönetilen (Marpesia Lampado Hippo) üç kabile batıda Trakya’ya doğudaysa Suriye’ye yöneldi. Başkentleri Themiserya ’da savaş ganimetlerinin artmasıyla Artemis ’in ilkel bir versiyonu için tapınaklar inşa edildi ve onuruna festivaller düzenlendi.
Yunanlı coğrafyacı Strabon da Amazonlardan bahsedenler arasındadır. “…Bazıları isimleri Alazonlar diğerleri Amazonlar olarak ve Alybe’den sözcüğünü Alope’den ya da Alobe’den şeklinde okuyarak ve Borysthens Irmağı ötesindeki İskitlere ‘Alazonlar’ ve aynı zamanda ‘Kallipidler’ ve daha başka isimler vererek –ki bu isimler Herodot Hellanikos ve Eudoksos tarafından bize zorla kabul ettirilmiştir- ve Amazonları Kyme yakınında Mysia Kariave Lidya arasına yerleştirmek suretiyle ki bu Kyme’li Ephoros ’un da fikridir tarihi metni de ğiştirmişlerdir. Ephoros ’un bu görüşü mantıksız olmayabilir; çünkü onlar vaktiyle Amazonlar tarafından sonradan Aioller ve İyonlar tarafından yerleşilmiş olan ülkeyi kastetmiş olabilirler ve söylediğine göre isimlerini Amazonların vermiş olduğu belirli kentler vardır: EphessosSmyrnaKyme ve Myrina gibi …”
Amazonların Anadolu ’daki yaşantılarını bize anlatanlardan ikisinin adı Halikarnas ’la ilişkilidir. Bunlardan ilki Halikarnas’lı Herodot ’tur. Tarihin babası olarak anılan ve sonradan Strabon’un da Amazonlardan söz ederken atıfta bulunduğu Herodot onların öyküsünden ilk bahsedenlerdendir. “Amazonların ki İskitler bunlara oirpata derler Yunanca karşılığı erkek öldürenler demektir” der yazdığı tarihte. Onlara savaş açan Yunanlılar diye anlatır Thermodon savaşını kazandıktan sonra canlı olarak yakaladıkları Amazonları üç gemiye doldurup denize açıldılar. Amazonlar açık denizde erkeklerin üzerine atılıp onları döve döve öldürdüler. Ama bir gemi nasıl yönetilir bilmiyorlardı dümen nasıl tutulur yelken nasıl kullanılır haberleri yoktu. Erkekleri öldürdükten sonra rüzgârın ve dalganın önüne katılmışlar Dik Bayır denen yere varmışlardı. Amazonlar burada karaya çıktılarçevrede otlayan atlara rastlayınca bunların üzerine atladılar ve İskit topraklarını yağmalamaya başladılar. İskitler başlarına gelene bir anlam veremiyorlardı. Bunların ne dillerini anlıyorne giyinişlerini tanıyorne de kim olduklarını biliyorlardı. Amazonların saldırıları karşısında şaşırıp kalmışlardı; bunları genç ve zorlu erkekler sanıyorlardı. Savaş alanında kalan ölüleri görünce daha da şaşırdılar bunlar genç erkekler değil kadınlardı. Bir daha ne olursa olsun onları öldürmemeye karar verdiler. Bakacaklar görünüşte bunlar kaç kişidir aralarından o kadar sayıda genç delikanlı ayıracaklar karşılarına onları çıkaracaklardı. Bu gençler kamplarını Amazonların kampının yanına kurup davranışlarını onlara göre ayarlayacaklardı.
http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/f/fa/Amazons.png/800px-Amazons.png
Eğer kadınlar üstlerine yürürlerse savaşmayıp arayı biraz açmakla yetineceklerdi. Sonra onlar durunca bunlar da duracak ve kamplarına geri döneceklerdi. İskitler böyle düşünmüşlerdi; çünkü bu kadınlardan çocukları olsun istiyorlardı. Delikanlılar aldıkları emirleri yerine getirdiler. Amazonlar onların kendilerine zararları dokunmayacağını anladıklarında onlara aldırmaz oldular… Öğle vakti olunca Amazonlar birer ikişer çevreye dağılır doğal gereksinimlerini karşılarlardı. Bunu gören İskitlerden birisi kızlardan biriyle birlikte oldu. Kız da buna karşı koymamıştı. Bunu izleyen günlerde İskit gençleriyle Amazonlar daha da yakınlaştılar; kamplarını birleştirip beraber yaşadılar. Amazonlar İskitlerin dilini konuşmaya başlayınca gençleri kendileriyle birlikte gelmeye ikna ettiler. Birlikte Tanais Nehri ’ni geçip yeni topraklara yerleştiler.
Amazonlardan söz eden bir diğer isim de Halikarnas Balıkçısı’dır. Ege ’de bulunan birçok kentin Amazonlar tarafından kurulduğunu anlatır: “Anadolu ana erkil bir sistemle idare edilirken büyük ana tanrıça Kibele’ye tapılırdı. Kibele bir ay tanrıçasıydı. Kızlığı kadınlığı ve analığı temsil ettiği için doğan ay dolunay ve azalan ay olarak gösterilirdi yani üçlek bir yapıdaydı. Ana tanrıçanın birçok adı vardı. Bunlar arasında İzmir adının kökü bakımından ‘Marian ’‘Mirin ’‘Aymari ’ve ‘Mariyamne ’adları önemlidir. Bu adların sonuncusu Suriye ’ye vardığında Meryem’e batıya ulaştığındaysa Marian ’a dönüşür”…şimdi gelelim eski bir efsaneye: Mirin adlı bir Amazon kraliçesi Kuzey Ege kıyılarında ‘Serne ’adında bir kenti zapteder erkeklerin tümünü kılıçtan geçirir; kadın ve çocuklarıysa köle olarak tutar. Kraliçe onlar için kendi adını taşıyan Mirin kentini kurar. Mirinaynı zamanda Kyme Prienne ve Pitane Lesbos Adası’nda da Mitilin (Midilli) kentlerini kurar. Bir gün adaya giderken fırtına kopar. Ana tanrıça Kibele filoyu korur ve Semadirek Adası’na götürür. Kraliçe Mirin o güne dek kimsenin oturmadığı adada Kibele’ye saygı ve şükranlarını anlatmak için bir tapınak kurar. Buradan da anlaşılıyor ki Kraliçe MirinTanrıça Mirin ’in bir rahibesiydi.
Amazonlarla ilgili söylenceleri bir kenara bırakırsak geriye fazla birşey kalmıyor aslında.Tarihte gelmiş geçmiş bütün halkların geçmişine bakıldığında söylencelerin yanında gerçek olan olayların tarihinin de anlatıldığını görüyoruz. Amazonlardaysa bu ayrım neredeyse yok denecek gibi. Anadolu ’dan geçen bütün halklar Amazonların izini -eğer vardıysa- çoktan örtmüşler. Peki o halde Amazonların gerçekliğiyle ilgili soruları yanıtlamaya nereden başlamak gerek? Onların yalnızca söylenceden ibaret olduklarını söylemek ne denli zorsa gerçekten yaşadıklarını söylemek de aynı şekilde zor. Bugüne dek bu konuda ortaya atılmış birkaç temel görüş var. Bunların hepsi de Amazonların öyküsünün günümüzdeki halini alıncaya dek çeşitli söylencelerle beslendiğini ortaya koyuyor. Birinci görüş Amazonların erkeklerin yanında yardımcı olarak savaşa giren kadınlardan türediği yolunda.
İkinci görüş Yunan kolonilerine saldıran tamamen tıraşlı yabancıların kadınlar olarak yorumlanmasıyla ilgilidir. İlk görüşü ortaya atan Bizans tarihçisi Caesarea ’lı Procopius düşüncesini şöyle dile getirir: “Sabiri diye çağrılan Hunlar diğer bazı Hun kabileleri gibi o bölgede (Kafkasya ’da) yaşarlar ve Amazonların aslında burada ortaya çıktıklarını ve sonradan Thermodon Nehri ’nin üzerinde şu anda Amisos kentinin bulunduğu Themiserya yakınlarında kamp kurduklarını söylerler. Fakat bugün Kafkas bölgesi civarında Strabon ve diğerlerince haklarında çok yazılmış olmasına rağmen Amazonlarla ilgili ne korunmuş tek bir hatıra ne de onlarla ilişkili bir isim vardır. Erkeklerin özelliklerini taşıyan bir kadın ırkının asla var olmadığını ve insan doğasının kabul edilmiş gerçeğinin Kafkas Dağları’nda bir istisna oluşturmadığını savunan tez daha akla yakın görünüyor. Fakat gerçek bu bölgelerdeki kavimlerin kadınlarıyla birlikte büyük bir orduyla Asya ’ya bir akın düzenledikleri Thermodon Nehri ’nde kamp kurdukları ve kadınlarını burada bıraktıklarıdır. Sonra erkekler Asya ’nın büyük bir kısmını yağmalarken bu toprakların yerli halklarınca kıstırıldılar ve tek kişi bile kurtulamadan katledildiler. Böylece hiçbiri kadınların kampına geri dönemedi. Bundan böyle kadınlar çevrede yaşayan halkların intikamından korktuklarından erzakın da yetersizliğiyle erkeklerin görevlerini üstlendiler. Erkeklerin kampta bıraktıkları araçlarla silahlandılar.Tümüyle yok edilene dek de burada erkeksi bir cesaret göstermek zorunda kaldılar. Olan işte buydu. Amazonların kocalarıyla birlikte savaşa çıktıklarına benim zamanımda gerçekleşen bir olaya dayanarak inanıyorum… Hunlar Roma topraklarına sık sık akın eder savaşırlardı. Geride bıraktıkları ölü Hunların arasında kadın savaşçıların cesetlerine de rastlanırdı…”

Procopius ’un Kafkasları Amazonların kalesi olarak göstermesi gelenekle uyum sağlar. Dağlar sık ormanlar ve genel olarak keşfedilmemiş bölgeler geç klasik dönemde yaşayanlara göre Amazonların yerleşim yerleridir. 16.yüzyılda yaşamış olan İspanyol kaşifi Francisco de Orellana Güney Amerika ’da Marnaon Nehri kıyılarında Tapuyas yerlilerinin saldırısına uğradı. Anlattığına göre yerlilerin saflarında silahlı kadınlar da vardı. Nehir bundan sonra Amazon olarak anıldı. Amazonlarla ilgili ikinci bir görüşse onların aslında tıraş olmuş erkekler olduğu yolundadır. Bu görüşü düşünmeye başlamadan önce kadınlarla karıştırılan erkeklerin birtakım koşulları taşımaları gerektiği görülüyor:
1) Amazonların yaptığı gibi onlar da Anadolu’ya birçok küçük kabilenin bulunduğu dönemde yerleşmiş olmalıdırlar.
2) Güçlerinin zirveye ulaştığı dönem Amazon zaferleriyle üst üste gelmelidir ve MÖ 15 ila 20.yüzyıllardan sonra olmamalıdır.
3) Akaların MÖ 1100 dolaylarında Attika’dan Anadolu ’ya göç etmelerinden önce yok olmuş olmaları gerekmektedir.
4) Yunanlıların sakalsızlığı kadınlıkla özdeşleştirdikleri bir dönemde sakalsız olmalıdırlar. Böyle bir millet aramak Amazonları aramaktan çok daha güç gibi görünüyor. Oysa böyle bir halk var: Hititler.
Hititler o dönemde dünyanın en büyük uygarlıkları arasındaydı. Hititlerin yükselişi MÖ 1300 ’lerde başladı; Mısırlıları yendikleri MÖ 1296 ’da doruğa ulaştı. Ne var ki bir süre sonra batıdan gelen deniz halklarının baskısına dayanamayan Hitit devleti çöktü MÖ 1200 ’lerde başkentleri Hattuşaş yakıldı. Amazonların yok oluşu gibi Hitit imparatorluğu da hızlı bir biçimde tarih sahnesinden çekildi. Öyle ki MS 19. yüzyıla dek unutuldular. Eğer Hititlerle Amazonlar arasında heyecan verici bir benzerlik olduğu kabul edilirse sakal bir anda önem kazanır. Hititler Yunanlıların sakal bırakma adetini izlemediler. Yunanlılar için sakal savaş alanında yakın dövüşürken ya da herhangi bir sokak kavgasında sorun çıkarsa da hazine değerindeydi. Sakal düşmana tutup çekebileceği uygun bir araç sağlıyordu. Bu nedenle MÖ 331 yılında Büyük İskender Arbela savaşına girmeden önce askerlerine sakallarını kesmelerini emretmişti. Gerçek ne olursa olsun Yunanlılar Büyük İskender dönemine dek sakallarını kesmediler. O yıllarda kıllılık erkekliği kılsızlık da kadınlığı simgeliyordu. Ünlü komedi yazarı Aristophanes oyunlarından birinde efemineliğiyle ünlü oyun yazarı Euripides’e Agathon’a cilveli bir eda ile “Her zaman yanında tıraş bıçağı bulunur.
Onu bir saniyeliğine bana versene” dedirtir. O dönemde tıraş bıçağı erkeğin değil kadının gerekli bakım eşyalarından biriydi. Yunanlılar Hititlerle ilk kez MÖ 12. yüzyılda ilişki kurdular. İki uygarlık Akaların Dorlardan kaçmak üzere Anadolu’nun Ege Denizi kıyılarında kurdukları kolonilerin bulunduğu topraklarda karşılaştılar. Hititler sakal uzatmayı Yunanlılardan görüp benimsediler. 12.yüzyılın ortasından önce yapılan anıtlarda Hititler tıraşlı gösterilir; sonrasında sakallıdırlar. Yunanlılar için bu dönem öykü anlatıcılarının evlerinden uzak göçmenleri cesaretlendirip şevklendirmek için masallar oluşturdukları dönemdir. Masallarda Aka kahramanları tekrar tekrar anlatılarak yaşatılırdı. Eski çarpışmaların bazılarında Yunanlılar sakalsız Hitit savaşçılarını küçümseyerek “kadın savaşçılar” olarak adlandırmış ya da tamamen yanlış anlamaya dayalı Hititleri kadın zannetmiş olabilirlerdi. Bu tür yanılgıların izlerini Yunan mitolojisinde görmek mümkün. Sözgelimi o döneme dek at görmeyen Yunanlılar ata binmiş birini gördüklerinde ikisini tek bir canlı gibi düşünmüş ve kentaurlar söylencesine neden olmuşlardı. Aynı şekilde Hititlerin profilden devasa boyutlarda duvarlara resmettikleri tanrı figürlerini de görmüştü Yunanlılar.
Hititler duydukları saygıdan dolayı tanrı figürlerini insanlara göre çok büyük çiziyorlardı. Profilden çizildiği için tek gözü görülen tanrı figürleri Yunanlılar arasında tek gözlü devler olan Kyklop (Tepegöz) söylencesini doğurmuştu. Amazonlar da böylesi bir yanlış anlamanın sonucunda ortaya çıkmış olabilirler. Halikarnas Balıkçısı “Böyle bir yanlış anlama varsa İzmir kentinin Hititlerce kurulduğunu söyleyebiliriz” der.
Balıkçı ayrıca Artemis tapımının kökeni olan ana tanrıça tapımının Hititler döneminde yerleşmiş olduğunu söyler. Efes ’teki Artemis heykellerinin iki yanında bulunan geyiklerin de Hititlerin kader mutlu alın yazısı simgeleri ya da tanrısı kimlikleriyle “runda” adında kutsal saydıkları geyik olduğunu da belirtir. Bu görüş akla oldukça yatkın gelse de minik bir pürüz içeriyor. Bugün Hititler olarak bildiğimiz kendilerine Nesililer diyen halk Asya’dan Anadolu ’ya geldiğinde ataerkil yapıdaydı. Dolayısıyla beraberinde bir tanrıça kültürü getirmiş olamaz. Nesililer denen halk Anadolu’yu ele geçirip birleştirdikten sonra burada yaşayanların kültürlerini benimsemiş hatta onların adını almıştı. Hatti Ülkesi denen Anadolu anaerkil yapısını koruyordu. Bundan yola çıkarak belki de Amazonların çıkış noktasını Hititlerden daha geride Anadolu’nun Nesililerden önceki halklarında aramak daha doğru olabilir.
Gerçek ya da söylence kadın savaşçılar ya da kadın sanılan erkekler; Amazonlar yalnızca Anadolu halkları ve Yunanlılar üzerinde değil tüm dünya tarihinde bir yer sahibi bugün. Feminist hareketlerde kadının erkeklerle eşitliğini vurgulamak için Amazon sözcüğü hâlâ kullanılıyor. Bu cesur kadın savaşçılarla ilgili anlatılanlar bir masalsa romanlardan televizyon dizilerine dek bütün dünyanın aklına kazınmış bir masal.
Halikarnas Balıkçısı Merhaba Anadolu Bilgi Yayınevi1997 Bilim-Teknik Dergisi
Ansiklopedik Bilgi:
Amazonlar (Yunancası Ἀμαζόνες) klasik ve Yunan mitolojisinde tamamen kadın savaşçılardan oluşan tarihi bir ulus. Tarihçi Herodot´a göre Amazonlar Sarmatia´nın Scythia ile sınır bölgesinde yaşamışlardır. Amazonların öne çıkan kraliçeleri arasında Truva Savaşında yer alan Penthesilea ve kardeşi Hippolyta sayılabilir. Amazon savaşçılar genellikle Yunan savaşçılarla savaşırken resmedilmiştir. Helenistik ve Roma çağı tarihte Önasya´ya birçok Amazon saldırısından bahsedilir. Antik Çağda Amazonlar birçok tarihi kavimle ilişkilendirilmiştir.
Dede Korkut´a göre
Dede Korkut eserlerinde Alp Kızları diye geçer. Amazonların Azerbaycan´da yaşadıkları iddia edilir.
Herodot´a göre
Herodot´a göre Sarmatyalılar, Amazonlar ve İskitlerin atalarıdır. Sarmatyalılarda kadınlar sık sık erkeklerle beraber ava çıkar, savaşta yer alırlardı. Ona göre savaşta bir adam öldürmeyen kadın evlenemezdi.
Hipokrat´a göre
Hipokrat, Amazonları sağ göğüsleri olmayanlar olarak anlatır. Ona göre kız çocuklarına yapılan ve sıcak bronz bir metalle gerçekleştirilen operasyonla sağ göğüsün büyümesi engellenerek sağ omuz ve kolun gelişmesi sağlanırdı.
Roma tarihçilerine göre
Sezar, yaptığı bir konuşmada Senatoya Semiramiş ve Amazonlarının Önasya’da yaptığı fetihleri anlatır. Ayrıca Pompeius Trogus, Amazonların vatanı olarak Kapadokya´yı gösterecektir. Çeşitli Romalı tarihçiye göre Amazonların yaşadıkları yerler arasında farklılıklar vardır; Philostratus´a göre Toros Dağlarında, Ammianus´a göre Tanais´de, Procopius´a göre ise Kafkaslarda yaşamışlardır. Aurelianus esir alınan Got kadınlarını Amazonlar olarak adlandırdığı için bazen Amazonların vatanı olarak Baltık bölgesi bile belirtilmektedir.
Aydınlanma çağına göre
Avrupa´da Rönesans zamanında Amazonlar ilgi kaynağı olmayı sürdürmüştür. Francisco de Orellana 1542 yılında ulaştığı ırmağa, buradaki yerli kadın savaşçılara atfen Portekizce Amazonas ismini vermiştir. Kristof Kolomb ve William Raleigh gibi dönemin ünlü denizcileri de Amazon savaşçılarını anlatırlar.
Gerçeklik payı
Amazonların gerçekten yaşayıp yaşamadıklarına dair belirsizliğin bir dayanak noktası vardır. O da Amazonların ataları olan Sarmatyalılardaki kadın savaşçıların gerçekten var olduğudur. Bir efsane bile olsa Amazonların dayandığı temel gerçeklik burasıdır. Bu gerçeklik arkeolojik kazılardan da anlaşılmaktadır. Özellikle Sarmatya kadın mezarlarında yüzde yirmibeş oranında silahlar çıkmaktadır. Bu durum Sarmatyalılardan sonra İskitler’de de görülmüştür.
Popüler kültürde Amazonlar
Çeşitli çizgi roman, film, televizyon dizisi ve bilgisayar oyunlarında Amazon imgesi sıklıkla işlenmiş ve kadın kahramanlar Amazonlardan esinlenilmiştir. Bunların arasında televizyon dizisi olarak Xena – Savaşçı Prenses sayılabilir.
Kaynak:insan ve evren

Karındeşen Jack Efsanesi (Jack the Ripper)

Karındeşen Jack Efsanesi (Jack the Ripper)


http://jadugar.files.wordpress.com/2008/12/jack-the-ripper3.jpg?w=595
“Tarihe bakıldığında 20.yüzyılı benim başlattığım görülecektir.”
Karındeşen Jack, 1888 yılının ikinci yarısında İngiltere’nin başkenti Londra’nın varoş semti Whitechapel’da faaliyet göstermiş seri katile (veya katillere) verilmiş isim. Katile Jack ismi, Merkezi Haberalma Örgütü’ne katil olduğunu iddia eden bir kişi tarafından gönderilmiş mektuba binaen verilmiştir. Bu mektup cinayetlerin işlendiği dönemde basılarak yayınlanmıştır.
Tamamı hayat kadını olan kurbanlardan beşinin aynı kişi veya kişilerce öldürüldüğü kesinleşmiştir. Ancak Karındeşen Jack’e maledilmiş yaklaşık 20 cinayet vardır. Cinayet dosyası cinayetlerden iki sene sonra kapatılmıştır. Ancak günümüz İngiliz dedektifleri ve bilim adamları, modern teknolojinin de yardımıyla halen cinayetleri aydınlatmaya çalışmaktadırlar. Günümüze kadar ulaşmış tek fiziki kanıt, kurbanlardan birine ait olduğu iddia edilen şaldır.

“Temsili bir resim”
Karındeşen Jack’in yöntemleri vahşiceydi. Kurbanlarını önce boğazlayarak etkisiz hale getiriyor daha sonra da boğazlarını kulaklarına kadar kesiyordu. Ufak tefek değişikliklerle beraber kurbanların tamamına yakınının karnı ve cinsel organları deşilmiş, bazı organları çalınmış, bazen de burun ve/veya kulakları kesilmiş olarak bulunuyordu. Jack kurbanlarını, dizleri karna çekilmiş ve bacakları açık bir şekilde düzenleyerek terkediyordu. İç organların çıkarılması nedeniyle katilin cerrah olabileceği iddiaları ortaya atıldı ancak kanıtlanamadı.
Karındeşen Jack’in kimliğine dair onlarca iddia ortaya atılmıştır ancak hiçbiri kanıtlanamamıştır. Bu şüpheli listesi birçok önemli ve soylu kişiyi de içermektedir. Katil olduğunu iddia eden kişinin Merkezi Haberalma Örgütü’ne gönderdiği mektubu inceleyen uzmanlar mektubun yazarının alt tabakadan, eğitimsiz biri olduğu sonucuna varmışlardır.
Dehşet, 31 Ağustos 1888 de sabahın erken saatlerinde başlamıştır. Sabah 3:45 civarında Londra’nın East End bölgesindeki, ıssız ve loş bir sokakta yürüyen hamal George Cross, muşambaya sarılı bir şeye çarpar, yakından bakınca, bu et yığınının parçalanmış bir kadın vücudu oldugunu anlar. Kadının daha sonra 42 yaşındaki Mary Ann Nicholls adında bir hayat kadını olduğu ortaya çıktı. Gırtlağı kesilip karnı açılmıştı ve cinsel organinda bıçak yaraları vardı.
O zaman kimse farkına varmasa da, Mary Anne Nicholls ün bu korkunç ölümü suç tarihinde tüyler ürpertici bir dönüm noktası teşkil edecekti. Bu cinayet, yalnızca önce Londra’ya sonra da tüm dünyaya etkisi şok dalgaları şeklinde yayılacak bir cinayetler zincirinin ilk halkası değildi. Aynı zamanda çok daha önemli bir şeye işaret etmekteydi: “Seri seks cinayetlerinin modern döneminin başladığına”
Nicholls cinayetinden bir hafta sonra, ilk cinayet mahallinden 800 metre uzaklıkta, pansiyon olarak kullanılan bir binanın arkasında, kötü beslenme ve veremden muzdarip 47 yasında bir hayat kadını olan Annie Chapman in parçalanmış cesedi bulundu. Chapman in kafası neredeyse vücudundan kopmuştu, katil tüm buyun adalelerini kesmişti ve neredeyse omuriliğini de koparmıştı. Ayrıca iç organları da karnından dışarı çıkarılmıştı.
Katilin gerçek kimliği asla bilinemeyecekti. Ancak birkaç hafta sonra Metropoliten Polisi kışkırtıcı bir mektup aldı. Mektup suçlu olduğunu söyleyen şahıs tarafından yazılmış ve takma isimle imzalanmıştı. Bu isin halk tarafından benimsendi. Bu andan itibaren çılgın Whitechapel Kasabı, bu korkunç isimle aranacaktı: Karindesen Jack.
Polisin Karindesen in mektubunu almasından iki gün sonra katil, Elizabeth Stride adında İsveçli bir hayat kadının boğazını kesti. Kurban üzerinde diğer korkunç şeyleri yapamadan, yaklaşan bir arabanın sesiyle isini yârim bırakmak zorunda kaldı. Oradan hızla kaçan Karindesen, Cathrine Eddowes adında, kaldırımda sarhoş bulunduğu için karakola götürülerek ayılana kadar orada tutulan ve henüz salıverilmiş olan 43 yasındaki bir hayat kadınına rastladı. Onu issiz bir meydana götürdü ve orada boğazını kesti. Ardından şeytani bir öfkeye kapılarak kadının yüzünü tamamen parçaladı, vücudunu kuyruk sokumundan göğüs kafesine kadar kesti, bağırsaklarını dışarı çıkarttı ve sol böbreğini alarak uzaklaştı.
Karindesen tarafından gerçekleştirilen son suç ayni zamanda en korkuncuydu. 9 Kasım gecesi, 3 aylık hamile olan 25 yasındaki İrlandalı bir hayat kadınıyla onun odasına gitti. Gecenin ortalarına doğru onu yatakta öldürdü, birkaç saat boyunca keyifle cesedi parçaladı iç organlarını dışarı çıkarttı, burnunu ve göğüslerini kesti, bacaklarının etlerini sıyırdı.
Bu olaydan sonra, Whitechapel cinayetleri birden bire durdu. Karindesen sonsuza kadar ortadan yok oldu, tarihten çıkıp efsaneler alemine karıştı.
O günden beri konu üzerine kafa yoranlar bir kasaptan İngiliz tacının veliahdına kadar bir dolu şüpheli öne sürmüşlerdir. Bu iddiaların çoğu eğlenceli okuma malzemeleri teşkil eder, ancak Karindesen in gerçek kimliği yüz yıldır değişmedi: O, merak uyandıran, muhtemelen hiç çözülemeyecek bir sırdır.
Karindesen Jack in son kurbanı Mary Kelly’nin nasıl bulunduğunu anlatan 1888 tarihli bir gazeteden:
”Boğaz bir bıçakla kesilmiş, kafa vücuttan neredeyse ayrılmıştı. Karin kısmen parçalanarak açılmış ve her iki göğüs de kesilmiş. Burun kesilmiş, alnındaki deri yüzülmüş ve uyluklardan ayaklara kadar etler kemikten sıyrılmış. Bağırsaklar ve vücudun diğer parçaları yoktu, ancak karaciğer vs. bu zavallı kurbanın ayakları arasına yerleştirilişti. Bacaklardan çıkarılan etleri göğüsler ve burun katil tarafından masanın üstüne konmuş ve kadının ellerinden biri midesinin içine sokulmuş.”
Kurbanları:
Kimliği tespit edilebilen kesin kurbanlar:
1. Mary Ann Nicholls (43) , 31 Agustos 1888
2. Annie Chapman (47), 8 Eylül 1888
3. Elizabeth Stride (45), 30 Eylül 1888
4. Catharine Eddowes (46), 30 Eylül 1888
5. Mary Jeanette Kelly (25), 9 Kasim 1888
Kurbanlardan Elizabeth Stride:
Kurbanlardan Mary Jeanette Kelly :
Kurbanlarından Annie Chapman:
Kurbanlarından Catharine Eddowes:
Kurbanlarından Mary Ann Nicholes:
Kesin emin olunamayan kurbanları:
1-Kimliği Belirsiz Kadın-Aralik 1887
2-Annie Millwood-25 Subat 1888
3-Ada Wilson -28 Mart 1888
4-Emma Elizabeth Smith-3 Nisan1888
5-Martha Tabram-7 Agustos 1888
6-Kimliği Belirsiz Kadın-2 Ekim1888
7-Annie Farmer-21 Kasim 1888
8-Rose Mylett-20 Aralik 1888
9-Elizabeth Jackson-25 Haziran 1889
10-Alice McKenzie-17 Temmuz 1889
11-Frances Coles-13 Subat 1891
12-Carrie Brown-24 Nisan 1891
 

İskandinav (Viking) Mitolojisi

İskandinav (Viking) Mitolojisi


http://civilianmilitaryintelligencegroup.com/wp-content/uploads/2011/02/viking-ships.jpg
İskandinav mitolojisi en genel anlamıyla İskandinav topluluklarının Hristiyanlık öncesi dinleri inanışları ve efsaneleridir. Danimarka, İsveç, Norveç ve İzlanda gibi İskandinav ülkelerinde yaşayan halkların atalarının kuşaktan kuşağa aktardığı zengin bir mitos öykü ve masal dağarcığı vardır. İskandinavya’da tapılan tanrılara ilişkin efsanelerin yanı sıra ‘Sağa’ denen ve kahramanların haydutların hayaletlerincanavarların deniz krallarının köylülerin cücelerin aşk ve serüvenlerinin anlatıldığı Öyküleri de vardır. İskandinav mitolojisi günümüz dünyasında mitoslarda geçen tanrılar ve simgeler yönüyle oldukça bilinir bir durumdadır.Örneğin ’Yüzüklerin efendisi’ kitap ve film serisi temeline bu mitosları oturtarak şekillendirilmiştir. ( Yazar Tolkien’in Orta Dünya (Middle Earth) adı İskandinav mitolojisindeki dokuz dünyadan insanlara ait olan Midgard’dan esinlenilerek yaratılmış. Cüceleri yaratan Äule demirciler tanrısı balta kullanan Thor’la önemli benzerlikler taşıyor. Tolkien’in kullandığı çoğu cüce adı ve bunların yanında Gandalf da İskandinav mitolojisi kökenli. Ayrıca Gandalf’ın tanrı Odin ile kimi benzerlikler taşıdığı görülüyor.

Odin de Gandalf gibi uzun sakallı asa taşıyan yaşlı bir adam olarak anlatılır. Runik alfabeyi insanlara hediye eden kişi Orta Dünya’da Gandalf İskandinav mitolojisinde ise Odin’dir. Her ikisi de sıradan insanların anlayamadığı görevler uğruna tek başlarına seyahat ederler. Gandalf’ın atı Shadowfax Orta Dünya’nın en hızlı atıdır Odin’in sekiz bacaklı atı Sleipnir gibi. Ancak Odin İskandinav mitolojisinin en üstün tanrısıyken Gandalf kendisinden üstün güçlerin emirlerine uyar. Ayrıca Odin Gandalf’a göre daha zalimdir ve kişisel hırslara sahiptir )
Mitoloji ana sayfasında da en başta duran tek gözlü tanrı Odin’ i herkes duymuştur. Dünyadaki her mitolojik anlatının kendine özgü tarihsel ve sosyal bir şekillenişi vardır.İskandinav mitolojisinin de böyledir. Örneğin Hıristiyanlık’ın İskandinavya’ya özellikle uzak İzlanda Adası’ na girmesinin gecikmesi ve ancak MS. 1100′den sonra kurumlaşması efsanelerin kendini korumasına yol açan faktörlerden biridir.Yine bu şekillenişe katkı yapan bir diğer odak çeşitli kültürel toplulukların aynı coğrafyayı paylaşmasıdır. MÖ 1000’li yıllardan sonra Avrupa ülkelerinin büyük çoğunluğunda Hint-Avrupa dilleri yaygınlık kazanmaya başlamıştı. MÖ ilk bin yılın ortalarından itibaren Germen kabileleri kuzey İskandinavya’da ve kuzey Almanya’da yaşadılar.
Aynı coğrafyayı paylaşmak beraberinde sosyal ve kültürel bir etkileşimi\kaynaşmayı getirdi. M.Ö.1000 yıl sonrasında birçok avrupa ülkesinde Indo-Avrupa dili konuşuluyordu. Temel olarak bu nedenle İskadinav ve Alman mitolojileri temelde ortak bir kültürel yapıya sahiptir.( Romalı Julius Caesar (Sezar) ve Tacitus’un gözlemleri dışında Germen mitolojisi Hıristiyan kaynaklarına dayanmaktadır.Eski İskandinav mitlerini tercüme eden ve bu konuda temel kaynaklardan en önemlisi kabül edilen İzlandalı tarihçi Snorri Studuson’dur (M.S. 1179-1241) “Prose Edda”adlı kitabıyla..) . En önemli mitolojik hikâyeler uzak geçmişte bir zamanda Vanir ve Aesir arasında çok vahşi bir savaşın çıktığından bahseder. Bazı araştırmacılar bu savaşı Alman ırkının diğer ırklarla karşılaşmasının bir yansıması olarak görürler. Georges Dumezil ve Jan De Vries tanrılar arasındaki savaş ve bölünmenin Indo-Avrupa mitolojisinin bir parçası olduğunu ortaya çıkardılar. İskandinav mitolojisini daha iyi kavramak için tarihin biraz daha gerilerine gitmek gerekli..
Tarihin daha gerileri;
Arkeolojik ve etimolojik araştırmalar M.Ö. 7000′lerden itibaren Balkanların önemli bir kısmına hakim olan Trakların( Trakya’nın antik çağlardaki halkı olan Traklar Hind-Avrupa kökenli bir halktı. Yazılı dil verilerinin çok az olması nedeniyle dilleri hakkında çok fazla bilgi edinmenin mümkün olmadığı Traklar’dan kalan özel isimler yer adları tanrı adları ve çok kısa bir metin onların dillerinin Satem gurubuna girdiğini ve İllirce ile birlikte Slave ve Balto-Slav dilleriyle ilişkili olduğunu göstermektedir. Ölülerini yakmaları sebebiyle fazla bir biyolojik malzeme bulunmamasına rağmen eldeki çok az iskelet örneğiyle birlikte eski Yunanlılar’ın kayıtları ve sanat eserleri üzerindeki tasvirler bize renkli gözlü ve beyaz tenli Avrupalıları göstermektedir. Genel olarak Dinarik ve Dinaro-Nordik bir ırkın varlığı sözkonusudur.)
Rusya bozkırlarından Ege’ye İlliryalıların ülkesinden Karadeniz sahillerine dek uzandığını gösteriyor. Trakların bölgedeki etkilerini artırmasıysa M.Ö. 1200 ile 200′ler arasındaki bin yıllık süreci kapsıyor. Bir başka deyişle Troia Savaşı ile başlayan uzun bir döneme.
M.Ö. 1200′ler kent-devletlerin çeşitli ittifaklar kurarak birbirleriyle savaştığı bir dönemdir. Bu savaşların en ünlüsü ise Akhalar ile Troialılar arasında geçen ve günümüzde filmlere konu olan Troia Savaşı’dır. M.Ö. 1184′te Troia’nın düşüşüyle birlikte binlerce Troialı ülkelerinden ayrıldı. Anadolu’dan dünyanın dört bir yanına uzanan bu büyük göç aralarında Roma’nın kuruluşunu anlatan Aeneas olmak üzere pek çok efsaneye esin kaynağı oldu.
Efsaneler vatanlannı terk etmek zorunda kalan Troialılara dair pek çok hikaye anlatıyor. Fransızlara göre onlar Tours kentini kuran kahramanlardı. Kuzey İtalyanlara göreyse gerçek Troialılar yıkılan kentlerinin adını Torino’ya verenlerdi. İngilizler içinse Troia’dan kaçanlar Comwall Düklüğü’nü kuran ve Plymouth’ta Yecüc ve Mecüc isimli devi yenen efsanevi kahraman Corineus’u izlemişlerdi…
Kökenini Troia’da arayan bir başka halk ise çok daha uzaklardan geliyor: İsveç’ten! İsveçlilerin bir çeşit “Ergenekon Destanı” da diyebileceğimiz mitolojik öyküye göre İskandinav kavimlerinin atası Troia’nın yıkılışından sonra Trakya’dan kuzeye doğru yüzyıllar süren bir yürüyüşe başlayan Tiras ve oğullarından başkası değildi.
Troia’nın unutulmuş evlatları; Aesirler:
Homeros ve Etrüsk kaynaklarına göre Troia’nın düşüşünden sonra 30.000 Troialı kenti terk etti. Troia’nın son günlerini anlatan kaynaklara göre yenilgiden sonra burada kalmayıp göç etmelerinin en önemli nedeni Yunanlıların kenti acımasızca yağmalamasıydı. Arkeolojik ve etimolojik çalışmalar bu göç iddialarından en azından ikisini bir miktar doğruluyor. M.Ö. 1200′lerde Troia’da yerel halk tarafından konuşulan Luvi dili ile Etüskçe( Etrüskler İtalya’da kurulmuş ilk büyük medeniyetti. Etrüsklerin kökenleridilleri ve adetleri hala gizemlidir. Kendilerine “Rasena” diyen bu halka Romalılar “Tusci” ya da “Etrusci” yaşadıkları bölgeye de “Etruria” diyorlardı.Yunan tarihçi Heredot’a göre Etrüskler Lidya’dan İtalya’ya göç etmişlerdir bunun yanı sıra pek çok tarihçi de Etrüskler ile doğu uygarlıklarının adetleri arasında bağ kurmaktadır.
Bu sebeplerden dolayı Etrüsklerin kökeninin Doğu uygarlıklarına dayandığını savunurlar.) arasında bulunan şaşırtıcı paralelliğin çok daha çarpıcı bir örneği çağdaş Baltık dilleri ile Trak dili arasında mevcut. Efsaneye göre savaştan sonra hayatta kalan en iyi savaşçılardan oluşan Troialılar Karadeniz’in kuzeyindeki Azak Denizi’ni geçerek Don Nehri kıyı ları na vardılar. M.Ö. 1 150′de Macaristan’dan Don kıyılarına uzanan bölgede Sicambria Krallığı’nı kuran Troialı fatihlere bölgenin yerli halkı olan İskitlerin dilinde “demir adam” anlamına gelen “Aesir” adı verilmişti.Ve bu demir adamlar yine Troia gibi güçlü bir şekilde tahkim edilmiş olan “Aesgard” kentini kurdular. Bölge artık “demir adamların ülkesi” “Asaland” ya da “demir adamların evi” yani “Asaheim” diye biliniyordu.Aesirler yüzyıllar sonra Kimmer ve İskit akınıarı karşısında kuzeye göç ettiklerindearkalarında Karadeniz’ den dar bir boğazla ayrılan Azak (Azov) Denizi’ne verdikleri isimlerini bıraktılar…

http://fc04.deviantart.com/fs42/f/2009/061/1/1/God_of_War__by_SteveArgyle.jpg


İskandinavlar Troia’dan mı göç ettiler?
İskandinav tarihinin eksiksiz bir değerlendirmesini yapmak epey zor. Çünkü yazılı kaynakların çok az bir kısmı M.S. 600 yılından öncesine dayanıyor. Bu “görece eski” kaynakların önemli bir kısmı da Romalı tarihçi Tacitus (M.S. 55-117) ve Got krallarının resmi tarihçisi Jordanes’e (M.S. 500-551) ait. Dolayısıyla bazı tarihsel sorular kolaylıkla cevaplandırılamıyor. Karadeniz’in kuzeyine geldiklerinde Aesirler diye anılan kabileler konfederasyonunun gerçekten Troia’ dan göç edip etmediği tam olarak bilinmiyor. Bu iddiayı ortaya atanlardan biri bizzat Halikarnasoslu tarihçi Heredotos olsa bilebu konuda net bilgiler sunmuyor;
“Karadeniz’in kuzeyindeki uzak kolonilerde yaşayan halk oraya Troia Savaşı’ndan sonra yağmalanan şehirden kaçanların soyundan geliyor.”
Asıl şaşırtıcı bilgiler son 10 yılda arkeolojik kazılardan elde edildi. Ulaşılan son bulgular M.Ö. 1150′lerde Karadeniz’in kuzeyinde kurulan Sicambria Krallığı’nın Antik Grek kaynaklarındaki efsaneleri doğrularcasına Trak ve Kimmer kültürlerinin güçlü bir karışımı olduğunu ortaya çıkarıyor. Öyleyse Karadeniz’in kuzeyinde büyük bir uygarlık kuran Traklar nereye gitti? Tarihi veriler “kuzey-kuzeybatı” yönünü işaret ediyor. Doğudan gelen İskit ve Hun boylarının önüne kattığı Trak-Kimmer kabilelerinin büyük bir kısmı Baltık ve Danimarka sahillerine oradan da İskandinavya ve hatta İngiltere’ye uzandılar!
Aesirler İskandinavya’daki yeni vatanlarına birbirini izleyen kafileler halinde göç etti. Baltık kıyılarına vardıklarında Romalılar ile savaşan inatçı Germen kabileleri ile karşılaştılar. Bölgedeki Germen kabilelerin en inatçıları Gotlardı. Aesirler büyük mücadeleler sonunda sadece Baltık kıyılarına değil İskandinav Yarımadası’ndaki yerel kabilelere de üstünlük sağladılar. Baltık bölgesine göç eden Aesirler (daha sonraları Svearlar günümüzde ise İsveçliler) birçok klan ve kabileye sahipti. Bu kabilelerden en göze çarpanı Vanirlerdi. Vanirler sonraki yüzyıllarda Daner yani Danimarkalılar olarak bilinecekti. Bununla beraber Aesirler ile birlikte hareket eden kabilelerin en amansızı adları “vahşi savaşçılar” anlamına gelen “Herüller”di. Romalıların “Harii” ve “Aeruli” dedikleri Herüller klanı Aesirlerin yerel halkla mücadele ederek İskandinavya’ya yerleşmesini sağladı. Efsanelerin büyük çoğunluğu hakkındaki bilgiyi eski İskandinav mitlerini tercüme eden İzlandalı tarihçi Snorri Studuson’un (M.S. 1179-1241) “Prose Edda”sı sağlıyor. Prose Edda İskandinavya’nın efsane ve mitolojik olaylarına ilişkin akılcı bir açıklama getiren ilk eser. Snorri Studuson Aesirlerin Küçük Asya’dan geldiklerini yazmış ve Troia’nın düşüşü ile İskandinav mitolojisindeki tanrılar ve insanlar arasında geçen büyük savaş olan Ragnarök’ü karşılaştırmıştı. Troia’nın hikâyesi antik çağlardan beri birçok kültür tarafından bilinmekteydi. Sturluson’un yaptığı şey kuzey mitolojisindeki tanrılar ile Troia Savaşı’ nın kahramanlarını karşılaştırmaktı.
İskandinav mitolojisine giriş;
Mitoloji (Yunanca μυθολογία μυθος [mithos] yani “söylenen ya da duyulan söz” ve λογος [logos] yani “konuşma”) kelimelerinin birleşiminden oluşmuş olup Eski yunan’da “geçmişte söylenenlerin tekrar edilmesi ” gibi bir anlam barındırmaktayken zamanla Batı dillerinde efsane anlamı kazanmıştır. Çağdaş kullanımda mitoloji ya belirli bir din veya kültürdeki mitlerin bütününü tanımlar ya da mitlerin incelenmesi yorumlanması toplanması (belki yeniden oluşturulması) ve benzeri çalışmaları içeren bilgi bilim dalını tanımlar. Dünyadaki çeşitli ulusların belirli tarihsel koşullarda ürettiği mitoslar mevcuttur. Bu mitoslar arasında sosyal ve tarihsel etkileşim nedeniyle belirli benzerlikler olabildiği gibi kimi özgün farklılıklarda oluşmuştur.İskandinav mitolojiside tarih sahnesinde kendi özgünlükleriyle varlığını koyan\koruyan bir kültürel üretimdir.
İskandinav mitolojisinin en önemli farkı tanrılarının ölümlü olmasıdır. İskandinav tanrıları insana benzemekle birlikte dev boyutluydu. Bu tanrılar yer uyur doğar ölür sever nefret eder korkar ve kederlenirdi. başarılı olduğu kadar başarısızlık da gösterebilir savaşta yenilebilirlerdi.Tanrılar ancak Idunn’un(gençlik tanrıçası) elmaları sayesinde Ragnarok’a(kıyamet tanrıların alacakaranlığı ya da büyük savaş) kadar yaşayabilmektedir. Her kültürde olduğu gibi İskandinav kültüründede bir yaratılış\dünyanın varoluşuna dair bir mitos vardır.Bu genel hatlarıyla şöyledir; İskandinav tanrıları ölümlüydü ve ancak Idunn’un elmaları ile Ragnarok’a kadar yaşayabilirlerdi.
http://upload.wikimedia.org/wikipedia/en/7/7a/Aasgaardreien_peter_nicolai_arbo_mindre.jpg
Dünya yaratılmadan önce sadece Ginnungagap adı verilen bir uçurum vardı. Ginnungagap’ı Mısır mitolojisindeki Nun Yunan mitolojisindeki Kaos olarak da görebiliriz. Dünya daha var olmadan önce 11 nehir akan Niffleheim’da ölüm var oldu. Niflheim’ın güneyinde başka bir sıcak dünya daha oluştu; Muspell; Devlerin koruduğu yer. Devler buraya Stur yani Siyah dediler. Niflheim’ın nehirleri donmuştu. Bu nehirlere Ginnungagup dendi. Günün birinde Muspell’deki kıvılcımlar nehirlerin üzerine düştü ve nehirleri eritti. Muspelheim’dan çıkan ateşler Niflheim’dan çıkan buzları eritti ve oluşan sihirli sudan ilk yaratık meydana geldi: dev Ymir. Ymir ne erkek ne de dişiydi fakat buz devleri sülalesinin atası oldu. Diğer devleri “terleyerek” yarattı .Vücudunu oluşturan sihirli sular koltukaltları eriyince aktı ve bunlardan diğer devler oluştu.
Bir süre sonra çiftleşmeyi öğrenen bu devlerin çocukları oldu. Bu çiftleşmelerin en önemlisi Bor ile Besta’nın çiftleşmesidir. Bor ve Besta’nın üç çocukları oldu; Odin Vili Vé. Bu üç kardeş kendilerine bir dünya yaratmak isteyip devlerin saldırısına uğradıkları zaman Ymir’i öldürdüler.
Bu öyküleden birine göre de başlangıçtaki boşluk ve kargaşadan sonra önce tanrılar yaratıldı; sonra koca bir devin gövdesinden dünya oluştu. Devin dünyanın köşelerinde duran dört güçlü cücenin omuzlarında taşınan kafatası gökyüzüydü. Dünya yassıydı ve dü-yayı kuşatan okyanusun dibinde yılan Jörmungand yaşıyordu.
Dünya büyük dişbudak ağacı Yggdrasil’in üzerinde duruyordu. Bu ağacın en üst dalları Asgard’a değiyor yeraltındaki kökleri Mimir’ in kuyusundan ya da insanların yazgılarını belirleyen Nornlar’ın pınarından sulanıyordu. İnsan ırkı tanrıların ağaç kütüklerinden biçimlendirdiği Askr ve Embla’dan türemişti. Ragnarök yani “tanrıların alacakaranlığı” dünyanın sonuna ilişkin bir öyküydü. Loki ve kurt Fenrir zincirlerinden kurtulacak devler Asgard’a saldıracak ölüm gemisi dehşet salacak Jörmungand yılanı denizden çıkacak dağlar titreyecekti. Tanrılar ve düşmanları arasındaki son savaşta herkes birbirini öldürerek yok olacak tüm dünya ve üzerindeki insanlar ateşte yanacaktı. Ne var ki bu mutlak son değildi. Bir süre sonra yeni bir çağ başlayacak Balder dirilecek ve eski dünyanın küllerinden yeni bir dünya oluşacaktı.Yaklaşık İS 1. yüzyılda Avrupa’nın kuzeyinde yaşayan Germenler tanrılarına kutsal saydıkları korularda taparlardı. Bazı ağaçlarda tanrısal özellik bulunduğuna inanılırdı. Büyük dişbudak ağacı Yggdrasil’in evreni taşıdığı söylenirdi.
Yaratılış efsanesinin bir başka versiyonu daha vardır:
Muspell’deki kıvılcımlar nehirlerin üzerine düştü ve nehirleri eritti. Eriyen damlalar en ilkel inek şeklini aldılar. Audhumla; sütüyle Ymir’i besleyen inek. Audhumla aynı zamanda tuz parçalarını yalayarak bu bloklara ilk insan şeklini verir. İlk insan Buri. Buri’nin bir devin kızı olan Bolthor ile evli bir oğlu vardır; Bor. Bolthor’u OdinVili ve Ve birleşerek Bor’a uygun bir biçimde yarattılar.Ve şeklinden dolayı Ymir’i öldürdüler.Ve sonra iki tane ağaç yarattılar. Düşünen nefes alan duyan ve de görebilen iki ağaç.Yaratılan ağaçlardan ikisini canlandırarak insanları oluşturdular. Bu ağaçlar insan ırkının ilk modelleriydi. Erkeğe Askr (ash tree = Kül ağacı) dişiye de Embla (Sarmaşık) dediler. Ardından Asgard’ı yarattılar. Tanrıların meskenini. (Snorri diğer bir çok versiyonda kader ağacı Yggdrassil’den bahseder. Onun ne kadar ihtişamlı olduğunu dünyanın merkezinde nasıl görkemli bir şekilde yükseldiğini tasvir eder.) Ağacın altındaki kader feminen formu olarak tasvir edilir. Ve insan hayatının buradan başladığı düşünülür.Bazı versiyonlarda da Tanrıların büyük meclisinin burada toplanıp kararlar aldığından bahsedilir. Bu ağaç üç köklüdür. Bu köklerden biri cehenneme kadar uzanır diğeri devler ülkesine gider ve sonuncu kök de insanların dünyasına gider. Bütün dünyanın mutluluğu bu ilk ağaca bağlıydı.
İskandinav tanrıları üç grupta toplanır; Aesir(tanrılar) Asynjur(tanrıçalar) ve Vanir (hem tanrı hemde tanrıçalar) tanrıları Vanirler zenginliği ve bereketi sembolize ederler. Denizi ve toprağı yönetirler.Vanes tanrıları insanlar arasında en çok rağbet görülenlerdir .onlar toprağızenginliğiaşkıyani dünyevi ihtiyaçları temsil eder. Toprağa ve onun üzerin de yaşayan canlılara sağlığı ve mutluluğu getirenlerdir.
Sayıca Vanes tanrılarından oldukça üstündürler. İkinci plandadırlar çünkü günlük ihtiyaçlar içerisinde yer almamaktadır onların vaat ettikleri. Onlar daha karmaşık kavramların hakimleri ve efendileridir. Onlar bilgiye ve kadere şekil verenlerdir. Kimi zaman cesareti kimi zaman büyüyü temsil ederler. İnsanlar onlara az ihtiyaç duyar ancak hiçbir zaman unutmazlar çünkü onlara fırtınalarda ve savaşlarda yol gösteren onlara zaferi bağışlayan onlara bilgeliği ve büyüyü öğreten Ases tanrılarıdır.
http://insanveevren.files.wordpress.com/2011/05/viking-battle-for-asgard-1200.jpg?w=671&h=537
Aesir’in en önemli tanrıları; Odin Thor ve bazende Tyr Asynjur’un ıdunnbil nannaVanir’de ki önemli tanrılar ise Njord Frey ve Freya dır. En önemli mitolojik hikâyeler uzak geçmişte bir zamanda Vanir ve Aesir arasında çok vahşi bir savaşın çıktığından bahseder. İskandinav mitolojisinde Odin ve Thor arasındaki çelişki bütün tanrılık statülerinin Vanir’de kalmasıyla başladı. mitlerinde en büyük mücadele baş tanrılar Odin ve Thor’un Vanirler’in tanrısal konuma sahip oluşlarına karşı çıkmalarıyla başlar. Aesirler Vanirler’i çöküşe uğratmak için Gullveig (altın içki) adlı kadını aracı ederler. Ve savaş böylece başlar. Her iki grubun da tamamen güçten düşmesiyle tanrılar taraf değiştirirler. Vanirler Njord ve oğlu Frey’i; Aesirler ise Mimir ve Hoenir’i değiş tokuş için gönderirler. Ateşkesi kutlamak üzere toplanan tanrıların tümü bir kaseye tükürerek aralarındaki ahengin ve barışın alameti olan Kvasir adlı devi yaratırlar. Kvasir bir süre sonra kurban edilir ve yeni tanrıların meydana getirilebilmesi için kanından güçlü bir içki yapılır. Kvasir tanrıların yeni içeceği olur ve birçok şiire de ilham kaynaklığı yapar. Ases ve Vanes tanrıları her zaman birbirleriyle savaşmışlardır ancak bu savaş en büyük savaşla sona ererbu savaş bir katliamla değil ancak bir birleşme bir ittifakla sona erer. Tanrılar birbirleriyle savaşmalarının sadece devlerin ve diğer güç sahibi varlıkların isine yaradığını fark ederler. Barış imzalanmalıdır bozulması imkansız olan bir barış birbirleriyle karışmaya karar verirler : Njord Vanaheim`in rüzgar ve deniz tanrısı oğlu Frey ve kızı Freya ile Ases tanrılarının yanına yerleşir. Ases tanrıları bu değişime Odin’in öz kardeşi Hoenir`le Odin’le beraber ilk insani yaratan tanrılardan biri karşılık verirler. Artık iki irkin kani birbirleriyle karışır.
http://insanveevren.files.wordpress.com/2011/05/vikingship.jpg?w=664&h=430
İskandinav Mitolojisindeki Temel Kavramlar Tanrılar ve Tanrıçalar;
İskandinavyalılar birçok tanrıya tapıyorlardı. Ayrıca cinler rüzgar ve ateş devleri gibi tuhaf ve güçlü yaratıklara da inanıyorlardı.
İlk tanrının adı Buri idi. Ymir’in ve Buri’nin yaratma güçleri vardı. Yalnız kalmamak için kendilerine eşler bu eşlerdende çocuklar yarattılar. Tanrıların ve Devlerin soyu Ginungagap içerisinde üremeye başlamıştı. Bu iki ırkın birleşiminden ise Üç büyük tanrı doğdu. Odin Vili ve Ve. Bütün tanrılar ve devler Odin’in bu zamana kadar doğmuş en güçlü canlı olduğunu anladılar ve ona saygı gösterdiler. O geleceğin ve geçmişin ve insanların babası idi. Midgard da bir sabah Odin kardeşleri Hoenir ve Lodur deniz kıyısında dolaşmaya çıktılar. Sahilde yanyana duran iki ağaç ile karşılaşdıklarında bu ağaçları ilk insanlara dönüştürmeyi karar verdiler. Erkeğin ismi Ask kadınınki ise Embla idi. Lodur onlara fiziksel güzellikleri Hoenir hareket yeteneğini Odin ise duyguları verdi. Sonunda Ask ve Embla birleşerek insan ırkını oluşturdular ve önlerindeki yolda ilerlemeye başladılar. Ancak Odin onların kaderini o anda yazmıştı. Bütün İnsan ırkı devlerle yapılacak son savaşta Ragnarök’ta Odin’in yanında savaşacak ve yok olacaktı…İnsanın yaratıldığı esnada devler çoğalarak Ymir’in öcünü almak için and içiyor ve kendilerini intikam duyguları ile besliyordu
Her şey tüm insanlık ve bizim bildiğimiz manadaki varoluş bir cinayetle başladı.Odin ve kardeşleri Vili ve Ve ilk varlık Ymir’i öldürdüğünde başladı. Bu cinayetin sebeplerini hiçbir saga anlatmaz. Ymir’in vücudu dünyanın topraklarına vücudundaki su denizlere ve vücudundaki kan kaynayan lavlara dönüştü. Dünya artık oluşmuştu. Bu oluşumu Odin doğduğu günden beri biliyordu. Bu kaçınılmaz olan idi. Sıra devlerde idi . Odin ve kardeşleri tüm devleri öldürmek için yola koyulmuşlardı. Sadece Bergelmir ve ailesi bu katliamdan kurtulabilmişti. Kaçmışlar ve saklanmışlardı. Bundan sonra kendilerini ve çocuklarını intikam hırsı ile büyüttüler. Bir gün gelecek intikamlarını alacaklardı. Bunu Odinde biliyordu…
Dünya nın yaratılışı artık tamamlanmıştı. Artık onu sabitleyecek ve koruyacak varlıklara ihtiyaç vardı. Bu yüzden Odin cüceleri yarattı. Dört cüce dünyanın dört yönünü korumak için and içtiler : Austri(doğu) Nordri(kuzey) Vestri(batı) Sudri(güney) ve bu ülkeye (dünyaya) Midgard adını verdiler..
Toplam dokuz dünya (alem) vardı :
Muspelheim Ateş ve ısı
Niflheim Buhar ve duman ki Ejder Nşdhug’un eviydi burası
Helheim Karanlığın ve acıların dünyası
Jotunheim Devlerin yaşadığı dağlardan ibaret olan alem
Asaheim Asa tanrılarının yaşadığı alem
Vanaheim Vane tanrılarının yaşadığı yer
Alfaheim Beyaz alfların (elf) yaşadığı alem
Svartalfaheim Siyah alfların (Kara elfler)dünyası
Mannaheim İnsanların yaşadığı alem (Midgard Mannaheimde bulunur)
Bu alemlerde yaşayan farklı varlıkların çoğu bir diğer dünyaya gidebilme gücüne sahipti.
http://fc07.deviantart.net/fs17/f/2007/135/b/7/With_Oden_On_Our_Side_by_Asgard_Raven.jpg
Temel isim ve kavramlar;
Alf ;(beyaz alflar yada elfler Elf; peri halkına verilen addır.Elfler genellikle insanlara benzerler fakat insanlardan biraz daha kısa ve narindirler. Bu narinliğe rağmen hızlı ve güçlüdürler. Melodik bir ses tonuna sahiptirler. Elfler genelde 1200 yıldan fazla yaşarlar. Bu yaşamın sonucunda ya yaşamdaki kötülüklerden sıkıldıkları için ölümü tercih ederler yada bilinmeyen bir diyara göç ederler. Bu nedenle Elflerin ölümsüz oldukları söylenir.
Elfler insanlara oranla daha güzeldirler. Dağlarda veya denizlerde dolaşmaktan pek hoşlanmazlar. Bunun yerine gökyüzünü görerek yaşamak bir şeyler yetiştirmekormanlarında huzurlu bir hayat sürmek elflerin istediği yaşam tarzıdır.
Elfler diğer ırklarla ilişki kurmayı pek tercih etmezler. Diğer ırklardan pek arkadaşları olmaz ama diğer ırklardan olan dostlarını kolay kolay unutmazlar.
Elfler büyü konusunda hünerli savaşçılık konusunda çeviklikleri dolayısıyla etkileyicidirler. Genellikle ok tercih eden Elf savaşçıları çeviklikleri nedeniyle bu konuda çok iyidirler. İnsanlar onları ışığın cinleri olarak biliyordu. Alflar görünmezdi ne kokuları ne sesleri ne belirli şekilleri ne bilinen maceraları ne de şarkıları vardı. Devler insanlar ve cücelerın aksine Alflar savaşçı değillerdi. Ancak mutlak bir güçleri vardı. Beyaz Alflar doğanın anlaşılamaz gücünü simgeliyorlardı. Onlar tanrıların istekleri dışında doğmuşlardı…
Beyaz Alfların diğer yüzü siyah Alflar dokuz alemlerden Svartalfaheim isimli alemde yaşarlardı. Siyah Alflar Dev Ymir’in ölü cesedinden beslenmişl Bütün bu yaratılan canlıların ve hatta tanrıların arasındaki en mistik erdi bu yüzdende içleri ölüm ve karanlıkla dolmuştu. Tanrılardan ve devlerden korktukları için taşların içlerine saklanmış ve bu taşların kara renklerini almışlardı

Andhrimnir: Tanrıların aşçısı

Asgard: İskandinav mitolojisinde Tanrıların yaşadıkları yerin adıdır. Yunan mitolojisindeki Olympus Dağı’dır. Cennetin olduğu yerdir ve sadece gökkuşağı köprüsünden geçilerek ulaşılabilir.Köprünün adı Bifrost olarak bilinir. Buradaki saray ve evlerin çoğu altın ve gümüşten yapılmıştır. En ünlüsü Odin’in sarayı Valhalla’ dır. İskandinav mitolojisi devler ve şeytanların tanrılara karşı açtığı son savaş Ragnarok (tanrıların alaca karanlığı)’da Asgard’ın yerle bir edilidiğini anlatır.
Aegir: İsminin anlamı genellikle suyla bağdaştırılmıştır. Diğer isimleri HLER ve GYMİR (Kör eden). Aegir deniz kıyısının veya okyanusun tanrısıydı. Kızdığında fırtınalar yaratırdı. Aegir Vanir’lerden bir devdi. Babası MİSTARBİLİNDİ (Sis körü) ve kardeşleri LOGİ (Ateş ve bazılarına göre LOKİ) ve KARİ (Hava)’ydi. Karısı (ve kardeşi) RAN’dı ve Hlesey adasının yakınlarındaki denizde yaşarlardı. Ran ve Aegir’in herbiri birer dalga olan dokuz çocukları vardı.
Aegir tanrılar için bira mayalardı. Her kış tanrılar Aegir’in evinde bira içerlerdi ve o misafirperverliğiyle ünlüydü. Evinde ışık sağlamak için ateş yakmak yerine yere altın koyarlardı. Bu yüzden altına “Aegir’in ateşi” denir. Aegir’in Fimafeng ve Eldir adında iki hizmetçisi vardı. BALDER’in ölümünden sonra Tanrılar Aegir’in evinde ziyafet için toplandılar. Loki kendini gösterdi ve odadaki herkese küfür etti. Fakat tanrılar oranın kutsal bir yer olmasından dolayı Loki’ye hiçbirşey yapamadılar.
Balder: Aesirlerden biridir ve isminin anlamı “muzaffer”dir. Aynı zamanda Gözyaşı Tanrısı olarak da çağrılan Balder Odin ve Frigg’in oğluydu ve çok yakışıklı ve adil bir tanrıydı. Odin’in oğullarından Balder burada akıl sevgi ve bilginin tanrısı olarak karşımıza çıkar. Cennette Glitnir denilen bir yeri korumaktadır. Her türlü anlaşmazlıkta bütün tanrılar onun adaletine güvendiklerinden ona gelirler ve burada Balder’in adaleti sağlaması beklenir.Ve Balder adaleti yerine getirir.
Bil: Snorri onu tanrıçalardan biri olarak adlandırır. Snorri dünyadan aya giderken ona eşlik eden Bil ve Hjuki adlı iki çocuğun hikayesini anlatır. Babaları Vidfinn’dir. Bil aynı zamanda kaderi dokuyan tanrıçasıdır.
Bor: Buri’nin oğlu. Karısı buz devi Bolthorn’un kızı olan Bestla’dır. Bor Odin Vili ve Ve’nin babasıdır.
Bragi: Şiir tanrısıdır. Odin ve dev Gunlod’un oğludur.Odin’in baş şairiydi ve çok adildi. İdun’la evliydi ve dilinin üzerine kazınmış rünler vardı.

Buri: İlk tanrı. İnek Audhumla kendini büyük buz parçalarını yalayarak besledi. Gün be gün yaladıkça tanrı buzdan çıktı. Buri Bor’un babasıydı.

Cüceler; Odin’in onlara Midgard’da verdiği görevi kabul etmiş karanlıkların ve dağların içlerine çekilmişlerdi. Burada madenleri keşfetmişler ve kendilerine buradaki madenlerin en değerlilerinden hazineler yaratmışlardı. Bu hazineleri ne insanlarla ne tanrılarla nede devlerle paylaşmak istiyorlardı. Oldukça aç gözlü idiler. Ancak bu açgözlü olmaları onlara çalışma ahlakını getirdi. Evrende ki en çalışkan ve üretici ırk haline gelmişlerdi. Dağların altından çıkan maden cevherlerini işlemeyi kendi kendilerine öğrenmişlerdi. Cücelerde kara alflar gibi svartalfaheim de yaşarlardı. Çok nadiren ormanlara yerleşirler ve insanlarla hemen hemen hiç iletişim kurmazlardı. Işıktan nefret ederlerdi. Onlar için ışık tanrıların yarattığı korkunç bir lanetti.

Dagr; Gündüz tanrısı.

Delling: Şafak tanrısı olarak kabul edilir ve isminin anlamı “parlayan” dır. Nott’un (Gece) üçüncü kocasıydı. Dag (Gün) adında bir oğulları vardı.

Devler;Birçok kültürün mitolojisinde yer alır. Örneğin; Yunanistan mitolojisindeki Titanlar Cyclopslar İskandinav mitolojisindeki Dağ devleri Ateş devleri Buz devleri vs.Genellikle insan görünümünde fakat anormal büyüklükte ve çok kuvvetli tasvir edilmiştir. Kadın veya erkek olabilir. Farklı bölgelerin mitolojilerinde kökenlerine dair farklı inanışlar vardır. Örneğin Hint-Avrupa mitolojilerinin çoğunda kaos ile ilişkilendirilmiş lanetli bir ırktır ve yabani bir doğası vardır. Çoğunlukla tanrılarla arasında düşmanlık vardır

Eir: Sağlık tanrıçası ve en iyi doktordu. Sanatını Eski İskandinavya’da doktor olan kadınlara öğretti.

Einherjar; İskandinav mitolojisinde cesur becerikli askerlerin ruhlarına verilen isimdi.Einherjarlar Einherjar tepesi denilen bir yerden doğar. Loki kahraman savaşçıların ruhlarını Einherjar tepesine bırakır. Einherjar tepesinin özel gücü sayesinde Einherjar olurlar.Einherjar’ın fiziksel özellikleri: Kafası koç biçiminde vücudu da aynen bir koyunun insanlaşmış hali gibi üzerinde metal bir zırhı vardır.Elinde deniz kabuğu gibi bir boru vardır. Bu boruyu her çaldığında diğer Einherjarlardan yardım ister.

Fenrir: Loki ve dişi dev Angerboda’nın oğlu. Tanrılar onu zaptedebilmek için Gleipher denilen sihirli bir zincire vururlar. fakat o bu sırada tanrı Tyr’in sağ elini koparır.

Forseti: Adalet tanrısı. Balder ve NANNA’nın oğlu. İsminin anlamı “yöneten”dir. Evi Glidnir (Parıldama)’dir .

Frejya (Freya): Güzellik ve aşk tanrıçası. Çok güzel mavi gözlü bir genç kadın olarak tasvir edilmiştir. Frey’in kız kardeşi ve ileri de Odin’in karısı olacak Frejya savaşta ölen kahramanların yarısını Asgard’daki kendi sarayı olan Folkvang’a götürmek için toplar. Bir çok hikayesi devlerin onu kaçırma teşebbüsleriyle doludur. Alman mitolojisindeki tanrıça Frigg’le eşdeğerdir. Ve Cuma günü Friday (Frejya’s day ) onun adından gelir.

Freyr yada frey:Vaneheim’in rüzgar ve deniz tanrısı oğlu. Gullinborsti isimli altın kıllı ve dünyanın en hızlı hayvanı olan yaban domuzuna sahip.

Frigg: En yüce tanrıça olan Frigg Odin’in esas eşidir ve gök tanrıçasıdır. Yunanlı Hera ve Romalı Juno gibi evlilikleri de yönetir. Çok sessiz ve sakin olarak resmedilmiştir.

Gejfon: Bakire tanrıça. Aynı anda Aesir ve Vanir’in bir üyesi. Ölen bütün bakireler ona giderler. Aynı zamanda verimlilik tanrıçasıdır. İsminin anlamı “Verici”dir.

Gullveig: Vanir tanrıçası. Aesir’in onu öldürme çabaları dünyadaki ilk savaşın çıkmasına yol açtı ve bu savaşı Vanir kazandı. Bu iki kabile aralarında tanrıları takas ettiler ve birlikte hükmetmeye devam ettiler. Gullveig (altının gücü) bazen üçlü tanrıça bazen de Heid (cadı) olarak çağrılmıştır.

Heimdall: Şafak tanrısı ve gökkuşağı köprüsü Bifrost’un nöbetçisidir. Kilometrelerce ilerdeki dünyada rüzgarla dalgalanan çimenlerin sesini duyabilecek bir duyu gücüne sahiptir. Tanrı Heimdall gökkuşağının başında bekleyerek tanrıların sarayına olduk olmadık herkesin girmesini engellemekle görevliydi. Heimdall’ın kulakları çok gelişmişti. En uzaktaki en küçük sesleri bile duyabilirdi

Hermod: Tanrıların habercisi. Balderin ölümünden sonra Hel’in diyarına giderek Balder’in geri dönmesi için Hel’i ikna etmeye çalıştı

Hel: Ölüm tanrıçasıdır Loki’nin çirkin kızı. Alt dünya (cehennem) Niflheim’in sıcaklığına ve karanlığına hükmeder.Vücudunun yarısı mavi yarısı siyahtır .Masası ” açlık” bıçağı ” açlıktan ölmek” yatağı ” üzüntü” ve hizmetçileri ” gecikme” ve ” yavaşlık”tır. Bazı eski hıristiyanlara göre evi cehennemdir. Hel Loki’nin kızı. Fenris’in kızkardeşidir.

Heımdall; Dünyayı aydınlatan anlamına gelir Heimdall İskandinav mitolojisinin en büyük zenginliklerinden ve sembollerinden biridir. O insanları düzenleyen ve dünyanın kanunlarını koyandır. Aynı zamanda son savaş yaklaştığında Giallarhorn borusunu çalıp tüm tanrıları son savaş için toplanmaya çağıracak olan tanrıdır. Heimdall bir kuştan daha az süre uyur her zaman tetiktedir kulağı çok keskindir Aesir’i düşmanlarına karşı korur ve gözetler. Son savaş Ragnarok`ta Heimdall Loki`yle karşılaşır ve onu yener ancak aynı zamanda rakibinin darbelerine dayanamaz ve savaş meydanında canını verir.

Hlin;Teselli tanrıçasıdır.

Hod: Odin’in oğlu. Loki tarafından Balder’i öldürmek için kandırılan kör kış tanrısıdır. İsminin anlamı “savaş”tır.Vali Odin’in oğullarından biri Hod’u öldürerek Balder’in intikamını aldı.

Hoenir: Aesir ve Vanir arasındaki savaştan sonra Vanir’e rehine olarak yollandı. İlk insanlara duyguyu veren tanrıdır.

İdunn: Bragi’nin karısı olan tanrıçadır. Tanrıları sonsuza dek genç tutacak olan elmaların koruyucusudur. Fırtına devi TJASSE onu kaçırır ve Loki onu öldürüp İdun’u geri alana kadar tanrılar yaşlanırlar.Gençlik tanrıçasıdır.İsminin anlamı “gençleştiren kişi”dir.

Jord (FJORGYN): Toprak tanrıçasıdır.Annesi Nott (Gece) ve babası Annar’dır. Thor ve Frigg’in annesidir.

Lodur: İlk insanlara konuşma kabiliyetini ve görünümlerini veren tanrıdır.

Lofn: İhtiraslı aşklarla ilgilenen tanrıçadır.Odin ve Frigg’den evlenmeleri yasak olan çiftlere bile bunu yapabilme izni almıştır.
Loki: Odin’in erkek kardeşi Loki de önemli olduğu kadar ilginç bir tanrıydı. Başlangıçta ateş tanrısı olan Loki Edda’da tanrıların bazen dostu bazen düşmanı olarak anlatılır. Düzenbazlığı ve huysuzluğu yüzünden pek sevilmezse de kurnazlığı zaman zaman işe yarardı. Canı istediği zaman biçim değiştirerek insan ya da hayvan kılığına girebilirdi. Cinsiyetini değiştirdiği de olurdu. Loki’nin canavar ruhlu üç çocuğu vardı: Ölüm tanrıçası Hel Tyr’in sağ elini ısırıp kopardıktan sonra tanrıların zincire vurduğu korkunç kurt Fenrir ve denizin derinliklerinde yaşayan kuyruğuy-la fırtınalar çıkaran yılan Jörmungand. Savas sirasinda Buz Devlerine ihanet ederek Aesir Tanrilarina onemli bilgiler vermistir. Bu hareketi Odin’in onu kan kardesi olarak kabul etmesini saglamistir..En onemli tuzaklarindan biri kor tanri Hodr’i kandirarakOdinin oglu Balder’in oldurulmesini saglamak olmustur. Bu hareketinden sonra Odinin kan kardeslik bagindan cikarilmisdunyanin derinliklerindeki bir magraya hapsedilmistir.Ayrica sekil degistirme yetenegine sahiptir.
http://i250.photobucket.com/albums/gg252/HBKHHH619/loki.jpg
Loki’nin yaptığı en büyük kötülük Odin’in oğlu çok sevilen genç gün ışığı tanrısı Balder’ in ölümüne neden olmasıydı. Annesi Frigg tüm yaratıklardan ona zarar vermemeleri için söz almış ama ökseotunu gözden kaçırmıştı. Loki sonradan ökseotundan bir ok yaptı ve bu Balder’in ölümüne neden oldu. Tüm canlılar Balder için yas tuttu ve öfkeli tanrılar Loki’yi sonsuza kadar bir kayaya zincire vurarak cezalandırdılar.(bir başka anlatıda ölen oğlunun bağırsaklarıyla bağlanmıştır.) Tepesindeki sarkitlara dolanmis dev yılanin ağzından akan zehir gözlerine damlamakta ama eşi Sigyn elindeki tahta kapla Loki’yi korumaya çalişmaktadır. Ancak kap dolduğu zaman bosaltmak icin uzaklaştığinda Loki zehirden etkilenmekte ve bu da Iskandinav inançlarına göre depremlere sebep olmaktadir. Bu ceza Iskandinav mitolojisinde mahşer günü olarak adlandirılan Ragnarok’a kadar devam edecektir.Ragnarok geldiğinde Loki Odin’in oglu Heimdall ile dovüşecek bu dövüşün galibi olmayacak ve her ikisi de savaşta ölecektir.

Mimir: Bilge bir kişi ve Bolthor’un oğlu.Bazı efsanelerde bir tanrı ve bazılarında bir dev.Vanir’e rehine olarak yollanmıştır.Vanir bunu görünce çıldırır ve onun kafasını keserler.Odin onun kafasını saklar ve bilgeliğe ihtiyaç duyduğunda danışabilmek için Mimir’in kuyusunun yakınlarına koyar.

Modi: Thor’un oğlu.Ragnarok’ta sağ kalacaklardan biri. İsminin anlamı “cesaret”tir.

Nanna: Ay tanrıçası.Balder’in karısı ve Forseti’nin annesi.Balder’in ölümünden sonra kalbi durarak öldü ve Balder’le birlikte yakıldı.

Niflheim: İskandinav mitinde yeraltısoğuk ve ölümün yeri olarak geçer.Dokuz dünyadaki ölüm takipçisi Hel tarafından yönetilir.

Njord: Deniz ve rüzgarın tanrısı.Frey ve Freya’nın babası.Vanirlerdendir ve evi Noatun’dur.Karısı dev Skadi’dir.Babası Thjatsi’nin ölümü üzerine tanrılar Skadi’ye kocasını seçme hakkını tanıdılar.Skadi sadece ayaklara bakarak seçeceği kocasının Balder olmasını istiyordu ama kazara Njord’u seçti.Njord ve Skadi nerede yaşayacakları konusunda anlaşmazlığa düştüler ve ayrıldılar.

Niord;Toprağın gemiciliğin ve balıklığın tanrısıdır. Aslen bir Vanes tanrısıdır ancak Aesir ve Vanes tanrıları arasında yapılan barışta Aesir tanrılarına katılmıştır. Buna karşılık 2 Aesir tanrısı Hoenir ve Mimir`de Vanes tanrılarına katılmışlardır. (bu şekilde iki ırkın kanları karışmış olur ve barış sonsuz olacaktır.

Nornlar;Yazgı ya da kader tanrıları. (Eski Norse: norn çoğul: nornir) Norse mitolojisindeki üç dísirdir: Urd (geçmiş) Verdandi (şimdiki) ve Skuld (gelecek). Skuld aynı zamanda bir Valkyrienin ismidir. Grek mitolojisindeki Mireleri andırmaktadır
Nornlar’a şu nitelikler verilir:
Bilgeliğin temsilcileridirler.
Büyüsün diye her gün “kaynak ağacı”nı sularlar.
İnsanların gereksinimlerini sağlar ve onların mukadderatlarını düzenlerler.
İçlerinden birinin adı aynı zamanda “mukadderat”tır.
Göksel ip eğiricileridirler.
Varlıkların “atkı”larını (dokumacılıktaki bir terim) ezellerinden ebedlerine kadar dokumaktadırlar.
İlahi adaleti sağlarlar.
Kudretleri öyle yücedir ki ilahlar bile onların yargılarından kaçınamaz.
Odin: Woden ya da Wotan ;Odin donmuş dev BOR ve Besstla’nın oğluydu .Adı “tahrik” “hiddet” ve “şiir” anlamına gelen ondan gelmektedirGüneş ve Kelt haçı ile sembolize edilir. Odin: (Alfadir Allfather (Herkesin Babası)) Tanrıların babası; Asgard’daki salonu Valaskjalf’da (Katledilmişlerin Korunağı) tahtı Hlidskjalf bulunur. Bu tahttan dokuz diyarda olan tüm olayları gözler. Ayrıca yeryüzüne ve gökyüzüne hakimdir gerektiğinde kartala dönüşebilir. Simgeleri hiç hedefini ıskalamayan mızrağı Gungnir her dokuzuncu gecede yeni sekiz yüzüğü ortaya çıkran yüzüğü Draupnir ve sekiz ayaklı atı Sleipnir’dir.Thor`un çekicinden sonra en güçlü silah olan Mızrak Gungnirin Elindeki mızrak ise yine 9 ya da 7 gün asılı kaldığı kuzey mitolojisin gerçekleştiği yerin yaşam ağacında runeleri (run alfabesini odin yapmıştır. On beş harften oluşan ilkel İskandinav alfabesi. Bu alfabenin sihirli olduğuna inanılır). Öğrenmesi sonuçu kurtulduğunda kopardığı bir daldan yapılmıştır.
http://onturk.files.wordpress.com/2011/03/odin_manual_of_mythology.jpg?w=558&h=537
Atların efendisi sekiz bacaklı Sleipnir`in sahibidir. Tanrıların babası Odin aynı zamanda da insanların da babasıdır insan ırkını iki kardeşi ile Odin yaratmış ve onların kaderini çizmiştir. Üç tane karısı vardır ; Iord eski toprakların tanrıçası Frigg işlenmiş modern toprakların tanrıçası (Frigg Odin`in en sevdiği karısıdır) ve Rind el değmemiş vahşi toprakların tanrıçası. Odin’in kendine özgü yardımcıları vardır. Öncelikle Hugin( düşünceli) ve Munin (akıllı) bu iki basit kuzgun Odin’in dünya üzerindeki gözleridir. Dünya üstünde uçarlar ve Odin`in kulağına gördüklerini fısıldarlar bu yüzden Odin herşeyi gören olarak adlandırılmıştır. Bir diğer yardımcısı da her zaman yanı başında bulunun kurtlar Geri ve Freki`dir. Geri ve Freki Odin`in ayaklarının altından ayrılmazlar Odin Valhalla’da savaşçıların masasındaki şölenlerde sadece şarap içer ve kendine düşen etleri sadık kurtlarıyla paylaşır. Odin’in oturduğu tahtın adı Hlidskjalftır.
Odin bir çok mitolojide isim değiştirmiş bir halde karşımıza çıkar. Germen mitlerinde ve Nibelungen destanında Wotan olarak adlandırılmıştır. Hristiyanlık öncesi İskandinavya’sında Odin genelde insan kurban edilmesiyle anılır. Odin sık sık gezintilere çıkar. Bu gezilerinde adını değiştirir. Genellikle yeşil bir pelerin giyer bir şapka ve maske takar. Odin şekil değiştirip kuşbalık solucan gibi çeşitli hayvan kılıklarına bürünebilirdi. Bu gezilerinden en ünlü olanları Grimnisnal ve Vafprudnismal’ dır. İngilizcedeki Wednesday(Çarşamba) ” Odin’in günü”nden yani ” Wodan’s day” den gelir.
İskandinavya Mitolojisi’nde tüm tanrıların en kudretlisi zaferin ve bilgeliğin tanrısı Odin tek gözü kör bir ihtiyar olarak tasvir edilir.Geçmişte olanları ve gelecekte olanları bildiği söylenir.Tüm insanların kaderi ona bağlıdıryaşayan en bilge canlıdır…Fakat Odin’in tek gözlü olmasının ve bilgeliğinin ayrı bir öyküsü vardır :
Bir gün Odin’in diğer iki kardeşi Ve ve Vili kayboldu. Odin her yerde onları aradı tüm Asgard diyarını baştanbaşa dolaştı. Fakat hiçbir ize rastlamadı. Bu yüzden çok sinirlendi ve atı sekiz bacaklı Sleipner’a bindiği gibi arkadaşı Mimer’e doğru yola çıktı.Mimer buz devi Bolthor’un oğluydu ve zamanında Vaenir tanrılarına rehine olarak yollanmıştı.Fakat Vanir onu sevmemiş ve kafasını kesmişti.Odin zamanında yetişerek Mimer’in kafasını kurtarıp ve yeri geldiğinde bilgeliğine danışmak için onu Mimer’in kuyusu adı verilen çeşmenin yakınlarına koymuştu.Mimer’in kuyusu dünyadaki tüm bilgeliğin kaynağıydı.Mimer’in bilgeliği de bu kuyunun suyundan gelirdi.
Sonunda Odin geldiğinde Mimer’in kafasını selamladı ve dedi ki : ” Hey Mimerkuyunun suyundan biraz içmem lazım ki kardeşlerimin nerde olduğunu öğreneyim! ” Mimer reddetti : ”Her isteyene bilgeliğin kaynağından su içirirsek ne olacağını zannediyorsun Odin? Böylece herkes olacakları önceden bilir ve bunu istediğini sanmıyorum. ”
Odin yıkıldıne yapacağını bilemedi.Kendi kendine bu kuyudan bir damla su içmek için her şeyi yapabileceğini hatta tek gözünü feda edebileceğini mırıldandı. Mimer birden bağırdı : ” Anlaştık! ” Odin’in yüzü sarardısadece kendi kendine mırıldanmıştı ama yine de anlaşmaya sadık kalarak tek gözünü çıkarıp kuyunun içine attı.
Ve o zamandan beri Odin’in gözü kuyunun dibinden dışarı dünyaya bakar.Böylece Odin hem geçmişi hem de geleceği görür.

Ragnarok: Dünyanın yok oluşudur. Tanrılar ve devler arasında çıkan bu büyük savaşta herkes birbirini acımasızca katleder. İzlanda Eddalarına göre devler hain tanrı Loki tarafından yönetilecek ve tanrıların evine yani Asgard’a saldıracaklardır. Devlerin gelişlerini Heimdall borazanıyla bir şarkı çalarak herkese haber vericektir. Bu yokoluştan sonra yeni bir dünya oluşacak ve hayat yeniden başlayacaktır.

Ran: Aegir’in karısı. Denizlerin fırtına tanrıçasıydı. Boğulan insanları ağıyla denizden toplardı.
Saga: Odin’le evi Sokkvabekk’te içki içen tanrıçadır.Tarih tanrıçasıydı.İsminin anlamı “gaipten haber veren”dir.

Sif: Ekin ve verimlilik tanrıçasıThor’un karısıdır.Bir kez Thor onun saçını çaldı ve yerine yenisini koymak zorunda kaldı.Dwarflara giderek altından bir saç yaptırdı. Sol;Güneş tanrıçası.

Sjofn (VJOFN): Erkek ve kadının aşkı düşünmesini sağlayan tanrıça.Evli çiftler arasındaki kavgaları durdurmak onun göreviydi.
Skadi;Iskandinav mitolojisinde Kış tanrıcasidir.Njord’un karisidir.Thjazi’de babası olur. Skadi’nin Babasi Tanrılar tarafindan katledildikten sonra öcünü alamak icin Asgard’a gider.Asgard Tanrıların bulundugu yerdir.
Tanrilar Skadi’ye bir oneride bulunur derler ki;Ayaklarımıza bak ve sec birimizi yanına koca olarak.
Skadi istedigi Tanrıyı secme ozgurlugune sahiptir ama sadece ayaklarına bakarak.İclerinden en guzelini secti bunun Baldr oldugunu dusunuyordu.Ayaklar ise en yaslı tanrılardan biri olan Njord’a aitti.
Bu antlasmadan geri donus olmadigi icin Skadi Njord’u kabul ederek Babasi sag iken kaldıgı yere Thrymheim gitmek istedi.Njord ise denizin icinde olan sarayina Noatun’a gitmek ister.Birlikte bir karara vardılar dokuz gece Thrymheim bundan sonraki dokuz gecede ise Noatun’da kalmalarına dair.Njord Noatun’a dondukden sonra bir daha Thrymheim gitmemeye karar verdi.Skadi Noatunda yankılan sesler yuzunden uyuyamadagından sikayet ederek Thrymheim geri dondu ve hayatına bir sure orada devam etti.
Loki Baldr oldurdukten sonra Tanrilar tarafından bir magarada tutulur.Skadi Loki’nini kafasina bir zehir koyar.Zehir o kadar gucluymus ki Loki’nin acı cıglıklari yeri sarsarmıs.Bu arada Skadi’nin babasinin katili Loki olarak bilinir.
Snotra: Bilge ve nazik tanrıça olarak bilgelik ve bilgi tanrıçasıydı.
Syn: Davalarda sanıkları koruyan tanrıçadır.Frigg’in yardımcılarından biriydi ve Frigg’in sarayının kapısını korurdu
Thor: Thor’un simgesi şimşektir. O kutsal savaş tanrısıdır. Thor Odin’in oğlu ve Odin’den sonra gelen en önemli tanrıdır. Odin’in sayısı belirsiz oğullarından en güçlüsü kızıl sakallı Thor’du. Kendisine güç veren sihirli bir kemer takar ellerine demir eldivenler giyer çekicini vurmasıyla şimşekler yağdırır arabasının tekerlekleri döndükçe gök gürültüsü oluşurdu. Kötü devlere karşı savaşan tanrıların ve insanların önderiydi. Devler ülkesinde birçok savaş ve serüven yaşayan Thor’un karısı altın saçlı hasat ve aile tanrıçası Şifti İki sihirli nesneye sahiptir. bu nesnelerden biri Mjöllnir’dir. Mjöllnir adının anlamı “parçalayıcı” olan kocaman bir çekiçtir. Çekici Brokk ve Eitri isimli iki cüce kardeş yapmışlardır. Çekiç yapılırken Loki sinek kılığına girip cüceleri ısırarak rahatsız edince bir kaza olmuş çekicin sapı kısalmıştır.
http://fc06.deviantart.net/fs43/f/2009/124/0/9/Wizard_205_Thor_Cover_by_mikemayhew.jpg
Bu iki cüce ayrıca bu çekice birçok farklı özellik vermiştir. Çekiç Thor’un onu kolayca saklayabilmesi için küçülebilir. Ayrıca bir bumerang gibi bir düşmana atılınca düşmana tüm gücüyle çarpar ve sahibinin ellerine geri döner. Thor kılık değiştireceği zaman çekici ile kendi yörüngesinde hızlıca döner. Fırtınaları çekici ile kontrol eder yağmurları onunla yağdırır. Çekici ile evlilikleri ve nesneleri de kutsayabilir. Ayrıca Thor’un iki tane keçisi vardır. Bu keçilerden birinin adı Tanngniost (Diş Çatırdatan) diğerinin adı da Tanngrisnir (Diş Gıcırdatan)dır. Bu keçilerin çektiği arabası yerde de gökte de gidebilir
Onun güçlü olmasını sağlayan bir diğer sihirli nesne de altın bir kemerdir. Bu kemeri takar takmaz gücü ikiye hatta üçe katlanır İnsanlara karşı iyidir. Hemen hemen bütün hikayelerinde devlere karşı savaşır. Genelde çok kabadır.Çok büyük miktarlarda içki içer. Kızıl sakallı orta yaşlı ve zekasından çok kaba kuvvetine güvenen bir tanrıdır.. Thor aynı zamanda Atl veya Donar olarak da bilinir. Şimşek tanrısının günü İngilizcede Thursday Almanca da Donnersdag’dır .
Thrud: Thor’un kızı.Dwarf Alvis onunla evlenmek istedi ama Thor onu kandırarak güneş yükselirken toprak üstüne çıkmasını sağladı ve onu taşa dönüştürdü. Troller:korkunç gözüken bir mitik insanımsı yaratıktır.İngiliz peri masallarındaki Ogreler benzeri şeytani devlerden dağlarda yaşayan dağa insanları kaçıran vahşi ve daha insan benzeri yaratıklara kadar birçok farklı şekilde tasvir edilmişlerdir.
Tyr: Savaş tanrısıdır.Sadece o kurt Fenrir’in ağzına elini sokacak kadar cesurdu.Bu olayın sonunda kurt sağ elini ısırarak koparır.Salı günü(Tuesday)onun günüdür.Tyr aynı zamanda Anglo Saksonlar tarafından TiwTiu olarak da adlandırıldı.
Ull: Av ve okçuluk tanrısıdır.Silahı Porsuk ağacı’ndan yapılmış bir uzun oktu ve Ydal’da yaşardı.Düellolarda yardım için çağrılırdı.Thor ve Sif’in oğluydu.Sıklıkla tapılan bir tanrıydı.Hatta bir ara en yüksek tanrılardan biri kabul edilmiştir.

Vili; Bor veBestla’nın oğluVe ve Odin’in kardeşidir.Kardeşleriyle beraber dev Ymir’i öldürerek leşinden uzayı yarattı.İnsanlara düşünce ve hareketi verdi.İsminin anlamı “istek”tir.

Vali: Vidar’ın kardeşi(bazı kaynaklara göre Odin’in oğullarının en genci).Dev Rind’in oğludur ve Aesir kendi kanından birini öldüremeyeceği için ve Balder’in intikamını almak için özellikle doğurulmuştur.Bir gecelikken Hod’u öldürdü.Ragnarok’ta sağ kalacak 7 Aesir’den biridir.
VALHALLA; Asgard’ın 12 krallığından biridir ve Ragnarok savaşına kadar tanrılara ev sahipliği yapmıştır. Bundan sonra tanrılar Odin’le birlikte devlere karşı savaş yapabilmek için yola çıkmışlardır. Kahramanlar zorlu bir mücadelenin ardından öldüklerinde Valhalla’ya getirilirler. Savaş meydanlarında ölenleri taşıma işi Valkyry’lere düşer. Bu savaşçı kadınlar Odin’in hizmetkarlarıdır ancak asıl görevleri savaşlara gözetmenlik yapmak ve kimin ölüp kimin yaşayacağına karar vermektir.
Valhalla’da yapılan ziyafet sofralarının en başında her iki omzundaki kuzgunuyla Odin oturur. Kuzgunlardan biri Huginn (düşünce) ve diğeri Muninn’dir (hafıza). İkisi de dünyadan Odin’e mesaj getirirlerdi.
http://community.imaginefx.com/forums/storage/6/306881/Vikings-final.jpg
Valkürler:Valkürler Odin’in yardımcıları olan ve ata binen miğfer ve mızrakla silahlanmış genç ve güzel bakirelerdir. Gökten kanatlı atlarıyla savaş alanına inip Einherjar denilen savaştaki cesur kahramanları Valhalla’ya götürürler. Buraya götürmelerinin nedeni Ragnarök’de yani dünyanın sonunda olacak savaşta Odin’in yanında savaşacak güçlü savaşçılar toplamaktır.Modern sanatta Valkürler bazen muazzam güzellikte zırh kuşanmış kasklı mızraklı kanatlı atlara binmiş dişilerdir ama aslında Valkür atlarıkurtlarla kırmadır. Yani bilinenin tersine Valkürler kanatlı atlar sürmezler. Onların evcil hayvanları cesetlere ve ölü savaşçılara dadanan sürülerden oluşan kurtlardır. Gullveig: Vanir tanrıçası. Aesir’in onu öldürme çabaları dünyadaki ilk savaşın çıkmasına yol açtı ve bu savaşı Vanir kazandı. Bu iki kabile aralarında tanrıları takas ettiler ve birlikte hükmetmeye devam ettiler. Gullveig (altının gücü) bazen üçlü tanrıça bazen de Heid (cadı) olarak çağrılmıştır.
Ve: Bor veBestla’nın oğlu Vili ve Odin’in kardeşidir.Kardeşleriyle beraber dev Ymir’i öldürerek leşinden dünyayı yarattı.İsminin anlamı “kutsaldır”.
Vidar: Odin ve Grid’in (bir dev) oğludur.Vali adında bir ikiz kardeşi vardı.Vidi’de yaşardı.Tanrıların en güçlülerindendi ve intikam tanrısı olarak kabul edilebilir.Ragnarok’ta kurt Fenrir’i öldürerek babasının intikamını alacaktır.Son savaşta sağ kalacak Aesir’den biridir. Vidar hakkında
Vidar İskandinav Mitolojisinde baş tanrı olan Odin ile bir dev olan Grid’in oğludur. Güçlü sessiz ve yalnız bir tanrıdır. Ormanında yalnız yaşamaktır (ta ki ragnorak’a kadar) Bu yüzden kendisine yalnızlık ve sessizlik tanrısıda denir. Çok güçlü olan Vidar Ragnorak’tan sonra sağ kalan az tanrılardan biri olmuştur. İntikam tanrısı olarak da geçen Vidar; Ragnorakta kurt Fenrir’in Odin’i kanlı bir şekilde öldürüp bedenini yutmasından sonra Vidar geldi ve Fenrir’in alt çenesini ayağıyla parçaladı ve iki eliyle üst çenesi boğazı yırtılana
kadar çekti ve Fenrir’i öldürüp babasının intikamını aldı…
Vili: Bor veBestla’nın oğluVe ve Odin’in kardeşidir.Kardeşleriyle beraber dev Ymir’i öldürerek leşinden uzayı yarattı.İnsanlara düşünce ve hareketi verdi.İsminin anlamı “istek”tir.
Vor yada vor: İsminin anlamı “yemin” olan tanrıçadır.Ondan hiçbirşey saklanamaz çünkü çok bilgedir.Bazı kaynaklara göre evliliğin ve anlaşmaların da tanrıçasıdır. Evlilik sözlerini tutmayanları cezalandıran. Ondanhiçbirşey saklanamaz çünkü çok bilgedir.
YGGDRASIL; (kader ağacı) Snorri diğer versiyonlarda kader ağacı Yggdrasil’in nasıl dünyanın merkezinden filizlenip büyüdüğünü anlatır. Ağacın altındaki dişi olarak tarif edilen kader kuyusunda insan yaşamının yönü tayin edilir. Bir diğer versiyonda tanrılar meclisi ağacın etrafında toplanır. Ağaç iki kökten destek almaktadır; köklerden biri yeraltı dünyasına uzanır (Hel) diğeri buz devlerinin dünyasına ve sonuncusu insan varlıklarının dünyasına Tüm dünyanın refahı Yggdrasil adlı bu ilkel ağaçla ilişkilidir. Yggdrasil kutsal ağaç İskandinav mitolojisinin ana çizgisi hatta bu mitolojide hayatı ve yaşamı temsil eden yegane semboldür. Yaprakları ve dalları görünmez bir biçimde tüm gökyüzünü ve evreni sarar kökleri de dünyanın her yerine ve en derinlere sıkı sıkıya tutunmuştur. En büyük kok tanrıların konakladığı Asaheim alemindedir. Kutsal ağaç Yggdrasil Hvergelmir Mimir ve Urdar adlı üç kaynaktan beslenir bu kaynaklar ağacın hayatta kalmasını sağlarlar ve de onların varlığı sadece ağaçla mantık bulur. Urdar`in etrafında üç kadın oturur. Urd yani geçmiş Vervandi : şimdiki zaman ve son olarak Skuld yani gelecek. Bu üç kadın zamanın gerçek hakimleri ve her şeyi bilen her şeyden haberdar olanlardır. Burada İskandinav mitolojisinin panteist kısmı on plana cikar bu uc kadın tanrı değillerdir sadece doğa tarafından yaratılmış üç nesnedir ancak tanrıların tanrısı bilge Odinden daha bilgedirler! Onlar kaderleri bilenlerdir tanrıların kaderlerini bile! Kader ve zaman kavramları İskandinavların (namı diğer Vikinglerin) en önem verdikleri iki kavramdır. İskandinav halkı (prehistorik çağlardan Viking dönemine kadar ) kaderci bir halktır yani kadere inanırlar olum zamanları daha önceden yazılmıştır ve bundan kaçmak imkansızdır ancak buna rağmen kaderlerini yenmek için ölümüne savaşırlar bir şeye karsı savaşmak ve kazanmak İskandinav mitolojisinin en önemli olgularındandır. Kutsal ağaç Yggdrasil bile her gün hayatta kalmak ve evrenin düzenini korumak için savaş vermektedir.
Mitolojik efsaneler;
İskandinav mitolojisini oluşturan çeşitli öyküler vardır; Bir mitolojik efsane de Balder ve Loki anlatılır. Odin’in oğullarından Balder burada akıl sevgi ve bilginin tanrısı olarak karşımıza çıkar. Cennette Glitnir denilen bir yeri korumaktadır. Her türlü anlaşmazlıkta bütün tanrılar onun adaletine güvendiklerinden ona gelirler ve burada Balder’in adaleti sağlaması beklenir.Ve Balder adaleti yerine getirir. Loki Aesir tarafından evlat edinilmiş bir devdir. Loki ve Odin aralarında bir dostluk antlaşması yapmışlardı.Bir gece Balder kendi ölümü hakkında çok rahatsız edici bir rüya görür.Annesi Frigg su ateşdoğadaki bütün elementlere kuşlara canavarlara toprak ve taşlara Balder’a zarar vermemeleri için yemin ettirir.Böylece Balder Ölümsüz olur. Bundan sonra Aesir Balder’ı ortalarına alıp onunla eğlenmeye başlar. Ona küçük ok taş vs. şeyler atarlar. Bu yeminden dolayı Balder sadakatsizliklle karşı karşıya kalmıştır. Loki bu dramayı görünce merak eder ve kadın kılığında Frigg’in yanına giderek ona neler olduğunu sorar. Frigg de ona yeminden bahseder ve yeminin içine katılmayan tek şeyin ökse otu olduğunu da sözlerine ekler. Bunu duyan Loki hemen Aesir’e sunulmak üzere ökse otu getirir. Bunu kör tanrı Hoder’e kendi isteği ile verecek ve böylelikle Balder’a acı çektirme oyununa o da katılabilecektir. Balder’a ökse otundan yapılmış ok atılır ve Balder ölür. Aesir bu olayın suçlusundan intikam almak ister ama bulundukları yerin kutsallığından dolayı bunu yapamazlar. Balder Hel’e gidecektiryani tüm ölülerin gittiği yere çünkü o bir savaşçı değil ve bir savaşta ölmemiştir dolayısıyla da kahramanların yeri olan Valhalla’ya gidemez.
Balder Hel’den ancak Odin onun çıkmasına izin verdiğinde ve aynı zamanda yaşayan ve ölü olan her canlının onun için göz yaşı döktüğü zaman çıkabilecektir. Aksi takdirde sonsuza dek orada kalmaya mahkum olacaktır. Bu kehanet üzerine Aesir bütün dünyaya elçiler yollar.Doğaya insanlığa tanrılara ve onlara Balder için göz yaşı dökmelerini emreder. Bunu tüm yaşayanlar kabul eder. Tabii ki Devlerin kraliçesi Thork (kılık değiştirmiş Loki) hariç. Ve ağlamamak için de kesin kararlıdır. Aesir Thork’un Loki olduğunu farkettiğinde onun bu şeytanca oyunlarına son vermesi için zincire vurur.Kehanete göre Loki bir gün bir şekilde zincirlerini kıracak ve bu bütün şeytanların canavarların ve devlerin tanrılara karşı olan büyük savaş Ragnarok’ta kaybedeceğinin işareti olacaktır.Ragnarok’ta Odin kurt Fenrir tarafından yenilir. Daha sonra da Fenrir Odin’in oğluVidar tarafından öldürülür. Bu olaydan sonra tanrılar arasındaki korkunç savaşlar başlar. Tanrı Heimdall ve Loki karşı karşıya gelip birbirlerini öldürene kadar savaşırlar. Ve daha sonra Dünya bir ateşle yok edilir. Evren denizin dibine batmaya başlar. Bu son tekrar doğuşla kendini devam etirir. Dünya denizden tekrar yükselir yeşillenir bitkilerle dolup taşar. Aesir’in ölü oğulları Asgard’a geri döner ve atalarının yolunu izlerler. Mitolojinin önemli bir bölümü Balder ve Loki adlı tanrılara ilişkindir. Odin’in oğlu Balder zekanın dindarlığın ve bilginin kaynağı olarak karşımıza çıkar. Balder’in Glitnir adı verilen cennette bir sarayı vardır. Tanrılar ve insanlar yasal konuları danışmak onun fikrini almak ve sonsuz adaletinden istifade etmek için Balder’in kapısını çalarlardı sık sık. LokiAesirler tarafından evlat edilen bir devdi. O ve Odin bir dostluk andı etmişlerdi.
Bir gece Balder oldukça rahatsız edici bir düş görür. Düşe göre yaşamı büyük bir tehdit altındadır. Bu durumu hemen Aesirler’e haber vermesi üzerine annesi Frigg ateş ve sudan tüm metallerden kuş ve vahşi hayvanlardan toprak ve taştan oğluna zarar vermemeleri için söz alır. Daha sonra Balder’i aralarına alan Aesirler ona ok ve taş atarak eğlenmeye başlarlar. Çünkü verilen söz onu tüm zararlara karşı korumaktadır. Loki bu durumu sezer ve durumu sorgulamaya başlar. Kardeşinin neden acı çekmediğini araştırdığında annesi ona doğanın yeminini anlatır. Ayrıca doğada yalnızca ökseotunun bu sözü vermediğini de ekler. Loki ökseotunu bulup hemen Aesirler’in arasına getirir ve onu Balder’in kardeşi kör tanrı Hoder’e kötü oyununa ortak olması için sunar. Hoder ökseotuyla Balder’e saldırınca Balder oracıkta ölür. Aesirler intikam almak isterler ancak sarayın kutsiyeti nedeniyle bunu yapamazlar. Çünkü Balder bir savaşçı değildir bir savaşta ölmemiştirbu yüzden ölü kahramanların toplandığı devasa salona Valhalla’ya gidemeyecektir. Balder ölülerin koruyucusu Hel’in eline düşer. OdinBalder’in serbest kalmasını talep ettiğinde Hel dünyada ölü veya canlı her şey Balder için ağlarsa onun Aesirler’e dönebileceğini söyler aksi takdirde daima Hel ile kalacaktır. Aesirler mesajı doğanın insanların tanrıların ve hayvanların Balder’e ağlaması için dünyaya yayarlar. Tümü buna olumlu cevap verirler; Balder’in Hel’in krallığında kalmasını isteyen dev kadın Thokk hariç (aslında kılık değiştiren Loki’den başkası değildir).
BÜYÜK SAVAŞ: RAGNAROK
Aesirler sonunda Loki’yi yakalamayı başarırlar ve şeytani numaralarını yapmasını engellemek için her yanını zincirlerler. Loki kılık değiştiremez ama bir gün zincirlerini kırar. Bu tüm kötülüklerin canavarların ve devlerin tanrılara saldıracağının alametidir aslında. Tanrıların şafağında büyük Ragnarok savaşı başlamıştır. Odin daha sonra oğlu Vidar tarafından öldürülecek olan kurt Fenrir tarafından yenir. Korkunç mücadelelerin tanrılar ve kötü kuvvetlerin arasında yarattığı öfke tanrı Heimdall ve Loki’nin yüzyüze gelmeleri ve birbirlerini öldürmeleriyle son bulur. Dünya ateşle yok edilir ve bütün kainat sulara gömülür. Bu son yıkımı bir yeniden doğuş dünyanın denizden yeniden yükselmesi yeşille çepeçevre sarılması ve bitkilerin ortaya çıkması izler. Ölen Aesirler’in oğulları Asgard’a hükümdarlıklarına geri dönerler. Tıpkı babalarının yaptığı gibi. Bundan sonra tanrılar Odin’le birlikte devlere karşı savaş yapabilmek için yola çıkmışlardır.
http://insanveevren.files.wordpress.com/2011/05/ragnarok_by_harrybuddhapalm.jpg?w=574&h=742
Tyr’in kolunun koparılması :
Tanrılar dünya’nın yok olmasından Fenrir’in sorumlu olacağını öğrenirler. Bundan korkarlar ve böylece Fenrir’i kafese kapatırlar. Urd Skuld ve Verdandi(zaman tanrıçaları) tekrar Odin’i uyarırlar ve günün birinde Fenrir’in onu öldüreceğini söylerler. Odin tüm tanrıları toplar ve bir toplantı yapar. Tanrılar Asgaard’ın kutsallığını bozmamak için Fenrir’in kanını akıtmayı göze alamazlar ve onu bir iple bağlamaya karar verirler. Demir halkalardan bir zincir yapıp adına “Laeding” koyarak bu zinciri Fenrir’in kırıp kıramayacağını sorarak Fenrir’i kandırırlar. Fenrir ise gücünü göstermek için zincirin takılmasına izin verir. Her yerinen bağlanan Fenrir büyük bir çabukluk ve güçlü zincirleri kırar. Odin ve Tanrılar Dromi adında bir zincir yaptırırlar ve Fenrir’e bunuda kırmayı başarırsa gücünün her yerde duyulacağını söylerler. Fenrir kabul eder ve zincirlere vurulur ama yeniden büyük bir çabuklukla tüm zincirleri kırar. Buun üzerine Odin Dwarflardan(cüce) yardım ister ve onlara bir kurdu tutabilecek kadar güçlü ve büyülü bir zincir yapmalarını ister ve bunun karşılığında para vaadeder. Freyr’in habercisi Skirnir tarafından mesaj yeraltı cücelerinin ülkesi Svartalfheim’e ulaştırılır.
Cüceler 6 şeyi kullanarak (kedinin yürürken çıkardığı ses bir kadın sakalı bir dağın temeli ayının gücü bir balığın nefesi ve bir kuşun tükürüğü) Gleipnir adında
ipek kadar pürüzsüz bir kurdela yaparlar. Tanrılar Gleipnir’i görünce şaşırırlar ve Fenris’i durdurabileceğine pek inanmazlar fakat yine de denemeye karar verirler.
Fenris’i çağırır ve onunla birlikte “Amsvartnir gölü”nün tam ortasında bulunan Lyngvi adındaki adaya gderler ve ona Gleipnir’i(kurdela şeklindeki büyülü ip) gösterirler. Fenris kurdelanın büyülü olduğundan şüphelenir ve onu denemeyi kabul etmez. Tanrılar eğer bunu da kırmayı başarırsa onu serbest bırakacaklarını söylerler. Fenris önce kabul etmez ama korkaklıkla da suçlanmak istemez.
En sonuda iyi niyetlerinin bir işareti olarak aralarından birinin elini dişlerinin arasına koyması şartıyla bağlanmayı kabul eder. Hiçbiri bunu yapmaya yanaşmaz ama en sonunda ben sokarım diyen” Tyr kabul eder ve elini Fenris’in ağzına koyar. “Gleipnir” tarafından zincire vurulan fenris bu bağı koparamaz. Tanrılar bu sonuçtan son derece memnun olurlar ama Tyr elini kaybeder hatta kolunu…
Malinovski’nin deyimiyle mitsel anlatılar şimdiki yaşamı insanlığın yazgısını ve etkinliklerini belirleyen bir gerçekliktir.Tarihsel süreç bir birikim ve sıçramalar sürecidir. Mitoloji de insanlık tarihinin önemli bir parçasını oluşturur.İnsanın insanlaşma sürecinin de önemli bir parçasıdır.Evrim halkasının en karmaşık ürünü olan insanı anlamak mitolojiyi de kavramaktan geçer. Son söz yerine;”aynı koşullar içerisinde bulunsaydım bende aynı konumda bulunabilirbenzeri şeyleri yapabilirdim” demeyenne kendini ne başkalarını anlamıştır nede insanlık tarihini anlayabilir.” Alaeddin Şenel. GünYmir ile birlikte bütün devleri öldüren üç kardeş iki kutsal ağaç yaratır. Bu ağaçlardan biri ilk kadındır diğeri de ilk adam. Embla sarmaşıktır. Askr kül ağacıdır. Odin Vili ve Vé toplanırlar; kendilerine bir dünya yaratırlar.
KAYNAKLAR:
1-Cermen Tanrı ve Kahramanlarının Efsaneleri 1Reiner Tetzner İLYA yayınları2-Antik mitolojide kim kimdir–Gerhard Fink – İLYA yayınları3-Focus dergisi-Mart 20054-İskandinav Mitleri –R. I. Page – Phoenix Yayınevi;
5-Tanrı’nın tarihi -Karen Armstrong – Ayraç yayınevi.
6-Yüzyılların gerçeği ve mirası c-1 Server Tanilli – Adam Yayınlar7-Wikipedia-(Özgür Ansiklopedi)
8-Büyük Larusse 11. Cilt.16.CİLT
Kaynak
[Görseller İlavedir]